AKSİYON etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AKSİYON etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2015 Pazar

BARZANİ NE VERDİ, NE İSTEDİ






BARZANİ NE VERDİ,  NE İSTEDİ







Haşim Söylemez 
14 Aralık 2015

Barzani ne verdi, ne istedi?



     _ 800’ün üzerindeki Türk Askerinin varlığının konuşulduğu pazarlıklarda Herire’deki askerler de gündeme geldi. Barzani, ‘ajan’ ışid’çiler dosyasını masaya koydu. 

Türkiye, Şartları kabul etmek için zaman istedi.

Merkezî Irak Hükümeti ile Türkiye arasında Musul’da asker bulundurma konusunda başlayan gerginlik sürerken Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Ankara ziyareti hem kafaları karıştırdı hem de ‘manidar’ bulundu. Her ne kadar önceden planlanmış olsa da Barzani’nin ziyareti önemli mesajlar içeriyordu. 

Heyet Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı ve MİT Müsteşarı ile görüşmeler yaptı.

Buluşma, Türkiye’nin bütün komşularıyla arasının bozuk olduğu bir dönemde gerçekleşmesi açısından önemli. Kürdistan’da sıkıntılar yaşayan ve geleceğini tayin etme konusunda kafası karışık olan Barzani açısından da tabii… Görüşmelerden iki taraf da memnun ayrıldı. Ama kozlar Barzani’nin elinde görünüyor. Çünkü Kuzey Irak’ta bulunan ve sayıları 800’ü aşan Türk askerinin varlığı konusunda henüz ikna edilmiş değil. İşte görüşmelerdeki başlıklar ve detaylar:

Irak’taki Türk Askeri konusu: 

Türkiye, her ne kadar Musul yakınlarındaki Başika bölgesine asker gönderdiğini ve daha önce burada bulunan askerlerin görev değişimi olduğunu söylese de Irak hükümeti buna itiraz etti. Daha önce burada 80 asker eğitim amaçlı bulunuyordu. Yerlerine 150 asker gönderildi ve peşmergeleri eğitmek amaçlı olduğu belirtildi. Bağdat hükümeti bu konudaki itirazını hâlâ sürdürüyor. Ama asıl tepki Başika bölgesindeki Türk askerlerine değil. Şaklava yakınlarındaki Herire’de bulunan eski askerî havaalanındaki sayıları 650’yi bulan ve zırhlı araçlarla desteklenen Türk askerî varlığı sorun yapılıyor. Kandil yolu üzerinde bulunan bölge stratejik açıdan önemli ve Musul ile bir ilgisi yok. Barzani buradaki Türk askeri varlığını henüz hazmetmiş değil. Pazarlıklar sürüyor. Bağdat ise bu konudaki ısrarını sürdürüyor. Barzani, burada Türk askerlerinin konuşlanmasına şimdilik izin verdiklerini, ancak kalıcı olmaları için kesin karar vermediklerini söyledi.

Musul Operasyonu: 

Barzani, IŞİD’e karşı yapılacak Musul operasyonunda peşmergenin de yer almasını istiyor. Sünni ordu içinde yer alacak olan peşmergelerin daha donanımlı olması için Türk askerinin verdiği eğitimde sona gelindiği belirtiliyor. Barzani, Musul’un kurtarılmasından sonra, Türk askerinin peşmergeyi eğitmesi konusunda konuşmaları gerektiğini söyledi. Türkiye bunu kabul etti. Barzani, şu anda Musul’da bulunan eğitmen Türk askerlerinin, kendilerinin misafiri olduğunu ve bu konuda Bağdat’tan farklı düşündüklerini söyledi.

IŞİD ve PKK konusu: 

Türkiye, Barzani’den bazı PKK liderlerinin teslim edilmesi veya yakalanması konusunda yardım istedi. Barzani ise kesin bir cevap vermedi ancak bunu yaparlarsa ciddi taleplerinin olabileceğini mizahi bir dille anlattı. Davutoğlu bu konuda her şeye hazır olduklarını iletti. Görüşmede, sayıları 150’yi bulan 
Türk vatandaşı IŞİD’linin peşmergenin elinde bulunması da gündeme geldi. Barzani, bazı IŞİD’lilerin kendilerini görevli olarak tanıttıklarını belirtip, bunların açıklığa kavuşturulmasını istedi. Konu Hakan Fidan’a havale edildi. Ayrıca, IŞİD içindeki 500 Türk vatandaşının Musul’dan çekilmesi için Türkiye’den yardım istendi. 

Çünkü bu kişilerin Musul’da IŞİD’i yönlendirdikleri bilgisi mevcut.

Kerkük ve Sıcak Para: 

Barzani, Kerkük’te referandum olması hâlinde Türkmenlerin haklarının korunacağını, Türkiye’nin konuya müdahil olmaması gerektiğini bildirdi. 

Sorunun bir iç mesele olduğu belirtilip referandumdan çıkacak sonuca Türkiye’nin destek vermesi talep edildi. Mesud Barzani ayrıca yukarıdaki bazı şartlarda anlaşma yapılabilmesi için sıcak paraya ihtiyaçları olduğunu iletti. Türkiye de Barzani’ye para konusunda yardım edeceği sözünü verdi. Ancak paranın nereden ve nasıl sağlanacağına dair bilgi verilmedi.


http://www.aksiyon.com.tr/diplomasi/barzani-ne-verdi-ne-istedi_553264


..

6 Aralık 2015 Pazar

TÜRKİYE NİN 28 ŞUBAT SERÜVENİ.VE AKTÖRLERİ ' Bir ' varmış ' Bin ' yokmuş 1




 TÜRKİYE NİN 28 ŞUBAT SERÜVENİ,

ve 

AKTÖRLERİ 

' Bir ' varmış ' Bin ' yokmuş' 1

'Bir' varmış 'bin' yokmuş

1997’nin en soğuk günlerinde milletin üzerine kâbus gibi çöken 28 Şubat, çok can yaktı. Sancılı günlerin bitmesi beklenirken ‘bin yıl’ hesapları yapıldı. 15 yıl sonra milletin hesabı galip geldi, Çevik Bir ve diğer sorumlular sorguya alındı.









Türkiye, 1950’deki demokratik seçimlerle çok partili hayata geçti. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), iç güvenliğin tehdit altında olduğunu iddia ederek birçok darbe ve muhtırayla demokrasiyi yaraladı. TSK, 1960 ve 1980’de iki kez yönetime el koydu; 1971 ve 1997’de de hükümeti istifaya zorladı. 2007’den sonra da bazı muvazzaf ve emekli subaylar, darbe ve kaos planlarıyla rejimi kontrol altına almaya çalıştı. Bugün mahkemeye yansıyan Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe teşebbüsleri, Balyoz darbe planı ve İrticayla Mücadele Eylem Planı, ‘Ergenekon’ denilen bu yapının ne kadar ciddi adımlar attığını tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Ancak demokrasinin devamını arzu eden geniş kitle, darbecilere aradıkları fırsatı vermedi. Halk, darbe oyunlarını hep sandık yoluyla bozdu. Bu açıdan 12 Eylül 2010 Referandumu, önemli bir milattı.
AK Parti hükümetinin 12 Eylül darbesinin 30. yıl dönümünde anayasa değişikliği için halka sunduğu referandum ülkeyi yeni bir alana taşıdı. Yüzde 58’in oyuyla kabul edilen anayasa değişiklikleri, geçmişte halka kurulan kanlı ve kirli tuzakların yargıya taşınmasına da imkân verdi. Özellikle geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla birlikte 12 Eylül darbecilerine yargı yolu açıldı. Halk, şimdi geçmişte kendine kurulan tuzaklarla yargıda hesaplaşıyor. Yaklaşık bir yıl önce yapılan suç duyurularıyla yargıya taşınan 1980 darbesi bugün mahkeme aşamasında. Darbeci Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın mazeret bildirip katılmadığı tarihî davanın ilk duruşması 4 Nisan’da yapıldı. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin, iddianamesinde Evren ve Şahinkaya için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istiyor. Türkiye’de darbecileri ilk kez hâkim karşısına çıkarması açısından tarihî olan bu dava ile birlikte kamuoyunda ‘28 Şubat da yargılansın’ gündemi oluştu. Geçen hafta Türkiye’nin Suriye krizine kilitlendiği günlerde Ankara merkezli, 5 ilde yapılan ani bir operasyonla 28 Şubat darbecilerinin de mahkeme huzuruna taşınma süreci başladı.
28 Şubat soruşturması kapsamında dönemin en önemli aktörlerinden emekli Orgeneral Çevik Bir’in de aralarında bulunduğu 31 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği tarafından yürütülen soruşturma kapsamında gözaltı kararı çıkarılanlardan 2’sinin yurtdışında olduğu belirlendi. 3 kişiye ise ulaşılamadı. Yurtdışındakilerin getirilmesi için resmî yazışmalar devam ederken; soruşturma, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla yürütülüyor.
Aralarında eski Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir ile emekli Tuğgeneral Abdullah Kılıçarslan’ın bulunduğu 26 şüphelinin Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde ifadeleri alındı. Gözaltına alınanların büyük çoğunluğunu 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Karargâhı, Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Psikolojik Harekât Daire Başkanlığı’nda görev yapan isimler oluşturuyor. Şüphelilerin, Refah-Yol (RP-DYP) hükümetinin iktidardan uzaklaştırıldığı 28 Şubat sürecinin başlatılması ve yönetilmesinde önemli rol üstlenen çekirdek kadro olduğu, sonrasında Batı Çalışma Grubu’na (BÇG) kaynaklık ettikleri belirtiliyor. Emniyet ve savcılık sorgularında şüphelilere bu konular soruldu.
28 Şubat sürecinde kamuoyu oluşturmada aktif rol oynayan Genelkurmay Psikolojik Harekât Dairesi ise yazışmalarında “Doğru Yol Partisi milletvekillerinin istifa ettirilerek Refah-Yol hükümetinin düşürülmesini” en önemli faaliyet olarak gösteriyor. Milletvekillerinin istifa etmeleri için “Paşamızın selamı var” denmesinin yeterli olduğu aktarılıyor.
Operasyonla 28 Şubat’ta aktif rol oynayan askerler ile iki avukat gözaltına alınırken, o dönemde attıkları manşetlerle askerlere zemin sağlayan gazeteciler mevzilerinden ‘Hükümet rövanşizm peşinde’ suçlamasıyla yargı sürecini akim bırakmaya çalışıyor. Ulaştığımız kaynaklar, operasyonun sonraki dalgalarında bazı iş adamlarıyla gazetecilerin de sorgulanabileceğini iddia ediyor. Zira 28 Şubat döneminde askerin yanında medya ve iş dünyasından bazı sivil unsurlar da rol alıyordu.
28 Şubat döneminde Emniyet Genel Müdürlüğü’nde İstihbarat Dairesi Başkanı olarak görev yapan Bülent Orakoğlu, 28 Şubat’ın Balyoz başta olmak üzere diğer darbe girişim süreçlerine örnek olduğunu söylüyor. 28 Şubat soruşturmasının ‘rövanşizm’ düşüncesiyle yapıldığı iddialarının ise bir psikolojik harekât olduğunu belirtiyor. 28 Şubat soruşturmasının mahkemeye taşınıp sonuçlanmasını Türk demokrasisi için hayati görüyor: “Birtakım darbeci medya unsurları, hesap vermemek için bu işe dört elle sarıldı. Rövanşizm meselesini kimin çıkardığı da soruşturmayla çıkar. Bu sürecin ortaya çıkarılması gerekiyor ki bir daha Türkiye darbe süreçleriyle karşılaşmasın.”
Orakoğlu, ‘Batı Çalışma Grubu’ çerçevesinde başlayan operasyonun sivil unsurlara kayacağını söylüyor. Süreçte büyük bir soygun yapıldığını, o tarihlerde üst düzey askerlerin bazı ülkelerde birtakım alım ve satım işlerine giriştiğini aktarıyor: “28 Şubat ülke ekonomisine darbe vurdu, yargının siyasallaşmasına sebep oldu, ülkenin dış stratejilerine ve dünyadaki saygınlığına gölge düşürdü. O dönem Türkiye’nin ‘millî–manevi değerleri’ suç kabul edildi. Bu bağlamda sürecin dış bağlantılarının da irdelenmesi gerekiyor. İşin ucu dönemin cumhurbaşkanına kadar uzanıyor. Bu işin içinde kim varsa üzerine gidilmeli ve hatta bu süreçlerden ders alınarak bazı mevzuatlar, kanunlar yeni anayasa ile değiştirilmeli.”      
Soruşturma savcıları
28 Şubat postmodern darbesini soruşturan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin, 12 Eylül 1980 askerî darbesini de soruşturmuştu. İlk duruşması 4-5-6 Nisan’da yapılan ve Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül davasında, Çetin, duruşma savcısı olarak görev alıyor. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili ise Ankara’nın Çukurambar semtinde 19 Aralık 2009’da iki subayın ihbar sonucu gözaltına alınması ve subayların görev yaptığı Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki iki kozmik odanın 26 gün aranmasıyla Türkiye gündemine oturan ‘Kozmik Oda’ soruşturmasını yürütüyor. Olay kamuoyuna Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik bir suikast girişimi olarak yansımıştı.
Hükümet karşı değil
Operasyonun medyaya yansımasının ardından cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan önemli açıklamalar geldi. Farklı isimler yargı sürecinin ilerlemesi paydasında buluştu. Süreçle ilgili bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, süreci tabii gördüğünü söyledi: “Yakın siyasi tarihimizin bir ara dönemi olduğunu hepimiz biliyoruz. Hafızalarımızda hâlâ tazedir. Dolayısıyla böyle bir olağanüstü dönemde yaşanan hukuksuzlukları takip etmek de ve bununla ilgili hukuki sürecin başlaması da tabiidir. Bunu böyle görmek gerekir.”
Başbakan Erdoğan da kimsenin intikam hırsıyla hareket etmediğini vurguladı: “Yaşananlar bir intikam hırsı olarak ele alınamaz. Sürecin sadece demokratik parlamenter sistemlerin gereği olan bir süreç olması, bunun böyle bilinmesi gerekir. Temenni ederim ki kısa sürede neticelenerek adalet yerini bulur.”
Daha önce 28 Şubat’ı AK Parti’nin yargılamayacağını iddia eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise soruşturmanın intikam duygusuyla başlatıldığını iddia etti: “Eğer bir yerde hukuksuzluk varsa, baskı varsa, adaletin, insan haklarının gerektirdiği şekilde herkesin yargılanmasına biz ses çıkarmayız. Adil şekilde olmak koşuluyla herkes gidip savunmasını yapabilir. Ama bugünkü Türkiye’de ben adaletin olmadığını söylüyorum, adalet yok. Kişi savunma hakkını kullandı diye, hapse mahkûm oldu bizim ülkemizde. Hangi adaletten söz ediyorsunuz? Adaleti intikam duygusuyla arayamazsınız. Adalet intikam duygusuyla aranırsa, orada adalet olmaz.”
Şimdi herkes, 28 Şubat soruşturmasının en kısa sürede adil bir şekilde sonuçlanmasını ve milyonlarca kişiyi mağdur edenlerin adalete hesap vermesini bekliyor.

Darbenin dili!


Süreç ve postmodern nevinden benzetmeler sadece birer kılıf; 28 Şubat dört başı mamur bir darbeydi. Öncesi ve sonrasında yaşananlar bu iddiaya şahitlik ediyor. Refahyol hükümetinin düşürülmesi, yerine kurulacak olana doğrudan müdahale, ekonomik ve sosyal hayatı dizayn etme girişimleri hep klasik darbe özellikleri. İcra ediliş şekli ve kullanılan vasıtalardan dolayı ise ‘postmodern’ nitelemesini hak ediyor. Fiilî gücün yerine psikolojik harp unsurlarının tercih edilmesi, silahsız kuvvetlerin ön plana çıkması ve kendine ait bir literatürün oluşmasını beraberinde getirdi. Aktörlerinin kullandığı veya mağdurlarının dilinden dökülen kelimeler deyimleşti ve siyaset dilimize yerleşti. Söz konusu kelimelerin alt alta sıralanması bile tek başına darbe iddiasını ispatlamaya yetiyor. Nasıl ‘düşükler’ dendiğinde 27 Mayıs akla geliyor. ‘Ziverbey’i duyan 12 Mart’ı hatırlıyor. ‘Netekim’ ve ‘şartlar olgunlaştı’ ifadeleri 12 Eylül’le özdeşleşti. Aşağıda sıralayacağımız kelimeler de 28 Şubat sözlüğünün sayfalarını dolduruyor.
Bir üst düzey askerî yetkili: Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in müstearıydı. Böyle başlayan haberlerin onun telkin ve talimatı doğrultusunda hazırlandığını herkes bilirdi. O, meşhur bir meçhuldü.
Postmodern darbe: 28 Şubat’ın göbek adı. Askerin kışladan çıkmayıp süngünün ucunu göstererek sonuç almasını anlatıyor.
Silahsız Kuvvetler: Askerî müdahalenin aktif isimlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’ya izafe edilen plan. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün köşesinden duyuruldu. Daha sonra kimi yazarlar buna doktrin bile dedi. Hükümeti çekilmeye zorlamak için medyanın öncülüğünde dernek ve sendikalar harekete geçirildi. Yargı’ya ağırlıklı rol biçildi. Yardım ve yataklık ilk defa böylesine ödüllendirildi ve ‘silahsız kuvvetler’ olarak adlandırıldı.
Brifing: Karargâhta hazırlığı yapılan eylem planlarının uygulayıcı silahsız kuvvetlere aktarım süreci. Operasyonel birlik(!) olan medya ve yargıya toplu brifing seanslarıyla yükleme yapıldı.
Beşli Çete: Sefer görev emri almış ihtiyat birliği gibi darbecilerin yanında saf tutan iş dünyasından beş ‘sivil’ toplum örgütü. İki işçi sendikası, iki esnaf örgütü ve bir işveren sendikası.
Andıç: Eylem planı öncesi hazırlığı ifade eden askerî bir terim. Şemdin Sakık’ın ifadelerine yalanlar eklenerek gazeteciler ve sivil toplum örgütleri hedef gösterildi. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand hain ilan edilerek işini kaybetti. Akın Birdal uğradığı suikasttan 6 kurşunla kurtulmayı başardı. Genelkurmay andıcı resmen kabul etmesine rağmen, failleri ne idari ne de adli soruşturmaya uğradı.
Batı Çalışma Grubu: Deniz Kuvvetleri’nde kurulup bütün birliklere teşmil edilen çekirdek cunta kadrosu. Ordu içinde ve sivil hayatta fişlemeler yaptı, istihbarat örgütü şeklinde çalıştı. Yaklaşık 6 milyon kişiyi özel hayatıyla birlikte fişlediği tahmin ediliyor. Askerlik görevini yapan bir polis memuruna, Kadir Sarmusak’a yakalanınca çok kızdılar. Polis ve onun istihbarat birimlerinden intikam almak için her fırsatı değerlendirdiler.
Sincan tank geçişi: Belediyenin düzenlediği ve İran Büyükelçisi’nin de katıldığı Kudüs gecesine tepki olarak 20 tankın yürütülmesi. Asıl trajikomik olan, yürüyüşü kaçırıp fotoğraf çekemeyen gazeteler için yeniden geçiş yapılmasıydı.
Balans ayarı: Sincan’da tankların yürütülmesi sonrasında Çevik Bir tarafından kullanılan “Demokrasiye balans ayarı yaptık” cümlesinin kısaltılmış hâli. Şimdi Türkiye, ayar tutmayan darbe zihniyetine karşı mekanizmayı tümden değiştirmeye çalışıyor.
MGK: 1961 Anayasası’yla devlet cihazının üstüne yerleştirilen vesayet ve kontrol mekanizması. En aktif bu dönemde kullanıldığı için ismini ezberlemeyen kalmadı.
Yeşil sermaye: İşini yapmaktan başka suçu olmayan bazı vatandaşları olağan şüpheli ilan ettiler. Onların ticari hayatını bitirmek üzere kampanyalara giriştiler. En komiği bu işi sakallı köfteci avına kadar vardırmalarıydı. Bankalarında emekli general çalıştıran ve medyası olan holdinglerin hoşuna en çok giden operasyondu.
Kesintisiz eğitim: Adına siyasal İslam dedikleri öcünün kaynağı olarak eğitimi gördüklerinden ilk hedefleri okullar oldu. Özel okulları devletleştirmek ve imam hatip liselerinin önünü kesmek öncelikler arasındaydı. Zaten çok sorunlu yürüyen ortaöğretimi kaosa sokan ve milyonlarca öğrenciyi mağdur eden uygulamaydı.
F Tipi: 28 Şubat’ın emniyet başta olmak üzere kamu çalışanları arasında başlattığı cadı avının bahanesi. Birbiriyle taban tabana zıt çetelelerin dolaşıma sokulduğu ve isteyenin işine gelene inandığı şehir efsanesi. Adil Serdar Saçan’ın bile üst sıralarda yer aldığı listelerle oluşturulan paranoya.
Düğmeye basmak: Fethullah Gülen ve teşvikiyle açılan okulları yok etmek için başlatılan linç girişiminin ilk adımı. Televizyoncu Ali Kırca düğmeye kendinin bastığını ileri sürse de zamanla komplo kasetlerinin cunta eliyle hazırlandığı ortaya çıktı. Gülen’i yargılayan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin savunma avukatlarının kasetlerin bilirkişiye inceletilmesi talebine verdiği ret kararları dikkat çekti. Kes yapıştır montajları mahkemede olmasa bile kamuoyunda kasetlerin aslıyla ispatlandı.
Susurluk: Refahyol hükümetinin alamayıp şarampole yuvarlandığı viraj. Derin devleti suçüstü yakalamışken üzerine gidilemediği gibi kamuoyunda oluşan hassasiyet hükümeti götüren bir sürece dönüştürüldü. Bu hâliyle ‘en başarılı psikolojik harekat Oscarı’nı hak eden bir operasyon.
Havada ikmal: RP-DYP hükümetinin dönüşümlü başbakanlık formülünü hayata geçirmek istemesinin adı. RP lideri Necmettin Erbakan ‘”Başbakanlığı ortağım Tansu Çiller’e devrediyorum.” diyerek istifasını sundu. Hükümet kurmaya yetecek milletvekili imzasını ekleyerek havada ikmali gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak ‘kule’ yani Çankaya Köşkü devreye girerek planı suya düşürdü. Cuntanın tehdidiyle DYP bölündü ve Yol-Refah başlamadan bitti.
İsimli koalisyonlar: Daha önceki koalisyonlar parti isimlerinin kısaltmasıyla anılırken 95 seçimlerinden sonra Anayol, Anasol, Refahyol biçiminde kullanım başladı.
Senfoni ve çağdaş Türkiye: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın çaldığı Beethoven’ın 9. Senfoni’sinden sonra sahneye çıkan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ‘işte çağdaş Türkiye’ sözleri manşetlere taşındı. ‘Gerici’lere nispet havasında bir söz. Şehirlerine gelen orkestrayı dinledikten sonra “Urus’tan beri bele zülüm görmemiştik.” diyen Bayburtluların düşüncesi değişti mi bilinmiyor!
Bin yıl: 28 Şubat’a biçilen ömür. Hangi takvim ya da gezegene göre olduğu bilinmediği için 12 Nisan 2012’ye tekabül edip etmediği kestirilemiyor.
Çevik Bey: Emekli olduktan sonra cumhurbaşkanı seçilme hülyasına kapılan Çevik Bir, Rumeli İşadamları Derneği’nde seçilmiş bir kalabalığın önüne çıktı. Bir’in yelkenini şişirebilecekler çağırılmıştı. Bilmeden ilk darbeyi Orhan Keçeli indirdi: Size Çevik Bey diyebilir miyim? Büyü bir anda bozuldu. Bozulan sadece büyü değildi; 28 Şubat’ın kudretli generalinin kimyası da alarm veriyordu. Murat Birsel’in gollük pas olarak attığı ‘İlk 100 gündeki üç icraatınız ne olacak?’ sorusu Paşa’yı sinirlendirdi. Birsel’i kendisine dirsek atmakla suçladı. Çevik Bey’in Köşk hayali yerle bir oldu. Artık Kenan Evren’in yaveri olarak geçirdiği günlerin hatıralarıyla avunacaktı.
BÜLENT KORUCU

28 ŞUBAT’IN AKTÖRLERİ


ASKERLER
İsmail Hakkı Karadayı: Dönemin Genelkurmay Başkanı. Millî Güvenlik Kurulu’nda Başbakan Erbakan’ı terlettiği konuşuldu. Cumhurbaşkanı Demirel ile işbirliği yapıp Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in planladığı askerî darbeyi engellediği iddia edildi. 30 Ağustos 1998’de yaş haddinden emekli oldu. 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu’yu etkileyerek demokratik süreci engellediği ileri sürüldü. Bu kasetlerin montaj olduğunu ifade ederek hakkındaki suçlamaları reddetti. Encümen-i Daniş üyesi.
Çevik Bir: Batı Çalışma Grubu’nun planlayıcısı ve demokrasiye yapılan balans ayarının kahramanı! Postmodern darbenin Kenan Evren’i olmaya soyundu. Yargı organlarına ve savcılara Genelkurmay Başkanı adına talimatlar gönderdi. Önce Genelkurmay Başkanlığı beklentisi, sonra Cumhurbaşkanlığı hayalleri suya düştü. 1999’da emekli oldu. Balyoz Davası İddianamesi’nde Çetin Doğan hakkında söyledikleriyle teknik takibe takıldı. Ergenekon soruşturması kapsamında savcılara ifade verdi. 28 Şubat soruşturmasında gözaltına alınan ilk isim oldu.
Erol Özkasnak: Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri. 28 Şubat’ın sözcüsü ve vitrin isimlerindendi. Gazete yöneticilerine ve köşe yazarlarına ne yazacaklarını söylemek, yazmayanları tehdit etmekle görevli olduğu ileri sürüldü. Sürecin en önemli isimlerinden biri olarak yükselmeyi bekledi; ancak vazifesini tamamlamıştı. Emekli edildi. 28 Şubat soruşturması kapsamında ilk gözaltı listesinde olmaması sürpriz karşılandı. Hatta bir çok internet sitesi gözaltına alındığını duyurdu, sonra düzeltti.
Güven Erkaya: Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı. Başbakan Necmettin Erbakan’ı ‘irticai tehdidin boyutları ve hükümetin bu konudaki duyarsızlığı’ tezleriyle MGK’da sıkıştırdığı gazetelere sızdırıldı. İrtica ile mücadele için Genelkurmay Başkanlığı’nın yürüttüğü çalışmanın karargâhının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olduğu ortaya çıktı. Cuntanın omurgası, başında Oramiral Erkaya’nın bulunduğu Batı Çalışma Grubu’ydu. Erkaya, iki yıl önce kolon kanserinden vefat etti.
İdris Koralp: Emekli Tuğgeneral. Ergenekon Davası kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. Tunç Kılınç’la birlikte çalıştı. Kılınç’ın 3. Ordu Komutanlığı yaptığı dönemde Harekât Yardımcılığı Başkanı oldu. 28 Şubat sürecinde Hadımköy’deki 1. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda görevliydi. Gözaltına alınan ilk isimlerden oldu.
Abdullah Kılıçaslan: Emekli Tuğgeneral. Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilmesi sırasında Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısıydı. Son genel seçimlerde MHP’den adaylığını koymuştu. 28 Şubat sürecinde Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevliydi. Soruşturmada gözaltına alındı.  
Ünal Akbulut: Emekli Tuğgeneral. 28 Şubat sürecinde Kurmay Albay rütbesiyle orduda görevliydi. Son olarak Genelkurmay Personel Daire Başkanı olarak Karargâh’ta görevliydi. Gözaltına alındı.   
Oğuz Kalelioğlu: Emekli Albay. 28 Şubat döneminde Psikolojik Harp Dairesi’nde görev yapıyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir süre danışmanlık yaptı. Gözaltına alındı.  
Hüsnü Dağ: Emekli Albay. 28 Şubat döneminde bugün Genelkurmay İletişim Daire Başkanlığı adını alan Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı görevini yürütüyordu. Gözaltına alındı.   
Mustafa Babacan: Hüsnü Dağ’ın yardımcısı olarak görev yapıyordu. 28 Şubat’ta Basın İnceleme ve Değerlendirme Şube Müdürü’ydü.  Gözaltına alındı.
Necdet Batıran: Emekli Başçavuş. 28 Şubat’ta Genelkurmay Karargâhı’ndaki Kozmik Oda’da evrak görevlisi olarak çalışıyordu. Gözaltına alındı.
ÜNİVERSİTE







Kemal Gürüz: Dönemin YÖK Başkanı. Millî Güvenlik Kurulu kararlarının üniversitelerde uygulanmasını sağladı. Üniversite giriş sisteminde değişiklik yaparak imam hatip ve meslek liselileri mağdur etti. İmam hatip liselerinin kapatılmasını istedi. Amerikancı olduğunu söyledi. 28 Şubat’ın darbe olmadığını iddia etti. Başörtüsü yasağının mimarıydı. 7 Ocak 2009 tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Kadir Has Üniversitesi’nde Uluslararası Danışma Kurulu üyeliği görevini sürdürüyor.
Kemal Alemdaroğlu: İstanbul Üniversitesi’nin tartışılan rektörüydü. Eğitim özgürlüğü ve insan hakları konusunda yasakları sınır tanımadı. Yolsuzluk suçlamaları sebebiyle YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı. 2003 yılında Türk Tabipler Birliği Onur Kurulu tarafından intihal suçundan iki ay meslekten uzaklaştırma cezası aldı. Ergenekon soruşturması kapsamında 21 Mart 2008 tarihinde gözaltına alındı, iki gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Nur Serter: İkna odalarının mimarı. 28 Şubat sürecinde, başörtülü öğrencilere kök söktürdü. Yazdığı Siyasal İslam’da Din Tekeli isimli kitap, Refah Partisi’nin kapatılması sürecinde kaynak olarak gösterildi. Cumhuriyet mitinglerinde sıkça boy gösterdi. CHP Milletvekili.
YARGI
Nuh Mete Yüksel: Dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Savcısı. Türkiye’nin en çok konuşulan soruşturmalarına imza attı. Ankara’da ‘Demir Savcı’ lakabıyla ün saldı. Merve Kavakçı’nın evine gece yarısı baskın yaptı. Aydınlık Gazetesi’nin haberlerinden hareketle Fethullah Gülen Hocaefendi’ye dava açtı. İddianameyi mahkemeden önce medyaya vererek linç kampanyası yaptırdı. Çağdaş Eğitim Vakfı’nda yapılan aramada uygunsuz CD’leri ele geçirildi. Kendisine şantaj mı yapıldı şüphesi dile getirildi. Eski HSYK tarafından küçük bir ceza verildi. Geçen aylarda emekli oldu. 28 Şubat döneminde askerin yargıya baskı yapmadığını söyledi.
Vural Savaş: Dönemin Başsavcısı. İki partinin (Refah-Fazilet) kapatılması ve Postmodern darbenin hukuki altyapısını hazırlayan isimdi. Kapatma iddianamesinde ‘kan içici vampirler’ sözleri hukuk skandalı olarak kayıtlara geçti. Emekli olduktan sonra elini attığı her dal kurudu. Siyasette ve sivil toplum örgütlerinde aradığını bulamadı. Şimdilerde Ankara’daki evinde kitap yazmakla meşgul.

..

3 Şubat 2015 Salı

Perinçek'e göre Kıbrıs Barış Harekatı işgal






Perinçek'e göre Kıbrıs Barış Harekatı işgal





7/7/2005 - 04:18 -
Aksiyon - Ufuk Hiçyılmaz
    
      











Doğu Perinçek’in çelişkilerle dolu hayatında Kıbrıs’ın özel bir yeri var. Bir dönem Kıbrıs’taki Türk askerî varlığını Rum ağzıyla “işgal” olarak değerlendiren Doğu Perinçek bugün neden Türk Ordusuna şükranlarını sunuyor acaba?

Türk siyasi tarihinde en çok “söylem” değiştiren siyasi hareket lideri kimdir, dendiğinde ilk akla gelen isimdir İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek. Siyasi hayatı boyunca dün ak dediğine bugün kara deme, dün lanet yağdırdıklarına bugün methiyeler düzme, dün dost olduklarıyla bugün düşman olabilme becerisine sahiptir kendisi... 1960’ların son döneminde başlayan siyasi kariyeri hep hüsranlarla dolu olmasına karşın hâlâ koltuğunu muhafaza etmeyi başarmasını biraz da bu becerisine bağlamak gerekiyor.

Doğu Perinçek’in devrimci solla başlayan siyasi macerasının ilk istasyonu Çin sosyalizmi yani Maoculuk oldu. Bu dönemde Türkiye’de güç kazanan Sovyet yanlısı sola yönelik sert eleştirileriyle dikkat çekti. Sol çevrelerde çıkışlarıyla adından söz ettiren Perinçek’in geniş kitleler nezdinde tepki toplayan ilk eylemi, Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türkleri korumak için düzenlediği Barış Harekâtına yönelik açıklamaları oldu. 1990’larda yine bölücü örgütü savunan “İllegalleşen devlet en büyük terörist haline gelmiştir. Kürt illeri can pazarına dönmüştür.” açıklaması ve 2000’e Doğru dergisindeki yayınları ile halkın tepkisini toplayan Perinçek’in bu ilk çıkışının öyküsü oldukça ilginç detaylar içeriyor.

1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtını “işgal” olarak nitelendiren Doğu Perinçek önderliğindeki Aydınlık hareketi, birçok il ve ilçede barış harekâtını kınayan salon toplantıları, korsan gösteriler, çeşitli bildiri ve afiş asma eylemleri gerçekleştirdi. “İşgale nihayet, Kıbrıs’a hürriyet”, “Kahrolsun gerici savaş” sloganları atan Perinçek hareketi, Kıbrıs Türklerinin direnişini yöneten Türk Mukavemet Teşkilatı’nı hedef alan açıklamalar yaptı. Bunun üzerine Aydınlık’ın çeşitli illerdeki büroları güvenlik güçlerince basıldı, 50 kadar kişi de tutuklandı. Ankara ve İstanbul’da bu gruba ait yayınların dağıtımı yasaklandı. Barış Harekâtı’nı Aydınlık ve Halkın Sesi dergilerinde yerden yere vuran Perinçek, daha sonra bu yazılarını kitaplaştırdı. 1976 yılında yayımlanan “Kıbrıs Meselesi” isimli kitapta Perinçek’in TSK ve Rauf Denktaş için kullandığı ifadelerle bugünkü söylemleri arasındaki zıtlık çelişki insanı şaşırtıyor. O dönemde Kıbrıs’taki Türk askerî varlığını Kıbrıslı Rumlar gibi “işgalci” olarak değerlendiren Perinçek, şunları söylüyordu: “Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi Yunan askerlerinin adada kalmasına neden olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaratılmaktadır. Katliamların esas sorumlusu, Kıbrıs’ta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte adadaki yabancı askeri kuvvetlerdir.” (sayfa 32)

Perinçek TSK’yı İsrail ordusuna benzetiyor

Perinçek’in “Bağımsızlık diye diye çiğnenen bağımsızlık” başlıklı makalesindeki üslup ise ileriki yıllarda MİT ve Emniyetin maruz kalacağı karalama yöntemlerinin ilk prototiplerini içeriyordu. Türk Silahlı Kuvvetlerini “işgalci, yağmacılığa silahlı bekçilik yapan, ABD jandarması, emperyalist” gibi ifadelerle suçlayan Perinçek ağır hakaretlerde bulunuyordu: “Bugün Kıbrıs’ta durum nedir? Yabancı ülkelerin askeri müdahale ve işgalleri sonucunda Kıbrıs’ın bağımsızlığı yok edilmiştir. Kıbrıs topraklarının neredeyse yarıya yakını Türkiye’nin işgali altındadır. Bu bölgelerde egemen olan Türkiye devletinin otoritesidir. Kıbrıs bugün Türkiye’nin altmış sekizinci vilayeti durumundadır. İki gün önce ‘bağımsız Kıbrıs’ sloganının şampiyonluğunu yapan Türkiye hükümeti Kıbrıs’ı işgal ettikten sonra ülkenin bağımsızlığa kavuşmasının önündeki esas engel haline gelmiştir.” (sayfa 33-34)

İP lideri yazılarında Kıbrıs Türk toplumunu Enosis’i gerçekleştirmek için imha etmeyi planlayan Rumlara karşı düzenlenen askeri harekâtın “emperyalist ve gerici bir karakter” taşıdığını savunuyordu. Yunanistan’ın Kıbrıs’a yönelik askeri işgal politikalarına ‘yeşil ışık yakan’ Perinçek Yunan tarafının yayılmacı tavrının “Türk Ordusunun işgalini meşrulaştırmadığını” iddia edecek kadar ileri gidiyor. Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri varlığını İsrail’in Filistin’deki işgaliyle eş değer gören Perinçek burada oldukça enteresan bir örnek veriyor: “Türkiye hakim sınıfları, Kıbrıs’taki Türk toplumu üzerindeki baskıları ileri sürerek müdahalede bulundu. Yarın sözgelişi Türkiye’deki Kürt milliyetinin ezildiği ileri sürülerek yabancı bir devlet Türkiye’ye silahlı müdahalede bulunsa, bu müdahale haklı mı olacaktır?” (sayfa 46)

Kitapta TSK’ya yönelik hakaret ve eleştiriler oldukça ağır. NATO jandarmalığı yapan Türk Ordusu’nun Kıbrıs’ı ABD emperyalistlerinin Doğu Akdeniz’de batmayan bir uçak gemisi haline getirdiği iddia edilerek, bu sayede Arap halklarına karşı siyonizmi destekleyen bir Amerikan üssünün kurulduğu ileri sürülüyor: “Kıbrıs’ın işgalinden önce Türkiye ile diğer Üçüncü Dünya ülkeleri arasında gelişen dostluk ilişkileri ağır bir darbe yemiştir. Türkiye’nin ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi olarak Ortadoğu’da ikinci bir İsrail rolü oynaması, bölge halklarıyla dostluğu baltalamıştır.” (sayfa 51)

1990’larda terörle mücadelenin en sıcak dönemlerinde Mehmetçiğin moralini bozan ve TSK komuta kademesi arasında çatışma çıkarmayı amaçlayan yayınlarıyla gündeme gelecek olan Perinçek ekibi, bu dönemde kontrgerilla edebiyatı ve yargısız infaz haberleriyle adeta bölücü örgütün psikolojik harp ünitesi gibi hareket ediyordu. Perinçek’in Türkiye’nin milli birliğe ihtiyaç duyduğu sıcak dönemlerde kamuoyuna mal olmuş isimlere yönelik karalama kampanyalarından 1970’lerde nasibini alanlardan birisi de Kıbrıs davasının sembol ismi Rauf Denktaş’tı. Dönemin sol jargonuna uygun olarak önce “faşist” olarak takdim edilen Denktaş, aynı zamanda yine literatüre uygun olarak emek düşmanı ve yağmacı diye yaftalanmaktan kurtulamıyordu. Aradan geçen 30 yıl içinde sürekli ortama göre pozisyon alarak ayakta kalmayı başaran Perinçek hareketinin bugün Kıbrıs meselesi ve Rauf Denktaş’la ilgili düşünceleri de eskisiyle tamamen zıt bir görünüm arz ediyor.

19 Temmuz 2004 tarihli Anadolu Ajansı bültenine göre Barış Harekatı’nın 30. Yıldönümü kutlamaları için KKTC’ye giden Doğu Perinçek burada yaptığı açıklamada bir Türk olarak Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile gurur duyduklarını anlatıyordu. Doğu Perinçek, “Kendisini bütün gücümüzle, Türkiyemiz ve KKTC için destekliyoruz. KKTC devleti ve halkına desteklerimizi sunmak için bu güzel günde adamızı ziyaret ediyoruz.” diyor. Aynı konuşmasında 30 yıl önce “işgalci” dediği Türk Ordusuna bugün şükranlarını sunan Perinçek, bakın bir zamanlar Denktaş hakkında neler söylüyordu: “Kıbrıs’taki faşist Denktaş yönetimi, bu talan ve yağmayı kendi tekeline almak için kanun çıkarmak gereğini dahi duymaktadır. Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre, Türk birliklerinin işgali altındaki bölgede (KKTC’yi kastediyor) bir ‘Nereden buldun kanunu?’ çıkartılacaktır. Bu kanun kişisel olarak yapılan yağmayı yasaklayarak, Rumların terk ettiği mallara, Faşist Denktaş yönetimi tarafından el konulmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar Türk Ordusu’nun silahlı bekçiliği altında yapılmaktadır.” (sayfa 65) “Nasıl Türkiye’deki sömürü, emperyalistlerin ve onların bir avuç işbirlikçisinin kasasını dolduruyorsa, Kıbrıs’taki durum da farklı değildir. Rauf Denktaş gibi emperyalist işbirlikçisi faşistlerin baskısı altındaki Kıbrıs’ın emekçileri üzerindeki baskısı devam etmektedir.” (sayfa 66)

Bugün Birleşmiş Milletler tarafından önerilen Annan Planı gibi iki toplumlu ve çoğulcu bir çözüm önerisini ülkeye ihanet olarak gören İP lideri Perinçek, 1970’lerde bugün karşı çıktıklarını savunuyordu. “Bugün özellikle Türkiye, Kıbrıs toplumlarının birlikte yaşayamayacağını ispat etmek için düşmanlığı körüklemekte ve süper devletlerin aleti olmaktadır. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili tezleri ve çözüm teklifleri tamamen düşmanlığı devam ettirmek temeli üzerine kurulmuştur.” (sayfa 31)

Kıbrıs belgelerini satan adamı savundu

Doğu Perinçek’in fikrini değiştirmedi ği tek nokta İngiliz ve Fransızlarla ilgili tutumu. Kitabında Türk hükümetinin ABD’nin koltuğu altında Fransa ve İngiltere düşmanlığı yaptığını ileri sürerek, bu iki ülkeyi daha sevimli gösterme çabası içinde olduğu görülüyor. Türkiye’nin Kıbrıs harekâtına şiddetle karşı çıkan İngiltere ve Fransa’yı Üçüncü Dünya ülkeleriyle aynı çizgiye yerleştirerek sevimli hale getiren İP lideri acaba neden böyle bir gayret içine girmiş olabilirdi? MİT Kontr-terör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür’e göre Aydınlık Grubu’nun perdeleme yapmasının nedenini derinlerde aramak gerekiyor.

7 Ağustos 1978 tarihli Aydınlık gazetesinde başlayan “Kontrgerilla Şeflerini Açıklıyoruz” yazı dizisinde bu ilişkilerin netleştiğini anlatan Eymür’ün açıklamaları şöyle: “Perinçek ‘Kıbrıs’taki Bayraktarlık Türkiye’deki tertip ve kışkırtmaların ocağıdır’ diyor, ‘Bayraktarlığın Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’taki Özel Şubesi olduğunu’ söylüyordu. Demek ki Kıbrıs’taki Türk faaliyeti birilerini rahatsız etmiş, Özel Harp Dairesi’nin milli menfaatler doğrultusunda kullanılması bu birilerini kızdırmıştı.”

Eymür, açıklamasında, Kıbrıs’taki milli faaliyetlerden rahatsızlık duyanların kimler olduğuna da açıklık getiriyor. Buna göre, Aydınlık tarafından başlatılan yazı dizisinin amacı bir casusluk faaliyetini ortaya çıkaran Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensuplarını hedef göstermek ve pişman etmekti. Eymür’e göre MİT İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı emekli kurmay albay Sabahattin Savaşman’ın Kıbrıs konusundaki bazı gizli karar ve haritaları İngiliz ve Amerikan gizli servisi mensuplarına verirken yakalanması yabancı gizli servislerde büyük rahatsızlık meydana getirmişti. Tutuklamanın hemen ardından Savaşman’a suçüstü yapanlara karşı taarruz başladı. Aydınlık gazetesinde yayımlanan bu yazı dizisi “örtülü faaliyetlerin” adresini de açıkça ortaya koyuyordu. Yazı dizisi ile İngiliz ve Amerikan gizli servisinin operasyonunu bozan MİT görevlileri ev adresleri verilerek sol terör örgütlerine hedef gösteriliyordu.

Yazı dizisinin ardından Sabahattin Savaşman’ın anılarını “Üçüncü Adam Anlatıyor” adıyla kitaplaştıran Perinçek ekibinin yollarının İngilizlerle kesişmesi sadece bununla sınırlı değil. Aydınlık gazetesinin “Haber ve Makalelerden Sorumlu Müdürü” Aydoğan Büyüközden Robert Kolej’de görevli bir İngiliz’e ait lojmanda telsizlerle ve başında perukla yakalanmıştı. Ancak Büyüközden ile İngiliz görevli arasında nasıl bir ilişki olduğu o dönemde sorgulanmadı.

Buraya kadar anlatınlar İP liderinin zikzaklar, tutarsızlıklar ve önemli kişi olma çabasıyla ülkeye verdiği zararları gözler önüne seriyor. Kendisini biraz tanıyanların aşina olduğu bu tabloda rahatsız edici tek husus devletin ilgili birimleri ve makamlarında uzun yıllar görev yapmış isimlerin böyle bir kişiliğe itibar edebilmeleri oluyor.


6 Aralık 2014 Cumartesi

ÇEKİÇ GÜÇ, KÜRT DEVLETİ KURUYOR,


Çekiç Güç Kürt Devleti kuruyor,



Genelkurmay Başkanlığı 'nca hazırlanan raporlar Kuzey Irak 'taki mülteci olayını önlemek için konuşlandırılan Çekiç Güç'ün amacından saptığını belgeliyor Raporda yeralan ifadeler kesin hüküm veriyor: "Çekiç Güç, Kuzey Irak 'ta bir Kürt devleti kuruyor"

Haber, soğuk bir kış günü Türkiye'nin gündemine ateş gibi düşmüştü. Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kaya Toperi ve Genelkurmay yetkilileri olayı doğrularken, dönemin başbakanı Demirel ve yardımcısı İnönü alelacele yaptıkları açıklamalarda haberin doğru olmadığını söylüyorlardı.

14 Ocak 1992 günü basında çıkan haberlerde ise, Cudi Dağı'nda kıstınlan PKK'lılara Diyarbakır'dan kalkan ABD helikopterlerinin malzeme attığının, Genelkurmay tarafından tesbit edildiği yazıyordu. Bir askeri tim olay yerine PKK'lılardan önce ulaşarak 27 çuvalı ele geçirmiş, çuvallardan giyecek ve yiyecek çıkmıştı. Bu olaydan sonra Amerikalılar olayı doğrulayacaklar; ancak malzemelerin yanlışlıkla atıldığını söyleyeceklerdi. Tıpkı daha sonraları pek çok defa yapacakları yanlışlıklar gibi. ( Çekiç Güç yanlışlıkları ) pek çok şey yapacak, ( Türk yetkilileri de bu yanlışlıkları! ) sineye çekeceklerdi.

Körfez Savaşı'nın ardından meydana gelen "Kürt göçü"nün bir daha tekrar etmemesi için ülkemize konuşlandırılan "Çekiç Güç", yıllardır devam eden tartışmaların odağında bulunurken Aksiyon, konuyu aydınlığa kavuşturacak belge ve bilgilere ulaştı.

ÇEKİÇ GÜÇ, KÜRT DEVLETİ KURUYOR,

Genelkurmay Başkanlığı'nca farklı zamanlarda hazırlanan raporlarda ve yapılan etüdlerde, ÇekiçGüç'ün Türkiye'nin egemenlik haklarını hiçe saydığı belgeleniyoL "Etüd" başlığıyla yapılan değerlendirmede üst kademe de oluşan rahatsızlık açıkça dile getiriliyor. Raporun inceleme bölümünde yeralan ifadeler aksine söz söylenemeyecek netlikte:

"Çekiç Güç Kuzey lrak'ta bir Kürt devleti kuruyor."

Konu üzerinde hassasiyetle duran Genelkurmay tarafından yapılan geniş araştırmalar neticesinde hazırlatılan raporda şu ifadeler yer alıyor: "Her ne kadar CTF (Çokuluslu Güç)'nin kuruluş amacı Kuzey Irak'taki mülteci olayını önlemek ve insani yardımın güvenlik içerisinde yapılmasını sağlamak ise de, vukubulan olayların niteliği bu amaçlardan sapıldığını kanıtlayacak niteliktedir.

CTF'nin kuruluş amacında yer alan Irak'ın toprak bütünlüğü konusu uygulama ile çelişkilidir. Uygulama, bir devletin altyapısını oluşturma gayretleri ile özdeştir. Ordunun kurulması, kitlelerin eğitimi için organizasyonlar kurulması, kendilerine yeterli gıda maddesi sağlayacak şekilde halkın tarıma teşviki, ortak düşman kavramının (Saddam) oluşturulması, muhabere, ulaştırma ve enerji altyapılarının tmamlanma gayretleri örnek glarak glf'" terilebilir. "

SABlKA DOSYASI KABARIK

AKSİYON'un ele geçirdiği ilginç rapor, iki bölüm olarak hazırlanmış. Birinci bölüm "Birleşik ç;ifrev Kuvveti (Combined Task Porce-CTP) unsurlannca yapılan kural dışı davranışlar"ı ele alıyor. İkinci bölümde ise "Askeri Koordinasyon Komitesi (MCC)'nce yapılan kural dışı davranışlar" tespit ediliyor. Kayıtlara resmi adı olan Çok Uluslu Güç olarak geçen Çekiç Güç ile ilgili raporda yeralan hususlardan bazıları şöyle:

Birleşik Görev Kuvveti'nin ABD'li komutanı kendi üst makamları ile yaptığı yazışmalarda Türkiye'nin tezlerinin aksine Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden "Türk Kürdistanı", Kuzey ı-" Irak'tan da "Irak Kürdistanı" tabirlerini kullanarak bahsediyor.
ABD Av önleme uçakları, Türk hava sahası içerisinde, 9 Ocak 1992 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti hükümetince izin verilen Cezayir C-1300 uçağın yetkisi olmadan önlüyor.

Çekiç Güç'e ait iki adet A-lO uçağı, 1 Eylül 1992 tarihinde sınırlarımız içerisinde PKK teröristlerini bombalayan savaş uçaklarımızın harekatını gözetliyor. 15 Ocak 1992'de ÇekiçGüç'e ait muharip uçaklar Erkilet Gaziantep uçuşu yapan Türk Hava Kurumu'na ait sivil uçakları taciz ediyorlar.

1993'ün ocak ayı Çekiç Güç'ün suç dosyasının en kabarık olduğu ay. Birbiri peşi sıra gelen olaylar hem uluslararası anlaşma ve kuralları ihlal anlamıtaşıyor, hem de Türkiye'nin güvenliğini tehdit ediyor:

ABD'ye ait bir savaş uçağı Mardin radarına elektronik karıştırma uygulayarak görevini yapmasını engeller. Yine aynı günlerde bir Irak uçağı, aksine yapılan tüm uyanlara rağmen ABD'li savaş uçaklannca düşürülür. Awacs radar uçaklarında görev yapan subaylarımıza bu ay içerisinde verilmesi gereken "görev dosyaları ve görev sonuç raporları" verilmeyerek ABD ile aramızdaki anlaşmalar ihlal edilir.

Türkiye, Irak'la yaşanan "Ocak 1993" krizinde Çokuluslu Güç'ü meşru müdafaa kavramının arkasına saklanarak Irak tarafına taarruz etmekle" suçlar.

ADIM ADIM DEVLETE DOĞRU

Raporun ikinci bölümünde yer alan iddialar ise bölgedeki toprak bütünlüklerinin korunması açısından kabul edilebilir cinsten değildir. ''Askeri Koordinasyon Komitesi 'nce yapılan kural dışı davranışlar"ın tek anlamı vardır; KUZEY IRAK'TA KÜRT DEVLETİ KURMAK.

Bu ise Türkiye'nin, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumaya yönelik politikasıyla taban tabana zıt. ÇünküTürkiye; Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin, kuzeydeki ırkdaşlarının iştihasını kabartacağını düşünüyor. Bu yüzden de Kürt devletinin kurulmasına şiddetle karşı çıkıyor ve böyle bir gelişmeye izin vermeyeceğini belirtiyor.

Ancak topraklarımızda barındırılan yabancı bir güç, bunun tam tersi hareketlerde bulunuyor. Aksiyon'un eline geçen Genelkurmay Raporu, Türk kamuoyunun bu konudaki kuşkularının haklılığını gösteren olaylarla dolu.

Raporda özellikle iki ABD'li subayın adı sıklıkla geçiyor: Askeri Koordinasyon Komitesi Başkanı Albay Naab ve onun görevini devralan Albay Wilson. Her ikisinin de özelliği aynı; Kuzey Iraklı Kürt liderlerle yaptıkları görüşmelerde onları söyledikleri sözler ve yaptıkları hareketlerle bağımsızlığa teşvik ettiler. Kuzey Irak'ta seçim yapılabilmesini sağlamak için gerekli malzemeyi teminde yardımcı olan Albay Naab ve Albay Wilson'un, güvenlik sistemi ve düzenli ordu kurulması için büyük gayretleri oldu.

Askeri Koordinasyon Komitesi'nce Kuzey Irak'ın yeraltı zenginlikleri ve ekonomik değerlerinin tespit edilmesi için uzmanlara zaman zaman araştırmalar yaptırılır. ı o Ocak ı 992 tarihinde ise Türk kamuoyunda uzun tartışmalara neden olan bir olay gerçekleşir; Askeri Koordinasyon Komitesi'ne ait helikopterler Irak içlerinde yardım malzemesi dağıtırken, sınırı geçerek malzemeleri, Cudi Dağı'nda sıkıştırılmış olan PKK militanlarının olduğu bölgeye bırakır. Bu olay Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım etmesinin somut bir göstergesi olarak bazı basın organlarında yeralır.

Türk Silahlı Kuvvetleri' nin  1992 sonbaharında, Irak'taki Kürt gruplarla birlikte PKK'ya karşı yaptığı ortak harekat, Çekiç Güç bünyesinde görev yapan Albay Young tarafından "kardeşin kardeşi vurması olarak nitelendirilir" ve bundan üzüntü duyulduğu açıklanır. Uluslararası camiada Türkiye'yi zor durumda bırakabilecek haberler Türkiye'nin görüşü alınmadan dünyaya duyurulur. Bu da dış politikada zor günlerin yaşanmasına neden olur.

BITLİS PAŞA'YA TACİZ

17 Aralık ı 992 günü, sabahın erken saatlerinde İncirlik'ten havalanan Awacs Radar Uçağı kısa sürede, Kuzey Irak üzerinde oluşturulan çalışma sahasına ulaşır. "Roz-I" ismiyle anılan sahada günlük rutin görevlerini yapmakta olan uçağın radarında bir müddet sonra beliren  uçan bir cisim, radar operatörünün dikkatini çeker. Çekiç Güç'e bağlı uçakların uçuş koordinelerini bilen operatör, uçağın Türkiye'ye ait olabileceği düşüncesiyle konu hakkında bilgisine başvurduğu Türk subayından olumlu bir cevap alamaz. Gözlemci Türk subayı, meydana gelebilecek bir yanlışlığı önlemek için Mardin radarıyla temasa geçerek gerçeği öğrenir. Radarda görülen ci sim Türkiye'ye ait bir helikopterdir ve çok önemli bir yetkiliyi Irak'ın Serahattin şehrine götürmektedir. Bölgede görev yapan Çekiç Güç'e bağlı uçaklara durum süratle bildirilir. Helikopterin taciz edilmemesi konusunda tekrar tekrar uyarılır ABD uçakları. Ancak uyarılar dikkate alınmaz. ABD'ye ait uçaklar Selahattin kenti yakınlarında Türk helikopterine uçuş güvenliğini tehlikeye sokacak kadar yaklaşır. Yani taciz ederler helikopterimizi. Çekiç Güç'e bağlı uçaklar bölgedeki uçuşlarını ara verme ihtiyacı hissetmeksizin gün boyu sürdürürler.

Taciz edilen helikopterdeki ''VI P- Çok önemli personel" diye tanıtılan kişi, bir kaç ay sonra şaibeli bir uçak kazasıyla hayatını kaybedecek olan Jandarma Genel Koınutanı Orgeneral Eşref Bitlis'ten başkası değildir. Bitlis Paşa, o sıralar Türkiye'nin Kuzey Iraklı Kürt liderlerle başlattığı görüşmeleri yürütmektedir.

Türkiye bu olayı " Zamanında koordine yapılmamasına " bağlayarak kapatır.

KAZAYLA AÇIGA ÇIKAN GERÇEK

İki sene sonra Kuzey Irak'ta uçuş yapan helikopterlerdeki personel "VIP" kadar şanslı değildir. Onlar yapılan yanlışlığın faturasını hayatlarıyla öderler. 14 Nisan 1994 günü 2 ABD savaş uçağı, 2 ABD helikopterini düşürür. 3'ü Türk 26 kişi hayatını kaybeder. Ağustos 1995' te sonuçlanan mahkemede olayın -personel hatasından kaynaklandığı sonucuna varılır. Bu, ABD'nin olayın olduğu günden itibaren savunduğu tezin hukuken tescilinden ibarettir.

Türk Genelkurmayı olayın nedeninden ziyade "nasılolabildiği" konusuna kafa yormaktadır. Birleşik Görev Kuvveti Türk Komutanlığı'na gönderilen Org. Ahmet Çörekçi imzalı yazıda "Böyle bir olayın meydana gelmiş olması ABD askeri unsurlarının kuralları ihlal ettiğini göstermektedir. Konu hassas olup, gözardı edilmeyecek durumları içermektedir' denmekte "Olayla ilgili olarak soruşturmanın uzun bir süre alacağı değerlendirilmektedir. Bu nedenle, angajman kurallarıile ilgili düzenleme/erin süratle sonuçlandırılması, aksi takdirde mevcut riski ortadan kaldırmak maksadı ile P. C. uçuşlarına ara verilmesi" talebi dile getirilmektedir.

29 Nisan 1 994 tarihli aynı yazıda Çekiç Güç bünyesinde görev yapan ABD tarafı, mevcut anlaşmaları çiğnemekle suçlanmaktadır. Çekiç Güç bünyesinde görev yapan uçakların, gerekli olduğunda kendilerini korumak üzere silah taşıyabilecekleri ve bu silahları yalnızca meşru müdafaa amaçlarıyla kullanabilecekleri hususunun belirtildiği uluslararası belgelere atıfta bulunulmaktadır. Ancak kazanın meydana geliş şeklinin, bu kurallara uyulmadığının açık göstergesi olduğu ve belirlenen şartlara uyulmadığı takdirde daha da müessif kazaların olabileceği "üzülerek" hatırlatılır.

İNSANİ YARDIM ADIYLA FAALİYET

Konuyla ilgili olarak bölgede araştırma yapan Dr. Kürşat Cengiz de hazırladığı raporda bir başka ilginç noktaya dikkat çekiyor:

Kuzey Irak'ta sayıları 150-200 arasında değişen NGO'lar (Hükümet dışı yardım kuruluşları) vardır. NGO'lar, görünüşte insani yardım yapmak üzere Kuzey Irak'ta belirlenen yerlerde bulunan bu kuvvetler, Birleşmiş Milletler'e aittir.

Görünüşte bir anlamda BM kuvveti gibidir ve Çekiç Güç'le organik kuruluş bağlantısı yoktur. Ancak, güvenliklerini ve her Çeşit  Emniyetlerini Çekiç  Güç sağlar. 


  Kurulan organizasyonların sayısı 34'ü bulmaktadır. Asıl amaçları Kürt kültürünü oluşturmaktır. Kuzey Irak'taki 2,5 milyon Peşmerge'ye de bu 15-20 subaydan oluşan NGO' lar yön verir. Bir anlamda " silahlı peşmergeler ile Çekiç Güç arasındaki" irtibatı sağlar, Çekiç Güç'le birbirlerini tamamlar. Böylece, Saddam'ın müdahalesini önleyecek bir kuvvet yapısı ortaya çıkar.

Çekiç Güç'ün açıklanması gereken çok ilgi çekici bir özelliği de SAR (Special Air Regiment) kuvvetlerinİ bünyesinde bulundurmasıdır. Bir Amerikan SAR subayına yöneltilen "Siz ne yaparsınız?" şeklindeki soru karşısında alınacak "Akla gelen ve mantıklı olan her şey" cevabı, bu kuvvetlerin esrarengizliğini bir parça olsun anlatacaktır. Yaptıkları işlerden sadece bazıları ise şunlardır: Denize veya karaya düşen bir pi lotu kurtarmak, istenilen noktalara takviye sağlamak, akın tipi özel harekat icra etmek, sabotajlar yapmak, Saddam'ı taklit ederek kitleleri etkilemek, propaganda hizmetlerini gerçekleştirmek.. Kısaca "görevimiz tehlike", kuvvetin doğuş ve varlığının devam sebebi~ dir. Bu eylemler hep Saddam'a karşı ifade edilir. Ancak görev yaptıkları coğrafi alan önemlidir, komuta merkezleri ise Türkiye'dedir.

ÇEKİÇ GÜÇ'ÜN ASIL GÖREVI

Uluslararası ortamda Çekiç Güç'ün açıklanan görevi kısaca, Kuzey Irak'ta bulunan insanlara insani yardımın ulaşmasını sağlamak ve insanların güvenliği ile bekalarını sağlamak şeklinde özetlenebilir. Gösterilen görev hedefi de budur.

Çekiç Güç, Türkiye'ye yerleştirildikten altı ay sonra "güç boşluğu" deyimi söylenmeye başlandı. Kuzey Irak bölgesinde yaşamak için hava, su, gıda nasıl şartsa, bir Kürt devletinin kurulması için de "güç boşluğu" ve bunun oluşturucusu Çekiç Güç o kadar şart ve hayatiydi. Çekiç Güç, Saddam'ın hava kuvvetlerinin 36'ıncı paralelin kuzeyine, polis dahil tüm silahlı kuvvetlerini de "güvenlik bölgesine" (Kuzey Irak' ta Türk sınırına bitişik yaklaşık 50-60 km.lik şerit) sokmamakla kendini görevlendirdi. Bu sayede bölgede yaşayanlar rahat rahat örgütlenme imkanına sahip oldular.

Bir Amerikan subayına "Sıfırdan bir Kürt devleti kurmak için kaç yıl gerekir" diye sorsanız, size "Hiç müdahale olmazsa, yani tam bir güç boşluğu sağlanırsa en az beş yıl gerekir"  Şeklinde cevap verecektir. Dikkat edilirse bunun 3-4 yılı Müdahalesiz geçti.

PKK TÜRKİYE'YE ANGAJE

PKK'nın Türkiye'ye angaje olmasına açıklık getirmek için önce bölgede kimlerin nereyle alakadar olduğu sorusuna cevap vermek gerekir. Bu takdirde de çok güzel planlanmış bir işbölümü ortaya çıkar. Çekiç Güç, Irak hava ve kara kuVvetlerine angajedir. Peşmergeler, Saddam'ın polis ve yerel askeri güçlerine angajedir. PKK da Türkiye'ye angajedir.

Kuzey Irak'ta kurulan. yaklaşık 34 Kürt organızasyonu yetkililere anIatılırken, budlardan üçünün önemli olduğu belirtilir. Bunlar; Barzani'nin partisi, Talabani'nin partisi ve PKK' dır. Diğerleri için "Kürt kültürünün oluşturulmasına katkıda bulunuyorlar" denir. Barzani ve Talabani'nin partileri için "temel" sıfatıkullanılırken, PKK için "komünist ve ilegal, ama Türkiye'ye angaje... Çok iyi fonksiyonlar görüyor" derler.

İlk bakışta, 3-4 eşkıya grubunun koca Türkiye'ye nasıl angaje olacağı su ali sorulabilir. Hemen cevap vermek mümkündür. Bugün Silahlı Kuvvetler komutanı, başbakan "Çekiç Güç giderse, Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı rahat hareket yapabilir miyiz?" şeklinde bir düşünceyi dile getirmektedirler. Kısaca Türkiye'de yönetim PKK yüzünden ÇekiçGüç'ün devamını isteyen bir tutum sergilemektedir. Çekiç Güç'ün bölgeden ayrılmasıyla, PKK ile yapılan mücadelenin zayıflayacağı intibaını uyandırmak istemektedirler. Buna bir çok yazar ve aydın da katılmaktadır. Bu durum da PKK'ya nasıl angaje olunduğun u göstermektedir. Yani bazılarılarına göre "Çekiç Güç" gereklidir, çünküPKK'yı rahatça vurmak ve haber alabilmekte yardımı olacaktır. Madalyonun diğer yüzünde ise; Çekiç Güç bölgede bir "güç boşluğu" oluşturmaktadır. Güç boşluğu da Kürt devletini rahatça kurmaya zemin hazırlamaktadır.

Peki "Kürt devleti" kurulursa ne o lur? İşte bundan sonra olacaklar bakımından devletin resmi politikası, ileri bir görüş sergiler. Türkiye, Kürt devletinin oluşturulmasma karşıdır. Ancak, uygulamada bu kesinlik ve açıklık yoktur. Bilerek, bilmeyerek ağır hatalar işlenmektedir.

STRATEJİK OLUŞUM

1970'li yıllarda dış basını izleyen okuyucular -örneğin "Mıddle East" dergisinin her sayısında- Ermeni ve Kürt meselesi adı altında, yanyana makaleler, sözde inceleme yazıları veya soru-cevap şeklinde dikkatleri üzerine çekici yayınlar görürdü. Arada bir Ermeni-Kürt ortak hareketinden söz edilirdi. Bu sırada ASALA Ermeni örgütü gündeme geldi. 1985 sonlarında ise ASALA kayboldu, PKK ortaya çıktı. Bir terör örgütünün birdenbire kaybolmayacağını, şekil değiştireceğini uzun süre anlayamadık. Ermeni-Kürt ve başta ABD olmak üzere Batı devletlerini bir çizgide "görmemiz gerek. Bu yaklaşımın stratejik sebebi, Güneydoğu Anadolu-Musul-Kerkük petrollerinin ABD ve Batı yararına kullanılmasının deva

mının ancak zayıf bir Kürt devletinin idaresinde mümkün olabileceğinin ortaya çıkmış bulunmasıdır. Aynen Arap Yarımadası'ndaki zayıf devletçiklerde olduğu gibi... İşte bu strateji içerisinde PKK önemli bir fonksiyon gösteriyor: Türkiye'ye angaje olmak. Ne zaman Türk kuvvetleri sıkı bir şekilde PKK üzerine giderse, yurtiçinde hemen "siyasi çözüm", yurtdışında ise, "insan hakları" feryatlarıyükseliyor. Bu feryatlar gerçekte "PKK'yı yok ederek, oyunumuzu bozma" anlamını taşıyor

KÜRT MÜLTECİLERİ MESELESİ

Körfez Savaşı'ndan sonra sınırlarımıza çok sayıda Peşmerge sığındı. O zamanın hükümeti bunlara karşı sınırlarımızı korumadı. İnsani gerekçelerle bu toplu, hukuk dışı sınır ihlaline karşı bir şey yapılmadı; durum "anlayışla" karşılandı. Bundan kısa bir süre sonra aynı tür hareketi Arnavutlar yaptı. İtalyanlar sınırlarını korudu. Dünya İtalyanlar'ı hiç de kınamadı. Hatta haklı buldu. Çün~ü sınırlarını korumak bir devletin en meşru hakkı ve devlet olmanın gereğidir. Yeter ki bu konuda kararlı olunsun, "devlet" olmanın gerekleri yerine getirilsin. Şimdi ise "Çekiç Güç" giderse, Saddam Kürtler'e bastırır ve sığınmacılar gene sınırlarımıza yığılır mantığı ile Kürt mülteciler "Çekiç Güç'ün" devamında gerekçe ve argüman olarak kullanılıyor.

ÇEKİÇ GÜÇ'ÜN TAHLİYE PLANI

"Çekiç Güç'ün" bir tahliye planı var. Bu plan Kuzey Irak'tan Türkiye'ye 2,5 milyon Peşmerge'nin tahliyesini kapsıyor. Plan 15-20 Çekiç Güç subayının, 150-200 NGO'nun tahliyesi için yapılmış izlenimini verse de gerçek bu değil, planın asıl amacı Saddam'ın ani bir baskını halinde Çekiç Güç'ün açıklanan Peşmergeler'i tahliyesini kapsıyor. Kısacası plan 15-20 kişinin değil, 2.5 milyon Peşmerge'nin tahliyesi, ama adı "Çekiç Güç Tahliye Planı". İşin en önemli ve dikkati çekici yanı ise, bu planın uygulanmışolması. Körfez Savaşı'ndan sonra, Türk sınırlarına yığılan Peşmerge hareketi önceden planlanmış bir hareket. Milyonlarca kişinin 300-400 km. mesafe içerisinde yer değiştirmesi büyük bir organizasyon ister. Bu da ancak planlı ve örgütlü bir hareketle gerçekleşir. Aslında bu hareket Türk sınırlarına yapılmış sivil bir taarruz. Türkiye böyle bir baskına 1989'da kuzeyba tı sınırlarında "Bulgaristan'ın" Türk soylu, Türk göçmenleriyle uğramıştı. Bu kez de güney sınırlarında aynı şeyi yaşıyordu. Sivil taarruzun politik amacı, "Çekiç Güç'ü" bölgeye çekmek ve "güç boşluğu" oluşturmanın kapısını açacaktı. Öyle de oldu. Hem de Türkiye'nin isteği ile... Türkiye'yi böyle bir talebi yapmaya iten inisiyatif, Kürtler'i göç için organize eden inisiyatifin devamı mahiyetinde görülmektedir.

BUGÜN DURUM NEDİR?

Lord Curzon, Lozan Konferansı'nda Türk Temsilciler Heyeti Başkanı İsmet Paşa'ya, Musul-Kerkük konusu ve Kürtler meseleleri görüşülürken, " Ben onlara bir alfabe verdiğim gün, görürsün " demişti. Bugün de durum farklı değiL. Halihazırda, Kuzey Irak'ta Kürt devleti kurulması için pek çok şey var, fakat "Kürt kültürü" eksik. Bugün Kuzey Irak'taki Kürt çocuğunun tarih kitabına baktığınızda, Saddam'ın bastırıp, okuttuğu kitabı görürsünüz, sadece Saddam'ın resmi olan sayfa yırtılmıştır...

Kültürün oluşturulmasıuzun zaman alır. Olmayan bir kültürün oluşturulması ise imkansız kadar zordur. Bu nedenle NGO' lar ısrarla "kültürel örgütleşmenin" etkinliği için çabalamaktadırlar. Ancak, zamana ihtiyaçları var. Bu sebeple de "Çekiç Güç'ün" görev süresinin uzamasını ve güç boşluğunun devamınıistiyorlar.

ABD VAZGEÇMEDiKÇE BİTMEZ
ABD'nin ve bazı Batılı dostlarının Türkiye üzerindeki emelleri, bu devletin Milli güvenlik stratejilerinin, çıkar ve amaçlarının sonucudur. Bugün bu durum, bir "Kürt devletinin" kurulması, Türkiye'nin bölünmesi şeklinde algılanmaktadır. Gerçekte ABD ve bazı müttefiklerinin amacı Türkiye'nin iktisadi kaynaklarını kontrol altına almak, iktisadi hayatını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek, gelişme kapsam ve derecesini yönetmektir. Bu amacı Türkiye üzerinde çeşitli tehditler oluşturarak ve bu tehditleri kendi inisiyatifleri içerisinde tutarak gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Bu sebeple resmi ABD demeçleri, Kürt devletinin kurulmasına karşıdır. Ancak, faatliyetler bu yaklaşımın tersini göstermektedir. ABD, Kürt devleti 'kurulmasından vazgeçmedikçe -ki bu durum, Başkan Clinton'un iktidarının sonu demektir- PKK terörü yok olmayacak, çok zorda kalırsa daha önce olduğu gibi terör şekil değiştirecek ve " Beyaz fes " giyecektir


http://www.aksiyon.com.tr/kapak/cekic-guc-kurt-devleti-kuruyor_501103

..