Behiç Kılıç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Behiç Kılıç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 22



Bazısı onu 'mâlî' amaçlı bir örgütlenme sanmış; bazılarıysa, MHP'nin iktidarda bulunmasıyla irtibatlandır-mış...” 
(Kıvanç, Mayıs 2001). Oysa, "Yeniden kurulsun" diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan 'devleti yapılandırma' amaçlı bir örgüt... Taha Kıvanç, esas ismi ile Fehmi Koru'ya en büyük tepki, zamanın Mao'cu, PKK yandaşı terörist örgütü, şimdinin ise ordu yanlısı, Kuvayı Milliyeci, Kemalist kuruluşu Aydınlık grubundan geldi. 6 Mayıs 2001 tarih ve 720 sayılı Aydınlık gazetesinde Hikmet Çiçek "CIA’nın “Ergenekon” yaygarasında Fehmi Koru başı çekti. Bütün bunlarla birlikte, piyasaya ‘Ergenekon’ dedikoduları da sürülüyor. Bilindiği gibi Can Dündar Türkiye SüperNATO’sunun (Kontrgerilla) 
‘Ergenekon’ adıyla kurulduğunu anlatan kitap yazdı. Anlaşılıyor ki, ABD Türkiye’de kurdurduğu SüperNATO’ya bu adı koymuş veya bu adın konmasına izin vermiş. “...Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple karşı karşıya. CIA, SüperNATO ve MİT şeflerinin işbirliğiyle Orduyu yıpratma kampanyası her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savaşta sözde dosyalar ve raporlar imal ediliyor. “Ergenekon” hikayeleri de bu tertibin bir parçası." (Çiçek, Mayıs 2001) Fehmi Koru'ya hücum etti. 

Bu telâşlı tepkiye, bir bölümünü Fehmi Koru'nun yayınladığı, daha geniş bir şekilde de Aksiyon dergisinin yer verdiği (Aksiyon 12 Mayıs 2001, sayı: 336, Harun Odabaşı-Sivil Ergenekon başlıklı yazı) "Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" başlıklı ve "Emir ve tensiplerinize..." hitabıyla biten raporu, "bizzat Doğu Perinçek'in kaleme aldığı ve Ergenekon'un yeniden yapılanmasında önemli fonksiyonlar yüklendiği" söylentileri neden olmuştu. (Odabaşı, Mayıs 2001) 

İnternet'te yayın yapan Ergenekon Sayfası veya Gerçek Ergenekon isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermişti: "NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere (!) ulusalcı/ milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı. Eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını 2003 Haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı. Yeni oluşumun başında, eski (!) bir MİT daire başkanı bulunuyordu. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT'ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının ‘rica’ edildiği ileri sürülüyordu.” 
(Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 
MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay bu oluşumda görevlendirilmesine karşın, grubun eski elemanlarının Alpay'a güvenmediği hatta, Alpay'ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları, sitenin elde ettiği ilginç bilgilerdi. Yeni Ergenekon’cuların ulusal olmasını bekleyen eski 
Ergenekon’cu-lar, 11 Eylül'deki Amerikan kâbusu sonrasında, bu ekibin patronları tarafından büyük ölçüde yine ABD'nin hizmetine tahsis edildiğini öğrenmiş ve yeni oluşumu ifşaa etme telâşına düşmüştü. Uzun süredir, 
başbakanlık örtülü ödenekleri kesildiği için, harçlık bile alamayan ekibin yeniden düzenli aylığa bağlanması, 1974'de kesilen CIA yardımının yine başladığı anlamına geliyordu. 

Eski başbakan Bülent Ecevit, Sabah’ta yayınlanan bir röportajda “Özel Harp Dairesi’nden ilk kez 1974’te tesadüfen haberdar olduğunu ve o vakit kendilerine askerlerce brifing verildiğini” hatırlatmıştı... Daha önce bu konuda biraz daha ayrıntılı konuşmuştu; Ecevit: 

“1974’teki başbakanlığım esnasında zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar, Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon lira istedi. Genelkurmay’dan bu paranın hangi amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. ‘Özel Harp Dairesi için istiyoruz’ yanıtı geldi. O vakte kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD’nin karşıladığı, ancak artık ABD’nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık’ın örtülü ödeneğinden para istenmek zorunda kalındığı bana bildirildi. Özel Harp Dairesi’nin nerede olduğunu sordum. ‘Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada’ yanıtını aldım...” (Milliyet, 28 Kasım 1990) 
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti-Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunmasından belliydi. Aydınlık dergisinin "Ergenekon kuruldu" şeklindeki haber ve yorumları CIA dezenfarmasyonu şeklinde sunulmuştu. Kıskanç eski Ergenekon’cuların kuruluş toplantısına katılanlardan aldığı bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duydukları kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekon’cuların henüz Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıkları görüşündeydi. Onlara göre, ABD bu yapılanmayı bir süre izleyecek, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edecekti. 

Aslında Aydınlık Grubu'nun bir taraftan Süper NATO'yu deşifre etmeye çalışırken (!) diğer taraftan Ergenekon'u savunması da bu çerçevede anlam kazanıyordu. Ergenekon'un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülüyordu. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayrı, kimseye de güven duymuyorlardı. Aynı site "Perinçek'in Türkçüleri" bölümünde ise şöyle denmişti: “Ergenekon'un dayandığı ana tezler şunlardı; Ulusal Bağımsızlık, IMF karşıtlığı (hatta AB muhalifliği), AntiAmerikancılık, Amerika'nın dışlandığı bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuvayı Milliye hareketi... Atatürkçü Düşünce dernekleri, ve eski Marxist organizasyonlarla içli dışlı çalışan bu grup, kimi zaman da Alevilik'i yalnızca bir kültür olarak yutturmaya çabalayan ‘ateist’ fakat ‘mezhepçi’ bazı derneklerle de işbirliği yürütüyordu.” (Gerçek Ergenekon, Haziran 2003) 

Anlaşılan, "Gerçek Ergenekon" Ergenekon'la ilgili gelişmelerden ve Perinçek'in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değildi. Enterasan gelişmeydi zira eskidüşman Perinçek, Ergenekon'daydı... Sedat Peker'in başını çektiği "Öz Türkler" veya Peker'in tanımıyla Pantürkizm (Turancılık) hareketinin gövde 
gösterisinin, "Ergenekon'un yeniden yapılandığı" söylentisi ile eş zamanlı olması ilginçti. Anlaşılan Türkler bundan böyle, "Öz Türkler" ve "Üvey Türkler" diye ikiye ayrılacaktı... İstanbul Hilton Oteli'nde 22 Mayıs akşamı yapılan "Öz Türkler" gününe, diğer bir tarifle Sedat Peker'in beyninde sembolize ettiği ismiyle "Birleşik Türk Devletleri"nin kuruluşuna, bir çok ünlü şahsiyetin yanısıra eski Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanlığı adayı Muhittin Fisünoğlu'nun katılması günün en dikkat çeken haberleri arasındaydı. 
Kartvizitinde Emekli paşa yazmasına rağmen Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank'ında, farkında olmadan "Yönetim Kurulu Üyesi" yapılmış eski bir komutanımızdı. Yargıtay'ın kararıyla 14 Nisan 2005'te Garipoğlu, Korkmaz Yiğit'le birlikte Türkbank davasından hapis yatmaktan zaman aşımı nedeniyle kurtulmuştu. Paşamız Hilton'daki davete de, yine Mehmet Ali Yılmaz ve Atilla Yıldırım davet edince farkında olmadan gitmiş ama, kapıdan içeri girince manzarayı anlamış. "Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmiş bulundum. Hemen dönüp çıkamadım" diyordu. 
Yönetim Kurulu Başkanı yapıldığının farkında değilmiş gibi yaptı. Muhittin Fisunoğlu'nun referans gösterdiği ve yemeği birlikte yediğini söylediği Mehmet Ali Yılmaz, Dündar Kılıç'ın eski iş ortağı, bir politikacıydı. Atilla Yıldırım da, Alaattin Çakıcı'nın işlerini takip eden ve bir çok kere gözaltına alınan bir isimdi. Paşa, herhalde Sedat Peker'den bir sitem aldı ki "Peker'i tanımaktan pişman değilim" diye düzeltme yapmak zorunda kaldı. Anlaşılan yeni dönemde Çakıcı'nın yerini Peker dolduracaktı. Kendi çizgileri ile "gönüllü zaptiye memuru anlamında" onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü-Turancı Sedat Peker'in Aydınlık gibi, ipleri kimin elinde olduğu belli olmayan bir organizasyonla yakınlık kurmasının izah edilecek bir yanı yoktu. Sedat Peker, 19 Mayıs 2004’te Aydınlık'a büyük bir ilan vermişti. Çok profesyonelce düzenlenmiş web sitesi için ise söyleyecek 
bir söz yoktu. Bizce, düşüncesi ne olursa olsun, arkasında kim olduğu belli olan siteler, fikri gelişme ve değişik bir şeyler öğrenme açısından yararlıydı. Esasında legal platformlar içinde, "milliyetçi" duygularımızın kamçılanmasına ve tepkilerimizi açıkça beyan eden bireyler haline gelmemize ihtiyaç da vardı. Ancak, "Birleşik Türk Devletlerinin" kurulması, devlet içinde "Ergenekon" gibi illegal bir yapılanmaya gidilmesi fikirlerini ise, tehlikeli atılımlardı. Hele hele, Perinçek gibi ajan-provakatörlerin içinde bulunduğu oluşumlar hiç bir zaman Türkiye'ye fayda getirmezdi. 

Madem ki bu beyler ve/diğer beyler/akıllarına karpuz kabuğu düşmüş gibi “Kızılelma Koalisyonu” nitelemesi kullandılar, kavramın açılımını H. Nihal Atsız’ın 1947 yılında Kızılelma Dergisi 1. sayısında yazdığı bir yazıdan alıntılarla tamamlayalım: “Kızılelma, Türk Milletinin manevi besinidir!...Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz. Ortak düşünce olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, adam kayırma ve namussuzluğun türlüsü alır yürür. Maddileştirilmiş bir insan vatanı için ölür mü? Milletine inanmayan bir adam, yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan biri çalıp çırpmaz mı? ” 

Bu ittifakın çalıp çırpacağı mazide yaptıklarından belli. Adama sormazlar mı; Allah'tan korkmayan, salon ülkücülüğü, kuru edebiyatla ahlâk timsali mi olacak. Maocu-Türkçü-Tarikatçı-Kemalist ittifakına bel bağlayan yeni derin devlet oluşumu Ergenekon yine yanlış ellerdeydi! 

Perinçekgiller'in Milliyetçi-Ulusalcı-Tarikatçı saçaya-ğı, Türkiye Amerikan düşmanlığı ve AB karşıtlığı organize etmek, daha doğrusu provoke etmek için, hassas noktamız bayrak yakma eylemiyle, fitne tohumunu ilk Mersin'de 
ateşledi. Perinçek, Aydınlık’ta Mersin'deki eylemi beş Amerikalı iki İsrailli ajanın kente 15 gün önce gelerek provoke ettiğini yazarak hedef saptırdı. Yeni Ergekoncu Ulusalcılar, derin devletin son ürünüydü. Bu müthiş kadrodan ancak yeni psikolojik savaşlar beklenebilirdi. Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu 12 Nisan'da açıkca yazdı: 
"TAYAD'lıların dağıttığı bildiri öncesi Trabzon'daki yerel Kasırga televizyonunun üç kez alt yazı geçerek bayrak yakıldığını, PKK bayrağı açıldığını kamuoyuna duyurmasını" nasıl açıklıyor Trabzon valisi? Daha olaylar başlamadan önce Trabzon'un kimi çevre ilçelerinden gelen, bayrağı kim yaktı telefonlarını nasıl izah ediyor? Trabzonlular bilir... 

Kasırga TV daha önce önceden Kadırga TV adını taşırdı. Kadırga TV, MGK'nın bir dönem devşirdiğini açıkladığı, özellikle Trabzon bölgesinde yapılan her toplantı da, benim de birkaç kez şahit olduğum üzere provokasyon yapmayı adet haline getirmiş, bir dini cemaatin, Haydar Baş'ın televizyonuydu. Komedinin son halkası Trabzon'da 6 Nisan'da bildiri dağıttığı dört arkadaşıyla birlikte linç girişimine maruz kalan Zeynep Erduğrul (25)’dan geldi. 
Akşam'a kışkırtıcı olmadığını, ancak birileri tarafından kullanılmış olabileceğini söylemiş. Arkalarında kim ve kimler olduklarını yeterince izah ettim sanırım... Daha fazla söze ne hacet! İyi saatde olsunların yeni yüzüyle karşı karşıyayız. Biz bu filmi görmüştük desekte yine izletiyorlar... Yeni ergenekon başınızda paralansın! 

NOT: Trabzon'un ve Trabzonlunun adını karalayan terör eylemleri, rahip cinayeti, kitap evi misyoner cinayeti, Danıştay saldırısı, Ümraniye cephaneliği, ortaya çıkartılan 13 den fazla hücre evi şeklinde örgütlenmiş çeteler, Cumhuriyet gazetesinin güya bombalanması, Hrant Dink cinayeti... Liste uzun... Şehirlere taşan PKK eylemleri, araba kundaklamalar, PKK'nın silahlandırılarak azdırılması, ordumuzu Kuzey Irak'a sokup ABD ile çatıştırma telaşı, PKK'nın kirli eylemlerde kullanılması, şehitler üzerinden sömürü girişimleri, uyuşturucu ticaretindeki çetelerle PKK'nın derin izleri.. 

Orhan Pamuk ve Fehmi Koru'ya suikast planları son operasyonla ortaya çıktı. 
Bir hukuk devletinde buna dur demek gerekirdi. Veli Küçük, Fikri Karadağ, Kemal Kerinçsiz gibi dokunulmazlığı olduğunu sananlara dokunmak gerekirdi. Kirli bağırsaklarımızı bakalım bu sefer temizleyebilecek miyiz? Susurlukta yaşanan hayâl kırıklığı, umarım bu defa yaşanmaz. 

ON SORU-CEVAPLA ULUSALCILARIN İHANET ÇETELERİ! 

Danıştay saldırısıdan hemen sonra 3 Haziran 2006’da kaleme aldığım, sonsaniye.net ve platform dergisinde yayımlanan aşağıdaki yazım, sanırım Ergenekon operasyonu başlatan polislere, istihbaratçılara ilham kaynağı oldu: “Türkiye’deki yeni oyunun adı Ulusalcılık”: 1990’larda İBDA-C, Hizbullah ve 
Aczimendileri kullanmış olan ‘İhanet Örgütü’, bu sözde dinci örgütlenmelerin geride kalan kırıntılarını, sol örgütlerle ve sağ mafya ile birleştirerek 2001'den beri ulusalcı çatısı altında yeniden sahneye sürmeye karar verdi. 

Ancak, güvenlik güçleri tarafından ardı ardına operasyonlar yapılan bu sözde dinci örgütler ve çeteler, azınlık cuntacılarının kendilerine biçtiği misyonu henüz yerine getiremediler. 
Bu nedenle gücü artırılan ve yeniden yapılandırılan güya sivil ulusalcı örgütler, 2005'den itibaren hızla devreye sokuldu. Ak Parti, erken seçim diyene kadar İhanet Örgütü, dinci ve milliyetçi çizgideki gruplar, ocaklar, tarikatlar ve cemaatler adına yapılmış gibi gözükecek provokasyon eylemler devam edecektir. Şiddete bulaşmayan dini hassasiyeti olan ve milliyetçi grupların şiddete başvurmasını ve sokağa dökülmesini sağlamak için, bu kesimlerin önde gelen isimlerine karşı suikastların yapılması beklenmelidir. Kısa bir süre sonra, ister laik, ister dinci, isterse milliyetçi kesimden önde gelen birileri suikastlara kurban giderse, herhangi bir kritik kurumun personeline veya binasına büyük bir 
bombalama eylemi gerçekleştirilirse, bu duruma hiç şaşırmamak ve asla millet olarak paniğe kapılmamak gerekiyor. 

Soru-cevaplarımıza geçmeden önce, en son gelişmeleri hatırlayalım. 
Ankara’da, Atabey Grubu adını taşıyan, yeni bir çete oluşumu ortaya çıkarıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) en seçkin birliği olarak gösterilen özel kuvvetlerden biri yüzbaşı iki subay, bir astsubay, beş siville birlikte 9 kişi gözaltına alındı. Baskınlarda çok sayıda el bombası, iki Glock tabanca ve C-4 bulundu. Yakalanan zanlıların ajandasında yer alan 9 adet kroki de Başbakan Erdoğan’ın evi ve Danışmanı Cüneyt Zapsu’ya yönelik silahlı eylem planları ve Zapsu'nun BİM marketlerine yönelik planları ele geçirildi. Başbakan Erdoğan'a suikast planı istihbaratı, zaten daha önce alınmıştı. Başbakan son zamanlarda yüze yakın korumayla geziyor. Emekli askerlerin ve istihbaratçıların çetelerde ortaya çıkması, Türk ordusunu bağlamaz. 28 Şubat’cı çete, kamuflajla yine ortaya çıktı. 

Danıştay provokasyonuna baştan beri yanlı yaklaşan, devletden daha devletçi, kraldan kralcı Hürriyet gazetesi, derin askerlerle ilintili olduğu açık bu olayı maskelemek için, habere ilginç bir yorum kondurmuştu. Güya Askeri 
çevreler kroki ve Atabey gerilla grubu kodları hakkında şu bilgiyi vermişler: "Özel kuvvetlerin eğitiminde bu tür hayali gerilla grupları kurulur. Ama eğitimden sonra bu belgelerin imhası gerekliydi. Krokiler ise yine eğitim 
amaçlı, savaş zamanında birliğin birbiriyle haberleşmesi gerekir. Krokilerle bu tatbikat yapılır." Yani ele geçirilenler çete değil istihbaratın çete kurma oyunu idmanı... Bu yeni çete ile gündem meşgul iken Danıştay'a saldırı ve Sauna Çetesi'yle ilgili soruşturmalarda adı geçen Ata Ocakları eski başkanı Ayhan Parlak, teslim oldu. Güya hiç yurtdışına kaçmamış. Serbest bırakılan Muzaffer Tekin ve cani Alparslan Arslan ile beş günde 60 küsur defa ne konuştuğu merak ediliyor. Boşuna heveslenmeyelim, nasıl ifade vereceği ezberletilmiştir. Kollanacağı garantisini alarak, derin ihanet çetesinin üstünü örtmek için ortaya çıkmıştır. 

1. Soru : Son bir yılda sayısız eylem gerçekleştiren ve Danıştay provokasyonu ile dikkatleri üzerilerine çeken ulusalcıların görünürdeki akıl hocası kim? 

Cevap: 80'ine merdiven dayamış, köhne cuntacı, Sabetaycı, “gizli Yahudi” olan, Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk. Cumhurbaşkanı Ahmet Sezer ile özel görüşmeler yaparak hükümeti erken seçime götürmek için danışmanlık yapan Selçuk, bakın yakın geçmişte neler yaptı? “İhanet Örgütü” tarafından kullanılan aşırı sol terör örgütleri, yeni eylemler için daha çok insan kaynağına ihtiyaç duyuyordu. “Cuntacı örgüt” bu sebeple, hapisteki aşırı sol görüşlü militanların affedilerek tekrar örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamak amacıyla, sabetaycı İlhan Selçuk kanalıyla, Cumhurbaşkanı Sezer’den talepte bulunmuştu. Bu talepler üzerine Sezer, bugüne kadar aşırı sol görüşlü yüzlerce militanı affetmiş ve tekrar illegal örgütsel faaliyetlere dönmelerini sağlamıştı. 
İlhan Selçuk'un babası Mehmet Kasım Selçuk bir ‘gizli Yahudi’ yani ‘sabetaydır’. (TC Kimlik Numarası: 39292926484), Eşi Handan Gör’ün babası ve annesi, ‘kayıtlı birer Yahudidir.’ Kayınbaba Hamdi Namık Gör (TC Kimlik Numarası: 52552159026) ile kayınvalide Şivekar Gör’ün (TC Kimlik Numarası: 52549159190) dinleri (dolayısıyla ırkları) nüfusta Yahudi olarak kayıtlıdır. Sabetaylarda, sabetay/Yahudi olmayan kadınla evlenmek büyük günahlar arasında sayılmaktadır ve lanetlenme sebebidir. 
Çünkü anaerkil olan Yahudilerde, soyun, kadınlar üzerinden devam ettiğine inanılır. Bu sebeple evlenilecek eşler, mutlaka sabetay asıllı olanlar arasından seçilir. İlhan Selçuk’un ailesinde de bu kurala hassasiyetle riayet edilmiş ve aileye alınan diğer gelinler de sabetaylardan seçilmiştir. Yengesi Sema Köymen’in akrabası olan Öykü Köymen gibi, akrabalarının pek çoğu sabetaylara ait olan Şişli Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Lisesi mezunudurlar. Bir diğer yengesi olan Ruhan Selçuk’un ninesinin isminin Yuhna ve yeğenlerinin isimlerinin Samuel ve Benjamin (Gümüşsoy olması, bir kanaat veriyor olsa gerek!) Selçuk’un akrabalarının soyadlarına bakıldığında tamamına yakınının sabetay 
asıllı oldukları görülecektir: Ertel, Köymen, Kiper, Oskay, Uzel, Yenersü… 

2. Soru: Ulusalcı oluşumlar nasıl meydana geldi? 

Cevap: 2001 yılında Sedat Peker ile İP Lideri Doğu Perinçek, ulusalcılık adı altında “Kızıl Elma Koalisyon”u kurarak, oluşuma resmen başlattılar. Kısa sürede kimi milliyetçi, kimi solcu, kimi sağcı, kimi İslâmcı, kimi sosyalist, kimi Maocu bir çok grup, sözde ulusalcı Kızıl Elma çatısının altına, bir yerlerden talimat almış gibi, hızla girdi. Daha sonra eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın Avrasya’ya yaptığı atıfdan vazife çıkaranlar, Rusya’nın öncülüğünde stratejik birliktelik olan Avrasya Hareketi'ni 2004'den itibaren örgütlediler. Ulusalcılar olarak adlandırılan “koalisyon” da Avrasya'nın içine girdi. Ulusalcı harekette buluşan sol, Kemalist ve milliyetçi unsurlar şimdi bu üst şemsiyede, Avrasya coğrafyasının anti-Amerikancı unsurlarıyla bir aradaydı. Temel karakteri Amerikan karşıtlığı olan harekete katılmak için İslâmcı, solcu, sağcı olmak fark etmiyordu. Konunun sadece Doğu Perinçek’in hayâli değil, bir kısım sivil ve askeri bürokratın önemsediği, argümanlarını dile getirmekten çekinmediği, bir oluşum olduğu zamanla ortaya çıktı. Hareketin aktörlerinden Kemalist ulusalcı bir şahsın (adı bizde saklı) anlatımıyla, kırk yıllık NATO’cular, Özel Harpçiler şimdilerde Avrasya 
Hareketi’nin en hızlı neferleriydi. 

3. Soru: Bu oluşumların önde görünen, teorik değil aktif iş görecek, sözde NGO'ları kimlerdi? 
Cevap: MGK, 1997’de ülkücü mafyalar nedeniyle iç tehdit kabul ettiği “aşırı sağ”ı, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden, yani Kırmızı Kitap’dan 2005 sonbaharında çıkardı. Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek, sağ mafyadan yararlanılmak isteniyordu. Güya 1980'lerde ASALA'ya karşı kullanılan ülkücülerin toplandığı operasyonel bir birim olan TİT'in elemanları yeniden toplandı. TİT'in bugünkü devamcıları olan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH) ve Ulusal Birlik Partisi'yle birlikte başka bir ulusalcı oluşum da, Türk Solu dergisiydi. Radikal milliyetçi-agresif yayın yapan Türk Ergenekon ve Ötüken gibi gruplar mantar gibi bitmeye başladı. Milyonların üye yapıldığı ulusal dernekler, Türk milliyetçiliğini kullanarak, binlerce dolar 
saçmaya başladılar. Emekli veya emekli gözüken özel haraket mensupları, operasyon yapacak vurucu timleri, hücre evleri halinde örgütledi. Kurulan 40'ya yakın çete, birbirini tanımıyordu; irtibatları sağlayan liderleri tanıyordu. Derin çete görüntüsü, istihbarat ayağını ortaya koyuyordu. Adam toplamaya başladılar ve bulmakta gecikmediler. 

4. Soru: Değirmenin suyu nereden geliyor, nerede kullanılıyor? 
Cevap: Bir iddiaya göre, Başbakana bağlı olmayan, Orta Asya'da Türk milliyetçiliğine derinden yardım eli uzatan örtülü bir ödenekten geliyor. Diğer gelir kalemi ise, Peker grubu gibi, derinlerle çalışan mafya çeteleri. Söylemleri 
masonluk ve ABD karşıtlığı olmasına rağmen Soros Vakfı tarafından finanse edildikleri de ileri sürülüyor. 
Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGBH), bir yıl içinde 1,5 trilyon lira harcayarak, ülke çapında 190 şube açtı ve 3 milyona yakın üye kaydetti. İlçeler hatta köylerde bile örgütlendi. Meselâ, Mersin’de 70 bin üye kaydedildi. Dergileri Türkeli, 250 bin basılıyor. Bir milyondan fazla tüzük, teşkilâtlara gönderilmiş durumda. Giriş aidatları 40 YTL, yıllık üyelik aidatı ise 100 YTL. Başkanları Taner Ünal, MHP'den dışlanan, sözde bir ülkücü. İnternet ortamında “Özel Büro” ve “Kuvayı Milliye” isimleri altında örgütlenen başka bir grup ulusalcı, bir süredir coplu, telsizli, 1 milyon kişilik teşkilât kuruyor. Sözde Kürt mafyasına karşı harekete geçmeyi planladıklarını açıklayan ve kendilerini “Özel Büro” olarak tanımlayan gurubun başında, proje koordinatörü olarak, Ali Özoğul adlı kişi bulunuyor. 
Ali Özoğul, manifestosu deşifre edilen, Kuvayı Milliye Derneği’nin de genel başkan yardımcısı. Yani, Danıştay baskını soruşturması esnasında göz altına alınıp, günlerce sorgulanan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in yakın dostu, emekli Nato Özel Harp Dairesi Başkanı Fikri Karadağ’ın yardımcısı. Tam 2000 motorize ekipten oluşan, telsizli istihbarat ekiplerini 2007 içinde faaliyete sokacaklardı. Bu 2000 kişilik ekip, öncelikli olarak İstanbul içinde ve iki yakada donanımlı olarak hareket edecekti. Asli işleri, istihbarat olan bu ekipler, başta Kürt Mafyası olmak üzere her türlü mafya ve organize suç şebekesine karşı mücadele etmekle görevlendirilmişti. 

Emniyet ve diğer güvenlik birimleri ile eşgüdümlü ve koordineli olarak çalışacaklarını ileri sürseler de, bunlara kimin görev verdiği bir bilmeceydi. Acaba, devletin polisine güvenmeyerek özel istihbaratçılık ve poliscilik 
oynayanlar kimlerdi? Bu çapta bir faaliyet, MİT ve MGK'dan habersiz yapılabilir mi? 

5. Soru: Bu grupların söylemleri nedir, nasıl üye kaydediyorlar; yaptıkları illegal değil mi? 
Cevap: Söylemleri ilginç. Halkın nabzına göre şerbet vererek yanlarına çekiyorlar. Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi , ABve PKK'ya karşı. İddialarına göre, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin %93’ü dışarıdan 
destekleniyor. Bir tek kendileri millî. MİT'in yan kuruluşu gibi çalışan ASAM'ı, RAND ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Kim kimdir, kimin eli kimin cebindedir, yıllardır araştıklarını öne sürüyorlar. Bilgi kirlenmesi savaşı için ortam hazırlıyorlar. 21 bin tane büyük şirketin, 19 bininin Mason olduğunu belirtiyorlar. 
Erkut Ersoy, kendilerini Kuvayı Milliye grubunun bir alt kolu olarak tanımlıyor. Her türlü terör örgütüne karşı ve sözde Ermeni Soykırımı konularında mücadele ettiklerini söylüyor. Halen, gruplarında 6214 görevli olduğunu öne süren Ersoy, grupların içinde Genel Kurmay, MİT ve polisten de yetkililerin olduğunu iddia ediyor. Özel Büro kendisini, “PKK sitelerini çökertiyoruz, bilgi topluyoruz, Türk istihbaratına da bu bilgileri aktarıyoruz” diye anlatıyor. 2000 değil mümkünse, 1 milyon motorize ekip oluşturmayı planlıyorlar. İlk olarak İstanbul’da, 100 motor olarak, -aynen Yunuslar gibi; ama Vespa tarzı motorlarla- başlayacaklar. 30'u Ak Parti'den olmak üzere, çeşitli partilerden 80’e yakın milletvekilinin ve bazı işadamlarının projeye destek verdiğini ileri sürüyorlar. 
Gönüllü hareketi olduğu için, illegal olmadıklarını ve yasal izne ihtiyaç duymadıklarını iddia ediyorlar. Gizli bir ordu kuruyorlar. Çünkü ülke Sevr döneminde olduğu gibi işgal altındaymış. Kim işgal etmiş: Ak Parti ve dış güçler... 

23. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21



KİMDİR BU DERİN DEVLET? 

Derin devlet konusunda 'Milli Stratejik Konsept' adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski akademisyen dostum Doç. Dr. Nurullah Aydın'ın 2000 sonbarında Çankaya'daki ofisinde anlattıkları, aslında “off the record” idi. 33. dereceden mason olan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in en önemli özelliği MİT'de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. 

Demirel’le birlikte Aydın da tasfiye edildi; zaten anlattıkları intikam almak içindi. Aydın'a yazdığı kitapdan dolayı Genelkurmay Başkanı'nından kuvvet komutanlarına tüm üst düzey askeri kesim tebrik mektubu göndermişti. Eğer mektupları gözümle görmesem inanmam mümkün değildi. Devlet sırlarını ifşa etmekten altı yıl mahkûmiyet cezası ile yargılanan Aydın, beraat etmişti. Aydın'a göre Çevik Bir'in kendisi ile uğraşmasının nedeni derin devletin emriydi. 
Nurullah Aydın, eline kalemi aldı, panonun karşısına geçti ve derin devletin şemasını çizmeye başladı: 
“Hiyerarşik bir yapılanmaya sahip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya laik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey'de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz. 

Korkmaz Yiğit'in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar-Hayyam Garipoğlu'nun danışmanı Teoman Koman, Muhittin Fisunoğlu, Fenerbahçe Cumhuriyet'inden Atilla Kıyat bunlardan sadece birkaçı. 

Bu askerler TSK'yı temsil etmese de öyle görülür. Tüm MGK Genel Sekreterleri ile Nuretin Ersin, Tuncer Kılıç gibi derin devlet arasındaki askerler arasında direk ilişki olması düşündürücüdür. İlk defa Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı olarak bu hiyerarşiyi bozdu ve başkanlığa adaylığını koydu. 
Bir, derin devleti yönetmeye çalıştı. 28 Şubat’ta aşırı çaba sarfetti. Esasen kararı verecek Konsey'in gizli başkanı Anadolu kaplanlarına savaş açan İstanbul dükalığının patronu, ülkemizin en zengin -Holdinginin sahibi Koç'tur. 

Koç’ların yanısıra, Sabancı, son yıllarda Karamehmetler, Kamuran Çörtük, tasfiye edilene kadar Uzanlar, Ayhan Şahenk-Doğuş Grubu, Eczacıbaşılar, Ulusoylar Konsey’de temsil edilir. 28 Şubat irticaya karşı mücadele 
değil, İstanbul dükalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provakasyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sahibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır. 

Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet; sol eli Cumhuriyet kirli tetikçi sol eli Aydınlık, sağ eli ise kendileri bilmese de Akit-Vakittir. (Ahmet Hakan, 4 Aralık’taki köşe yazısında, 28 Şubat sürecinde Akit’den çıkmayan Albay’ın kim olduğunu sorguluyordu.) Sahte Profesör ve Kadiri Şeyhi Haydar Baş’a kurdurulan Mesaj ve Meltem Tv, Yeni Mesaj gazetesi derin devletin bilinen kirli sağ eliydi. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlar da olur. Necip Hablemitoğlu gibi ıskartaya 
ayrılanlarda. Bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubat’ta olduğu gibi bir dönem gelir Dinç Bilgin'in gazetesi (geçmiş dönemde) Sabah'ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürriyet ve Akit'in bazı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücülere 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihale edilir. MİT'in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas-Korkut Eken-İbrahim Şahin, Hanife Avcı beşlisi Susurluk sürecinde çok yıprandığı için tasfiye ederler. Mehmet Ağar-Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk'ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyacanlı gençlerdir, sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür. Ağar, derin devletin joker adamıdır. 
Akademisyenlerde bu gruptadır, hata yapanın kalemi kırılır. Necip Hablemitoğlu gibi verilen görevde sapla samanı karıştıranların kalemi kırılır; düştüğü bataklıkta batar. Konseye üye 'Derin Akademisyenler' Atatürk ve laikliğin arkasına saklanarak ülkenin gerçek sahiplerinin önünü irtica safsatası 
ile tıkarlar. Başörtüsü, YÖK, İmam Hatip krizleri bir şal gibi, Konsey ve örgüt ortakları Sebataycı vurguncuların soygunlarını gündemden düşürür, üstünü örter. Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. 
Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycıdır ve derin devletin bilgisi dahilinde olmuştur. 2000 ve 2001 ekonomik krizlerini önceden haber alan baronlar yine köşeyi dönerken, vatandaş bir gecede %50 fakirlemiştir. Cumhuriyetimiz 19-23'de kuruldu, Ergenekon davasıyla geç de olsa 2008'de arınıyor. Derin devlet yapılanmasını, konsept, kadro, strateji ve yönetim anlayışı değişikliklerine göre, 1923 ile 1936, 1938 ile 1952, 1953 ile 1978, 1979 ile 1998 ve 1999 ile 2008 dönemlerine ayırmak mümkün. İttihat ve Terakki geleneğinin devamcısı bir ekip tarafından kurulan Türkiye'nin daha ilk yıllarında elit oligarşi, derin devletini kurmuş, zengin sınıfını seçmiş, köylü ile efendinin kimler olacağını belirlemişti. Bu süreç, 1936'da Atatürk'ün mason localarını kapatmasına kadar sürdü. Atatürk'ün mason tarafından zehirlenmesiyle İnönizm devri başladı. Tek parti döneminde CHP ve İkinci Adam diktası var iken, zaten derin devlete gereksinim yoktu. CHP, çok partili sisteme geçişi, demokrasiyi özümseyemedi. 

İkinci dönemde DP'ye karşı yaşanan hezimetlerden çıkış yolu bulamayan CHP'nin imdatına, NATO üyeliği ve Marshall yardımı yetişti. 1960 darbesini örgütleyenler düşük profilli subaylardı ve emir Washington'dandı. 

ABD'den gelen bir milyon dolarlık yıllık bütçe ile Ankara'da bir askeri binada 1974 yılına kadar faaliyetini başbakanlardan habersiz sürdürmüş olan 
Kontra'nın temel amacı, ülkemizi Sovyet’lerden gelen kızıl tehlikeden korumak ve siyasi balans yapmaktı. 

MHP ve Milli Selâmet'in kurdurularak siyasetin parçalanmasının ardında derinden koşan Faruk Gürler ve Muhsin Batur paşaların imzası vardı. 
Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin ilk kurucularından emekli albay İsmail Tansu, "Bunlar kendini milli vazifelerle yola çıkmış gibi gösterebilir ama faaliyetleri tamamen gayri milli. Yaptıkları Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez." 
diyor ve kırılma noktasının 27 Mayıs darbesi olduğuna işaret ediyor.. İsmail Tansu, 1952-53 yıllarında Kore Türk Tugayı'nda savaşmış bir subay. Dönüşte, Tümgeneral Daniş Karabelen'le birlikte ÖHD'yi kurmuşlar. Daha doğrusu 
Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan daire, olası bir Sovyet işgaline karşı muharebe amacıyla ABD’nin desteğiyle kuruldu, ancak kuru faaliyetlerini bir sure ABD’den gizli yürüttü. Oysa iki kurucuda NATO’da eğitim almışlardı. Rıza Vuruşkan ve Eyüp Mater de kendileriyle birlikte hareket ediyor. Kıbrıs'taki direnişi sağlayan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da kurucularından. Kıbrıs İstirdat Projesi'ni hazırlayan kişi. 

Aynı zamanda teşkilatın Ankara'daki genel koordinatörü. 27 Mayıs darbesine kadar hem ÖHD'de hem de Teşkilat'ta üst düzey görevler aldıktan sonra 
darbecilerle ters düşerek 1961 yılında emekli olmuş. 2001 yılında, Mukavemet Teşkilatı'yla ilgili anılarına yer verdiği 'Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu' adlı bir de kitap yazdı. Tansu, 'Ergenekon, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarının olduğu birime verilen kod isimdir' tezine itiraz ediyor. "Bu, kesinlikle yalandır. Olsa ben bilirim. Ne bizim zamanımızda 1960'a kadar olsun, 60'tan sonra bugüne kadar olsun, benim yakından incelediğim, bildiğim Özel Harp Dairesi ile Ergenekon'un bir ilgisi yok." Daire'nin sivil uzantılarının sadece savaş dönemleri için eğitildiğini, eğitimlerinden sonra memleketlerine gönderildiğini, dosyalarının tutulduğunu ve bir savaş hali oluncaya kadar 'uykuda' kaldıklarını anlatıyor. Bunun haricinde hiç kimsenin kullanılmadığını, teşkilatlandırılmadığını ve başlarında birinin bulunmadığını öne sürüyor. Bugün kendilerine Ergenekon ismini veren örgütü değerlendirirken 27 Mayıs'la bağlantılar kuruyor. (Dönmez, 2008). 
1957'de Albay Turgut Sunalp'ında katılımıyla Kıbrıs'ta Rauf Denktaş ile Rumlara karşı sivil direniş örgütleme görevi veren bu kurum, operasyon finansını ABD'den almadığı için ülkemizin en zengini Vehbi Koç'un kapısını çaldı. 1970'lerde gençliğin Komunizme kayması, Türkiye'nin Brezenski tarafından Yeşil Kuşak kapsamına alınmasıyla aşıldı. Sunalp Paşa’nın kod adı ‘ Albay Rrgenekon’ idi, bu lakabı aynı kodu kullanan Alparslan Türkeş’ten devralmıştı. KGB'nin mantar gibi çoğalan sol örgütlerine ülkücü sağ örgütlerle cevap veren Kontragerilla, 30 bin insanımıza sokaklarda kıydı. 12 Eylül darbesiyle Ergenekon yeniden yapılandırıldı. Sağcı, solcu herkes devlet kurtarırken telef oluyordu, kazanan hep Ergenekondu. Siyasi iktidarlar muktedir olamıyordu. 

OPERASYONDAN İKİ YIL ÖNCE YAZDIĞIM ERGENEKON! 

Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmıştım. İki buçuk yıl önce vardığım sonucu Yeni Ergenekon adıyla kaleme aldım. Derin devlet oluşumu, 3 Kasım 1996 Susurluk kazasından sonra bağırsaklarını temizleme yoluna giderken, 1999'dan 
itibaren bağırsaklarını bozacak yeni bir oluşumun içine sürüklenmişti. Yeni Ergenekon böyle doğmuştu. Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyon yürüten savcı, 28 Şubat 2006'da yazdığım “Derinden koşan Kızılelma soslu yeni Ergenekon!” başlıklı eski bir yazıma, Ergenekon’un hackeri Erkut Ersoy’un 
bilgisayarında bulduğu için iddianamede değindi. Çünkü henüz buzdağının görünen yüzü ortaya çıkartıldı, diğer bir yüzüne bu yazıda yer verdim. Daha derin yüzlerini yazmaya benim bile cesaretim yetmiyor, çünkü tosladığımız isimler pek saygın, pek itibarlı ve oldukca zengin patronlar... 

Fikir babalığını İlhan Selçuk’un yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli albay Hüseyin Mümtaz. MİT'in eski 2. adamı -eski Ergenekon’cular beğenmese de- Mikail Alpay, tarafından koordine edilen yeni oluşumun adı: Yeni Ergenekon. Devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte de vardı. Deniz 
kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varlığından haberdar olmuştum" demişti Ergenekon için. Can Dündar ile Celal Kazdağlı, belgeleri konuşturarak, 'Ergenekon' adıyla bir kitap (İmge Yayınları, Ankara) bile yazdılar... Kuvayı Milliye koalisyonu olarak ortaya çıkan sözde sivil toplum örgütü ismini kamuoyuna “Kızılelma Koalisyonu” olarak açıkladı. Bu müthiş yapılanmada kimler yoktu ki! 

Buzdağının su üstünde görülen kesimi şunlardı: Türksolu- Töre-Ufuk Ötesi-Yeni Hayat dergileri-Yeniçağ gazetesi- Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi-Av.Zeki Hacıibrahimoğlu, Şehit Aileleri Derneği-Saadettin Tantan, Yurt Partisi-Hanifi Altaş Yeni Hayat dergisi-Bedri Baykam, Ressam/yazar Arslan Bulut, Yeni çağ gazetesi -Prof. Dr. Cihan Dura Erciyes Üniversitesi İktisat Bölümü-Hüseyin Özbek Ufuk Ötesi gazetesi-Prof. Dr. Mustafa Erkal Aydınlar Ocağı- Prof. Dr. Tuncer Altuğ İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak.-Metin 
Aydoğan, A.R. Müdafaai Hukuk Dergisi-Sevgi Erenerol Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi-Öner Yağcı Yazar- Hüseyin Mümtaz, Yeni Hayat-Mustafa Aykut Akşit, Kayseri Türk Ocağı-Yıldırım Koç, Türk-iş-Kemal Çapraz, Ufuk Ötesi-Doç. Dr. Yıldız Sertel iktisatçı/yazar- S. Kemal Ermetin, Töre dergisi.. Bu isimlerden bazıları zımmen bu oluşuma imza alınarak farkına varmadan sokulduklarını e-mail atarak bildirdiler, bu nedenle geçen iki yılda pek çoğu olayın farkına vararak geri adım attı.

Bazıları soruşturma başladı diye üzerilerine alınmasınlar, bu isimleri kendi web sayfalarından almıştım. 

Birde görünmeyen, ama varlığını aklı olan herkesin bildiği su altında duran ana kütle var ki, işte o kütlenin yoğunluğu aymazların oturdukları köşelerden asla hesaplanamazdı. Görünürde  her şey Türksolu dergisinin 21 Temmuz 2003 tarihli özel sayısına, yukarıda adlarını saydığımız kişilerin, yetkilisi oldukları kurumlar adına güya ülkenin itilmekte olduğu uçurumun önüne birlikte bir set çekme girişimi, ulusal bir tepki olarak başladı. Görünürde ABD ve AB düşmanlığı yaparak emparyalistlere karşı ulusal direniş başlattıkları iddiasında olmalarına 
karşın, asıl ortak hedef 3 Kasım 2002 seçimiyle iktidara gelen Ak Parti'yi ABD ve AB nezdinde küçük düşürerek hükümetten indirmekti. 

Emekli albay Hüseyin Mümtaz, Yeni Mesaj'daki köşesinde şöyle buyuruyordu: "Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj-Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da – askere- büyük görev düşüyor..." Kıbrıs Türk Tarih Kurumu, Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı ve İLESAM üyesi olan Mümtaz'ın, çeşitli gazete (Hergün, Ortadoğu, Son Havadis, Günaydın, Birlik-KKTC, Yeni Mesaj) ve dergilerde (Töre, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Tarih ve Toplum, Tarih ve Medeniyet, Yankı, Yeni Harman, Yeni Hayat) 
yayınlanmış beş bine yakın makalesi bulunuyor. Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan'dan profesörlük unvanlı Haydar Baş'ı da aldılar. Mümtaz, Baş'ı koalisyona katmak için çok dil döktü; Baş'ın 
Erbakan’la kıyaslanamıyacağı konusunda garanti verdi. Ergenekon'un siyasi kanadı, Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacaktı. Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallakta kaldı. "Adını ben verdim/Yaşını Allah versin" demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski "derin devlet"in devamı mı olacağı, yoksa tamaman milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı  konusundaki belirsizlik sürüyordu. Son iki yıllık tarihçeyi çıkartmak polisin ve savcılığın işi. Uzun süren bir takipten sonra ulaşılan sağlam delillerle operasyon başlatıldıysa ve sorgulananlar çözülebildiyse, daha çok isme ulaşılacaktır. 

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değildi. Ergenekon'un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı vardı. Mikdat Alpay yeni oluşumu pazarlama gayretlerini sürdürüyordu. Oluşumun daha anne karnında iken ilk farkına varan Yenişafak gazetesi köşe yazarlarından Taha Kıvanç, henüz 30 Nisan 2001 tarihinde "Hayaller gerçek galiba" başlığı altında bir yazı yazdı. Yazı, Taha Kıvanç'ın eline geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, 
"Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" ile ilgiliydi. (Kıvanç, Nisan 2001) 
Taha Kıvanç, yazı ile ilgili aldığı tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayıs 2001'de köşesinde aynı konuya devam etti. "Deli saçması sanmayın” başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Sanki ben çıkarmışım gibi, ‘Bu Ergenekon da nereden 
çıktı?’ sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. 

22. Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 19

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 19



MOSSAD bu dönemde çok etkin diye ne Ataklı'yı nede işinden kovulup ABD’de Yahudi Strateji merkezlerinde iş bulan Genelkurmay andıçlı gazeteciler Cengiz Çandar ve mesleğin duayeni Mehmet Barlas'ı bir istihbarata yazabilirsiniz. 'Emret Komutanım' kitabını okuduktan sonra MİT elemanı olduğundan kuşkulandığım ve doğrusu yıllardır yabancı servisler ne diyor gözüyle okuduğum Mehmet Ali Birand, 28 Şubat döneminde Genelkurmay tarafından andıçlanınca, yanıldığımı anladım. Birand’ın Ermeni kökenli olması onu ajan yapmaz, ama Küçük gibilerin kara listesine düşebilir. Ahmet Hakan, Taraf gazetesi yazarı, The Economist 
temsilcisi, geçmişte bir çok saygın yabancı medyaya çalışmış gazeteci Amberin Zaman'ın yabancı istihbarat elemanı olabileceğini kibarca yazdı. Zaman, cevabi yazısında, babası Bangladeşli, kocası Erivan'da görevli bir Amerikalı diplomat olduğu için bu iddianın çıkartılmasından üzgündü. İyi gazeteci olmayan bu kadar saygın kurumlarda çalışamaz, kapıya hemen koyarlar. Kocası Amerikalı CIA veya diplomat diye suçlanan diğer gazeteciler Taraf gazetesinden Yasemin Çongar ve ünlü darbe ihtimali yarı yarıya ve Hudson skandalı mimarı Zeyno Baran. MİT servis haberlerin en yoğun olduğu Doğan medyasıdır. Buda normaldir. Harp Okulu'dan solcu olduğu için ayrılan Hürriyet'in yıllanmış gazetecisi Metehan Demir'in sık sık asker ve MİT istihbarat kaynakları kullanması gözümden hiç kaçmaz. Eski bir Deniz subayı iken atılan Ali Kırca'nın 28 Şubat sürecinde adı ' Düğmeci Paşa' idi. Radikal gazetesinde İstihbarat şefliği yapan, artık öğretim görevlisi bir akademisyen olan dostum Deniz Zeyrek, bence Anklara'nın en derin gazetecisidir. 40 yıllık gazeteci Sedat Ergin, Murat 
Yetkin, Enis Berberoğlu ve Muharrem Sarıkaya'nın Ankara'da istihbarat kaynakları edinmesinden doğal bir şey olamaz. Ergenekon kitabını yazması için Emniyet'den bilgi sızdırıldığı için yargılanan Star gazetesi Ankara temsilcisi Şamil Tayyar'ı, 2. Cumhuriyet söylemi nedeniyle yaftlanan Ahmet ve Mehmet Altan kardeşleri hiç saymıyorum. Liste uzayıp gidiyor. Ülkemizde ajan gazeteci yoktur demek istemiyorum. Yeni Formu çıkaran Aydın Yalçın gibi Amerikan NED’den yüz bin dolar aldığını bunu da totaliter rejimlerle mücadele ederek demokrasiyi yerleştirmek için yaptığını itiraf edenler çıktı. CIA, 1996 yılına kadar 400 gazeteciyi ajan olarak saflarına katınca 1996 yılında ABD Kongresi yasa çıkardı ve CIA'in gazeteci kullanımına yasak getirdi. 2003’de Irak savaşını desteklemek için para verilen 50 gazeteciden beşi Türkiye’de idi, biride Ertuğrul Özkök’tü diyen Eymür belki de yanılıyordur. Gazeteci, haber toplarken "önemli ve saygın" kişilerle görüştüğü gibi, "kanunsuz ve seviyesiz" kişilerle de irtibat kurabilir. Aynı yöntemler MİT için de geçerlidir. Temelde bir devlet ajanının ve gazetecinin yaptığı iş aynı. Her ikisi de bilgi peşinde koşar. Ancak hizmet ettikleri kişiler farklı! Demokratik bir toplumda gazetecilerin görevi devlete hizmet etmek değil devleti eleştirmektir. Sorun, kaynaklarının etkisinde kalan gazetecilerin sunduğu açık istihbaratların şaşırtıcı olmasındandır. Ankara gazetecileri ile İstanbul 
gazetecileri aarsındaki bariz farklar vardır. ABD'den dönüşünde Aslı Aydınbaş, gazetecilerin bildiklerinin yüzde 20'sini yazdığını, yüzde 80'ini sakladığını hayretle görmüştü. Bunun nedeni, tam tersi olsa o gazeteciye kaynakları bir daha bilgi aktarmazlar, gazetecilik yapamaz. Ankara, son 10 yıldır büyük devletlerin ana istihbarat üssü haline geldi. Gazetecilik yapanlar mutlaka yabancı misyonlarda görev yapan bu casuslarla karşılaşır, konuşur, bilgi alır. Yabancılar, Türkiye'yi çözmekte zorlandıkları zaman gazetecilerden kibarca açık istihbarat 
mahiyetinde bilgi rica ederler. Bu alış veriş şeffafdır, haber için karşı taraftan bilgi akışının sürmesi için gereklidir. Bu gerçeği bildiklerinden dolayı, MİT ve diğer istihbarat servislerimizin istihbarata karşı koyma faaliyeti için medya içine sızması kaçınılmazdır, engellenemez. 
Eymür, MİT gazetecisi var mıdır merakımızı aslında daha önce gidermişti. Şunları kendi web sitesinde yazdı: MİT'in, istihbari faaliyetler gerektirdiği takdirde gazeteci kullanması, yasal bir durumdur. MİT kanununa göre, 
"MİT'in kadrolu personeli" ile "MİT elemanları", bir bütün olarak "MİT Mensubu" olarak tanımlanırlar (Madde 2.b). "MİT Mensupları" arasındaki fark, "kadrolu personelin" açık ödenekten, elemanların ise "örtülü ödenekten" ücretlerini almasıdır. "Eleman" tanımı, istihbari faaliyet yürüten ve ücretini "gizli ödenekten" alan "Ajan" dahil çeşitli kategorideki hizmet grubunu temsil eder. MİT'in yurt içindeki istihbarat alanını kısıtlayan tek istisna Ordu'ya ait "İç hizmet Talimatı"dır. 

Bu talimat MİT'in ordu içinde istihbarat yapmasını "izne" bağlar. MİT'in "ihtilalleri haber alamama" gerekçesi olarak kullandığı bu kısıtlama, zaman zaman eleştirilere uğramışsa da halen geçerlidir. Genelde gazetecileri yönlendirmeye çalışan, bilgi sunan Türk istihbaratçılar kimliklerini deşifre etmezler, ama gazetecilerin anlamasını da sağlarlar. Bordrolu veya bordrosuz MİT gazetecisi mutlaka vardır. MİT elemanı olduğunu çaktıran iki kişi ile bu güne kadar muhatap oldum, derin haberler için bilgi aldım. Biri Başbakanlık Müşaviri makamında Yasin Aslandı, ki sanırım CIA'ye de çalışıyordu. İkincisi, Süleyman Demirel'in MİT'deki sağ kolu olduğu imajı veren, tasfiye edilen Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Nurallah Aydın idi. Gazeteciler, bu bilgileri 'üst düzey kaynaktan edindiğim bilgiye' diye yazarlar. Türk medyasında sadece CIA bağlantılı gazeteciler yoktur. 

Birçok ülke ile yakından ilişki içerisinde olan ABD ve AB ülkelerinin politikalarına destek veren gazeteciler bulunuyor. MİT bağlantılı gazetecilerin kimler olduğunu merak edenlerin neden ABD ve AB bağlantılı gazeteciler üzerinde düşünmediğini merak ediyorum. Siz yazan değil yazmayan, bilgileri saptıran gazeteciden korkun. Bildiklerinin yüzde 80'ini yazmayan gazetecilerin azalması için TBMM yasa çıkararak MİT'in gazeteci kullanımına yasak getirmelidir. 

ERGENEKON’UN MASKESİ DÜŞTÜ 

Ergenekon davası, Cumhuriyet’imizin gövdesini kemiren tüm kurtları bir çırpıda temizleme iddiasında değil. Savcılar, iddianameyi yazarken davanın derin devleti yargılama davasına dönüşmemesi, ordumuzu ve MİT'i yıpratmaması için özenli bir dil kullandı. Bu kurumların kendi içinde sessiz temizlik yapmasına imkân tanıdı. En başta sorunun köküne inmeyi reddetmiş gözüken, sadece görünen cerahati kesip atmakla ilgilenen, bir dava ile karşı karşıyayız. Dava, derin devletin dört veya dörtbin beşyüz kişi arasında gizli kadroları bulunan elit, 
oligarşik, burjuva, milletvekili olmadığı halde dokunulmazlığı bulunan üst düzey ve alt kadrolarından bahsetmiyor. Onları ortaya çıkartıp temizlemeyi değil, gözdağı vermeyi hedefliyor. Dokunulmaması gereken bazılarına ilk defa dokunduğu için ise, farklılık arz ediyor. Yine de Ergenekon davası, yargılama sürecinde son 50 yıllık faili meçhulleri ortaya çıkaracak, hatta cumhuriyet tarihimizi yeniden yazdıracak gelişmelere gebe. Nihayet kara koyunlarımızın bir kısmı ayıklanıyor, kirli bağırsaklarımızın kör kısmı geçici de olsa temizleniyor. 
Ergenekon davasına yansıyan müthiş bilgiler, üç maymunu oynanayanları “maymunluktan” vazgeçirmedi. 

Dağın fare doğurmasını bekleyenler afalladı, ama halen fili sığdıracak çuval arıyorlar. Oysa görmezlikten geldikleri canavar, dudakları uçuklatan boyutta. “Sahte cumhuriyetçiler”, “numaradan ulusalcılar” ve Atatürk'ün arkasına saklanan “ihanet şebekesi” deşifre edildi. Ülkemizin altını oyanların şaşırtan kimlikleri, yılların “psikolojik savaş” ürünü ezberleri bozdu. İdeolojik körlüklerden dolayı halen 1970'li yıllarda yaşayanlar, Ergenekon'un kendi adamlarını ıskartaya çıkartıp öldürdüğünü yıllardır ıskaladılar. 
1990'lı yıllarda Arif Doğan ve Veli Küçük'e JİTEM kurdurularak Ergenekon operativ hale getirildi. Son 20 yılda kurdurulan Hizbullah, İBDA-C ile aktifleştirilen TİT, DHKP-C ve bazı taşeron sağ ve sol terör örgütleri 
hep kontrollerindeydi. İddianameye göre, Küçük'ün Yeşil'in sağkolu Osman Gürbüz'e Hablemitoğlu'nu öldürme emrini verdiği belgelendi. 

1990'lı yıllarda Doğu’da ve Batı’da binlerce faili meçhul cinayete azmettiren Küçük, Gazi olayları, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesini bombalatma gibi siyasetin ve ülkenin dengesini bozacak sayısız provokasyona karıştı. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerine kadar sağ kesimlerin üzerine atılan tüm suikastların, iftiraların mimarıydı. Milliyete, inanca, düşünceye göre yaptığı fişlemeler onbinlerce can yaktı. İddianameye göre, Ergenekon terör örgütü, PKK, Hizbullah ya da DHKP-C gibi terör örgütlerinin tasfiye edilmesinden değil, kontrol edilmesinden yana. Ergenekon-PKK ilişkisinin kanıtlarından biri de Öcalan'ın 
avukatı Doğan Erbaş ile Perinçek arasında geçen bir görüşme. Veli Küçük ve Ümit Oğuztan'ın evinde ele geçirilen “Panzehir” adlı örgütsel dokümanda PKK'nın tamamen tasfiye edilmesi yerine Öcalan'la işbirliği yapılması ve Ergenekon'da kendilerine “genç subay” diyen kişilerin PKK'da üst düzey görevlere getirilmesi, 
PKK'nın Kuzey Irak'ta 3 bin militan sayısında tutulması gerektiği belirtiliyordu. 

Perinçek'in PKK ile ilişkiyi yürüten, hatta Aydın Doğan'a Küçük tarafından mesaj götüren elçi oluşu, sahte ulusalcı, eski Maocu’nun maskesini düşürüyordu. Perinçek'in 

Küçük'ün pek çok provokasyonunda ve terör eylemlerinde “katalizör”, “organizatör” veya “provokatör” rol üstlenmesi ilgi çekiciydi. ABD ve NATO düşmanı sanılan “binbir surat” Perinçek'in esasen Ergenekon'u yönlendiren Neo-Amerikancı merkezlere çalışması hayret verici bir pişkinlik olarak 
yorumlanıyordu. 

Güya kapitalizm, emperyalizm, ABD karşıtı İlhan Selçuk'un ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'e Ak Parti aleyhinde rapor sundurması, Oral Çelik’e 500 bin dolar vererek başbakana yönelik suikast işlenmesine dair bilgileri el yazısıyla not defterine geçirmesi, inanılmaz belgeler olarak algılandı. Selçuk ve Çelik isimlerinin yanyana gelmesi, ezber bozucu olduğu kadar ürkütücü de. Ergenekon davasında sanıkların profili, sanırım pazarlık için, kasten düşük tutuldu. Ankara'da biraz gazetecilik veya siyaset yapmış herkes, “Donkişotca” derin 
devletçilik oynayan söz konusu pervasız ekiple karşılaşır. 

Bir süre sonra gerçek sahipleri ve liderini tanır, gücünü bilir, kalemi yazmaz olur, yanlışa direnemez. Cesur gazeteci, polis ve savcılarımızın işbirliği ile nihayet yanlışa “dur” denildi. 
Tabii ki, yargılanacak yüz kişinin “günah keçisi” yapılmasıyla “derin devlet” çökertilmiş olmuyor. Fazla büyütmeyelim. Oluşan konjonktürel, siyasal ve dönemsel şartlar karşısında kamuoyunun tepkisini göze alamayan 'Beyaz Türkler'in direnci kırıldıda, işlevini tamamlamış Ergenekon çetesi kurban verildi. 
Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmış, hatta 2006’de kitap haline getirmiş bir gazeteciyim. 

“Özel kuşlarım” olduğunu sanmayın. Elde ettiğim bilgiler tamamen “açık istihbarat.” 

Derin devletçi grupların kimseden korkusu yok, onlarca web sayfaları var, göstere göstere Ak Parti hükümetini devirmeye çalışıyorlar, eylem yapıyorlar. 
Sadece kimler olduklarını bilmeniz ve bilmeceyi çözmeniz için parçaları birleştirmeniz gerekiyor. 
Susurluk sürecinde kirli bağırsaklarımız tam temizlenseydi, ortaya çıkartılan illegal derin çeteler ve tepe organizasyonu Ergenekon, bu denli cesur olamazdı. 
21 banka battı, ülkemiz 50 milyar dolar kaybetti, siyaset ve ekonomi çöktü, ama asıl sorumlular yargılanamadı. 

Susurluk’un arkasındaki “gulyabani”, 29 Ekim 1999-dan itibaren strateji değiştirdi. Daha önce bir araya gelmesi asla düşünülemeyen örgütler, gruplar, şahıslar, “Yeni Ergenekon” yapısı içinde “Ulusalcı”, “Kızılelmacı”, 
“Kuvvacı” temasında birleştirildi. 
Hücre yapıları kuruldu. Hiç bir Batı demokrasisi, böyle yapıları barındırmaz. 
2002'den beri süren Ergenekon Terör Örgütü'nün Ak Parti'yi devirme operasyonu, 2003’le 2004’de Sarıkız, Ayışığı ve Eldiven isimli darbe tertipleriydi. 
Hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören bu yapılanma, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa’yı yıpratmak için haberler ürettirdi, köşeler yazdırdı. 
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’dan bekledikleri desteği bulamayınca darbe umutları sonlandı. 22 Temmuzda (2007) sandıkta halk, Ergenekon’u tokatlayınca koalisyon umutları da suya düştü. 
Ak Parti, selefleri gibi geri adım atmayıp dik durunca kızılca kıyamet koptu. 
Bugün Ergenekon olarak ortaya çıkan “derin devlet”in başlangıcı Atatürk'ün ölümünden sonradır. Milli değildir, dışa bağımlıdır, Fransız Büyük Mason Locası’na hesap verir. En üst yapı olan Illimunati’nin önderi Henry Kissinger, Bilderberg veya başka özel toplantılarda CFR üyesi olan baronumuzla paslaşır. 
1935 yılında Mason localarını kapattıran Atatürk, devrimlerine karşı çıkan masonların ekonomiyi ve siyaseti tamamen ele geçirmesini mahzurlu bulmuştu. 
İnönü döneminde krallıklarını ilan ettiler, Atatürk’ü putlaştırıp arkasına saklandılar. Her on yılda bir askeri darbe tasarlayan yapılanma, amaçları doğrultusunda her kesimi kullanmayı becerdi. 

İstediklerini yıllarca üniversitelere rektör, kentlere vali, emniyet müdürü yaptılar. Hayatı İstanbul'da Bebek Otel Bar'ında, Caddebostan Büyük Kulüp'te geçen baştabipleri, başsavcılari, bürokratları, üst yargı üyelerini seçtiler. 

Medya ellerindeydi. 

Ergenekon, buzdağının görünen küçük bir kısmı. Hortumlama, hırsızlık düzeninin devamı için istikrarsızlık planlayan ve siyasetde boşluk arzulayan bu ülkemizin baronları, hep maşa kullandı, hiç yanmadılar, her zaman dokunulmaz kalmayı başardılar. 
Türk halkı uyanırsa böyle tatlı para kazanamazlardı, bu nedenle “ötekiler” diye aşağıladılar, varoşlarda hapsettiler. 
Böldüler, kamplaştırdılar. Birleştirici unsurlardan, dinden, kültürümüzden, değerlerimizden nefret ettiler. Kurtlar Vadisi, Şubat Soğuğu,Yağmurdan Sonra, Tek Türkiye gibi diziler, ipliklerini pazara çıkardı, rezil oldular. 
Halk desteğini alan Ak Parti başarılı oldu, farkında olmadan 2. Cumhuriyeti kuruyor. Atatürk'ün öldüğü günden beri Türkiye'yi yöneten derin devlet çöküyor, bitiyor. 
Bu arada sağduyu diyerek farkettirmeden, şantaj yapıyorlar. 
Her biri kaybettiğini hissetti, kaybedecek bir şeyi olmayan Türk halkından iyice korkmaya başladılar. 
Ergenekon’un demokrasiyle hesaplaşmasından ortaya yeni bir Türkiye çıkacaktır. 
Ergenekon’un gerçek sahipleri bu seferde yakayı kurtarabilir, tüm yapı deşifre edilmeyebilir. 
Uzlaşma sağlanacaktır. Lider ve dört binden fazla olan tam kadronun, listesi artık polisin elinde. Hep takip edilecekler. Eskisi gibi açıkca meydan okuyamayacak, yer altına çekileceklerdir. 
Kimisine göre, “derin devlet” yok, Ergenekon çetesi gibi devletin görevlendirdikleri var. İşin doğasından kaynaklanan bir illegal görünme söz konusu. 
Dava sürecini baltalayacak olan gerçek şu: Genelkurmay, Jandarma, Emniyet ve MİT yasalarının hepsi bu gizliliğe, gizli görev yapmaya izin veriyor. Devlet sırrı konsepti, bu zamana kadar korunmalarını sağladı. 
Derin devlete geçit veren yasal hükümler varsa, Ergenekon çetesi, neden bugün cezalandırılıyor? Davaya esas teşkil eden deliller, davanın derin devletle 
ilişkilendirilmeme politikasıyla çelişiyor. 

Bazılarına göre, “derin devlet” aslında her devlette olması gereken ancak Türkiye’de çeteleşen devlet. Türkiye'de artık kimse derin devletin olmadığını tartışmıyor. 
Ergenekon'a yıllardır efsane olarak yaklaşanlar bile yelkenleri suya indirdi. Ergenekon davasıyla ortaya çıkan örgütlenmenin derin devletin neresinde olduğuna cevap aranıyor. 

1970'lerde Ergenekon denilen derin devlet yapılanmasını ilk defa telâffuz eden isim, emekli bir deniz binbaşısı ve yazar olan Erol Mütercimler’di. Ona bu bilgiyi veren, emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, “Ben de Ergenekon’un üyesiyim. Ergenekon Türkiye’de bütün kurumların üstündedir” demişti. 
1980’lerde MGK bünyesinde oluşturulan Psikolojik Savaş biriminin kurucularından, emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale, “Derin devlet vardır, gereklidir, bu mefhum devletin bütün kademelerinde yaşamaktadır” 
sözleriyle aslında şüphelere son verdi. 
O halde, Ergenekon çetesi kimlerin oluyor, birilerince kullanıldığı gerçeği, niçin ıskalanıyor? NATO ülkelerinde ABD-CIA patentli Gladio tipi yeraltı örgütlerinin Avrupa’da bir bir deşifre edilmesine karşın, Türkiye’de bunun çözülemediği, artık sır değil. NATO üyeliğimizle komünizme karşıt yapılandırılan Ergenekon’un 
düşmanlarına, 27 Mayıs askeri darbesi öncesinden itibaren “iç düşman” ibaresi eklendi. Bu iç düşmanlar kimi zaman bölücü, kimi zaman irticacı, kimi zaman ırkçı diye anıldı. 
Şu anda derin devlet dendiğinde herkesin aklına “çete” geliyor. Derin devlet yozlaştırıldı, bazen şahsî, bazen ideolojik çıkarları için her şeyi yapabilen çeteler haline getirildi. Ülkemizde çek senet kovalayan mafyanın bile, derinden yönlendirildiği, ve derin devlete çalıştığı zannı yaygınlaştı. 
Başbakan Erdoğan, “bunlar kendilerince kutsal saydıkları bazı şeyler uğruna harekete geçen çeteler” diyor. Eski cumhurbaşkanı Demirel’e göre, “derin devlet” denilen olgu, asker ve en belirgin derin devlet faaliyeti ihtilâllerdi. Kontrgerilla iddialarını dile getiren rahmetli Başbakan Bülent Ecevit'e göre, “derin devlet” Özel Harp Dairesi idi. 
Türk siyasi tarihinde “derin devlet”, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı çoğu yerde özdeşleştirilir. 
Oysa Özel Harp Dairesi, ordumuzun bir birliği olup, Millî Savunma Yüksek Kurulu’nun 17 numaralı kararıyla 1952’de kuruldu. Halen de, Genelkurmay Başkanlığına bağlı bir birim olarak, Özel Kuvvetler Komutanlığı adıyla 
görev yapıyor. 

Özel Harp Dairesi 1963-1974 arasında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın kurulması, geliştirilmesi ve desteklenmesinde görev aldı; görevi 1974 Harekâtı ile sona erdi. 1990'lı yılların başında MİT eski Başkanı Teoman Koman tarafından, gazetecilere gezdirilene kadar, Özel Kuvvetler Komutanlığı, bilinen bir sırdı. Bu nezih birliğimizin adını Ergenekon’un cinayetleriyle kirletmek haksızlıktır. 

Ergenekon delilleri arasında, 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını kan gölüne çevirerek 36 kişinin katledilmesinde, yüzlercesinin yaralanmasında kimlerin rol aldığına telsiz konuşmalarıyla yer verilmesi, Ergenekon davasının derin devletin, geçmişin karanlık yerlerine de uzandığını gösteriyor. Fabrikatör lakaplı Doğu Perinçek yine başrollerde. 12 Mart öncesinde 1968 kuşağını yanlış yapmaya yönlendiren, yangına körükle giden ajan provokatörlerin, Ergenekon yöneticisi olduğu iddia edilen İlhan Selçuk tarafından yönlendirildiği artık sır değil. 1980 öncesi beş bin insanımızı kaybettiğimiz anarşi olaylarında, Ülkücü ve Dev Sol'un eline birbirini takip eden seri numaralarıyla el bombaları verenin Ergenekon olduğu belirlendi. 
Susurluk çetesiyle akrabalığı belirlenen Ergenekon-da, devletin sağ ve sol ellerini birbirine karşı tetikçi olarak kullandığı, “böl, parçala, kamplaştır, yönet” politikası izlediği anlaşılıyor. Maalesef 1990'lardan itibaren Türkiye’de her faili meçhulün “derin devlet” tarafından işlendiği kanaati yaygınlaştı. Akşam gazetesi eski genel yayın yönetmeni Serdar Turgut’un dediği gibi “ismi Ergenekon’da geçen herkesten nefret ediyorum.” 

Ergenekon davası, devletin kaybettiği itibarı kazanması, iç düşman olarak kategorize edilen, küstürülen halkından özür dilemesi için bir fırsattır. 
Derin devlet, tüm vatandaşların çıkarlarını kollar korursa, bütünlüğümüzü 
sağlarsa sevilir. 


20 .CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***