15 Şubat 2019 Cuma

28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 4

28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 4



TBMM Muhtıraları ve Darbeleri Araştırma 28 Şubat Alt Komisyonu sürecin yakın tanığı eski istihbaratçı Bülent Orakoğlu’nu dinledi. Dönemin Emniyet Genel müdürlüğü İstihbarat dairesi eski başkan vekili Bülent Orakoğlu, 28 Şubat’ın yaşanmasındaki en önemli siyasi sorumlunun Süleyman Demirel olduğunu söyledi.

28 Şubat darbe değildir, demenin mümkün olmadığını belirten Orakoğlu:

- "28 Şubat Türkiye’nin savunma refleksini kırmıştır. Türkiye kutuplaştırılmıştır, cunta devleti ele geçirmiştir. Türkiye’nin genleriyle oynanmıştır, tankların yerine medya kullanılmıştır. Batı Çalışma Grubu’nun darbenin alt yapısını hazırlayan fişleme çalışmasına ilişkin belgeyi önce Emniyet Genel Müdürü'ne verdik. Oradan da hiyerarşik sırayla İçişleri Bakanı'na, Tansu Çiller’e, Başbakan Erbakan’a, oradan da Cumhurbaşkanı Demirel’e gitti. Ancak Demirel’in gereğini yapmadı. Önce belgeyi Orgeneral Karadayı’ya verdi, oradan da Çevik Bir’e gitti. Demirel BÇG belgesinin araştırılmasını istemedi. Bu belge cuntacılara, darbecilere iade edilmiştir. Cumhurbaşkanı Demirel’in görevini yapmadığı, yargılanması gerektiği kanaatindeyim. Belgeyi eline aldığı andan itibaren bu süreci durdurabilirdi, yapmadı. TSK’nın bütün üyeleri çocukları birer fişleme aracı gibi çalıştılar. Batı Çalışma Grubu illegal bir cunta kuruluşudur, hiçbir hukuki alt yapısı yoktur, TSK’da da bir karşılığı yoktur."

- "O dönemde 11 milyon kişi fişlendi. O fişler şimdi MİT’de. Nesim Malki’nin parası Mossad’ındı. Görevde olduğum süre içinde Nesim Malki cinayeti ve Türkbank olayını araştırdık ve ciddi bulgular elde ettik. Bir ekip olayı araştırmak için Bursa’ya gitti. Mossad'la ilgili ciddi bulgulara rastladık."

- "28 Şubat sürecinde boşaltılan bankalar var. 300 milyarlık zarardan bahsediliyor. Darbenin iç ve dış ayakları vardır. Dış ayağı belli. Türkiye’deki İsrail ayaklarını tespit etmek amacıyla Malki cinayetini araştırdık. Ergenekon iddianamesinde de görüyoruz ki Perinçek’in evindeki aramada Nesim Malki’ye borcu olanların listesi çıkmıştır. Nesim Malki'ye olan borçlarından dolayı bazı bankaların içinin boşaltıldığı iddiası var. Aslında bu paraların MOSSAD’ın olduğu ve bankaların içinin boşaltılmasında Mossad’ın parmağının olduğu iddiaları var."

Bülent Orakoğlu, 28 Şubat’ta NATO subaylarının rolünün sorulması üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:

- "Bunun için Gladyo'ya girmemiz lâzım. Bütün NATO ülkelerinde Gladyo tipi yapılanmalar var. 16 NATO ülkesinde bu yapıya rastlanmış. Türkiye ile ilgili bilgi alınamamış, Bu da faal olduğunu gösteriyor. Gladyo tam olarak temizlenemedi. Türkiye’deki adı Gladyo, şimdi bağlantı olarak Ergenekon'dan bahsediliyor."

Bülent Orakoğlu, 28 Şubatçılar'ın MOSSAD, GLADYO ile bağlantılarından söz ediyor, ama bu ilişkiler içinde olanların Türk Silahlı Kuvvetleri içinde en üst rütbelere yükselmiş Yahudi Dönmesi (Sabetayist) olduğunu dile getirmiyor.

Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener şöyle diyor:

- "28 Şubat'ın 80 ve 60 ihtilâllerinden net bir farkı var. Sivil toplum, yargı, sermaye ve medyanın üzerinden, aydın diye tabir edilen kişiler üzerinden, sihirli demokrasi sözcüğü üzerinden yapılmış bir müdahaledir."

- "Refah Yol hükümetinin ekonomi yönünün başarılı olduğunu dün de söyledim, bugün de söylüyorum. Refah Yol'un ekonomik tedbirleri İstanbul sermayesinin ciddi mânâda işine gelmemişti. Refah Yol yıkıldıktan sonra birdenbire bankaların çöktüğünü görebeliriz. Birileri durumdan vazife çıkardı, birileri de milletin parasından hırsızlık çıkardı."

- "Refah Yol'un kurulmasını baştan istemeyen DYP'li milletvekilleri, il başkanları vardı. Ben kurulmasını savunanlardanım. Bu bir siyasi parti... Eşit rekabet şartları içinde seçime gitmişsiniz. Savunma nedenim de cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ihtilaf sahaları var. Millet-devlet kaynaşmasının sağlanmasında önemli bir adım olacağını düşünmüştüm. Hâlâ bu iddianın arkasındayım. Rahmetli Erbakan'a büyük haksızlık edildiğini düşünüyorum. Bütün her şey onun üzerine bırakıldı ama kimse düşünmüyor. Afganistan'da Kur'an-ı Kerim yaktılar, halk tepki gösteriyor, bir tane askerinizi çekmiyorsunuz. O dönemde Erbakan'ın partisinin tabanı Filistin'di, imam hatiplerdi. Halktan bir tazyik söz konusuydu. Rahmetli Erbakan yıllardır bir siyasi geleneğin temsilcisi olarak 'Biz bu iktidarı yönetebiliriz' deyip sistemin sahibi olduğunu iddia eden aktörlere (sözde Atatürkçülere) karşı bir tavrı vardı. Tabanının tazyikine rağmen onlarla uyuşmaya gayret ediyordu."

- "Refah Yol hükümeti 28 Şubat'taki o maddeleri imzalamayıp, meselâ erken seçim kararı alsaydı... Doğru olan buydu."

AKP'nin Meclis Başkanı, Bakanı, Hükûmet Sözcüsü, kısacası önde geleni, eski Refah partili Bülent Arınç şöyle diyor:

- "Tabii MGK'dan çıkan kararlar fevkâlâde üzücü kararlardı. Onların imzalanıp imzalanmayacağı söz konusu idi. SONRADAN İMZALANDI. Hükûmet'e sevkedildi, dediler. Bu şartların kabulü veya bu kararların kabulü noktasında değil; Hükûmet bunları öncelikle görüşür, anlamında... Bu kararları istedim. Veremeyiz, dediler. Kararların çok gizli bir kararname haline geldiğini veya MGK'dan almamız gerektiğini söylediler."

28 Şubat darbesi sorumlularının yargılanmaya başladığı günlerde Gazeteci Oktay Ekşi uyanıp KULLANILDIK! dedi... Gerçekten de medyadaki dönmeler bilerek, sahiden irtica geliyor zehabına kapılan kendini Atatürkçü sayanlar da bilmeden kullanılmışlardı. Bu "kullanılma" sona erdi, geçmişte kaldı sanılmasın!.. 1980 öncesinin bunalımla ve kanlı günlerinde feryat eden, 12 Eylül'ü alkışlayarak karşılayan gazeteciler, bugün geçmişte söylediklerini, yazdıklarını unutmuş olarak 12 Eylül'ü bahane edip askerler aleyhine konuşabilmekte, ve orduyu küçük düşüren davranışlar içinde yer almaktadırlar.

28 Şubat sonrasında bir gazeteci kıyımı meydana geldi. Uzanlar Star'ın kadrosunu daraltma kararı aldı. Star gazetesinin kadrosunda yüzde 40'lık bir azaltma yapıldı. Hürriyet gazetesi yazarlarından Oya Berberoğlu istifa etti. Enis Berberoğlu'nun istifası kabul edilmedi. Zeynep Atikkan, Kurthan Fişek ve Pınar Türenç'in de yazılarına son verildi. Gözcü gazetesinin yayınına son verileceği de gelen haberler arasında idi. Gruba bağlı gazeteler ilavelerini kapatırken yüzde 20 küçülme kararı aldı. Medyadaki kriz Sabah gazetesi ile başlamıştı. Önce Sabah grubuna bağlı Yeni Binyıl gazetesi kapatılmış, orada çalışan gazetecilerin işine son verilmişti. Sabah'ın daha sonra başlattığı el değiştirme ve küçülme operasyonlarında da yaklaşık 1200 gazeteci işsiz kalmıştı. Aynı şekilde İhlas Grubu'ndan da 400 gazeteci işten ayrılmak zorunda kalmıştı.

Türkiye'nin sosyal ve ekonomik olarak geri kalmasına bize göre en büyük sebep kendi çıkarlarını herşeyin üzerinde tutan medya patronlarıdır. Ancak kader öyle bir oyun oynadı ki hesap yapanların da haricinde bir hesap yapanın varlığı ortaya çıktı. Gerçek, bu insanların bacaklarına dolanarak yüz üstü kapaklanmalarına sebep oldu. Önce kendi silüetleri kaybolmaya başladı, ardından ise 10 binlerce dolar maaş verdikleri köşe başındaki adamlarına yol gözüktü. Ancak bu arada yükünü tutanlar tutmuş, basın emekçileri 'altta kalanın canı çıksın' mantığıyla defterden silinmişti. Ancak işin tek açıklaması ekonomik kriz miydi? Peki neydi gerçek? Tekel olması muhtemel Aydın Doğan'ın rakibi konumuna gelen Karamehmet bütün dengeleri alt üst etmişti. İnsanın aklına gelmeden etmiyor; acaba 28 Şubat öncesi plaza yönetim kurullarına giden yazar kıyımı listeleri bir kredi karşılığı şimdi yeniden gündeme getirilmiş olmasın... Çünkü böyle bir yazar kıyımının başka türlü bir açıklaması yok.

Dinç Bilgin'in önce Yeni Yüzyıl, o kapandıktan bir müddet sonra Yeni Binyıl adıyla çıkardığı (en azından seviye bakımından) iddialı gazete fazla dayanamadı. Belki de o seviyesizlik içinde Yeni Binyıl gibi seviyeli gazete fazla geliyordu. Kapandı ve arkasında yüzlerce işsiz bıraktı. Sabah gazetesinin Etibank'ı soymasının ardından gazeteciler mağdur vatandaş konumuna düştüler. 28 Şubat'ın oluşmasında rol oynamış dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz, TİSK Başkanı Refik Baydur, DİSK Başkanı Rıdvan Budak, TESK Başkanı Derviş Günday, TOBB Başkanı Fuat Miras, Türk-İş Başkanı Bayram Meral gibi...

28 Şubat süreciyle birlikte DYP'den ayrılan milletvekilleri, DTP'yi kurdular. DTP, yaptığı transferlerle grup kurmayı başarırken, transferlerde milyarların döndüğü söylentisi Meclis'in üzerine kara bir leke olarak kaldı. DTP, Türkiye'nin, seçime girmeden yaptığı transferlerle hükümet ortağı olan ilk partisi olmayı başardı. 1995'de 134 milletvekili ile Meclis'e gelen DYP, 91'e kadar düştü. Refah Partisi'nin kapatılmasıyla Bağımsızlar'ın sayısı 163'e kadar çıktı. Seçimde 12 milletvekilliği kazanmış olan ANAP transferlerle saydalye sayısını 138'e çıkardı. CHP de milletvekili sayısını 49'dan 55'e yükseltti.

28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 1 - vidyo

28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 2 - vidyo



EMASYA yapılanması 28 Şubat'ta oluşturulmuştu. ÖHD'nin (Seferberlik Tetkik Kurulu) hazırladığı eylem planında "Toplumda infial uyandıracak olayların planlanması ve gerçekleşmesi neticesinde sokaklara dökülecek kalabalığa EMASYA birliklerinin kullanılması ve mevcut durum bahane edilerek hükümetin görevine son verilmesi" isteniyordu.

Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu'nda, "28 Şubat sürecinin ülke ekonomisine maliyeti" çıkarıldı.

Raporda, 28 Şubat darbesinin Türkiye üzerinde yapmış olduğu etkinin ekonomik boyutunun ele alındığı belirtilerek şöyle denildi:

- "2001 krizi sonrasında finansal sistemin güçlendirilmesi sürecinde kamu bankalarının görev zararlarının ülkeye maliyeti 21,9 milyar dolar seviyesindedir."

- "Nihayetinde bankacılık görevini yerine getiremeyecek hale gelen şirketlerin 28 Şubat süreci sonrasında şoklara karşı kırılganlıkların daha da yükselmesiyle 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik küçülmelerin yatırımlara olumsuz yansımaları 47 milyar ABD doları civarındadır."

- "Kamu kesiminin faiz harcamalarının gayri safi millî hasılaya oranının değişmediğini kabul ettiğimizde 1997-2007 periyodunda yaklaşık 119 milyar ABD doları fazladan faiz giderlerine harcama yapıldığı görülmektedir."

- "Bu bağlamda 1999 yılında meydana gelen ânî sermaye çıkışlarının ardından ekonomide yüzde 6,1 oranında, 2001 yılındaki sermaye çıkışları sonrasında ise gelir seviyesinde yüzde 9,5 oranında daralma söz konusu olmuştur. İki dönemdeki sermaye çıkışları sonrasında gayri safi millî hasıla düzeyinde toplamda 75 milyar ABD Doları azalış meydana gelmiştir."

Türkiye'de 2001 yılında meydana gelen devalüasyon sonrasında ihracat, ithalat ve dış borçlar bağlamında aynı miktarda yabancı para karşılığının daha fazla mal ve hizmet satışı ile gerçekleşmesi nedeniyle kazançtan ziyade maliyet unsuru olduğu kaydedilen raporda,

- "Ulusal paradaki değer kaybının öncesi ve sonrası kıyaslandığında ihracat, ithalat ve dış borç servisi bağlamında kriz yaklaşık 13,8 milyar dolarlık ek maliyet getirmiştir."

denilmektedir. 2000-2008 yılları aralığında IMF'den yaklaşık 48,7 milyar dolar destek kredisi alındığı belirtilen raporda,

- "Alınan bu kredinin maliyeti 6 milyar $ seviyesinde gerçekleşmiş ve ABD doları bazında yüzde 12,3 gibi oldukça yüksek faiz oranından borç alınmıştır"

ifadeleri yer aldı.

27 Mayıs 1960 Askerî darbesi sonrasında kurulan OYAK'ın 28 Şubat sonrasında siyasî etkinliğini kullanarak finans sektöründe, özellikle de bankacılık alanında önemli gelişmeler kaydettiğine işaret edilen raporda,

- "Aynı zamanda OYAK bu etkin gücü sayesinde Sümerbank'ı TMSF'den çok uygun bedel karşılığında satın almış ve bu dönemde karlılığını önemli düzeyde artıran nâdir kuruluşlardan birisi olmuştur. 28 Şubat öncesinde sıralamaya giremeyen OYAK 2000 yılında 4,9 milyar dolarlık ciroyla Koç ve Sabancı Holding'den sonra üçüncü sıraya yerleşmiştir"

denilmektedir... Askerlerin, daha doğrusu subayların ticaretle, bankacılıkla elbette ki işi yoktur. Üstelik OYAK, emekli general ve albaylara yüksek emekli ikramiyeleri verdiği gibi, karılarına, kızlarına iş sahası olmakta, biriken paralar çarçur edilmektedir. Böyle bir kuruluş TSK bünyesi içinde yer almalı, ticaret ve bankacılık yerine biriken paralar ordunun ihtiyacını karşılayacak tesisler kurulmasına harcanmalıdır. Askerî vakıflar da aynı şekilde TSK bünyesi içinde birer kuruluş haline getirilmelidir.

Halbuki yıllardır bunun tersi yapılıyor!.. Üst rütbeli subaylar OYAK'tan kıyak emeklilik ikramiyeleri aldıktan sonra (2010 yılında bir emekli başçavuş 198.000 TL , bir general ise 960.000 TL. alıyordu. 1. dereceden emekli bir üst düzey memur ise ancak 60-80.000 TL emekli ikramiyesi alabilmekteydi!) , bu da yetmezmiş gibi OYAK koltuklarına yerleşiyor, oğlunu kızını da OYAK'ta işe sokuyor du!.. . Yine yetmedi!.. Bu üst rütbeli emekli subaylar, işadamlarının ordu ile ile ilişkilerini iyi yürütmesi, ordunun sömürülmesi için özel sektörde, sanki işten anlarlarmış gibi, çeşitli holdinglerin yönetim kurullarında "görev" üstleniyorlardı!..


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder