AVRUPA BİRLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AVRUPA BİRLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2017 Salı

AVRUPA BİRLİĞİ GÜNDEMDE !

AVRUPA BİRLİĞİ GÜNDEMDE!


Nurullah AYDIN, 

Ankara


AB için  Referandum yapalım dedik...İşbirlikçiler çok kızdı...Yeni AB raporu üzerine AB tekrar gündeme getiriliyor. Talepleri bitmiyor. Sınır güvenliği için yeni ordu. Sınır ordusu kur. TSK’yı dağıt. Aleviliği din kabul et, Kıbrıs’tan asker çek. Diyor da diyor..

Temel  sorun açık..Yıllardır  bazıları AB diyor. AB üyesi Yunanistan iflasın eşiğinde.

Şimdi  çıkıp, nasıl diyeceksin.. . Bu iş  yanlışmış. Nasıl  diyeceksin?
İnsanın,  yanıldığını kendisine bile itiraf etmesi zordur.
Ancak varlıkları AB desteğine bağlı güruhun yanıldıkları nokta, AB değil. Ya ne? Türkiye'yi  adam edecek bütün güzelliklerin, ancak ve sadece, dışarıdan gelebileceğini  sanmaları..
Ülkeyi kalkındıracak demokrasi standartını yükseltecek, yabancılar kurtarır zannediyorlar. Yanıldıkları  nokta bu.
Zihniyetlerinin  dedeleri de, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ydi. Amerikan mandacılarıydı.
Türkiye illa bir tarafa yaslanma meraklısı çok ülke. Hatta,  başka versiyonlarını da yaşadık, yakın geçmişte...
Bir kısmı  Sovyet'e  sarılmıştı. Batı değişim dönüşümlerle Gorbaçov ile Sovyetleri dağıttı. Dağılan ülkeler hala yalpalıyor. Sosyalistler ayazda  kalakaldılar! Savruldular.
Şimdi de Asyacılar var. Rusya ile Çin’le ittifakta kurtuluşu görenler.
Oysa birçoğu eşitlik derken, Çin, en vahşi patrondan daha kapitalist oldu...
Kimi  daha düne kadar Allah'a bile inanmazken, takke taktı kafasına.
Nereyi  tuttularsa, kurudu!Yabancıların becerebileceğine inandılar ve hala da inanıyorlar....
Bakar  kör çünkü bunlar.  Görmüyorlar. Ama  dünya görüyor...Geçen  yüzyıldan bu yüzyıla ayakta geçmeyi başaran tek ideoloji; bağımsızlıkçı, dengeli ölçülü, çok yönlü ilişkiye dayalı milli ideoloji..
Fransa ve Almanya’nın Türkiye’ye üyelik dışında AB ile başka bir düzlemde ilişki önerdiği Ankara uzun ince yolda yorgunluk hissine kapılırken, İngiliz yayın kuruluşu BBC internet sayfasında her hafta sonu düzenlediği aktüalite testinde bir sorusunu Türkiye’nin AB üyeliği kapsamında formüle etti. 
Nüfus artış hızıyla ilgili soruda, İngiltere’nin 2060’ta 77 milyonluk nüfusuyla AB’nin en kalabalık ülkesi olacağı bilgisi aktarılıyor. Ancak soruda bu öngörünün Türkiye’nin bu tarihte dahi AB üyesi olmayacağı varsayımına dayandığı vurgulanıyor. Sözü geçen tarihte nüfus açısından İngiltere’yi 72 milyonla Fransa’nın izleyeceği belirtiliyor. BBC’nin öngörüsü gerçekleşirse yani Türkiye 2060’ta bile AB üyesi olmazsa Ankara’nın AB macerasının ömrü 100 yılı bulacak.
Genişleyen Avrupa Birliği'nin işleyişini kolaylaştırmayı amaçlayan AB'nin yeni anayasası Lizbon Anlaşması yürürlüğe girdi. Ancak Türkiye'nin katılım müzakerelerinin ilerleyişinde herhangi bir yenilik getirmeyen anayasa, yeni üyelerin AB'ye katılımına imkan verdiği için genişleme politikasının devamı açısından önem taşıyor.
Anlaşma yılda en az 4 kez toplanan AB zirvelerini yönetecek AB Konseyi Başkanı’nın görev süresini 2,5 yılla ve AB dışişleri bakanları toplantılarına başkanlık edecek AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisinin (AB Dışişleri Bakanı) görev süresini 5 yılla sınırlanıyor. 
AB'nin 19 Kasımdaki zirvede her iki koltuğa düşük profilli isimleri ataması Lizbon Anlaşması'yla hedeflenen Brüksel'in güçlendirilmesi ve AB entegrasyonunun hızlandırılması hedefleriyle çelişiyor.
Anlaşmayla karar alma sürecini kolaylaştırmak için getirilen ikili çoğunluk sistemi olarak adlandırılan nitelikli oylama yöntemi, karar alınabilmesi için ülke sayısı dikkate alındığında yüzde 55 ve ülke nüfusları dikkate alındığında yüzde 65 destek bulunmasını gerekli kılıyor. 
2014 yılına ertelenen ikili çoğunluk sisteminin uygulanmasından herhangi bir oylamada herhangi bir üye ülkenin isteğiyle 31 Mart 2017 tarihine dek vazgeçilebilecek.
İkili çoğunluk sisteminin geçerli olmayacağı dış politika, AB bütçesi ve vergi gibi konularda karar alınabilmesi için üye ülkelerin oy birliği gerekecek.
Türkiye; ne batı ne doğu ne güney ne kuzey ekseninde değil kendisi olmalıdır. Türkiye merkez olarak hepsiyle stratejik çıkarları doğrultusunda işbirliği içinde olmalıdır. Bir tarafın değil!
GünüN SözÜ: Rüyalar gerçekleşir ancak öncelikle uykudan uyanmak gerekir.   

AB’NİN TÜRKİYE TAKINTISI!

Avrupa Birliği sürekli bir konuya takılıyor ve onu gündeme getiriyor ve istediği gibi düzenleme yapılmasını sağlıyor. Her konu raporda yer alıyor
Türk tarihi, Atatürk, Türk ordusu takıntısını sık sık gündeme getiriyorlar. 
Şimdi de bayrağa taktılar!
Avrupa Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Avrupa Birliğinin (AB) Beşparmak Dağları'nda bulunan KKTC ve Türkiye bayraklarının "çevreye zarar verip vermediği" ile ilgili araştırma başlatacağını söyledi. 
Rum Fileleftheros gazetesinin haberine göre, Avrupa Parlamentosundaki (AP) Rum milletvekillerinden Antigoni Papadopulu'nun yazılı sorusunu yanıtlayan Rehn, ''Rum tarafının bu konudaki hassasiyetini anladığını ve konunun ivedilikle araştırılacağını'' belirtti. 
Rehn, ''Avrupa Komisyonu, Beşparmak Dağları'ndaki bayrağın tahrik edici olup olmadığına veya verdiği siyasi mesaja önem vermemektedir. Komisyon sadece işin çevresel boyutuyla ilgilenmektedir. Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak ise sadece müzakerelerde müdahil olan taraflardan biri veya BM herhangi bir müdahale talebinde bulunursa Avrupa Komisyonu o zaman müdahale edebilir'' dedi. 
Beşparmak Dağları'nda bulunan ve gece de ışıklandırılan dev KKTC bayrağı, bir süre önce, Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas tarafından hilkat garibesi olarak nitelendirilmişti. 

Rumlar, her fırsatta, Güney Kıbrıs'ın büyük bölümünden rahatlıkla görülen bayrağın kaldırılmasını istiyor.

AİHM'in 'din' kararı!

AİHM, nüfus cüzdanında din ibaresinin insan haklarına aykırı olduğuna hükmederken kimliklere Alevi yazılamamasını din ve vicdan özgürlüğüne aykırı buldu.  

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, nüfus cüzdanında din ibaresinin insan haklarına aykırı olduğuna hükmederken kimliklere Alevi yazılamamasını din ve vicdan özgürlüğüne aykırı buldu.

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise 'AP raporunu çok da ciddiye almamak lazım' diyor. Peki ama AB her şeyi ciddiye alırken bağış bu sözü kime karşı söylüyor ki!

AB Türkiye’nin komşularıyla vize kaldırmasına da tepkili!

Türkiye'yi, 1963 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ortaklık anlaşması imzalamasından beri kapısında bekleten Avrupa Birliği (AB), üyelik konusunda en ufak bir işaret vermezken, Türkiye'nin bir süredir başta İslam ülkeleri olmak üzere yakın çevresindeki ülkelerle vize uygulamasını kaldırmasından da rahatsız. 

Die Welt gazetesinde Boris Kalnoky imzasıyla yer alan, “Türkiye Ortadoğu ülkelerine sınırlarını açarak AB'i kızdırıyor” başlıklı makalede, 2004-2006 yıllarında Türkiye'nin AB'ye üyelik konusunda büyük çaba sarf ederken artık bu çabadan eser kalmadığı ileri sürüldü. Makalede, “Hatta kimi alanlarda AB'den uzaklaşma yönünde adımlar söz konusu. Bunun en açık örneği, vize politikası konusunda kendisini gösteriyor” deniliyor.

İslam ülkeleri AB’ın kara listesinde Türkiye'nin vizelerin kaldırılması konusundaki girişim, İslam ülkelerinde de heyecanla karşılanırken, Libya, Suriye, Lübnan ve Ürdün ile vizelerin kaldırıldığı bunun Brüksel'de şaşkınlıkla karşılanıyor. 

Müzakerelerde henüz vize konusunda henüz bir bahis açılmadığı için şekilsel olarak bir sorun gözükmezken önceki aday ülkelerin daha adaylık sürecinde vize politikalarını AB'ye uyarladıklarını ve buna göre vize uygulanmayan “beyaz” ve vize uygulanan “kara” ülkeler listesi oluşturulduğu ifade edildi. Makalede, “Ancak Türkiye kara listedeki ülkeleri de beyaz listeye almaya başladı. Sırada Mısır ve Rusya'nın da olduğu açıklandı” deniliyor. 

Avrupalıların yüzde 80’i Türkiye’nin AB üyeliğine karşı Makale ile birlikte Türkiye'nin AB'ye alınıp alınmaması ile ilgili ankete yer veriyor. Ankette, “Siz olsanız Türkiye'ye alır mıydınız?” sorusuna cevap verenlerin yüzde 12'si “evet”, yüzde 80'i “hayır” ve yüzde 8'i de “imtiyazlı ortaklık” şeklinde cevabı verdiği belirtiliyor.

Şimdi AB ile ilgili devlet kurumlarında genel müdürlükler kuran mevzuatı AB müktesabatına göre yeniden düzenleyen, ayrıca bir devlet bakanlığı ve genel sekreterlikle eyaletleşme meraklısı bazı aklıevveller için halk ne diyor? 
Türkiye’de referandum neden yapılmıyor dersiniz?
Yoksa birileri halkla oyun oynamak gibi mi görüyor?
GünüN SözÜ: Gerçekçilik ve hayalcilik ikiz kardeş gibidir.

İRAN, IRAK, ABD ve HAÇLI ZİHNİYET!

Dünya’da gündemde olan konular çok farklı Türkiye’de daha da farklı. Kuşkusuz bunda Türk medyasının, aydınlarının, akademisyenlerin ilgi alanlarındaki farklılık yatmaktadır.
Bakın deprem sonarsı yardım adıyla Haiti’yi ABD’nin işgal ettiğini Fransa ileri sürüyor ve BM başvuruyor. ABD’de Obama yapılan seçimi kaybediyor. Çinliler ise hayat kadınlarına memurlardan fazla güveniyormuş. Moğolistan 20 bin Türk erkeği istiyormuş.
ABD’liler ise Irak'a Haçlı seferine gitmişler! Silahlarda İncil’den işaretler varmış.
ABD’nin Irak işgalinin kayda değer kısmını özel güvenlikçilere devretmesinin sonucunda bir dizi sivil katliama imza atan Blacwater şirketine açılan davada iki eski çalışan tüyler ürpertici ifadeler verdi. Irak hükümetinin 2007’de ülkeden çıkması talimatı verdiği ve 2009’de lisansını uzatmayı reddettiği, buna rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı ile bazı sözleşmeleri süren ve faaliyetlerini artık Xe adı altında devam ettiren şirkete açılan davada, Blackwater’ın kurucusu ve eski yöneticisi Erik Prince’in Haçlı zihniyetiyle hareket ettiği dile getirildi. 

‘Tapınak şövalyeleri’ 

Yakınları öldürülen 60 Iraklı adına Amerika’da açılan davada, hafta başında biri deniz piyadeliği yapmış iki eski çalışan kimlikleri açığa çıkarsa hayatları tehlikeye girebileceği için takma isimle çarpıcı ifadeler verdi. Tanıklardan biri, Prince’in kendini ‘Müslümanları ve İslam dinini yeryüzünden silmekle görevli bir Haçlı olarak gördüğünü’ söylüyor. Prince’in Irak’a kasten kendisi gibi Hıristiyanlığın üstünlüğüne inanan elemanları gönderdiğini aktaran tanık, “Bu adamların Iraklıları öldürmek için her fırsatı kullanmasını istiyordu. Bunların çoğu Haçlı Seferlerinde Müslümanlara karşı savaşmış Tapınak Şövalyeleri’nin işaretlerini kullanıyordu. Çalışanlar sürekli ırkçı ve aşağılayıcı ifadeler kullanırdı” diyor. 
Prince’in şirketlerinin Iraklıların canlarının alınmasını teşvik etmekle kalmayıp ödüllendirdiğini de söyleyen tanık, edindiği bilgilere dayanarak, Prince’in Blackwater hakkındaki soruşturmayı yürüten federal yetkililerle işbirliği yapan ya da yapmaya hazırlanan çalışanları öldürttüğünü de iddia ediyor.. 

Blackwater korumalarının öldürdükleri Iraklılarla böbürlendiklerini, zihinsel dengeyi değiştiren ilaçlar ve steroidler kullandıklarını, çocuk fahişelerle birlikte olduklarını da anlatan tanıklar, aşırı güç kullanılan olayların videoya kaydedildiğini, akşam izlendikten sonra silindiği, Prince ile diğer yöneticilerin suç isnad eden video, e-posta ve belgelerin tümünü yok ettiklerini, suç içeren eylemlerini ABD Dışişleri’nden sakladıklarını belirtiyor.. 

Prince; Irak’a kaçak silah sokmakla, adamlarına Iraklılara en büyük zararı verecek yasadışı patlayıcı mermiler kullandırmakla, haraç kesmik ve vergi kaçırmakla da suçlanıyor. 

Şirket ise suçlamaları reddediyor tabi. Daha önce Avrupa Parlamentosu Blackwater’ın Tapınak Şovalyeleri ile aynı dönemde faaliyet gösteren Papa’ya bağlı Malta (st. John) Şövalyeleri ile bağlantılarına dair rapor hazırlamış, Jeremy Scahill’in 2007’de yayımlanan kitabında da Blackwater’ın yöneticilerinin kendilerini zamanımızın Haçlıları sanan Hıristiyan fanatikler olduğu aktarılmıştı. (Times) 
1 milyon Iraklının ölüsünün hesabını vermeliler 
Irak işgalinden medet uman, ona destek çıkan, ona işbirliği yapan, yeterince işbirliği yapamadığı için yıllardır dertlenen her kesim gece yataklarında uykuya dalmadan önce öldürülen 1 milyon insanın, gasp edilen dünyanın en köklü insan medeniyeti izlerinin, talan edilen doğal kaynaklarının ve nefrete sürüklenen toplumlarının hesabını vermeliler... Tabii içlerinde biraz insanlık kalmışsa... Sahip oldukları ideoloji, savundukları siyaset,  fikirlerini ve vicdanlarını körleştirmediyse...

Peki bu vahşi batının katillerine kim destek vermişti? 

Hatırlayalım; RTE Newyork Times gazetesine yazdığı mektupta ABD askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için duacıyız derken, AG; Amerikalıların, demokrasi ve insan hakları için kendilerini feda ettiklerini ifade etmişti.  Bu açıklamalarla da ülkenin yönetiminde ABD desteği ile oturmalarını güvence altına almışlardı. 

Başka; Suudiler. Hani AB’ne de Arabistan’a da aynı mesafedeyiz deniliyor ya! Osmanlıya ait bir şey bırakmayan Suudiler, kimlerin dostu kimlerin düşmanı!
Irak’ işgalinde her şeyiyle ABD’nin yanında yer alan Suudiler İran operasyonunda olacaklar gibi! Ya körfez ülkeleri? Onlar da Irak işgalinde olduğu gibi ABD’nin yanında!

RTE’nin Suudi, Katar ziyareti, AG’nin körfez, Hindistan, Bengladeş ziyareti TBMM başkanın körfez ziyareti neden dersiniz?


Günün Sözü: Başkalarının İcazeti ile Yönetenlerin Akibeti, Tarih Sayfalarında ibretle yer alır.

***

30 Mayıs 2017 Salı

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ



TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ 


Türk-İş Dergisi, 
Şubat-Mart 2002 

Yıldırım Koç 
Genel Başkan Danışmanı 


Önümüzdeki aylarda Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde bazı önemli gelişmeler olacağa benzemektedir. 

TÜRK-İŞ, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinden yanadır. Ancak Avrupa Birliği, 1.1.1996 Tarihinde başlayan gümrük birliği ile en önemli talebini elde etmiş 
olduğundan, bu üyeliğin önüne birçok engel çıkarmaktadır. TÜRK-İŞ’in talebi, Avrupa Birliği’nin bu engelleri kaldırması ve Türkiye’nin onurlu bir biçimde 
üyeliğe geçişine olanak tanımasıdır. Bunu sağlamanın yolu ise Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda gücünün artırılmasından geçmektedir. 

Prof.Dr. Erol Manisalı’nın Harb Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı çok önemli bir konuşmanın ardından, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç Paşa, Türkiye’nin AB dışındaki alternatifleri de düşünmesi gerektiğini belirtti ve Rusya ile İran’dan söz etti. Attila İlhan 23 Şubat 2002 günü TRT 2’deki programında 
bu görüşe destek verdi. Emekli General Çevik Bir, Şanghay Beşlisi’nden söz etti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, “Tek seçenek AB değil” dedi 1. Dışişleri 
Bakanı İsmail Cem, Avrupa Birliği’nin bazı yöneticilerinin Türkiye’de sömürge valisi gibi davranıp ders vermeye kalktıklarını belirterek, bu durumu eleştirdi 2. 

Diğer taraftan, Avrupa Komisyonu genişlemeden sorumlu komiseri Günter Verheugen, Atina’da yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs ile üyelik görüşmelerinin 2002 yılı sonuna kadar tamamlanacağını belirtti; bu görüşmelerin Kıbrıs’ın bütünü adına yapıldığı iddiasını tekrarladı ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirmesi durumunda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin mümkün olmayacağını söyledi 3. Bu arada, Avrupa Parlamentosu, 28 Şubat 2002 tarihinde kabul ettiği iki kararla, Türkiye’ye yönelik olumsuz tavrını daha da pekiştirdi. Birinci karar, Türkiye’den sözde Ermeni soykırımı iddialarını kabul etmesini istiyordu. İkinci karar ise, Hadep’e destekti. 

Türkiye – AB ilişkilerinde giderek tırmanan bir gerginlik yaşanıyor. Bunun önemli nedenlerinden biri, Kıbrıs konusundaki gelişmelerdir. 

Avrupa Birliği uluslararası hukuku ve devletler hukukunu çiğneyerek, Güney Kıbrıs ile üyelik görüşmelerine başladı. 1990 yılına kadar Kıbrıs konusunda mesafeli davranan Avrupa Birliği, bu yıllarda Sovyet sisteminin çöküşünün ardından, Akdeniz’de ve ayrıca Kafkaslar-Orta Asya ve Orta Doğu’daki enerji kaynakları üzerinde etkili olabilmek amacıyla, Kıbrıs adasını denetimi altına almaya yönelik bir strateji benimsedi. Bu strateji, Yunanistan’ın Enosis planlarıyla da örtüşünce, Avrupa Birliği’nin hukuk ihlalleri başladı. 

Türkiye, bu hukukdışı tutum ve davranışa gereken tepkiyi gösterdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlarının ortak deklarasyonlarında, TBMM’nin kararlarında ve MGK’nın açıklamalarında, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs’la yakınlaştığı ölçüde Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’la 
yakınlaşacağı açıkça ve kararlılıkla ifade edildi. 

1 Radikal, 4.4.2002. 
2 Milliyet, 26.3.2002. 
3 Sabah, 23.3.2002. 


Avrupa Birliği, 14-15 Aralık 2001 tarihlerinde toplanan Laeken Zirvesinde, Güney Kıbrıs’la üyelik görüşmelerinin 2002 yılı sonuna kadar tamamlanacağını 
tekrar açıkladı. Avrupa Birliği, hukukdışı tutum ve davranışını sürdürerek, Güney Kıbrıs yönetiminin tüm Kıbrıs’ı (toprak ve nüfus anlamında) temsil ettiğini 
iddia etmeyi sürdürdü. 

Avrupa Birliği’nin Akdeniz bölgesi ile Kafkaslar – Orta Asya ve Orta Doğu politikasında önemli bir yeri olan Kıbrıs’ın geleceğinin Denktaş-Klerides görüşmeleri ile belirlenmesi mümkün gözükmemektedir. Nitekim, Avrupa Birliği’nden destek alan Kıbrıs Rum kesimi, sorunların çözümü için olumlu bir tavır takınmamıştır. 

Bu koşullarda, Avrupa Birliği 2002 yılı sonunda Güney Kıbrıs ile üyelik görüşmelerini tamamlayarak 2003 yılının ilk aylarında üyeliği gerçekleştirince, Türkiye de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile benzer adımları atacaktır. Avrupa Birliği, bu noktadan itibaren, Türkiye’yi Avrupa Birliği topraklarını işgal etmekle suçlayacaktır. Bugünkü suçlama, “AB üyesi olmayan Kıbrıs’ı işgal” iken, yarın bu suçlama, “AB topraklarının işgali”ne dönüşecektir. Avrupa Birliği, Türkiye ile savaşa giremeyeceğine göre, bir taraftan Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde para dağıtarak taraftar kazanmaya çalışacak, diğer taraftan yönetiminde söz sahibi olduğu IMF ve denetimi altında tuttuğu bankalar aracılığıyla bir ekonomik kriz çıkaracaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, böylesi bir krizin kolayca çıkarılmasına uygundur. Avrupa Birliği’nin hedefi, ekonomik olarak dizleri üzerine çökertilmiş bir Türkiye’den siyasi alanda kalıcı tavizler koparmaktır. 

Burada sorulması gereken soru, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde, özellikle Avrupa Parlamentosu tarafından dile getirilen taleplerin ciddi olup 
olmadığıdır. 

TÜRK-İŞ’in 11 Aralık 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’e sunduğu raporda ve Genel Başkan Bayram Meral’in 20 Aralık 2001 tarihli basın açıklamasında yer alan konuların son derece önemli olduğu her geçen gün ortaya çıkmaktadır. 

Bu talepleri gündeme getiren Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda karar verme yetkisi olan son derece önemli bir kuruldur. 
Bu nedenle, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’ye ilişkin kararları, üyelik görüşmelerine başlamanın önşartları arasındadır. Ancak, bu taleplerin yerine getirilmesi üyeliği güvence altına almamaktadır. Bu haksız talepler yerine getirilse bile, üyelik görüşmelerine Avrupa Birliği isterse başlanacaktır. Avrupa Birliği bu aşamada her an yeni koşul öne sürebilir. 

Avrupa Parlamentosu kararlarında en açık biçimiyle ifade edilen haksız talepler, üç-beş milletvekilinin rasgele istekleri değildir. Bunlar, Avrupa Birliği’nin bölgemize yönelik köklü politikalarının sonucudur. 

Avrupa Birliği, 1991 yılında Sovyet sisteminin çöküşünün ardından, Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’da hakimiyet kurma çabasına girdi. 
İsrail’in Filistin’e yönelik saldırısında Avrupa Birliği’nin Filistin yandaşı bir tutum sergilemesinin nedeni, Avrupa Birliği’nin insan haklarına duyduğu saygı değil, 
bölgedeki uzun vadeli çıkarlarıdır. 

Avrupa Birliği’nin 1991 sonrasında Türkiye’yi yakından ilgilendiren üç ayrı stratejisi vardır. 

Birinci hedef, Akdeniz’in çevresindeki ülkeleri Avrupa Birliği’ne bağlamak, buraları denetim altına almaktır. Bu konudaki politikaları 1992 yılında yeniden 
biçimlendirildi ve 1995 yılında “Barselona Süreci” adı altında uygulamaya kondu. Buna göre, 2010 yılına kadar güney ve doğu Akdeniz’deki 12 ülke kendi 
aralarında ve Avrupa Birliği ile birlikte bir serbest ticaret bölgesi, veya diğer bir deyişle, açık pazar oluşturacaklardır. Avrupa Birliği, böylece, Roma İmparatorluğu’ndan beri ilk kez Akdeniz’i tamamiyle kendi denetimi altına almaktadır. Akdeniz yeniden, Romalıların deyişiyle, “mare nostrum” 
(bizim deniz) yapılmak istenmektedir. Bu kavramı, 1930’lu yıllarda Mussolini de sık sık kullanmıştır. Bu politika sayesinde, Avrupa Birliği, güneyini ve 
doğusunu kaplayan bir tampon bölge oluşturmaktadır. 

Bu tampon bölge aynı zamanda Avrupa Birliği için bir açık pazardır. Ayrıca, bu bölgelerin insangücü, Avrupa Birliği’nin ihtiyaçlarına göre eğitilecektir. 
Bölgenin doğal kaynakları da öncelikle Avrupa Birliği tarafından kullanılacaktır. Avrupa Birliği’nin Türkiye’den Kıbrıs ve Ege konularındaki talepleri, 
Avrupa Birliği’nin Akdeniz politikası açısından hayati önemdedir.

Güney Kıbrıs’ı Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla kendisine katacak bir Avrupa Birliği, hem doğu Akdeniz’de, hem de Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerinde etkisini 
artıracaktır. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs ve Ege konularındaki talepleri, Yunanistan’ın Enosis ideali ile de uyumludur; ancak Avrupa Birliği’nin bu konulardaki 
ısrarının asıl nedeni Yunanistan’ın talepleri değil, Avrupa sermayesinin yayılmacı politikalarıdır. 

Avrupa Birliği’nin ikinci hedefi, Balkanlar bölgesinin de Avrupa Birliği’nin arka bahçesi haline getirilmesidir. Bu konudaki adım, 1999 yılında kabul edilen 
Güneydoğu Avrupa Paktı veya Balkan Paktı ile atılmıştır. ABD de bu bölgeyi Avrupa Birliği’ne bırakmıştır. Avrupa Birliği’nin Türkiye’den Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu konularındaki talepleri yalnızca Yunan istekleri değil, Avrupa Birliği’nin Balkanlar politikasının önemli unsurlarıdır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ABD’nin hedeflerinden biri, Orta Doğu’da etkili olmaktı. Amerikalılar bu amaçla Anadolu’daki Ermenileri protestan yaparak etkileri altına almaya çalıştılar. 

Bu amaçla Anadolu’nun dört bir yanına yüzlerce misyoner okulu kurdular. Dini dış politikanın bir aracı olarak kullanmada önemli başarılar elde ettiler. 
Benzer bir uygulama, Sovyet sisteminin dağıtılmasında en zayıf halka olan Polonya’da uygulandı. Katolik kilisesinin başına Polonyalı bir papa getirilerek, 
kilisenin anti-komünist mücadeledeki gücü ve etkisi artırıldı. Balkanlar’da yaşayan halkların önemli bir bölümü hristiyan ortodokstur. 

Bu bölgede Avrupa Birliği ile Rusya arasında bir çıkar anlaşmazlığı söz konusudur. Yunanistan dışındaki Avrupa Birliği ülkelerinde ortodoks azdır; Yunan halkı ortodokstur. Ancak eğer Fener Rum Patrikhanesine Vatikan benzeri bir evrensel nitelik ( “ Ekümeniklik ” ) kazandırtılabilirse ve Heybeliada Ruhban Okulu yeniden açılıp özellikle Balkanlar için papaz görevli yetiştirebilirse, Avrupa Birliği’nin Balkanlar’daki gücü ve etkinliği daha da artacaktır. 

Bu iki konuda Avrupa Birliği’nin talepleri, Avrupa Birliği’nin özellikle Rusya’ya karşı Balkanlar’da hakim olma girişimlerinin unsurları arasındadır. 

Avrupa Birliği’nin üçüncü hedefi, Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynakları üzerinde etkili olmaktır. Avrupa Birliği ülkelerinin sözde Ermeni soykırımı 
iddialarına sıcak bakmalarının birinci nedeni, özellikle Fransa’nın 1919 yılında Ermenileri kullanarak Anadolu’ya saldırması sonrasında çok sayıda Ermeni’nin 
Fransa’ya sığınmasıydı. Avrupa Parlamentosu’nun 1987 yılında bu konuda aldığı kararın temel nedeni buydu. Ancak Avrupa Parlamentosu’nun 15 Kasım 2000 
ve özellikle de 28 Şubat 2002 kararlarının arkasında, yayılmacı hedefler yatmaktadır. 
Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımına ilişkin 28 Şubat 2002 kararı esasında Güney Kafkasya Kararıdır. 
Bu kararda, Balkanlar’da uygulanan politikaların benzerinin Azeybarcan, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşan Güney Kafkasya’da da uygulanması istenmektedir. 

Sözde Ermeni soykırımına ilişkin talep, 12 sayfalık bu uzun kararın yalnızca 15. maddesinde 7 satırlık bir bölümdür. 

Diğer bir deyişle, Avrupa Birliği’nin sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddiaları ve talepleri, ortaya üç-beş milletvekili tarafından atılmış ve önemsiz konular değil, 
Avrupa Birliği’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynakları üzerinde etkili olma çabasının son derece önemli unsurlarıdır. 

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri önümüzdeki aylarda ilginç gelişmeler göstereceğe benzemektedir. Gelişmeler, TÜRK-İŞ’in 11 Aralık 2001 tarihinde 
yaptığı uyarıları haklı çıkarmaktadır. 


Türk-İş Dergisi, 
Şubat-Mart 2002 
Yıldırım Koç 
Genel Başkan Danışmanı 

***