BÜLENT ECEVİT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÜLENT ECEVİT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2017 Cuma

CHP DEN DSP YE


CHP DEN DSP YE 

CHP Bugüne Kadar 6 Başkan gördü

CHP'de bugüne kadar 32 Kurultay ve 14 Olağanüstü kurultay toplandı.

Cumhuriyet.com.tr 
Yayınlanma tarihi: 
20 Mayıs 2010 Perşembe, 12:06

CHP tarihinde, 12 Eylül öncesinde 24 kurultay ve 8 olağanüstü kurultay; 12 Eylül sonrasında ise 8 kurultay ve 6 olağanüstü kurultay olmak üzere toplam 32 kurultay ve 14 olağanüstü kurultay gerçekleştirildi. CHP'de genel başkanlığı bugüne kadar 6 isim üstlendi.

CHP'de genel başkanların değiştiği kurultaylar şöyle:

Atatürk'ün Ebediyete intikalinin ardından 26 Aralık 1938 tarihinde toplanan 1. Olağanüstü Kurultayda, İsmet İnönü ''değişmez genel başkanlığa'' seçildi ve 33 yılı aşkın bu görevi sürdürdü.

İnönü'nün istifasının ardından, 14 Mayıs 1972'de ''Genel Başkanlık Seçimi Özel Kurultayı'' toplandı ve Bülent Ecevit genel başkanlığa seçildi.

12 Eylül askeri müdahalesinin ardından partiler kapatıldı ve yöneticilerine siyasi yasak getirildi. Kapatılan bu partilerin yeniden açılmasına olanak sağlayan yasanın çıkmasından sonra 9 Eylül 1992'de toplanan 25. Kurultayda CHP'nin yeniden açılması kararı alındı. Genel Başkanlığa Antalya Milletvekili Deniz Baykal seçildi.

SHP ile CHP arasındaki birleşme sürecinde 8 Şubat 1995'de yapılan bütünleşme kurultayında Hikmet Çetin CHP Genel Başkanlığını üstlendi.

Bundan yaklaşık yedi ay sonra, 9 Eylül 1995 tarihinde toplanan 27. Kurultayda Hikmet Çetin aday olmadı. Deniz Baykal, Murat Karayalçın ile yarıştı ve genel başkanlığa seçildi. 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerde CHP meclis dışında kaldı ve Baykal 22 Nisan'da genel başkanlıktan istifa etti.

CHP'nin 9. Olağanüstü Kurultayı 22 Mayıs 1999 tarihinde yapıldı ve Altan Öymen genel başkanlığa seçildi. Öymen, CHP'nin 6. genel başkanı oldu.

Parti içi gruplar arasındaki çekişmeler yüzünden 15 ay sonra olağanüstü kurultaya gidildi. 30 Eylül 2000 tarihindeki 11. Olağanüstü Kurultayda Deniz Baykal yeniden genel başkanlığa seçildi. Baykal, istifa ettiği 10 Mayıs 2010 tarihine kadar bu görevi sürdürdü.

Atatürk Dönemi

Sıvas Kongresi'nde, kurtuluş ve bağımsızlık için faaliyet gösteren dernekler ''Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'' adı altında birleşti. Mustafa Kemal başkanlığında 16 kişilik ''Heyet-i Temsiliye'' oluşturuldu. Sıvas Kongresi (4 Eylül 1919), kimi tarihçilerce CHP'nin de ilk kongresi olarak kabul ediliyor. CHP'nin kuruluşunun bu kongreyle filizlendiği ve bu nedenle ''Devlet kuran parti'' tanımlaması yapılıyor.

CHP, Atatürk tarafından '' Halk Fırkası '' adı altında 9 Eylül 1923'de kuruldu. 20 Kasım 1923'de '' Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti '' Halk Fırkası bünyesine katıldı. Partinin adı 10 Kasım 1924'de ''Cumhuriyet Halk Fırkası'', 1935'de de '' Cumhuriyet Halk Partisi '' oldu.

CHP'nin kurultayları ve o dönemlere ilişkin bazı siyasi gelişmeler şöyle:

-2. Kurultay 15 Ekim 1927'de toplandı. Atatürk'ün ''Büyük Nutuk''u okuduğu kongrede ''Cumhuriyetçilik'', ''Halkçılık'', ''Milliyetçilik'' ve ''Laiklik'' partinin dört temel ilkesi olarak benimsendi. Bu kurultayda, Mustafa Kemal partinin ''değişmez genel başkanı'' olarak belirlendi.

-3. Kurultay 10 Mayıs 1931'de yapıldı. Tüzükten ayrı bir program yapıldı. Dört temel ilkenin yanı sıra ''Devletçilik'' ve ''İnkılapçılık'' da tüzük ve programına girdi. Böylece partinin simgesi ''Altı Ok''a anlamını veren altı ilke belirlendi.

-4. Kurultay 9 Mayıs 1935'de toplandı. Atatürk'ün katıldığı bu son kurultayda partinin adı '' Cumhuriyet Halk Partisi ''ne dönüştürüldü. Tüzük değişikliğiyle parti ile hükümetin kaynaştırılması yoluna gidildi. Genel Başkan Vekili İsmet İnönü'nün yayımladığı genelgeyle İçişleri Bakanı parti yönetim kuruluna alındı ve genel sekreterlik görevi verildi; parti il başkanlıklarına il valileri getirildi. 1937'de, Anayasaya ''Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimcidir'' şeklindeki CHP'nin altı ilkesi eklendi.

" Milli Şef " Dönemi

-Atatürk'ün vefatının ardından 26 Aralık 1938'de 1. Olağanüstü Kurultay toplandı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ''değişmez genel başkanlığa'' seçildi; Atatürk'e '' Ebedi Şef '', İnönü'ye de '' Milli Şef '' unvanı verildi. Parti Genel Başkan Yardımcılığına Başbakan Celal Bayar, Genel Sekreterliğine İçişleri Bakanı Refik Saydam getirildi.

-5. Kurultay 29 Mayıs 1939'da toplandı ve tüzükte değişiklik yapıldı. Başbakanın aynı zamanda parti genel başkanı olması uygulamasına son verildi. İçişleri Bakanı'nın parti genel sekreteri, valilerin il başkanı olması uygulaması terk edildi, memurların partiye üyeliği yasaklandı.

-6. Kurultay 8 Haziran 1943'de toplandı. Bu, CHP'nin tek parti döneminde yaptığı son kurultay oldu. 2. Dünya Savaşı sürecinde toplanan kurultayda, parti programında ulusal savunma ile dış ilişkiler konularına ağırlık verildi.

DP'nin İktidara Gelişi

Daha sonraki süreçte, 2 Ocak 1946'da Demokrat Parti (DP) kuruldu. Celal Bayar, partinin kuruluşunu basın toplantısıyla açıkladı.

-CHP'nin 2. Olağanüstü Kurultay'ı 10 Mayıs 1946'da toplandı. İnönü, yeni seçim kanununun yasalaşmasından sonra seçimlere gidileceğini açıkladı. Tüzükteki '' değişmez genel başkan '' ifadesi '' Genel Başkan '' şeklinde düzenlendi.

Çok partili döneme geçişin ardından 21 Temmuz 1946'da ilk genel seçim yapıldı. Tek dereceli seçim ve ''açık oy, gizli sayım'' esasının uygulandığı seçimde CHP 396, DP 62 milletvekili çıkardı, 7 bağımsız da Meclise girdi.

-7. Kurultay 17 Kasım 1947'de toplandı. Parti genel başkanının Cumhurbaşkanı kaldığı sürece, başkanlık yetkilerinin kurultayca seçilen genel başkan vekiline devretmesi tüzüğe konuldu. Parti örgütlerinin seçimle işbaşına gelmesi ilkesi benimsendi. İnönü, ilk kez oybirliği olmaksızın genel başkan seçildi.

Çok partili dönemin ikinci seçimi 14 Mayıs 1950'da yapıldı ve CHP'nin 27 yıllık iktidarı sona erdi. DP oyların yüzde 53,3'ünü alarak tek başına iktidara geldi. CHP ise 69 milletvekili çıkarabildi.

-8. Kurultay 29 Haziran 1950'de toplandı. Genel başkan vekilliği kaldırıldı, genel sekreterin kurultayca seçilmesi benimsendi. İnönü'nün yeniden genel başkan seçildiği kurultayda, 7 adaylı genel sekreterlik yarışını Kasım Gülek kazandı.

-9. Kurultay, 26 Kasım 1951'de yapıldı. Kurultaya, istifalar, parti içi çatışmalar ve 16 Eylül 1951 ara seçimi yenilgisinin etkisi altında gidildi. Gençlik ve kadın kolları kurulması benimsenen kurultayda, İnönü yeniden genel başkanlığa, Kasım Gülek de genel sekreterliğe yeniden seçildi.

-10. Kurultay, parti içi çekişme ve gruplaşmaların yaşandığı bir dönemde 22 Haziran 1953'de toplandı. İnönü ile Gülek arasında sert tartışma yaşandı. ''Hukuk devleti'' kavramı, iki meclisli bir sisteme geçilmesi, Anayasa Mahkemesinin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, grev hakkı gibi görüşler programa yansıtıldı.

-3. Olağanüstü Kurultay, seçimlere hazırlık amacıyla 25 Şubat 1954'de yapıldı. 2 Mayıs'taki genel seçim DP'nin üstünlüğüyle sonuçlandı. Seçimde, DP'den 505, CHP'den 31 milletvekili TBMM'ye girdi.

-11. Kurultay, 26 Temmuz 1954'de ve 2 Mayıs seçimlerinin sonuçlarının etkisi altında toplandı. İnönü yeniden Genel Başkanlığa, Gülek de genel sekreterliğe seçildi.

-12. Kurultay (21 Mayıs 1956) Gülek'in '' Tartışılmaz ikinci Adamlığının '' yara aldığı süreç oldu. Gülek, İnönü ile çatışmasına rağmen yeniden bu göreve seçildi, ancak parti meclisine kendisine muhalif kesimler de girmeyi başardı.

-13. Kurultay 9 Eylül 1957'de toplandı. DP iktidarına karşı muhalefetteki iki parti (Cumhuriyetçi Millet Partisi, Hürriyet Partisi) ile işbirliği yapılması kararlaştırıldı. 27 Ekim 1957'de yapılan seçimlerde, DP oy oranının düşmesine karşın iktidarını korudu.

-14. Kurultay (12 Ocak 1959) ve sonraki süreçte parti politikalarında önemli değişim yaşandı. İnönü ve Gülek yeniden seçildi; ancak 40 kişilik parti meclisinde Gülek muhalifleri çoğunluğu sağladı. Gülek, 27 Eylül'de genel sekreterlikten istifa etti, yerine İsmail Rüştü Aksal getirildi.

1961 Askeri Müdahalesi

27 Mayıs 1960' ta Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Yönetimi üstlenen Milli Birlik Komitesince TBMM feshedildi, anayasa askıya alındı. DP yöneticileri tutuklandı ve yargılandı; sonraki süreçte Adnan Menderes ile iki arkadaşı idam edildi.

-15. Kurultay (24 Ağustos 1961) İnönü ve Gülek taraftarları arasında çekişmeye sahne oldu. İnönü'nün, delegelere ''ya o ya ben'' demesi üzerine Gülek ağır yenilgiye uğradı. İsmail Rüştü Aksal genel sekreter seçildi. Tüzük değişikliğiyle genel sekreter seçimi parti meclisine bırakıldı. Bülent Ecevit ve arkadaşlarının önergesi doğrultusunda, seçimlerde genel merkeze yüzde 15'i geçmemek üzere kontenjan hakkı tanındı. 15 Ekim 1961'deki seçimde CHP 173, Adalet Partisi (AP) ise 158 milletvekili çıkardı. Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyonu diye nitelenen olarak CHP-AP hükümeti kuruldu.

-16. Kurultay (14 Aralık 1962) parti içi grupların mücadelesine sahne oldu. İnönü ile partideki etkili isimlerden Kasım Gülek, Nihat Erim ve Avni Doğan arasındaki uyuşmazlık kurultaya doğru çatışmaya dönüştü. Gülek, Erim ve Doğan kurultay öncesinde bir yıl partiden ihraç edildi. Genel sekreterliğe Kemal Satır getirildi. İnönü yeniden genel başkan oldu ve parti meclisinde genel merkez yanlıları çoğunluğu sağladı.

-17. Kurultay 16 Ekim 1964'de toplandı. Hizip mücadelesinin yaşanmadığı kurultayda teşkilatlanma ve delege sayılarına yönelik tüzük değişikliği yapıldı. İnönü yeniden genel başkan seçildi, Nihat Erim parti meclisine girdi. 10 Ekim 1965'deki seçime CHP 134 milletvekili, seçimin galibi AP ise 240 milletvekili çıkardı.

Ortanın Solu ve Ecevit



-18. Kurultay 18 Ekim 1966'de yapıldı. İnönü, ''ortanın solunda olmanın sosyalist parti anlamına gelmediğini'' ifade ederek, ''CHP sosyalist değildir, sosyalist parti olmayacaktır'' dedi. Ecevit ise ''ortanın solu, partinin sosyal yenileşme döneminin bilincine varış demektir'' diye konuştu. İnönü, 1222 delegeden 929'unun oyunun alarak yeniden genel başkan oldu. Parti meclisinde Bülent Ecevit genel sekreterliğe seçildi.

-4. Olağanüstü Kurultay (28 Nisan 1967): 18. Kurultayda partinin resmi görüşü olarak benimsenen ''Ortanın Solu'' hareketinin, partide tartışma ve anlaşmazlığa neden olması üzerine olağanüstü kurultaya gidildi. Turhan Feyzioğlu ve arkadaşlarının oluşturduğu '' Sekizler Grubu '' ortanın solu hareketine karşı çıkıyordu. İnönü, kurultayda Ecevit'ten yana tavır koydu. 30 Nisan'da, ''Sekizler'' grubundakilerin de aralarında bulunduğu toplam 49 milletvekili ve senatör partiden istifa etti. Bunlar 12 Mayıs'da Güven Partisi'ni kurdu. 2 Haziran 1968'de yapılan senato yenileme ve ara seçimlerde AP başarılı çıktı.

-19. Kurultaya (18 Ekim 1968) ''Ortanın Solu'' tartışmaları damgasını vurdu. İnönü yeniden genel başkan seçildi. Parti meclisi ise İnönü ile Ecevit'in birlikte hazırladığı listeden oluştu. Ecevit yeniden genel sekreterliğe seçildi. 12 Ekim 1969'daki seçimde CHP 143, AP ise 256 milletvekili çıkardı.

-20. Kurultaya (3 Temmuz 1970) seçim sonuçları ve Ecevit-Kemal Satır ekipleri arasındaki çekişme ortamında gidildi. Parti meclisi Ecevit'in listesinden oluştu. Muhalif kanattan sadece Kemal Satır ve Kemal Demir parti meclisine girdi, ancak bir süre sonra istifa etti. İnönü ve Ecevit yeniden seçildi.

12 Mart 1971'deki askeri muhtıranın ardından AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in başkanlığındaki hükümet istifa etti. CHP'den ayrılan Nihat Erim hükümeti kurmakla görevlendirildi. CHP'de, Ecevit bu hükümete katılmamak, İnönü ile katılmaktan yanaydı. İnönü'nün görüşünün hayata geçmesi üzerine, önce Ecevit ardından merkez yönetim kurulu istifa etti. Genel sekreterliğe önce Şeref Bakşık, ardından da Kamil Kırıkoğlu getirildi.


Ecevit, Partinin kurucuları arasında yer almayan ilk Genel başkan oldu

İsmet İnönü'nün İstifasının ardından CHP'nin Başına geçen Bülent Ecevit, Parti kurucuları arasında yer almayan ilk genel başkan oldu.

CHP'de İnönü'nün istifasının ardından yapılan kurultaylar ve o süreçteki bazı gelişmeler şöyle:



-5. Olağanüstü kurultaya (5 Mayıs 1972) parti içi mücadelenin çözümü için gidildi. Ecevit yanlısı parti meclisinin güven oyu aldı. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972'de, 33 yılı aşkın süredir yürüttüğü genel başkanlıktan istifa etti.

14 Mayıs'ta, genel başkan seçimi için özel kurultay toplandı. 51 il başkanı tarafından aday gösterilen Bülent Ecevit, 913 delegeden 826'nın oyuyla seçildi. Ecevit, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'den sonra CHP'nin üçüncü genel başkanı oldu.

-21. Kurultayda (30 Haziran 1972) parti tüzüğünde köklü değişiklik yapıldı. İnönü, son kez katıldığı parti kurultayında ''yeni genel başkanın başarılı olması için çalışılmasını'' istedi. Ecevit yeniden seçildi. İnönü, 5 Kasım 1972'de, yaklaşık yarım yüzyıldır üyesi olduğu CHP'den istifa etti. İnönü'nün ardından partiden ayrılan milletvekili ve senatörlerin sayısı 59'a ulaştı.
Bu süreçte, genel sekreterlikten ayrılan Kamil Kırıkoğlu'nun yerine Orhan Eyüboğlu seçildi. 14 Ekim 1973'deki seçimlerde CHP 185, AP ise 149 milletvekili çıkardı. 26 Ocak 1974'te Ecevit'in başkanlığında CHP-Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyon hükümeti kuruldu. Bu hükümet döneminde Kıbrıs Barış Harekatı yapıldı. Ortaklar arasındaki anlaşmazlık yüzünden koalisyon 18 Eylül 1974'de sona erdi. Deniz Baykal, bu hükümette Maliye Bakanı idi.
CHP'de 28 Haziran 1974'te yapılan tüzük kurultayında 1970'de ortaya atılan '' Demokratik Sol '' söylemi doğrultusunda parti tüzüğü değiştirildi.

Baykal ve Arkadaşları

-22. Kurultaya (14 Aralık 1974) hükümetin bozulması ile parti içindeki ''demokratik sol'' ve ''ortanın solcuları'' kavramlarına ilişkin tartışmalarla gidildi. Genel sekreterliğe Orhan Eyüboğlu, yardımcılıklarına ise Deniz Baykal ve Mustafa Üstündağ getirildi.
Baykal, 8 Mart 1976'da, görüş ayrılıkları gerekçesiyle dört MYK üyesiyle birlikte istifa etti. CHP tarihinde bu olay ''5'ler hareketi'' olarak yer aldı. Ekim ayında yapılan senatonun üçte birinin yenilenmesi ve milletvekili ara seçiminde CHP 25 senatör ve 1 milletvekili, AP ise 27 senatör ve 5 milletvekili çıkardı.

-23. Kurultay (27 Kasım 1976) öncesinde parti içi tartışma ve gruplaşmalar yoğunluğunu daha da artırdı. Tüzük değişikliğiyle parti meclisi ve merkez yönetim kurulu kaldırıldı, yerine 21 kişilik ''Genel Yönetim Kurulu'' oluşturuldu. Sosyalist Enternasyonel'e katılım kararı alındı. Ecevit, yeniden genel başkan seçildi. Baykal ekibi genel yönetim kurulu seçiminde varlık gösteremedi, Orhan Eyüboğlu yeniden genel sekreter oldu.

5 Haziran 1977'deki seçimde CHP 213, AP 189 milletvekili kazandı. Ecevit'in kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamadı. Süleyman Demirel başkanlığındaki AP, MHP ve MSP (Milliyetçi Cephe) koalisyon hükümeti de bir süre sonra verilen gensorunun ardından düştü. Ecevit, AP'den istifa eden 11 bağımsızın yanı sıra CGP ve DP'nin desteğiyle yeni hükümeti kurdu. 12 Kasım 1979'a kadar görev yapan bu hükümette CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu başbakan yardımcısı, Deniz Baykal ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. Genel sekreterliğe ise Mustafa Üstündağ seçildi.

-7. Olağanüstü Kurultay (4 Kasım 1978), 29 Kasım'da toplanması planlanan 24. Kurultay için üye yazımının yetiştirilememesi ve Anayasa Mahkemesi'nden alınan uyarı üzerine gerçekleştirildi.



-24. Kurultaya (24 Mayıs 1979), kaldırılan parti meclisinin yeniden oluşturulması tartışması altında gidildi. Ali Topuz ve Deniz Baykal grupları muhalefeti oluşturuyordu. Parti meclisinin yeniden oluşturulması kabul edilmedi. Genel başkanlığa Ecevit seçildi, genel sekreterliği ise Mustafa Üstündağ üstlendi. 14 Ekim'deki ara seçimde 5 milletvekilliğini de AP kazandı. Ecevit istifa etti ve yeni hükümet Demirel tarafından kuruldu.

-8. Olağanüstü kurultay (4 Kasım 1979) Ecevit'in güvenoyu istemi üzerine gidildi. Muhalif Deniz Baykal ve Ali Topuz gruplarının sert eleştirilerine sahne olan kurultayda Ecevit güven tazeledi. Mustafa Üstündağ yeniden genel sekreterliğe getirildi.

12 Eylül Süreci

12 Eylül 1980'de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu, parlamento feshedildi ve siyasi partiler kapatıldı. Ecevit, 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığından istifa etti. Yeni anayasanın kabulünün ardından Anavatan Partisi (ANAP), Milliyetçi Demokrat Parti (MDP), Halkçı Parti (HP) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu. Veto engelini aşan üç partinin (ANAP, MDP ve HP) katıldığı seçimlerde, Turgut Özal liderliğindeki ANAP tek başına iktidara geldi.

''Solda birlik'' adı altında yürütülen görüşmelerin ardından HP'nin adı Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) olarak değiştirildi ve SODEP ile HP bu çatı altında birleşti. Genel başkanlığa önce Aydın Güven Gürkan, daha sonra Erdal İnönü seçildi. Bu süreçte Rahşan Ecevit'in başkanlığında Demokratik Sol Parti (DSP) kuruldu.

12 Eylül'den 7 yıl sonra yapılan referandumla siyasi yasaklar kalktı. Bülent Ecevit DSP, Süleyman Demirel DYP, Alparslan Türkeş MÇP ve Necmettin Erbakan da RP'nin genel başkanlığını üstlendi. 29 Kasım 1987'de yapılan seçimlerde ANAP 292, SHP 99, DYP 59 milletvekili çıkardı.

SHP'nin ikinci kurultayında Erdal İnönü yeniden genel başkan seçildi, Deniz Baykal ise genel sekreter oldu. 26 Mart 1989'daki yerel seçimlerden SHP birinci parti çıktı. Bundan üç yıl sonra yapılan kurultayın ardından SHP'den ayrılan 10 milletvekili, Fehmi Işıklar başkanlığındaki Halkın Emek Partisi'ni (HEP) kurdu. SHP'de genel sekreter Deniz Baykal ile arkadaşlarının istifası üzerine olağanüstü kurultaya gidildi. Erdal İnönü yeniden seçildi, Hikmet Çetin genel sekreter oldu. Daha sonraki kurultayda ise Baykal ekibi parti meclisine girmeyi başardı.

20 Ekim 1991'de yapılan seçimlerde DYP 178, SHP 88 milletvekili çıkardı. HEP'in SHP listelerinden seçime girmesi uzun süre tartışıldı. 20 Kasım'da, Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Erdal İnönü başbakan yardımlığını, Hikmet Çetin ise Dışişleri Bakanlığını üstlendi. SHP'de, İnönü-Baykal çatışması sürecinde gidilen olağanüstü kurultayda İnönü yeniden seçildi. Genel sekreterliğe ise Cevdet Selvi getirildi.


CHP'nin Yeniden açılışı

12 Eylül döneminde kapatılan partilerin açılmasına olanak sağlayan yasa, 19 Haziran 1992'de TBMM'de kabul edildi.

-CHP'nin 25. Kurultayı 9 Eylül 1992 yapıldı. 1979'daki 24. Kurultay delegeleriyle yapılan bu kurultayda genel başkanlığa SHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal seçildi. CHP'nin genel başkanlığını üstlenen 4. isim olan Baykal, 11 Eylül'de SHP'den istifa etti. CHP, 21 milletvekili ile TBMM'de grup kurdu. Parti genel sekreterliğine Ertuğrul Günay seçildi.

Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının ardından, 16 mayıs 1993'de, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi ve DYP'nin başına ise Tansu Çiller geçti. Çiller, 25 Haziran'da SHP ile koalisyon hükümetini kurdu. SHP'de genel başkanlık koltuğuna Murat Karayalçın oturdu. SHP-CHP arasındaki ''birleşme'' sürecinde Hikmet Çetin'in genel başkanlığında uzlaşıldı.

-18 Şubat 1995'deki 26. Kurultay birleşmeye yönelikti. SHP, CHP'ye katıldı ve genel başkanlığa Hikmet Çetin seçildi. Çetin, CHP'nin 5. Genel Başkanı oldu. Bu süreçte partiden ayrılan Ertuğrul Günay'ın yerine Adnan Keskin genel sekreterliğe seçildi.

-27. Kurultaya (9 Eylül 1995) genel başkanlık tartışmaları altında girildi. Murat Karayalçın ile Deniz Baykal arasındaki yarışın galibi Baykal oldu. Adnan Keskin'in genel sekreter olduğu kurultayda, İsmail Cem ve Hasan Fehmi Güneş listeyi delerek parti meclisine girdi.

DYP-CHP koalisyon hükümeti, Çiller ile Baykal arasında uzlaşmaya varılamaması üzerine bozuldu. Çiller'in daha sonra kurduğu azınlık hükümeti de güvenoyu alamadı. Baykal ile Çiller, erken seçim koşuluyla yeni hükümeti kurdu.

24 Aralık 1995'de yapılan seçimden Refah Partisi (RP) birinci çıktı. Necmettin Erbakan'ın hükümeti kurma girişimleri başarılı olamadı. Bunun üzerine Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP-DYP hükümeti kuruldu, ancak Çiller-Yılmaz anlaşmazlığı yüzünden bozuldu. Ardından, Erbakan başkanlığındaki RP-DYP koaliyonuna gidildi. MGK'nın ''28 Şubat kararları'' ve sonraki süreçte hükümet istifa etti. DYP'den ayrılanlar Demokrat Türkiye Partisi'ni (DTP) kurdu. Mesut Yılmaz'ın başkanlığındaki ANAP-DSP-DTP koalisyonuna, CHP de dışarıdan koşullu destek verdi. CHP'nin ısrarı üzerine erken seçim kararı alındı.

CHP Meclis dışı kaldı, Baykal İstifa etti

-28. Kurultaya (23 Mayıs 1998) erken seçim tartışmaları altında gidildi. Baykal, yeniden genel başkanlığa seçildi. Yolsuzluk iddiaları ve Türkbank ihalesine ilişkin gensoruyla Yılmaz hükümeti düştü. Ecevit'in başkanlığındaki DSP azınlık hükümetiyle seçime gidildi. 18 Nisan 1999'daki seçimde CHP Meclise giremedi, DSP 136 milletvekili çıkardı. Baykal, seçim yenilgisinin ardından genel başkanlıktan istifa etti. Cevdet Selvi genel başkan vekilliğine getirildi ve olağanüstü kurultay kararı alındı.

Seçimlerin ardından Ecevit'in başkanlığındaki DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti kuruldu.

-9. Olağanüstü Kurultay 22 Mayıs 1999'da yapıldı. Altan Öymen, Hasan Fehmi Güneş, Murat Karayalçın, Ertuğrul Günay ve Hurşit Güneş arasındaki yarışın galibi Öymen oldu. Parti meclisine seçilenler istifa etti.

-10. Olağanüstü Kurultayda (26 Haziran 1999) parti meclisi için seçim yapıldı. Hiziplerin liste savaşına sahne olan kurultayda, Baykal ekibi 60 kişilik parti meclisinde çoğunluğu ele geçirdi. Genel sekreterliğe Tarhan Erdem getirildi.

-11. Olağanüstü Kurultay 30 Eylül 2000'de toplandı. Baykal; Altan Öymen, Hasan Fehmi Güneş ve Sefa Sirmen arasındaki mücadeleden galip çıktı, 15 ay sonra yeniden genel başkanlık koltuğuna oturdu. Bu süreçte, RP'nin yerine kurulan Fazilet Partisi (FP) de 22 Haziran 2001'de Anayasa Mahkemesince kapatıldı, Erbakan ve bazı yöneticilere siyasi yasak getirildi.

-29. kurultayda (30 Haziran 2001) Deniz Baykal, rakipleri Ertuğrul Günay ve Birol Başaran karşısında koltuğunu korudu. Kurultayda tüzükte bazı değişiklikler yapılarak genel başkan adaylığı zorlaştırıldı. Bu süreçte, 14 Ağustos 2001 tarihinde AK Parti kuruldu. DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti erken seçim kararı aldı.

-30. Kurultaya (24 Ekim 2003) Deniz Baykal tek aday olarak katıldı ve sandığa giden 1089 delegeden 973'ünün oyunu aldı. 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde AK Parti tek başına iktidara geldi. DSP'nin parlamento dışı kaldığı seçimde, CHP 178 milletvekili ile anamuhalefet partisi konumuna geldi.

-12. Olağanüstü Kurultay (3 Temmuz 2004) muhaliflerin tüzük kurultayı toplama girişimi üzerine gerçekleştirildi. Baykal'ın güvenoyu istemi doğrultusunda yapılan kurultay seçimsiz gerçekleştirildi. Bazı üyeler bu kurultayın iptali için dava açtı.

-13. Olağanüstü Kurultayda (29-30 Ocak 2005) Deniz Baykal, rakibi Mustafa Sarıgül'ün karşısında galip çıktı.

-31. Kurultayda (19 Kasım 2005) muhaliflerin tüzük değişikliği önerisi reddedildi. Baykal, geçerli 1158 oyun tamamını alarak yeniden genel başkan seçildi.

-32. Kurultayda (26 Nisan 2008), Deniz Baykal'ın karşısında tek aday olarak Haluk Koç vardı. Baykal, kurultayda genel başkanlık koltuğunu korudu.

-14. Olağanüstü Kurultay 21 Aralık 2008'de toplandı, partinin tüzük ve programında değişiklikler yapıldı.

Baykal, görüntülerinin yer aldığı iddia edilen kaset ve daha sonraki süreçte, 10 Mayıs 2010'da CHP Genel Başkanlığından istifa etti. Parti Meclisi Cevdet Selvi'yi genel başkan vekilliğine getirdi. Partinin 33. Kurultayına kısa süre kala CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlığa aday olacağını açıkladı. Kılıçdaroğlu, bu göreve seçilmesi durumunda CHP genel başkanlığını üstlenen 7. isim olacak.


http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/146654/CHP_bugune_kadar_6_baskan_gordu.html


***

29 Aralık 2015 Salı

CHP'nin Erbakan'la flörtü: MSP ile koalisyonu unuttunuz mu?





CHP'nin Erbakan'la Flörtü:  
MSP ile koalisyonu unuttunuz mu?




Son ucube kurtuluş Projesi: CHP-Saadet koalisyonu

Kaya Ataberk

Deniz Baykal yine öyle bir açıklama yaptı ki, siyaset sahnesi bir kez daha ibretle dalgalanıverdi. Çarşaf açılımı, Kemalizme ihanet, Gürsel Tekin’in Kürt-İslamcı çıkışlarıyla uzlaşma derken bu kez de CHP, bizzat genel başkanının ağzıyla kendisine en yakın gördüğü ve koalisyon yapmayı düşündüğü partinin Milli Görüşçü Saadet Partisi olduğunu açıkladı. Gerçi Baykal “AKP ile koalisyon yapmaktansa Saadet Partisi ile koalisyon kurmayı tercih ederim”diyerek bir anlamda AKP-Saadet mukayesesine girişmiş gibi görünüyor. Ama aslında Saadet Partisi üzerine yapılan “solcu” değerlendirmelerin esas yanlışının bu dengesiz mukayeseden kaynakladığını anlamaktan ne kadar uzak olduğunu da gösteriyor.












Deniz Baykal yine öyle bir açıklama yaptı ki, siyaset sahnesi bir kez daha ibretle dalgalanıverdi. 
Çarşaf açılımı, Kemalizm’e ihanet, Gürsel Tekin’in  Kürt-İslamcı çıkışlarıyla uzlaşma derken bu kez de CHP, bizzat genel başkanının ağzıyla kendisine en yakın gördüğü ve koalisyon yapmayı düşündüğü partinin Milli Görüşçü Saadet Partisi olduğunu açıkladı

Bilindiği gibi bu Saadet hayranlığı CHP açısından bir ilk değil. Yaşananlar herkese olduğu gibi bizlere de 1974 yılının CHP-MSP koalisyonunu ve sonuçlarını hatırlattı. 14 Ekim 1973 seçimlerinin ardından dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit hükümeti kurmak için görevlendirilince soluğu Erbakan Hoca’nın yanında almıştı. CHP ile MSP’nin sekiz ay kadar süren koalisyonu aslına bakılırsa CHP’nin Şeriatçı harekete en büyük hediyesi olarak da değerlendirilebilir. bu sekiz aylık süreç içinde Milli Görüşçüler kendi ifadeleriyle“davada mesafe kat etmeyi”, “meşruiyet kazanmayı” sağlamışlardı. Özellikle ilk göz ağrıları olan Milli Nizam Partisi’nin kapatılmasının ardından CHP ile koalisyon Şeriatçı harekete ilaç gibi gelmişti!

Bu sekiz aylık dönem içinde MSP’liler imam hatip liselerinin orta kısımlarının açılması ve mezunlarının her fakülteye girebilmesi gibi bir çok icraatı kâr hanelerine yazmışlardı. koalisyonun dağılmasının ardından da AP-MHP-MSP koalisyonları (MC hükümetleri) dönemleri başlamıştı. Bu aşırı sağ bloğun kurulabilmesi de CHP’nin yaptığı hatanın sonucu olmuştu. Aynı dönem Türkiye’de sola karşı faşist katliamların başladığı ve Şeriatçı hareketin ilk kez tutunmaya başladığı yıllar olmuştu.

Günümüze geri dönersek CHP’lilerin geçmişi çok çabuk unuttuğu ya da umursamadığı görülüyor.

Diğer taraftan taktiksel açıdan değerlendirirsek Baykal’ın bu açıklamayı AKP’yi yıpratma politikası yürütmek için yapmış olmadığı açıktır. İşin kökeninde Türkiye’nin “sol” partilerinin genel hastalığının ortaya konuşu var. Bu anlayış solcu seçmene her zaman der ki; “Biz iktidar olamayız, olsak bile ancak bu bir koalisyon olabilir”. Bu da özünde iktidar olamamanın değil iktidar olmak istememenin teorisidir. Gerçekten de Türkiye belki de dünyada solun gelişmesi için tüm nesnel koşulların mevcut olduğu ülkelerin en başında geliyor. Sonuçta gerçekten solcu ve Ulusal Kurtuluşçu bir hareketin halk arasında kök salması için sadece çalışması gerekmektedir. Fakat bizim “ Solcularımız ” gerçekten solculuk yapmaya başladıkları andan itibaren iktidar yolunun bir anda açılacağını bildikleri için buna asla yanaşmazlar. Öyle iktidar olup da ABD’yle, Kürt istilasıyla kim uğraşacak? Bırakırlar ülkeyi sağcılar, faşistler, Şeriatçılar yönetsin kendileri de partilerini yönetsinler... Vatandaş da ne yaparsa yapsın...

Bu son ucube kurtuluş projesi de bu kaçışın bir başka ifadesi. Herhalde dünyanın hiçbir ülkesinde bu tip açıklamalarla, iktidara alternatif olarak, onun benzerini sunan bir muhalefet de olmamıştır bugüne kadar. Ama Türkiye’de olur. Bunu yaparken de Şeriatçılar, “ İyiler ” ve “ Kötüler ” olarak ikiye de ayrılır, yılların sol düşmanı akımlarından solculuk da umulur, ABD’nin Tezgâhlarında üretilen gericiliklerde antiemperyalizm keşfedilmeye de çalışılır.

Bir kısım ilericimiz de “bak ne güzel, artık Saadet de solcu oldu, CHP’yle de koalisyon yapsınlar, AKP’den kurtulalım” fantezisine kapılır. Tabii ne CHP’yle Saadet’in bu kadar oy alacağı var, ne de bu koalisyonun olacağı ama gene de birileri için iş yapmaktansa oyalanmak daha güzel olduğu sürece böyle ucubeler daha çok üretilir…

Saadet’ten sol üretmek…

Geçenlerde Milliyet’ten Mehmet Tezkan, Numan Kurtulmuş’un ne kadar “solcu” olduğunu yazdı. SP Genel Başkanı, öyle konuşmuştu ki, antiemperyalist solcu liderlere benziyordu Tezkan’a göre…
Tabiu bu yeni bir tez değil. Aslında Numan Kurtulmuş’la da bir ilgisi yok. Cumhuriyet gazetesi ve Vural Savaş gibi isimler de içinde olmak üzere bazı zevat daha önceden de Erbakan’ın ne kadar ulusalcı olduğunu, ABD ve İsrail karşıtı olduğunu iddia etmişlerdi. Bugünkü kampanyanın bir benzerini yapmışlardı. Aynı filmi bugün bize yeniden izlettiriyorlar. Saadet’te “ulusalcılık” keşfedenler, bugün keşiflerine bir de “solculuk” ekliyorlar.
Saadet’in “solculuğuna” kanıt olarak sunulanlar da ayrı bir âlem… Numan Kurtulmuş; “Üç tane sakallı ve başörtülünün cipe binmesi fakirleşmemizi örtmüyor. Böyle söyleyince ben de solcu mu oluyorum?” demiş. Biz cevabını verelim. Numan Kurtulmuş’un içi rahat edebilir, tabii ki solcu falan olmuş değil. Kapitalist düzene karşı halkçı ve devletçi bir çözüm önermediğine göre solculuğun yakınından uzağından geçme ihtimali yok. Yaptığı en bayağısından bir laf ebeliğidir. Kurtulmuş’un bahsettiği yeşil renkli burjuvaziyle arasında tek bir çelişki varsa o da eskiden onların oylarını ve desteğini SP alırken, artık AKP’nin alıyor olması… Fakat bunun böyle olması da Numan Kurtulmuş’un bu tarz basit bir eleştiri getiriyor olması da SP’nin sola intikaline neden olamaz.






























Bilindiği gibi bu Saadet hayranlığı CHP açısından bir ilk değil. Yaşananlar herkese olduğu gibi bizlere de 1974 yılının CHP-MSP koalisyonunu ve sonuçlarını hatırlattı. 
14 Ekim 1973 seçimlerinin ardından dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit hükümeti kurmak için görevlendirilince soluğu Erbakan Hoca’nın yanında almıştı.




Şimdi hatırlayalım. 

Erbakan’lı yılların Milli Görüşü de yıllarca bir “adil düzen” tutturup gitmişti. Fakat buna rağmen ne o sakallı, çarşaflı burjuvaziden ne de ABD-Suudi sermayesinden uzak kalmıştı. Diğer faşist eğilimli hareketler gibi Türkiye’deki Şeriatçılık da bilindiği gibi çarpık bir sistem eleştirisini bünyesinde taşımıştır. Burada zamanında Refah Partisi’nin yükselişinde de bunun payı vardır ardından gelen dönemde AKP faşizminin kuruluşunda da… Bunlar ezilenlere oynayan ama ezilenleri kendisine angaje ettikten sonra ezmeye devam eden hareketler olmadılar mı? Siz Refah-Saadet çizgisinin antikapitalist demagojisiyle, sözde mağdurculuğuyla AKP’ninki arasında bir fark görebiliyor musunuz?
Numan Kurtulmuş’un “solcu” açıklamalarını eleştiren de AKP’li Akif Beki oldu. Tabii onun solculuk üzerine ürettiği o fikir incileri de üzerinde durmaya değmeyecek kadar sığ. Beki kısaca Kurtulmuş’un solcu olamayacağı üzerinde durmuş. Fakat önemli olan şey şu ki Türkiye’de solculuk tartışmasının sağcılar, Şeriatçılar arasında yapılıyor! Biz sağcıların düzeysizliğinden dem vuruyoruz ama bir taraftan da solcularımızın aczini görmek zorundayız. Bir tane solcu da çıkıp “kardeşim solculuktan size ne?” diyemedi! Solla yakından uzaktan alakası olmayan iki isim bu kadar rahat solculuk tartışacak cesareti buluyorsa, sol geçinenler de burada iki taraftan zayıf olanını solcu ilan etmek dışında olaya katılamıyorsa “sol” adına bir şeyleri sorgulamanın da vakti gelmiştir sanırız ki.


Milli Görüş - AKP: Kopuş mu süreklilik mi?


Saadet’ten solculuk ve ulusalcılık umanların ana tezi aslında AKP’nin Milli Görüş çizgisiyle bir kopuş yaşayarak ortaya çıktığıdır. Bunlara göre antiemperyalist ve milli özellikler taşıyan Erbakan hareketinden ayrılan AKP, gayri milli ve işbirlikçi bir Şeriatçılık yapmaya başlamıştır. Daha önceden ABD’ye ve Siyonizme karşı olan İslamcılık AKP’yle beraber değişime uğramıştır.
Tabii bu tezleri çürütmek için AKP’nin neden ve nasıl ortaya çıktığının ortaya konması bile yeterli olacaktır. AKP hiç de öyle Şeriatçı hareketin iç dinamikleriyle yaşadığı bir ayrılık sonucu, istenerek kurulmuş bir parti değildir. Yani AKP’lilerin fikir ayrılığı sonucu Milli Görüşü terk etmeleri gibi bir durum yoktur. 28 Şubat sürecinin sonunda RP kapatılıp, Erbakan da siyasi yasaklı olunca birileri ister istemez farklı bir yöntemle Şeriatçılığı, Milli Görüşçülüğü sürdürme yolunu seçmişti. Ortada istekli bir kopuş değil zorunlu bir ayrılık vardır aslında.
Daha önceden Milli Görüşün ideolojik duruşunu simgeleyen Şeriat, türban ve çarşaf bugün de AKP tarafından aynen savunuluyor. Bunların Türkiye çapındaki hâkimiyeti için mücadele ediliyor. Milli Görüş’le, AKP arasında düşmanları konusunda da bir süreklilik var. Atatürk’e, ulusa ve sola karşıtlık, düşmanlık üzerine kurulan Milli Görüş çizgisi aynı düşmanlara karşı mücadelesine AKP’de devam ediyor!
Aynı şekilde iki hareket arasında Türklüğü dışlama özelliği de önemli bir süreklilik öğesi olarak korunuyor. Burada da özellikle Kürtlük, Türklüğün karşıtı olarak savunulup, ön plana çıkarılıyor. Geçmişte Refah döneminde PKK kamplarına giden Milli Görüşçü milletvekillerinden, AKP’nin Kürt açılımına kadar burada da değişen bir şey yok.
İşin daha da ilginç yanı dayanılan sosyo-ekonomik grup açısından da bir değişiklik yok. Bugün “İslamcı solculuk” tartışmalarının odağını oluşturan yeşil burjuvalar o zamanlar Milli Görüş’ün destekleyiciliğini üstlenip palazlanırken, bugün de AKP’nin en önemli dayanaklarını oluşturuyorlar, şu farkla ki bugün duruma daha hâkimler. Şeriatçılığın oy tabanında yer alan yoksul kesimler ise yine aynı konumlarını ve sömürülme durumlarını koruyorlar. Bir taraftan yeşil burjuvaziyi kendilerinden sayarak bunların faşist hegemonyasına rıza gösteriyorlar, diğer taraftan daha da yoksullaşmaya ve ezilmeye devam ediyorlar.
Emperyalizmle ilişkiler açısındansa bizim “ilerici” zevatın gözlerini kapattığı tarihimiz çok önemli. Kurtuluş Savaşı yıllarındaki İngiliz işbirlikçisi Şeriatçı ayaklanmalardan, Yunan uçaklarıyla dağıtılan Kuvayı Milliye karşıtı fetvalardan, Kanlı Pazar gibi Amerikancı katliamlara, oradan da AKP işbirlikçiliğine kadar değişen hiçbir şey yok. Bilirsiniz PKK son dönemlerde hiç ABD’ye karşı çıkmamakla övünüyor. Aynı gururu Milli Görüşle, Şeriatçılarla paylaşmak zorundadırlar. Bu topraklarda tek bir sağcının ya da Şeriatçının tek bir ABD karşıtı eylemine rastlanmamıştır ve rastlanmayacaktır.
En nihayetinde; esas önemli süreklilik kadro sürekliliğidir. Bugün AKP faşizmini çekip çeviren isimlerin tümü de Tayyip, Gül ve Arınç başta olmak üzere Milli Görüş okulundan yetişmedirler. Yani karşımızda aynı adamların, aynı mantıkla, aynı destekçilerle, aynı dayanak noktalarıyla örgütlediği hareketler vardır. Ortada bir kopuş değil açık bir süreklilik vardır.


Saadet tartışması ve CHP’nin son kullanma tarihi


Tartışmanın sonucuna varmak istediğimizde yine başına ulaşıyoruz: CHP meselesine...
Şimdi her şeyi yerli yerine koymaya çalışalım. Türkiye’de Amerikancı, Şeriatçı ve faşist bir rejim AKP eliyle kuruluyor. Bu yolda da hayli önemlere hedeflere ulaşmış durumdalar. Burada biliyoruz ki siyasetteki karşıtlıklar da kutuplaşmalardan oluşur. Yani bir tarafta faşist, Şeriatçı bir iktidar varsa onun karşıt kutbu olarak da solcu, laik bir alternatifin oluşması gerekir.
Gel gelelim bugünkü Türkiye siyasal arenasında AKP’nin alternatifi olarak karşımıza Saadet Partisi gibi bir başka sağcı, Şeriatçı parti çıkarılmaktadır. Hem de bu antiemperyalizm hatta ulusalcılık ve solculuk adına yapılmaktadır. Gayri milli ve faşist bir rejimin örgütleyicisi AKP’nin karşısına konulacak alternatif olarak “aman oyları bölünmesin” denilen CHP’yi koymak kimsenin aklına bile gelmemektedir!
Burada kimse, CHP bir kenara bilinçli olarak atılıyor, CHP’ye haksızlık ediliyor zannetmesin. CHP’yi kulvar dışı bırakan, yıllardan beri Altı Ok yolunun uzağında durmakla tanımlanabilecek kendi tavrıdır. Yani CHP kendi kendisini ekarte etmiş, son kullanma tarihini doldurmuş bir parti konumundadır. Geniş halk kesimlerinin ihtiyaçlarına seslenemeyen ancak eğitimli orta sınıfların yaşam tarzının korunmasına ve sınırlı da olsa parti çevresinde kümelenmiş çıkarcıların rant sağlamasına çalışan bir çürümüş siyasal yapı konumundadır. CHP öyle bir konumdadır ki artık insanların aklına sol ve ulusallık denilince Saadet Partisi kadar bile gelememektedir.
Peki bunun faturasını iktidar olamayan, her gün güç kaybeden CHP mi ödüyor? Tabii ki hayır! Faturayı millet ödüyor. CHP’nin zaten kaybedecek bir şeyi kalmadı.


Ulusal Parti geldi, sahte umutlar zail oldu!


Ama bu hep böyle mi gidecek derseniz; tabii ki hayır. AKP faşizmini yıkmak için biz nerede durmamız gerektiğini biliyoruz.  Bugün AKP’yi yıpratmak için Saadet’ten medet umanların da AKP Şeriatçılığını bir başkasıyla savuşturma fikrini siyasal deha ürünü kabul edenlerin de artık hiçbir şansı yok.
Kutuplaşmaları siyasal hayatta da nesnel koşullar yaratır. Türk düşmanlığının, Cumhuriyet yıkıcılığının, Şeriatçı faşizmin zıt kutbunun Türk milliyetçisi, Cumhuriyetçi, solcu, anti emperyalist ve laik bir kutup olduğunu söylemenin bu nedenle tek başına çok anlamı yoktur. Bu zaten sürecin getireceği bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun sonunda da Saadet hayranı “ Solculuk ” ve “ Ulusalcılık ” zaten kendiliğinden çöker.

Ama artık Türkiye’de her şeyin anlamını değiştirecek örgütlenme başladı. Atatürkçülük ve Altı Ok’un gerçek sahibi geliyor. Ulusal Parti kaybedilenleri geri almaya geliyor. Faşizmi, şeriatçılığı, emperyalizmi bu ülkeden sürmeye geliyor. Halkçı, milliyetçi, Atatürkçü Türkiye’yi kurmaya geliyor.
Bu iradenin karşısında, bu cisimleşmiş devrimci fikrin karşısında durabilecek bir ucube olabilir mi?
Buyursun CHP 1974 yılının gaflet ve dalaletinde ısrar etsin. Aynı tahribatı bakalım bu sefer yapabilecekler mi?
Hodri meydan!



..

5 Aralık 2015 Cumartesi

Apo’yu İpten Kurtaran DSP., ANAVATAN, MHP ve Devlet Bahçeli’dir!





Apo’yu İpten Kurtaran DSP., ANAVATAN, MHP ve Devlet Bahçeli’dir!




MHP’nin ihaneti  ve gerçek milliyetçiliğin doğuşu





















Ulusal Parti’nin başlattığı yeni kampanya ile tüm Türkiye’nin sokakları Türk’ün sesiyle çınlamaya başladı. Artık sokaklarda yepyeni bir gündem var.
Ulusal Parti standına her siyasi görüşten, her partiden vatandaş geliyor. Şu bir gerçek ister AKP’ye, ister CHP’ye, ister MHP’ye oy vermiş olsun, kendini Türk hisseden herkes idam cezasının geri gelmesini, Apo’nun asılmasını istiyor.
Türk siyasi hayatında artık yeni bir saflaşma yaşanıyor: Türklüğe bağlı olanlar ve karşı olanlar...

Bu yüzden eski partilerin seçmenleri, üyeleri ve hatta yöneticileri bile Ulusal Parti’yi büyük ilgiyle karşılıyor. Kendi partilerinin ihanetleri onları yeni arayışlara yöneltiyor.

Geçmişte yaşanan ihanetler adeta halkımızın boynuna zincir, ayaklarına pranga oldu. Herkes geçmişte verilen sözleri bize hatırlatıyor. Kimisi “ Asamazsınız, ABD izin vermez ” diyor. Kimisi “ Sizin dediğinizi MHP de demiyor mu? Onlar da Apo asılsın diyor ama asamadılar.”

Samimi bir eski ülkücü hayıflanıyor: “Siz Asın valla sizden olacağım. Bizimkiler sözünü tutamadı, asamadı.”

Şu gerçek herkesçe iyi bilinmelidir. MHP asamadı değil!
Asmadı, astırmadı.

MHP Apo’yu asmanın değil, astırmamanın partisiydi.
Bu amaçla 1999’da iktidara getirilmişti.
Türk milliyetçiliğini yok etmek, halkın milliyetçiliğe olan güvenini ortadan kaldırmak için bu parti elinden gelen her şeyi yaptı.


İşte Apo’yu asmama belgesi Altında Bahçeli’nin imzası var!
































Apo’nun idam kararı TBMM’ye sevk edilmek üzere Başbakanlığa gönderildi. Ama bu dosya Başbakanlık’tan TBMM’ye asla gönderilmedi. Tam 3 yıl boyunca dosya hasıraltı edildi. Bu Türkiye tarihinde bir tektir. Apo’ya bu iltimas ve kıyak dönemi boyunca MHP iktidardı.
Dosyayı Meclise getirmek için tek bir eylem yaptılar mı? Kıllarını kıpırdattılar mı? Hayır! Tersine dosya başbakanlıkta kalsın diye ellerinden geleni yaptılar.
12 Ocak 2000 tarihinde Başbakanlıkta kritik bir toplantı yapıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon ortakları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz tam 7,5 saat boyunca Apo’nun idamıyla ilgili dosyayı görüştü. ABD ve AB idama karşıydı. Koalisyonun temel hedefi ise AB’ye katılmaktı. Her üç lider mutabakata vardı. Bu yazılı olarak zapta geçildi. A­po’nun idam dosyası Meclis’e getirilmeyecekti.



İhanetin kısa tarihçesi,




MHP yönetimi özellikle son günlerde yeniden idamdan bahsediyor. DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde diğer partilere sözlerini dinletemedikleri için idam edemediklerini ileri sürüyorlar.
Birincisi MHP mağdur değildir. Tersine şehit ailelerini ve Türk milletini mağdur etmiştir. Apo’yu kurtarmışlardır. Hem de tek bir sloganla, “asacağız” diye milyonlardan oy toplamalarına ve iktidara gelmelerine rağmen.
İkincisi idamın kaldırılması MHP’ye rağmen değil, MHP sayesinde gerçekleşmiştir. Bu gerçek çok iyi algılanmalıdır. Çünkü “MHP bile asamadı” söylemi halkımızı yılgınlığa sevk etmek için sürekli öne sürülmektedir.
Yakın tarihi hatırlayalım. 16 Şubat 1999’da Kenya’da teröristbaşı bordo bereliler tarafından yakalandı. Tam da bu süreçte Türkiye seçim sürecine girdi. İktidarda DSP-ANAP koalisyonu vardı. Bu iki parti Apo’nun yakalanmasının primini seçimlerde toplamayı hesaplıyordu.
Bir diğer parti MHP ise tek bir sloganla seçimlere giriyordu: “Apo’yu asacağız!” Ve bu sayede oylarını neredeyse üçe katlayarak tarihinde görmediği büyük bir seçim zaferi kazandı.
18 Nisan 1999’da DSP-MHP-ANAP koalisyonu kuruldu. Bu üç partiyi iktidara taşıyan dalga ulusalcılıktı. Oysa her üç parti çok daha gizli bir gündemi savunuyordu: İdamı kaldırmak ve AB’ye üye olmak.
Abdullah Öcalan’ın yargılanmasına 31 Mayıs 1999’da başlandı. İmralı’daki mahkeme 29 Haziran 1999’da son buldu. Karar oybirliğiyle idamdı. Hiçbir hafifletici neden ve indirim de söz konusu değildi.
Yargıtay kararı 25 Kasım 1999’da onayladı.
Karar TBMM’ye sevk edilmek üzere Başbakanlığa gönderildi.
İşte bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en utanç verici sayfaları dönemin iktidarı tarafından yazılmaya başlanacaktı.
Bu dosya Başbakanlık’tan TBMM’ye asla gönderilmeyecekti. Oysa kanunlar açıktı. İdam cezasının infazı için dosyanın Meclis’e getirilip oylanması şarttı. Tam 3 yıl boyunca dosya hasıraltı edildi.
Bu Türkiye tarihinde bir tektir. Apo’ya bu iltimas ve kıyak dönemi boyunca MHP iktidardı.
Dosyayı Meclise getirmek için tek bir eylem yaptılar mı?
Kıllarını kıpırdattılar mı?
Hayır!
Tersine dosya başbakanlıkta kalsın diye ellerinden geleni yaptılar.
12 Ocak 2000 tarihinde Başbakanlıkta kritik bir toplantı yapıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon ortakları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz tam 7,5 saat boyunca Apo’nun idamıyla ilgili dosyayı görüştü.
ABD ve AB idama karşıydı. Koalisyonun temel hedefi ise AB’ye katılmaktı. Her üç lider mutabakata vardı. Bu yazılı olarak zapta geçildi. Apo’nun idam dosyası Meclis’e getirilmeyecekti.
Çıkışta onlarca tv kamerası üç lideri bekliyordu. 70 milyon canlı olarak liderlerin aldıkları bu kararı dinledi.
Şimdi Devlet Bahçeli hangi yüzle milliyetçilikten bahsetmektedir?
“Apo’yu bize astırmadılar” sözü tamamen yalandır. Siz hep birlikte astırmadınız.

DSP-MHP-ANAP’ın Ulusal Programı

Şimdi sözü Devlet Bahçeli’ye bırakalım. Böylelikle hiçbir MHP’li bizim iftira attığımızı ileri süremez. Aşağıdaki sözler Devlet Bahçeli’nin 25 Haziran 2002’de Ertuğrul Özkök ile yaptığı röportajdan.
Bu tarihlerde kimilerinin ulusalcılık şampiyonu ilan ettiği dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer AKP dâhil AB’ye üyeliği destekleyen tüm partileri köşke topla-
mış, bir tek MHP bu toplantıya çağrılmamıştı. Tüm Türkiye idam meselesi yüzünden koalisyonun çatırdayacağını düşünüyordu.
Oysa bakın Devlet Bahçeli, Ertuğrul Özkök’e ne kadar kesin konuşuyor. 25 Kasım 1999 tarihinden itibaren Apo’nun idamının büyük bir rezaletle Başbakanlıkta saklanmasının nedeninin kendi imzaları olduğunu nasıl itiraf ediyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre kesinleşmiş idam cezalarının yerine getirilmesi kararı münhasıran TBMM’nin yetkisindedir. Hükümet, TBMM’nin 1984 yılından bu yana yaşama hakkının özüne dokunulmaması yönünde benimsediği uygulamaya saygılıdır. Türk ceza hukukundan ölüm cezasının kaldırılması hususu, şekil ve kapsamı itibariyle TBMM tarafından orta vadede ele alınacaktır.’”
Devlet Bahçeli’nin bahsettiği bu metin DSP-MHP-ANAP’ın AB’ye taahhüt olarak imzaladıkları Ulusal Programın 2.1.8 No’lu bölümünden alıntıdır.
Devlet Bahçeli 25 Haziran 2002’de Ertuğrul Özkök’e neden Apo’yu asamayacaklarını çok açık bir şekilde itiraf etmektedir. Devlet Bahçeli’nin “Apo asılmayacak” taahhüdünün metninin altında imzası vardır.
Bu tarihi bir belgedir. Kimse inkâr edemez. Hükümet olmak için ilk başta bu sözü vermişlerdir.


İşte Belgesi:  Bahçeli idamı kaldırma sözü verdi 





















































“Sözünün eri”, “Mert Başbuğ”

Devlet Bahçeli, Ertuğrul Özkök ile röportajında konuyu hep devlet adamlığı ciddiyetine getiriyor ve idamla ilgili verdikleri sözü tutmak zorunda olduklarını belirtiyor:
“Bir, bizim ölüm cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik. Buna sadığız. İki, idam cezasının kaldırılmasını orta vadeli bir karar olarak ilan ettik. Buna sadığız.”
“Sözünün eri” devlet adamımız ABD ve AB’ye verdikleri sözü tutmak için her şeyi yaptı.
Peki ya, seçim meydanlarında 70 milyon Türk halkına verdikleri “asacağız” sözüne ne oldu?
“Devlet adamı ciddiyeti” burada işlemiyor muydu?
Devlet adamlığı ABD ve AB’ye karşı “ciddi”, halka karşı ciddiyetsiz olmak mı?
Röportajda Ertuğrul Özkök Devlet Bahçeli’ye öylesine içten ve net sorular soruyor ki, o gün verdiği yanıtlardan Devlet Bahçeli bugün asla kıvırtamaz.
Özkök “kötü durum” senaryosu olarak şunu merak ediyor:
“Peki, Meclis’e geldiği takdirde, bazı milletvekilleri, biraz da seçim ortamının etkisiyle, ‘Getirin şu dosyayı Meclis’te oylayalım’ derse ne olacak?”
Bahçeli kesin emin. Milletvekillerinin hepsini kontrol altına almış. Asla Apo’yu asmayacaklarını bakın nasıl belirtiyor:
“İdam cezaları uygulanmayacak diyen o moratoryumu kim imzaladı? Altında bizim imzalarımız yok mu? Elbette imzamıza sadık kalacağız.”
Özkök bile bu yanıta şaşırıyor:
“Ya yıl sonunda AB bize tarih vermezse ne olur? Bunun sorumluluğu MHP’nin üstüne yıkılmaz mı?”
Bahçeli kendi partisinden ve siyasi geleceğinden çok AB ve Apo’yu düşünüyor. Bakın ne cesaretli bir yanıt veriyor:
“Siyaset risk alma sanatıdır. İnandığınız bir konuda elbette risk alacaksınız.”
MHP’nin aldığı riskin bedelini şimdi İmralı’daki katilin emriyle her gün şehit edilen Türk gençleri ödüyor.
Adalet Komisyonunda yaşanan rezalet
Bu röportajı internetten herkes okuyabilir. Zaten yakın tarihimiz Devlet Bahçeli’nin ABD ve AB’ye sadık kalma pahasına uyguladığı bu ihanet politikasının sonuçlarını içermektedir.
Bilindiği gibi idam cezasının kaldırılması adım adım oldu.
Önce 3 Ekim 2001 günü Anayasa’nın 38. maddesine ‘savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği’ ifadesi eklendi.
Devlet Bahçeli dâhil tüm MHP bakan ve milletvekilleri bu maddeye evet oyu kullandı. Bu madde “terör suçlarının” idamla cezalandırılıp cezalandırılmayacağı nın düzenlemesini kanun çerçevesinde meclise bırakıyordu. Aslında meclisin ne yapacağı da belliydi.

O dönem SP’den ayrılarak yeni kurulmuş olan AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan çok sinsice bir politika yürütüyordu. Tayyip Erdoğan hükümetin ABD tarafından yıkılacağını biliyordu. Bir an önce başbakan olmak istiyordu. İdam meselesinin buna vesile olması için çalışıyordu. AKP, idamın kaldırılmasının Anayasal olarak hükme bağlanmasını istiyordu. İş Türk Ceza Kanunu (TCK) değişikliğine bırakılmamalıydı.

Hükümet ortakları AKP’nin bu taktiğine koalisyon dağılmasın diye başka bir taktikle yanıt verdi. İdamın kaldırılmasına yönelik idamla ilgili Anayasa değişikliği sınırlı ola-rak yapıldı. Böylelikle idamı tamamen kaldırmak için TCK değişikliğini beklemek ve bu sayede süreci uzatmak mümkün oldu.

Ancak Tayyip Erdoğan 2002 yazında yepyeni bir açıklama yaptı. İdamın kaldırılmasının kanun çerçevesinde yapılmasına artık karşı olmadıklarını belirtti. Bu konuda TCK değişikliği yapılırsa AKP olarak destek vereceklerdi. Böylelikle DSP-ANAP ile MHP arasındaki çatlak derinleşmiş olacaktı.

Bundan sonra TCK’da idamın kaldırılması için TBMM Adalet Komisyonuna teklif getirildi. Burada Türk tarihinin en büyük rezaletlerinden biri yaşandı. MHP’li Mehmet Gül de bunu itiraf etmektedir. Meclisteki Adalet Komisyonunda “Apo’ya af yasası” olarak bilinen idamı kaldıran düzenleme görüşülüyorken; AKP inanılmaz bir taktik adım daha attı. AKP’li milletvekilleri DYP milletvekili Sevgi Esen’in TCK değişikliğindeki “idam ile ilgili hüküm bu sefer için Meclise gelmesin” şeklindeki komisyona getirdiği yeni bir önergeye destek verdiler. Amaç belliydi: Koalisyon ortaklarını birbirine düşürmek.

Devlet Bahçeli’nin birden bire etekleri tutuştu. Komisyondaki MHP’li üyeler AKP önergesine destek verip, TCK değişikliğinde idam maddesini saf dışı etme eğilimindeydiler.

MHP’li üyeler Bahçeli’nin odasına çağrıldı. Odadan çıktıklarında hepsi kıpkırmızı kesilmişti. Mehmet Gül odadan çıkıyorken kendi ifadesiyle gözyaşları içindeydi. Apo’yu kurtarmak ülkücülere nasip olmuştu.

“ Sert Ülkücülerimiz ” komisyonu terk edip gitti. Güya protesto etmek için. Bir tek MHP’li üye Orhan Bıçakçıoğlu ise idamın kaldırılmasının TCK değişikliğinden çıkarılması için verilen önergeye parti disiplinine rağmen evet oyu verdi.
Sonunda önergeye verilen bir MHP’li milletvekili, DYP’li ve AKP’li vekillerin toplam 7 evet oyuna karşı DSP-ANAP ve SP’lilerin 10 hayır oyuyla idamı kaldıran hüküm TCK değişikliğinde aynen kaldı.

Komisyondaki diğer 5 MHP milletvekili ise çekimser oy kullanmış oldular.
Eğer bu “çekimser” ülkücüler oy kullansaydı matematik 12’ye karşı 10 oy olacaktı.
MHP’liler o gün oy kullansalardı idamı kaldıran yasa meclise bile gelmeyecekti.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bunu engelledi.

Sahte milliyetçilerin millete ihaneti

Adalet Komisyonunda bu oyunları oynayan AKP 3 Ağustos’ta idamın kalkması için evet oyu kullanacaktı. Zaten oylamanın sonucu belliydi. Bütün partiler Apo’nun kurtarılmasından yanaydı. DSP-DYP-YTP-SP-AKP-ANAP evet oyu kullandılar.

MHP’liler ise güya şov yapacak ve oy toplayacaklardı. Ancak asıl yaptıkları evetçilere çanak tutmaktı. Çünkü isteseler oturumu engelleyebilirlerdi.
3 Ağustos 2002’de yasa Meclise gelmeden hemen önce, MHP’liler bal gibi Meclisten istifa edip yasayı engeller ve seçime gidebilirlerdi. Ve böyle bir restten sonra asla AKP iktidara bu gücüyle gelemezdi. Kim bilir belki MHP iktidar olurdu.
Ama onlar öylesine Amerikancıydılar ki; idam yasası geçmeden değil, yasa geçtikten sonra meclisi kilitleyip, “hadi seçime gidelim” dediler. Kendi partilerini barajın altına indirme pahasına ABD’ye hizmetlerini tamamladılar.
Böylelikle Türk halkına iki kazık attılar. Hem meclisten idamı geçirttiler, hem de iktidarı hemen AKP’ye teslim ettiler.

Oysa 3 Ağustos’tan önce TBMM’den istifa edebilirlerdi. Bunu yapabilselerdi hem idam yasalaşmaz hem de AKP ezici bir çoğunlukla iktidara gelmezdi. Adeta görünmez bir el onlara bu millet için olabilecek en kötü sonuç için yön vermişti.
Bu elin daha başbakan olmadan önce Tayyip Erdoğan’ı Beyaz Saray’da kabul edip elini sıkan Irak soykırımcısı ve Türk düşmanı George Bush’un eli olduğuna şüphe yok.

Devlet Bahçeli gerçekten de tam bir “devlet adamıydı.” Kendi partisini hezimete uğratmak pahasına Amerikan devleti için en iyi sonucu yarattı.
3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP de geri kalan ihanet yasalarını tamamladı. “Savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri” durumunda idama olanak tanıyan Anayasa’nın 38. maddesini değiştirmek ve idamı anayasal olarak yasaklamak da AKP’ye ve bunu destekleyen CHP’lilere nasip oldu. Apo’yu böylelikle Meclisteki tüm partilerimiz kutsamış oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en büyük ve en eli kanlı vatan haininin hayatını kurtarmak için tüm yasa ve Anayasa maddelerimiz bütün partilerin suç ortaklığıyla değiştirildi. Bu utanç hepsinindir. Ama MHP’nin suçu çok daha büyüktür.