ABDULLAH GÜL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ABDULLAH GÜL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2019 Cuma

.28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 3

28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 3


3 Haziran'da Susurluk Davası 7 ay aradan sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde başladı.


5 Haziran'da 1996 dönme gazeteci Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü bir yıl gecikmeyle Yunanistan eski Başbakanı Konstantin Miçotakis' verildi. Ne alâkası varsa!


6 Haziran'da gazeteci Mahmut Ovür silahlı saldırıya uğradı.


7 Haziran 1997'de Genelkurmay, irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği firmalara ambargo koydu. Böylece Anadolu Kaplanları diye bilinen Türk ve müslüman işadamlarının önü kesilip yabancılarla ortak olan İstanbul şahsiyetsiz işadamlarına gaz verildi.


10 Haziran'da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi. Genelkurmay ayrıca basın mensuplarına da brifing verdi.


16 Haziran 1997'de İslam Ülkeleri D-8'in kuruluş deklarasyonu İstanbul'da imzalandı.


18 Haziran 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan istifa etti. Erbakan koalisyon ortağı Doğru Yol Partisi ile başbakanlığı bir yıl sonunda Tansu Çiller'e devretme anlaşması yapmıştı.


Basın-yayın organlarındaki mason-dönme yazarların, ordu içinde klikleşmiş olan mason-dönme Batı Çalışma Grubu ile işbirliği içinde yürüttükleri kampanyaya, işadamları da katıldı. Kendi gazetelerine tam sayfa ilanlar vererek hükûmeti yerden yere vurdular.


O günlere ait bazı gazete başlıkları:



- GEREKİRSE SİLAH BİLE KULLANIRIZ! GenelKurmay Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan (!) irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağını açıkladı! (Hürriyet)


- ORDUDAN SON UYARI! Genelkurmay rejimi silahla korumaktan söz etti. (Milliyet)


- ORDUDAN DÖRT UYARI! (Cumhuriyet)


- LÂİKLİK UYARISI! (Milliyet)


- HÜKÛMETİ DÜŞÜRME ÇAĞRISI! (Cumhuriyet)


- KARADAYI'DAN HUMEYNİ DERSİ! İran'da generaller Hümeyni hareketinin irticanın ta kendisi olduğu fark ettiklerinde iş işten geçmişti! (Sabah)


- GENELKURMAY'DA DÜŞMAN DEĞİŞTİ! Türkiye'nin Savunma Anayasası yenideni yazıldı. Tarihte ilk kez DIŞ DÜŞMAN'ın yerine İRTİCA ALDI! (Sabah) (Tarihte ilk kez Türkiye böyle bir ihanet gördü.)


- IMF'DEN KRİZ UYARISI! (milliyet)


- DEMİREL'DEN HOCA'YA ÇOK SERT MEKTUP! (Sabah)


- MUHTIRA GİBİ BRİFİNG! (Sabah)


- ASKER'DEN RP'YE ŞOK SUÇLAMALAR (Hürriyet)


- YA UY, YA ÇEKİL! (Hürriyet)


- PAŞA PAŞA İMZALADI! (Sabah)


- ORDUDAN AMBARGO! Genelkurmay: İrticacı kuruluşlardan alışveriş yapmayın! (Milliyet) (Hıristiyan ve Yahudi kuruluşlardan serbest!)


- REFAH'SIZ ARAYIŞ! (Hürriyet)


- REKTÖRLER UYARDI! (Hürriyet)


- HOCA'YI GÖNDERMEK ARTIK VÂCİP OLDU! (Milliyet)


- DYP MİLLETVEKİLLERİNE AÇIK ÇAĞRI: TARİHÎ GÖREV SİZİ BEKLİYOR! (Sabah) (Bu hükûmeti yıkın ki, Dönmeler Hükûmeti kurulsun!)


- SON UYARISI REFAH'A! (Milliyet)


- REFAH-YOL'UN SONU! (Milliyet)


- YENİ HÜKÛMET TAMAM! (Hürriyet) (Çakma da olsa, bizim istediğimiz oldu.)


28 Şubat sürecinde Şemdin Sakık'ın sözlerinden yola çıkarak kaleme aldığı "Alçakları Tanıyalım" başlıklı yazısı ile ilgili üzüntüsünü ifade eden Oktay Ekşi, o yazıyı yazdığı sırada, yazı nedeniyle mağdur olan kişilerin kim olduğunu bilmediğini dile getiriyor:


- "O tarihte gazeteye gelen bir haber vardı; 'bazı kişiler PKK'ya maddi karşılık alarak yardım ediyormuş'. Haber buydu, 'Sakık bunu söylüyor' deniliyordu. Ben de bu haber geldiğinde o yazıyı kaleme aldım. Böyle bilgi geldiğinde bu yazıyı 5 defa yazarım."


Şemdin Sakık kim?.. 33 silahsız erin kurşuna dizilmesinden sorumlu kişi!.. Hem de sözümona PKK'nın "ateşkes" ilan ettiği dönemde!.. Adam yerine konmuş! Tanık olarak dinlenmiş! PKK'ya yardım edenler dışında, gördüğünü değil de, dedikoduları nakletmiş! Hapisteki generaller onun sözleri ile suçlanmış!


"O dönem hiç talimat aldınız mı?" sorusuna ise Oktay Ekşi şöyle cevap veriyor:


- "Benim 44 senem Hürriyet'te, 59 senem de meslekte geçti. Bana talimat verdiğini söyleyebilen bir kişi çıkarsa hemen milletvekilliğini bırakabilirim. Hiç kimse talimat verme cesaretinde dahi bulunamamıştır." "O dönemde irtica tehlikesi var mıydı?" sorusuna şu sözlerle cevap veriyor:


- "Vardı tabii. Ciddi bir şekilde vardı. 'Kanlı mı geleceğiz, kansız mı geleceğiz' diyen Erbakan. 'Gulu gulu dansıdır bunlar' diye ifade kullanan Şevket Kazan. 'Refah Partisi'ne oy vermeyenler patates dinindendir' diyen Erbakan... Bütün bunlar o tarihlerde benim de yazdığım kendisi tarafından kaynak gösterilerek ifade edilen hususlar. O dönemde bunu birileri ayrıca kullanmış olabilir, doğrudur. Zaten 28 Şubat'ın gerisinde bir psikolojik harekat var diyorsak -ki bende olduğunu kabul ediyorum-, muhtemelen o dönemde bunları abartacak şekilde birilerinin kullanmasına servis edenler de olmuştur."


İşte bu tarz baskılar karşısında hükümetin DYP kanadından istifalar başladı...


Sonunda 18 Haziran 1997'de Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. İstifasının hedefinin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek olduğunu belirtti.


28 Şubat darbesinden on yıl sonra, darbenin lideri mason-dönme Orgeneral Çevik Bir, Can Dündar'ın programında, bakın, neler diyor:


- "Türk Silahlı Kuvvetleri lâik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yılmaz bekçisi ve koruyucusudur. 28 Şubat 1997 günü Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ordu, Türkiye'nin önündeki en büyük tehlikenin irtica olduğunu açıkladı. Erbakan'a rağmen imzalanan 28 Şubat kararları, gizli andıçlarla, yollarda tanklarla, seri brifinglerle, sivil toplum da harekete geçirilerek uygulamaya kondu ve sonunda Erbakan, hükümeti bırakmak zorunda kaldı."


19 Haziran 1997'de, zoru her gördüğünde şapkasını alıp kaçmakla ün yapmış olan Cumhurbaşkanı mason Süleyman Demirel, Ordu'nun gelmekte olduğunu sezdiği için, kendi koltuğunu garantiye almak için, hükûmeti kurma görevini o sırada arkasında TBMM çoğunluğu olan DYP lideri Tansu Çiller'e vermeyip, ANAP Genel Başkanı ve Rize Milletvekili Mesut Yılmaz'a verdi.


Bir parti başkanı hükûmet kurma görevini alınca ne yapar dersiniz?.. Derhal kendi partisinin yetkili kurullarını toplayıp meseleyi görüşmez mi?.. Pontuslu, hayatında bir kere bile "TÜRK" kelimesini kullanmamış olan Mesut Yılmaz, kendi partisinin elemanları ile görüşeceğine, yellim yepelek medya patronu Aydın Doğan'a koştu, ondan işadamlarının istek ve talimatlarını aldı. Refahyol hükümetinin 'mağdur ettiği' iş adamları idi bunlar... Devlet ihalelerinin İslamî kesime verildiğini iddia eden bazı turizmciler, sanayiciler, inşaat sahipleri, medya patronları... Her birinin inşaatı, turizm yatırımları vardı... Bu yüzden 28 Şubat'a "askerin darbesi" kadar, "ekonomik çıkarcıların darbesi" veya "İstanbullu işadamlarının darbesi", veya "medyacı işadamlarının darbesi" de denilebilir.


27 Haziran'da ANAP Başkanı Mesut Yılmaz, DSP Başkanı Ecevit ve DYP'den kopanların oluşturduğu DTP'nin Başkanı Cindoruk koalisyon için anlaştılar.


Necmettin Erbakan'ı köstekleyip te Mesut Yılmaz'ı öne süren iş adamlarının "destekleme" için şartları vardı. Bizzat onların hazırladıkları bakanlar listesini kabul edecekti Mesut bey! Herkes kendi branşına göre bakan seçmişti. Tabii en yakın adamları arasından... Turizmle uğraşan işadamları Turizm Bakanı'nı (İbrahim Gürdal), Sanayici işadamları Sanayi ve Ticaret Bakanı'nı (Enis Yalım Erez), ormanlara göz dikmiş inşaatçı işadamları Orman Bakanı'nı (Ersin Taranoğlu), Bayındırlık Bakanı Yaxşar Topçu, kıyak tarafından doğal gazla işletilen santrallere yatırım yapmak isteyenler Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nı (Mustafa Cumhur Sümer), ve tabii dış destek sağlamak için daima ABD'nin onayı alınarak seçilen Dışişleri Bakanı (dönme ve dönek İsmail Cem İpekçi)...


Hükümet işte böyle ANAP, DSP ve Demokrat Türkiye Partisi tarafından oluşturulan azınlık koalisyonu halinde kuruldu. CHP de hükümeti dışardan destekledi. Ne karşılığında?.. "ATATÜRK'ün CHP'si" olma vasfını mandacı İsmet'in başa geçmesi ile kaybetmiş olan CHP, 12 Eylül'de elinden alınıp ta Devlet'e maledilmiş olan (ki doğruydu) "İş Bankası hisseleri"nin partiye iadesi şartıyla destek verdi. Mesut Yılmaz da işbaşına gelir gelmez, bunu sağladı... O hisseler yüzünden CHP iktidara gelme ihtiyacı duymaz, zaten Devlet'i sömürmektedir... Bağımsız milletvekillerinin oyları da onlara "bakanlık" verilerek sağlandı. Bu kabinede tam 19 Devlet Bakanı vardı!


30 Haziran 1997 günü Cumhurbaşkanı'nca da onaylanan Hükümet, 8 Temmuz'da TBMM'den 256'ya karşılık 281 oyla güvenoyu aldı, ama Mesut Yılmaz'ın kurduğu bu hükûmeti, "28 Şubat'ın gayrımeşrû çocuğu" olmaktan aldığı bu oylar kurtaramadı!


İstedikleri ortamın oluştuğuna inanan zıpçıktı generalin biri "28 Şubat süreci bin yıl sürer!" dedi. On yıl zor sürdü. Tıpkı "1000 yıllık Reich" diyen Hitler'in Nazi imparatorluğunun sadece 10 yıl sürmesi gibi!.. 2008 başlarından itibaren ordu içindeki darbeci yeni akımlar ortaya çıkmaya başladı, mason-dönme Çevik Bir ekibinin sarstığı ordunun prestiji iyice bozuldu.


Şamil Tayyar bir süre sonra Star gazetesinde şöyle yazıyordu:


- "Meclis Genel Kurulu’nda bütçe görüşmelerinin başladığı pazartesi günü Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın davetindeydim. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kürsüye çıkmadan görüşmeyi tamamlayıp Meclis'e döndüm."


- "Hocayla uzun bir sohbete koyulduk. Laf dönüp dolaşıp 28 Şubat post modern darbeye geldi. Darbezede bir başbakan olarak söyleyecekleri vardı. Siyonistlerin, dar anlamda ABD ve İsrail’in darbe planına, 50 civarındaki iktidar mensubu korkak milletvekili yüzünden yenik düştüklerini anlattı."


- "Sonra 30 Ekim 1996 tarihli tercüme edilmiş gizli belgeyi arşivden çıkardı. Belge, Wikileaks yayınları gibi Ankara’dan Washington’a gönderilen ve dedikodulara dayalı ham istihbarat notu değil, Washington’da karara dönüştürülmüş ulusal güvenlik belgesiydi."


- "İkisi arasındaki farkı son yazımda tarif etmiştim. Biri ("Wikileaks " gibi) pek gizli olmayan ve mahcubiyetten öte sonuç doğurmayan metin, diğeri ölümüne hesaplaşmaya yol açabilen ulusal güvenlik belgesidir."


- "Belgede dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher’in imzası var. Ankara Büyükelçiliği'ne gönderilmiş. Bilgi olarak Atina, Beyrut, Moskova, Sofya Elçilikleri ile Geneva, NATO ve BM Amerikan misyonlarına da ulaştırılmış."


- "Refahyol hükümetiyle ilgili değerlendirme ve iktidardan düşürme yöntemine yer verilen belgede, ilk yorum koalisyonun büyük ortağı RP ile ilgili olarak yapılıyor:


- ABD, Türk hükümetinin millî eğilimlerinden ve Başbakan Erbakan’ın ideolojisinden ilham alarak dış politikayı Batı'dan ayırıp Arap ve Müslüman dünyasına doğru yeniden yönlendirilmesinden dolayı derin endişe içerisindedir. Kanaatimizce Türkiye’nin İran, Irak, Libya, Nijerya ve Sudan ile bağlarını kuvvetlendirmek konusundaki mevcut tutumu, bizim milli menfaatlerimize aykırıdır, düşmancadır."


- "İkinci yorum, koalisyonun küçük ortağı DYP ile ilgili...


- DYP, Erbakan’ın radikal İslamî söylemlerini ılımlaştırmada başarılı olamadığına göre, kendisinin RP ile koalisyonu verimsiz görünmektedir. Biz inanıyoruz ki, Tansu Çiller’in koalisyondan çekilmesi Erbakan’ı düşürür ve ülkeyi genel seçimlere götürür. Sonuç kesin olmamakla birlikte RP büyük ihtimalle seçimlerden eskisinden daha güçlü olarak çıkacaktır."


- "Özetle denmek isteniyor ki: RP düşmanca hareket ediyor, DYP ise bunu frenleyebilecek güce sahip değil, seçim de çare olmayacak. O halde? Türkiye’yi hizaya çekebilmek için hükümetin dövülüp hırpalanması, iktidar ortaklarının yerde süründüğü ve güçsüz kaldığı ortamda seçimlere gidilmesi lâzım!"


- "Peki kim dövecek?.. Belgeden okuyalım:


- Türkiye, Birleşik Devletler'in anahtar stratejik ortağı olarak kalmak mecburiyetindedir ve onun bu pozisyonunu gerçekleştirip sürdürmedeki başarımız, bizim millî menfaatlerimizi doğrudan etkileyecektir. Türk askeriyesi, bu sonucu elde etmeye doğru daha büyük çaba sarf etmesi için harekete geçmeye zorlanmalıdır. Bu konudaki aksiyon planlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum."


- "Anlaşılıyor ki, ABD, 15 Ekim 1996 tarihinde post modern darbe için düğmeye basmış, TSK’ya da görev biçmiş."


- "Bu iddiayı, ilk olarak eski Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu, 11 Şubat 2007 tarihli Vakit Gazetesi’ne yaptığı açıklamada dile getirmiş, '28 Şubat’ın startı ABD Dışişleri Bakanlığı’nın gönderdiği çok gizli bir yazıyla verilmiştir' demişti."


- "Ancak belge sırdı. Erbakan’ın masasında ilk defa gördüğümüz bu belge, 28 Şubat’ın nasıl tezgâhlandığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Bir yerde darbe emrinin belgesidir. Üstelik Wikileaks dedikodusu değil... "


( Wikileaks Türkiye Belgeleri İngilizce asıl belge )


( Wikileaks Türkiye Belgeleri AKP-cemaat-ABD-PKK-İsrail -ilişkileri )


( Wikileaks Türkiye Belgeleri )


( Wikileaks Türkiye Belgeleri Erdoğan kanser )


***

28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 2

28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 2




Bu olaylar;

- 2 Ekim-7 Ekim 1996 tarihleri arasında Başbakan Necmettin Erbakan sırasıyla Mısır, Libya, Nijerya'yı ziyaret etmesi idi... Libya'da, Kaddafi'nin bir çadırda Erbakan ile yaptığı görüşmede sarfettiği sözler, muhalefet ve basın tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Aslında Kaddafi söylediklerinde haklıydı. Cumhuriyet Dönemi'nde "atatürkçülük" kisvesi altında bağımsızlıktan, islamdan, hatta Türklük'ten uzaklaşılmış; Hıristiyan Batı ülkelerinin denetimine girilmiş, müslüman ülkelerin bizden bekledikleri tamamen gözardı edilmişti.

- 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkilerinin açığa çıktığı iddia edilirken, Başbakan Erbakan 'fasa fiso' demesi idi... Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü oynuyorlar" dedi.

- Kayseri'nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'nin, 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hâkim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söylemesi idi... Karatepe konuşmasında şunları söylemişti:

- "Süslü püslü göründüğüme bakıp da lâik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki Başbakan'ın, Bakanlar'ın, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar! Sakın ha, içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur."

Karatepe bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkûm edildi. Aslında söyledikleri "fikir özgürlüğü" kapsamında değerlendirilebilirdi. Çünkü o tarihlerde Kürt bölücülerin ayrılık, intikam istekleri bile "fikir özgürlüğü" sayılıyor, haklarında işlem yapılmıyordu. Bugünlerde (2013) BDP'liler Türkler için "önümüzde dizlerinizin üstüne geleceksiniz," diyor, bir şey yapılmıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türk olduğunu, veya olması gerektiğini unutup "Türk milliyetçiliğini ayaklarımızın altına aldık," diyebiliyor, kimse dava açmıyor!.. Halbuki eskiden olsa, onu diyeni ayaklar altına alırlardı!

- Başbakan Necmettin Erbakan'ın 11 Ocak 1997 Cumartesi günü, Başbakanlık Konutu'nda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği vermesi idi...

22 Ocak 1997 tarihinde yüksek rütbeli subaylar Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda olduğunu tartıştılar.

- 30 Ocak 1997'de Sincan belediyesi'nin Kudüs gecesi düzenlemesi idi... Belediye başkanı Bekir Yıldız, İran Büyükelçisi'nin misafir olduğu gecede sahneye konulan cihad oyunu basında tepki oluşturdu. Türkiye'nin İran'a benzetilmek istendiği öne sürüldü. Star muhabiri Işın Gürel olaylar sırasında saldırıya maruz kalmıştı. Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi.

Halbuki Türkiye hiç bir zaman İran'a benzememiştir, benzemez!.. Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim'den buyana 500 yıldır, aralarında süren bir rekabet vardır. İran Şii, Türkiye Sünnî'dir. İran'da hiç hata yapmayacağı kabul edilen bir Ayetullah'ın liderliği söz konusudur, Türkiye'de ise sık sık değişen bir Diyanet İşleri Başkanı vardır. İkisi birbirine hiç benzemez. Uğur Mumcu gibilerine düzenlenen suikast ve saldırıları İran üzerine yıkmak ta, İsrail'i gözden uzak tutmak amacına yöneliktir.

- Refah Partili milletvekili İbrahim Halil Çelik'in "kan akacak, fıstık gibi olacak," demesi idi... Sonradan sahte pasaportla Avusturya'ya kaçtı, orada yakalanıp tutuklandı.

Bu olaylar üzerine 4 Şubat'ta Sincan'da askerler 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı. Genelkurmay 2. Başkanı dönme Orgeneral Çevik Bir "Demokrasiye balans ayarı yaptık," dedi!

Bu arada dünyada ve Türkiye'de başka olaylar da cereyan etmekte idi.

5 Ocak'ta Rusya, barış anlaşması uyarınca, Çeçenistan'daki son askerlerini geri çekti.

7 Ocak'ta Demokrat Türkiye Partisi kuruldu. Partinin genel başkanlığına Mason Demirel'in has adamı Hüsamettin Cindoruk seçildi. Bu parti yakında DYP'den Tansu Çiller'i terkedip kopacakları toplamaya yönelecekti.

16 Ocak'ta Arnavutluk'ta yüksek faizle para toplayan bankaların batması üzerine halk ayaklandı. bizde onca banka battı, ayaklanan olmadı!

20 Ocak(ta Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), "Demokratik standartların yükseltilmesi paketi"ni Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ile Genelkurmay başkanlığına sundu. TÜSİAD raporda Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasını da öneriyordu... 2013 yılında Yeni Anayasa maddelerinin temeli demek ki ta 1997'de atılmıştı.

28 Ocak'ta Güney Afrika'da ırkçı yönetim döneminde görevli dört polis, devrimci öğrenci lideri Stephen Biko'yu 1977'de öldürdüklerini resmen itiraf etti.

1 Şubat'ta Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemi başladı.

5 Şubat 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan'a uyarı mektubu gönderdi.

8 Şubat'ta Çankaya'ya çöreklenmiş olan mason Demirel, "Derin devlet askerdir" dedi. Bunu demek suretiyle mason-dönme askerlerin, daha doğrusu üst rütbeli subayların bağlı bulunduğu, emrinde olduğu esas gizli fesat mekanizmasının üzerini örtmüştür. ABD-NATO tarafından yönetilen, İsrail'le de bağlantılı ve "derin devlet" sanılan bu ihanet örgütünün orijinal ismi ÜST YAPI idi… Başında bir Amerikalı bulunuyordu. Çekirdek kadrosunda işadamları ağırlıkta idi… Gizli ÜST YAPI'da, askeriyeyi kurumsal olarak Genelkurmay İkinci Başkanı temsil ediyordu... Çevik Bir'in 28 Şubat sürecinde öne çıkmış olması bundandır.

11 Şubat'ta Şeriat'a Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da yapıldı.

21 Şubat 1997'de dönme orgeneral Çevik Bir ve İlhan Kılıç Washington'da dönemin CIA Başkanı George Tenet ve dahi ABD'nin derin adamları ile gizlice görüştüler. İsmail Hakkı Karadayı da 28 Şubat MGK'sından üç gün önce İsrail'de idi... Acaba bu omuzu kalabalıklar Amerika ve İsrail'den ne gibi bir talimat almışlardı?

23 Şubat'ta İskoç bilim adamları bir koyunu kopyaladılar. Yavruya Doli adını verdiler.

25 Şubat 1997'de 'Ankara Çıkarması' yaparak Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'i ziyaret eden TÜSİAD heyeti, ertesi gün de Çankaya Köşkü'nde Demirel'le buluşmuştu. İşadamları, o süreçte askerlere birden fazla "brifing" vermişlerdi. Bu arada kendi gazetelerinde de çarşaf çarşaf Refah-Yol hükûmeti aleyhine ilan yayınlamaktan geri durmamışlardı... Kendi menfaatlerindeni başkasını düşünmeyen bu işadamları, 28 Şubat 1997 sonrasında Genelkurmay'ı ziyaret ettiklerinde askerleri "tebrik" etmişlerdir.

Ama Erbakan'ın esas hatası (!) bu saydığımız olaylar değil; D-8'ler diye müslüman ülkeleri bir araya getirmesi, bütçe gelirlerini bir havuzda toplaması, ve kullanılmış oto ithaline izin vermesi idi!.. HAVUZ ne demekti biliyor musunuz?.. HAVUZ'dan önce Devlet dâirelerinin topladığı paralar özel bankalara düşük faizle yatırılıyor, sonra paraya ihtiyacı olan Devlet bu özel bankalardan yüksek faizle borç alıyordu!.. Prof. Dr. Osman Altuğ'un danışmanlığında kurulan HAVUZ sayesinde bu yağma önlenmiş oldu. Ayrıca Devlet'in ne kadar para topladığı bilinmiyordu. Çünkü gelirler türlü fonlarda toplanıyor, sonra rastgele harcanıyordu. HAVUZ bu keşmekeşliği önledi... Kullanılmış oto ithali ise, çürük-dökük otomobil imâl edip yüksek fiyatla satan işadamlarının haksız kazancına engel olmuştu. Bütün bunlar hem yurt içinde otomobil üreticisi işadamlarını, banka sahiplerini, hortumcu politikacıları, hem de yurt dışında kapitalist Hıristiyan ülkeler ile İsrail'i tedirgin etmişti. Hele müslüman ülkelerin bir araya gelmesi demek, Hıristiyan Batı ve İsrail o bölgelerde istediği gibi at oynatamayacak demekti!

Erbakan-Çiller hükûmeti, 8 Temmuz 1996'da işbaşına gelmiş, ve kısa sürede bu bahsettiğimiz başarıları elde etmişti. Ancak Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'nin konuşmaları, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın Kudüs Günü gösterisi, Refah Partili Şevki Yılmaz ve Hasan Mezarcı'nın patavatsızlıkları irtica iddialarına eklendi. 5 Şubat 1997'de Sincan'da tanklar yürütüldü. Deniz Kuvvetleri Komutanı mason ve yahudi dönmesi Oramiral Güven Erkaya, "İrtica, PKK'dan tehlikeli," dedi, ama başörtülü kadınlar veya eli sopalı 40-50 kişi; dağa çıkmış, eli silahlı, dış destekli bölücü cânilerden nasıl daha tehlikeli olur, bir türlü anlatmadı!

28 Şubat 1997 günkü Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, asker kesiminin Batı Çalışma Grubu'nun etkisi altında hükûmete muhtıra verdiği, Kurul Kararlarını dikte ettiği anlaşıldı. MGK toplantısı 9 saat sürdü. Asker üyeler lâkliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde ifade ettiler. Kararda, lâiklik için yasaların uygulanması istendi. Tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.

4 Mart 1997'de Başbakan Erbakan, MGK kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ve imzalamadı. ama gördüğü baskı karşısında 13 Mart'ta imzaladığı iddia edildi. Kendisi sadece ön yazıyı imzaladığını belirtmiştir... Ancak Erbakan'a ter döktürerek, ümüğüne basılarak imzalatılan bir başka belge daha vardı ki, onu ilerde açıklayacağız!

Ondan sonra olaylar şöyle gelişti:

7 Mart'ta İskenderun Cezaevi'nden sol görüşlü 28 mahkum tünel kazarak kaçtı, firarilerden 8'i yakalandı

19 Mart'ta Tuzla tren istasyonuna bomba koymaktan yargılanan iki PKK mensubu idama mahkûm edildi Ama tabii Özal 1984'de idam cezalarının uygulamasını durduğu, ve o tarihten beri kimse asılmadığı için bunlar da paçayı sıyırdılar. Allah bilir, aflardn yararlanıp çıkmışlardır.

29 Mart'ta Tekstilci Josef Behar ve 3 çalışanı İstanbul'da kimliği belirsiz kişilerce öldürüldü.

4 Nisan'da MHP lideri Alparslan Türkeş öldü.

7 Nisan 1997 günü Genelkurmay'da dönme Orgeneral Çevik Bir başkanlığında irtica konulu bir toplantı yapıldı. ÜST YAPI'ya dahil olmayan subayların beyni yıkanmaya çalışıldı. Kuvvet Komutanlıkları Harekât Dairesi Başkanları'nın ve Özel Kuvvetler Komutanlığı daire başkanlarının katıldığı toplantıda "hükümetin devam etmesini önleyecek tedbirlerin alınması" görüşüldü. Dönme Orgeneral Çevik Bir toplantının kapanışında "Bu, tarihi bir toplantı idi. Aynı frekanstayız, mutluyum" diye konuştu.

22 Nisan'da Peru'nun başkenti Lima'da Japon elçiliğinde dört aydır 72 kişiyi rehin tutan Tupac Amaru gerillalarına karşı operasyon düzenlendi, lider Nestor Carpa dahil 14 gerilla ve bir rehine öldürüldü.

23 Nisan 1997'de Başbakan Yardımcısı Çiller, 28 Şubat Kararları'na uygun temel eğitimi "8 yıllık Kesintisiz Eğitim" olarak açıkladı.

26 Nisan 1997'de DYP'den Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ile Sanayi Bakanı Yalım Erez istifa etti. Yahudi Dönmesi Yalım Erez daha sonra, "Çiller'i siz getirmiştiniz" diyen gazeteciye, küstahça, "Ben getirdim, ben götüreceğim," dedi.

27 Nisan'da Türkiye'ye gelen Sovyetler Birliği'ni dağıtmış olan eski Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde öğrenciler tarafından üzerine yumurta atılarak protesto edildi. Gorbaçov konuşmasının ardından arka kapıdan kaçırıldı. Protestocu öğrencilerden 8'i gözaltına alındı.

29 Nisan'da 1993’te imzalanan Kimyasal Silahlar Antlaşması yürürlüğe girdi. Rusya, Irak ve Kuzey Kore antlaşmayı imzalamadı. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya imzaladı da, ne oldu?.. En zengin kimyasal silahlar onların elinde!

30 Nisan'da Genelkurmay Başkanlığı'nca gazetecilere brifing verildi.

1 Mayıs'ta Başbakan Necmettin Erbakan yabancı CPJ (Gazetecileri Koruma Komitesi) tarafından "basın düşmanı" ilan edilen liderler arasında yer aldı.

2 Mayıs'ta uzun yıllar sonra sol tekrar iktidara geldi. Tabii ona "sol-soyyalist-toplumcu" denebilirse!.. İşçi Partisi lideri Tony Blair Başbakan oldu. Daha sonra Oğul Bush ile Afganistan ve Irak'ı işgalde önemli rolü oldu.

Yine 2 Mayıs'ta Alaattin Çakıcı Flash TV'de telefonla Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller'i suçladı. Ertesi gün, silahlı bir grup Flash TV'nin İstanbul'daki binasını bastı.

6 Mayıs'ta İstanbul'da barmen Oğuz Atak sırtındaki Arapça "Allah" dövmesi yüzünden öldürüldü. Aynı gün Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Claudia Roth, Doğru Yol Partisi Milletvekili Ayvaz Gökdemir aleyhine açtığı tazminat davasını kazandı. Ayvaz Gökdemir, Claudia Roth'a fahişe demişti. Adam haklıydı ama delili yoktu.

9 Mayıs'ta Almanya'daki sözde Anadolu Hilafet Devleti'nin Berlin temsilcisi Yusuf Sofu evinde öldürüldü. Aynı gün dönme gazeteci Abdi İpekçi adına düzenlenen Uluslararası Dostluk ve Barış Ödülü Türk İş ile Yunan Sendikaları Federasyonu'na verildi. Ne alâkası varsa!..

12 Mayıs Sultanahmet Meydanı'nda "8 Yıl Kesintisiz Eğitim"e tepki olarak "İmam Hatiplilere Dokunmayın" mitingi yapıldı.

13 Mayıs'ta İçişleri Bakanlığı, Uğur Mumcu'nun ailesine 9,5 milyar liralık maddi tazminat ödedi.

14 Mayıs'ta Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak'a yönelik en büyük sınır ötesi harekatı başlattı. 50 bin asker ve köy korucusu Kuzey Irak'a girdi. Resmi açıklamalarda, "Çelik Harekatı" adlı operasyonda 113 güvenlik mensubu ve 2811 PKK militanının öldüğü ilan edildi.

17 Mayıs'ta diri-ölü, çoluk-çocuk bulabildikleri her izmi yazarak Kürt bölücülerce hazırlanan "Barış İçin Bir Milyon İmza" girişiminin topladığı imzalar Meclis'e iletildi.

21 Mayıs'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, "ülkeyi iç savaşa sürüklediğini" söyleyerek, RP'nin kapatılması için dava açtı. (Bir süre sonra parti kapatıldı: 17 Ocak 1998)

23 Mayıs 1997'de Yahudi dönmesi ve Batı Çalışma Grubu'nun lideri Orgeneral Çevik Bir İsrail'i ziyaret etti. Oradan emir ve talimat aldı, döndü.

26 Mayıs'ta Susurluk'taki kazanın duruşmasında, kamyon şoförü Hasan Gökçe, 6 milyon 420 bin lira para cezası ile DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak'ın ailesine 100 milyon lira manevî tazminat ödemeye mahkûm edildi. Acaba böyle bir trafik cezasının başka bir örneği var mı?


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 1


28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 1



Bugün 2 Haziran 2010... 28 Şubat sürecini yazmaya 1997 yılında niyetlenmiştik. Ancak aradan geçen 13 yıl içinde bir kaç paragraftan başka bir şey yazamamıştık.

Ne zamanki 31 Mayıs 2010 gecesi 0:30 sularında İskenderun'daki deniz üssüne PKK'lılar saldırıp 6 askerimizi şehit, 7 askerimizi gazi ettiler... ne zamanki aynı gece sabaha karşı 4:30 sularında siyonist İsrail devleti, denizden ve karadan abluka altında tuttuğu, 1,5 milyon insanı açlığa ve sefalete mahkûm ettiği Gazze'ye insanî yardım malzemesi götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırdı... ne zamanki Türk milleti ayaklandı.. ve ne zamanki ülkemizde basın-yayın organlarının köşelerini, ekranlarını parsellemiş olan Yahudi dönmeleri İsrail'in avukatlığına soyundu... İşte o zaman 28 Şubat sürecinin bizi hangi noktalara getirdiği ayan beyan ortaya çıktı! Biz de ne yazacağımıza karar verdik. Şimdi başladığımız bu yazıyı kimbilir ne zaman, kaç yıl sonra bitireceğiz... Bu yazı ile henüz tamamlanmamış olan "Özal Sonrası Karmaşası" yazısının da devamını getirmiş oluyoruz... Bu aynı zamanda bir kronoloji olacak.

Şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir!

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır!.. Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur!

Öte yandan, şunu da belirtmek isteriz ki, TÜRK ORDUSU ülkedeki en eğitimli ve en vatanperver kesimdir. Bu yüzden sivil iktidarın gaflet, dalâlet ve hatta hiyanet içinde bulunduğu dönemlerde elbette ki müdahale hakkı vardır ve ilerde de müdahale edecektir. Bunu "darbeler dönemi kapandı," ifadesi önleyemez, sivil hainlere bununla fırsat verilemez!.. Ama 28 Şubat darbesi bu tarzda bir müdahele değildir. Ordu içindeki gayrımüslim hainlerin sivil hainlerle elele verip TÜRKİYE'yi İsrail'e ve Amerika'ya "koşulsuz bağlama" teşebbüsüdür!

Cereyan eden olayları anlamak için. sonra, mason DEMİREL'in yerine Amerikan pasaportlu TANSU ÇİLLER'in gelmesine, hatta 12 Eylül 1980'e dönmek gerekir.

1991 Erken seçimler sonucunda DYP-SHP koalisyonu halinde 49. Hükûmet kuruldu ve afla siyasî hayata dönen mason Süleyman Demirel
7. defa Başbakan oldu. 30 Kasım 1991 günü 164'e karşı 280 oyla güvenoyu aldı... Mason Demirel "Ekonomiyi 500 günde düzeltirim," demesine rağmen bir halt edemeyince, Turgut Özal'ın vefatı üzerine 15 Mayıs 1993'de Cumhurbaşkanlığı makamına kaçtı!.. Zaten Özal da 1985-1987 yıllarını boşa geçirip, "atılım" iddialarını sürdüremeyince, ve 1989 Yerel seçimlerde oy oranı % 21.80'e inip 3. parti durumuna düşünce, Kenan Evren'in ayrılmasıyla Cumhurbaşkanlığı makamına kaçmış, ama partiyi ve ülkeyi yönetme hırsından vazgeçmediği için, yerine dürüst ama silik bir kişilik olan Yıldırım Akbulut'u Başbakan seçtirmişti. (47. Hükûmet, 9 Kasım 1989) Bu hükümetin yıkılmasıyla 23 Haziran 1991'de Mesut Yılmaz başkanlığında 48. Hükûmet kurulmuş idi. ANAP 1983'den beri iktidarda idi. 1991'de düştü.

25 Haziran 1993'de mason Demirel'in Cumhurbaşkaı olması ile boşalan Doğruyol Partisi Başkanlığına seçilen Tansu Çiller liderliğinde SHP ile koalisyon devam etti, 50. Hükûmet kuruldu.

5 Ekim 1995'de ikinci defa Tansu Çiller başkanlığında 51. Hükûmet kuruldu. 13 Ekim 1995'de 230 red oyu ile güvenoyu alamadı, düşürüldü.

30 Ekim 1995'de 52. Hükûmet Tansu Çiller'in başkanlığında Doğruyol Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi ortaklığı ile kuruldu. 5 Kasım 1995'de 174'e karşı 243 oyla güvenoyu aldı. 26 Aralık 1995'de yapılan erken seçimler sonucunda istifa etti.

İddiaya göre, 80'li yıllardan beri devam eden, ve ordu içinde stratejik konumları ele geçirerek örgütlenmeye çalışan, ve bir darbe ile Suriye tipi bir azınlık iktidarını hedefleyen Atatürkçü maskeli alevî mezhepçi, ve de Kürtçü bir cuntasal yapılanma vardı. Bu iddia çeşitli kaynaklarca dile getirilmişti. (Aksiyon, 1 Kasım 1997) İddiayı kanıtlayabilecek deliller elimizde olmasa da, olayı 1980'lere kadar götüremezsek te, bir takım tuhaf olaylar gözden kaçmıyor.

Çiller'in başında olduğu hükûmet, Avrupa Birliği'ne girmeden Gümrük Birliği'ne girmek gibi bir takım vahim hatalar yapmasına rağmen (6 Şubat 1995), terörle mücadeleye hız vermiş, 1993-1996 yılları arasında sadece dağlardaki teröristler değil; şehirlerdeki işadamı kılıklı eşkiya da temizlenmişti. Kumarhaneler kralı Ömer Lütfi Topal, ihalelere fesat karıştıran mafya babası Nabi İnciler (İnci Baba... ki, mason Demirel bu herifi yanına alıp TBMM binasına getirmiş, bazı kişiler de herifin elini öpmüştü!) , tefeciler kralı Yahudi Nesim Malki temizlenenler arasında idi. Aynı dönemde Ermeni terör örgütü ASALA'nın lider kadrosu da yok edilmiş, örgüt çökertilmişti.

1995 yılında Başbakan Tansu Çiller'in talimatıyla Suriye'de barınan Abdullah Öcalan'a yönelik bir suikast girişimi bile söz konusu olmuştu. Daha sonra kamuoyunda 'Yeşil' kod adı ve Mahmut Yıldırım adıyla tanınan kişinin de katıldığı iddia olunan bu girişim, Öcalan'ın üzerine sürülen bomba yüklü aracın tam hedefi bulamamasıyla başarısız olmuştu. PKK'nın ağırlıkla Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bu saldırıyı önceden haber aldığı, hatta suikastın sonuçlarından emin olmayan başka devlet kurumları tarafından dolaylı olarak uyarıldığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu.

Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmuştu. Ama birileri Necmettin Erbakan'ın Başbakan olmasını istemiyordu!..

Seçim sonrasında zorlama ile Anavatan Partisi ile Doğruyol Partisi Mesut Yılmaz başkanlığında 53. Hükûmet'i kurdular ve 207'e karşı 257 oyla güven oyu aldılar. Ancak Refah Partisi'nin güven oylaması hakkında Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru haklı görülerek, güven oylaması geçersiz sayıldığından, hükûmet dağıldı. Refah Partisi 27 Mayıs 1996 günü Mesut Yılmaz aleyhine gensoru önergesi verdi. Önergenin kabulu üzerine Başbakan Mesut Yılmaz 6 Haziran 1996'da istifasını sundu.

Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında Necmettin Erbakan'ın başkanlığında 54. Hükümet (Refahyol hükümeti) kuruldu, ve 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başardı.

Birden her şey değişti... Sözde Atatürkçü aydınlar, medyayı elinde tutan mason ve dönmeler, iş dünyasının ileri gelenleri, bürokrasinin tepesindeki gayrı Türkler, gayrı müslümanlar bu gelişmeden son derece rahatsız oldu.

3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasını fırsat bilinerek Hükûmet ile birlikte milliyetçiler, Ülkücüler, Türkçüler ve müslümanlar hedefe konuldu... Ülkücü Abdullah Çatlı, İstanbul Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Kürt asıllı olmasına rağmen Devlet yanlısı aşiret reisi ve milletvekili Sedat Bucak'ın bir arada bulunması bahane edilerek, sözümona yasadışı polis-mafya-aşiret ilişkileri ortaya çıkmış oldu! Devlet'in hem Ermeni terörü, hem Kürt terör ve bölücülüğü ile uğraştığı unutuldu. Mason ve dönme medya mensupları, gazetelerde ve televizyon kanallarında günlerce konuyu işledi. O kazada Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ,ve Gonca Us adlı bir kadın ölmüş, Sedat Bucak ise ağır yaralanmıştı. Olay üzerine Abdullah Çatlı'ya sahte kimlik verdiği iddia edilen Mehmet Ağar İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etti. (8 Kasım 1996) Yerine Meral Akşener getirildi. Muhalefetteki Mesut Yılmaz olaydan yararlanmak isteyerek Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesini kurcalamaya başladı. Ancak 24 Kasım 1996'da Macaristan'da kumar oynamaya gittiği Hilton Oteli'nde Veysel Özerdem tarafından yumruklandı, burnu kırıldı.

Bu dönemde Tansu Çiller'in "Bu ülke uğruna, millet uğruna, devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidirler," demesine rağmen, inanılmaz görünür ama, basın-yayın organlarının tepesinde bulunan Ermeni ve Yahudi asıllı kişilerin başlattığı medyatik beyin yıkama sonucunda, KORKUT EKEN , AYHAN ÇARKIN gibi Özel Tim'in kahramanları binbir bahane ile hapse atıldı. Çiller döneminde temizlenen Kürt mafya ve PKK destekçisi Kürt işadamlarının, hatta öldürülen Ermeni teröristlerin intikamı alındı. 1993-1996 arasında iyice çökertilmiş olan terörist örgütler adeta savunuldu, güçlenmiş olan milliyetçilik duygular, insanımızın kendisine olan güveni sarsıldı.

Hükûmet 20 Aralık 1996'da kumarhanelerin kapatılmasını kararlaştırıldı... Kimsenin hatırlamak istemediği husus, bu kumarhanelerin çoğunun müslüman kisveli Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde açıldığı, Sait Halim Paşa Yalısı'nın kumarhaneye döndürüldüğü (Sait Halim Paşa Yalısı, içindeki çok değerli eşya ve tablolar birer birer çalındıktan sonra kundaklandı, kül oldu. Çalınan mallar sonradan haraç mezat açık artırmalarda satıldı) , pek çok otele "tek kollu canavar" denilen kumar makinelerinin konduğu, pek çok ailenin de kumar yüzünden dağıldığı idi. Bu kumarhanelerde 20.000 kişi çalışıyor ve eski parayla 164 trilyon lira vergi ödüyorlardı. Kazandıkları parayı, kaçırdıkları vergiyi siz düşünün!.. Ama haram paradan yarar gelmediği için, 1994 ekonomik krizinde dolar 15.000TL'den 45.000 TL.ye fırladı. Ülke bir kere daha sarsıntı geçirdi!.. Turgut Özal'ın marifeti sadece kumarhane açmak değildi. Bankerler aracılığı ile ribayı, faizi de meşrû hale getirmiş, bankerlerin batması ile yine binlerce aileyi perişan etmiş, ocaklar söndürmüştü. Halbuki İslâm'da kumar da, faiz de haramdı!

11 Aralık 1996’da, Atina’da Türk-Yunan işadamları toplantısı düzenlendi. ABD’nin Atina Büyükelçiliği’nde yapılan toplantıda 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan aktörlerin hemen hepsi vardı. Askerler, patronlar, işçi sendikalarının liderleri vardı. Aynı gün Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerinde tam sayfa ilanlar başladı, ‘Yarın Türkiye Başka Bir Türkiye Olacak’ diye... Bu ilanlar 21 Aralık’a kadar 10 gün süreyle Refahyol’a karşı verildi.

22 Aralık 1996'da Ertuğrul Özkök'ün meşhur "Bu defa sivil kuvvetlerler halletsin" köşe yazısı yayımlandı. Bu ifadeyi dönme Oramiral Güven Erkaya kullanmış, "eski sosyalist-yeni dönek" Ertuğrul Özkök hemen manşete taşımıştı.

O dönemde birtakım zıpçıktılar sözümona yolsuzluklar ile mücadede İtalya'daki "beyazeller" hareketini örnek alarak, "aydınlık için bir dakika karanlık" uygulamasını başlattılar. Arkalarında yine hükûmetten rahatsız işadamları ve onların emriyle hareket eden mason-dönme satılmış medya mensupları vardı! Sözümona elektrikler bir dakika kapatılırsa, ülkeye aydınlık günler gelecek, yolsuzluklar sona erecekti!.. İlerde açıklayacağımız gibi, yolsuzluklar bitmedi, Refah-Yol hükûmetinin yıkılmasıyla, Pontuslu Mesut Yılmaz hükûmetiyle birlikte inanılmaz boyutlara ulaştı. Kardeşi Turgut Yılmaz iyiden iyiye zenginleşti.

İş Susurluk'la bitmedi... Sözümona irticaî faaliyetler ülkeyi sardı. Aczimendiler diye sarıklı cüppeli, eli sopalı 40-50 kişilik bir grup ortalıkta dolanmaya başladı.

REFAH-YOL Hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın özel danışmanlığını da yapan gazeteci İlnur Çevik, "Asker'in daha Refah-Yol’un ilk gününde darbe yapmayı kafasına koyduğunu" belirtir... Kastettiği Silahlı Kuvvetler'in tepesine çöreklenmiş olan mason-dönme generallerdir. Bunun için özellikle medya üzerinden her türlü psikolojik harp tekniklerinin kullanıldığına işaret eder. Müslüm Gündüz ile basılan Fadime Şahin´in bizzat Genelkurmay tarafından kullanıldığını, Aczimendilerin ise eylemlere askeri cemselerle getirilip götürüldüğüne şahit olduğunu anlatır. (Star gazetesi) Biz Fadime Şahin'in öyle iddia edildiği gibi bir telekız, bir fahişe olduğuna inanmıyoruz. Bu gibi kişiler ve olaylar iskambil kâğıdı gibidir. Siyasîlerin eline geçince koz olarak kullanılır. Saf bir aile kızı olan Fadime Şahin de sahte şeyhler tarafından kandırılıp ortalıkta dolanmaya başlayınca Yahudi dönmesi Çevik Bir takımına yem olmuştur.

28 ŞUBAT sürecinin Refah-Yol hükûmeti kurulmadan başladığına işaret eden İlknur Çevik, dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri dönme Orgeneral Erol Özkasnak’ın Erbakan’ın istifa ettiği 18 Haziran 1997 tarihinden iki gün önce kendisini karargâha çağırdığını söyler ve orada Özkasnak ile yaşadığı diyaloğu şöyle anlatır:

- "Özkasnak beni çağırdı; 'Bunlar rezalet, yerini iyi belirle,’ dedi. Ben de ‘Yerim orası,’ diye karşılık verdim. Bunun üzerine hiddetle 'Biz bunları kılıçtan geçireceğiz. Bir gün askere süngü tak, deyip üzerlerine salacağım,’ dedi. Ben de 'Bu ordunun içindeki askerin beşte üçü dinî hassasiyetleri olan insanların çocukları. Sen süngü tak, yürü, dediğinde asker senin üzerine yürürse, o zaman ne olur?’ diye sordum. Bunun üzerine bana 'Demagoji yapma,’ dedi ve kapı önüne koydu."

Sonradan "Postmodern darbe olmasaydı, 1999 seçimlerinde bu netici alınamazdı," diyen dönme Orgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat döneminde medyayla ilişkileri yürüten, Refah-Yol hükûmeti aleyhine sert ve yıkıcı manşetler atılmasını sağlayan kişi idi!

İlknur Çevik, 28 Şubat sürecinde her türlü psikolojik harp tekniğinin yanısıra, provokatif eylemlerle sürece katkı yapıldığını söyler:

- "Askerler sistematik bir şekilde sivilleri kullanarak darbenin şartlarını hazırladılar. Psikolojik Harp Dairesi’nin başındaki Orgeneral Fevzi Türkeri, STK’lar, yargı ve medyaya brifingler verdi."

Çevik, şahit olduğu bir olayı anlatırken, o dönemde yürütülen psikolojik harekat ve provokasyonların boyutunu da gözler önüne serer:

- "Ankara´da Bediüzzaman mevlidi vardı. O toplantıyı Aczimendiler bastı. Sonra sözde gözaltına alındılar. Ama bunlar, beş yüz metre ötede askerî cemselere alınıp götürüldüler. Yani Aczimendiler Kocatepe’ye cemselerle getirildi, cemselerle götürüldü."

Tekrar belirtelim, bunları yapanların Türk Ordusu'nun bütün fertleri değil; Menderes'ten beri Amerikanlaşan, Üst Kademe'yi neredeyse tümden ele geçiren TÜRK olmayan Dönmeler'dir. Onların da İslâmiyet'e olan tepkileri, aşırı "lâik" davranışları ortadadır, çünkü müslüman değillerdir.

Sahte şeyh Ali Kalkancı ile kandırdığı Fadime Şahin adlı kızın maceraları gazete sayfalarını, televizyon kanallarını günlerde doldurdu. Hasan Cemal Güzel'in tabiriyle, "Kurt kuzuyu yemeye kararlıydı." Burada "kurt", sadece TSK'nın mason-dönme generalleri değil, mason-dönme medya, mason-dönme yargı mensupları, Avrupa ve Amerika'ya göbekten bağlanmış işadamları idi.

Gidişatı tam değerlendiremeyen dönemin başbakanı Necmettin Erbakan da , Çankaya'ya cami yaptırma, Libya seyyahati, tarikat şeyhleri ile yemek gibi olaylarla adeta ateşin üzerine benzin dökmekte, 28 Şubat sürecini tetiklemekte ve hızlandırmakta idi.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 Ağustos 2018 Pazar

1 Mart 2003 IRAK Tezkeresi İntikamı Baykalmı., SORUNLU ORTAKLIK.., BÖLÜM 16

1 Mart 2003 IRAK Tezkeresi İntikamı Baykalmı., SORUNLU ORTAKLIK.., BÖLÜM 16

1 MART TEZKERESİ - IRAK İŞGAL PLANI VE TÜRKİYENİN GELECEGİ.



Büyüyen İç Polarizasyon

İktidardaki ilk birkaç yıl boyunca AKP geniş bir reformcu izledi. gündem ve genellikle tartışmalı önlemler almaktan kaçındı Bu, Kemalist yerleşimi 
düşmanlaştırabilir.

AKP ve Kemalist kuruluş arasındaki gerilimler, özellikle ordu, 2007'den beri yoğunlaştı.
Özellikle iki gelişme bir tırmanışa katkıda bulunmuştur. sosyal gerginlikler. Birincisi Erdoğan’ın Gül’e aday gösterme kararı oldu.
O dönemde dışişleri bakanı olarak AKP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak 2007 baharı. Cumhurbaşkanlığı geleneksel olarak bir laik tarafından tutuldu.
Gül’ün seçilmesi AKP’nin üç anahtarı da elinde tutmasına izin verecek Türkiye'de siyasal iktidarın kolları: Başbakan'ın pozisyonları, Başkan ve Meclis Başkanı. Kemalistler bundan korkuyordu AKP, Türk anayasasını değiştirmek için gücünü güçlendirdi laikliği zayıflatacak ve yavaş yavaş Türkiye'yi hareket ettirecek daha İslamcı bir yönde.Gül'ü aday gösterme kararı büyük çaplı halk gösterilerini ateşledi laikliğin taraftarları tarafından ve künt bir uyarıda bulundu TGS'nin web sitesinde yayınlanan uyarı, genellikle e-memorandum ya da gece yarısı memorandum ordu “laikliğin kesin savunucusu” idi ve “ Tezahür Ediyordu ” tavır ve davranışları açık ve net bir şekilde gerekli. ” 16 Bu mesaj birçok Türk tarafından örtülü  bir tehdit olarak görülüyordu. Olası bir askeri darbe.

Bununla birlikte, ordunun örtülü tehdidi geri tepti. Mecliste 22 Temmuz 2007'de yapılan seçimler, AKP'yi ezici bir şekilde kazandı Zafer, oyların yüzde 46,6'sını kazanarak yüzde 12 daha fazla 2002 seçimlerinde elde edilen parti. Bu kesin AKP zaferi Erdoğan’ın orduyla yaptığı mücadelede elini güçlendirdi. emboldened Güçlü seçim zaferiyle Erdoğan, Gül’ün adaylığını sundu. Cumhurbaşkanlığı için, 28 Ağustos 2007'de Gül cumhurbaşkanı seçildi.

Gül’ün seçilmesi, Türk siyasetinde önemli bir havza işaret etti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir nonsecularist başkan seçildi.  Bu önemli bir politik kırdı gelenek ve AKP'nin üç önemli siyasi yazının kontrolünü verdi. at Aynı zamanda AKP içindeki siyasi dengeyi yok etti liderlik. Gül, liderlik içinde dengeleyici bir unsur olarak hareket etmiştir. Gül’ün cumhurbaşkanlığına yükselmesi önemli bir kısıtlama getirdi Erdoğan’ın hareket özgürlüğü. Gül’ün cumhurbaşkanlığı varsayımı, Erdoğan, tek taraflı ve otoriter bir yükselişe işaret ediyor eğilimler. Bu eğilimler artan eleştirilere neden oldu ve katkıda bulundu başta olmak üzere AKP’ye destek olarak düşüş kentsel orta sınıf.

Sosyal gerginliklerin tırmanması için ikinci katalizör oldu Erdoğan’ın 2007’nin sonlarında, yasağın kaldırılması yönünde baskı yapmaya karar vermesi
Üniversitelerde kadınlar tarafından başörtüsü takmak. Bu hareket oldu laik kurumun, özellikle ordunun, doğrudan laiklik ilkesine saldırı ve artırılana doğru 
bir adım Türk toplumunun İslamileşmesi. Karar da sürpriz olarak geldi çünkü Temmuz 2007 seçiminden sonraki ilk dönem boyunca Erdoğan hükumeti olduğunu belirten uzlaşmacı bir yaklaşımı benimsemişti. daha fazla demokrasi için baskı yapar, Türkiye'nin AB üyeliğini canlandırır teklif ve anayasa reformuna yoğunlaşın.

Erdoğan'ın bu ılımlılıktan ayrılmaya karar vermesi belli değil. yaklaşım. En muhtemel açıklama, İlter Turan'ın önerdiği gibi, Ulusal Eylem Partisi başkanı, Detlev Bahçeli, Erdoğan'ın başörtüsü yasağının kaldırılmasının mümkün olduğunu ileri sürdü Bunu yapmak konusunda gerçekten ciddiyim, Erdoğan kabul etmesi gerektiğini düşünüyordu. meydan okuma.17

Eyleminin motivasyonu ne olursa olsun, Erdoğan’ın kaldırma kararı Başörtüsü yasağı ciddi bir stratejik hata olduğunu kanıtladı. Kışkırtıldı Kemalistler arasında, hareketin geçtiğine inanan güçlü bir tepki Siyasi bir redline ve en ciddi siyasi krizlerden birini tetikledi Türkiye'nin savaş sonrası tarihinde. 14 Mart 2008'de savcı Anayasa Mahkemesine 162 sayfalık bir iddianame gönderdi AKP'nin kapatılması ve 71 AKP üyesinin yasaklanması için Erdoğan ve Gül de dahil olmak üzere - beş yıl boyunca siyasetten. İddianame AKP liderliğini laiklik ilkelerini ihlal etmekle suçladı Türk anayasasının 2. Maddesinde tanımlandığı gibi.

Anayasa Mahkemesi, Temmuz 2008 sonunda karar verse de AKP'yi kapatmak yerine AKP'yi zorlamak için AKP iddianamenin savunması ve beş ay boyunca politik hayatta kalması için mücadele ediyor. Sonuç olarak, iç reform
planlar ve diğer önemli öncelikler arka plana düşürülmüştür ve kritik siyasi ivme kaybetti. Erdoğan’ın güvenilirliği ve itibarı ihtiyatlı bir siyasi lider olarak da kararını aldı Anayasa reformuna odaklanmak yerine başörtüsü yasağını yürürlükten kaldırmak Türkiye'nin sahip olduğu AB üyelik hedefini yeniden canlandırmak başlangıçta belirtilen en önemli öncelikler olacaktır.

Mart 2009 Belediye Seçimleri

AKP’nin görevdeki ilk görevine güçlü bir bağlılık damgasını vurdu. iç reform. Bu iç reforma olan bağlılık önemliydi Partinin seçim başarısının nedeni ve genişleme yeteneği 2002 ve 2007 yıllarındaki seçimlerde siyasi taban.
Temmuz 2007'deki seçim zaferi, AKP’nin reform taahhüdüne görünürde zayıfladı ve Erdoğan hükümeti politika izledi Siyasi statükoyu sürdürmeyi amaçladı. Türkiye'nin AB üyeliği teklif durdu. AKP de başlangıçta daha fazla milliyetçi kabul etti Kürt meselesine karşı duruş.18 Partinin imajı yolsuzluk suçlamasıyla karardı.

Sonuç olarak AKP için halk desteği azaldı.

Parti Mart ayında yapılacak belediye seçimlerinde sert bir gerileme yaşadı 2009. Her ne kadar oyların yüzde 39'unu almış olsa da koşucu (oyların yüzde 23'ünü elde eden laikçi CHP), Bu, elde ettiği% 47 oranından önemli bir düşüş oldu.
Temmuz 2007 ulusal seçimleri. AKP de dahil olmak üzere 12 şehir kaybetti Adana ve Antalya gibi önemli şehirler ve çoğunlukla 2007 yılında yoğun bir şekilde attığı güneydoğudaki Kürt bölgeleri. AKP, muhafazakar işçi sınıfı bölgelerinde iyi bir performans gösterdi (varos) büyük şehirlerde. Ancak, önemli bir destek kaybına uğradı İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde orta sınıf arasında Izmir.19 
Büyük ölçüde, bu kayıplar yavaşlamaya bağlanabilirdi. demokratikleşme sürecinde ve AKP’nin kutuplaşma peşinde Başörtüsü yasasını yürürlükten 
kaldırma girişimleri gibi politikalar kentsel orta sınıflar. Parti de düşüşe uğramıştı. Küresel ekonomik krizden kaynaklanan ekonomi.

Mart 2009 belediye seçimlerinin sonuçları önemliydi uyanma çağrısı. AKP’nin 2002 ve 2007’deki popülaritesi partinin farklı bir koalisyonu bir araya getirme yeteneğine dayanarak büyük iş, dini muhafazakarlar, etnik azınlıklar ve liberal
demokratlar. Belediye seçimleri bu koalisyonun var olduğunu gösteriyor. liberal orta sınıfın ve Kürtçenin büyük bölümleriyle aşınmaya başladı diğer partilere karşı düşen nüfus. Oylama referandum olarak görüldü AKP’nin Temmuz 2007’deki seçimlerinden bu yana Partinin seçiminin önemli yönlerini yeniden gözden geçirmesi gerektiğine dair uyarı işareti strateji ve politika gündemi.

AKP’nin siyasi geleceği büyük ölçüde parti iç reform ve demokratikleşme için yenilenmiş bir bağlılık gösteriyor ya da daha dar, daha dindar  odaklı Gündem. İkinci yönde hareket ederse, popülerliği muhtemelen Daha da gerilemekte ve Türk siyaseti giderek parçalanmaktadır. ve kutuplaşmış.

Türk Demokrasisi, güçlü olmamasından dolayı engellenmiştir. Laik muhalefet partisi. Son yıllarda CHP, ana laik muhalefet partisi, giderek daha fazla 
Milliyetçi ve anti-Batı politikası Türkiye'nin AB üyelik hedefine öncülük etmek yerine,CHP, AB'nin en güçlü eleştirmenlerinden biri oldu ve partinin bir stalking atından biraz daha fazla olduğu izlenimi Türk ordusu

CHP’nin değişime karşı direnişi partinin popülerlik. Parti, yüzde 22 - 23’ten fazla Son seçimlerde oy kullanması ve siyasi yeniden canlanmaya ihtiyacı var
ve liderlik zirvede değişiyor. Deniz Baykal parti lideri oldu 20 yıldır. Bu dönemde CHP hiçbir zaman seçim kazanmadı.
Ancak Baykal, önderliğindeki liderlik nedeniyle ciddi bir sorun teşkil etmiyor. Parti liderlerinin seçtiği, Türkiye'nin arkaik iç parti yapısı parti delegeleri, daha sonra parti lideri için lideri tekrar iktidara oylama yükümlülüğü getiriyor. Bu Baykal'ın parti üzerinde sıkı kontrolü elinde tutmasına  ve engellemesine izin verdi Partiyi modernleştirmeye ve ele alma kapasitesini artırmaya çalışır.
Türkiye'nin büyüyen Politik ve Sosyal zorlukları.

Askerle Gerginlik

Son zamanlarda iç kutuplaşma gerilimler tarafından vurgulandı AKP ve ordu arasında. Tarihsel olarak ordu bir Türkiye'nin modernleşmesinin 
arkasındaki itici güç. Kendini vasi olarak görüyor Türkiye'nin anayasal düzeninin, özellikle de laikliğin. Dördü İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana, 
askeri müdahale etti ve hissettikleri zaman demokratik olarak seçilmiş sivil hükümetleri devirdi Türkiye'nin anayasal düzenine karşı bir tehdit vardı. 
Her seferinde ancak düşünüldükten sonra baraka geri döndü gerekli "düzeltmeler" olmak 1982 anayasası, askeriyenin darbesi, 1980 yılında Türk Ulusal  Güvenlik'in rolünü artırdı Ordu tarafından yönetilen Konsey (NSC), bir danışmanlıktan "Müzakere", "önceliği" olan kişilere Bakanlar Kurulu. NSC’nin açıklamaları  teknik olarak sadece tavsiye, uygulamada, talimatlar olarak kabul edildi sivil liderliğe. Bunları uygulamak için başarısızlık ciddi olabilir 
Başbakan Necmettin Erbakan'ın orduyu görmezden geldikten sonra " Yumuşak bir Darbe"  ile görevden alındı "İslami" trendleri sınırlamak için belirli adımları 
atmak Şubat 1997'de MGK memorandumu.20 Ancak son yıllarda, ordunun politik etkiledi önemli yasal değişikliklerin bir sonucu olarak azaldı askerin sivil kontrolünü güçlendirmek ve Türkçeyi getirmek için tasarlandı AB ile uyumlu uygulamalar. Reform paketinin altında AKP tarafından Temmuz 2003'te tanıtılan NSC, gerçek anlamda azaldı danışma organı, MGK sekreterinin askeri olması gerekliliği subay kaldırıldı ve MGK'nın sivil üyeleri sayısı arttırıldı. Toplantılar ayrıca ayda bir defadan bir defaya indirildi Her iki ay. Bu değişiklikler ordu için daha  zor oldu NSC'yi sivil üzerinde baskı uygulamak için bir araç olarak kullanmak hükümet.

Askeri liderlik, İslami köktenciliği ciddi olarak görüyor Türkiye’nin güvenliği için tehdit ve derin şüpheli şüpheleri AKP, partinin İslami kökleri yüzünden. Birçok subay buna inanıyor AKP'nin gizli bir gündemi var ve parti bir kere konsolide olduktan korkuyor iktidarı, İslamlaştırmayı yoğunlaştırmak için tasarlanmış adımları atacaktır. Türk sosyal ve politik hayatı. Bu ortaya çıkmasına neden oldu
güvensiz, zaman zaman müttefik, güvensizlik ve her iki tarafta şüphe.

AKP ve ordu arasındaki ilişkiler dalgalandı son on yılda. Genel sırasında nispeten yumuşaktı Hilmi Özkök’ün TGS’nin başı (2002-2006). Özkök genellikle
düşük bir profili korudu ve bir modus vivendi çalışmak için çalıştı AKP ile. Ancak, Özkök’ün ardılısı altında gerilimler arttı, Kara Kuvvetleri eski komutanı General Yaşar Büyükanıt. Büyükanıt güçlü bir laiklikti ve tehditte sert bir çizgi aldı
İslami köktencilik ve Kürt ayrılıkçılığıyla ortaya çıktı. O da PKK'ya karşı daha sert bir askeri harekette bulunmak için kamuoyuna baskı yapıldı.
Gül'ün AKP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak aday gösterilmesi AKP ile ordu arasındaki gerginliği 2007 yılının baharı. Karar TGS'yi sert bir hatırlatma 
yayınlamasını istedi. Web sitesinde, ordunun Anayasa ciddiyetle ve gerektiğinde, bunu gerçekleştirmek için harekete geçecek sorumluluk. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, TGS’nin Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmiş olması halinde olası bir darbe. Ziyade AKP'yi reddetme, TGS’nin niyeti gibi, memorandum Temmuz 2007 parlamento seçimlerinde AKP'nin desteğini artırmaya hizmet etti.
AKP'nin Temmuz 2007 seçimlerindeki güçlü gösterisi doğrudan oldu ordu için yüzüne tokat ve bir ayıklığa sahip gibi görünüyor Geleneksel olarak sayılabilecek TGS üzerindeki etki eylemleri için güçlü kamu desteği. 2007 seçimlerinden bu yana ordu eleştirisini açıkça ifade etmede daha ihtiyatlı davrandı. at Aynı zamanda, Anayasa'nın kararının ardından AKP'nin kapatılmasına ilişkin Mahkeme, Erdoğan’a orduyu düşmanlaştıracak adımlar atmaktan kaçının.

Ordunun en üst kademelerinde liderlik değişiklikleri de var sivil-askeri gerginliklerin azaltılmasına katkıda bulundu. General İlker Başbuğ,
Ağustos 2008'de Büyükanıt'ın TGS Genel Müdürü olarak görev yapan Görüşlerini büyükanıttan daha çok yayına sokmak için daha dikkatliydi. 
O ayrıca sivil ile iletişim hatları açmaya çalıştı başta medya olmak üzere toplumun sektörleri ve ordunun rolünü yeniden tanımlamak Politikada bu hamleler daha yumuşak sivil-asker ilişkilerine katkıda bulundu.21
Ayrıca Türk ordusunun imajı ve güvenilirliği 2008 yılının Ekim ayında, Aktütün 'deki PKK saldırılarından zarar gördü. Türk halkına şok oldu, çünkü ordu
PKK'nın zayıf bir şekilde zayıflatıldığını ve savunmada olduğunu savundu. Ama 17 Türk'ün ölümüne yol açan Aktunin saldırısı askerleri - PKK’nın 2004’ten 
beri en yüksek toplamı ateşkes - PKK'nın çok canlı olduğunu ve Türk basınında ordunun kuvvetli eleştirisi yarattı.22
Ordunun itibarı özellikle iddia edilen birkaç emekli üst düzey subayların tutuklanması AKP hükümetini toplumsallaşmış Ergenekon meselesini 
istikrarsızlaştırmak için bir komploya dahil olmak.23

Memurlar, TGK Şefi iken Özkök tarafından engellenen bir darbeyi çiziyor gibi görünüyorlar.24 Ayrıca, Haziran 2009’da Türk basınına belgeler sızdırıldı.
TGS'deki bazı subayların itibarını kaybetme planı önerdiğini öne sürüyor AKP hükümeti ve Gülen hareketi.25
Orduyu daha önce görülmemiş bir derecede kamu eleştirisine açtı ve inceleme. Ordu hala etkili olmaya devam etse de Türk siyasetinde güç, imajı lekelendi, ve yok Geçmişte büyük ölçüde olduğu gibi, daha uzun süre dokunulmaz olarak kabul edilir.
Buna ek olarak AKP, bağımsızlığı daha da azaltmak için adımlar attı ve ordunun özel statüsü. 26 Haziran 2009'da Türk Parlamento, askeri mahkemelerin sivillere başvurmasını yasaklayan bir yasa çıkardı ve sivil mahkemelerin askeri memurları kovuşturmasına izin veriyor. 
Kanun Askeri mahkemelerin anormal statüsüne son vermesi amaçlanıyor Türk uygulamalarını AB'ninkilere uygun hale getirin. Ancak Ordu anayasaya aykırı olduğunu iddia ederek kanuna itiraz etti. 26 Kanun kabul edildi, bu arasındaki gerilimin tırmanmasına yol açabilir ordu ve AKP liderliği.

Uzun vadede, sivil-asker ilişkilerinin seyri Kürt meselesinin gelişmesine büyük ölçüde bağlı - özellikle PKK'nın tehdidi ve Erdoğan’ın Askeriyenin tehdit oluşturduğu şeklindeki önlemleri almak laikliğe. Kürt meselesi ısınırsa veya Erdoğan büyüyorsa AKP içinde daha açık bir İslami gündemin peşine düşme baskısı, orduyla gerginlik artabilir.

Bir çok şey de Türkiye'nin dış güvenlik ortamına bağlı olacak. Yakın zamanda Türkiye'nin acil güvenlik ortamındaki bozulma Türk siyasetinde ordunun rolünü güçlendirmek için yıllar sürdü. Türkiye'nin komşularıyla, özellikle de kuzey Irak'la ilişkileri varsa daha istikrarlı hale gelir ve PKK'nın yarattığı tehdit azalır, ordunun gücünün azaltılması için daha istekli olması muhtemeldir ve Türk siyasetinde nüfuz. Ancak, eğer ordu büyüyorsa Türkiye’nin güvenliği için dış ve iç tehditler, daha fazla olacak Özerkliğini önemli ölçüde sınırlandıran tedbirlere direnme eğiliminde ve güç.

Küresel Ekonomik Krizin Etkileri

Mevcut küresel ekonomik krizin önemli bir etkisi olabilir. Türkiye’nin siyasi evrimi ve güvenlik bağları Amerika Birleşik Devletleri. Lesser'ın da belirttiği gibi, 
Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gelişimi son yıllarda yüksek büyüme oranları yüzde 6 - 7 Organizasyonda en yüksek 2002 yılından beri yılda Ekonomik İşbirliği  ve Kalkınma için. Yüksek büyüme oranları var yabancı yatırımlarda büyük artışlar eşlik etti ve bunlar artışlar küçük ve orta büyüklükteki büyümeye katkıda  bulundu Anadolu'da kapitalist firma olarak adlandırılan Anadolu kaplanları Türkiye'nin ekonomik ve sosyal dönüşümü için önemli bir teşvik,
Anadolu'da refahı arttırmak ve gelir kalıplarını değiştirmek Farklı sektörlerde dağılım ve etki.27

Bu büyüme aynı zamanda genişleyen bir emlak piyasasına da katkıda bulunmuştur. Yakın zamana kadar pek çok Türk, Türkiye'nin ekonomik olduğunu varsaymıştı.
kalkınma ve refah küresel ekonomiden ayrıştırılabilir kriz. Bununla birlikte, bu, giderek daha olası görünmüyor. Büyüme oranları Önümüzdeki birkaç yıl içinde, 
belki de yılda yüzde 2 ila 3 gibi düşük. İşsizliğin de yükselmesi bekleniyor yabancı yatırım yavaşlar. Türkiye'nin inşaat sektörü zaten Kredi kurulamaya başladıkça keskin bir daralmaya şahit oldu. Türkiye var Uluslararası Para Birimi ile yeni bir bekleme kredisi müzakere edildi Fon, ancak bu tür herhangi bir kredinin katı şartlılık içermesi muhtemeldir ve devlet harcamaları konusunda sıkı kısıtlamalar.
Ekonomik krizin hem yerli hem de yabancı olması muhtemel politika sonuçları. İç tarafta, ana kurbanlardan biri AKP olabilir. AKP yüksek büyüme dönemine 
başkanlık etti oranları ve ekonomik genişleme, güçlü gösterisinin bir nedeni 22 Temmuz 2007 seçimlerinde. Birçok Türk seçmen çekildi daha büyük vaat edilen laissez-faire ekonomi politikalarıyla ekonomik refah. Ancak büyüme oranlarının yavaşlamasıyla birlikte kredi kurumu, ve Türk ekonomisini daraltan, birçok Türk'ü destekleyen Geçmişte AKP diğer partilere, özellikle de popülist ve milliyetçi politikaları savunmak.
Savunma bütçeleri de, Türkiye'nin askeri modifikasyonunu yavaşlatabilir Ordu ile yeni gerilim kaynakları planlar ve yaratır.
AKP’nin Türkiye’yi geliştirmek için geniş kapsamlı ekonomik planları yoksullaşan güneydoğuda rafa kaldırılması veya kısıtlanması gerekebilir.
baskın Kürt nüfusun nüfusu arasında hoşnutsuzluk son zamanlarda gösterilen bölge ve artan sosyal gerilimler artan belirtileri.28

Dış politika tarafında, Türkiye'nin AB ile ilişkileri, İç reformun hızındaki yavaşlamadan zaten zarar görmüş Ankara, Avrupa'daki ekonomik durgunluktan 
daha da zorlanabilir Daha sıkı emek piyasalarına ve artan kısıtlamalara yol açabilir göçmen ve göçmen emeği, her ikisi de olumsuz olurdu
Türkiye'ye etkisi. Rusya ile ticaret -Türkiye’nin ikinci en büyük ticareti partner de yavaşlamaya başlayabilir. Türk inşaat firmaları Rusya, kredi gibi ekonomik sıkıntıyı hissetmeye başladı bile elde etmek zorlaşıyor.29
ABD ile ilişkiler de etkilenebilir. Zamanında Şiddetli ekonomik krizden dolayı, Ankara'nın yüksek seviyelere ulaşması zor olabilir.
Washington'dan dikkat. Önemli ABD yetkilileri, Küresel ekonomik krizin ABD ekonomisine olan etkisini hafifletmek, Türkiye'ye ve dış politikaya daha az zaman ayırabilir daha genel olarak. Bu nedenle, önemli iki taraflı sorunların ortaya çıkması tehlikesi vardır.
backburner'a düşürülecek veya dikkati çekmeyecek gerginliklerin artması ve kriz noktası, yüksek seviyeli ABD'nin dikkatini başka yerlerde yoğunlaştırıyor.30

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:


1 Ali Çarkoğlu ve Binnaz Toprak, Degisen Türkiye. . . 'De Din Toplum ve Slyaset, İstanbul: Türk Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı, Türkçe, 2006.
2 Çarkoğlu ve Toprak, 2006.
3 “Bu konuda muhafazakar ama rahat,” Türk Daily News (İstanbul), 20–21 Eylül 2008.
4 Çarkoğlu ve Toprak, 2006.
5 Henri J. Barkey, “Güçlü” bir Devletin Mücadeleleri ”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt. 54, No. 2, Güz 2000, s. 99.
6 Güçlü devlet kavramı ve modernleşme sürecinde Kemalist elit tarafından kullanılması üzerine özellikle bkz. Barkey, 2000, s. 87–105;
   Metin Heper, “Demokrasinin Güçlendirilmesi İçin Güçlü Devletin Sorunu”, Karşılaştırmalı Siyasal Çalışmalar, Cilt. 25 Temmuz 1992.
7 Merkez-çevre dikotomisi ve Türk siyasetine etkisi hakkında ayrıntılı bir tartışma için bkz. Şerif Mardin, “Merkez-Çevre İlişkileri:
   Türk Siyasetinin Anahtarı? ”Daedalus, Vol. 102, No. 1, 1973, s. 169-190.
8 Hakan Yavuz, “Kamusal Alandan İslamı Temizleme”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Vol. 54, No. 1, Güz 2000, sayfa 21-42.
9 Bkz. Binnaz Toprak, “Türkiye'de Devlet, Siyaset ve Din”, Metin Heper ve Ahmet Evin, editörler, Devlet, Demokrasi ve Askeri:
1980'li yıllarda Türkiye, Berlin / New York: Walter de Gruyter, 1988, s. 119–136.
10 Şerif Mardin, medyanın sesin yayılmasında ve yükselişine katkıda bulunulmasında medyanın genişlemesinin oynadığı önemli role dikkat çekti.
İslami siyasi partiler. Bakınız Şerif Mardin, “Türk İslami İstisârlığı, Dün ve Bugün: Süreklilik, Rüptür ve Operasyonel Kodlarda Yeniden Yapılanma, 
”Journal of International Affairs, Vol. 54, No. 1, Güz 2000, s. 157.
11 1989'a kadar, Türkiye'nin tek bir televizyon kanalı, devlet radyo televizyon şirketi vardı. İlk dini odaklı televizyon Kanallar 1993'te ortaya çıkmaya başladı 
ve Gülen hareketine bağlıydı.
12 Cemal Karakaş, Türkiye: Devletin, Siyaset ve Toplumun İlgi Alanları Arasındaki İslam ve Laiklik, Rapor No. 78, Barış Araştırmaları Enstitüsü Frankfurt
(PIRF), 2007, s. 17–18.
13 Ayrıntılı bir tartışma için bkz. Rabasa ve Larrabee, 2008.
14 Tanju Tosun, “22 Temmuz Seçimleri: Türk Siyasetinin Geleceği için Bir Grafik”, Özel Görüş, Sayı 12, Sonbahar 2007, s. 54.
15 Ayrıntılı bir tartışma için bkz. Rabasa ve Larrabee, 2008, Dördüncü Bölüm.
16 Türk Genelkurmay Başkanlığı, basın açıklaması, 27 Nisan 2007.
17 İlter Turan, “Evde Savaş, Yurt Dışında Barış!” Özel Görünüm, Sayı 13, Sonbahar 2008, s. 8.
18 Bkz. “AKP'nin Kürt Politikasında U Dönüşü”, Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 10 Kasım 2008.
19 Bkz. Soner Çağaptay, “Türkiye'nin Yerel Seçimleri: Liberal Orta Sınıf Seçmenleri AKP'yi Bırakıyor” Politika Çizelgesi, 1500, Washington
Yakın Doğu Politikası, 30 Mart 2009. Ayrıca bkz. Soli Özel, “Seçmenlerin Tune-Up”, Türkiye, 31 Mart 2009, Amerika Birleşik Devletleri Alman Marshall Fonu.
20 Erbakan'ın iflasındaki ordunun rolüyle ilgili ayrıntılı bir tartışma için bkz. Rabasa ve Larrabee, 2008, s. 44-47.
21 24 Nisan 2009 tarihinde İstanbul'daki Harp Akademileri Komutanlığı konuşmasını görün. Kürtler gibi uluslar arası kültürel kimlikleri tanımanın 
gerekliliğini vurguladı Türkiye'de laik ve demokratik bir rejime desteğini sağlamlaştırdı ve daha sağlıklı bir sivil çağrıda bulundu askeri ilişki. 
Konuşması, ordudaki pozisyonunda belirgin bir değişimi temsil ediyordu. başta din olmak üzere sosyal ve politik konuların sayısı. Bkz. Saban Kurdas,
Türk Ordusu Askerin Siyasi Rolünü Yeniden Tanımladı, ”Eurasia Daily Monitor, Vol. 6, No. 72, 15 Nisan 2009 b.
22 Kamu çıkarımı, Türk Taraf gazetesinde bir şöhrete sahip bir rapor ile pekiştirildi. zorlu araştırmacı araştırmacılar için, ordunun saldırı ve 
Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Generalinin resminin yayınlanmasıyla Aydoğan Babaoğlu saldırı gününde bir çare olarak golf oynuyor. 
Yigal Schleifer'e bakın, 17 Ekim 2008'de “Türkiye Ordusu PKK Saldırısı Üzerinden Cezbeder”, Christian Science Monitor. Ayrıca bkz.  “Angeschlagenes Image der türkischen Armee”, 17 Ekim 2008, Neue Zürcher Zeitung.
23 Ergenekon meselesi hakkında bilgi için bkz. Ece Temelkuran, “Ergenekon Davası İçinde”, CounterPunch, 4 Aralık 2008.
24 Ergenekon savcılarına verdiği ifadede Özkök, hakkında bilgi verildiğini söyledi. Darbe planları, ancak onlar hakkında bir şey yapmak için yeterli kanıt yoktu. Bkz. “Eski Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 22 Temmuz, 2009.
25 12 Haziran 2009 tarihinde, Türk taraf gazetesi, TGS'nin bir departmanından kaynaklandığı iddia edilen “İslami Temelciliğe Karşı Mücadele Planı” 
başlıklı sızdırılmış bir belgeyi yayınladı. Belgenin gerçekliği belirsiz olmasına rağmen, yayın politik bir yangın fırtınasına maruz kaldı ve TGS'yi utandırdı. 
Ayrıntılar için, bkz. Amberlin Zaman, “Askerin Yeniden Başlaması: Demokrasi İçin Bir Sıçrama mı, Başka Bir Güç Mücadelesi mi?”  Türkiye’de, Amerika Birleşik Devletleri’nin Alman Marshall Fonu, 15 Temmuz 2009.
26 “Sivil Mahkemelere Karşı Asker Balkanlar”, Hürriyet Daily News and Economic Review (İstanbul), 6 Temmuz 2009. 27 Ian O. Lesser, “Türkiye ve Küresel Ekonomik Kriz”, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri Alman Marshall Fonu, 1 Aralık 2008 c.
28 Mart 2008'de Erdoğan, iki büyük baraj ve bir su kanalı sistemi inşa etmek ve güneydoğuda yol iyileştirmeleri yapmak için 12 milyar dolarlık bir ekonomik plan açıkladı. Bu önlemler iş yaratmak ve PKK'nın çekiciliğini azaltmak için tasarlandı. Ancak, paranın çoğu, yeni yatırımlardan ziyade halihazırda devam eden projelere tahsis edildi. Bkz. Ümit Enginsoy ve Burak Ede Bekdil, “Ankara, Kürt Bölgeleri için Ekonomik ve Diğer Gelişmeleri Planlıyor”, Savunma Haberleri, 17 Mart 2008 a.
29 Tuğba Tekerek, “Kriz, Rusya'daki Türk Projelerine Hits,” Türk Daily News (İstanbul), 18–19 Ekim 2008.
30 Ermeni soykırım meselesi bu kategoride mükemmel bir adaydır.


17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***