28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 5
İşte Utanç listesi:
TEOMAN KOMAN: Jandarma eski Genel Komutanı olan Orgeneral Koman, halen İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Cavit Çağlar’ın şirketi olan Nergis Holding’te uzun süre yönetim kurulu üyeliği yaptı.
MUHİTTİN FİSUNOĞLU: Kara Kuvvetleri eski Komutanı olan Orgeneral Fisunoğlu emekli olduktan sonra batık bankalardan Sümerbank’ta yönetim kurulu üyeliği görevine getirildi. Fisunoğlu hakkında Sümerbank yönetim kurulu üyeliği nedeniyle İstanbul DGM tarafından dava açıldı.
VURAL BEYAZIT: Emekli orgeneral Beyazıt, MİGROS’ta da yönetim kurulu üyeliğini yaptı.
KEMAL YAVUZ: Harp Akademileri eski Komutanı olan Orgeneral Kemal Yavuz, emekli olduktan sonra MARET’te yönetim kurulu üyeliği görevine getirildi. Sucuk, sosis, salam üretti.
AHMET ÇÖREKÇİ: Hava Kuvvetleri eski Komutanı olan Orgeneral AHMET Çörekçi, Park Holding’in sahibi Turgay Ciner’in devletten ihale ile aldığı HAVAŞ’ın yönetim kurulu üyeliği’ni yaptı. Çörekçi kamuoyundan gelen tepkiler üzerine HAVAŞ’taki görevinden istifa etmişti.
GÜVEN ERKAYA: Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Erkaya, kanserden vefat ettiği tarihe kadar Koç Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliği yaptı. Erkaya, Anasol-D hükümetinin Başbakanı Mesut Yılmaz’a da danışmanlık yaptı.
DOĞU AKTULGA: Bir dönem Ege Ordu Komutanlığı yapan Orgeneral Aktulga, Ergenekon’un firarî sanığı Bedrettin Dalan’ın sahibi olduğu İstek Vakfı’nın kurduğu Yeditepe Üniversitesi’nde uzun süre mütevelli heyeti üyeliği yaptı.
BÜLENT ULUSU: 12 Eylül darbesinin ardından darbeciler tarafından başbakanlığa getirilen mason Oramiral Bülent Ulusu da, tıpkı Doğu Aktulga gibi kaçak olarak kurulan Yeditepe Üniversitesi’nde mütevelli heyeti üyeliği yaptı. Ulusu aynı zamanda AKSA Holding yönetim kurulu üyeliği görevinde de bulundu.
SÜREYYA YÜKSEL: 12 Eylül sonrasında Ege Ordu Komutanlığı yapan Orgeneral Süreyya Yüksel, emekli olduktan sonra Yaşar Holding’te danışman unvanıyla görev yapmaya başladı.
İSMAİL HAKKI AKANSEL: 2. Ordu Komutanı’yken emekli olan Orgeneral İsmail Hakkı Akansel, PETKİM’de danışma kurulu üyesi olarak görev yapmaya başladı.
HALİL SÖZER: 1983-1986 yılları arasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan, 1986 senesinde de emekli olan Orgeneral Sözer, Borusan Holding’de yönetim kurulu üyeliği yaptı.
SABRİ DELİÇ: İshak Alaton’un sahibi olduğu Profilo Holding’in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Deliç, bir süre Maltepe Üniversitesi’nde de mütevelli heyet üyeliği yaptı.
İBRAHİM ŞENOCAK: Orgeneral İbrahim Şenocak emekli olduktan sonra bankacılığa soyundu. Şenocak, Etibank Dinç Bilgin’e devredilmeden önce Etiban yönetim kurulu başkanlığı’nı yapıyordu.
TURGUT SUNALP: Harp Akademileri Komutanlığı görevini yaparken emekli olan Korgeneral Sunalp, 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1983 senesinde Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni kurdu. Partinin kapanmasının ardından Sunalp uzun süre NETAŞ Yönetim Kurulu üyeliği ve Garanti Bankası Yönetim kurulu üyeliği yaptı. Sunalp, öldüğü 28 Ağustos 1999 tarihine kadar holding yöneticiliği görevini sürdürdü.
SEMİH SANCAR: Kenan Evren’den önce Genelkurmay Başkanlığı yapan Orgeneral Semih Sancar, emekli olunca holding yöneticiliğine soyundu. Sancar, Sabancı Grubu’nun bankası Akbank’ta uzun süre yönetim kurulu üyeliği yaptı.
ADNAN ERSÖZ: MİT eski müsteşarlarından general Adnan Ersöz de emekli olduktan sonra holding yöneticiliği yapanlar arasında yer alıyor. 1981 senesinde emekli olan Ersöz, vefat ettiği 1991 senesinde kadar İşbankası yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı.
SERVET BİLGİ: Orgeneral rütbesiyle emekli olan Servet Bilgi, emekli olduktan sonra PTT Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulundu. Bilgi, PTT’deki görevinin ardından, BEKOTEKNİK A.Ş. yönetim kurulu üyeliği yaptı.
VECİHİ AKIN: Emekli Orgeneral Akın, AKSİGORTA yönetim kurulu üyeliği yaptı.
ŞEREF AKINCI: Emekli Orgeneral Akıncı, : Doğuş Holding yönetim kurulu üyeliği yaptı.
NAZİF OKA: Emekli Orgeneral Oka HEMA Holding yönetim kurulu üyeliği yaptı.
FEVZİ AYSUN: Emekli KorgeneralAysun Derborsa yönetim kurulu üyeliği yaptı.
TEVFİK ALPARSLAN: Emekli Korgeneral Alparslan ALTAY ŞirketlerGrubu yönetim kurulu üyeliği yaptı.
CEMİL METE : Emekli Tümgeneral Mete MİNEX Savunma Sanayi yönetim kurulu üyeliği yaptı.
TANJU ERDEM : Emekli Tümgeneral Erdem Yaşar Holding danışmanlığı yaptı.
FİKRİ TOPSEVER : Emekli Tuğgeneral Topsever AKSA Holding Personel Müdürlüğü görevini yaptı.
ŞAHAP AR : Emekli Tuğgeneral Ar ALARKO Holding yönetim kurulu üyeliği yaptı.
SITKI GÜNDAY : Emekli Tuğgeneral Günday OTOMARSAN Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği yaptı.
ORHAN KÖKER : Emekli Tuğgeneral Köker Profilo Holding müşavirliği yaptı.
YILMAZ ORAL : Emekli Tuğgeneral Oral HEMA Holding yönetim kurulu üyeliği yaptı.
KÂMURAN GÜMÜŞSOY : Emekli Tuğgeneral GİMA yönetim kurulu üyeliği, yaptı.
YANLIŞ ANLAŞILMASIN!.. BİZ BU İFADELERLE ŞANLI TÜRK ORDUSUNUN BÜTÜN FERTLERİNİ LEKELEMİYORUZ!.. ELBETTE Kİ, PEK ÇOK DÜRÜST, VATANSEVER VE FEDÂKÂR SUBAYIMIZ VAR. Hatta Dönmeler (Sabatayistler) arasında da var. BİZ SADECE ASLEN TÜRK OLMAYIP, KENDİSİNE TANINAN TÜRKLÜK VASFINA RAĞMEN, BİR TÜRK GİBİ ORDU KADEMELERİNDE YÜKSELMESİNE İMKÂN TANINMASINA RAĞMEN, TÜRK DEVLETİ'NE, TÜRK MİLLETİ'NE İHANET EDİP, YABANCILARLA İŞBİRLİĞİ İÇİNDE OLAN GAYRITÜRK SUBAYLAR İLE, TÜRKLÜĞÜNÜ UNUTUP ONLARIN GÜDÜMÜNE GİREN ZAVALLI TÜRK SUBAYLARI KASTEDİYORUZ!.. ASLA PEYGAMBER OCAĞI TÜRK ORDUSUNA BİR SÖZÜMÜZ YOK! ONUN BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE YERİ VAR!.. ÜSTELİK MEDYADA, MAHKEMELERDE BU HAİNLER BAHANE EDİLEREK DÜRÜST TÜRK SUBAYLARINA VE TÜRK ORDUSUNA YAPILAN BÜTÜN SALDIRILARI DA LÂNETLİYORUZ!
Şimdi geldik en önemli kısıma... Yahudi Dönmesi Orgeneral Çevik Bir, Cumhuriyet tarihinde Menderes'in ABD ile yaptığı gibi gizli ikili anlaşmalardan sonra en büyük ihaneti yaparak, Başbakan Necmettin Erbakan'ın ümüğüne basarak, tehditle İSRAİL ile 20 gizli anlaşmayı bir anda imzalatmıştır! Elbette daha önce de imizalanan anlaşmalar vardı. Bu bir "yahudileştirme" sürecidird. 1993 yılından 1996 Ekimi'ne kadar İsrail ile 13 anlaşma imzalanmış iken, 1996 Ekimi'nden 1997 Martı'na kadar 20 anlaşmaya imza atılmıştır!.. Nasıl oldu da müslüman geçinen Erbakan böyle bir gaflete düştü, belki zaman içinde ortaya çıkacaktır.
Bu 20 gizli anlaşmanın konuları şunlardır:
- Silahların Yenilenmesi: 623.5 Milyon Dolarlık İsrail-Türkiye savunma anlaşmalarının en büyüğüne göre 54 Türk F-4 uçağının modernizasyonu İsrail Hava Kuvvetleri tarafından yapılacaktır. Bu aslında bir Amerikan kazığıdır. Amerika'dan satın altığımız uçakların bakımı, modernizasyonu, yedek parçası ABD tarafından sağlanması gerekirken, "Artık siz bunları İsrail'den alın, biz yardımcı olamıyacağız," denmiş , TÜRK Silahlı Kuvvetleri siyonist ve kaatil İsrail'in kucağına oturtulmak istenmiştir... İlk anlaşma Tansu Çiller zamanında yapılmıştı.
- Donanım Satışı: Popeye-1 füzeleri, erken uyarı uçak sistemleri, Suriye ve Irak sınırını denetleyecek çit ve radar sistemi, 5 Milyar dolar tutarında Merkava tankları... Bir Türk analizcinin ifadesine bu dönemde yahudi dönmesi Çevik Bir'in gayreti ile Türkiye İsrail'in elinde olan her şeyle ilgilenmeye başlamıştı.
- Ortak Üretim: Popeye-2 füzesinin yapımı
- Eğitim: İsrail uçakları, kendi ülkelerinin eni boyu dar olduğu için, Anadolu üzerinde, Konya ovasında uzun menzilli uçuşlar ve dağlık alanlarda uçuşlar yapma imkânı elde ediyordu. Bu, su üstünde uçmaktan çok farklı bir eğitim idi. Aynı zamanda İran'a yapılacak muhtemel bir hava harekâtı için elzem bir eğitim idi... İşin vehametini görebiliyor musunuz?.. Türkiye, dost ve müslüman bir ülke üzerine saldırsın diye İsrail uçaklarına eğitim imkânı tanımış!.. İsrail ile böyle bir anlaşma Türk tarihinde ilk kez gerçekleşiyordu. İsrail de tarihinde ilk kez bir Müslüman ülke ile resmi bir askeri anlaşma imzalıyordu.
- Ortak Tatbikat: Türkiye Haziran 1977'de Akdeniz'de İsrail ile ortak bir hava ve deniz tatbikatı yaptı. Tatbikatın görünüşteki sebebi arama-kurtarma çalışmalarının koordinasyonu idi. Pek de şaşırtıcı olmayan bir şekilde tatbikat, uluslararası sularda, ama Suriye kıyılarına yakın yerlerde yapıldı... Türkiye ile İsrail'in hangi ortak düşmanı var ki? Yine Türkiye dost ve müslüman bir ülkeye saldırı için eğıtim ve işbirliği yapıyordu... Aynı soru Yunanistan ile Ege Denizi'nde yapılan ortak tatbikatlar için de sorulabilir.
- İstihbarat Paylaşımı: İstihbarat alanında işbirliği yapılacak, bu kapsamda İsrail, Türkiye sınırından İran ve Suriye'yi dinleyecektir. Biz ise PKK'lı militanları eğiten İsrail subaylarını unutup, İsrail'den istihbarat bekledik. Hiç yararlı bir bilgi geldi mi acaba? Acaba biz onlara İran, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Hizbullah konusunda ne gibi bilgiler verdik?
- Ticaret: Mart 1996'da (Çiller dönemi) imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması 1997 Mayıs'ında etkin hale geldi. Serbest Ticaret Anlaşması yapılan yeni düzenlemelerle icrai bir safhaya kavuşmaktu.
- Ulaşım anlaşması: İsrail Türkiye için yeşil pasaportlulardan vizeyi kaldırdı. Biz zaten, maşaallah, eski vatandaşlarımız Balkan halkları, Araplar, Afrikalılar ve Sovyetler Birliği'deki Türkler dışında, kimseye vize uygulamıyoruz ki!.. Bizim vizemiz kendi adamlarımızı dışarda tutmak, gavurları içeeri almak için!
- Su: Türk tarafının "barış hattı" ve İsrail tarafının "barış kanalı" hakkındaki fikirleri Türkiye'den İsrail'e taze su getirilmesi üzerinde yoğunlaştı. bu proje, zaten Yahudi hayranı Özal'ın Manavgat suyunu satma arzusuyla başlamıştı. Sonunda hükûmet Fırat nehrinin suyunu birilerine sattı, ama Yahuidiler'e mi bilinmez. Üstelik Başbakan Erdoğan bunu, "Bize Fırat'ı sattınız, diyorlar. Biz Fırat'ı satmadık. Kullanma hakkını sattık," diyerek savundu. Ne var ki bu savunma, karısını pazarlayan muhabbet tellalının, "Ben karımı satmıyorum, onun kullanma hakkını satıyporum," demesine benziyordu!
- Din: Nisan 1997'de ilk defa bir Türk dinî heyetinin İsrail'e yaptığı ziyarette, İstanbul Müftüsü "İsrail Devleti'nin varlığı hakkında İslamî açıdan hiçbir eleştiri getirilemez" dedi. Biz de o müftünün islâmî yönünden kuşku duyduk. Böyle bir şey söylemesine ne gerek vardı?
Daniel Pipes ve başka kaynaklardan toplanan bilgiler ışığında özetleyecek olursak İsrail Türkiye'ye silah satacak ve Türk savaş jetlerinin modernize edecek, istihbarat alışverişi olacak, ortak tatbikatlar yapılacaktır. Bu anlaşmayla, Ortadoğu'da yeni bir Türkiye-İsrail ekseni oluşturuluyor ve bu yeni eksen, o güne kadar Türk Dış Politikası'nda titizlikle korunmuş olan birçok ilkeyi temelinden yıkıp atıyordu.
Şöyle ki:
1. Türkiye artık Ortadoğu'da stratejik rol oynayamayacaktı. O güne kadar Türkiye, Ortadoğu'da şu üç güç noktasına eşit uzak durmuştu: İsrail, Araplar'ın temsilcisi olarak Mısır, ve İran... Oysa kurulan Türkiye-İsrail askerî işbirliğiyle Türkiye artık bölgede taraf oluyor, İsrail'den yana tavır alıyor ve Araplar'la İran'ı karşısına alıyordu.
2. Türkiye-İsrail askerî işbirliği ile en büyük yarayı İran almıştır. Çünkü bu anlaşma ile İsrail, gelip İran sınırına dayanmıştır. Bu anlaşmadan bir süre sonra, İsrail'in Türkiye-İran sınırında istihbarat ve dinleme istasyonları kurmuş olduğu rapor edilmiştir. Türkiye-İsrail askerî işbirliği anlaşmasından sonra, İsrail eğer isterse İran'ın askerî altyapılarına, cephaneliklerine Türkiye'den, belki o "manevra, tatbikat, eğitim yapıyor" dediği uçaklar ile saldırabilecektir. Muhtemel bir İsrail-İran askerî çatışmasında, İsrail askerî kuvvetleri yakıt ikmalini Türkiye'de yapabilecektir. Son dönemde (2013) Türkiye-Suriye sınırına getirip kondurulan ve TÜRK askerinin değil de, Amerikan, Alman, hollanda askerlerinin denetiminde Patriot füzeleri de Türkiye'yi değil; İsrail'i korumak için yerleştirilmiştir.
3. Türkiye-İsrail Askerî İşbirliği Anlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde hiç görüşülmemiştir!.. Dolayısıyla, Türkiye-İsrail askerî ilişkileri hâlâ kamu hukukundan yoksundur. Adeta böyle anlaşmalar yoktur!.. Ancak "One Minute" ve "Mavi Marmara" olaylarından sonra bozulduğu söylenen Türk-İsrail ilişkilerine bu hukuktan yoksun askerî anlaşmaların askıya alınması dahil midir, değil midir, belli değildir! Kimse de bu konuda bir açıklama yapmaya yanaşmamaktadır.
Washington Instutite'un Yahudi uzman danışmanı Alan Makovsky, söz konusu anlaşma için şu çok önemli değerlendirmede bulunmuştu:
- "Türkiye ile İsrail arasında yakın ilişkilerin kurulması Soğuk Savaş döneminden sonra Ortadoğu'da yaşanan en önemli stratejik gelişmedir."
Makovsky'yi böyle tarihî bir tesbite götüren anlaşmalar için Erbakan'ın bir tek şartı olmuştu: Anlaşmalar kesinlikle gizli tutulacak!..
O sebeple Ortadoğu'da tüm dengeleri İsrail lehine çeviren bu anlaşmaların hâlâ neler ihtiva ettiğini resmî olarak bilemiyoruz.
Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın 10-12 Ağustos 1996 tarihinde İran'la başlattığı olaylı yurtdışı gezilerinin hemen sonrasında 29 Ağustos 1996 tarihli Hürriyet gazetesinin "İsrail'le Gizli İmza" başlığıyla verdiği haber ilgi çekiciydi. Habere göre 23 Şubat'ta Çevik Bir'in İsrail'le yaptığı ilk anlaşmadan sonra İsrail'le ikinci askerî anlaşma, Erbakan'ın "anlaşma kamu oyuna açıklanmayacak" şartıyla imzalanmıştı.
Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Ömer Akbel, anlaşmanın Ankara'ya gelen İsrail Savunma Bakan yardımcısı Müsteşarı David Ivry ve Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Korgeneral Tuncer Kılınç tarafından imzalandığını açıkladı. Erbakan'ın bu şartı İsrail'e de bildirildi, Ivry'nin ziyaretinin ve anlaşmanın imzalanmasının kesinlikle kamuoyuna açıklanmaması istendi. Ne var ki, Ivry'nin ziyareti ve anlaşmanın imzalanacağı haberi duyuldu. Olayın açığa çıkması üzerine Dışişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı anlaşmayı açıklamak zorunda kaldılar... Gizlilik kodunu bozan taraf sürekli İsrail olmuştur. Çünkü İsrail, İran ve Suriye'nin etkilenmesi için anlaşmaların duyulmasını istiyordu. Yani anlaşmaların psikolojik etkisinden de faydalanmak istiyordu. O sebeple de anlaşmalar İsrail tarafından ve el altından duyurulmuştur.
Yahudi Dönmesi Orgeneral Çevik Bir'in baskısıyla Erbakan hükumeti ile İsrail arasında yapılan gizli anlaşmaların İsrail'e kazandırdıklarını anlamak için, öncelikle Türkiye'nin öneminin Telaviv'de nasıl algılandığına bakmak gerekir.
Bu konuda Dr. Amikam Nechami'nin açıklamaları şöyledir:
- "İsrail Dış politikasında Türkiye'nin önemi, ABD ve İngiltere'den daha az değildir."
Ve bir başka İsrailli diplomatın değerlendirmesi:
- "Türkiye'nin İsrail ile güçlü ilişkileri parayla ölçülemez değerdedir."
Bugün İsrail'i ayakta tutan, yaşatan 3 ülkeden birisi Türkiye'dir. Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün deyimiyle "Türkiye 'deki İsrail, İsrail'deki İsrail'den çok daha güçlüdür". Türkiye'de Türkler'i uyutup memleketin idaresini ele geçirmiş olan dönme politikacılar, bürokratlar ve işadamları sayesinde İsrail'i yaşatan ve şımartan ülke Türkiye'dir. Öyleyse İsrail'i ancak Türkiye durdurabilir ve bu işgalci ülke ile mücadele de samimiyet sınavı İsrail ile yapılan anlaşmaların behemehal feshinden geçmektedir. Öyle Gazze katliamı için ağlamakla, üç-beş kutu yardım göndermekle olmaz!
İsrail'i durdurmanın yolu Türkiye'nin İsrail'e verdiği desteğin kalmasından geçiyor... Şayet Türkiye "İsrail'e hayat suyu veren ülke" rolünden vazgeçerse, İsrail'in de azgınlığı aynı oranda duracaktır. Ama bunun için önce Türkiye'nin tepesindeki İsrail ajanları temizlenmelidir!
Erbakan'ın oyuna mı geldiği, yoksa onda da bir İsrail hayranlığı olup olmadığı iyice araştırılmalıdır. Saadet Partisi'nin yahudi lobileri ile ilişkisi var mıydı? Erbakan partisi kapatıldıktan ve muhalefete düştükten sonra da aynı yola devam etmiş midir?.. Fazilet Partisi döneminde ABD'deki İsrail lobileri ile içli-dışlı olmuş mudur?
İddiaya göre Yahudi vatandaşımız Üzeyir Garih Refah-Yol hükûmetini desteklediğini açıklamakla yetinmedi, ABD'deki İsrail lobisini ikna etti. Yahudi ADL heyetine konuşan Devlet Bakanı ve Refah Partisi Başkan Yardımcısı Fehim Adak, "Dinî aşırılığa karşıyız ve İsrail ve Yahudi toplumu ile diyaloğumuz sürecektir." açıklamasını yaptı. Neo-Con'ların ABD'deki en ünlü isimlerinden Daniel Pipes'in Erbakan'ın iktidarda olduğu günlerde "A New Axis, The National Interest" de yazdığı yazıdan bir bölüm:
- "...Karşılıklı gidiş gelişler İsrail Dışişleri Bakanı David Levy'nin Ankara'yı 8-9 Nisan'da ziyaret etmesi ile başladı ...(Böylece) daha düşük bir seviyede de yarım yüz yıllık stratejik diyalog somutlaşıyor ve Haziran'da Türk savaş gemileri İsrail limanlarını ziyaret ediyordu."
Bu yoğun ve yüksek düzey gidip gelmelerin sonuçlarının hepsi kamuoyuna açık değildir. Ancak resmî açıklamalar ve konuşkan bazı yetkililerden anlaşıldığına göre 5 ana alanda yoğunlaşılmıştır ki, bunları yukarıda saydık.
Saadet Partili eski yetkililer haklı olarak Abdullah Gül'ü "İsrail Gülü" olduğunu söyleyerek eleştiriyorlar. Gül'ün Bakan iken özellikle Yahudi kuruluşları ile ABD'de yürüttüğü temasları "kişisel bağlam"da çevirdiğini ifade ediyorlar. Bakınız onlara Abdullah Gül, "Yol Ayrımı" kitabının 397. sayfasında nasıl cevap veriyor:
- "Şimdi hayretler içinde bakıyorum, ben Bakan olarak ABD'yi ziyaret etmişim. 58 tane toplantı yapmışım..... Erbakan Hoca'nın "gizli dünya devleti" dediği CFR'de onuruna verilen yemekli toplantıda, Türkiye'deki baş örtüsü sıkıntısını anlatmışım. O zamanlar parti büyüğü ağabeylerimiz, Erbakan Hoca, yaptıklarımızla övünürlerdi. Beni takdir ederlerdi. NE YAZIK Kİ BÜTÜN BUNLAR GİZLİ BİR BULUŞMAYMIŞ, BENİM GİZLİ İLİŞKİLERİMMİŞ GİBİ TAKDİM EDİLİYOR."
Abdullah Gül, CFR'nin Erbakan onuruna yemek verdiğini ve buna benzer kuruluşlarla 58 toplantı yaptığını söylüyor... Erbakan'a yakın isimler ise Gül'e bu imkânın Erbakan tarafından verildiğini söyleyerek, Gül'ü vefasızlıkla ve "bu ilişkileri kendi lehine kullanmakla" itham ediyorlar. Yani taraflar birbirlerini lobilerin gücünü çalmakla suçluyorlar. Ancak görünüş o ki, Yahudi lobileri ile kurulan gizli dostluklardan rahatsızlık duymuyorlar!
Bir dönem Fazilet Partisi'nin, Refah'ın akibetine uğramamak adına (ki uğradı, o da kapatıldı) hem iç politika ile, hem de dış politika ile ilgili konularda sisteme güven verme ve ehlileştiğini gösterme çabası sezilmekteydi. Fazilet Partisi'ndeki bu çaba en çok da parti başkanı Recai Kutan'ın 1999 yılının Kasım ayı başlarındabir heyetle gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde açıkça ortaya kondu. Kutan'ın ABD gezisinin Washington'u kapsayan kısmı, Fazilet Partisi'nin Refah Partisi'nden farklı olduğunu, ya da olmaya çalıştığını anlatmakla geçti. Washington'daki temaslar boyunca görüşülen kişi ve çevreler gözönüne alındığında muhatabın Amerikan resmî çevreleri olduğu anlaşılıyordu. Bu yönüyle gezinin Washington ayağı çok da önemli değildi. Asıl önemli olan ve Kutan'ın ziyaretini kayda değer kılacak şey gezinin New York kısmıydı. Çünkü Fazilet heyeti, New York'ta İsrail için lobi faliyetleri yürüten Yahudi kuruluşları ile temaslarda bulunacaktı. New York'ta gerçekleştireceği temaslar, Amerikan derin devleti ile yapılmış görüşmeler anlamına geliyordu. Recai Kutan Woodrov Wilson düşünce kuruluşundaki konuşmasında soruları cevaplandırdı. "Asla İran gibi olmayız" mesajı verdi. Şöyle konuştu:
- "Bugün İsrail Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ile ilişki halindedir. Kimse İsrail yok demiyor. İsrail vardır, Türkiye de İsrail ile eşit şartlar altında işbirliği yapabilir. Bunda sakınca görmüyoruz."
Erbakan'ın seçim meydanlarındaki halka "Kudüs'ün kurtarılması için" çalışmanın da yer aldığı "Milli Görüş yemini" hâlâ hafızalarda canlıyken, Fazilet Partisi'nin İsrail'i bir gerçeklik olarak tanıdığını açıklayıp, "asla İran olmayacakları" yönünde Amerikalılar'a teminat vermesi, pek ikna edici bulunmasa da Fazilet'teki bu dönüşün, kendi tabanı üzerinde olumlu bir etki bırakmadığı da ortadaydı. Belki de 2001 seçimlerini bu yüzden kaybetti. Tabii bunda bir zamanlar "Haçlı Klubü" olarak nitelendirdiği AB'yi, daha sonra bir "ideal" olarak savunmasının, hatta "Seçime gitmeyelim, AB yasalarını çıkaralım," diyerek liberal partilerden daha hızlı AB'ci olmasının da etkisi vardır... Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP'si de "Avrupa Birliği'ni biz daha çok savunuyoruz," diyerek durumdan istifade etmiştir. Zira Erbakan, "Haçlı Kulübü" dediği AB'yi savunmakla ülkenin en dinamik ve en dirençli bölümü olan muhafazakâr kesimi "galiba bu Avrupa Birliği iyi bir şey ki, Hoca bile methetti," düşüncesiyle AB'ci yapmış, bu büyük değişim ile, deyim yerinde ise AKP de kitlelerin kimyasını bozarak kötü günlerimizi hazırlamıştır. Öyle ki, Recep Tayyip Erndoğan'ın "Avrupa Birliği ile katolik nikâhı" kıymaya kalkması bile halkta fazla tepki uyandırmamıştır.
Prof. Laçiner yayınlanan son kitabı “Dışımızdaki PKK İçimizdeki İsrail” isimli kitapta en stratejik kurumlar olan TSK ve MİT’e girmeyi başarmış ayrıca PKK ile de ilişkisi olan İsrail’i anlatıyor:
- "İsrail’in bakışında Türkiye’nin İslam’dan uzaklaştırılması veya en azından İslamî unsurların ‘zararsız’ hale getirilmesi önemli bir rol oynamıştır. Tohumların ıslah edilmesi, kısırlaştırılması gibi bir durumdur bu. 'Türkiye’nin de-islamizasyonu' meselesi daha doğrusu ‘ehlileşmiş’, ‘ılımlı İslam’ projesi, sadece İsrail için değil Batı dünyası için de önemli bir projedir."
Sözün kısası, bizce AKP'nin iktidar olması, Erbakan'ın AB'ci olmasının bir sonucudur. Bu da "politikacı" olmanın özelliğidir. Siyaset "devlet idare etmek", politika ise "her ne yolla olursa olsun, iktidar olmak" demektir. Onun için politikacı daima "yanar-döner"dir. Nitekim Erdoğan da, "NATO'nun Libya'da ne işi var?" demesinin ertesi günü NATO saldırı güçlerine katılmış, Libya'ya gemi ve uçak göndermiş, müslüman bir ülkenin bombalanmasında rol üstlenmiştir.
Allah hepsini bildiği gibi yapsın!
http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata38.html
***