ÇÖZÜM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇÖZÜM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2017 Cumartesi

21. YÜZYILDA TÜRK BÜROKRASİSİNİN SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 1

21. YÜZYILDA TÜRK BÜROKRASİSİNİN SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ.,
 BÖLÜM 1 


Orhan GÖKÇE** 
** Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
Ali ŞAHİN*** 
*** Öğr. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 


Özet 

Bu çalışmadaki temel amaç, küreselleşmeye açık ve hızlı teknolojik değişimin yaşandığı 21. yüzyılda hantal ve iş göremez durumunda olan kamu bürokrasinin 
sorunlarını tespit etmek ve çağa uygun çözüm önerileri getirmektir. Bu amaç doğrultusunda öncelikle bürokrasi kavramının tanımı ve kapsamının ortaya konulması önem arzetmektedir. Bu bağlamda çalışmada, bürokrasi kavramının tanımı ve kapsamı ile bürokrasi kuramları öncelikli olarak ele alınmaktadır. 
Sonra kamu bürokrasinin sorunları sistemli olarak belirlenmekte ve en son olarak da belirlenen sorunlara çözüm önerileri getirilmeye çalışılmaktadır. 

Anahtar Kelimeler: Bürokrasi, Türk bürokrasisi, Türk bürokrasisinin sorunları, ÇÖZÜM, öneriler, Prof. Dr. Orhan Gökçe, Ali ŞAHİN , Selçuk Üniversitesi, İdari Bilimler Fakültesi , Ekonomi, Araştırmalar Dergisi,

* Bu çalışma Prof. Dr. Orhan Gökçe Danışmanlığında S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsünde yapılan “ Bürokrasi Kuramı ve Türk Bürokrasisi” 
İsimli yüksek lisans tezinden yararlanılarak hazırlanmıştır. 


Orhan GÖKÇE – Ali ŞAHİN 

Giriş 
















Bürokrasi, devlet olgusuyla ortaya çıkan ve sosyal bilimciler tarafından üzerinde en çok araştırma yapılan ve tartışmaya konu olan bir kavramdır. Klasik yönetim anlayışının oluşmasına kadar bürokratların siyasal yaşamda etkin olduğu bir sistemi anlatmak için kullanılan bu kavramın, sözcük anlamının ne olduğu yönünde tam bir fikir birliği yoktur. Örneğin, bürokrasi, kamu yönetimi, ideal bir yönetim ve kırtasiyecilik gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanıldığı gibi, halk arasında da “bugün git yarın gel”, “burası devlet dairesi” “kanunlar böyle 
emrediyor” şeklinde bir anlayışı da ifade edebilmektedir. Bu kavramı kullananlar, bu anlamlardan hangisini düşünerek kullandıklarından emin olmayabilirler. Bu anlamlardan birisini veya diğerini kullanabilecekleri gibi farklı ölçülerde birleştirerek de kullanabilirler. Bu yüzden modern dünyada devlet ve toplum yapısında önem arzeden bu kavramın anlam ve kapsamı belirlenmelidir. 

Kamu yönetimi anlamında kullanılan bürokrasi ise, kamu hizmetleri kaynaklarını planlamak organize etmek, bu konuda gerekli kararları 
almak ve hizmetleri kontrol etmekten birinci derecede sorumlu olan kurumdur. Kamu yönetimi anlamındaki bürokrasiden, küreselleşme ve 
hızlı teknolojik değişimle birlikte halkın beklentilerine duyarlı, hızlı ve etkin hizmetler sunması arzu edilir. 

Türk kamu bürokrasisinin hantal ve iş göremez bir yapıya sahip olduğu yönünde genel bir kanaat sözkonusudur. Dolayısıyla ortaya çıkan yeni değişiklikler ve buna bağlı olarak hissedilen yeni ihtiyaç ve hizmetler karşısında kamu bürokrasinin mevcut durumunun değerlendirilmesi ve eksikliklerinin giderilmesi gerekir. Aksi halde kamu bürokrasinin geleceğe yönelik vizyonlar ve stratejiler geliştirmesi zorlaşabilir. 

1. Bürokrasi Kavramı ve Tanımı Bilinen en güçlü siyasal yönetim kuramı olan bürokrasi, ataerkil çağda oluşmuş ve gelişmiştir (Başaran,1984:16). Ancak çağdaş anlamda bürokratik örgütlenmenin gelişimi Ulusal Devletin gelişmesi ile aynı paralelde olmuştur (Ergun ve Polatoğlu,1992:47). Dolayısıyla bürokrasi çok farklı anlamlarda kullanılan bir kavramdır. 

İster saygın ansiklopedi ve sözlüklere başvurulsun, ister günlük kullanımı ele alınsın, bürokrasinin bir çok anlamlı bir kavram olduğu açıkça görülmektedir. Bütün bu anlamlar bu kavramı yanlış anlamamıza sebep olacak ölçüde birbiriyle çok yakından ilgilidir (Gladden,1964:63). 

Bu kavram gerek halk arasında ve bilimsel kaynaklarda gerekse değişik kültürlere haiz toplumlarda değişik anlamlara gelmektedir. 
Çünkü her toplumun kendine özgü bir kültürü, sosyal yapısı, idari yapısı ve siyasi yapısı vardır. Bunlar belirtilen bu hususlara uygun olarak 
kendi bürokratik yapılarını ortaya çıkarmış ve neticede değişik bürokrasi tanımları ortaya çıkmıştır. 
Genellikle teknik bir terim olarak kullanılan bürokrasi, bu sözcüğü kullananların zihninde kırtasiyecilik, sorumluluk almaktan kaçınma, işlerin yavaş yürütülmesi, keyfi kararlar alma, hatta idari yoldan baskı yapma türünden tasavvurlar uyandırmaktadır. 
Bürokrasi kavramını, devlet teşkilatı veya memurlar topluluğu anlamında kullananlar da çoktur (Abadan,1959:7;Baransel,1979:165). 

Bugünkü bilimsel çalışmalarda ise, bürokrasi, resmi veya özel, tüm büyük yapılı (geniş ölçekli) karmaşık teşkilatların, geniş kapsamlı tanımlamasıdır. Ancak, bu hükümetle, hükümet dışı teşkilatlar arasında fark olmadığı anlamına gelmez (Gawthrop,1968:1). 

Bürokrasi kavramını sistematik bir biçimde ilk önce inceleyen Alman sosyoloğu Max Weber olmuştur. Weber’e göre, “bürokrasi” geniş bir alana yayılmış toplumsal fiil ve hareketlerin, rasyonel ve objektif esaslara uygun olarak düzenlenmesi sürecidir”(Baransel,1979:165). Belli bir büyüklüğü aşan ve yüz yüze temasın ortadan kaybolduğu her örgüt, bürokrasi özelliklerini kazanmaya başlar. Bürokrasi, sadece devlet ve kamu hizmetlerinde söz konusu olan bir teşkilat değildir (Baransel,1979:165). 

Resmi ve özel tüm büyük çaplı teşkilatları kapsar (Gawthrop,1968:1). 

Bürokrasi, idari etkinliği maksimize etmek amacıyla oluşturulmuş bir örgüttür. Başka bir ifadeyle, bürokrasi, örgütsel amaçları gerçekleştirmek için kollektif faaliyetleri koordine eden ve harekete geçiren formel usullerden oluşan bir sistemdir (Eryılmaz,1993:31). 

Bürokrasi kavramına ilişkin Max Weber’den biraz farklı bir tanım ortaya koyan bir başka düşünür ise Ludwig’dir. Ludwig’e göre bürokrasi, “hizmetlerin iktisadi hesaba göre kıymetlendirilmediği bir idare sistemidir.” Ludwig, “İdari hizmetlerin piyasa ölçüsü ile değerlendirilemeyeceğini ve para ile ifade edilemeyeceğini ” (Ludwig,1947:4344) savunur. Teşebbüs faaliyeti, devlet müdahalesinden uzak kaldığı takdirde, kâr amacıyla çalışan bir işletmenin hacmi ne olursa olsun hiçbir zaman kırtasiyecilik tehlikesine maruz kalmaz (Ludwig,1947:17). 
Bürokrasinin iktisadi hayatta kök salması, devlet müdahalesin bir sonucudur. Bürokrasi, toplumun iktisadi bünyesinde kâr kavramının oynadığı rolü sınırlamak maksadıyla başvurulan hükümet tedbirlerinin bir ürünüdür (Ludwig,1947:18). 

Bu tanımlardan hareketle, bürokrasi kavramı, “dar” ve “geniş” anlamda olmak üzere iki şekilde ele alınabilir. Dar anlamda bürokrasi, kâr amacı gütmeyen kamu kurumlarıdır. Buna kısaca “kamu yönetimi”de denebilir. Geniş anlamda bürokrasi ise, işbölümü ve otorite hiyerarşisine dayalı bir yapı ile, belirli ilke ve kurallara göre çalışan, profesyonel görevlilerin oluşturduğu bir örgüt biçimidir (Eryılmaz,1993:34). 

2. Bürokrasi Kuramları 

Bürokrasi ile ilgili olarak geliştirilen bir çok kuram vardır. Ancak çalışmanın kapsamı açısından bu kuramların her birisinin ayrıntılı olarak incelenmesi mümkün değildir. Dolayısıyla çalışmanın asıl konusu olan Türk bürokrasinin sorunlarına kuramsal çerçeve oluşturması açısından belli başlı bazı yaklaşımlar burada kısaca ele alınmaya çalışılacaktır. 

2.1. Hegelci Kuram 

Hegel, ideal bir devlet ve ideal bir bürokrasi tanımlaması yapmış; devletin temel fonksiyonunun, toplum üyelerinin ortak çıkarlarını savunmak olduğunu ileri sürmüştür. (Heper: 292) Bununla birlikte bürokrasiyi de toplumun menfaatlerini devlet tarafından temsil edilen genel menfaatlere dönüştürme aracı olarak görmektedir (Mouzelies, 1975: 8). 

Görüldüğü gibi Hegel, bürokrasiye sınırlı bir işlev yüklemekte ve bürokrasinin bu sınırlı işlevini aşarak topluma kendi değerlerini empoze etmeye çalışmasını ya da bürokratik despotizmi hiçbir zaman onaylamamaktadır (Heper: 292). 

2.2. Marxist Yaklaşımda Bürokrasi 

Bürokrasinin siyasetteki rolü, kapitalist toplumlardaki devlete ilişkin Marxist tartışmaların temel konusunu oluşturmaktadır. Buna rağmen bürokratik süreçler ve yapıların ayrıntılarına gereken önem verilmemektedir. 

Marx makalelerinde iki bürokrasi görüşünü ele almaktadır. Bu görüşlerden birisinde bürokrasiyi egemen sınıfın çıkarlarını koruma aracı olarak diğerinde ise, bürokrasiyi bir güç aracı olarak görmektedir (Smith, 1988: 64). Bu doğrultuda da Hegel’in devleti yorumlama şekline karşı çıkan Marx’a göre, devlet, genel veya evrensel menfaati değil egemen sınıfın çıkarlarını temsil etmektedir. Bürokrasi ise bu egemenliği uygulamak için en önemli araçtır. Bürokrasinin görevi sınıf egemenliğini güçlendirmek için bir sosyal ilişkiler sistemi kurmaktır. 

Marx, bürokrasi kuramına, Hegel’in devlet felsefesini inceleyip eleştirerek bir açıklama getirdiği için, bürokrasi olgusunu devlet yöntemiyle ilgili sınırlı bir bağlamda incelemekte ve kullanmaktadır (Mouzelies, 1975: 8). 

Kısaca Marx’a göre bürokrasi, etkili bir yürütme gücü değil, aksine hem bir sosyal oluşum hem de verimsiz kamu hizmetinin nedenidir (Smith, 1988: 66). 

2.3. Weber’in İdeal Tip Bürokrasisi 

Alman Toplumbilimci Weber, güç ve otoriteyi konu alan temel çalışmasında, bir alt konu olarak ele almasına rağmen “bürokratik yapılar” adını verdiği bürokrasi konusuna ayrı bir ilgi göstermiştir (Mullins,1989:34). Başka bir ifadeyle, M. Weber biçimsel örgütleri, “meşru sosyal kontrol sistemlerinin” ya da “yetki yapısı teorisinin” bir parçası olarak incelemiş, bürokratik örgütü, yetkinin ortaya çıkış 
biçimi olarak tasarlamıştır (Baransel,1979:168). 

Weber’in kullandığı şekliyle bürokrasi teriminin kötü bir anlamı yoktur (Massie,1983:72). Çünkü, klasik teoride, bir organizasyon yaklaşımı 
olan bürokrasi, günlük dilde kullandığımız işlerin geciktirilmesi, yokuşa sürülmesi, bugün git yarın gel anlamının aksine, bir organizasyon yapısını 
ifâde etmektedir (Koçel,1989:72). Weber bu kavramla, mantığın en yüksek düzeyde gelişmiş olduğu bir formel örgütü kast eder (Özkalp ve 

Sabuncuoğlu:50). Bu bağlamda Weber’in düşündüğü bürokrasi, kesin bir şekilde akılcı, hiç bir kişisel bağlılık ve duygusallığa yer vermeyen sosyal  kurumların en mükemmel şeklidir (Özkalp:76). Bürokrasi, bir insan sistemi olmaktan çok, bir kanun ve kurallar sistemidir (Özkalp ve Sabuncuoğlu:50). 

Weber, bürokratik teşkilatın ortaya çıkmasındaki kesin sebebin, onun diğer teşkilatlanma şekillerine olan teknik üstünlüğü olduğu görüşündedir. Bu sebeple Weber bürokrasileri deneysel olarak değil, bütün bilenen teşkilatların en karakteristik bürokratik özelliklerinden doğan bir “ideal tip” olarak incelemiştir (Mullins,1989:35). 

Kısaca, Weber, büyük çaplı örgütlerin yönetilmeleri için, ussal temellerin belirlenmesi gerektiği düşüncesiyle, ideal ya da saf örgüt şeklini ifâde eden bürokrasi kavramını ve modelini geliştirmiştir (Baransel,1979:167). 

Weber’in “İdeal Bürokrasi Modeli”nin özelliklerini şu şekilde belirlemek mümkündür. (Shafritz ve Steven,:81-82; Cohen,:13; Gerth ve Mills,1987:192-194; Hicks,1979:95-96): 

i. Genellikle yasalarla veya idari düzenlemelerle belirlenmiş resmi yetki alanları mevcuttur. 

ii. Görev ve yetkiler, bir hiyerarşi ve makamlar sistemi oluşturacak şeklinde düzenlenmiştir. Görev ve yetkiler kişisel değil, biçimseldir. Hiyerarşi meydana getirilmesinin asıl amacı, denetim olup, hiçbir görev denetim dışında bırakılmamıştır (Baransel,1979:35). 

iii. Çağdaş bürokrasinin yönetimi ilk ya da müsvedde biçiminde saklanan yazılı belgelere dayanır (Weber,1987:193). 

iv. Gayrişahsi ilişkiler: Stewart. gayri şahsiliği, bürokrasiyi diğer teşkilatlardan ayıran en belirgin özellik olarak görür. Bu, memurların görevlerini yaparken mantıksal karar vermesini sağlamak için düşünülmüş bir yaklaşımdır (Mullins,1989:35-36). 
v. Bürokratik kaide ve kurallar : Görevler, önceden saptanmış ve yazılı olarak örgüte dağıtılmış olan yönetmelik veya tüzüklere göre yerine getirilir (Eren,1991:21). 

vi. Uzmanlaşma: Bürokrasi kişinin sadece uzman olduğu alanlarda uzmanlaş masına izin verir (Hicks ve Gullet, 1881:106). 
Uzmanlaşma devamlılığı sağlar. Çünkü çalışanlar değişse de görevler kalıcıdır (Mullins,1989:35). 

vii. İlke olarak, resmi makam, evden; iş yazışmaları, özel yazışmalardan; ticari öz varlık, özel servetten ayrışmıştır (Shafritz ve Steven,:81-82; Weber, 1987:193). Memurların ve diğer idari görevlilerin kaynaklar üzerinde bir mülkiyet hakkı yoktur. Ancak bu kaynakların kullanılmasından sorumludur (Ergun ve Polatoğlu,1992:61). 

viii. Görevlere, özel eğitim görmüş memurlar atanır (Baransel,1979:170). Başka bir ifadeyle, adaylar, teknik yeteneklerine göre seçilirler (Cohen:13). 

ix. Görevlerin herhangi bir kimsenin tekeli haline gelmemesi için gayret sarfedilir. Hiçbir görevliye, görevlerini kendi amaçlarına hizmet için kullanılmasına izin verilmez (Baransel,1979:170). 

x. Hizmette geçirilen süreye (kıdem), liyakat ya da her ikisine birden dayanan bir sistem ile memurlar üst kademelere yükselebilirler (Ergun ve Polatoğlu, 1992:62). Bürokrasinin gelişmesindeki belirleyici sebep, onun diğer teşkilat 
şekillerine göre teknik açıdan tamamen üstün olmasıdır. Tam olarak gelişmiş bürokratik mekanizmanın diğer teşkilat şekilleriyle karşılaştırılması, makinalı üretimle mekanik olmayan üretimin birbiriyle karşılaştırılmasına benzemektedir (Gerth ve Mills,1958:214). 

Netice itibariyle, Weber, saf bürokrasinin diğer örgüt şekillerine nazaran (Baransel,1979:172) dakiklik, devamlılık, disiplin, güvenirlik, hız, kesinlik, sağduyu, dosyalama bilgisi, dayanışma, tam itaat, anlaşmazlıkların giderilmesi (Gerth ve Mills,1958:214) bakımından üstün olduğunu ileri sürmüştür. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***

29 Mart 2017 Çarşamba

Çözüm Gerçekten TBMM de mi?..




Çözüm Gerçekten TBMM de mi?..



 Rifat Serdaroğlu

Pazartesi, Temmuz 11, 2011


Başbakan Erdoğan son bir haftadır sürekli olarak, “Her şeyin çözümü Meclistedir. Meclise gelmeyenler, gelip de kendini yok dedirtenler, yemin etmeyenler şunu çok iyi bilsinler ki her şeyin çözümü Meclistedir” cümlesini kullanıyor.
Bizim Demokratik Parlamenter sistemimizde gerçek böyle mi acaba? Gerçekten her şeyin çözüm yeri olduğu söylenen Meclisimizin böyle bir işlevi var mı?  Anayasamıza göre “Kuvvetler Ayrılığı” denen Yasama-Yürütme-Yargı erkleri gerçekten bağımsızlar mı?
Bunların cevaplarını, kendimize basit sorular sorarak beraberce bulalım;
Yasama;
*AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın istemediği bir yasa teklifi, 327 milletvekiline sahip AKP Grubunca kabul edilir mi? Tüm milletvekillerini Tayyip Bey bizzat belirlediğine ve esas olan liyakat değil, biat-itaat  olduğuna göre  Başbakan Erdoğan’ın olmaz dediği hiçbir yasa, yönetmelik, karar Meclisten geçmez.  Yani; Başbakan Erdoğan’ın iradesi=TBMM…
Yürütme;
*Başbakan Erdoğan Bakanlar Kurulunun başıdır. Yeni Bakanların tamamına yakını, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinden bu yana, Erdoğan’ın emrinde çalışan adamlarıdır. Bu kişilerde aranan en önemli özellik, aldıkları emirlere derhal ve tartışmadan uymaları ve “sırdaş” olmalarıdır. Arada bir de olsa kendi fikrini söylemeye kalkan, bazı şaibeli işlere imza atmaktan çekinen olursa,  derhal bünyenin dışına atılır. Bakınız: Abdüllatif Şener- Ertuğrul Yalçınbayır. Aksini iddia edecek biri var mı?
Yani; Başbakan Erdoğan’ın iradesi= Yürütme
Yargı;
*Yargı bağımsızdır diye biliriz değil mi?
AKP, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu yeniden düzenledi. Adalet Bakanlığının üst düzey bürokratları HSYK üyesi oldu. Yüksek Yargıya 160 yeni üye atadı. 
Adalet Bakanı  HSYK’nın başkanı, Müsteşarı ise başkan yardımcısı. 
Yeni seçilen 160 üye beraberce aynı kişiye oy verecek kadar “ Ekip Ruhu ” ile dopdolular, neredeyse pazara bile 160 kişi birlikte, el ele gidecekler.
Yasamanın icraatlarını denetlemekle görevli Yargımızın artık kendisi, yürütmenin emrinde. Hakim ve Savcılarımızın  atama-tayin-nakil terfi gibi işlerine bakan HSYK, 
Adalet Bakanının istemediği bir karar, bir atama yapabilir mi? Peki, Hatay-Amik ovasının yiğit delikanlısı, Ali Dibo lakaplı Sadullah Ergin Başbakan Erdoğan’ın her hangi 
bir yanlış emrine karşı koyabilir mi?
Yani; Başbakan Erdoğan’ın İradesi= Yargı 
Hepsini toplayalım;  Başbakan Erdoğan’ın iradesi= Yasama+Yürütme+Yargı
Buna birde Başbakan Erdoğan’a  %100 bağlı medya kuruluşlarının gücünü eklersek, terazinin Başbakan kefesi üçünün toplamından çok daha ağır basar. 
Gelişmiş demokrasilerde bunun adı “mafya tipi demokrasi” veya “tek adam faşizmidir”.. ..
Sonuç  olarak, Türkiye’de oynanan oyunun  adına  “Demokrasi” denemez,  dense dense, “Cemaat  tipi demokrasi” denen gariplik diye adlandırılabilir…
Bu yazılanlar doğru olmasaydı, PKK Terör örgütü önderi Öcalan; “Devletle, Barış Konseyi ve Anayasa Konseyi kurulması için mutabakata vardık” diyebilir miydi? 
Eğer Öcalan’ın söyledikleri doğru olmasaydı, Başbakan Erdoğan bu beyanatın verildiği günden bu yana 4 gün geçmesine rağmen,
“Nerden çıkardınız kardeşim bunları, yok böyle bir şey, yalan bunlar. Bu işlerin çözüm yeri TBMM’dir “ demez miydi?  
Diyemedi, çünkü Öcalan doğruyu söylüyordu!..
Öcalan’ın söyledikleri doğru olmasaydı, yeni seçilen ve çözüm yeri olarak gösterilen TBMM’nin Başkanı, kendisine Yozgat ziyaretinde bu konuda soru soran gazetecilere, 
“benim böyle şeylerden haberim yok” der miydi !..
Türkiye’nin tek ve tartışmasız hakimi Başbakan Erdoğan’a şu soruları Türk Milleti, ve Türk Tarihi önünde cevap vermeyeceğini bilerek soruyoruz, amacımız tarihe not 
düşmektir;
*Öcalan ile görüşen ve Barış Konseyi-Anayasa Konseyi konularında görüşüp mutabakata varan ve  T.C Devleti’ni, PKK’nın tarafı seviyesine indiren
“Devlet Yetkilileri” kimlerdir, bu adamlar kimden yetki-emir almaktadırlar?…

*Sürekli olarak, yanlış bilgilendirildiğiniz için olsa gerek,  kendi tarihinizi aşağılıyorsunuz ve “ AKP olarak biz  asimilasyon politikasına son verdik ” diyorsunuz. 
Osmanlı’nın hiçbir  döneminde Balkanlarda, Ortadoğuda, Kafkaslarda, Afrika’nın kuzeyinde asimilasyon politikası güdülmemiştir. Aksine fethedilen her ülkede insanların 
dillerine-dinlerine-yaşam tarzlarına saygı gösterilmiştir. Sizin Milli Görüşçü iken “ Zulüm Dönemi ” diye adlandırdığınız  Cumhuriyet döneminde de, çok partili siyasi 
hayata geçtiğimizden bu yana da asimilasyon politikası asla uygulanmamıştır. Sadece devlete ve millete karşı silahla isyan edip kan döken, can alan eşkıyalara hadleri 
bildirilmiştir.

Kendi tarihini karalayan ilk Başbakan olarak tarihe geçtiniz…* Büyük Ortadoğu Projesinde beraberce “ Eşbaşkan ” olduğunuz dostunuz Hüseyin Obama’ya sorar mısınız;  
Amerika’nın Diyarbakırcity- Licecity arasındaki yol,  silahlı adamlar tarafından kesilse ve Amerikan Ordusunun bir Başçavuş’u, bir Uzman Çavuşu ve bir 
Sağlık Memuru Cudimauntain’e kaçırılsa her santimetrekareye kaç bomba atardı? Demokrasi’nin mabedi sayılan o ülkenin askeri, bu işi yapmaya kalkanları, analarından 
doğduğuna pişman eder miydi ?…
Şimdi, bu gerçekler ışığında lütfen kendinize  sorar mısınız?


Çözüm nerede?..

TBMM de mi- İmralı da ki Narko-Teröristte mi- Türk Milletinde mi?…



https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/cozum-gercekten-tbmm-de-mi-rifat.html




*************

2 Mart 2017 Perşembe

Çözüm Sınır Aşan Vicdanların Harekete Geçirilebilmesinde



Çözüm Sınır Aşan Vicdanların Harekete Geçirilebilmesinde





14 Haziran 2010


Bugün Obama yönetiminin, bölgede bir dünya gücüne düşen liderlik rolünü yerine getirememesi, Ortadoğu’da tırmanan gerginliğin başlıca nedenleri arasında yer alıyor. Bölgede etkin bir Amerikan liderliği olmadan Ortadoğu’daki sorunların çözülmesi mümkün değil. İsrail’in bir ölçüye kadar kulak vereceği tek ülke Amerika. Ama Amerika Ortadoğu’daki politikalarını İsrail’in izlediği çizgiden ayıramıyor. Bunu ayıramadığı müddetçe de Amerika, bölgede iki ata aynı zamanda binmeye çalışan bir süvari görüntüsünden kurtulamıyor. Amerika’nın Ortadoğu’daki asıl çıkarları Arap Yarımadası’nda ve Körfez’de yatıyor. Yönetim en çetin mücadeleyi bu Körfez bölgesindeki çıkarlarını korumak için verecektir.

Obama yönetiminin, Amerikan dış politikasını yönetmekle görevli kurumlarına hakim olmakta başarısız kalması bölge ve dünya barışı için potansiyel tehlikeleri barındırıyor. Bunu en son örneğini çok kısa süre önce İran’la takas anlaşması konusunda Obama’nın Lula ve Erdoğan’a gönderdiği mektup olayında yaşadık. Şimdi de yardım konvoyları krizinde yaşamaktayız. Sebepleri ne olursa olsun bu kriz Amerika’nın bölgedeki en eski iki müttefikinin arasının açılması sonucunu doğurdu. Bu sonuç bölgedeki dengeleri kökünden değiştiriyor. ABD Başkanının Ortadoğu’daki başarısızlığı, kendinden sonra Cumhuriyetçilerin daha sert politikalarla ve Bush sonrası yeni muhafazakâr bir gündemle sahneye çıkmaları sonucunu doğurur.


Birleşmiş Milletler’in İşlevsizliği

İsrail Gazze kuşatması sırasında kullandığı aşırı güç dolayısıyla uluslararası hukuku ihlal etti. Bu ihlal BMGK’nin görevlendirdiği Güney Afrikalı Yahudi asıllı Hollandalı hukukçu Goldstone başkanlığında kurulan komisyon raporu ile kanıtlandı. Ancak İsrail Amerika’nın da yardımıyla bu raporun BMGK de görüşülmesini engelledi. Oysa bu raporun tartışılması engellenmeseydi belki de Gazze’ye uygulanan ambargo hafifletilecek ve böylece bu günkü gibi bir kriz yaşanması ve dokuz can kaybı belki de önlenmiş olacaktı. Esasen Birleşmiş Milletler de esasen bunun için var. Ama görevini yapamadığı sürece işlevsizleşmiş durumda. Barış ve istikrarın kurulmasına yardımcı olamamakta. Aynen 2004’te Kıbrıs’ta Rumların adanın birleşmesini öngören Kapsamlı Barış Planını referandumda reddetmelerinden sonra, o zamanki BMGS Annan’ın, Rumları sorumlu tutan raporunun Güvenlik Konsey’inde görüşülmesinin yine daimi üyelerden bazılarının (bu kere Rusya ve Fransa’nın) engellemeleriyle önlenmiş olması gibi.


Öte yandan ine BMGK’nin bir başka kararı ise uluslararası toplumunu, Gazze’ye insani yardım yapılmasını zaten öngörüyor. İsrail donanmasının yardım götüren Mavi Marmara ve yanındaki gemilere hücum botlar ve helikopterlerle saldırması bu kararı da hiçe sayıyor. İsrail’in Gazze’yi kuşatma altında tutması ve sivil halk üzerinde baskı ve tecrit politikaları uygulamaya devam etmesi sadece moral bakımdan sorunlu olmakla kalmıyor. Aynı zamanda, yine aynen Rum Yönetiminin, barış ve birleşmeye evet diyen Kıbrıs Türklerine uyguladığı kuşatma politikası gibi ahlaka aykırı olduğu gibi, siyasi bakımdan da yararsız.


Her iki ambargo da sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumda. Tabii bu arada Kıbrıslı Türklerin şu anda, ikinci dünya savaşından beri, Saraybosna’dan sonra, Avrupa’da kuşatma altında yaşayan son halk olduğunu da, dünyada, başta biz kendimiz olmak üzere, hatırlayan kimse yok, Biz dahil, hatırlatmaya çalışan da yok. Türkiye Kıbrıs Türklerine uygulanan haksız ambargoyu dünya gündemine getirmekte geç kaldığı sürece, başkalarının Kıbrıs’ın işgalden kurtarılması gibi tutarsızlıkları gündeme getirmesine hayret etmemeli.


İsrail’in Meşruiyet Zemini

İsrail vahim bir kuşatılmıştık psikolojisi içinde. Sırtını Amerika’ya dayayarak uluslararası kuruluşların kararlarını hiçe sayıyor. Bu davranışı ile bölge barış ve istikrarını zehirliyor. Aynı zamanda kendi güvenliğini de zaafa uğratıyor. İsrail’in güvensizlik duygusunun bilhassa 1970’lerde Enver Sadat’la barış fırsatı kaçırmasından sonra artarak kötüleşti. Oysa İsrail, barış için ikinci fırsatı iki kutuplu dünyanın sona ermesi ve Körfez Savaşı sonrasında Oslo süreci ile elde etmişti. Bu süreç Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesinin de meşru zeminini oluşturmuştu. Ne yazık ki İsrail bu süreçte sert ve yayılmacı stratejisini terk etmedi. Özellikle yeni yerleşim birimleri kazanma politikalarını ve sırf Arap alemi için değil, tüm İslam alemi için mukaddes sayılan ve bu nedenle çok hassas olan Kudüs’teki kazılarını sürdürdü. 2006’da Lübnan’a saldırması ve nihayet Hamas’ın roket saldırılarına karşılık son Gazze bombardımanı ve sonrasında sivil halka uyguladığı ambargo dünya kamuoyunu olumsuz etkiledi. Bu politikalar aynı zamanda İsrail kamuoyunda da ciddi eleştirilere yol açtı.


İsrail Halkının Sorumluluğu

Asırlarca büyük haksızlıklara, ayırımcılıklara maruz kalmış ve kitlesel ıstıraplar çekmiş bir halk olan Musevilerin, ikinci dünya savaşından sonra kendi devletlerini Ortadoğu’da Arap toprakları üzerinde kurmaları, muhakkak ki tartışılması daha uzun sürecek bir tarihi vakıa oluşturmakta. Bu tartışmayı sona erdirmek ve artık herkesin bu gerçeği kabul edip Yahudilerin ana vatanı olan bir İsrail devletiyle barış içinde yaşama iradesine kavuşmasına sahip olmasına yardımcı olmak, geniş ölçüde İsraillilerin elinde.


Bütün mesele İsrail hükümetlerinin ve bu ülke halkının, aşırı güç kullanma ve yeni yerleşim birimlerine devam edilmesi gibi, uluslararası toplum tarafından mahkum edilen politikalarının barış sürecini sürekli akamete uğratmaya ve dolayısıyla Ortadoğu’yu zehirlemeye devam etmesinin önüne nasıl geçileceği konusunda atık bir karara varabilmesi.


Türkiye

Türkiye’nin kendi iç sorunları var. Bu sorunların önemli bir kısmının kökleri kendi sınırlarımızın dışına taşıyor ve bölgemizdeki sorunlara karışıyor. Biz artık kendi sorunlarımızı biriktirmek istemiyoruz. Bu nedenle bu sorunların iltisaklı olduğu çevremizdeki sorunları da, barış girişimleri olsun, arabuluculuk çabaları olsun, kalıcı şekilde çözme iradesini sergiliyoruz. Bu amaçla Erdoğan hükümeti, hem içerde hem dışarıda ciddi açılımlara girişti ve ciddi süreçler başlattı. Fakat süreçler uzuyor. Uzadıkça da kamu oyu desteğini muhafaza etmek güçleşiyor. İsrail’in Ortadoğu’da barışın kurulmasına iştirak etme fırsatını kaçırması, sorunların birbirleriyle iç içe geçmiş olması nedeniyle, bize de ülkemizde istikrar ve refahı sağlamaya, işsizlik ve yoksulluk gibi temel meselelere odaklanma fırsatlarını kaçırtıyor. Ortadoğu’daki bütün sorunların gelip dayandığı Filistin sorunu çözümlenmeden bölgede güvenlik sağlanamaz. Bölgede barış ve güvenlik sağlanamadan Türkiye bölge sorunları ile iç içe geçmiş olan kendi dahili sorunlarının üstesinden gelemez ve tüm enerjisiyle temel ekonomi ve demokrasi hedeflerine kilitlenemez. Bu nedenlerle Türkiye bölgede kurulacak barışın biri nevi hissedarı durumunda. Bu nedenle bölgede düzen kurucu bir rol oynamak istiyor. Yine ayni nedenle de burada barışın temeli olan Filistin meselesi, duygusal yönlerine ilaveten, bizim için bir milli mesele.


İsrail

İsrail Netenyahu hükümetinden ibaret değil. Bu ülkede de barış isteyen insanlar, aydınlar ve güçlü siyasi çevreler olduğunu biliyoruz. Bu çevreler daha huzurlu bir Ortadoğu kurulması için Türkiye’nin etkin ve yapıcı bir rol oynayacağının farkındalar ve buna inanıyorlar. Örneğin Amos Oz, David Grossman ve Gideon Levy bu aydınlardan bir kaçı. Ayrıca İsrail işçi sendikası Hisdradut var.


Daha İsrail devleti kurulmadan mevcut olan en eski ve nüfuzlu kurumlar arasında yer alıyor. Dünyanın en köklü ve etkili sendikalarından biri. İşçi Partisi’nin de güç kaynağı, sosyalist ve sosyal demokrat ideolojisi ile barış kampının başını çekiyor. Muhakkak ki İsrail’de adlarını bilmediğimiz ve şu anda ortalarda fazla görünmeyen başka kişiler ve sivil toplum kuruluşları da var.


Barış ve uzlaşma arayan, çaresizlik içinde olanlara yardım elini uzatmak isteyen insanlar hiç şüphesiz bölgedeki başka komşularımızda, Lübnan’da, Mısır’da Ürdün’de de bulunuyor. Hangi ülkeye mensup olurlarsa olsunlar, bu insanların amaçlarını paylaşmaları, çabalarını birleştirmeleri sağ duyunun bir gereği. Ne yazık ki Mavi Marmara’da dökülen kan bu kapasitenin kullanılmasını şimdilik geniş ölçüde sekteye uğratmış durumda. Bu fırtınanın sebep olduğu yıkımın kaldırdığı toz bulutları önümüzü görmemize izin vermiyor. Hasarların tamir edilmesi lazım. Bu tamirat mevcut şartlar altında bu hemen gerçekleşecek bir şey değil. Bu aşamada devletlerden ve resmi teşebbüslerden medet ummak yersiz. Hükümetlerin şimdi muhtemelen ihtiyatla beklemekten ve olayları dikkatle izlemekten başka çareleri yok.


Sivil Toplum

Ne var ki tarih süratle hareket ediyor. Kendi hızına yetişemeyenleri affetmiyor. Barış fırsatları kaçıyor. Bu fırsatları kaçırmanın, maliyeti başta Filistin halkı olmak üzere herkes için çok ağır olabilir. Gazze’de ıstırap çekenlerin, devletlerin harekete geçmesini bekleme lüksü yok.


Bugün dış politika artık sadece devletten devlete yapılmıyor. Düşünce kuruluşları, mesleki teşekküller, yardım kuruluşları, işadamları, doktorlar, gazeteciler, sendikalar artık dış ilişkilerin devlet dışı aktörleri haline gelmiş bulunuyorlar. İşte sırf bir IHH’nın bir eylemi, Gazze dramını dünya gündeminin en üst sırasına çekebildi. BMGS tecridin sona ermesi çağırırsında bulundu. Daha şimdiden refah kapsısını açtırdı.


Türkiye’nin bundan sonra izleyeceği yol haritası da İsrail ile ilişkilerin koparılması gibi, çatışmacı ve menfi bir gündem üzerine değil, değerli diplomat ve siyaset adamı Mehmet Ali Bayar’ın geçen pazar akşamı bir TV programında önerdiği gibi, insanlık sorumluluğuna dayalı sınır tanımayan vicdanlar üzerine kurulmalı ve bizim sivil toplumumuzla, İsrail’de Netenyahu hükümetine karşı çıkan zinde sivil kuvvetleri arasında bir dayanışma işbirliği gerçekleştirilmesi zeminine oturtulmalıdır. Böyle bir dayanışma muhakkak ki ancak demokratik ülkelerde yapılabilir. İsrail’in, her şeye rağmen bir demokrasi olduğu ve saldırıya uğrayan yardım konvoyunda İsrail vatandaşlarının bulunduğu gerçeğini unutmayalım.


Türkiye ile İsrail arasında bir sivil dayanışmanın uluslararasında büyük yansımalar yaratacağından ve uluslararası sivil toplum dünyasına hale hale yayılacağından kimse şüphe etmesin. Böyle bir girişim aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu’da yumuşak güce dayalı düzen kurucu rolünü uygun düşeceği gibi Başbakan Erdoğan’ın Netenyahu Hükümetiyle İsrail halkı arasında mesafe koyan tutumunu da teyit edecektir.


* Bu yazı Radikal Gazetesi'nde 12 Haziran 20010 tarihinde yayınlanmıştır.

http://www.bilgesam.org/incele/1268/-cozum-sinir-asan-vicdanlarin-harekete-gecirilebilmesinde-/

25 Nisan 2015 Cumartesi

23 NİSANDA KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ



23  NİSANDA  KABİNE DEĞİŞİKLİĞİ

Barzani, Başbakanımız olsun. 

BOP Eşbaşkanı Teccaldan nesi eksik, kökenleride topukcu Yakupun torunlarına kadar iner ikisininde? Hem çifte avrata izin verdi.
Talabani Cumhurbaşkanımız olsun. 

İnönüden nesi eksik kuklanın? Neymiş efendim, adam abd lilerle yatıp kalkıyormuş.
İnönü, abd askerlerine TBMM etrafına karargah kurdurmadı mı?
Milli Eğitimi 1948 de abd lilere teslim etmedi mi?
Talabani, Türklere kedi bilem vermem demiş, Eşkiyalara kol kanat germiş.
Eee, İnönü, Bağımsızlık Savaşımız karşıtları, iç düşmanlarla, Dolmabahçe Sarayının Bahçesinde, Barış Yemeği yemedi mi?
Hem, Talabani bizim eski vatandaşımız değil mi?

 Anayasaya bir delik açan, bankerler kanunu ile, hazineyi ilistire çeviren TÖın hurilerin ortasında kulağı çınlasın,  haramla dolu göbeği hoplasın.
Öcalan Genelkurmay Başkanımız olsun.

Herifcioğlu öğrenciliğinden beri, MİTin, afedersiniz yerli CIAnın, bir dediğini iki etti mi?

Öldürt dediler, geberttirmedi mi?
Güpe gündüz, dört yüz kadar kandırılmış, yoksul doğu köylüsü çocuklarını, Irakdan, hadi kurbanlar, Türkiyeye hücum.
Şimdi siz kesimlik kuzlar oldunuz demedi mi?
Bunun üzerine,
Bizim havada kendikendine düşen 13 fantomdan bazıları, bu müthiş düşmanlara karşı korkunç, ani bir hava saldırısı ile bu zavallı kürt çocuklarının üç yüz tanesinin cesetlerini, hamsi gibi yanyana dizilmiş olarak, boyalı basında hepimiz ibretle görmedik mi?
Bekka Vadisinde, ‘Kürtler, korkak, kalleş, cahil ve alçakları çok olan bir halk’ diyerek basına demeç vermedi mi? Hangi kürt genelkurmay başkanı bunu yaptı?
İnönü, Gürsel, Büyükanıt, Güneş, elini kudüsde taşın altına sokan Başbuğ?
Bunların hepsi, haçlı ordusu Natonun emrindeyiz demediler mi?
Adam hapisten ağrı kaş gözle, ışmarla eğitim verdiği çetesine, TSK daki ABD oğlanlarının eğitim verdiği askerlerimize karşı oldukça başarılı saldırılar düzenletiyor.
Düşünün bu kıymetli kürt vatandaşımız Öcalan,  ABD oğlanları generaller yerine,  Genelkurmay Başkanlığna yayılmış, göbeğini kaşıyarak emir yağdırıyor.
-Ulan, Bolu Dağ Komando Birliği ne bok yiyor? 

Hemen gitsinler, İncirlik Hava Üssünü yerle bir etsinler, hepsini toplayıp Akdamar Kilisesine doldursunlar, onlara ben gidip soracam, siz gardaşı gardaşa gırdırmaya galkarsınız ha!
Sizi tepe gözler sizi, kızılderili soykırımcıları, canlılar alemine iki atom bombası atmak ha, alın bakim bunuda benden.
-Ulan, şu Eğridir Komando Birliği ne halt ediyor, ha?
Pakistana, Afganistana işbirlikci hain yetiştiriyor ha.
Getirin ulan komutanlarını, sünnet edecem Ermeniyi.
Nedir ulan bu yurdun hali?

Sanki yer yarılmış yerin dibine girmiş, haçlı ordusu işbirlikci generalleri?
Çekilsin, ulan şu abdliler, israilliler vede İngilizler hem Ortadoğudan hemde Ortaasyadan,
Yoksa Hürriyet Anıtını, Beyaz Sarayın başına geçiririm,
İngiliz Avam Kamarasını, timsahlara yem ederim,
İsraillileri iki bin yıl geriye götürürüm, diye nara atar ve dediğini de yapar,
bu zamana kadar olduğu gibi, herifin arkasında nede olsa, kapı gibi CIA, FBI, Mossad, M16 ve Glodya var.
Adamın sırtı yere gelirmi, kucaktan kucağı hop hop atlıyor.
Bizim Generallerin Pabucunu Genelkurmayın damına atar, ihanette.
 
Leyla Zana Kültür Bakanımız olsun.

Kültür bakanlığını herşeyi ile iyi doldurur.
CHP nin ilbaşkanının, milletvekilinin, genelbaşkan adayının, Beyazitteki kuleye kızıl bayrak çeken sosyalistinin yaptığı kültürbakanlığını bir kalça hareketiyle geçer.
Ne demişti Yeşiller Milletvekili C. Rota.
-Rol yapma çekil.
Bizim Powerle ihanet anlaşması yapan Gülümüz var.
Diyarbakırlı Osman Fırça Atma Bakanımız olsun.
BOP Eşbaşkanı Teccala ve tüm hain devlet görevlilerine adam dümdüz gitti.
Demeye terbiyemin müsade etmediği bir dille adam milyonların kalbine tercuman oldu.
-Meclise gireriz, BOP Eşbaşkanınıda, çetesinide asarız!
-Bunula yetinmeyip,
Rockefeller Beslemesini, çarşaflı toplumcuyu ve çetesini de halleder,
erken seçim kararı alan milliyetçiyi ve çetesinide kendi ipiyle çeşni olarak asarız.
-Tüm özelleştirme adı altında yağmalanan, kamu mallarını alanıda, satanıda anasından doğduğuna pişman eder, Sorarız ulan,
Mal sahibi, mülk sahibi nerede ulan bunun ilk sahibi, uçlan ulan tapuları, diye.
İçişleri Bakanlığına Cemil Bıyık gelsin.
Tüm imam hatipleri, tamir edilen kiliseleri, özel üniversiteleri, kapatılan KİTleri tutuk evi yapar,
Son hainler meclisi üyelerini,
Tüm parti il başkanlarını ve çetelerini,
Nato eğitim birimlerinde eğitilen, ajan polis ve generalleri, Tüsiad üyelerini doldurur içeri.
Yargılıyacak, savcı ve hakim bulmakta güçlük çekmez.
Silivridekileri hemen oraya atar.
Evet, amaç devlet ise,
İçte Türk Devleti,
Dün olduğu gibi, bu günde onun bunun elinde.
Ha onalar, ha bunlar ne fark eder?
Dil işine gelince, biz Türkler ganayak milletiz.
Kürtcede öğreniriz, önce yedi Kürtce şivesinin, ağzının hangisini öğreneceğiz?
Antalyadaki yahudi kökenli 200 bin alman, 200 bin ingiliz, 200 bin rusda kürtçe herhalde öğrenecekler. Yoksa hep beraber ibranice mi öğreneceğiz?
Hem osmanlı döneminde devlet dili Türkçe olmadı da ne oldu, sazımız sağ olsun, türkülerimiz susmasın.
Yeterki ayrılık olmasın!

Ölüm Allahın emri.
Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar,

28-29 kere sıçrar mı?
El kaşığı ile çorba yiyenin ağzı yanmaz mı?
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış,
Hırant Dinki bu dünyadan kovdurdu, topukcu Yakupun torunları ve uşakları,’ halimize bakında ibret alın’ dediği için!
Tüm silah fabrikalarının kapandığı bir dünyada, Mutlak barış içinde hep beraberce yaşamak dileklerimle.
Saygılarımla,
 İsmet Aydemir,