SEZGİN TANRIKULU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEZGİN TANRIKULU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ekim 2016 Perşembe

Y-CHP’den PKK’ya bir “Kredi” daha!..



Y-CHP’den PKK’ya bir “Kredi” daha!..



hacli_icin_gorev_basindalar_tayyip_bahceli_kilicdaroglu225

Y-CHP’den PKK’ya bir “Kredi” daha!..

Y-CHP‘nin PKK’ya tanıdığı ilk resmi kredi; “ana dilde eğitimin” en ateşli savunucularından,
“Habur Açılımı”nda PKK’lı militanları savunan, eski Diyarbakır Barosu Başkanı, CIA’nın yan kuruluşu Stratford‘un 705 numaralı bilgi kaynağı Sezgin Tanrıkulu‘nu, Atatürk’ün partisi CHP’nin, Kurultay’dan sonraki en yetkili organı olan, 80 kişilik Parti Meclisi’ne seçmekle açılmıştı!.. (1)
İkinci kredi; CHP’nin “Kürt Sorunu”nun çözümüne ilişkin önerilerinin odak noktasına, Apo’nun “ Yol Haritasını ” (2) oturtmakla açılmıştır. Anımsayınız o tarihlerde Kılıçdaroğlu, bu yolda “Siyasi hayatımı feda etmeye hazırım” demişti… (3)  Şimdi anlaşılıyor ki, bir kaset operasyonu sonunda CHP’nin başına getirilen SOROS‘un bu has adamından, nihai olarak beklenen görev; bugünlerde yaptığı açıklamalardır!.. Görevini gereği gibi yerine getiremezse, siyasi hayatının sonlanacağını zaten göze almıştır, gerisi şansına kalmış!..

PKK’ya üçüncü kredi; biricik avukatları Sezgin Tanrıkulu’nun, Y-CHP’nin İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı ile TBMM’nde kurulmuş olan İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanvekilliği  görevlerine, CHP kontenjanından atanmakla açılmıştı… CHP’de bu görevleri yapabilecek olan  daha yetkin kaç tane milletvekilleri vardır, bunu da siz hesaplayın.  Belli ki Kılıçdaroğlu,  bugünleri düşünerek bu seçimini yapmıştır… Nitekim,  ülkeyi kurtaran ve Cumhuriyeti kuran bir parti olan CHP, şimdi ülkenin parçalanmasında ve Cumhuriyetin yıkılmasında  görev almıştır. Bu görev süresince de CHP’nin “tek ağızdan” konuşmasını (4) sağlayacak  kişi olarak, görev ve yetki Sezgin Tanrıkulu’na verilmiştir!..

Kılıçdaroğlu, Hükümet’e kredi veredursun, Erdoğan onu ciddiye bile aldığı yok!.. Büyük olasılıkla  hükümetin bu yeni açılımı,  yaklaşan seçimlerde oy potansiyelini artırmak içindir. Eskiden olduğu gibi yine PKK ile anlaşmaya varılmıştır. Süreci bu şekilde yöneten Erdoğan’ın kurduğu tuzağa Kılıçdaroğlu balıklama atlamıştır. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun siyasi “vizyonu” yok, CHP’ye yakışan bir genel başkan değildir!.. Bu olasılık doğru çıkarsa, siyasi rakibinin başarılı olması için üstünü başını parçalayan bir siyaset adamını dünya siyaset tarihi ilk defa yazacaktır!.. Akıllarınca hep beraber kazanacaklar. Peki, o zaman kim kaybedecektir?..

“Tek ağızdan” konuşma kararı, aslında milletvekillerine ve partililere  getirilen konuşma yasağıdır ki,  Parti Meclisi’nde değil, gizli odalarda alındığı bellidir. Kılıçdaroğlu,  Parti Meclisini toplamadan önce,  AKP-PKK ortaklığına desteğini ve içerikten yoksun dört koşulunu (5) peşinen açıklamıştır… Parti Meclisi toplaması, tamamen bir formaliteden ibarettir. Parti Meclisi üyesi Ercan Karakaş’ın, 1989 tarihli ve Parti Programı’nda da belirtildiği gibi “terörle mücadeleyi” esas alan “Kürt Raporu”nun  yenilenmesi isteği hiç dinlenmedi bile… Başka bir ifade ile CHP’nin Kurultay’dan sonraki en yetkili organı olan Parti Meclisi, bizzat Kılıçdaroğlu tarafından “bypass” edilmiştir!.. Görüldüğü gibi, en yetkili organın (Kurultay) kararı alınmadan, bir emrivaki ile  “terörle mücadele” yerine “terörle müzakere” esası dayatılmıştır. Bu noktadan itibaren CHP’nin PKK’ya teslim edildiğini söylemekte de bir yanlışlık olmasa gerek!..

Y-CHP’nin SOROS‘cu yönetimi, “görev” söz konusu olunca, ne hukuk tanıyor ne de CHP’lilerin iradesini takıyor!..
“Korku imparatorluğunu yıkmak” ve “Parti içi demokrasiyi işletme” sözlerini vererek, CHP’lilerin desteğini alan Bay Kemal,  yerini sağlamlaştırdıktan sonra “karşı tarafın” politikalarını hayata geçirmek için kollarını sıvamıştır… Bu görevini yerine getirmek için uygun bir ekip kurmuş ve her türlü eleştiriye kulaklarını tıkayıp, yoluna devam etmektedir. Başka bir anlatımla, Kemal Kılıçdaroğlu,  CHP’yi ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulayıcı bir birimi haline getirmiştir!..

Bu iddialı sözlerimin arkasını dolduramazsam eğer müfteri ilan edileceğimi biliyorum. Bunun için bu yazımın ekinde iki belge sunuyorum. Ayrıca dipnotlar arasına bağlantılarını koydum. Bunlardan biri CHP’nin Parti Programı, (6) diğeri  Apo’nun “Yol Haritası”dır…(2) Okuyucuya kolaylık olması bakımından, CHP Parti Programı’nın konu ile ilgili sayfalarını da dipnotların altına ekledim. Böylece “Kürt Sorunu” ve “Terör” konusunda,  CHP’nin en yetkili organı olan Kurultay’da kabul edilen fakat Y-CHP yönetiminin unutturmaya çalıştığı politikaları, son defa hatırlatmak istiyorum.  Zira bundan sonra CHP içerisinde yapılabilecek pek bir şey kalmayacaktır. Atı alan Kemal ile TESEV‘ci arkadaşları Üsküdar’ı geçmiş olacaklar ve kendilerine muhalif olanları birer birer tasfiye etmeye başlayacaklardır!..

Şimdi aşağıdaki bağlantıyı açıp, Apo’nun Yol Haritası’nı da bir zahmet okuyun. Söyler misiniz, Y-CHP yönetiminin, “İkinci Kürt Açılımı” konusunda izlediği politika, değiştirilmediği için halen yürürlükte bulunan Parti Programı’na uygun mudur?.. Bilindiği gibi Parti Programı, partinin en yetkili organı olan Kurultay’da görüşülüp onaylanır ve genel başkan dahil bütün parti yöneticilerini bağlar. Partililerin bu programa aykırı düşen davranışları, Parti Tüzüğü’nün 70. maddesine göre, (7) -partiden ihracı gerektiren- ağır “Parti Suçu” sayılmıştır!.. Partinin anayasası  sayılan Parti Programı’nı çiğneyen ve “Parti Suçu” işlemekte ısrar eden bir Genel Başkan’ın, hiç vakit geçirilmeden olağanüstü Kurultay’ı toplayarak görevine son verilmesi yurtseverliğin gereğidir!.. Bu kadarla da kalmayıp, Tüzüğün 70. maddesini açıkça ve bilerek çiğnediği için ihraç edilmesi de gerekir!.. Bu görev; Bay Kemal’in ifadesi ile “Brutus” dediği kurultay delegelerine düşmektedir. Aksi halde kurultay delegeleri de işlenmiş olan bu ağır parti suçuna iştirak etmiş olacaklardır!..

“Analar ağlamasın” etkili sloganı ile  başlatılan görüşmelerde; Y-CHP’ye verilen görevin, MHP ile birlikte, Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında oturarak, süreci meşrulaştırmak olduğu bellidir!.. Kılıçdaroğlu’nun hükümetin Öcalan’la görüşmesine önyargılı bakmadığını ve “koşulsuz silah bıraktırma ile sonuçlanacak, halk doğru bilgilendirilecekse görüşme yöntemine bir itirazları olmayacağını” söylemesi, tamamen bir aldatmacadan ibarettir. Zira Kandil, silah bırakmaya niyetli olmadığını ve kendilerinden böyle bir talebin gelmediğini açıklamıştır. Kılıçdaroğlu “Biz de terör örgütü silah bıraksın, analar ağlamasın istiyoruz” (8) sözleri ile kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışmaktadır…

PKK’nın fiili lideri Karayılan, anayasa tartışmalarına ve sürece ilişkin olarak örgüte yakın olan Fırat Haber Ajansı’na şu açıklamalarda bulunmuştur: “ Türk tarafının bizden istediği şey silah bırakmak değildir. Altını çizerek belirtiyorum; hem Oslo-İmralı sürecinde hem de şimdi bizden istenen şey silah bırakmak değil, silahlı güçlerimizin Türkiye sınırları dışına (Kuzey Irak’a) çıkartılmasıdır. Devletin bizden istediği budur. Açıktır ki, Kürt sorunu, anayasal bir sorundur. Madem anayasanın da yeniden yapılması gündemdedir. O zaman çözüm prespektifini anayasaya da yansıtmak lazım ve bu biçimde kalıcı-köklü çözüm temelinde toplumsal uzlaşmanın temelini yeniden atmak gerekiyor”…(9) Karayılan benzer bir açıklamayı 28 Kasım‘da da yapmıştı!.. (10)

Bu açıklamalar karşısında Kılıçdaroğlu’nun sözleri ne anlama gelmektedir? Bay Kemal görülmektedir ki, bu süreçte kraldan fazla kralcıdır!..

PKK ile Oslo’da yapılan görüşmelerde, PKK’ya verilen sözlerden biri “Eyalet Yasası” olarak bilinen “Bütünşehir Yasası” idi ve bu yasanın dayanağı  AB’nin dayattığı “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” gösteriliyordu. Bilindiği gibi bu sözleşmenin çekince konulmuş bulunan bütün maddelerini imzalama sözünü veren de Kılıçdaroğlu’dur. AKP’nin kamuoyu önüne getirmeye çekindiği bu konu, Y-CHP tarafından gündeme taşınarak, Apo’nun yol haritası önündeki  önemli taşlardan biri daha kaldırılmıştır. “Akil Adamlar Projesi”,  “Hakikatleri Araştırma Komisyonu”, “Ana Dilde Savunma” ve “Ana Dilde Eğitim” gibi ülkenin parçalanmasına neden olacak, Yol Haritası’nın kilometre taşları da ne yazık ki, Y-CHP tarafından döşenmiştir!.. Örneğin; ülkenin bölünmesinin son adımı sayılan “Ana Dilde Eğitim” konusunda  görüşü sorulan Kılıçdaroğlu, “Türkiye’nin anadilde eğitim konusunda hazır olmadığı kanısındayız” (11) şeklinde verdiği cevap ile asli görevinin bu kötü sona “halkı hazırlamak” olduğu, bir kez daha ortaya çıkmıştır!..

Herkesin bildiği gibi AKP, ABD ve AB tarafından iktidara getirilmeden önce, PKK ağır yenilgiye uğratılmış ve  terör bitirilmişti! AKP iktidarı ile birlikte, terör  örgütü yeniden canlandırılmış ve bu defa terörle mücadele eden kahramanlar hapse tıkılmıştır! Teröristlerin elinde, ABD yapımı modern silahların bulunduğunu hiç bir zaman gözden ırak tutmamamız gerekir. Daha geçenlerde yakalanan bir silahla ilgili ABD’li askerlerin, bizimkileri sorgulaması, Irak’ta yaşanan “Çuval Rezaleti”nden çok daha beterdir. İşbirlikçi ve yandaş medya,  Apo’yu parlatarak,  “Kürtlerin ‘kült’  lideri” ve “kahramanı” haline getirmek için ne lazımsa yapmıştır. Bu sürece AKP yöneticileri de dahil olmuştur. TSK’ya yapılan o kalleş operasyondan sonra, sanki terör karşısında TSK yenilmiş gibi,  bitmiş olan terör için “Görüyorsunuz 30 yıldır terörü bitiremedik, silahla bu iş olmuyor, müzakere etmek lazım, Kürtlerin isteklerinin bir kısmını vermek lazım” temelinde, korkunç bir bilgi kirliliği yaratılıp, işler bu noktaya kadar getirilmiştir!.. Bu sürecin birinci derecedeki sorumlusu AKP ise, ikinci derecedeki sorumluları hiç kuşku yok ki, Y-CHP ile MHP’dir… Bu nedenle onlarla birlikte Türk halkının arayacağı bir çözüm kalmamıştır!..

Bugün PKK’nın Suriye Kanadı PYD, “Özgür Suriye Ordusu”na katılmış ve  ABD-AKP ittifakı içerisinde Esat’ı devirmek için Suriye halkına saldırmaktadır. Garip ama gerçektir, AKP ile PYD Suriye’de aynı safta bulunmaktadır!.. AKP ve PKK’nın ABD’nin Ortadoğu’daki piyonları olduğunun bundan daha açık kanıtı olabilir mi?.. Y-CHP ile MHP bu ittifaka açıktan katılamıyorlar elbette. Onların görevi ülkede yükselen muhalefeti kontrol etmek ve yanlış yöne sevk etmektir!..

Sonuç olarak; koşullar 1919 öncesinden çok daha kötüdür. İktidar, İstanbul Hükümeti gibi düşmanların baskı ve tehdidi altında acz içerisindedir. Başbakan’ın ofisi bile dinlenme aletleri ile abluka altına alınmıştır. Basın “Mütareke Basını”ndan çok daha seviyesiz yayınlar yapmaktadır. Onursuz Ali Kemal’ler yine yazı makinelarının başındadır. Muhalefet “dizayn” edilmiş, düşmanın istediği gibi “tek ağızdan” konuşma kararı almıştır; savaşın sonunda kime “yurttaş” olacaklarının hesabını yapmaktadırlar!..

Ne var ki, bu tablo asla “umutsuzluğun resmi” olarak anlaşılmamalıdır. Türk halkı, tarihte olduğu gibi yine doğru önderliği bulacak ve  bu felakati de atlatıp, kurulacak yeni dünyada onurlu yerini alacaktır!..

Cemil CAN - 07 Ocak 2013 - Ulusal Bakış

http://www.ulusalbakis.com/

Dipnot : (1) Sezgin Tanrıkulu’nun : http://www.mirhaber.com/haber.php?haber_id=36553
https://twitter.com/brhnhak26can  (   09 Oca 2013
BURHAN İŞCAN-(araştırmacı) -SİSTEM MAĞDURLARI BLOG. SPOT. COM.: Y-CHP'DEN PKK YA YENİ BİR KREDİ DAHA   )


**


29 Aralık 2015 Salı

CHP'de Kürtçü Darbe Tezgahı, Konusunda CHP'yi bir yıl önce Uyarmıştık





Kılıçdaroğlu ve Kürtçü darbe konusunda 
CHP'yi bir yıl önce Uyarmıştık



CHP'de Kürtçü Darbe Hazırlığı



















Gökçe Fırat
CHP'de Kürtçü Darbe Tezgahı

Tam da o dönemde CHP içinde önemli bazı örgütsel değişiklikler oldu. CHP İstanbul örgütü tümüyle feshedildi, örgüt tepeden tırnağa değiştirildi. CHP vitrinine ise Önder Sav’ın yerine Kılıçdaroğlu çıkarıldı.

Bu ikilinin oralara özellikle getirildiği ise ancak şimdi anlaşılıyor. Büyük medya önce Kılıçdaroğlu’ndan bir kahraman yaratmaya girişti daha sonra da onu CHP’nin İstanbul adayı yaptı.

Tüm bu süreç içinde Deniz Baykal büyük medyanın CHP’ye olan büyük desteğini sevinerek karşıladı. Türkiye’de hiçbir seçimde görülmeyen bir destek Kılıçdaroğlu ’na verildi. O kadar ki neredeyse tüm gazete ve televizyonlar açıkça halka Kılıçdaroğlu’na oy verme çağrısı yaptılar.

Ancak seçimin hemen ertesinde bu desteğin amacı daha net ortaya çıkmaya başladı. CHP’ye destek veren medya bu defa Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun geçmesi için kampanya başlattı.

Seçimlerde CHP’nin büyük başarı kazandığı propagandasına dayanan bu kampanya kısa vadede Baykal’ın koltuğunu sarsmayabilir. Ama artık Baykal’a karşı yeni bir darbe tezgahlandığı ortadadır.

Deniz Baykal hatırlarsa İnönü’ye karşı Ecevit de aynı şekilde öne sürülmüş ve İnönü hiç beklemediği bir kurultay yenilgisi almıştı. Baykal o dönemde Ecevit ekibinde olduğu için o darbeyi gayet iyi hatırlayacaktır.

Şimdi aynı tezgah işlemektedir. Ecevit’in nasıl da gizli bir Fethullahçı olduğu, halkçı denilen liderin nasıl da özelleştirmeci olduğu, hele hele Clinton’un karşısında nasıl iki büklüm olduğu, Amerikanın kucağına nasıl oturduğu çok çok sonra çıkacaktı ortaya, ama o dönemlerde Türkiye dağa taşa Karaoğlan yazıyordu.

Baykal’a değil Atatürkçü tabana darbe

Bu defa estirilen Kılıçdaroğlu fırtınası da benzer bir dinamik izliyor. Ama bu defa hiçbir şey gizli değil. Kılıçdaroğlu ve ekibi açıkça dincilerle kol kola, açıkça laikliğe karşı, açıkça Kürtçü.

Bir yanda İstanbul’da CHP’yi bir Kürtçü aşiret yapısına dönüştüren Gürsel Tekin, diğer tarafta PKK ile açıkça işbirliği yapan bir Murat Karayalçın.

Ama bu darbe Baykal’a yapılıyor sanmayın. Asıl darbe CHP tabanına yapılıyor. Bugüne kadar laiklikten taviz vermeyen, Atatürk milliyetçiliğine bağlı CHP’li yığınlar bu şekilde Kürtçülüğe ve dinciliğe alıştırılıyor. Bu süreç üç beş yıl sonra artık CHP tabanının da Kürtçü ve İslamcı olmasıyla sonuçlanacaktır.

CHP tabanına virüs verilmiştir. Bu virüs hızlı ilerlemez ama yavaş yavaş tüm tabana yayılacaktır. Bir süre sonra Amerika’nın ve büyük medyanın ve elbette Fethullahçıların istediği CHP ortaya çıkacaktır.

Bu, Amerika’nın Kuvayı Milliye’yi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini, Kurtuluş Savaşı ordusunu, Büyük Millet Meclisi’ni yok etme yolundaki son adımıdır.
Bugüne kadar tüm sağı teslim alan, Kürtçüleri avucunda tutan Amerika artık CHP’de de tüm dizginleri ele alacaktır.

Sevr haritasına karşı çıkmayacak, Sevr’de Kürdistan olarak gösterilen Güneydoğu’ya “bölge” diyecek, oraya özerklik isteyecek, hatta kendi kaderini tayin hakkına saygı duyacak, azınlıkların dinsel haklarını teslim edecek ama aynı zamanda tüm cemaat ve tarikatlara da aynı serbestiyi tanıyacak, ülkeyi Anzavurların avcuna bırakacak bir CHP yönetimi yoldadır ve CHP tabanı da bu duruma razı olacaktır.

Kısacası Türkiye’nin Atatürkçü damarı kesilmektedir ve CHP’nin artık bunu hissedecek bir durumu da yoktur.

(TÜRKSOLU, sayı 232, 13/04/2009)


Serap Yeşiltuna

CHP'de Kürtçü darbe hazırlığı

Doğan grubunun desteğiyle CHP içinde yeni bir darbe tezgahlanıyor: Kürt Darbesi.
Bu öyle bir darbe ki, sadece Kılıçdaroğlu’nun seçimlerde yakaladığı ivmeyle açıklanacak ve ona bağlanacak türden değil.
Daha seçimlerden çok önce başladı CHP’yi de bu Kürtçülük rüzgarına kaptırma sevdası.
Baykal, Tayyip’in Güneydoğu çıkarmasının hemen ardından, boynunda puşisiyle “etnik kimlik şerefimizdir” siyasetine başlamıştı ve bugün “Kürt sorunu” merkezine çekilmiş durumda.

İstanbul İl Başkanlığı merkezinde başlayan Kürtçülük

Kimler eliyle yapılıyor peki bu diye soracak olursak galiba burada bu kez Baykal mağdur. Ya da kendi kazdığı kuyuya kendi düşüyor diyebiliriz. Çünkü Kürtçülük açılımının mimarı Baykal’ın bizzat kendisi tarafından parlatılan isimlerden biri olan İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin.
Çarşaf açılımının da mimarı olan Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt ve Kürtçülüğüyle “solculuğu” iç içe geçmiş isimlerden.
Seçim döneminde de Kılıçdaroğlu’nun yanında en çok sivrilen kişi. Aslında Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki gizli el de denebilir. Ve en çok görünen, en çok konuşan isim. Hatta seçim gecesi Baykal evinde oturmuş TV’den seçim sonuçlarını izliyorken, basına açıklamalarını yapan isim. Yani bu seçimleri konuşurken CHP’yi değil de, CHP İstanbul İl Örgütü’nü ve Gürsel Tekin’i konuşmak gerekiyor.
Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu’nu överek Baykal’ı indirme propagandası iki koldan yürütülüyor. Bir yanda Doğan Medya, diğer yanda da Zaman gazetesi aracılığı ile Fethullahçılar tarafından.
“Baykal gitsin ve Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin gelsin. Bakın o zaman CHP oylarını nasıl artıracak.”
“İyi de bundan size ne” demek geliyor insanın içinden çünkü “ne Atatürkçüsünüz ne de CHP’li.”
Ancak ABD bir kez düğmeye bastı ve tüm piyonlarına farklı koldan aynı propagandayı yaptırıyor.

Varoşlardan yükselen etnikçilik

Kurdukları denklem basittir: CHP kötü, Kılıçdaroğlu ve Tekin iyi. Ancak bu kötülüğün ve iyiliğin kıstasları hiç de bizim tartıştığımız eksende yürümüyor.
Yıllardır Atatürkçüler olarak CHP’yi eleştiriyoruz. Ama sadece iktidar olamadığı için değil, Altı Ok’u reddettiği ve ideolojik olarak oradan oraya yalpaladığı, kimliksiz, duruşsuz bir parti olduğu için.
Türkiye’nin sahil şeridine kilitlendiği, kırsaldan, varoştan halktan tamamen koptuğu için eleştiriyoruz.
Milliyetçiliği bıraktığı, devletçiliği, halkçılığı elinin tersiyle reddedip liberal bir parti olduğu, özelleştirmelere, IMF’ye karşı koyamadığı için eleştiriyoruz. Elbette Baykal’ı da bunun için eleştiriyoruz.
Ancak şimdi Baykal gitsin, Kılıçdaroğlu ve Tekin gelsin diyenlerin derdi bu değil. Tam tersine artık daha da batağa çekilmiş bir CHP yaratmaya çalışıyorlar.
Bunu yaparken de CHP’nin çevre ve varoşlardan oy aldığını artık halka yöneldiğini bunun da birebir Gürsel Tekin’in başarısı olduğunu yutturmaya çalışıyorlar.
Taraf’tan Rasim Ozan Kütahyalı: “Yurttaşla birebir temas halinde, ilçe ilçe kasaba kasaba kasaba, mahalle mahalle gezerek emekten ve yoksuldan yana bir siyaset”ten bahsediyor.
Gürsel Tekin’in “ağır abi” tavırlarıyla, halkın içindenmiş görüntüsü yaratmaya çalışması, bürokrat tipli siyasetçi anlayışının dışında “tüccar” tavrı birilerine hoş görünüyor olabilir ancak bu halkla temasın değil halk dalkavukluğunun yeni bir biçimi. AKP o zaman en halkçı parti! Öyle ya AKP’li vekiller çok daha halktan görünüyor. Tayyip değil mi vatandaşın sofrasına oturup zaman zaman onun ekmeğini bölüşen.
Hatta bu ikilinin çok daha “sol” bir görüntü çizdiği iddiaları da Doğan’ın solcu gazetesi Radikal’den geliyor. Müthiş ikili, hem halkçı, hem de solcu.
Basının dediğine göre CHP ile halk arasında, varoşlar arasında bir köprü kurulmuş da bizim haberimiz yok!

Tekin ve Kılıçdaroğlu’nu kahraman yapan etnik kökenleri

Gürsel Tekin’i CHP’nin Tayyip Erdoğan’ı yapanlar, Kılıçdaroğlu için Türkiye’nin Karaoğlan’ı diyenler CHP dışından CHP içine doğru coşkulu bir “dönüşüm” havası başlattılar.
Bu öyle bir dönüşüm ki belki CHP’yi iktidara taşıyacak, CHP’den yeni bir AKP yaratabilecek bir dönüşüm. Biz bunu destekleyemiyoruz çünkü bu bizim anladığımız anlamda bir dönüşüm değil.
Yeni ekip CHP’yi Altı Oktan daha da uzaklaştıracak, onu daha da liberalleştirip Kürtçüleştirecek bir dönüşüme sokuyor.

Parlayan isimler:

Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt.
Kemal Kılıçdaroğlu, Tuncelili bir Kürt.
Murat Karayalçın, Kürtçülüğün bayraktarı!

Etnik kökenleri bizi hiç de ilgilendirmiyor ancak bu isimlerin parlama nedeni maalesef etnik kökenleri ve Kürtçülüğe yaktıkları yeşil ışık.

TV ekranlarından konuşan Kılıçdaroğlu “Kürt açılımı yapacak mısınız?” sorusuna “Kürtler konuşsunlar ne açılım istiyorlarsa söylesinler yapalım” diye cevap veriyor. Diyarbakır’a gidip açılım yapmaktan bile bahsediyor.

Obama’nın gelişinin ardından da hemen Baykal’la görüşerek Kurultay talebinde bulunarak “liderlik talebim yok, arkanızdayım ama yeni yönetim kurulsun” diyor.
Ve CHP, 11 Nisan’da parti meclisi toplantısında Kurultay’a gitme kararı alıyor.
Yeni yönetim kurulacak. Konuşulan Kılıçdaroğlu’nun MYK’ya alınması, Karayalçın’ın CHP içinde aktif göreve getirilmesi hatta başdanışman olması.
Ancak Doğan Medya’nın da Fethullahçıların da hedefi çok daha büyük.
Reha Muhtar “Tayyip Bey yanlısı yandaş basın bile Kılıçdaroğlu gelsin, ortalık renklensin diye davul çalıyor, CHP’den hala ses seda yok. CHP bu seçimde kaybetti ama Kılıçdaroğlu gelirse iş değişir.” diyerek süreci hızlandırmaya çalışıyor.

İlk Kurultay için hedeflenen Baykal’ın düşürülüp, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa, Gürsel Tekin’in de yardımcılığa getirilip, Karayalçın’ın başdanışman yapılması ve parti içinde yeni bir ayıklamayla Kürtlerin aktif hale getirilmesidir.
Bu seçimlerde bazı yerlerde PKK’ya yakın isimlerin CHP’den aday yapıldığı düşünülürse değişim çok yakında ve bunun adı tam bir Kürt darbesi.
Öyle ki özellikle Taraf gazetesi başta olmak üzere yeni ikiliyi tutanların en önemli tezi de bunların Baykal gibi Ergenekon’un avukatlığını yapmıyor oluşu. “Gürsel Tekin, Kürttür ve Kürt meselesine de duyarlıdır” diyen Sabah yazarı Mahmut Övür, Taraf’a verdiği röportajda “Şimdi çok açıktan söyleyemiyorlar ama Tekin çetelere karşıdır, Baykal’ın tepkisini çekmek istemiyor ama Ergenekon’a onun gibi bakmıyor.” demeye getiriyor.
Yani yeni ekip aynı zamanda AKP’nin tezgahının da destekleyicisi ve belki de PKK’yla mücadele etmiş paşaların yargılanmasını isteyecek kadar da Ordu düşmanı. Bunu zaman gösterecek.

Baykal “ Etnik kimlik ” Havuzunda boğulacak

Kısacası “vah Baykal” demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi açtığı Kürtçülük çukurunun içine kendi düştü.
Baykal seçimlerin ardından “AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP’yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti” diyerek AKP’yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile “etnik kimlik şerefimizdir” söylemi üzerinden değiştiren Baykal “etnik kimlik” havuzunda boğulmak üzere. Baykal’a acıyacak değiliz ancak görünen o ki bu havuzda asıl boğulmak istenen Türk milleti.

“Baykal gitsin, Baykal gitsin” diye çırpınan Atatürkçüleri artık çok daha tehlikeli bir dönem bekliyor. “Baykal nasıl olsa koltuğunu kimseye terk etmez” diye de düşünmesinler Amerika düğmeye bastığı an Baykal o koltuğu bu Kürtçü ekibe devretmek zorundadır.

CHP bu işten başarıyla çıkabilir mi peki?

Elbette çıkabilir. Çünkü bundan sonra bir yedek olarak tutulacaktır.
İktidar olamaz mı? Elbette olabilir, elbette varoşlardan da oy alabilir.
AKP nasıl alabildiyse, nasıl bir dilenci ekonomisi sistemi kurduysa, nasıl popülist bir söylem geliştirdiyse CHP’de yapabilir.
Ancak bunun adı ne halkçılık ne de Atatürkçülük olur. Gürsel Tekin çizmeleri giyip varoşlara gider gitmesine-söylendiğine göre 38 bin 600 km yol katetmişler Kılıçdaroğlu’yla - ancak “yeni halkçı” CHP, ne özelleştirmelere karşı çıkar, ne IMF’ye ne de Amerika’ya. Varoşlardaki çaresiz vatandaş da bu kez CHP’ye oy vermiş olur belki ama kaderi baki kalır.
Kürtçülüğün önünü açacak tüm söylemlerle DTP’ye yeni bir düşman kardeş gelmiş olur o kadar. Bugün AKP nasıl DTP ile rekabet ederek bir yandan Kürtçe kanalla, Barzani, Talabani dalkavukluğuyla Kürtçülüğü geliştiriyorsa bunun destekçilerinden biri de CHP olur.
Atatürk’ün kemiklerini sızlatan çizgi yani.
Ömrü Kürt isyanlarıyla mücadele etmekle geçmiş, laikliği kabul ettirebilmek için her türlü tehlikeyi göze almış, kadını esaretten kurtarmış Atatürk’ün kurmuş olduğu parti Kürtçülüğün ve çarşafın esareti altında.
Doğan Medya’nın, Fethullahçıların “açılım! açılım! açılım!” çığlıkları etrafında Kürtçüler tarafından kuşatılmış olarak!
Gerçekten vah Baykal diyoruz, yazık olacak.

(TÜRKSOLU, Sayı 232, 13/04/2009)





Özgür Billur

Kılıçdaroğlu'nun Kürt açılımı

Kimi saf Atatürkçülerimiz Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’yi düzlüğe çıkaracak kişi olarak görmek istiyor. Ancak Kılıçdaroğlu, CHP’yi tamamen Kürtçü bir rotaya oturtmak isteyenlerin “sevimli yüzüdür”. Dürüst, çalışkan imajıyla parlatılan Kılıçdaroğlu’nun arkasındaki isimlere bakınca ne demek istediğimiz anlaşılacaktır.
Örneğin Belediye seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nu elinden tutup meydan meydan gezdiren Gürsel Tekin. Bu kişi Kürt açılımı konusunda kendi partisini AKP kadar cesur olmamakla eleştirmedi mi?
Gürsel Tekin’in haklı olduğunu itiraf edelim. Çünkü CHP, özü itibariyle AKP’nin Kürt açılımı politikasına karşı değil. Anadilde eğitim, etnik kimliğin tanınması, Kürtçe televizyon ve radyo, Kürdoloji Enstitüsü gibi öneriler SHP genel sekreterliği döneminde Deniz Baykal’ın hazırlattığı ve bugün de savunduğu raporda var. Ama CHP, Tekin’in de dediği gibi bunları cesurca savunmayıp, AKP’ye karşıymış gibi yapıyor.
Sen hem ayrı bir etnik kimliği tanı, hatta bunun bir şeref olduğunu programına yaz, hem de üniter devleti savun! Kimse yemez bunu, diyemiyoruz. Çünkü kimi Atatürkçüler Kılıçdaroğlu gibi Truva atlarına inanıp CHP’nin Kürt açılımına karşı olduğuna inanabiliyor.
Kılıçdaroğlu’nun ne amaçlarla öne çıkarıldığını hâlâ anlamayanlara onun Kürt meselesi ile ilgili açıklamalarını dikkatlice okumalarını tavsiye ederiz. Mesela Adıyaman ziyaretinde yaptığı şu konuşma: “Adına ne dersek diyelim, ister Kürt, ister doğu sorunu, Türkiye’nin 30 yıldır yaşadığı bir sorun var. Eğer terör sonlanacaksa, bu konuda sağlıklı bir adım atılacaksa CHP bu soruna ilgisiz kalmaz. Öteden beri zaten ilgisiz kalmıyordu. İçimizde Kürt kökenli, Türk kökenli, Çerkez kökenli, Laz kökenli kardeşlerimiz var. Bu coğrafyada kardeşçe yaşamak zorundayız.” Kılıçdaroğlu, konuşmasının sonunda ortak bir çözüm olursa CHP’nin de destek vermeye hazır olduğunu kaydetti.
Türkiye’yi bir etnik kimlikler ülkesi haline getiren ve Türklüğü bu etnik kimliklerden biri olarak gören anlayışın PKK veya AKP’den ne farkı var?
CHP’yi Atatürk’ün partisi, Kılıçdaroğlu’nu da ideal genel başkan olarak görenlere Atatürk’ün şu sözünü hatırlatıyoruz: “Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdad devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde tesellümden başka bir tesir hasıl edememiştir.”
Türklüğün, düşmanlarımız tarafından kullanılan etnik kimlikler tarafından yok edilmemesi için Türk milleti mücadele etmelidir. İçimizde faaliyet yürüten gizli Kürtçülere karşı uyanık olmak da bu mücadelenin bir parçasıdır.

(TÜRKSOLU, sayı 252, 07/09/2009)





..