TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mart 2019 Çarşamba

3 General olayındaki gerçekler

3 General olayındaki gerçekler




Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com
11 Aralık 2010 
Kaynak Yeniçağ: 


Geçen hafta içinde iki general ve bir amiral’in Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM), açığa alınmaları ile ilgili işlemlerin iptali ve yürütmenin durdurulması için yaptıkları başvurudan, yürütmenin durdurulması hususu, mahkemece reddedilmiş tir. Bu karar, askeri mahkemelerin bağımsızlığı, etki, telkin ve yönlendirmeler ile hareket etmediği, hukukun gereklerini yerine getirdikleri hususuna iyi bir örnek teşkil ettiği gibi, bu konuda kamuoyunu yanıltmaya ve yönlendirmeye çalışanların doğru bir yaklaşım içinde olmadıklarını da ortaya koymuştur. Ancak halen işlemlerin iptali konusundaki çalışmaların devam ettiğini göz önünde tutmakta da fayda vardır.Konu esas itibariyle Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) terfisi çoğunlukla kararlaştırılan bu üç generalin Balyoz adı ile adlandırılan davada sanık oldukları gerekçesi ile masumiyet karineleri de dikkate alınmaksızın, terfi onayının yapılmamasından ve bu konudaki müracaatlarının da haklı bulunmasından kaynaklanmıştır. Hatta bu generallerin terfi için yeterli olmadıkları, diğer generaller arasında daha yeterli kişilerin bulunduğu da yönetim tarafından ileri sürülmüştür. Israr edilmesi halinde yasa çıkarılabileceği de ifade edilmiştir. Bu anlayış tarzı, yürütmenin yasamayı kullanarak yargıyı etkilemesi durumunu çağrıştırır ki, bu da parlamenter sistemin yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı prensibi ile ters düşmektedir.

YAŞ üyeleri içindeki asker kişilerin, terfisi görüşülen generalleri sivil üyelerden çok daha iyi tanıdıkları, hatta bir kısmı ile beraber çalıştıkları veya 
çalışmalarına şahit oldukları, kriterleri daha uygun değerlendirme tecrübesine sahip oldukları bir gerçektir. Sivil üyeler bazı adayların terfilerini istemeyebilirler. 

O zaman oylarını ona göre kullanırlar, hatta disiplinsizlik nedeniyle YAŞ kararı ile TSK’dan ilişik kesilmesindeki uygulamalarda olduğu gibi muhalefet şerhi de 
koyabilirler. Ancak bunun, diğer yetkiler kullanarak, bir engelleme ve gerginlik malzemesi olarak kullanılmasının doğru bir yaklaşım olmadığının dikkate 
alınmasında fayda görülmektedir. 

Burada önemli olan konu, inatlaşmak suretiyle güç ve yetki konusunda üstünlük sağlama düşüncesinin değil, TSK’daki terfi ve tayinler konusuna siyasi 
müdahalelerin yapılması düşüncesindeki yanlışlığın anlaşılmasıdır. Özellikle alt kademelerde yapılabilecek siyasi müdahaleler, TSK’daki disiplin ve görev 
anlayışının ve TSK’nın yapısının bozulmasına sebep olabilir. İsteyerek veya istemeyerek, bazı siyasilerin TSK içinden kendi düşüncelerine yakın kişilerle 
irtibat kurmasına ve onları tercih etmesine, bazı TSK mensuplarının da ikbal düşüncesi ile aynı şekilde bazı siyasetçilerle yakınlaşma teşebbüsünde 
bulunmasına yol açabilir. İşte önemli ve tehlikeli olan husus budur. 

Mutlaka kaçınılması gerekir.

Diğer taraftan YAŞ’ın yapısının değiştirilerek, asker ve sivil üye sayısının eşitlenmesi ve kararların tavsiye mahiyetinde olması için bir kanun tasarısı taslağı hazırlanmakta olduğuna ilişkin medyada haberler de çıkmıştır. 

Bu durum yukarıda ifade edilmeye çalışılan yanlışlığı daha da derinleştirebilecektir. 

TSK’nın sivil otoritenin emrinde ve kontrolünde olması ile TSK’yı doğrudan sivil otoritenin yönetmesi hususlarının birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. TSK’nın hukuka ve demokrasiye bağlı olduğunu beyan ettiğini ve davranış biçimi ile de bunu sergilediğini görmekteyiz. Aksi iddialar ortaya atarak TSK’yı etkisizleştirmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışmanın, ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayacağı ve kimseye fayda getirmeyeceği bilinen bir gerçektir. 

Bu nedenle yaratılmaya çalışılan sivil-asker gerginliğinin mutlaka sona erdirilmesinin, siyasi rant sağlama amacıyla askeri yıpratma yanlışından biran önce dönülmesinin, olayların aklıselim içinde mantık süzgecinden geçirilerek bir kere daha gözden geçirilmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.Yaşanan olayların demokratikleşme ve normalleşme ile bir ilgisi yoktur. Bu nedenle yaşanmakta olan yanlıştan dönmek, tam aksine, ülkedeki kutuplaşmaları ve gerginlikleri sona erdirerek daha sağlıklı, huzur dolu ve demokratik bir ortama kavuşmamıza imkân yaratacaktır. 

Buna Ülkemizin ve Milletimizin şiddetle ihtiyacı vardır. 


Kaynak Yeniçağ: 
3 General olayındaki gerçekler 
Armağan KULOĞLU 


https://www.yenicaggazetesi.com.tr/3-general-olayindaki-gercekler-16080yy.htm

***

10 Haziran 2016 Cuma

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU 35.Cİ MADDE DEĞİŞTİ.. İŞTE TARİHÇESİ..


TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU 35.Cİ MADDE DEĞİŞTİ..

İŞTE TARİHÇESİ..





  35 Cİ MADDENİN TARİHÇESİ..

Osman Can

CHP’nin 27 Mayıs Darbesi’nin ürünü olan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesi için harekete geçmesi ve hatta bir teklif hazırlamış olması, herhalde gelmiş geçmiş tüm darbecileri biraz şaşkınlıkla da olsa çok sevindirmiş olmalı. Çünkü darbecilik mertebelerinin ötesinde belki de ilk defa olarak “darbeleri 35. maddeye dayanarak yaptıkları” yönündeki şakalara ciddi hukuksal yorum muamelesi yapıldığını görmüş oldular. Bir darbeci için bundan daha büyük bir “başarı” olabilir mi? Ortada bir anayasa ve sayısız yasalar üzerinde yükselen bir hukuk düzeni var. O hukuk düzenini alaşağı ediyorsunuz. Ve en alt sıralarda yer alan bir maddeye (35. madde) işaret ederek darbeyi hukuk düzeninin verdiği yetkiye dayanarak yaptığınızı söylüyorsunuz. Hadi buraya kadarki durum için “karargâh hukukçusu” olmayan herhangi bir hukukçu ortaya çıkıp rahatlıkla “çok şakacısınız paşam” diyebilir ve karşılıklı gülüşülebilirdi. Ama asıl gülünç olan şey bundan sonra başlıyor. Birileri çıkıp, mevcut şaka ortamının kaldıramayacağı bir ciddiyetle “tabii ki paşam siz bu darbeleri 35. maddeyi dayanak alarak yaptınız. Bundan sonra darbe olmaması için bu maddeyi kaldıralım olur mu?” diyebiliyor ve herkese “uzlaşma” teklif ediyor!

Bu durumda önümüzde iki seçenek kalıyor. Ya darbeci paşalarla yaptığımız şaka yollu konuşmaların yarattığı eğlenceye devam etmek veya suratımızı biraz asıp kendimize ciddi bir görüntü vererek hemen diğer siyasi aktörlerle “darbeye karşı uzlaşma” yoluna gitmek. Tabii ki uzlaşma sürecinin bir anında kendimizi tutamayıp kahkahalarla gülmeye başlamaz isek…

Bence, her iki yolu da tercih etmeden doğru dürüst bir tartışma alanı açmak üzere üçüncü bir seçenek oluşturmak zorundayız. Bir kere, darbelerin 35. madde dayanak alınarak yapıldığını söylemek darbelerin aslında hukuksal temellerinin olduğunu iddia etmek demektir, teklif gerekçesinde aksini iddia etseler de durum değişmiyor. Yani şu denmiş olacak: Bugüne kadar yapılan darbeler 35. Madde’ye dayandığı için meşru idi. Ve 35. Madde olmasaydı ordu zaten darbe yapmazdı. Daha da kötüsü şu sıralarda görülen darbe yargılamalarının aslında yanlış olduğu, çünkü darbe hazırlıklarının 35. Madde’nin verdiği yetkiye dayanılarak yapıldığı ve yasadışı olmadığı Meclis’e söyletilmiş olacak. Çünkü Meclis bu yasayı değiştirdiğinde, bu yasanın darbenin hukuksal gerekçesi olduğunu kabul etmiş olacak. Yasama iradesi bunu diyorsa artık herkes susmalı, değil mi?

Oysa 35. Madde ait olduğu hukuk sistemiyle birlikte, darbeye meşruiyet sağlayacak bir kural olamaz. Eğer darbeci paşalar “yok kardeşim biz bu darbeyi Kara Avcılığı Kanunu’nun 7. maddesine dayanarak yaptık” demiş olsalardı -ki bunu da söyleyebilecek durumdalardı- bu kez bu madde de mi değiştirilecekti acaba? “Cumhuriyeti koruma ve kollama” ifadesine bakarak darbe yetkisi türetmek mümkün ise, “Cumhuriyet” Savcılarının da darbe yapma yetkisi olduğunu kabul etmek gerekir. Hele hele Mahmut Esat Bozkurt üstatlarının sözlerine bakılırsa mesele de kalmaz. Böyle bir hukuk yorumuyla Türkiye’de her gün darbe yapmak, 70 milyonu bugün hain, ertesi gün kahraman ilan etmek mümkün!

Diğer yandan 35. madde içindeki “kollamak” sözcüğü, “korumak” sözcüğünün bir ayrıntısıdır ve kollamak sözcüğü kaldırılsa dahi “korumak” sözcüğü üzerinden aynı sonuçlara gitmek mümkündür. CHP’nin buna yönelik önerisi de zaten bu durumun içinden doğru dürüst bir biçimde çıkmayı sağlamadığı gibi daha da tehlikeli sonuçlar üretecek bir yasal metne dönüştürecektir. “Kollama” kavramının yerine “parlamenter demokrasi” ibaresini yerleştirir iseniz, kollama yapma görevine son derece somut bir anlam vermiş olursunuz ve daha tehlikeli sulara yelken açarsınız:

İlk olarak darbeyi hukuksallaştırır ve böylece meşrulaştırırsınız. İkinci olarak orduya, bu defa iktidarın parlamenter demokrasiye uygunluğunu ölçmebiçme, siyasi partilerin ve diğer devlet organlarının parlamenter demokrasi sınırları içinde mi yoksa dışında mı kaldığı değerlendirme imkânını sunmuş olursunuz. Herhalde bundan sonra “parlamenter demokrasiye aykırılık” nedeniyle yapılan darbeler çağını başlatmış oluyoruz! Yani kötü darbeler “out”, iyi darbeler “in”! 27 Mayıs’a “devrim”, 12 Eylül’e “darbe” diyenler için şaşırtıcı değil. Bu tür bir darbe karşıtlığına şapka çıkarılır.

İnsanın aklına, Anayasa Mahkemesi’nin referandum paketini iptal etmemesinin yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle, Mahkeme’nin rolünün Ordu’ya verilmek istendiği gibi bir acayip fikir gelmiyor değil. Yani bir bakıma 27 Mayıs ideolojisini sisteme yeniden yükleyelim hesabı.

Diğer yandan artık referanduma gideceği belli olan bir anayasa değişikliği paketi tartışmasının hemen üzerine gelen CHP’nin bu trajik “yasama performansı”nın mevcut değişiklik paketi tartışmalarımıza çok önemli ve verimli bir gündem açtığı da tartışmasızdır. CHP, anayasa değişiklik paketinin birkaç madde hariç diğer tüm madde tekliflerinin bir “göz boyama” amacı taşıdığını propagandasının ana unsuruna dönüştürmemiş miydi? Böyle bir propaganda yürüten bir partinin daha ciddi bir “yasama performansı” göstermesini beklememiz doğru olmaz mı? Geçici 15. maddenin değiştirilmesinin “hiçbir işe yaramayacağı”nı söyleyen CHP değil miydi? Böyle bir iddiaya sahip olan bir partinin “işe yarar bir yasa yapma pratiğine” girişmesini beklemek hakkımız değil mi? Peki bu yasama performansı ile CHP’nin sözlüğünde uzlaşmanın ne anlama geldiği konusunda ciddi ipuçları elde edilebileceğini söylesek ne dersiniz? Hiçbir siyasi tarafın ilgi ve alakasının konusu olmayan, hiçbir ciddi hukuksal mülahaza kıymeti bulunmayan, hiçbir tarihsel meseleye dokunma kapasitesi içermeyen bir noktada talep edilen uzlaşmanın bir “uzlaşma oyunundan” başka bir anlamı olabilir mi? Hayati önemdeki hiçbir konuda uzlaşmaya yanaşmadan uzlaşmacı görünmenin akla ziyan yolu da bu.

Mevcut Anayasa değişiklik paketini üstlenenlerin “yasal-anayasal performansları” ile CHP’nin yasalanayasal performansı arasındaki derin fark yalnızca bir hayal kırıklığına işaret ediyor. CHP’nin mevcut anayasa değişiklik paketine yönelik eleştirilerinin ne kadar temelsiz, karşılığı olmayan bir itiraz olduğu ortaya çıkmaktadır. Mevcut paketi yetersiz ve dahası yanlış, antidemokratik, göz boyamacı ve hatta komplocu bulanların daha ilk yasama girişimlerinde bu kadar zayıf, yetersiz ve daha ötesi gülünç bir pratiğe dalmalarına gönlümüz razı değil.

2010 Türkiye’sinde CHP’nin demokrasiyi içselleştirmesi, onun AKP’den daha derinlikli, daha demokratik, daha militarizm karşıtı, kısacası daha “sol” bir programla ortaya çıkmasıyla mümkündür. AKP’nin atmadığı demokratikleşme adımlarını atarak yapabilir, örneğin Yüksek Askerî Mahkemelerin tamamının kaldırılmasını talep edebilir, hiçbir önkoşul olmaksızın tüm renklerin temsiline imkân sağlayacak resmi ideolojisi olmayan bir anayasa yapım süreci için çalışma başlatabilir, Yüksek Yargı’nın ideolojik kararlarına, HSYK’nın ideolojik silah görüntüsüne AKP’den önce tepki koyabilir, geçmişiyle hesaplaşabilir, yargının demokratikleşmesi için atılan adımları yetersiz görerek, neden daha ileri bir adım atılmadığının hesabını sorabilir. Her şeyden önce darbe karşıtı olduğunu iddia ederken, tüm darbeci ve militarist akademik, yargısal ve politik kişiliklerle arasına mesafe koyabilir, bu saydıklarımız batıda “sol” düşüncenin alfabesi niteliğindedir. Yalnızca “aş” ve “iş” söylemiyle “sol” olunsaydı, Avrupa’daki aşırı sağcı ve Neonazi partilerin tamamı “sol” partiler olurdu. Darbecilerin savunduğu tüm etnisist, militarist, totaliter ve şoven tercihlerini sahiplenirken, diğer yandan “darbeye karşı” gibi durmanın gülünç olduğunu görmelidir.

Hadi bunlar zor diyelim. Sırf darbeye zemin hazırladığı varsayılan yasal düzenlemelere ilişkin biraz daha anlamlı şu adımları atarak, teklif metnini buna göre güncelleyebilir:

211 Sayılı TSK iç hizmet yasasının benzer içerikli 2. Maddesi değiştirilebilir, yalnızca “vatan savunması” ibareleri bırakılabilir.

35. Maddesini “Yurdu, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne mutlak sadakat içinde savunmak” biçiminde değiştirebilir.

39. Maddesini “Demokratik Cumhuriyete sadakat ve yasalara ve Anayasa’ya mutlak itaat” biçiminde değiştirebilir.

43. Maddedeki “her türlü siyasi tesir ve düşüncenin dışında ve üstünde” ibarelerinden “üstünde” ibaresini çıkarabilir.

Ve tüm bu önerilerin, “Darbeci, Darbe yapmadan önce kanunları açıp bakmaz” kuralı nedeniyle “Komik” kalmaması için, şu adımları atabilir:

1.Genel Kurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasını,

2.Ordunun yapılanmasının ve teknik nitelikte olmayan tüm karar süreçlerinin sivil denetime açılmasını,

3.Askerî ve kurmay eğitimin Avrupa standartlarında demokratik itaat bilincini yaratacak şekilde değiştirilmesini,

4.Onları toplumdan soyutlayan, toplumdan yabancı bir gerçeklik üretmelerine imkân sağlayan lojman ve sosyal tesis uygulamalarına son verilmesini, bu bağlamda askerî alanlar dışında üniformayla dolaşılmasının yasaklanmasını,

5.Demokratik iradenin dışında “özel gündem ve politikalar” oluşturabilmelerinin engellenmesini,

6.Tayin ve terfilerin objektif kriterlere göre yapılmasını, ideolojik gerekçelerle ayrımcılık yapılmamasını ve militarizmi sonlandıracak daha nice adımların atılmasını isteyebilir, istemek zorundadır da.

Bir de Anayasa Mahkemesinin dahi “ Cumhuriyetin niteliklerine “ uygun ” gördüğü Anayasa değişiklik paketine, 27 Mayıs’a dönüş arzusu dışında neden “ Hayır ” dediğini halka açıklamak zorundadır.

Türkiye’nin “ Şaka ” larla geçirecek zamanı yok zira.



Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

http://www.derindusunce.org/2010/08/01/35ci-madde-hakkinda/

...