1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler. BÖLÜM 33
İstemlerimiz:
1- Dosya 2. Klasör, Dizi 314, 315, 316, 317, 318, 321, 322, 323, 324, 325 te bulunan belgeler, müvekkilimizle beraber en az diğer beş sanığın İstanbul
Emniyet Müdürlüğünden başka bir yerde gözaltına alınıp, sorgulandıklarını kesinlikle saptamış bulunmaktadır.
Gerçekten, müvekkilimiz Talat Turhan’da duruşma tutanağı sahife 19, satır 9 ve devamında özetlenen 8 Haziran 1974 tarihli dilekçesi ile Erenköy’deki bir köşkte
gözaltında bulundurulduğunu, burada kendisine cebar ve işkence yapılarak, işlemediği suç ve fiilere ait ifade tanzim ettirilip, imzalatıldığını beyan etmiş; bu
köşkün kapatıldığı 3. katına ait bir de taslak plan sunmuştur.
Eski İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Emekli Orgeneral Faik Türün’de Hürriyet gazetesinin 8, 9, 13 Şubat 1974 tarihli nüshalarında yer alan beyanatlarıyla
müvekkilimizin iddialarını ve Erenköy’deki köşkü doğrulamış bulunmaktadır.
Ayrıca çok daha önemli bir husus olarak burada sorgulama yapanların, müvekkilimize ait tutanağı imzalamış olan emniyet mensuplarından başka
şahıslar olduğu da sayın komutan beyanlarından anlaşılmaktadır.
İşkence, uygulayıcılar yönünden dava ile ilgili olmayan ayrı bir suç konusu olsa bile, netileceleriyle görülen davaya ait bir kısım belge ve tutanakların
muhtevalarını etkilemişse; sadece bu yönden incelenmesi ve subutu halinde bahsi geçen tutanaklara itibar edilmemesi gerekir. İşte müvekkilimizin bu
doğrultudaki iddialarının gerçekliğini saptamak amacıyla:
a- Erenköy’deki köşkte tatbikat yapılarak, bu köşk taksimatının müvekkilimizin 8 Haziran 1974 tarihli dilekçesini eki olan planla karşılaştırılmasını,
b- Müvekkilimizin İstanbul Emniyet Müdürlüğünden başka bir yerde gözaltında tutulduğunu bilen Emekli Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı’nın tanık olarak
dinlenmesini,
2- Müvekkilimizin işkence gördüğü yolundaki duruşma tutanağında yer alan beyanlarına karşı, Sıkıyönetim Komutanlığının 11 Haziran 1973 gün ve Ad. Müş.
3810-105 Sayılı yazıları eki olarak mahkemeye gönderilen 20 Eylül 1972 tarihli rapor suretinde vücudunda darp ve işkence arazına tesadüf edilmediği
belirtilmiştir. Askeri Savcı 12 Haziran 1973 günlü oturumda (tutanak sayfa 22) bu raporun müveklimizin avukatlarının Komutanlığa yaptığı müracaat muktezası
olarak tanzim olunduğuna işaret etmiştir. Oysa müvekkilimiz, bu tarihte başka bir rahatsızlık nedeniyle viziteye çıktığını, bahse konu amaçla muayene edilmediğini, raporun sonradan vizite tarihine uydurularak ve bu tarihten faydalanılarak tanzim edildiğini ileri sürmektedir. Müvekkilimiz bu yoldaki beyanlarının gerçeklik derecesinin saptanması için:
a- Rapor aslının,
b- Tutuk Evi vizite defterinin,
c- Müvekkilimizin muayenesi için Sıkıyönetim Komutanlığından Tutuk Evi Müdürlüğüne yazılan emrin ve emir gereğinin yerine getirildiğine dair Tutuk Evi
müdürlüğünden Sıkıyönetim Komutanlığına yazılan yazının, celplerini,
3- İddianamenin 7. sayfasının başında yer alan ve buraya da Fevzi Özkaya ifadesinden aktarıldığı anlaşılan bir üst örgüt iddiası mevcuttur. Müvekkilimiz
bunu sorgusunda reddetmiştir. Müvekkilimizin beyanlarının gerçekliğini ya da emniyet ifadelerinin gerçekle ilgisinin bulunmadığını tespit amacıyla, burada
isimleri geçenlerden:
a- Cemal Madanoğlu,
b- Osman Köksal,
c- Mucip Ataklı,
d- Ekrem Acuner’in tanık olarak dinlenilmelerini,
4- Fevzi Özkaya ifadesinde (176/8) ve iddianame (sayfa 32, satır 3 vd) 1969 yılında Yenikapı’da Maran Restoran’da ihtilali amaçlayan toplantılar yapıldığı
iddiası yer almış bulunmaktadır. Müvekkilimiz sorgusunda 22.5.1971 tarihinde açıldığını, ayrıca Maran Restoran’ın altındaki yerde eskiden mevcut olan Yalıspor
kulübünün yalnız üyelerininin kabul edildiği bir yer oluşu nedeniyle buralarda toplantı yapmanın mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Bu durumun ilgili
yerlerden sorularak tespitini.
5- Müvekkilimizin Taksim soygunu ile ilişkisinin iddianamenin muhtelif sayfalardaki anlatımı da farklılık arz etmekte ve birbiriyle çelişki halinde
bulunmaktadır.
İddianamenin 10. sayfasında son üç satırda müvekkilimizin soygun olayında, İrfan Solmazer’in tahliyesinden, yani soygun olayından çok sonra; 11. ve 57.
sayfalarda ise soygundan önce haberdar olduğundan bahis edilmektedir. Gene 57. ve müteakip sayfalarda yer alan iddiaya nazaran soygun, 12 Mart
muhtırasının verilişinden sonra planlanmış ve 18 Mart-20 Mart 1971 tarihleri arasında Ankara’da bulunduğunu zaman ve mekan ve şahıs tasrih ederek
açıklamış bulunuyor. Kendisinin bu açıklamalarını Fakih Özfakih, Orhan Kabibay ve Celil Gürkan doğrulamışlardır. Sorgunun 70. sayfasında yer alan diğer günlere ait iddialarının da gerçekliğini saptamak üzere:
a- Sadi Koçaş, 11 Mart 1971
b- Nihat erim, 18 Mart 1971
c- İlhami Sancar, 18 Mart 1971
d- Ali İhsan Göğüş18 Mart 1971
e- Kemal Satır’ın 18 Mart 1971 günlerinde beraber bulundukları konusunda tanık olarak dinlenilmelerini,
6- İrfan Solmazer ile 1972 başlarında bir duruşma günü beraber olduğuna dair iddiayı cerh eden beyanının doğruluğunu tesbit için:
a- 1972 yılı Şubat ayında hesabına çalıştığı Turan Turizm Şirketi adına devamlı olarak Ankara’da Bulvar Palas otelinde kaldığının gerek bu otelden ve gerekse
Turan Turizm Şirketinden sorularak saptanmasını,
b- İrfan Solmazer’in ise 20.12.1971-11.2.1972 tarihleri arasında tutuklu bulunup bulunmadığını tespitini,
c- Diğer iddialara ilişkin olarak verdiği beyanlardaki gerçekliği ortaya çı-karmak üzere 14 Ağustos 1971-14 Mart 1972 tarihleri arasında Turen Turizm Şirketinde
çalışıp çalışmadığının bahsi geçen şirketten sorulmasını,
7- İddianamenin 13. sayfa son paragrafında yer alan ve buraya Fevzi Özkaya ifadesinden (176-13, 14, 15) aktarılan, 1971 yılı başlarında Fevzi Özkaya’nın
Hasan Yalçınkaya emrine verilmesiyle sonuçlanan bir toplantı iddiası bulunmaktadır. Bu iddianın ne derece gerçek olduğunun belirlenmesi
maksadıyla, Hasan Yalçınkaya’nın Aralık 1970-Mart 1970 tarihleri arasında nerede bulunduğunun Isparta’daki tümenden sorulmasını,
8- Fevzi Özkaya’nın 176/10 ifadesinde yer alan beyan gerçekdışıdır. Ayrıca müvekkilimiz M. Talat Turhan bir Milli Birlik Komitesi üyesi ile müştereken
Hürriyet gazetesine yazı da yazmamış bulunmaktadır. Bu hususun tespiti için ifade de adı geçen Hakkı Aykut’un tanık olarak dinlenmesini,
9- Rafet Kaplangı’nın Mahmut Dondurmacı ile Talat Turhan’a telefon bağı kurmasında, Talat Turhan’ın faydalandığı telefonun sahibi bulunan Gül Recepoğlu’nun tanık olarak dinlenilmesini,
10- Rafet Kaplangı sorgusunda, İrfan Solmazer’in tahliyesini temin için Talat Turhan’ın gösterdiği doğrultuda ifade verdikten sonra, Talat Turhan’ın bir daha
kensini ziyaret etmediğini ileri sürmüştür. Bu beyan gerçekte bağdaşmamaktadır.
Bu iddianın aksı varittir. Bu maksatla Maltepe Askeri Ceza ve Tutuk Evi ziyaret defterinin celp edilerek (17.8.1971-29.11.1971) tarihleri arasında Talat Turhan’a
ait ziyaretlerin saptanmasını,
11- Hasan Yalçınkaya’ya ait ek iddianamede, Talat Turhan’ın Memduh Eren’le örgütsel amaçlar için tanıştırdığı iddiası yer almıştır. Gerçekte bu tanıştırma
müvekkilimizin sorgusunda belirttiği gibi Hasan Yalçınkaya’nın kardeşi Ali Yalçınkaya’nın eşinin tedavisi için öngörülmüştür. Bu konuda Ali Yalçınkaya’nın
tanık olarak dinelenilmesini ve kendisinden tedavi müessesinin öğrenilerek buradan eşine ait belge ve kayıtların istenmesini, Bil vekâle saygı ile arz ve talep eyleriz.
Avukat Gülçin Çaylıgil,
Avukat Ziya Nur Erün,
Avukat Hidayet Ilgar
Notlar:
1- Bu dilekçe 11 Haziran 1974 günkü duruşmada mahkemeye verilmiştir.
2- Duruşma tutanağı Sahife 549’a bakınız.
Ek 52
Askeri Savcının Soruşturmanın Genişletilmesi için Mütalaasına Verilen Yanıt İstanbul, 19 Temmuz 1974
1. Ordu Komutanlığı Nezdinde
3 No.lu Askeri Mahkeme Başkanlığına,
Soruşturmanın genişletilmesi istemlerimiz hakkında Askeri Savcı mütalaasına karşı diyeceklerimi 28 Haziran 1974 günkü duruşmada beyan ettiğim gibi yazılı
olarak takdim ediyorum.
1- Örgüt üst kademesinde Sayın Muhsin Batur ve Sayın Kemal Kayacan’ın dahil bulunmadığı hususundaki Askeri Savcı beyanlarını (Du. Tu. Sh. 551) günün
politik ortamı içinde bir geriye dönüş olarak nitelemekteyiz.
a- Gerçekte yapılması tasarlanan provakasyonlar içinde bu kişiler de muhtemel birer sanık adayı olarak gösterilmişlerdir.
b- Nitekim; Hasan Yalçınkaya ile ilgili ek iddianamenin 1. ve 2. sahifelerinde Sayın Faruk Gürler’in ismi ile birlikte diğer “üst kademedeki komutanların
cuntaya mensubiyetleri” iddia adilmektedir.
Bu iddianamenin kaynaklandığı Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinin 3-4 ve 5. sahiflerinde Sayın Muhsin Batur ve Sayın Kemal Kayacan cunta mensupları
olarak ismen belirttirilmişlerdir.
Ancak Sayın Savcı ek iddianamenin hazırlandığı dönemdeki politik konjüktür içerisinde bu kişilerin isimlerini iddianameye münferiden aktarmayıp “üst
kademedeki komutanlar” deyimi ile iktifa etmiştir.
c- Savcının yukarda izah edilen nedenlerle, münferiden isim saymaması soruşturmanın genişletilmesi ile ilgili taleplerimize karşı verdiği mütalaasında,
taleplerimizin reddini isterken öne sürdüğü Faruk Gürler’den başka bir ismin dosyada yer almadığını mütalaasına mesnet yapmak isteyişi savcılık makamının
başından beri göstermiş olduğu çelişkilerin tipik bir örneğidir.
d- Kaldı ki; bu konudaki ayrıntılı eleştirimizi 5 Nisan 1974 tarihli dosyamızın 12 - 35. sahifelerinde ayrınlıları ile yapmış bulunuyoruz.
2- a- Sayın Askeri Savcı mütalaasında yeni iddilara serdetmek gereğini duymuştur. O da mealen “Bomba davası örgütü ile Madanoğlu davası
sanıklarının aynı örgütün uzantıları” olduklarıdır. (Du. Tu. Sh. 554)
b- Oysa yakın tarih sahnesinde adı geçen kişilerle benim bir zamanlar dahil olduğum “Silahlı Kuvvetler Birliği” arasındaki sürtüşmeler bugünden birçok anı
kitaplarına yansımış bulunmaktadır. Savcının bunları okumadan yeni iddialar serdetmesini kendi açısında talihsizlik sayıyoruz.
c- Politik niteliği ağır basan ve çeşitli art niyetleri bünyesinde taşıyan her iki davada da iddia makamını işgal eden kişinin, tam bizim mukabil delillerimizi
huzura getireceğimiz bir dönemde bu iddiayı ortaya atması, bizim yasalardan doğan haklarımızı kullanmamızı engellemek amacına yöneliktir.
d- Eğer her iki dava arasında iddia edildiği gibi şahıs ve fiil birliği varsa, davalar arasında irtibat mevcuttur. Her iki dosyayı da görevi gereği bilmek zorunda olan
Sayın Savcının daha önce davaların birleştirilmesi talebinde bulunması gerekmez miydi?
e- Gerçekte davalar arasında irtibat provokasyon karargahı olan Kontr-Gerilla’da kurulmak istenmiştir. Bu konudaki görüşlerimizi 5 Nisan 1974 tarihinde Yüksek
Mahkemenize sunduğum dosya (Bölüm III, Ek-9) da belirtmiş bulunuyoruz.
Bugün Askeri Savcının bizim görüşümüzü desteklemesini de kendi adına talihsizlik sayıyoruz.
3- a- Fevzi Özkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinde; benim patlama işleri için kendisini Hasan Yalçınkaya’nın emrine verdiğime dair bir atfı cürüm vardır. Bu
ifadenin tarihi Mayıs 1972 dir.
Bir sene bu atfı cürüm nazarı itibara alınmamış ve Hasan Yalçınkaya gö-zaltına alınmamıştır.
b- Fakat 6 Mayıs 1973 tarihli Tercüman gazetesinin 1. ve 7. sahifelerinde bir haberin yer aldığını görüyoruz.
“Dinamit temini
Askeri Savcı patlamalarda kullanılan dinamitin çoğunluğunun sonradan emekliye ayrılan Levazım Albay Hasan Yalçınkaya tarafından örgüte temin edildiğini de
bilirtmiştir.”
c- Oysa böyle bir iddia Askeri Savcı tarafından serdedilmiş değildir.
Fakat 18 Mayıs 1973 tarihli Hasan Yalçınkaya’nın Kontr-Gerilla ifadesinde böyle bir suçun yaratılmış olduğunu görüyoruz.
d- Herhalde adalet tarihi yazarları Askeri Savcı Tercüman gazetesi-Kontr-Gerilla triosunun irtibatını ortaya koyarken bu somut örneğe de yer vereceklerdir.
e- Uydurulan bu dinamit senaryosu Hasan Yalçınkaya’dan-Numan Esin’e aktarılmış ve ben devreye dahil edilmişimdir.
f- Bu konuda Yüksek Mahkemeye sunduğum 6 Aralık 1973 tarihli dilekçemde gerekli açıklamayı yapmış bulunuyorum.
g- Sayın Savcı iddiasını ispat için maddi delillerden yoksundur. Kamu tanıklarının beyanlarına itibar etmediğini duruşmalarda pek çok defa ifade etmiştir.
Halbuki bu beyanların değerini takdir mahkemeye aittir. Kaldı ki Sayın Savcı mesnetsiz birtakım iddialarda bulunduktan sonra, bunları cerh edici mahiyetteki
delillerimizin mahkeme önüne getirilmesine tahammül edememektedir.
h- Bilfarz sahnelenen ikinci dinamit alışverişi esnasında ben Kontr-Gerilla örgütünde gözaltındaydım. Bunun aksini kim, ne şekilde iddia edebilir?
i- Ceza yargılamasında iddia ve müdafaa birbirini tamamlayan bir bütündür.
Müdafaamızın dayanağını teşkil edecek olan delilerimizin gereksiz ve fuzulu addedilmesi adeta karara gidilirken sadece iddia ile bağlı kalınması gibi tasvip
edilemeyecek bir hukuki handikaptır.
34. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder