23 Kasım 2019 Cumartesi

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 13

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 13




    Akademi'de bir arkadaşımız, "1979'da MİT elemanı beni karşısına aldığında, 'bu adamı nasıl kaçırdık' diye başını dövdüğünü" söylüyordu. Cüneyt Arcayürek " 
12 Eylül'e nasıl gelindi?" başlıklı serisinde, "bu yılan bir karıştı, bir askerimiz potinini kaldırsaydı ezerdi, ama büyük bir gafleti yaşadık" diyor. Sanırım bu durumları söz konusu etmek istiyorlar. 

Bunların amacı, tabii ki beni bu ilişki aracılığıyla kontrol etmek. Ben bu taktiği çok bilerek mi yürüttüm? Daha çok, işbirlikçi de olsa bir aileden devrimci çıkabilir, dedim.54 

Bunun inancı kesin vardı. Bu, arkadaşımız da, değerli bir yoldaşımız olabilir, dedim. İkincisi, ihtiyatı elden bırakmadım. İhtiyatı elden bırakmamak ne 
demektir? Buradan muhtemelen kontrol edebilirsin, onu idare et, kullan! Pilot'u da biraz böyle kullandık. Uğur Mumcu da bu konuda "Apo, Pilot bizim gözümüz ün bebeğidir, onu koruyalım, demiş" diyor. Bu lafları aynen söylemedim, ama buna benzer bir yaklaşımı geliştirdim. Çünkü Pilot'u vursaydık o zaman PKK daha adını bile kendine takmadan imha edilebilirdi. Yine bu ilişkiyi böyle sürdürmeseydim, kesin yurtdışına çıkış olayını zor gerçekleştirirdik. 

Çünkü daha 1975'lerde düşman, "bu, Kürdistan ulusal ordusunun kuruluşuna yönelmiştir. Kontrol altına alınmalıdır" diyor. Bu bilgi bize 1975'te geldi. Bir DDKD sanığı bize bunu iletmişti. O zaman Dev-Yol'un ismi daha çıkmamıştı. Dev-Genç ismi içinde hareket ediyordum. Bu sefer, "Kürtçü müdür, Dev-Genç'ci midir?" diye soru işaretleri yaratmıştım. Bir yılı da öyle geçirdik. Daha sonra "kontrol altında ve her an tutarız" diyorlar. Şimdi ben de bu ilişkiden dolaylı olarak yararlandım ve bildiğiniz gibi çıktık. 

Türkiye'nin her yerinde ancak özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde devam etmekte olan terör olaylarının sebep olduğu karmaşa, 
Apocular'ın diğer terör örgütleri ile girmiş oldukları mücadelelerle isimlerini iyice duyurmaları, TKDP'nin bölünmesi ile bu örgüt mensuplarının birçoğunun 
Apocular'ın saflarına katılmaları ve daha sistemli bir şekilde yürütülen eleman kazanma çalışmaları gibi birçok sebep Apocular'ın sempatizan ve eleman sayısında büyük bir artışa sebep olmuştur ve gittikçe büyüyen bu grubun kontrol altında tutulması, aynı strateji çerçevesinde ortak hedefleri gerçekleştirmek için bir eşgüdümün sağlanabilmesi ve en önemlisi örgütün temel belgeleri olan Manifesto ve Parti Programı'nda yer alan stratejinin gerçekleştirilebilmesi ve tüzüğe uygun örgütlenme modelinin hayata geçirilebilmesi için ilk adım olan partileşme kararı, 1978 yılının Kasım ayında alınmıştır (Yılmaz, 2007: 20). Özetle, 1978 yılına gelindiğinde PKK için gerekli zemin oluşmuştur. Bu süreç sonunda dikkat çeken bir nokta ise bu çekirdek gruptaki herkesin bir şekilde saf dışı edilmiş olması ve Öcalan'ın daha da rakipsizleşmesidir. 

3.1.3. PKK Dönemi (1978-2002) 

I. Dönem: Örgütlenme ve Eğitim Safhası 

15 Ağustos.1984 yılında gerçekleşen ve bir askerin şehit olduğu Eruh ve Şemdinli baskınına kadar PKK'nın devlete karşı doğrudan ciddi bir terörizm 
uygulamasına tanık olunmaz. 55  

Esasında bu eylem de siyasi amaçlıdır. 1976 yılında Ankara'da bir özel hastaneye yapılan soygun girişimi, terör örgütü PKK öncülleri tarafından gerçekleştirilen ilk eylem (Bal ve Özkan, 2012: 146) olsa da bu eylemin küçük çapta olması ve doğrudan devletin varlığına yönelik olmaması Eruh ve Şemdinli baskınıyla 1984 yılını PKK terörünün ilk örneği olarak kabul etmemizi gerektirir. 

1973 ile 1984 yılları arasında PKK ya da seleflerinin devletin varlığına karşı ciddi herhangi bir eylemde bulunmaması Öcalan'ın PKK'nın kurulup güçlenmesi 
sürecinde önemli bir taktiğidir. Diğer komünist Kürt gruplar Türk Devleti'ni hedef alırken, "Apocu" hareket ilkin Türk güvenlik güçleri yerine siyasi rakiplerine; yani diğer Marksist kökenli radikal Kürt gruplara saldırmayı ve onları yıkmayı tercih etmiştir (Özdağ, 2007: 34). Böylece Apocular sadece Kürtçü gruplarla savaşırken; Kürtçü gruplar hem devletle hem de Apocular'la savaşmak zorunda kalmıştır ve Apocular'ın şiddete daha yatkın ve radikal olması nihayetinde Apocular'ın tek örgüt olarak kalmasında büyük rol oynamıştır. 

Apocular'ın nihayetinde ise PKK'nın şiddete daha yatkın olması ve bunu mücadelenin temeline yerleştirmesi PKK'nın manifestosu niteliğindeki "Kürdistan Devriminin Yolu" adlı broşürde uzun uzun anlatılmıştır. Parti programı niteliğindeki bu broşürde örgütün nihai amacı olan "Kürdistan Devrimi", broşürdeki cümleleriyle özetle şöyledir (Öcalan, 1993a: 119-128): 

Devrimin tanımı ve özellikleri: Kürdistan Devrimi, ulusal baskının hiç çözümlenmediği, tam tersine sürekli geliştiği, bu baskılar yüzünden ortaçağ 
karanlıklarının varlığını güçlü bir şekilde duyurduğu bir ülkenin devrimidir. 

Tarihte sürekli gelişip güçlenen ve günümüzde kapitalist Türk sömürgeciliği biçiminde somutlaşan milli baskı, Kürdistan Devriminin ilk aşamasının milli yönde gelişeceğini ortaya çıkarır. 

Milli çelişkiye bağlı olarak ve onunla birlikte çözümlenecek bir çelişki de, halkla feodal-kompradorlar arasındaki çelişkidir. Kürdistan Devriminin diğer bir özelliği 
de budur. 

Bu çelişkinin çözümü, devrimin demokratik yanını vurgular. 

Kürdistan Devriminin milli ve demokratik yanları arasına mesafe koymak, milli ve demokratik yanların çözümünü farklı dönemlere ayırmak yanlıştır. 

Kürdistan Devrimi, bir Milli Demokratik Devrim'dir. 

Devrimin hedefleri ve görevleri: Kürdistan Devrimi, en ön planda Türk sömürgeciliğini hedef alır. Siyasi bağımsızlığı gaspeden, Kürt dili, tarihi ve kültürü üzerinde tam bir yok etme işlevini sürdüren, üretim güçlerini tahrip ve talan eden Türk sömürgeciliğidir. Bu sömürgeciliğe, dışta emperyalistler, içte de feodal-kompradorlar destek vermektedir. Birbirlerine çok sıkı ekonomik bağlarla bağlı olan bu üç güç, Kürdistan Devriminin hedeflerini teşkil ederler. 

Kürdistan Devriminin özelliklerinden ve hedeflerinden kaynaklanan Kürdistan Devriminin görevleri, Bağımsız ve Demokratik bir Kürdistan yaratmayı öngörür. 
Bağımsız bir Kürdistan yaratmak, Kürdistan'ın yeraltı ve yerüstü kaynakları, emeği, tarımı, ticareti, mali ve sınai alanı üzerindeki ekonomik sömürgeciliği, dil, tarih, kültür, sosyal ve siyasal alanda gelişmeyi önleyen kültürel ve siyasal sömürgeciliği ve askeri işgali ortadan kaldırmakla mümkündür. Bu alanlardaki sömürgecilik tasfiye edildikten sonra, Kürdistan'ın siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda bağımsız bir gelişme yoluna girmesi mümkündür. Demokratik bir Kürdistan yaratmak ise, Kürdistan'ın toplumsal yapısı üzerindeki ağır feodal-komprador baskıların ortadan kalkmasına bağlıdır. 

Birbirine bağlı olan bu iki alandaki baskı ve sömürüye karşı görevlerimizi yerine getirmek, ancak bilimsel sosyalizmin rehberliğinde bir politik örgüt, bu politik 
örgütün önderliğinde bir ulusal kurtuluş cephesi ve bu cepheye bağlı savaşan güçlü bir halk ordusunun örgütlendirilmesiyle mümkündür. Parti, cephe ve ordu 
örgütlenmelerinin içerik kazanması ve gelişmesi için de, işçilerin, köylülerin, esnafın, gençliğin ve kadınların kitlevi örgütlerinin yaratılması gerekir. 

Devrimin yöntemi ve taktiği: Bir halk, nüfusunun azlığına veya çokluğuna bakmadan, eğer savaşacaksa, uzun süreli bir halk savaşına hazırlanmalıdır. Bu 
savaş, çeşitli evrelerden geçerek o halkı kurtuluşa götürecektir. Bu kural, bizim için de doğrudur. 

Devrimin temel gücü ve ittifakları: Kürdistan Devriminin birincil ittifakları iki halkadan oluşur. Gençlik-aydın tabaka, birinci halkayı oluşturup, özellikle devrimin başlangıç aşamasında büyük rol oynayarak, devrimin gelişip başarıya ulaşmasında önemli ve güvenilir bir müttefiktir. Kent küçük-burjuvazisi ve diğer milli güçler ikinci halkayı oluşturup, özellikle devrimin geliştiği dönemlerde mücadeleye katılırlar. Kürdistan Devriminin ikincil ittifakları üç halkadan oluşur. Birinci halka Kürdistan'ın diğer parçalarındaki yurtsever hareketlerle ittifakı, ikinci halka Kürdistan'ı sömürgeleştiren ülkelerin devrimci hareketleriyle ittifakı, üçüncü halka sosyalist ülkeler, ulusal kurtuluş hareketleri, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketi ve tüm ilerici insanlıkla kurulacak ittifakları içerir. 

Özetle, radikal solun, etnik istekler doğrultusunda devşirildiği bu yarı sosyalist yarı milliyetçi radikal hareket, radikal solun etkisiyle terörizme; etnik 
milliyetçi isteklerin etkisiyle de ayrılıkçılığa vurgu yapmaktadır.56 

Temel iddia Kürtlerin her şeyleri ile başta Türkiye olmak üzere Suriye, İran ve Irak tarafından sömürgeleştirildiği ve bu ülkeleri içine alan Büyük Sosyalist Kürdistan'ın.57 

Kurulmasının da temel çözüm olduğudur. Temel araç, parti; temel strateji, Halk Savaşı; temel hedef ise, Büyük Sosyalist Kürdistan'ın kurulmasıdır. 
Broşür etnisite vurgusu dışında diğer sosyalist broşürlerden pek de farklı değildir. 
Şekil 9: Kürdistan Olarak Tabir Edilen Yer 
Kaynak: lib.utexas, 2012 

Broşürünün 128. sayfasında dikkat çeken bir paragraf şöyledir: 

Bu konuda, gerek ezen ulus "devrimcilerinden" gerekse onlarla farklı nüanslar dan ama aynı telden çalan ezilen ulus "devrimcilerinden" gelen, ulusal mesele  konusundaki "bölgesel özerklik", "federal birlik", "dil ve kültür özerkliği" biçimindeki çözüm yolları gericidir ve günümüzde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının biricik doğru yorum tarzı olan "bağımsız devlet" tezine aykırıdır. Bağımsız devlet, günün şartlarında tek doğru, doğru olduğu için de devrimci bir tez olup, diğer tezler ve çözüm yolları devlet sınırlarına dokunmadığı için reformist, reformist olduğu için de gerici tezlerdir. 

PKK, başından itibaren, amacının birleşik, bağımsız bir Kürt devleti kurmak olduğunu ilan etmiş, dolayısıyla Pankürtçü hayallerini asla gizlememiştir: fakat 
Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği gibi olası güçlü hamilerin sahneden çekilmeleri, bununla birlikte devletin gücünün sınırlarının farkına varılması ve en önemlisi, Türkiye'deki Kürtler arasında tam bağımsızlık için gerçek anlamda destek bulunamaması ciddi bir bağımsızlık iddiasında bulunulmasını güçleştirmektedir (Fuller, vd. 2011: 48, 51). Bu nedenlerden dolayı PKK'nın 2000 yılında yapılan VII. Kongre'sinde bağımsızlık fikrinden vazgeçilmiş özerkliğe vurgu yapılmıştır. 

Kuruluş 

27-28 Kasım. 1978 tarihleri arasında Diyarbakır ili Lice İlçesi Fis (Ziyaret) köyünde parti program taslağı ve de tüzüğü kabul edilerek partisinin adı Kürdistan İşçi Partisi anlamına gelen Partiya Karkerên Kurdistan (PKK) olarak belirlenen örgütlenme kurulmuştur.58 

Bu tarih ayrıca kuruluş kongresi (I. Kongre) olarak kabul edilmektedir. Söz konusu bu gizli kongreye, Öcalan, Cemil Bayık, Şahin Dönmez, Mehmet Hayri Durmuş, Baki Karer, Mehmet Turan, Mehmet Cahit Şener, Ferzende Tağac, Ali Haydar Kaytan, Mazlum Doğan, Hüseyin Topgüder, Ali Gündüz, Sekine Cansız, Kesire Yıldırım, Duran Kalkan, Ali Çetiner, Faruk Özdemir, Abbas Göktaş, Abdullah Kumral adlı örgüt elemanları katılmıştır (Doğan, 2007: 47). Merkez yürütme, merkez komite ve bölge hazırlık komite üyelerinin seçildiği bu kongrede (Yılmaz, 2007: 21) Öcalan genel sekreter seçilmiştir.59 

Bu kongre ile örgüt bölge komiteleri ile tüm ülkeye yayılmaya çalışmıştır. Ayrıca örgüt bu kongre ile hedeflerini de belirlemiştir. Eylem programlarında belirlenen 
hedefler şunlardır (Ersever, 2010: 65): 

. Devlet güvenlik kuvvetleri ve bunların istihbarat kaynakları, 
. Türk milliyetçisi örgütler ve bunların önde gelen liderleri, 
. Doğu ve Güneydoğudaki nüfuzlu ve popüler kişiler, 
. Güneydoğulu milletvekilleri, 
. Belediye başkanları, 
. Aşiretlerin ileri gelenleri, 


Ayrıca sosyal şoven olarak isimlendirilen tüm sol örgütler ve özellikle; 

. Halkın Kurtuluşu Örgütü, 
. Devrimci Halkın Birliği, 
. Türkiye İşçi köylü Partisi, 
. Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri, 
. Özgürlük Yolu, 
. Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları. 


Öcalan kuruluşu şöyle (1996: 156) Anlatır: 

1978'i partiyi kurma ve adını açıkça ilan etme yılı olarak düşündük. […] Bizim açımızdan oldukça düşündürücü ve kararlaştırıcı bir yıl olması gerekiyordu. 
"Parti olarak ilan edecek miyiz, etmeyecek miyiz?" diye kendimize soruyoruz. 

Ve en önemlisi de hazır adam yoktu. Ulusal kurtuluşa, parti gerçeğine kimse kendini öyle fazla katacak durumda değildi. Öğrenci gençlik sorumsuz, öngörüsüz ve fazla umutlu da değildi haklı olarak. Buna rağmen bilindiği gibi partiyi resmen kuruluş toplantımız, Kasım ayının sonlarında başladı. "Sadece adını ilan ederiz, hiç olmazsa tarihe böyle bir isim kalır. O da bir temel olur" diyorduk. Bir yılı boşa geçirmektense veya ucuz kaybetmektense, bu yıla böyle bir isim sığdıralım, dedik. Ve sonuçta ismimizi ortaya attık. 

İlk defa PKK adıyla bu büyük sorumluluğu Diyarbakır'da yoğunlaşarak ve kuruluş bildirisini hazırlayarak aldık. Biliniyor, manifestoyu da 1978'in Temmuz'unda, ilk on günde ben hazırlamıştım. Kuruluş bildirisini de kışa doğru hazırladık. 

Görüldüğü gibi Öcalan en başlarda pek de umutlu değildir. Aynı tavırla 1978 yılına dek geçen süreyi Öcalan şöyle (1995: 188) açıklar: 

Çok gevşek bir grup, ideolojik grup hareketi olarak başladık. Bu aşağı yukarı 1970'lerden 1978'lere kadar gelir. Bir de silahların daha çok kullanılması, özellikle Haki Karer'in şahadetinden sonra bir ihtiyaç haline geldi. 

Öcalan örgütün kamuoyuna duyurulmasını, çalışmaların tamamlanmasından sonraya bırakmış ve bunu bir eylem sonrasında gerçekleştirmeye karar vermiştir (Doğan, 2007: 47). 1979 yılında Öcalan'ın Suriye'den verdiği emirle Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak'a.60 Silahlı saldırı düzenlenmiş ve olay yerine bırakılan PKK bildirisi ile örgüt ilan edilmiştir; fakat ses getirecek asıl eylem için daha beş yıl vardır. 

Öcalan'ın 1979 yılında Suriye'ye kaçışı ise taktiksel bir hareket olmaktan öte Öcalan'ın yakalanma korkusuyla yaptığı bir harekettir. Çünkü 1979 yılı Mayıs ayında Elazığ'da örgüte karşı gerçekleştirilen kapsamlı bir operasyonda PKK'nın ikinci adamı konumundaki, Merkez Komite üyesi Şahin Dönmez ve Elazığ bölge 
komitesinden birçok militan yakalanmış, Dönmez'in vermiş olduğu ifadelerle PKK kadroları ilk defa geniş bir şekilde deşifre edilmiş ve bu durum partileşme süreci 
içerisine girmiş olan PKK'da büyük sıkıntılara yol açmıştır ayrıca ulusal gazetelerin de bölgede PKK'nın yapmış olduğu eylemlere yer vermeye başlaması, dikkatlerin PKK üzerine yoğunlaşmasına sebep olmuş ve örgüt içerisinde, tasfiye edilecekleri izlenimi ile birlikte huzursuzluklar baş göstermiştir (Yılmaz, 2007: 22). 

Öcalan Suriye'ye kaçışı hakkında şunları söyler: 

1978 Kasım'da parti ilanı yapıldı. 

1979'da Şahin yakalanmıştı. Şahin'le kaldığım apartman basılmıştı. Bu baskın erken uyanmamıza yol açtı. Çünkü Şahin'in çözüldüğünü biz 20 Mayıs'a doğru öğrendik. 
Yurt dışına çıkış kararımı ben onun üzerine verdim. Eğer o yakalanma durumu olmasaydı, biz bu yurt dışına çıkma kararını böyle vermezdik (1996: 101).61 

Zaten Hürriyet yine başlık atıyordu: "Apocular Doğu'yu kasıp kavuruyor."62 

Belli ki üzerimize geliyorlar ve her an tasfiye olma durumumuz olabilir. Elazığ tutuklanması başlamış, Şahin Dönmez itirafa başlamış ve hatta valiye mi, emniyet müdürüne mi "gidelim, o Apo'yu olduğu yerde yakalayalım. Elimle koyduğum gibi bulup çıkarabilirim, yeter ki emret" demişti. Karar yok, olsa aslında bana da uzanacaklar (1996: 158). 

Elazığ tutuklamaları üzerine, örgüt lideri Öcalan'ın diğer örgütlerden daha katı ve farklı olarak, tutuklanma durumunda kalanların kesinlikle polise bilgi 
vermemesi, verenlerin hain ilan edilmesi türünde bir cezaevleri tavrı geliştirdiği görülmüştür (Töreli, 2002: 58). PKK'nın bu sıkı milis yapısı ve her türlü örgüt içi 
tartışmayı veya örgüt ve faaliyetleri hakkında dışarıya bilgi sızmasını engelleyen Leninci "demokratik merkeziyetçilik"i, Soğuk Savaş sonrası ortama uyum 
sağlanılması amacıyla Marksist-Leninist çizgi terk edilmiş olsa da, günümüze kadar büyük ölçüde bozulmadan gelmiştir (Fuller, vd., 2011: 48). 

Öcalan'ın Suriye'ye tam da darbe öncesi çıkışı Dönmez'in yakalanmasının yanı sıra başka nedenlerde de aranabilir. Nitekim Özdağ (2007: 37), Öcalan'ın 
Türkiye'den ayrılmaya karar vermesini muhtemel Bulgar gizli servisinin darbe öncesinde Öcalan'ı uyarmasına bağlar. Keza Ersever de (2010: 71, 72) Öcalan'ın Suriye'ye çıkışını darbenin kendisine haber verilmesine ve ayrıca bazı güçlerin örgüt elemanlarının yurtdışında eğitilmesini istemesine bağlar; fakat Öcalan yukarda yaptığımız alıntısında görüldüğü gibi Suriye'ye çıkışını Dönmez'e ve ayrıca dikkatlerin PKK'da yoğunlaşmasına bağlamaktadır. 

Başka konuşmalarında ise Öcalan Suriye'ye çıkışını daha doğrusu bu kaçışını, eğitimli elemanlar sağlamak için yaptığını belirtirken bazen de bu kaçışını saklandığı şehir olan Şanlıurfa'nın sıcağına ve sineklerine bağlamıştır (Ersever, 2010: 71). 

Öcalan, Suriye'ye geçtikten sonra Şam'ın desteği ile askeri müdahale sonrası silahlı gruplardan yaklaşık 200 kişiyi Suriye'ye çekmeyi başarmıştır ve Suriye, 
PKK'ya Bekaa Vadisinde bir kamp yeri ile örgütsel ideolojinin temel esaslarını öğretmeleri için Sovyetler Birliği tarafından eğitilmiş eğitmenler sağlamıştır (Alkan, 2010: 164). O dönemde, PKK'lı militanlar, George Habbaş grubundan ayrılmış bir fraksiyon olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin Genel Kumandanı Ahmet Cibril tarafından eğitilirken örgüt uzun süreli Halk Savaşı stratejisini benimsemeye başlamıştır ve örgütün ilk silahlı grubu da Nisan ayı 1980 yılında Türkiye'ye girmiştir (Özdağ, 2007: 38). Eğitim görüp Türkiye'ye gruplar halinde dönen ve başlarında Kemal Pir'in olduğu militanlar ülkenin Doğu ve Güneydoğu'nun üç noktasında (Adıyaman, Tunceli ve Sason) üstlenmişlerdir (Ersever, 2010: 73). 

Öcalan'ın ardından örgüt militanlarının Suriye'ye kaçışı sonrası dönem PKK'nın ayrıca ASALA.63 ile ilişkiye geçmesi dönemidir. 

Bu dönemde PKK ile ASALA ortak eylemlerde bulunmak ve ittifak oluşturmak için imza atmışlardır (cnn, 2012) ve PKK bu dönemde ASALA'dan çeşitli eğitimler almıştır. 

Bu gelişmelerin akabinde Öcalan, yurtiçindeki teröristlere talimat göndererek; 21-28 Nisan tarihlerini "Kızıl Hafta" ilan ettiğini bildirmiş, bu dönemde silahlı 
eylemlerin tırmandırılmasını istemiş; böylece, "Ermeni Soykırım Günü" olarak ilan edilmiş olan 24 Nisan'da eylemler gerçekleştirerek PKK-ASALA işbirliği ve 
dayanışmasını güçlendirmiştir (Dündar, 2009: 177).64 

Yurt dışında sürdürülen bu çalışmaların paralelinde, Öcalan'ın güdümü ve Merkez Komite üyelerinin denetimiyle yurtiçi örgütlenmeye devam edilmiştir ve bu kapsamda 12 Eylül döneminden önce, PKK'nın 22 il ve 63 ilçede örgütlendiği bilinmektedir (Doğan, 2007: 51) 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

54 Öcalan'ın kastettiği kişi boşandığı eşi Kesire Yıldırım'dır. Kesire Yıldırım'ın ailesi 1937 Dersim İsyanı sırasında devletin yanında olduğu için Öcalan ondan 
böyle söz etmektedir ve ona göre Yıldırım da Pilot gibi örgütteki bir ajandır. Yıldırım örgütten ayrılmıştır ve hayattadır. Günümüzde Kesire Yıldırım'ın babası 
Ali Yıldırım da MİT elemanı olduğu iddiaları vardır. Bu iddia PKK'nın MİT tarafından kurulduğu iddiasını güçlendirmek amacıyla ortaya konmaktadır. 
55 15 Ağustos her sene PKK'lılar tarafından eylemler yapılarak kutlanmaktadır. 
56 1789 Fransız İhtilali ürünü olan milliyetçiliğin aslında Sosyalizm ile yan yana getirilmesi bir zorlamadır. Nitekim Sosyalizm, milliyetçiliği bir burjuva ideolojisi olarak gördüğünden olumlamaz aksine kapitalist düzenin yarattığı sınıf ayrılıkları ve çatışmanın gizlenmesinde milliyetçiliğe olumsuz anlamda vurgu yapar. Marks bu konuda şunları (Yılmaz, 2008: 12) söyler: İşçinin milliyeti Fransa, İngiltere ya da Almanya değil, emek, bedava kölelik ve kendi kendini satmaktır. Onu yöneten hükümet Fransız, İngiliz ya da Alman hükümeti değil sermayedir. Doğduğu yerin havası Fransız, İngiliz ya da Alman havası değil fabrika havasıdır. Ona ait olan topraksa Fransız, İngiliz ya da alman toprağı değil yerin birkaç karış altıdır. 
     Buna rağmen Marksizm'in milliyetçilik karşısında net bir duruşu yoktur. Örneğin, Lenin ezen ve ezilen ülke milliyetçiliği ayrımını gündeme getirerek, 
emperyalizmin baskısı altında ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkı olduğunu iddia etmiştir (Selçuk, 2012: 121). 
     Yine de PKK, özellikle sol kökenli bir örgüt olması nedeniyle, aslında milliyetçi Kürt hareketleri arasında sıra dışı bir olgudur (Fuller ve Barkey, 2011: 45) 
57 Kürdistan tabirini resmi düzeyde ilk kullanan kişi Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Sancar'dır (1086-1157). Bu terim Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgeyi 
tabir etmek amacıyla Osmanlı devrinde de kullanılmıştır. Günümüzde Kürtlerin yaklaşık %60'ı Fırat Nehri'nin batısında yaşamaktadır (Tan, 2011: 530) 
bu açıdan Kürdistan deyiminin nüfussal yoğunluğa yaptığı vurgu oldukça zayıflamıştır; fakat Tan, Kürdistan deyiminin bu özellik kaybını farklı bir biçimde 
değerlendirerek şöyle (2011: 531) demektedir: "Bugün etnik olarak, nüfusu ve coğrafyayı ayırma imkânı kalmadığından 'Kürdistan' 'Türkiye'dir, denebilir." 
Kuşkusuz bu düşünce mantıktan uzak bir "zorlama"dır. Kısacası PKK uzun süreli bir Halk Savaşı sonucunda, devletin zayıflatılarak topyekûn bir ayaklanmayla 
hedefe ulaşılacağını belirtirken; diğer Kürtçü örgütler halkın bilinçlendirilmesi akabinde bir ayaklanmanın gündeme gelebileceğini savunmuşlardır (EGM, 2004: 13). 
58 27 Kasım her sene PKK'lılar tarafından eylemler yapılarak kutlanmaktadır. 
59 PKK bir terör örgütü olsa da elbette kendini bir terör örgütü olarak tabir etmez. PKK kendini devrimci bir parti olarak görür bu devrimci parti olma iddiası elbette örgüt başının "başkan" olmasına izin vermez; örgüt diğer tabirle partinin başı tüm komünist partilerde olduğu gibi "parti genel sekreteri"dir. Örneğin, Stalin, Melenkov, Kruşçev, Gorbaçov vb. PKK'nın Sovyetlerin yıkılması sonrası yaptığı ideolojik revizyon gereği Marksizm-Leninizm'den kısmi şekilde uzaklaşması ile "genel sekreterlik" konumu "başkanlık"a dönüşmüştür. 
60 PKK'nın Bucak aşiretine saldırması elbette gelişigüzel bir hareket değildir. Şanlıurfa'da özellikle Siverek ilçesinde etkin olan Bucaklar, özellikle 1990'larda 
olmak üzere PKK ile devlet yanında olarak mücadele etmişlerdir. Bu mücadelenin ödülü olarak da başta uyuşturucu kaçakçılığı olmak üzere pek 
çok illegal faaliyetleri devlet tarafından görmezden gelinen Bucaklar'ın pek çok mensubu GKK Kanunu kapsamında da silahlandırılmıştır. 
Bucaklar deyim yerindeyse bölgede devlet olmuşlardır ve dönemin DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak'ın 1996 yılında meydana gelen Susurluk 
Kazası'nın baş aktörü olması Bucakların devlet içinde devlet olmalarının yanında ayrıca mafya ile önemli ilişkiler içinde olduğunu da kanıtlamıştır. 
61 Şahin Dönmez bir açıdan PKK'nın ilk itirafçısı sayılabilir. Dönmez'in çözülmesi elbette PKK tarafından cezasız bırakılmamıştır. Dönmez on yıl kadar hapiste 
kaldıktan sonra PKK tarafından infaz edilmiştir. 
62 Hürriyet gazetesi bu haberi 20 Ağustos 1979 tarihinde yapmıştır. Gazete kupürü için bk. gecmisgazete, (2012). 
63 ASALA (Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia/Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu): 1973-1985 yılları arasında yurtdışındaki 
Türk diplomatlara yönelik bombalı eylemlerde bulunan bu terör örgütü PKK gibi Marksist-Leninist ve aşırı milliyetçi ideolojidir. Türkiye'ye yönelik terörizmi, intikam ve Türkiye'nin de topraklarını içeren sosyalist birleşik bir Ermenistan kurma amaçlı olan bu terör örgütü her ne kadar örgüt lideri Agop Agopyan'ın öldürülmesi ile dağılmışsa da 1994 yılına dek eylemlerde bulunmaya devam etmiştir. ASALA'nın, ideoloji, yöntem ve hedef bağlamında PKK ile kesişmesi bu iki örgütün bir araya gelmesinde önemli rol oynamıştır. ASALA'nın yıkılması döneminin PKK'nın güçlenmesi dönemine rastlaması ise PKK'nın bir açıdan ASALA'nın mirasçısı olmasını sağlamıştır. 
64 Pek çok Kürtçü yazar Türkiye'ye yönelik Ermeni soykırımı iddiasını kabul eder. Bu yaklaşım Ermeni diasporasına duyulan yakınlığın gereği değil; Ermeni soykırımı yapmış bir milletin pek tabi Kürtleri de her anlamda sömüren, onlara etnik ayrımcılık uygulayan bir millet olabileceği mantıki çıkarımın gereğidir. 
Öte yandan Ermeni soykırımı iddiasının kabulü Kürtlere de benzer uygulamalar yapıldığı iddialarını uluslararası kamuoyunca daha da güçlendirecektir. 
Tüm bu nedenlerden ötürü Ermeni soykırımı iddiasını reddeden Kürtçü bir yazar bulmak zordur. 

14. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 12

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 12


İlk Legal Kürt örgütleri olan DDKO'nun tüzüğünün ilk iki maddesi derneğin hangi amaçlara yönelik çalışacağını ortaya koymaktaydı; buna göre DDKO siyasetle 
uğraşmayacak ve "insan hak ve hürriyetlerini savunmak, halkın bütünlüğünü devrimci çizgide geliştirip yaşatmak, demokratik özlem ve gereksinimlere cevap 
verebilecek kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunmak, ırkçı, şoven ve antidemokratik akımlara karşı, insani değerlere dayalı toplumsal muhtevalı bir misak-ı milli anlayışını hakim kılmak amacını" güdecekti (Kurubaş, 2004: 6). 

DDKO, önceleri "Türklerle" hareket eden Marksist-Leninist Kürtlerin, etnik sorunları Marksist mücadelenin merkezine alarak faaliyetlere geçmelerinin 
sonucudur. DDKO'nun Kürtlerin yoğun olduğu her şehirde teşkilatlanması, ayrıca legal olmanın verdiği hareket serbestliği ve diğer sol örgütlerden alınan destek ve yardımlar DDKO'nun kısa sürede güçlenmesini sağlamıştır. 

DDKO'yu "Kürdistan'da sömürgeciliğe karşı bir direnme" olarak gören Öcalan (1998: 80) DDKO'ya kaydını şöyle (1996: 61) anlatır: 

1971'in sonlarına doğru İstanbul Hukuk'a kaydımı yaptırdım, ama hiç okula gitmedim. 

[…] 

Ondan sonra DDKO kurulmuştu, Dev-Genç kurulmuştu. Artan bir eylemlilik vardı. Ben üyeliğimi DDKO'ya yaptım. En belirgin olan, bunun feodal-küçük burjuva aile çocukların bir örgütü olmasıydı. 

Öcalan DDKO üzerine düşüncelerini ve DDKO macerasını Birand ile yaptığı röportajda şöyle (1994c: 59-63) açıklar: 

Peki nasıldı DDKO? Yani sizde nasıl bir izlenim bıraktı? 
DDKO, yürüttükleri Kürtçülük bana anlamsız geldi. 

Ne gibi? 

Bir defa sınıf niteliği açıktı. Yani o koşullarda orada egemen sınıf karakterli öğelerin hakimiyeti kesindi. Ve bir de ben, o zaman, Kürt meselesini bizzat ismini vererek biraz koymaya çalıştım. O zaman sene 1970'di. Herkes kuşkuyla baktı. İyi hatırlıyorum, ben dedim, peygamberin güya bir bedduası varmış,47 
"bunlar devlet kurarsa şöyle tehlikeli olur" diye; İslamiyetle Kürtlerin kafasına bunlar kötü kazılmış, doğru değildir, dedim. Orada bazı örnekler de verdim. 
Kendi kaderlerini tayin hakkı böyle doğru ele alınmalı dedim. O zaman hepsi, "doğu sorunu, yol, fabrika, okul sorunudur" diyordu. Özgürlük olayını ele almıyorlardı. 
Ben söyleyince, hepsi kuşkulu baktı. Yani onlara göre, zamanı değildi, kuşkulu bir şey olabilirdi... 

Aranızdaki fark; siz olaya bağımsızlık, özgürlük olarak bakıyordunuz, bir sınıf temeli olarak. 

Çizgi olayı, sınıf temeli var, kesin. O zaman feodal toplum üzerine yazı okuyoruz, temel ders kitabı var. Hatta orada seminer verdiğimi hatırlıyorum. Yalnız o zamanki önderlikler kesinlikle rahatsızdı. Hatta birisi ağa çocuğuydu. O zamanki DDKO başkanı rahatsızdı. "Böyle bir kuruluş, böylesine bir ideal için bana hem yetersiz ve hem de son derece laubali geliyor" diyordum. Ve gerçekten Kürtçülük olayını çıkar yönüne çoktan dönüştürmüşlerdi. Herhalde arkasında o zaman çeşitli güçler vardı. Mesela KDP [Kürdistan Demokrat Partisi] el atmış, TİP el atmıştı. Böylece çeşitli güçlerin bir legal kurumu oluyorlar. Tutarlı değiller, hepsi kendi çıkarları peşinde. Böyle samimi yaklaşan bir devrimci gençlik olayı yok. 

Tamamen onların yaptıkları işte biraz kültür, biraz... 

Kesin. Kültürel özerklik, halihazırda bu biçimde yürütülmek isteniyor. Soruna ilkeli, köklü yaklaşımın dozu çok sınırlı. Dedim ya, adını bile koymak istemiyorlar. 
Bir de hemen çıkarlara sapmaları mümkün. Devrimci gençlik hareketine karşı da dürüst değiller. Adını halen hatırlıyorum; o zaman ilk banka soygunları mı diyelim, şiddet eylemleri geliştiğinde, bunlarda böyle biraz ilkel bir yaklaşım vardı. Birbirlerine girdiler. "Biz yararlanırız" türünde bir tutum... 

Onlar da diyorlar ki, "geldi, o kadar bizim ilgimiz olmayan sözler etti ki, sonra yalnız kaldı ve bir daha da gelmedi." 
Benim için mi söylüyorlar? 
Evet. 
Yalnızlık olabilir. Böyle tek hareket ettiğimi söyleyebilirler. Orada hiçbir taraftarım olmadı, ben hep tektim. 

[…] 

Ondan sonra Üniversite, Siyasal Bilgiler... 

Öyle. Yani Mahir'lerin sorunu radikal koyuşundan cesaret alma var. DDKO'dakiler Kürttürler, ama bunlarla sınıf anlayışımız çelişkili. Dev-Genç de o zaman meseleye tümüyle ilgi göstermiyor. Zaten daha ayrışmamış. Mahir Çayan'la birkaç adam, artık kendilerine göre yeri-göğü titretecekler. Öyle kaldı; yani o yıl, 1970 öyle geçti. Ben fakülte değiştireceğim, imtihana girmişim, o yıl ders hanedeyim zaten. Yalnız sürekli kitap okuyorum, o zamanki dergileri de okuyorum. Bu İşçi-Köylü ve Aydınlık dergileri vardı, onları da okuduğumuzu belirtmeliyiz. O zamanlar meseleyi, şimdi olduğu gibi ortaya koymazlardı. "Kürt halkı" gibi sözler ederlerdi. O zamana göre bir ortaya koyuştur bu da. 

[…] 

Şimdi buna girmeden önce, 1970'ler dönemini, Dev-Genç ve DDKO pratiğini özetlersek: Dediğim gibi, Dev- Genç hareketi, bir devrimci gençlik hareketidir. 
Dünya genelindeki 1968 gençlik hareketinden etkilenmiştir. Sosyalizmden etkilenmiştir. 27 Mayıs ona gereken siyasal zemini vermiştir. Ve önderleri vardır, biraz örgütlenmiştir. Bu bir olaydır aslında; içine girenlere heyecan verecek, inanç verecek bir durumdadır. Tabii Türkiye tarihinin önemli bir bölümü oluyor ve etkileri bizim üzerimizde de kesin vardır. 

Kürtlük yönüne gelirsek; ara sıra Güney Kürdistan'daki mücadelenin sesleri geliyor. "Kürtler isyan halinde, Kürtler şöyle direndi, şurayı şöyle zapt ettiler..."; bu tip haberler geliyor. 
O zaman deklarasyon vardı, onların da o Mart Deklarasyonu vardı. "Kabul ettiler, etmediler" biçiminde haberler geliyor. Fakat etkisi sınırlı. Yine DDKO kurulmuş. DDKO'ya katıldım, İstanbul'daki kongresinde kalktım bir de uzun konuşma yaptım. Hem de güzel bir elbise giyerek. Ben konuşmaktan da çok çekinmedim. Bu konuşmada meseleyi koymaya çalıştım. Keşke o zamanki konuşma şimdi elimizde olsaydı. Kongre yapılıyor, kimse fazla konuşma olanağı da bulamıyor. Fakat biz konuşmayı yaptık. O zaman ben, sanırım asıl üye de olmuş oluyorum. Demek ki, hem o gizli örgütlerin içinde, hem de DDKO örgütünde benim  durumum hızla ileriye doğru kayıyor. Ama tam ilerlemeden 12 Mart geldi. 

Görüldüğü gibi DDKO Öcalan'a göre "Kürt Sorunu" bağlamında yetersizdir ve solcular içinden ayrışan, kendi yoluna giden bu Kürtçü yapılanma soruna 
bağımsızlık çerçevesinde bakmamakta ve çıkarcı davranmaktadır. Öcalan'ın anlatımlarından dikkat çeken ise kendinden önceki Kürtçü hareketleri ciddiyetsiz 
bulup kendini "tek adam" olarak lanse ederek Kürtlerin ezeli ve ebedi hak savunucusu, önderi olarak göstermeye çalışmasıdır. 

Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri ise 12 Mart 1971 Muhtırası sonrası 1974 yılında CHP-MSP Koalisyon Hükümeti'nin çıkardığı aftan sonra DDKO devamı  niteliğinde kurulmuştur. DDKD da (Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri) 12 Eylül 1980 Darbesi ile ilgili fikir ayrılıkları nedeniyle bölünmüştür (Tan, 2011: 356). Bu örgüte benzer şekilde DDKO mirasıyla yine sosyalist olan Rızgari, Özgürlük Yolu ve Kawa örgütleri kurulmuştur. 

Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği/Ankara Demokrat Yurtsever Yüksek Öğretim Birliği (1974-1975): 1973 baharında 5-6 kişi ile birlikte Ankara'daki Çubuk Barajı'na giden Öcalan, bu grupla tartışmanın ardından bir örgüt kurma kararı almıştır (Yavuz, vd., 2011: 138). 

Öcalan bu kararı nasıl aldıklarını şöyle (2007: 168) anlatmaktadır: 

Amatör bile denilemeyecek bir tepki grubu olarak 1973 Nisanı'nda Ankara Çubuk Barajı kıyılarında kâh ayakta kâh oturarak, ayrı bir Kürdistan grubu olarak hareket etmenin daha doğru olacağını, bunun temel nedeninin de Kürdistan'ın klasik sömürge bir ülke olmasından kaynaklandığını bir sır gibi ilk defa altı kişilik gruba toplu olarak ifşa ederek başlamış bulunduk. Daha önce tek tek doğruları açıklama tarzını toplum yapma tarzına dönüştürmek ilk başlangıç olarak değerlendirilebilir. Bu tarzın örgütlenmeye götürme gibi bir özelliği vardır. 1974, 75, 76 yılları grubu ADYÖD (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği) çatısı altında geliştirme dönemiydi. 

Muhtıra sonrası ADYÖD'e katılan ve bu derneği yöneten Öcalan, bu şekilde PKK'nın kuruluşuna yönelik fikirsel çabaları, kadro çalışmalarına çevirmiştir. 
Bir bakıma ADYÖD PKK'nın oluşumuna basamak teşkil etmiştir (Dündar, 2009: 173). ADYÖD'ün 1975 yılında 1402 sayılı Sıkıyönetimin Kanunu gereğince kapatılması ile de faaliyetler durmamış, Ankara Dikmen'de yapılan ve Dikmen Toplantısı olarak bilinen bir toplantı ile aksine bölgeselleşmiştir. 
Örneğin, Haki Karer. 48 
Ağrı'ya, Mazlum Doğan Batman'a gönderilmişlerdir (Öcalan, 2001: 354). Birkaç kez yapılan Dikmen Toplantısı sonrası grup kendine "Kürdistan Devrimcileri" 
adını vermiştir. 
Öcalan 1977 yılında Doğu ve Güneydoğu'ya yaptığı örgütü tanıtma gezisine "Tarihi Kürdistan Seferi" adını vermiştir. 

Öcalan ADYÖD hakkında şunları (2003: 22) söylemektedir: 

12 Mart hareketinin solda yarattığı boşluk, hiç hazır olmadığım halde, beni bir gençlik önderliğiyle yüz yüze bıraktı. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) yönetimi ve fiili başkanı gibi bir konum, liderlik konumunu da önüme koydu. 

ADYÖD'ü kurduk. 

Daha sonra kendi grubumuzu 1973'de "Kürdistan sömürgedir" sözcükleri temelinde kurduk ve 1975'i böylece yakalayıp tarihi bir dönüm noktasına doğru kendimizi temellendirmeye çalıştık. 1975 sonları hareketimizin manifestosunun yazıldığı bir tarihtir. Bu manifesto daha sonra yayınlanmadı. Ancak 1978'de yayınlanabildi, ama aynı içeriktedir. ADYÖD kapatıldı (2009: 19). 

Bir yıl ADYÖD Başkanlığını yaptım. O zamanlar ADYÖD iki eğilimden oluşuyordu. DDKO ve Dev-Genç'in birleşmesinden oluşuyordu. Ben hem Dev-Genç'e hem 
DDKO'ya üyeydim. Gönlüm her ikisinden yanaydı. Biz ikisini birleştirmiştik. İki tarafı birleştirme, kardeşliği ve özgürlüğü esas aldığımı, böyle bir eğilimde 
olduğumu biliyorlardı. Birisi daha sonra küçük burjuva milliyetçiliğine kaydı. Diğeri de milliyetçiliğe kaydı. Diğer taraf da "biz Kürtlerle birarada yapamayız" diyordu. Sonunda ben ortada kaldım. Ama gönlüm her ikisinin birleşmesinden yanaydı. Daha sonra Kemal Pir ve Haki Karer'le birlikte Kürdistan'a geçtik. Kemal Pir ve Haki Karer benim iki halkı bir arada tutmak istediğimi gördükleri, bildikleri için benimle beraber hareket ettiler (rizgari, 2012). 

Halen hatırımdadır, bu çizgiyi kendi içimde, düşüncede resmen başlatmaya karar veriş sürecim 1972 sonlarıdır. 

[…]  1973'te büyük bir cesaretle bu ideolojiyi dile getiriyordum. 1974'te daha cesaretle gruplaşmayı ortaya çıkardım. 1975'te resmi bir Yüksek Öğrenim Derneği'nde (ADYÖD) en önde gelen bir görev aldım. 1976'da büyük bir mitinge öncülük ettim. 1977'de Haki Karer yoldaşın şahadeti ardından Program Taslağını bizzat kaleme  aldım. 1978'de artık PKK ismiyle Kuruluş Bildirgesi'ni yayınlayarak bu mücadelede dönülmez bir adım attım (2012a: 73). 

1974 baharına gelindiğinde, ADYÖD'deki önderliğim giderek beni popüler kılıyordu. Önderlikse bir çıkış, ama Türkiyeli gibi. İstanbul'u da etkiliyor. 
Polis kesinlikle benim Kürtçülüğe mi, Türklüğe mi oynadığımı, veya Dev-Genç'in neresinde olduğumu fark etmiyor (1996: 73). 

JİTEM'in fikir babalarından biri olan Cem Ersever49 PKK'ya dek tüm bu süreci şöyle (2010: 28, 29) özetler: 

<  Bu kişiler ilk önce isimlerini DDKO olaylarında duyurdular. 12 Mart Muhtırasıyla her şeyden ellerini çekip bir kenara oturdular. 1974'lerden sonra ise DDKD, Özgürlük Yolu, Kuk, Rızgari gibi örgütleri organize ederek büyük halk önderi pozlarını takındılar. 12 Eylül 1980 darbesini müteakip bir kısmı yurt dışına kaçtı, bir kısmı da yurt içinde kalarak lümpenleşti. Uzunca bir süre ortaklıkta görünmediler ve 1984 yılında PKK eylemleri başladığında bile inlerinden dışarı çıkmadılar. Devletin gelip kendilerini götüreceğini zannediyorlardı. Hatta PKK ve eylemlerini kınayarak "Eğer bu eylemleri yapanlar Kürt ise biz Kürt değiliz." diyorlardı. Eylemler devam ediyor fakat devlet kimseye elini sürmüyordu. 1987 yılında yavaş yavaş homurdanmaya başladılar, yasal bir takım makamları da işgal eden bu kişiler homurtularının tepki görmemesi, çevrelerinde prim yapması üzerine seslerini iyice yükselttiler ve yıllardır yurt dışındaki bazı odakların böyle sesleri alkışlamak için pusuda beklediklerini gördüler. Korkak insanlar, meydanı boş buldukları zaman zaptedilemez bir cengaver kesilirler ve adeta korkuya olan öfkelerini korkusuz olanlardan çıkartırlar. İşte günümüzde Kürt insanı bu tür cengaverler tarafından baskı altına alınmış durumdadır. >

3.1.2. Kürdistan Devrimcileri/Apocular Dönemi (1976-1978) 

1973 yılında fikir düzeyinde birtakım oluşumlar içerisinde olan Öcalan, sessiz sedasız Ankara'da üniversite gençliği içerisinde kadro çalışması yapmaktadır ve 1976 yılında yeterli sayıya ulaşınca gruba KD (Kürdistan Devrimcileri) adını verir ve kafasında belirginleşen örgüt ideolojisi ve politikası genel hatlarıyla şu şekilde formüle edilerek grup üyelerine benimsetilir: 

Klasik anlamda Marksizm-Leninizm araştırılıp incelenmiştir, bu ideolojinin kılavuzluğunda dünyanın, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin genel bir tahlili yapılmıştır. Bu bakış açısına göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu (Kuzey Kürdistan) sömürge durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti de sömürgeci devlettir. Ayrıca Kürdistan'ın diğer parçalan da İran, Irak ve Suriye'nin sömürge idaresi altındadırlar. 

Türkiye Kürdistan'ın Türk sömürge idaresinden kurtarılması için ilk etapta bu düşüncelere sahip bir gruplaşma yaratmak gerekiyor. Öte yandan Türk ve Kürt 
solundaki diğer bütün gruplar Kürdistan tahlilini yanlış yapmaktadırlar (Ersever, 2010: 58). 

Kürdistan Devrimcileri/Apocular ya da bir diğer adıyla Ulusal Kurtuluş Ordusu bu dönemde geniş ölçüde propaganda faaliyetleriyle uğraşmıştır ve bunun 
sonucu olarak diğer Kürtçü örgütlerle çatışmaya girmiştir. Bunun nedeni büyük ölçüde bu örgütün kendisi dışındaki bütün Kürtçü-bölücü örgütleri reformist, küçük burjuva milliyetçileri ve hatta hain-ajan olmakla suçlamasıdır ki (EGM, 2004: 13) bunda amaç bölgede tek örgüt olabilmektir. Örneğin, genellikle Halkın Devrimci Birliği, Halkın Özgürlüğü, DDKD, Tekoşin ve KUK gibi Kürt gruplara yönelikti ve sonuçta Apocular Kürt ve Türk sol gruplarca Marksistlikten ziyade "şovenist"50 damgası vurulmuştur (Özdağ, 2007: 34, 35) 

1977 yılında Öcalan'ın Tarihi Kürdistan Seferi adını verdiği gezisi dönüşünde örgütün önemli kişiliklerinden Haki Karer'in Sterka Sor (Kızıl Yıldız/Beş Parçacılar) tarafından öldürülmesi önemlidir. Böylece Öcalan örgüt içinde daha da rakipsizleşmiştir. Öcalan Karer'in öldürülüşü hakkında şunları (1996: 104) söyler: 

Olayı gerçekleştiren Beşparçacılar da güya Kürdistancıydı, oysa ilgisi yok. 

[…] Evet bunun gerçekleştirdiği Haki olayı gerçekten üzmüştü bizi. Fakat yolumuz biraz aydınlatılmıştı. Haki'nin başarılı bir grup pratiği vardı. Hızla sonuca doğru  gidiliyordu. 

Partileşeceğiz. 

Önemli bir aşamanın tam sonuna gelmiştik. Aynı zamanda yeni bir aşamanın başlangıcındaydık. Kendimize güvenimiz oldukça gelişmişti. Bu tarihi atılımı 
yapıyorduk. 

Karer'in anısına bağlılık gereği Antep'te aynı yılın sonbaharında Program Taslağı'nı yani "Kürdistan Devriminin Yolu".51 Adlı örgüt manifestonun taslağını 
hazırladığını belirten Öcalan (2012b), 1976 ve 1977 yılını genelde Kürdistan ulusal kurtuluş tarihinde, özelde de PKK tarihinde en kritik yıl olarak belirtir (1996: 89). 

Çekirdek gruptaki Haki Karer'in öldürülüşüne rağmen Apocular bölgede tek örgüt olmayı başarmış ve diğer örgütleri saf dışı bırakabilmiştir. Örgütün çekirdek 
grubunun kaybettiği bir diğer kişi ise Kemal Pir'dir. Kemal Pir 1977 yılında Tuzlaçayır'daki örgüt evine giderken bu ev baskın yapmaya hazırlanan polis 
tarafından belinde tabancasıyla yolda yakalanır. Eve yapılan baskında ise bir diğer örgüt üyesi Mehmet Karasu yakalanır. Öcalan bu olayı şöyle (2012c: 228) aktarır: 

1977 provokasyonunu daha önce size anlattım. Namık Kemal Ersun darbesi vardı. Bu darbe, PKK'nin imhasını da içeriyordu. Yine o yıllarda Pilot denilen bir 
provokatör yanıbaşımızdan ayrılmıyordu ve biz bunun bir denetim olduğunu biliyorduk. Küçük bir gruptuk. Henüz 1977'deydik. Yanıbaşımızda ejderha var. 

Darbenin sabahı tutuklanmamızın da sabahı olacaktı ve bizi böylece tasfiye edeceklerdi. Nitekim, Kemal Pir ve Karasu, provokatörün komplosu sonucu 
tutuklandılar. Eğer ben de tedbirli davranmamış ve toplantı yerine önceden bir klavuz yollamamış olsaydım, 1977 yazında bu hareket fiilen sona erdirilecekti. 
Şüphesiz içerde de direnirdik, yanımızda yakalanan silahlar nedeniyle en az on yıllık bir içerde yatış da söz konusu olabilirdi. 

PKK'nın temellerinin atıldığı bu yıllarda iki önemli kişilik olan Hakir Karer ve Kemal Pir hakkındaki bir diğer bilgi bu iki kişinin de Kürt olmamasıdır. Öcalan 
Kemal Pir'le tanışması ve bu kişilerin Kürt olmamasını şöyle (2012a: 99) açıklar: 

1972 yılında Kemal Pir'lerle birbirimizi ilk defa gördük. Kıştı ve soğuktu, o zaman ben ayaktaydım, O da karşımda yatıyordu. Kemal Pir beni yarım saat dinledi ve 
ondan sonra bir karar verdi, ama gerçekten kararını pir verdi ve o andan itibaren tüm yaşamını bir kahraman gibi yaşadı. 

Kemal Pir ve Haki Karer bozulmamış iki Karadeniz çocuğu olarak benim arkadaşlık tarzıma adeta bayılarak bağlanmışlardı. Bana en ufak bir zorluk gelmesin diye en erkenden dilini, töresini bilmedikleri Kürdistan'a hepimizden önce yürümüşlerdi (2012b). 

Şimdi birkaç şehidimizin adını aklıma getirdim. Kemal Pir yoldaştan söz ettim. O Kürt müydü? Hayır. O ne Kürttü, ne de Kürdistanlıydı. Türk bir arkadaşımızdı 
(1994a: 467). 

PKK'nın temelinin yavaş yavaş atıldığı bu yıllarda Karer ve Pir dışında söz edilmesi gereken bir diğer kişi ise Öcalan'ın yukarıda "provokatör" diye andığı, eski bir pilot olmasından dolayı Pilot lakabı almış olan Necati Kaya'dır. ADYÖD döneminde Apocular arasına sızmış ve 1979 yılına dek örgütle ilişki içinde olmuş 
olan bir devlet ajanı olduğu sanılan Kaya hakkında pek de bilgi mevcut değildir. 
Öcalan, Pilot'un aslında ajan olduğunu bildiğini; fakat ona belli etmeden bir şekilde onu oyaladığını ve kullandığını defalarca belirtip övünmüştür. Pilot, PKK'nın kuruluşunda Öcalan dışında resmi odakların da parmağı olduğu tartışmasında günümüzde adı sıkça geçen karanlıkta kalmış bir kişidir. Pilot'un aslında örgütü ele geçirip onu devlet güdümüne sokma amacında olduğu tartışmaları da günümüzde mevcuttur. Tartışmalar bir yana Pilot'un örgüte sızma girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve örgüt deşifre edilmesi ve çözülmesi en muhtemel dönemde varlığını devam ettirmiş ve 1979 yılında Öcalan ile örgütün önemli üyeleri yurtdışına kaçmışlardır.52 

Öcalan ise Pilot'tan şu sözlerle bahseder: 

Yine o yıllarda Pilot denilen bir provokatör yanıbaşımızdan ayrılmıyordu ve biz bunun bir denetim olduğunu biliyorduk. Küçük bir gruptuk. Henüz 1977'deydik 
(2012c: 228). 

Abdurrahman Polat diye biri vardı. Ağrılıydı. Pilot'u (Necati Kaya) getirip bizimle tanıştırdı. Sonradan anlaşılacak ki bu iki ilişki sanırım MİT'in hatta kontrgerillanın bizi marke etme ilişkisidir. 

Pilot denilen kişi "ev tutalım, gazete çıkarabilirsin, buzdolabı, apartman katı benden" diyordu. Gazetenin çıkarılması için ev satıp o zamanın parasıyla iki yüz 
binini vereceğini söylüyordu. Biz de kabul ediyor gözüküyorduk. Durumunu zamanında değerlendirdik. Sözümona öyle bağlılık gösterisi yapıyor ki, "sen söyle ben üçüncü kattan atlarım vb." diyordu. Bir gün kan ter içinde geldi, bir subayı nasıl feci bir şekilde dövdüğünü, o subayın ses bile çıkaramadığını anlattı. Bununla ne kadar etkili ve ne kadar hakim olduğunu hissettirmeye çalışıyordu. Yani bir anlamda bu güçle bizi teslim almaya çalışıyordu. 

"Yanımdan uzaklaş" deseydim, kovsaydım bu bir hata olurdu. Oysa biz uzaklaştırmadık, kovmadık, ama ondan da beterin beterini başına getirdik. 1976'nın sonunda evinde toplantı yaptık. Bu olur mu, diyenler var. Evet olur! Diğer tedbirimiz ise tek bir yazılı belgemizin olmamasıydı. En kötü ihtimalle ele geçsek bile, bu durumda sizi sadece toplantı nedeniyle yargılayabilirler. Örgütün adı yok, programı yok, bir broşür de yok! Yakalasalar uğraştırıp bir iki ay sonra bırakacaklar. İşte bu tedbirliliktir (firatnews, 2012). 

Öcalan PKK-devlet ilişkisi içinde şunları (2012c: 344, 345) söyler: 

Şimdi Uğur Mumcu özellikle yazıyor; "Apo'yu MİT mi korudu?".53  
Açıklık getirmek için söylüyorum: Hayır! MİT niye korusun? Ben, devlete günde 1 trilyon zarar veriyorum. 
Bunu burjuva gazeteleri yazıyor. Günde bir trilyon zarar veren adamı MİT korur mu? Bu devlete, tarihinin en büyük yanılgısını yaşattım, en büyük 
darbesini indirdim. Bunu siz de biliyorsunuz. 

SBF öğrencisi Mahir Çayan ve arkadaşları, 26 Mart 1972 günü Ünye Radar Üssü'nde çalışan biri Kanadalı, ikisi İngiliz üç teknisyeni kaçırıp Tokat'ın Niksar İlçesi Kızıldere Köyü'nde muhtar Emrullah Arslan'ın evinde saklanmışlardı. 

[…] Niksar-Ünye karayolunda yapılan bir arama Çayan ve arkadaşlarının izlerini bulmaya yetti. 

[…] Muhtarın evi komando askeri tarafından çevrilmişti. 

[…] Kaçırılan ve elleri ve ayakları bağlanan yabancı teknisyenler "ateş etmeyin, ateş ederseniz bizi öldürecekler" diye bağırdılar. 
     Bu konuşmaları uzun süren bir sessizlik izledi. Evin çatısına üç kişi çıkmışlardı: Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü ve Teğmen Saffet Alp. 
     Bu sessizlik, saat 14.10'da başlayan ateş sesleriyle bozuldu. Askerlerin açtığı ateşle ilk vurulan Mahir Çayan oldu. Ve hemen orada öldü. 

Rehin alınan, elleri arkalarından bağlanan teknisyenler de Çayan'ın arkadaşlarınca hemen orada kurşuna dizildiler. 

[…] Teslim olmayacaklardı. Ellerinde üç el bombası kalmıştı. Bombaların pimleri söküldü. 
      Saat 15.30 sularında ev büyük bir gürültü ile sarsıldı. Ardından peş peşe patlamalar duyuldu. Eve havan mermileri atılmıştı. 

[…] Ev, ceset doluydu. 

[…] Olay kısa sürede duyuldu. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

47 Şeref Han Bitlisi'nin Kürt tarihi ile önemli eseri Şerefname'ye göre; Hz Peygamber devrinde, Oğuz Türklerinin biat ettiklerini belirtmek için Oğuzlar tarafından Hz Peygamber'e gönderilen heyette Büğdüz (Buğduz) adlı bir kişi vardı. Hz Peygamber iri yarı ve kirli bu kişinin Kürt taifesinden olduğunu öğrenince Kürtlerin asla birleşmemesi ve devlet kuramaması için beddua etmiştir. XVI. asırda yazılan bu eserin elbette bu iddiası gerçeklikten uzaktır. 
     Bu söylem Kürtlerin birleşip devlet kuramaması durumunu insanüstü nedenlere bağlayarak Kürtleri bu açıdan moralize etmeye çalışmaktadır. 
48 Doğrusu "Karaer" değil "Karer"dir. 
49 Ahmet Cem Ersever, 6 Haziran 1950 yılında Erzurum'da doğdu. Babası askerdi. O da askerlik hayatını seçti 1972 yılında Kara Harp Okulu'nu bitirdikten sonra  teğmen olarak göreve başladı. Görev aldığı yerlerde ülkücü ve Kürt düşmanı olarak tanındı. 1976 yılında Silopi'de jandarma komutanı olarak görev yaparken muamelelerinden bıkan solcu gençler kendisine kent meydanında dövünce askerlere toplanan kalabalığa ateş emri verdi. Ülkede ve kentte gerginlik günlerce  sürdü. İlçedeki bütün siyasi parti teşkilatları Ersever'in görevden alınmasını istedi. MSP ve AP tarafından Cumhurbaşkanlığı'na, Başbakanlık'a ve Genelkurmay Başkanlığı'na şikâyet edildi. Jandarma içinde soruşturma görevi Ersever'in yardımcısı Kıdemli Başçavuş Serdar Gürkanlı'ya verildi. Gürkanlı raporda Ersever'in suçsuz olduğunu yazdı. Yargılanırken görev yeri değiştirildi. Gönderildiği Foça'da kontrgerilla eğitimine tabi tutuldu. Dokuz ay sonra terfi gibi kaçakçılık üzerine  istihbarat görevi aldı. Sekiz kentte birden görevlendirildiği bu işte ünlü kaçakçı Nejat Söyler'le işbirliği içinde olduğu ortaya çıktı. Yine yargılandı. 
     Bir süre sonra Ersever'in illegal işleri tamamen ortaya çıkınca 1982 yılında kaçakçılara yardım ettiği gerekçesiyle açığa alındı. Delil yetersizliğinden beraat etti. 
 JİTEM bünyesinde pek çok faili meçhul cinayet, adam kaçırma ve işkence suçlarına karıştı. Bu faaliyetlerinde itirafçıları etkin bir şekilde kullandı. 
     Daha sonra kızağa çekildi. Yerine ise Yeşil ya da Sakallı (K) adıyla bilinen Mahmut Yıldırım geçti. 1993 yılında Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümünden sonra istifa etti. İstifa gerekçesini PKK'yla mücadelede yapılan yanlışlara bağladı. Ersever istifa ettiğinde PKK ile mücadelenin eksikliklerin kamuoyuna duyurmaya çalışacağını belirtti. Ayrıca itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağını söyledi. 
 Pek çok röportaj verdi. 4 Kasım 1993 yılında kafasına iki kurşun sıkılmış cesedi Ankara Elmadağ'da bulundu. Daha geniş bilgi için bk. Kılıç, (2009). 
50 Şovenizm: Abartılı, radikal ve saldırgan milliyetçilik ya da vatanseverlik inancına ya da bağlılığına verilen addır. 
51 Öcalan, (1993). Kitaplaştırılmış bu broşür üç bölümden oluşmakta. Birinci bölümde sınıflı toplum ve sömürgecilik tarihi hakkında bilgiler verilmekteyken; 
 ikinci bölüme "Kürdistan Toplumu" başlığı verilmiş ve açıklamalar devam etmiştir. Üçüncü bölümün başlığı ise "Kürdistan Devrimi"dir. Bu bölümde yapılacak devrimin dayanağı, şartları, özellikleri, hedefleri ve yöntemi ile ilgili açıklamalar verilmiştir. 
52 Esas neden 1979 yılında PKK Merkez Komite üyesi Şahin Dönmez'in yakalanması ve çözülmesi gibi gözükse de Öcalan'ın Suriye'ye çıkışını 1980 Darbesi'ni haber almasına bağlayanlar da mevcuttur; fakat bu konu muğlaklığını korumaktadır. 
53 Mumcu, bu iddialarını "Kürt Dosyası" adlı kitabında toplamıştır. Mumcu, Ankara Üniversitesi'nde Şafak Bildirisi'ni dağıtırken 7 Nisan 1972 tarihinde gözaltına alınıp daha sonra da tutuklanan Öcalan'ın bildiri dağıtmak suçundan aklanması ve sadece boykota katılma suçundan yargılanması yönündeki ani karar değişikliğine vurgu yapar. Yine üniversitenin SBF Yönetim Kurulu'nun, tanık ifadelerine ve savcının Öcalan için en ağır cezayı istemesine rağmen 
Öcalan'a en hafif cezayı vermesinden bahseder. Oysa savcının en ağır cezayı istediği ikinci kişi on beş gün okuldan uzaklaştırma cezası verilmiştir. 
Ayrıca yaşı tutmaması ve öğrenci eylemlerine katılmasına rağmen Öcalan'ın burs alabilmesi bir başka konudur. 
Kızıldere Olayı: Doğu Perinçek liderliğindeki Türkiye İhtilalci Komünist Partisi tarafından hazırlanan Şafak Bildirisi, bu olay ve Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 
idamını önlemek amacıyla hazırlanmıştır. Mumcu, Kızıldere Olayı'nı şöyle (2007: 2-4) aktarır: 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 11

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 11




ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

TÜRKİYE'DE TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRK KAMU YÖNETİMİNİN İŞLEVLERİ: PKK ÖRNEĞİ 

Son bölüm olan üçüncü bölüm PKK'nın kuruluşundan bu yana yaşadığı değişimi ve PKK'ya karşı mücadelede diğer bir deyişle terörle mücadelede Türk 
kamu yönetiminin işlev açısından incelenmesini konu alır. İlk bölüm terörizm hakkında kavramsal çerçevenin oluşmasına, ikinci bölüm ise Türkiye'nin genel 
itibariyle maruz kaldığı terörizmin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Üçüncü bölüm yani PKK ve terörle/terörizmle mücadele ise elbette bu iki kavramın tamamlayıcısı olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim terörizmin olduğu her yerde güçlü ya da zayıf, doğru ya da yanlış, etkili ya da etkisiz, legal ya da illegal bir terörizmle mücadele çabası mevcuttur. 

Türkiye'nin PKK örneğinde terörle mücadele deneyimine değinmeden önce mücadele yöntemi ile mücadele edilenin birbirine bağımlılığı kapsamında PKK'nın irdelenmesi gerekmektedir. Zira PKK'ya karşı verilen terörle mücadele çabası PKK'yı ve PKK'da terörle mücadele sürecini ve yapısını derinden ve karşılıklı biçimde her dönem etkilemiştir. 

3.1. PKK'nın (Partiya Karkerên Kurdistan/Kürdistan İşçi Partisi) Tarihçesi, Örgüt Yapısı ve Finansal Kaynakları 

Bu çalışmanın en önemli noktasını PKK terör örgütü oluşturmaktadır. Birinci bölümde teorik olarak ele alınan "terörizm" kavramı, PKK'nın son kırk yıldır 
Türkiye'de güncelliğini koruması nedeniyle en net biçimde ancak bu terör örgütünde pratiğe geçmiş biçimde incelenebilir. PKK'yı incelemeye geçmeden önce ise birkaç konudan söz etmek gereklidir. 

PKK üzerine yapılan çalışmalarda görülen yanlışlardan biri, artık olaydan çok olgusal bir nitelik taşıyan PKK'nın Kürtler ve Kürt Sorunu ile olan bağı çerçevesinde araştırmacıların bu iki kavram konusunda ön kabullerde bulunarak araştırmalarına başlamalarıdır. Kürtlerin bir Türk boyu ya da Kürt Sorunu'nun aslında bir terör sorunu olduğu kabulü gibi önyargılarla PKK üzerine inceleme yapmak elbette konuyu bilimsellikten uzak tutmaktadır. Dahası Kürtlerin kökeni ve Kürt Sorunu'nun yapısı PKK gibi kendi başına bir araştırma konusu olacak kadar geniş ve derindir. Bu nedenlerden ötürü bu çalışmada PKK konusunu incelemeye, Kürtlerin kökeni ya da Kürt Sorunu'nun olup olmadığı ya da aslında ne olduğu konusunda bir ön kabul ile başlanmamaktadır. Yine de bu, PKK'nın Kürtler ya da Kürt Sorunu'ndan tam anlamıyla bağımsız bir kavram olduğu anlamına gelemez. Bu nedenle bu iki kavrama kısaca değinmekte yarar var. 

Kürtlerin Kökeni: Bu konuda pek çok görüş ortaya konmakla beraber bu görüşlerin aynı konuda çalışılıyor olmasına rağmen birbirlerinden tam anlamı ile 
farklı dayanaklara sahip olması bu görüşlerin bilimselliğini tartışılır duruma getirmişti. Kürtlerin kökeni konusundaki görüşlerden bazıları şunlardır 
(Dündar, 2009: 39): 

. Kürtlerin köken olarak Mezopotamya'nın en eski kavimlerine dayandığı iddiası, 
. Kürtlerin kökenini esas itibariyle Medlere kadar uzandığı iddiası, 
. Kürtlerin kökeninin Araplardan geldiği iddiası, 
. Kürtlerin köken olarak Ermenilerle aynı ırktan olduğu iddiası, 
. Kürtlerin Türklüğünü iddiası. 


Bu görüşleri Kürtlerin entelektüeli sayılan Altan Tan ise şu şekilde (2011: 24-27) sıralamıştır: 

. Kürtlerin ilk atalarını Subarular, Huriler, Urartular, Karduklar, Kurtiler ve Gutiler gibi Hint-Avrupa kökenli Arilere dayandıranlar, 
. Kürtlerin esas atası olarak Perslerle aynı kökten ve akraba oldukları öne sürülen ve MÖ 2 binli yıllardan itibaren İskandinavya ve Baltık 
  sahillerinden Rusya steplerini geçerek Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden Batı İran'daki Zağros dağlarına gelen Medleri kabul edenler, 
. Kürtleri Kafkas halklarına yakın bularak Ermeniler ve Gürcülerle akraba olduklarını öne sürenler, 
. Kürtlerin yerli halkların devamı olduklarını ileri sürenler. 

XIX. asırda giderek daha da yoğunluk kazanan Kürtlerin kökenini bulma çalışmaları genel itibariyle V. Minorsky,44 

M. S. Lazarev, B. Nikitin gibi Rus yazarların araştırmalarına dayanmakta beraber Türk araştırmacılar -örneğin, Fahrettin Kırzıoğlu- daha çok Kürtlerin Türklüğü 
konusunda çalışmalar yapmışlardır. Tüm bu çalışmalar sonucunda ortaya konan görüşlerin hiçbirinde genel bir uzlaşı bulunmamakla beraber Minorsky'in de dile getirdiği gibi (2004: 45) İslami kaynakların ve Kürt geleneklerinin Kürtlerin kökenini aydınlatmaya yeterli olmaması, bu konunun muğlâklığını devam ettirmektedir. 

Kürt Sorunu: 

Lozan Barış Konferansı'nda "Doğu Sorunu" olarak doğan bu kavram, bu dönemde, temelde Kürtlerin bir azınlık olduğu söylemini ifade eden ve 
Musul sorununa yönelik bir İngiliz politik manevrası iken 1960'lardan günümüze bu kavramın çok daha farklı konular içerdiğini söylemek mümkün. Bu kavram 
günümüzde büyük ölçüde Kürtlerin kökeni yani Kürtlerin ayrı bir millet olup olmaması durumu ve bu durumun ortaya çıkardığı bölünme korkusu (Serv fobisi) ve bunu önlemeye yönelik artan baskının ortaya çıkardığı toplumsal bilinçsizlik ve Kürtlerde oluşan dışlanma hissinin yansımasıdır. Kürt Sorunu'nu doğuran-güçlendiren başlıca nedenler şöyle sıralanabilir: 

a. Cumhuriyet devri Kürt isyanları, 
b. Ulus devlet yaratma sürecinde "Kürt" kimliğinin bastırılması ve inkâr politikası,45 
c. Devletin ısrarla uyguladığı baskı politikası, 
d. 12 Eylül Darbesi sırasında yapılan işkenceler, 
e. Türk Gladio'su Özel Harp Dairesi'nin (kontrgerilla) faaliyetleri, 
f. 1990'lı yıllarda doruk noktasına ulaşan JİTEM cinayetleri, 
g. Doğu-Batı arasındaki kültürel ve ekonomik eşitsizlik, 
h. Sorunun salt ekonomik olduğu kanısı, 
i. Sorunun ayrıca bir terör sorunu olduğu kanısı ile çözümün TSK'ya devri, 
j. Sorunu "dış mihrakların karanlık oyunu" olarak kabul edip iç sebepleri göz ardı edilmesi, 
k. PKK'nın ortaya çıkardığı terörizm sorunu. 

Kürt Sorunu uzun yıllar boyunca "Terör Sorunu" ya da "Doğu Sorunu" olarak kabul edilmiş "Kürt" sözcüğünün herhangi bir şekilde kullanılmasından çekinmiştir. 

Devletin Kürt politikasını Oran şöyle (2010: 46) özetlemektedir: 

. 1919-91: 
o İnkâr, 
. 1992-2001: 
o Baskı, yargısız infazlar, 
o Ayrımcılık, 
o Sınırlı tanıma, 
o Sınırlı reformlar, 
o Faşist tepki (Kürtlerden alışveriş yapmayın, kız alıp vermeyin), 
o Derin Devlet'in yükselişi, 
. 2001-2004 ve 2008 sonrası: 
o AB Uyum Paketleri. 

"Kürt Sorunu" kavramı ne Kürtlerin sorun olmasını ne de sorunun Kürtlerle ilgili olmasını ifade eder. Daha da açacak olursak; Kürt Sorunu Kürtlerin sorun 
olması anlamına gelmez; çünkü sorunun temeli salt etnik farklılıkla ifade edilemeyecek kadar çok başlıdır. 

Kürt Sorunu bu sorunun Kürtlerle ilgisi olması anlamına da gelmez; çünkü sorumluluk, yetki ve hareket bağlamında Kürtlerin yanında ayrıca bütüncül olarak devlet aygıtı söz konusudur ve bu sorun yansımasını sadece Kürtlerde bulmamaktadır. Öyleyse Kürt Sorunu; Türkiye'nin doğusunun geri kalması 
noktasında ekonomik, Kürtlere etniklik konusunda yapılan kısıtlamalar ile sosyolojik, PKK ile mücadelede devletin yaptığı hatalar noktasında ise siyasi bir 
anlam taşımaktadır. 

Kürt Sorunu'nu PKK ile ilişkili olsa bile sadece PKK ile sınırlamak bu açıdan yanlış bir değerlendirme olacaktır. Birand'ın dile getirdiği gibi (hurriyet, 2012c); 
Türkiye'nin önünü tıkayan tek konunun PKK terörü-Kürt Sorunu ikilisi olması, bu sorunları çözümünün ne derece zor olacağını belirtmesi açısında önemlidir. 

PKK'nın bir terör örgütü olarak ayrıca bir süreci ifade etmesi PKK'nın çözümlenmesine tek bir tarihten başlanılmasını engeller. PKK sürecini 1978 gibi bir tarihten başlatıp PKK'nın kuruluşu öncesi dönemsel özellikleri ve Öcalan'ın etkin olduğu DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) ve ADYÖD'yi (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenin Derneği) incelemeden geçmek PKK çözümlemesini eksik bırakır. 

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz Kürtçü-bölücü hareketlerin kaynağında, tarihi geçmişi bir yana 1950'li yıllarda yurtdışıyla irtibatlı bir biçimde filizlendirilen ve 1960'lı yıllarda biraz daha tırmandırılan 1970'lerde doruk noktasına çıkartılan yıkıcı ve bölücü çabaların yattığını söylemek mümkündür (Emniyet Genel Müdürlüğü [EGM], 2004: 8). Bu nedenle PKK kuruluşu öncesi dönemsel özellikleri ve örgütleri ayrıca bir başlık ile irdelemek gereklidir. 

3.1.1. PKK'nın Kuruluşu Öncesi Dönemsel Özellikler ve DDKO-ADYÖD Dönemi (1970-1975) 

1960'lı yıllardaki öğrenci hareketleri halk arasında "öğrencilerin temel haklarını elde etme" çırpınışları olarak görüldüğünden, sempatik gelişti; ancak 
özellikle 1970'li yılların sonuna doğru "sempatik" hareketlerin aslında genel bir toplumsal dönüşümü hedeflediği iyice ortaya çıkınca halk bu akımlara sempatisini kaybetti (Cirhinlioğlu, 2004: 234). Kürtçü-bölücü hareketlerin de bu dönemde sol içinde ortaya çıkan ve daha sonra milliyetçilik ekseninde kendi sentezini oluşturan örgütler olduğunu söylemek yanlış olmaz. 27 Mayıs Darbesi sonucu çıkarılan anayasanın doğurduğu özgürlükçü ortamda gelişen sol akımlar, Kürtlerin içinde yer alabilecekleri ve kendilerini ifade edebilecekleri meşru zemini oluşturdu ve ayrıca Türkiye'nin batısına doğru yaşanan göç olgusu, pek çok Kürt'ün doğuyla batı arasındaki eşitsiz ekonomik gelişmenin ve kültürel farklılıkların farkına varmalarını sağladı ve doğudan gelen gençler okuma, siyasetle uğraşma ve birbirleriyle tanışma ve birlikte hareket etme fırsatını da yakaladılar (Kurubaş, 2004: 4). 

İllegal Kürtçü hareketlerin nihayetinde 1970'lerde PKK'da yansımasını bulması ise pek çok örgütün zincirleme ilişkisi-bölünmesi süreci içerisinde meydana 
gelmiştir. Kürtçü hareketler, yani Kürt etnik kategorisinin temel dayanak kabul edildiği ve genelde şiddet içeren politik hareketler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e farklı şekillerde devamlılık göstermiştir. PKK ise bu süreçte organik ve fikri bağları çerçevesinde 1960'larda kurulan Kürtçü hareketlerle ilintilidir. Bu dönemdeki Kürtçü hareketler ise 68 Kuşağı'nın. 46 içinde yeşermiştir. 1960'lardan 1975'e gelinceye dek başlıca Kürtçü hareketler şöyle sıralanabilir: 

Dicle Talebe Yurdu: Tunceli olayları sonrasında hazırlanan kalkınma planları çerçevesinde Birinci Umumi Müfettişlik tarafından 1938 yılında doğu illeri 
öğrencilerinin barınabilmeleri maksadıyla İstanbul'da açılan öğrenci yurdu, 1956 yılından sonra ekonomik sıkıntılar sebebiyle kapansa da Kürtçülük faaliyetlerini 
Diyarbakır Talebe Yurdu'na intikal ederek devam etmiştir (Dündar, 2009: 166). 

Türkiye'nin modernleşmesiyle uyumlu olarak Kürt eşrafının da giderek burjuvalaşması sürecinde, bu ailelerin çocuklarının eğitimi için Doğu ve Güneydoğu illerinin özel idare ve belediyelerinin yardımlarıyla kurulan bu yurt, "Kürtlük bilinci"nin yeniden tanımlanmasında önemli rol oynamıştır (taraf, 2012). 

Dicle Talebe Yurdu Kürtçü-bölücü şahsiyetler tarafından karargâh haline getirilmiştir (EGM, 2004: 7). Yurt yöneticileri devrin başbakanına ve TBMM'sine 
davalarını açıklayan telgraflar çekmişler, ABD'nin İstanbul'daki baş konsolosluğuna mektuplar yazarak "Ortadoğu'da kurulacak sağcı bir Kürt devletinin Amerikan çıkarlarının en sadık bekçisi olacağını" vurgulayarak amaçlarının gerçekleşmesi için destek istemişlerdir (Arslanoğlu, 1996: 41). 

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (1965-1982): 1960 yılına gelindiğinde Türkiye dışında, özellikle Irak'taki Kürt hareketleri yeniden canlanacak 
ve zamanla bu hareketler Türkiye'de Kürt hareketlerinin gelişmesinde ve onlara bir dayanak oluşmasında önemli rol oynayacaktır (Denker ve Kurubaş, 2003: 11). 1965 yılına gelindiğinde ise solcu, sosyalist Kürtler, Türkiye İşçi Partisi'nde; sağcı, milliyetçi Kürtler TKDP'de; rejim ile entegrasyon sürecinde olan ve aslında bu entegrasyonu önemli oranda gerçekleştirmiş bulunan feodal Kürt ağa ve şeyhler ise, Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi'nde toplanmışlardı (Tan, 2011: 350). 

Kürdistan Demokrat Partisi aslında Molla Mustafa Barzani tarafından Irak'ta kurulmuş ve hâlâ devam eden bir partidir. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ise bu partiye bağlı olarak 24 Ocak 1965 tarihinde Türkiye'de kurulmuş, 1978 yılında birçok mensubunun ayrılarak KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) ismiyle yeni bir örgüt kurmaları üzerine iyice zayıflamış ve 1991 yılındaki IV. Kongre sonrası ismini PDK (Partiya Demokrata Kurdistanê/Kürdistan Demokrat Partisi) olarak değiştirerek silahlı mücadeleyi başlatma kararı almış bir partidir (EGM, 2004: 15). 

TKDP ilk kurulduğunda Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgenin etnik temelli bir federasyon olmasını öngörmüştür (Dündar, 2009: 167). Kürt hareketinin sol kanadı o zamana değin, yalnızca kültürel haklar ile toplumsal ve iktisadi eşitlikten söz etmişken; TKDP, özerklik hatta Türkiye Kürtlerinin tam bağımsızlığını hedef olarak görmüştür (Pekasil, 2007: 95). Partinin programında Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının bulunduğuna işaret edilmiş, "Türkiye Kürdistanı" adının tanınması, Kürt dilinin resmi dil olması, Kürtçe yayınlara izin verilmesi ve Kürtçe eğitim gibi isteklere yer verilmiştir (Kurubaş, 2004: 5). 

Türkiye İşçi Partisi (1961-1988): 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin getirdiği bir yenilik parlamentoda sosyalistlerin de yer alabilmesidir ki bu o dönem için oldukça yenidir. MBK'nın hükümeti yeni partilerin kurulup seçime gidebilmesi için 13 Şubat 1961 tarihini son gün olarak ilan ettikten sonra Kemal Türkler, Avni Erakalın, Şaban Yıldız, İbrahim Güzelce, Ahmet Muşlu, Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu, Salih Özkarabey, Hüseyin Ulubaş, Saffet Göksüzoğlu, Adnan Arkın 13 Şubat 1961 günü İstanbul vilayetine müracaat ederek TİP'i kurmuşlar ve 1965 seçimlerine, 51 ilden 512 adayla katılıp, meclise 15 milletvekili sokabilmişlerdir (Pekasil, 2007: 59, 60). 

TİP'in bir diğer önemi içindeki "Doğu Grubu"nun etkisiyle Kürt Sorunu üzerine kararlar alması ayrıca TKDP ile birlikte "Doğu Mitingleri" adlı gösteriler 
düzenlemesidir. 1967 sonbahar aylarında Doğu Anadolu'nun sorunlarına dikkat çekmek ve devlet politikalarını protesto etmek için düzenlenen bu mitinglerle "Doğu Sorunu", Türkiye kamuoyuna taşınmaya çalışılmış ve konuyla ilgili bir kamusal bilincin doğması sağlanmıştır (Kurubaş, 2004: 4). DDKO'nun geniş kitlelerce tanınmasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde etkinlik kurmasında Doğu Mitingleri'nin etkisi büyük olmuştur (EGM, 2004: 11). 

TİP'ten DDKO'ya doğru olan süreci Kürt aydın ve siyasetçi Tarık Ziya Ekinci şöyle (2008) açıklamaktadır: 

TİP'in üç yıllık çalışmaları ve parlamentoda temsil edilme olanağına kavuşması üniversite gençliği içindeki prestijini yükseltmişti. O tarihlerde gelişen sosyalist 
akımın etkisi altındaki gençlik kesimi çeşitli fakültelerde fikir kulüplerini oluşturmuşlardı. […] Partiyle temasa geçen fikir kulüpleri yöneticileri doğrudan 
parti çatısı altında örgütlenmekten ise partiye paralel çalışacak bir örgütlenmeye gitmenin daha doğru olacağı görüşünü ortaya atmış ve Genel Sekreter Nihat 
Sargın'a da benimsetmişlerdi. Daha sonra fikir kulüpleri kendi aralarında birleşerek Fikir Kulüpleri Federasyon 'nu (FKF) oluşturdular. 

[…] 

O yıllarda Türkiye'de ön planda görülen sol siyasal akımlar üç ayrı çizgide belirginleşmişti. Bunlardan biri TİP'in temsil ettiği Sosyalist Devrim hareketiydi. 
TİP Türkiye'de sosyalist bir devrimin ancak demokratik yoldan işçi ve emekçilerin örgütlenerek bilinçlenmeleriyle ve seçimle gerçekleşebileceğini savunuyordu. 

İkincisi Mihri Belli'nin öncülük ettiği Milli Demokratik Devrim (MDD) teziydi. […] MDD'ciler Türkiye'de demokratik bir devrimin yapılmadığını, kapitalizm öncesi bir sosyal yapının egemen olduğu, ancak işçi sınıfının ideolojik öncülüğünü benimseyen sosyalist bir partinin şiddet yoluyla iktidara gelmesinden sonra demokratik devrimin yapılabileceğini, aynı sürece bağlı olarak da sosyalizmin inşa edilebileceğini savunuyorlardı. Devrimci sol gençliğe öncülük tanıyan MDD hareketi ordu içindeki devrimci bir kadro ile de ittifak arayışı içindeydi. Temel ideolojisi "devrim için ordu-gençlik el ele" sloganında somutlaşmaktaydı. 

[…] 

Üçüncüsü ise Doğan Avcıoğlu'nun askersel devrim teziydi. Bu hareket, önce Yön Dergisi ve Sosyalist Kültür Derneği, sonra da Devrim Gazetesi çevresindeki 
örgütlenmeyle MDD'ye koşut bir devrim stratejisini esas alan bir teze dayanıyordu. YÖN'cüleri Mihri Belli'nin öncülük ettiği MDD'den ayıran özellik devrimin salt ordu içinde oluşacak ilerici bir kadro tarafından yapılabileceğine olan inancı temsil etmesinde somutlaşıyordu. […] Son iki tezin ortak noktası Türkiye'de devrimin ancak darbe ve şiddet yoluyla gerçekleşebileceği inancıydı. […] Başlangıçta TİP'in demokratik yoldan Sosyalist Devrim tezine yakın duran gençlik bu yayınları izledikten sonra görüş değiştirmiş ve MDD tezine sempati duymaya başlamışlardı. Giderek fikir kulüpleri içindeki MDD'cilerin sayısı artmaya başladı. 1968'lerde MDD'ciler FKF'yi ele geçirerek Devrimci Gençlik (DEV-GENÇ) örgütünü oluşturdular. DEV-GENÇ sürekli bir gelişme göstererek üniversitelerin bütün fakültelerinde belirleyici tek örgüt haline geldi. […] Daha sonra örnek aldıkları dünya devrimci liderlerini izleyerek silahlı mücadeleyi başlattılar. Şehir gerillası ve Kır gerillası biçiminde örgütlenen gençlik grupları Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi (THKP-C), Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve benzeri isimler altında çeşitli silahlı eylemlere giriştiler. 

[…] 

Üniversite gençliğinin TİP yandaşı FKF'den MDD'ci DEV-GENÇ hareketine dönüşmesi kaçınılmaz olarak üniversite gençliği arasında da niteliksel bir ayrışmaya neden oldu. 

[…] 

Sol eğilimli üniversite gençliği arasındaki bir diğer ayrışma da eski FKF'li Kürt kökenli gençlerin DEV-GENÇ'ten uzaklaşmalarıyla gerçekleşti. 
DEV-GENÇ'in "ordu-gençlik el ele" sloganında somutlaşan darbe yanlısı politikası Kürt gençlerinde büyük rahatsızlık yaratmıştı. Çünkü Kürt gençleri ordunun idareye el koyduğu her koşulda, Kürtlere dönük bir baskı politikası izlendiği, geniş köylü yığınlarını tedirgin eden uygulamalar yapıldığı, binlerce Kürt'ün işkenceden geçirilerek yıllarca cezaevlerinde tutulduğu gerçeğini biliyorlardı. 
Bu nedenle, MDD politikasını izlemeleri ve DEV-GENÇ'e bağlı kalmaları mümkün değildi. […] 
O günkü Kürt gençlerinden, Ankara Hukuk Fakültesi'nden Mümtaz Kotan, İstanbul Tıp Fakültesi'nden Kemal Parlak yanlarında Kürt aydınlarından Musa Anter ve Av. Mehmet Ali Aslan ile birlikte benimle gençlik sorunları konusunda istişare etmeye geldiler. […] Ziyaretçilerim artık Kürt gençlerinin DEV-GENÇ'le birlikte olmalarının mümkün olmadığını belirttiler. Bu görüşlerine ben de katılmıştım. Kürt sorununu ve Kürt kökenli üniversite gençlerinin eğilimlerini tartıştıktan sonra MDD'den uzak durmaları ve farklı bir biçimde örgütlenmeleri gerektiği kararına vardık. […] Kuracakları gençlik örgütünün düşünsel planda Türkiye'deki sosyalist devrim hareketiyle dirsek teması içinde kalarak, aydınlanmacı ve antifeodal bir örgüt olmasını önerdim. 
Sonuçta, 21 Mayıs 1969'da Ankara DDKO ismiyle bir Kürt gençlik örgütü kuruldu. 

Bir müddet sonra TİP içinde yer alan Kürtler arasında iki farklı eğilim ortaya çıktı (Tan, 2011: 351): 

Birinci gruptakiler, Türk-Kürt ayrımı yapmadan Sosyalizmin genel başarısı için Türkiye'nin geneline hitap eden bir siyaseti benimseyenler: Tarık Ziya Ekinci, 
Kemal Burkay, Mehdi Zana vb. 

İkinci gruptakiler, artık Türk Solu ile çok fazla bir yol alınabileceğine inanmayıp Kürtlerin yine Sosyalizm ideolojisi ile ancak kendine özgü bir örgütlenme 
ile yola devam etmeleri gerektiğine inananlar: Ruşen Aslan, Orhan Kotan, Mümtaz Kotan, İbrahim Güçlü vb. Bu gruptakiler kendilerini TKDP'ye yakın bulmuşlardır. 

Devrimci Doğu Kültür Ocakları (1969-1971): TİP'e kuruluşundan itibaren destek veren ve parti faaliyetlerinde etkin görevler üstlenen Kürtçü üniversite 
öğrencileri zamanla TİP'i yetersiz bulmaya başlamışlar ve bu nedenle bir örgütlenme arayışı içine girerek Mayıs 1969 tarihinde Ankara'da DDKO adıyla legal bir derneğin kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir (Dündar, 2009: 168). 

DDKO esasında TKDP yöneticilerince ve milliyetçi Kürtçülüğe aydın kadrolar katmak maksadıyla kurulmuş ise de DDKO içinde yer alan bu Kürt milliyetçisi 
aydınlar, TİP ve FKF'nin sosyalist düşüncelerinden de etkilenerek, Kürt milliyetçiliği ile Sosyalizmi kaynaştırmanın arayışlarına yönelmişlerdir; ancak bu 
düşünceler tahakkuk ettirilmeden 1971 Sıkıyönetimi ile DDKO faaliyetleri ve TKDP ile olan irtibatları ortaya çıkarılmış, DDKO'nun TKDP içerisinde yer alan çok sayıda elemanı tutuklanmış, DDKO ise bölücü-yıkıcı faaliyetlerden dolayı sıkıyönetim mahkemesince kapatılmıştır (EGM, 2004: 28). 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

44 V. Minorsky (1877-1966) Kürdolojinin babası sayılır. 
45 Örneğin, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka lisan kullananların cezalandırılması, 24 Eylül 1925 tarihli Şark Islahat Planı, 1930 Türkleştirme Genelgesi  (Oran, 2010: 21, 22). 
46 Türk 68 Kuşağı: Komünizm, Marksizm-Leninizm, antiemperyalizm, Atatürkçülük, devrimcilik ekseninde ve Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi üniversite öğrencileri liderliğinde biçimlenen ve genellikle şiddet içeren öğrenci hareketidir. 


 12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***