Dev-Genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dev-Genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2019 Cumartesi

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 12

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 12


İlk Legal Kürt örgütleri olan DDKO'nun tüzüğünün ilk iki maddesi derneğin hangi amaçlara yönelik çalışacağını ortaya koymaktaydı; buna göre DDKO siyasetle 
uğraşmayacak ve "insan hak ve hürriyetlerini savunmak, halkın bütünlüğünü devrimci çizgide geliştirip yaşatmak, demokratik özlem ve gereksinimlere cevap 
verebilecek kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunmak, ırkçı, şoven ve antidemokratik akımlara karşı, insani değerlere dayalı toplumsal muhtevalı bir misak-ı milli anlayışını hakim kılmak amacını" güdecekti (Kurubaş, 2004: 6). 

DDKO, önceleri "Türklerle" hareket eden Marksist-Leninist Kürtlerin, etnik sorunları Marksist mücadelenin merkezine alarak faaliyetlere geçmelerinin 
sonucudur. DDKO'nun Kürtlerin yoğun olduğu her şehirde teşkilatlanması, ayrıca legal olmanın verdiği hareket serbestliği ve diğer sol örgütlerden alınan destek ve yardımlar DDKO'nun kısa sürede güçlenmesini sağlamıştır. 

DDKO'yu "Kürdistan'da sömürgeciliğe karşı bir direnme" olarak gören Öcalan (1998: 80) DDKO'ya kaydını şöyle (1996: 61) anlatır: 

1971'in sonlarına doğru İstanbul Hukuk'a kaydımı yaptırdım, ama hiç okula gitmedim. 

[…] 

Ondan sonra DDKO kurulmuştu, Dev-Genç kurulmuştu. Artan bir eylemlilik vardı. Ben üyeliğimi DDKO'ya yaptım. En belirgin olan, bunun feodal-küçük burjuva aile çocukların bir örgütü olmasıydı. 

Öcalan DDKO üzerine düşüncelerini ve DDKO macerasını Birand ile yaptığı röportajda şöyle (1994c: 59-63) açıklar: 

Peki nasıldı DDKO? Yani sizde nasıl bir izlenim bıraktı? 
DDKO, yürüttükleri Kürtçülük bana anlamsız geldi. 

Ne gibi? 

Bir defa sınıf niteliği açıktı. Yani o koşullarda orada egemen sınıf karakterli öğelerin hakimiyeti kesindi. Ve bir de ben, o zaman, Kürt meselesini bizzat ismini vererek biraz koymaya çalıştım. O zaman sene 1970'di. Herkes kuşkuyla baktı. İyi hatırlıyorum, ben dedim, peygamberin güya bir bedduası varmış,47 
"bunlar devlet kurarsa şöyle tehlikeli olur" diye; İslamiyetle Kürtlerin kafasına bunlar kötü kazılmış, doğru değildir, dedim. Orada bazı örnekler de verdim. 
Kendi kaderlerini tayin hakkı böyle doğru ele alınmalı dedim. O zaman hepsi, "doğu sorunu, yol, fabrika, okul sorunudur" diyordu. Özgürlük olayını ele almıyorlardı. 
Ben söyleyince, hepsi kuşkulu baktı. Yani onlara göre, zamanı değildi, kuşkulu bir şey olabilirdi... 

Aranızdaki fark; siz olaya bağımsızlık, özgürlük olarak bakıyordunuz, bir sınıf temeli olarak. 

Çizgi olayı, sınıf temeli var, kesin. O zaman feodal toplum üzerine yazı okuyoruz, temel ders kitabı var. Hatta orada seminer verdiğimi hatırlıyorum. Yalnız o zamanki önderlikler kesinlikle rahatsızdı. Hatta birisi ağa çocuğuydu. O zamanki DDKO başkanı rahatsızdı. "Böyle bir kuruluş, böylesine bir ideal için bana hem yetersiz ve hem de son derece laubali geliyor" diyordum. Ve gerçekten Kürtçülük olayını çıkar yönüne çoktan dönüştürmüşlerdi. Herhalde arkasında o zaman çeşitli güçler vardı. Mesela KDP [Kürdistan Demokrat Partisi] el atmış, TİP el atmıştı. Böylece çeşitli güçlerin bir legal kurumu oluyorlar. Tutarlı değiller, hepsi kendi çıkarları peşinde. Böyle samimi yaklaşan bir devrimci gençlik olayı yok. 

Tamamen onların yaptıkları işte biraz kültür, biraz... 

Kesin. Kültürel özerklik, halihazırda bu biçimde yürütülmek isteniyor. Soruna ilkeli, köklü yaklaşımın dozu çok sınırlı. Dedim ya, adını bile koymak istemiyorlar. 
Bir de hemen çıkarlara sapmaları mümkün. Devrimci gençlik hareketine karşı da dürüst değiller. Adını halen hatırlıyorum; o zaman ilk banka soygunları mı diyelim, şiddet eylemleri geliştiğinde, bunlarda böyle biraz ilkel bir yaklaşım vardı. Birbirlerine girdiler. "Biz yararlanırız" türünde bir tutum... 

Onlar da diyorlar ki, "geldi, o kadar bizim ilgimiz olmayan sözler etti ki, sonra yalnız kaldı ve bir daha da gelmedi." 
Benim için mi söylüyorlar? 
Evet. 
Yalnızlık olabilir. Böyle tek hareket ettiğimi söyleyebilirler. Orada hiçbir taraftarım olmadı, ben hep tektim. 

[…] 

Ondan sonra Üniversite, Siyasal Bilgiler... 

Öyle. Yani Mahir'lerin sorunu radikal koyuşundan cesaret alma var. DDKO'dakiler Kürttürler, ama bunlarla sınıf anlayışımız çelişkili. Dev-Genç de o zaman meseleye tümüyle ilgi göstermiyor. Zaten daha ayrışmamış. Mahir Çayan'la birkaç adam, artık kendilerine göre yeri-göğü titretecekler. Öyle kaldı; yani o yıl, 1970 öyle geçti. Ben fakülte değiştireceğim, imtihana girmişim, o yıl ders hanedeyim zaten. Yalnız sürekli kitap okuyorum, o zamanki dergileri de okuyorum. Bu İşçi-Köylü ve Aydınlık dergileri vardı, onları da okuduğumuzu belirtmeliyiz. O zamanlar meseleyi, şimdi olduğu gibi ortaya koymazlardı. "Kürt halkı" gibi sözler ederlerdi. O zamana göre bir ortaya koyuştur bu da. 

[…] 

Şimdi buna girmeden önce, 1970'ler dönemini, Dev-Genç ve DDKO pratiğini özetlersek: Dediğim gibi, Dev- Genç hareketi, bir devrimci gençlik hareketidir. 
Dünya genelindeki 1968 gençlik hareketinden etkilenmiştir. Sosyalizmden etkilenmiştir. 27 Mayıs ona gereken siyasal zemini vermiştir. Ve önderleri vardır, biraz örgütlenmiştir. Bu bir olaydır aslında; içine girenlere heyecan verecek, inanç verecek bir durumdadır. Tabii Türkiye tarihinin önemli bir bölümü oluyor ve etkileri bizim üzerimizde de kesin vardır. 

Kürtlük yönüne gelirsek; ara sıra Güney Kürdistan'daki mücadelenin sesleri geliyor. "Kürtler isyan halinde, Kürtler şöyle direndi, şurayı şöyle zapt ettiler..."; bu tip haberler geliyor. 
O zaman deklarasyon vardı, onların da o Mart Deklarasyonu vardı. "Kabul ettiler, etmediler" biçiminde haberler geliyor. Fakat etkisi sınırlı. Yine DDKO kurulmuş. DDKO'ya katıldım, İstanbul'daki kongresinde kalktım bir de uzun konuşma yaptım. Hem de güzel bir elbise giyerek. Ben konuşmaktan da çok çekinmedim. Bu konuşmada meseleyi koymaya çalıştım. Keşke o zamanki konuşma şimdi elimizde olsaydı. Kongre yapılıyor, kimse fazla konuşma olanağı da bulamıyor. Fakat biz konuşmayı yaptık. O zaman ben, sanırım asıl üye de olmuş oluyorum. Demek ki, hem o gizli örgütlerin içinde, hem de DDKO örgütünde benim  durumum hızla ileriye doğru kayıyor. Ama tam ilerlemeden 12 Mart geldi. 

Görüldüğü gibi DDKO Öcalan'a göre "Kürt Sorunu" bağlamında yetersizdir ve solcular içinden ayrışan, kendi yoluna giden bu Kürtçü yapılanma soruna 
bağımsızlık çerçevesinde bakmamakta ve çıkarcı davranmaktadır. Öcalan'ın anlatımlarından dikkat çeken ise kendinden önceki Kürtçü hareketleri ciddiyetsiz 
bulup kendini "tek adam" olarak lanse ederek Kürtlerin ezeli ve ebedi hak savunucusu, önderi olarak göstermeye çalışmasıdır. 

Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri ise 12 Mart 1971 Muhtırası sonrası 1974 yılında CHP-MSP Koalisyon Hükümeti'nin çıkardığı aftan sonra DDKO devamı  niteliğinde kurulmuştur. DDKD da (Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri) 12 Eylül 1980 Darbesi ile ilgili fikir ayrılıkları nedeniyle bölünmüştür (Tan, 2011: 356). Bu örgüte benzer şekilde DDKO mirasıyla yine sosyalist olan Rızgari, Özgürlük Yolu ve Kawa örgütleri kurulmuştur. 

Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği/Ankara Demokrat Yurtsever Yüksek Öğretim Birliği (1974-1975): 1973 baharında 5-6 kişi ile birlikte Ankara'daki Çubuk Barajı'na giden Öcalan, bu grupla tartışmanın ardından bir örgüt kurma kararı almıştır (Yavuz, vd., 2011: 138). 

Öcalan bu kararı nasıl aldıklarını şöyle (2007: 168) anlatmaktadır: 

Amatör bile denilemeyecek bir tepki grubu olarak 1973 Nisanı'nda Ankara Çubuk Barajı kıyılarında kâh ayakta kâh oturarak, ayrı bir Kürdistan grubu olarak hareket etmenin daha doğru olacağını, bunun temel nedeninin de Kürdistan'ın klasik sömürge bir ülke olmasından kaynaklandığını bir sır gibi ilk defa altı kişilik gruba toplu olarak ifşa ederek başlamış bulunduk. Daha önce tek tek doğruları açıklama tarzını toplum yapma tarzına dönüştürmek ilk başlangıç olarak değerlendirilebilir. Bu tarzın örgütlenmeye götürme gibi bir özelliği vardır. 1974, 75, 76 yılları grubu ADYÖD (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği) çatısı altında geliştirme dönemiydi. 

Muhtıra sonrası ADYÖD'e katılan ve bu derneği yöneten Öcalan, bu şekilde PKK'nın kuruluşuna yönelik fikirsel çabaları, kadro çalışmalarına çevirmiştir. 
Bir bakıma ADYÖD PKK'nın oluşumuna basamak teşkil etmiştir (Dündar, 2009: 173). ADYÖD'ün 1975 yılında 1402 sayılı Sıkıyönetimin Kanunu gereğince kapatılması ile de faaliyetler durmamış, Ankara Dikmen'de yapılan ve Dikmen Toplantısı olarak bilinen bir toplantı ile aksine bölgeselleşmiştir. 
Örneğin, Haki Karer. 48 
Ağrı'ya, Mazlum Doğan Batman'a gönderilmişlerdir (Öcalan, 2001: 354). Birkaç kez yapılan Dikmen Toplantısı sonrası grup kendine "Kürdistan Devrimcileri" 
adını vermiştir. 
Öcalan 1977 yılında Doğu ve Güneydoğu'ya yaptığı örgütü tanıtma gezisine "Tarihi Kürdistan Seferi" adını vermiştir. 

Öcalan ADYÖD hakkında şunları (2003: 22) söylemektedir: 

12 Mart hareketinin solda yarattığı boşluk, hiç hazır olmadığım halde, beni bir gençlik önderliğiyle yüz yüze bıraktı. Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) yönetimi ve fiili başkanı gibi bir konum, liderlik konumunu da önüme koydu. 

ADYÖD'ü kurduk. 

Daha sonra kendi grubumuzu 1973'de "Kürdistan sömürgedir" sözcükleri temelinde kurduk ve 1975'i böylece yakalayıp tarihi bir dönüm noktasına doğru kendimizi temellendirmeye çalıştık. 1975 sonları hareketimizin manifestosunun yazıldığı bir tarihtir. Bu manifesto daha sonra yayınlanmadı. Ancak 1978'de yayınlanabildi, ama aynı içeriktedir. ADYÖD kapatıldı (2009: 19). 

Bir yıl ADYÖD Başkanlığını yaptım. O zamanlar ADYÖD iki eğilimden oluşuyordu. DDKO ve Dev-Genç'in birleşmesinden oluşuyordu. Ben hem Dev-Genç'e hem 
DDKO'ya üyeydim. Gönlüm her ikisinden yanaydı. Biz ikisini birleştirmiştik. İki tarafı birleştirme, kardeşliği ve özgürlüğü esas aldığımı, böyle bir eğilimde 
olduğumu biliyorlardı. Birisi daha sonra küçük burjuva milliyetçiliğine kaydı. Diğeri de milliyetçiliğe kaydı. Diğer taraf da "biz Kürtlerle birarada yapamayız" diyordu. Sonunda ben ortada kaldım. Ama gönlüm her ikisinin birleşmesinden yanaydı. Daha sonra Kemal Pir ve Haki Karer'le birlikte Kürdistan'a geçtik. Kemal Pir ve Haki Karer benim iki halkı bir arada tutmak istediğimi gördükleri, bildikleri için benimle beraber hareket ettiler (rizgari, 2012). 

Halen hatırımdadır, bu çizgiyi kendi içimde, düşüncede resmen başlatmaya karar veriş sürecim 1972 sonlarıdır. 

[…]  1973'te büyük bir cesaretle bu ideolojiyi dile getiriyordum. 1974'te daha cesaretle gruplaşmayı ortaya çıkardım. 1975'te resmi bir Yüksek Öğrenim Derneği'nde (ADYÖD) en önde gelen bir görev aldım. 1976'da büyük bir mitinge öncülük ettim. 1977'de Haki Karer yoldaşın şahadeti ardından Program Taslağını bizzat kaleme  aldım. 1978'de artık PKK ismiyle Kuruluş Bildirgesi'ni yayınlayarak bu mücadelede dönülmez bir adım attım (2012a: 73). 

1974 baharına gelindiğinde, ADYÖD'deki önderliğim giderek beni popüler kılıyordu. Önderlikse bir çıkış, ama Türkiyeli gibi. İstanbul'u da etkiliyor. 
Polis kesinlikle benim Kürtçülüğe mi, Türklüğe mi oynadığımı, veya Dev-Genç'in neresinde olduğumu fark etmiyor (1996: 73). 

JİTEM'in fikir babalarından biri olan Cem Ersever49 PKK'ya dek tüm bu süreci şöyle (2010: 28, 29) özetler: 

<  Bu kişiler ilk önce isimlerini DDKO olaylarında duyurdular. 12 Mart Muhtırasıyla her şeyden ellerini çekip bir kenara oturdular. 1974'lerden sonra ise DDKD, Özgürlük Yolu, Kuk, Rızgari gibi örgütleri organize ederek büyük halk önderi pozlarını takındılar. 12 Eylül 1980 darbesini müteakip bir kısmı yurt dışına kaçtı, bir kısmı da yurt içinde kalarak lümpenleşti. Uzunca bir süre ortaklıkta görünmediler ve 1984 yılında PKK eylemleri başladığında bile inlerinden dışarı çıkmadılar. Devletin gelip kendilerini götüreceğini zannediyorlardı. Hatta PKK ve eylemlerini kınayarak "Eğer bu eylemleri yapanlar Kürt ise biz Kürt değiliz." diyorlardı. Eylemler devam ediyor fakat devlet kimseye elini sürmüyordu. 1987 yılında yavaş yavaş homurdanmaya başladılar, yasal bir takım makamları da işgal eden bu kişiler homurtularının tepki görmemesi, çevrelerinde prim yapması üzerine seslerini iyice yükselttiler ve yıllardır yurt dışındaki bazı odakların böyle sesleri alkışlamak için pusuda beklediklerini gördüler. Korkak insanlar, meydanı boş buldukları zaman zaptedilemez bir cengaver kesilirler ve adeta korkuya olan öfkelerini korkusuz olanlardan çıkartırlar. İşte günümüzde Kürt insanı bu tür cengaverler tarafından baskı altına alınmış durumdadır. >

3.1.2. Kürdistan Devrimcileri/Apocular Dönemi (1976-1978) 

1973 yılında fikir düzeyinde birtakım oluşumlar içerisinde olan Öcalan, sessiz sedasız Ankara'da üniversite gençliği içerisinde kadro çalışması yapmaktadır ve 1976 yılında yeterli sayıya ulaşınca gruba KD (Kürdistan Devrimcileri) adını verir ve kafasında belirginleşen örgüt ideolojisi ve politikası genel hatlarıyla şu şekilde formüle edilerek grup üyelerine benimsetilir: 

Klasik anlamda Marksizm-Leninizm araştırılıp incelenmiştir, bu ideolojinin kılavuzluğunda dünyanın, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin genel bir tahlili yapılmıştır. Bu bakış açısına göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu (Kuzey Kürdistan) sömürge durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti de sömürgeci devlettir. Ayrıca Kürdistan'ın diğer parçalan da İran, Irak ve Suriye'nin sömürge idaresi altındadırlar. 

Türkiye Kürdistan'ın Türk sömürge idaresinden kurtarılması için ilk etapta bu düşüncelere sahip bir gruplaşma yaratmak gerekiyor. Öte yandan Türk ve Kürt 
solundaki diğer bütün gruplar Kürdistan tahlilini yanlış yapmaktadırlar (Ersever, 2010: 58). 

Kürdistan Devrimcileri/Apocular ya da bir diğer adıyla Ulusal Kurtuluş Ordusu bu dönemde geniş ölçüde propaganda faaliyetleriyle uğraşmıştır ve bunun 
sonucu olarak diğer Kürtçü örgütlerle çatışmaya girmiştir. Bunun nedeni büyük ölçüde bu örgütün kendisi dışındaki bütün Kürtçü-bölücü örgütleri reformist, küçük burjuva milliyetçileri ve hatta hain-ajan olmakla suçlamasıdır ki (EGM, 2004: 13) bunda amaç bölgede tek örgüt olabilmektir. Örneğin, genellikle Halkın Devrimci Birliği, Halkın Özgürlüğü, DDKD, Tekoşin ve KUK gibi Kürt gruplara yönelikti ve sonuçta Apocular Kürt ve Türk sol gruplarca Marksistlikten ziyade "şovenist"50 damgası vurulmuştur (Özdağ, 2007: 34, 35) 

1977 yılında Öcalan'ın Tarihi Kürdistan Seferi adını verdiği gezisi dönüşünde örgütün önemli kişiliklerinden Haki Karer'in Sterka Sor (Kızıl Yıldız/Beş Parçacılar) tarafından öldürülmesi önemlidir. Böylece Öcalan örgüt içinde daha da rakipsizleşmiştir. Öcalan Karer'in öldürülüşü hakkında şunları (1996: 104) söyler: 

Olayı gerçekleştiren Beşparçacılar da güya Kürdistancıydı, oysa ilgisi yok. 

[…] Evet bunun gerçekleştirdiği Haki olayı gerçekten üzmüştü bizi. Fakat yolumuz biraz aydınlatılmıştı. Haki'nin başarılı bir grup pratiği vardı. Hızla sonuca doğru  gidiliyordu. 

Partileşeceğiz. 

Önemli bir aşamanın tam sonuna gelmiştik. Aynı zamanda yeni bir aşamanın başlangıcındaydık. Kendimize güvenimiz oldukça gelişmişti. Bu tarihi atılımı 
yapıyorduk. 

Karer'in anısına bağlılık gereği Antep'te aynı yılın sonbaharında Program Taslağı'nı yani "Kürdistan Devriminin Yolu".51 Adlı örgüt manifestonun taslağını 
hazırladığını belirten Öcalan (2012b), 1976 ve 1977 yılını genelde Kürdistan ulusal kurtuluş tarihinde, özelde de PKK tarihinde en kritik yıl olarak belirtir (1996: 89). 

Çekirdek gruptaki Haki Karer'in öldürülüşüne rağmen Apocular bölgede tek örgüt olmayı başarmış ve diğer örgütleri saf dışı bırakabilmiştir. Örgütün çekirdek 
grubunun kaybettiği bir diğer kişi ise Kemal Pir'dir. Kemal Pir 1977 yılında Tuzlaçayır'daki örgüt evine giderken bu ev baskın yapmaya hazırlanan polis 
tarafından belinde tabancasıyla yolda yakalanır. Eve yapılan baskında ise bir diğer örgüt üyesi Mehmet Karasu yakalanır. Öcalan bu olayı şöyle (2012c: 228) aktarır: 

1977 provokasyonunu daha önce size anlattım. Namık Kemal Ersun darbesi vardı. Bu darbe, PKK'nin imhasını da içeriyordu. Yine o yıllarda Pilot denilen bir 
provokatör yanıbaşımızdan ayrılmıyordu ve biz bunun bir denetim olduğunu biliyorduk. Küçük bir gruptuk. Henüz 1977'deydik. Yanıbaşımızda ejderha var. 

Darbenin sabahı tutuklanmamızın da sabahı olacaktı ve bizi böylece tasfiye edeceklerdi. Nitekim, Kemal Pir ve Karasu, provokatörün komplosu sonucu 
tutuklandılar. Eğer ben de tedbirli davranmamış ve toplantı yerine önceden bir klavuz yollamamış olsaydım, 1977 yazında bu hareket fiilen sona erdirilecekti. 
Şüphesiz içerde de direnirdik, yanımızda yakalanan silahlar nedeniyle en az on yıllık bir içerde yatış da söz konusu olabilirdi. 

PKK'nın temellerinin atıldığı bu yıllarda iki önemli kişilik olan Hakir Karer ve Kemal Pir hakkındaki bir diğer bilgi bu iki kişinin de Kürt olmamasıdır. Öcalan 
Kemal Pir'le tanışması ve bu kişilerin Kürt olmamasını şöyle (2012a: 99) açıklar: 

1972 yılında Kemal Pir'lerle birbirimizi ilk defa gördük. Kıştı ve soğuktu, o zaman ben ayaktaydım, O da karşımda yatıyordu. Kemal Pir beni yarım saat dinledi ve 
ondan sonra bir karar verdi, ama gerçekten kararını pir verdi ve o andan itibaren tüm yaşamını bir kahraman gibi yaşadı. 

Kemal Pir ve Haki Karer bozulmamış iki Karadeniz çocuğu olarak benim arkadaşlık tarzıma adeta bayılarak bağlanmışlardı. Bana en ufak bir zorluk gelmesin diye en erkenden dilini, töresini bilmedikleri Kürdistan'a hepimizden önce yürümüşlerdi (2012b). 

Şimdi birkaç şehidimizin adını aklıma getirdim. Kemal Pir yoldaştan söz ettim. O Kürt müydü? Hayır. O ne Kürttü, ne de Kürdistanlıydı. Türk bir arkadaşımızdı 
(1994a: 467). 

PKK'nın temelinin yavaş yavaş atıldığı bu yıllarda Karer ve Pir dışında söz edilmesi gereken bir diğer kişi ise Öcalan'ın yukarıda "provokatör" diye andığı, eski bir pilot olmasından dolayı Pilot lakabı almış olan Necati Kaya'dır. ADYÖD döneminde Apocular arasına sızmış ve 1979 yılına dek örgütle ilişki içinde olmuş 
olan bir devlet ajanı olduğu sanılan Kaya hakkında pek de bilgi mevcut değildir. 
Öcalan, Pilot'un aslında ajan olduğunu bildiğini; fakat ona belli etmeden bir şekilde onu oyaladığını ve kullandığını defalarca belirtip övünmüştür. Pilot, PKK'nın kuruluşunda Öcalan dışında resmi odakların da parmağı olduğu tartışmasında günümüzde adı sıkça geçen karanlıkta kalmış bir kişidir. Pilot'un aslında örgütü ele geçirip onu devlet güdümüne sokma amacında olduğu tartışmaları da günümüzde mevcuttur. Tartışmalar bir yana Pilot'un örgüte sızma girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve örgüt deşifre edilmesi ve çözülmesi en muhtemel dönemde varlığını devam ettirmiş ve 1979 yılında Öcalan ile örgütün önemli üyeleri yurtdışına kaçmışlardır.52 

Öcalan ise Pilot'tan şu sözlerle bahseder: 

Yine o yıllarda Pilot denilen bir provokatör yanıbaşımızdan ayrılmıyordu ve biz bunun bir denetim olduğunu biliyorduk. Küçük bir gruptuk. Henüz 1977'deydik 
(2012c: 228). 

Abdurrahman Polat diye biri vardı. Ağrılıydı. Pilot'u (Necati Kaya) getirip bizimle tanıştırdı. Sonradan anlaşılacak ki bu iki ilişki sanırım MİT'in hatta kontrgerillanın bizi marke etme ilişkisidir. 

Pilot denilen kişi "ev tutalım, gazete çıkarabilirsin, buzdolabı, apartman katı benden" diyordu. Gazetenin çıkarılması için ev satıp o zamanın parasıyla iki yüz 
binini vereceğini söylüyordu. Biz de kabul ediyor gözüküyorduk. Durumunu zamanında değerlendirdik. Sözümona öyle bağlılık gösterisi yapıyor ki, "sen söyle ben üçüncü kattan atlarım vb." diyordu. Bir gün kan ter içinde geldi, bir subayı nasıl feci bir şekilde dövdüğünü, o subayın ses bile çıkaramadığını anlattı. Bununla ne kadar etkili ve ne kadar hakim olduğunu hissettirmeye çalışıyordu. Yani bir anlamda bu güçle bizi teslim almaya çalışıyordu. 

"Yanımdan uzaklaş" deseydim, kovsaydım bu bir hata olurdu. Oysa biz uzaklaştırmadık, kovmadık, ama ondan da beterin beterini başına getirdik. 1976'nın sonunda evinde toplantı yaptık. Bu olur mu, diyenler var. Evet olur! Diğer tedbirimiz ise tek bir yazılı belgemizin olmamasıydı. En kötü ihtimalle ele geçsek bile, bu durumda sizi sadece toplantı nedeniyle yargılayabilirler. Örgütün adı yok, programı yok, bir broşür de yok! Yakalasalar uğraştırıp bir iki ay sonra bırakacaklar. İşte bu tedbirliliktir (firatnews, 2012). 

Öcalan PKK-devlet ilişkisi içinde şunları (2012c: 344, 345) söyler: 

Şimdi Uğur Mumcu özellikle yazıyor; "Apo'yu MİT mi korudu?".53  
Açıklık getirmek için söylüyorum: Hayır! MİT niye korusun? Ben, devlete günde 1 trilyon zarar veriyorum. 
Bunu burjuva gazeteleri yazıyor. Günde bir trilyon zarar veren adamı MİT korur mu? Bu devlete, tarihinin en büyük yanılgısını yaşattım, en büyük 
darbesini indirdim. Bunu siz de biliyorsunuz. 

SBF öğrencisi Mahir Çayan ve arkadaşları, 26 Mart 1972 günü Ünye Radar Üssü'nde çalışan biri Kanadalı, ikisi İngiliz üç teknisyeni kaçırıp Tokat'ın Niksar İlçesi Kızıldere Köyü'nde muhtar Emrullah Arslan'ın evinde saklanmışlardı. 

[…] Niksar-Ünye karayolunda yapılan bir arama Çayan ve arkadaşlarının izlerini bulmaya yetti. 

[…] Muhtarın evi komando askeri tarafından çevrilmişti. 

[…] Kaçırılan ve elleri ve ayakları bağlanan yabancı teknisyenler "ateş etmeyin, ateş ederseniz bizi öldürecekler" diye bağırdılar. 
     Bu konuşmaları uzun süren bir sessizlik izledi. Evin çatısına üç kişi çıkmışlardı: Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü ve Teğmen Saffet Alp. 
     Bu sessizlik, saat 14.10'da başlayan ateş sesleriyle bozuldu. Askerlerin açtığı ateşle ilk vurulan Mahir Çayan oldu. Ve hemen orada öldü. 

Rehin alınan, elleri arkalarından bağlanan teknisyenler de Çayan'ın arkadaşlarınca hemen orada kurşuna dizildiler. 

[…] Teslim olmayacaklardı. Ellerinde üç el bombası kalmıştı. Bombaların pimleri söküldü. 
      Saat 15.30 sularında ev büyük bir gürültü ile sarsıldı. Ardından peş peşe patlamalar duyuldu. Eve havan mermileri atılmıştı. 

[…] Ev, ceset doluydu. 

[…] Olay kısa sürede duyuldu. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

47 Şeref Han Bitlisi'nin Kürt tarihi ile önemli eseri Şerefname'ye göre; Hz Peygamber devrinde, Oğuz Türklerinin biat ettiklerini belirtmek için Oğuzlar tarafından Hz Peygamber'e gönderilen heyette Büğdüz (Buğduz) adlı bir kişi vardı. Hz Peygamber iri yarı ve kirli bu kişinin Kürt taifesinden olduğunu öğrenince Kürtlerin asla birleşmemesi ve devlet kuramaması için beddua etmiştir. XVI. asırda yazılan bu eserin elbette bu iddiası gerçeklikten uzaktır. 
     Bu söylem Kürtlerin birleşip devlet kuramaması durumunu insanüstü nedenlere bağlayarak Kürtleri bu açıdan moralize etmeye çalışmaktadır. 
48 Doğrusu "Karaer" değil "Karer"dir. 
49 Ahmet Cem Ersever, 6 Haziran 1950 yılında Erzurum'da doğdu. Babası askerdi. O da askerlik hayatını seçti 1972 yılında Kara Harp Okulu'nu bitirdikten sonra  teğmen olarak göreve başladı. Görev aldığı yerlerde ülkücü ve Kürt düşmanı olarak tanındı. 1976 yılında Silopi'de jandarma komutanı olarak görev yaparken muamelelerinden bıkan solcu gençler kendisine kent meydanında dövünce askerlere toplanan kalabalığa ateş emri verdi. Ülkede ve kentte gerginlik günlerce  sürdü. İlçedeki bütün siyasi parti teşkilatları Ersever'in görevden alınmasını istedi. MSP ve AP tarafından Cumhurbaşkanlığı'na, Başbakanlık'a ve Genelkurmay Başkanlığı'na şikâyet edildi. Jandarma içinde soruşturma görevi Ersever'in yardımcısı Kıdemli Başçavuş Serdar Gürkanlı'ya verildi. Gürkanlı raporda Ersever'in suçsuz olduğunu yazdı. Yargılanırken görev yeri değiştirildi. Gönderildiği Foça'da kontrgerilla eğitimine tabi tutuldu. Dokuz ay sonra terfi gibi kaçakçılık üzerine  istihbarat görevi aldı. Sekiz kentte birden görevlendirildiği bu işte ünlü kaçakçı Nejat Söyler'le işbirliği içinde olduğu ortaya çıktı. Yine yargılandı. 
     Bir süre sonra Ersever'in illegal işleri tamamen ortaya çıkınca 1982 yılında kaçakçılara yardım ettiği gerekçesiyle açığa alındı. Delil yetersizliğinden beraat etti. 
 JİTEM bünyesinde pek çok faili meçhul cinayet, adam kaçırma ve işkence suçlarına karıştı. Bu faaliyetlerinde itirafçıları etkin bir şekilde kullandı. 
     Daha sonra kızağa çekildi. Yerine ise Yeşil ya da Sakallı (K) adıyla bilinen Mahmut Yıldırım geçti. 1993 yılında Eşref Bitlis'in kuşkulu ölümünden sonra istifa etti. İstifa gerekçesini PKK'yla mücadelede yapılan yanlışlara bağladı. Ersever istifa ettiğinde PKK ile mücadelenin eksikliklerin kamuoyuna duyurmaya çalışacağını belirtti. Ayrıca itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağını söyledi. 
 Pek çok röportaj verdi. 4 Kasım 1993 yılında kafasına iki kurşun sıkılmış cesedi Ankara Elmadağ'da bulundu. Daha geniş bilgi için bk. Kılıç, (2009). 
50 Şovenizm: Abartılı, radikal ve saldırgan milliyetçilik ya da vatanseverlik inancına ya da bağlılığına verilen addır. 
51 Öcalan, (1993). Kitaplaştırılmış bu broşür üç bölümden oluşmakta. Birinci bölümde sınıflı toplum ve sömürgecilik tarihi hakkında bilgiler verilmekteyken; 
 ikinci bölüme "Kürdistan Toplumu" başlığı verilmiş ve açıklamalar devam etmiştir. Üçüncü bölümün başlığı ise "Kürdistan Devrimi"dir. Bu bölümde yapılacak devrimin dayanağı, şartları, özellikleri, hedefleri ve yöntemi ile ilgili açıklamalar verilmiştir. 
52 Esas neden 1979 yılında PKK Merkez Komite üyesi Şahin Dönmez'in yakalanması ve çözülmesi gibi gözükse de Öcalan'ın Suriye'ye çıkışını 1980 Darbesi'ni haber almasına bağlayanlar da mevcuttur; fakat bu konu muğlaklığını korumaktadır. 
53 Mumcu, bu iddialarını "Kürt Dosyası" adlı kitabında toplamıştır. Mumcu, Ankara Üniversitesi'nde Şafak Bildirisi'ni dağıtırken 7 Nisan 1972 tarihinde gözaltına alınıp daha sonra da tutuklanan Öcalan'ın bildiri dağıtmak suçundan aklanması ve sadece boykota katılma suçundan yargılanması yönündeki ani karar değişikliğine vurgu yapar. Yine üniversitenin SBF Yönetim Kurulu'nun, tanık ifadelerine ve savcının Öcalan için en ağır cezayı istemesine rağmen 
Öcalan'a en hafif cezayı vermesinden bahseder. Oysa savcının en ağır cezayı istediği ikinci kişi on beş gün okuldan uzaklaştırma cezası verilmiştir. 
Ayrıca yaşı tutmaması ve öğrenci eylemlerine katılmasına rağmen Öcalan'ın burs alabilmesi bir başka konudur. 
Kızıldere Olayı: Doğu Perinçek liderliğindeki Türkiye İhtilalci Komünist Partisi tarafından hazırlanan Şafak Bildirisi, bu olay ve Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 
idamını önlemek amacıyla hazırlanmıştır. Mumcu, Kızıldere Olayı'nı şöyle (2007: 2-4) aktarır: 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

18 Eylül 2015 Cuma

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 7




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 7





12 MART MUHTIRASI SÜRECİNDE ÜNİVERSİTELER VE ÖĞRENCİ OLAYLARI


1946’da üniversitelere sağlanan özerklik 27 Mayıs 1960 müdahalesiyle kesintiye uğradıktan sonra, 1961 Anayasası ile ilk kez üniversiteler anayasal düzeyde düzenlenmiştir.144 Üniversitelere bilimsel ve idari özerklik kazandırılmış, siyasi partilere üye olma yasağının üniversite üyelerine uygulanamayacağı belirtilmiş, üyelerin, serbestçe araştırma ve yayın yapabilecekleri ileri sürülmüştür.145
1960’ların başında Kıbrıs odaklı önemli gelişmeler yaşanmıştır. Kıbrıs sorunu Londra ve Zürih anlaşmalarıyla geçici bir çözüm yoluna sokulmuştur ancak 1963 yılı Aralık ayında meydana gelen olaylar tepkilerin yeniden artmasına neden olmuştur. CHP-Bağımsızlar Azınlık Hükümeti döneminde 27-28 Ağustos 1964’te Ankara ve İstanbul'da düzenlenen öğrenci protesto hareketleri halkın da katılmasıyla büyük bir batı ve özellikle Amerika aleyhtarı gösteri halini almıştır. “Johnson sahte dost”, “Bizi dolarlarınızla satın alamazsanız”, “Amerikalı, memleketine dön!” gibi slogan ve dövizler Türk gençlerinin Amerika’nın Kıbrıs politikasına karşı takındıkları tavrı şiddetli şekilde açığa vurmuştur.146


141 11.01.1971 tarihli “Türk-İş’in Parti Kurma Çalışmaları”, başlığını taşıyan belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; 
Fihrist No: 7781–45].
142 DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Kocaeli Bölge Temsilciliğinin 13.03.1971 tarihli basın bülteni [Cumhurbaşkanlığı 
Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–13; Fihrist No: 7709–7].
143 Mustafa Kemal Derneği tarafından Cumhurbaşkanlığı makamına gönderilen 27.12.1970 tarih ve özel sayılı yazı 
[Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; Fihrist No: 7781–5].
144 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, 8. Bs., İstanbul, Alfa Yayınları, 2001, s.328.
145 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Resmi Gazete, 31.5.1961 No: 10816.
146 Bülent Daver, “Türk Üniversite Öğrencileri Ve Siyaset”, AÜSBF Dergisi, C:XIX, No.3, 1964, s.45.

Aynı yılda üniversite öğrencilerinin reform talepleri gündeme gelmiştir. Bunun için İstanbul Üniversitesi’nde eylemler yapılmıştır. Öğrenciler eğitim sistemini şikayet etmişler reform çıkmazsa eylemlerinin artacağı uyarısında bulunmuşlar dır.147 Öğrenci örgütleri 12 maddelik ağır suçlamalarla dolu bildiri yayınlayarak, İstanbul Üniversitesini bir skandal ocağı halinde vasıflandırılmıştır, öğretim üyelerini çeşitli açılardan ağır bir şekilde suçlamışlardır. Tıp Fakültesi öğrencileri yeni yönetmeliği protesto için dersleri boykot kararı almışlardır. 148 1964’te yaşanan bu olaylar üzerine AP’li Senatör Profesör Celal Ertuğ öğrenci örgütleri nin köklü bir reform talebi ile devlete, üniversiteye karşı sert bir direnme reaksiyonuna geçtiklerini, bütün bu kaynaşmalar, ağır ithamlar karşısında İstanbul Üniversitesi yetkililerinin sustuğunu ifade etmiştir.149
1965 seçimleri öncesi TİP, sağ ideoloji savunucuları tarafından komünistlik ve dinsizlik suçlamalarına maruz kalmıştır. Aydınlar arasında oldukça rağbet gören solcu ideolojinin 1962 sonrasında yayılma göstermesi sağcı ideoloji savunucuları nı rahatsız etmiştir. 1962 yılında kurulan Sosyalist Kültür Derneği sosyalizmi yaymayı amaçlamıştır. Solcu ideoloji sahipleri, muhafazakarlara, mukaddesatçı-milliyetçilere, yabancı sermaye ile işbirliği yapanlara ve liberallere karşı cephe alıp anti-Amerikancı yaklaşımı savunmuştur. 150
Solda bu gelişmeler yaşanırken sağcılar Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’ni kurarak solculuğu Moskova ve Lenin’e bağlı komünizmi isteyen 
maskeli akım olarak nitelendirmiştir. 1960'ların sonlarından itibaren CKMP-MHP' nin gelişmesine damgasını vuran temel olgu, edindiği anti-komünist misyondur. Daha 1960'ların ilk yarısında Türkiye'de anti-komünist söylem, "genel sağ" siyasetin asli unsurlarından biri haline gelmiştir. Solcu, hatta burjuva liberal gazetelere ve özellikle TİP’e yönelik baskınlarla, “komünizmi tel'in mitingleriyle”; anti-komünist sokak gücü geliştirilmeye başlanmıştır. "Milliyetçilik" adına meşrulaştırılan anti-komünizm, başlı başına bir siyasal kimlik ve meslek haline gelmiştir.151
I. Demirel Hükümeti dönemi (1965-1969) toplumsal gerilimin yavaşça arttığı bir dönem olmuştur. Sağ kesim tarafından mitingler yapılmaya devam etmemiştir. Bu konuda Senatonun önde gelen isimlerinin başında AP Samsun Senatörü Fethi Tevetoğlu gelmektedir. 1966 yılında Beyazıt Meydanı’nda yapılan Komünizmi Telin ve Uyarma Gösterisi’nde konuşan Tevetoğlu, Cumhuriyet, Milliyet ve Akşam gazetelerinin okunmamasını, bu gazetelere 25'er kuruş verilerek maddi güçlerinin arttırılmamasını söylemiştir.152
1966 yılında TMTF’nin Sakarya’da yaptığı Genel Kurulda olaylar çıkmış ve 18 kişi yaralanmıştır. Bu olay 27 Mayıs rejimine bir başkaldırı olarak görülmüştür. Bu arada MDD düşüncesini savunanlar 1968'de Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) yönetimine hakim olmuştur.



147 Milliyet, 17.12.1964, s.1.
148 Milliyet, 11-21.12.1964, s.1.
149 CSTD, C:22, B:16, 15.12.1964, s.465-468.
150 Abadan, “Anayasa Hukuku…”, s.111.
151 Tanıl Bora-Kemal Can, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket, 6. Bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s.56.
152 Feyzioğlu, a.e., s.528.


Fikir Kulüpleri bütün büyük üniversitelere yayılmıştır. 1960'ların ortalarında bu kulübün ve diğerlerinin yönetimine FKF adıyla ulusal bir ağ kuran TİP'in öğrenci eylemcileri hakim olmuştur ve bu federasyonu kısaltılmış adıyla Dev-Genç diye bilinen, " Devrimci Gençlik " örgütüne dönüştürmüştür

Türkiye'deki gençlik hareketi 1968'lerden itibaren Almanya ve özellikle de Fransa'daki öğrenci hareketlerinin etkisi altına girmiştir. 1968 yazına girerken, Avrupa’dan gelen haberlerin de etkisiyle, gençlik eylemleri tırmanmaya başlamıştır. Öğrenciler ilk önce Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde boykot kararı almış, birkaç gün içinde olaylar İstanbul’a da yayılmıştır. İstanbul’daki eylemler daha şiddetli olmuş ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde işgale dönüşmüştür. Rektörlüğü ele geçiren öğrenciler bir işgal komitesi oluşturarak taleplerini İstanbul Valiliği’ne iletmişler ve istediklerini elde ettikten sonra işgale son vermişlerdir.153
Türk öğrenci hareketlerine yeni boyutlar kazandıran en önemli etken, Türk siyaset sahnesinin hızla kutuplaşması ve siyasal partilerin üniversite öğrencileri arasından kendi saflarına çekmek için giriştikleri sürekli çabalardır. Böylece öğrencilerin silahla donatılması, silahlı öğrencilere verilen eğitim sadece üniversitelerde sık sık ölümle sonuçlanan tamir edilmez can kaybına yol açmakla kalmamış aynı zamanda anayasal, etkili şekilde işleyen bir parlamenter sisteme karşı güvenin yitirilmesine yol açmıştır. Gerek öğrencilerin, gerekse genç işçilerin 1968 sonrası yol boyunca gösterdikleri muhalefet tarzı ve ileri sürdükleri istekleri ile Türk kamuoyunu ilgilendiren belli başlı siyasal sorunlara damgalarını vurmuşlardır.154

Temmuz 1968’de Konya’da önemli olaylar yaşanmıştır. 15 Temmuz 1968’de İstanbul’a gelen Amerikan 6. Filo’suna karşı protesto eylemleri düzenleyen İTÜ öğrencilerinin kaldığı İTÜ Talebe Yurdu, 17 Temmuz’da sabaha karşı polis tarafından basılmış, baskında birçok öğrenci yaralanırken pencereden atılan ve komaya giren Vedat Demircioğlu, 24 Temmuz’da yaşamını yitirmiştir. Vedat Demircioğlu’nun cenazesinin Konya’ya getirileceğinin belli olması üzerine Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile TMTF Emperyalizmi Kınama mitingi düzenlemek istemişler, buna karşı çıkan gruplarla girişilen çatışma sonucunda Konya’da önemli karışıklıklar çıkmış, birçok insan yaralanmış, birçok iş yeri tahrip edilmiştir.155

Olaylar üzerine CHP’nin yayınladığı bildiride İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın Konya’da olayların sorumlularıyla görüşmeler yaptığını, Sükan’ın seçim bölgesi olduğu için kimseyi küstürmek istemediği, hükümetin sola saldırmayı mazur gören açıklamalar yaparak olayları teşvik ettiği ve olaylara müdahalede gecikildiği gibi suçlamalar yer almaktadır.156
Başbakan Demirel ise, hürriyetin kötüye kullanıldığını iddia ederek, bir kısım hürriyetleri kontrol altına alacak tedbirlerin işleme konulmasının gerekli olduğunu vurgulamış, demokrasiyi sokağa boğdurtmayacağını, kanunsuzluğu günlük hadise haline getirmek isteyenlerin, kanunsuzluk yolu açılırsa en büyük zararı kendilerinin göreceğini söylemiştir.157

153 Birand vd., a.g.e., s.153-154.
154 Nermin Abadan, “Türkiye’de …”, s.68.
155 Cumhuriyet, 17-26.7.1968, s.1.
156 Milliyet, 30.7.1968, s.1.
157 Milliyet, 27.7.1968, s.1.

1961 Anayasası’nın öngördüğü üniversitelerle ilgili ayrıntılı düzenleme ve özerklik durumu uzun ömürlü olmamıştır. Ülke genelinde siyasi hareketliliğin doruğa çıkması ve üniversitelerin, özellikle 1968’den itibaren gençlik hareketlerinin en önemli merkezi haline gelmesi üzerine mevcut yapıda önemli değişikliklere ve düzenlemelere gidilmek istenmiştir. Bu tasarı üzerinde yapılan tartışmalar uzun bir süre sürmüştür ve yasa yürürlüğe girmeden 12 Mart Muhtırası yayınlanmıştır. 158
1969 yılı, seçimlere hazırlanan Türkiye’de işçi ve öğrenci hareketlerinin doruğa çıkmasına sahne olmuştur. Ocak ayında ODTÜ’de ABD Büyükelçisi’nin arabası yakılmış159 ve Şubat’ta 6. Filo’nun gelişini protesto eden sol görüşlü öğrencilerle sağ görüşlü öğrencilerin çatışması sonucu 2 kişi hayatını kaybetmiştir.160 Nisan’da ODTÜ, öğrenciler tarafından işgal edilmiş ve Rektör Kemal Kurdaş görevinden ayrılmaya zorlanmış, Mayıs’ta Yargıtay Başkanı’nın cenaze töreninde olaylar çıkmıştır. Haziran’da İstanbul Üniversitesi’nde sol görüşlü öğrencilerle polis arasında çıkan çatışmalarda 114 kişi yaralanmıştır. 161
1970'ten itibaren, Milli Demokratik Devrim (MDD) çevresinden bazı köktenciler, ajitasyonun yeterli olmadığı ve sadece "silahlı propaganda"nın (yani terörist saldırıların) ve silahlı gerilla mücadelesinin devrimi getirebileceği kararına varmıştır. Maocu gruptan kopan Türkiye Komünist Partisi-Marksist/Leninist (TKP-ML) hizbi de, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nu (TİKKO) oluşturmuştur. Deniz Gezmiş’in Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Mahir Çayan'ın THKP-C öncülüğündeki bu gruplar, ülkeyi istikrarsızlaştırmayı hedefleyen bir terör mücadelesini, kent gerilla savaşını başlatmışlardır.162
1970 yılında üniversitelerde şiddet olaylarının artması ve ülke gündemini işgal etmesi sonucunda CGP’li Mehmet Hazer Senatoda bir araştırma komisyonu kurulmasına dair bir teklifi Senatoya taşımıştır. Hazer, önergesinde öğrenci ve öğretim üyelerince yürütülen ideolojik hareketlerin zararlarını açıklayarak, ülkede huzur ve asayişi sağlamak için Anayasa’yı suçlamanın faydası olmadığını belirtmiş ve anarşinin bitmesi için geniş bir koalisyonun kurulması gerektiğini belirtmiştir. Bu şekilde olayları bastıramayacaksa, hükümetin istifa etmesi gerektiğini savunmuştur.163

İçişleri Bakanı Senatör Haldun Menteşeoğlu; Mehmet Hazer'in önergesine karşılık söz alarak; hükümetin her türlü anarşik hareketin karşısında bulunduğu nu, üniversiteler özerk olduklarından olaylara ancak istekte bulunulduğunda müdahale edildiğini söylemiştir. Yüksekokul öğrencilerinden yasadışı harekette bulunanların okuldan atıldıklarını ve suç işleyen öğrencilerin adalete teslim edildiklerini, gösteri yürüyüşlerinin izne bağlı olmadığını belirtmiştir. Menteşoğlu ayrıca hükümetin Anayasa ve diğer yasaların hükümleri dışında hiçbir eylem içine girmeyeceğini, üniversitelerin kendi bünyelerinde düzeni sağlaması gerektiğini, başbakanın veya hükümetin çekilmesinin yollarının ise Anayasa’da belirtilmiş bulunduğunu belirtmiştir.164 Hazer’in araştırma komisyonu kurma önerisi Senato tarafından reddedilmiştir.

158 Akyüz, a.g.e., s.329
159 Akşam, 7.1.1969, s.1.
160 Akşam, 17.2.1969, s.1.
161Cüneyt Arcayürek, 12 Eylül'e Koşar Adım (Kasım 1979-Nisan 1980), Ankara, Bilgi Yayınevi,1986, s.228.
162 Zürcher, a.g.e., s 372.
163 CSTD, C:62, B:13, 8.12.1970, s.184
164 CSTD, C:62, B:19, 24.12.1970, s.372-377.

Seçim ayı olan Ekim’de de ODTÜ’de öğrenciler ile jandarma arasında silahlı çatışma çıkmıştır. Başbakan Süleyman Demirel’e göre, bu olaylar masum istekleri aşmış, siyasal bir sonuç çıkarmaya yönelen hatta bir ordu müdahalesini kışkırtan davranışlara dönüşmüştür ve nihayetinde istenilen de olmuştur.165 Bu arada Doğan Avcıoğlu’nun çıkarmış olduğu Devrim gazetesi daha sonra “9 Martçılar” olarak adlandırılan grubun ideolojik bir organı haline gelmiş, bu gazete ordu içinde mevcut iktidara karşı gelişen hoşnutsuzluğu kendi etrafında toplayarak askeri müdahale yapılması gerekliliğini vurgulayan bir yayın organı olma görevini üstlenmiş ve toplumsal gerginliğin tırmandırılmasında etkin rol oynamıştır.Muhtıra sonrasında, en azından bir kısım öğretim üyesinin tutumunu yansıtması açısından, Ankara, Hacettepe, İstanbul, Atatürk ve Ege Üniversiteleri bir kısım öğretim üyeleri adına Temsil Heyetinin yayınladığı bildiride de önemlidir. Bildiride: “ Milli kuruluşların ve millet hayatının felce uğradığı böyle bir durumda Türk Silahlı Kuvvetlerinin, anarşiyi önlemek, milli istikbali ve Türk demokrasisini kurtarmak ve korumak yolunda basiretle ortaya çıkmış olmasını, biz öğretim üyeleri şükranla karşılıyoruz ” denilmektedir.166


MUHTIRA ÖNCESİNDE CUMHURBAŞKANI VE ORDUNUN TUTUMU


Süregelen bunalım karşısında, çeşitli kanallardan gelen talep ve şikâyetlere muhatap olan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise yayınladığı yeni yıl söyleviyle hadiseler karşısındaki tavrını izah etmektedir. Sunay, tüm menfi gelişmeler karşısında ülkenin yegâne teminatı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün halinde hazır ve muktedir bir şekilde dimdik durduğunu ifade etmektedir. Sunay, sükûnetin sağlanmasında, hadiselerde bizzat rol oynayan militanların adalet huzuruna çıkarılmasının tek başına yeterli olmadığını belirtmekte; onları teşvik, tahrik eden ve destekleyen kişi ya da örgütlerin de adalete tesliminin lüzumundan söz etmektedir.
Diğer taraftan Sunay, hadiselerin merkezi olarak görülen üniversitelerdeki vatansever hoca ve öğrencileri de müesseselerinin şerefini cesaretle 
korumaya davet etmektedir. Sunay, söylevinin ilerleyen bölümlerinde, 27 Mayıs’tan bu yana yapılması beklenen reformlar üzerinde durarak bunların ivedileştirilmesi hususunun altını çizmektedir. Özellikle emekli inkılâp subayları nın mağduriyetine yaptığı vurgu önemlidir. 1970 yılının Ağustos ayında yapılan devalüasyonla (kur ayarlaması) ilgili olarak baş gösteren enflasyona mani olacak tedbirlerin bir an evvel alınması gerektiğini belirten Sunay, huzursuzlukların kaynağında: Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana vaat edilen reformların geciktirilmesinin bulunduğu teşhisini koymaktadır.167


165 Arcayürek, a.g.e., s.228.
166 Ankara, Hacettepe, İstanbul, Atatürk ve Ege Üniversiteleri bir kısım öğretim üyeleri adına Temsil Heyeti tarafından,”Büyük Türk Milletine!” 
hitabıyla yayınlanan 15.03.1971 tarihli bildiri [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–13; Fihrist No: 7709–11].
167 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin, Başbakanlık, Cumhuriyet Senatosu Genel Sekreterliği ve Millet Meclisi Genel Sekreterliğine dağıtımlı, 
05.01.1971 tarih, 4/5 ve 4/6 sayılı yazısı ekinde yer alan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın 31.12.1970 tarihli Yeni Yıl Söylevi [Cumhurbaşkanlığı 
Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; Fihrist No: 7781–22].


27 Mayıs Darbesi sonrası ordunun yapısında önemli değişikliklere gidilmiştir. Mesela darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi (MBK) üyeler, kendi arasında bölünmüş ve 14’ler olarak adlandırılan grup komiteden ayrılmak zorunda kalmıştır. 27 Mayıs’tan üç ay sonra ise 235 general “orduda gençleştirme” gerekçesiyle emekliye sevk edilmiş geriye 15 general kalmıştır.168 Bununla birlikte “EMİNSULAR” olarak bilinen ve yaklaşık 7200 subayın ordudan ayrılmak durumunda kalması ise, ordunun tansiyonunu düşürmemiş tam tersine arttırmış tır. Bu çerçevede 27 Mayıs müdahalesiyle birlikte su yüzüne çıkan ordu içindeki “ılımlılar” ve “köktenciler” arasındaki mücadele sonraki yıllarda da devam etmiştir.
 İki grup arasındaki çelişki, ordu içindeki birçok subayın 1960 müdahalesinin yapılmasına sebep olan şartların yeniden oluştuğu düşüncesinden hareket le gerçekleştirdikleri 1971 müdahalesi öncesinde tekrar su yüzüne çıkmıştır.169 1961-1971 arasındaki dönemde, özellikle 1967’den sonra bir askerî müdahale beklentisi güçlenmiştir.170
Takvimler artık 1970 yılının sonuna gelindiğini gösterdiğinde, ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin olarak ileri sürülen düşüncelerin, devletin sorumlu mevkilerinde bulunanlar tarafından yayınlanan yeni yıl mesajlarında da yer aldığı görülmektedir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın Türk Silahlı Kuvvetlerine hitaben kaleme aldığı yeni yıl mesajı da bu tür düşünceleri içermektedir. Mesajın bir yerinde bir kısım gafillerin Türk halklarından, bölücü örgütlerinden pervasızca söz edecek cesarete ulaştıklarının ibret ve nefretle izlendiğinden söz edilmektedir. 
Müsvedde metin olduğu anlaşılan yazıda geçen bölücü örgütler lafzının ilk kaleme alındığında Devrimci Kürt örgütleri olarak geçtiği, sonradan üstünün çizildiği anlaşılmaktadır. Mesajın, Tağmaç’ın diğer komutanların aksine hâlâ anarşinin sorumlu bütün anayasal organlar tarafından demokratik düzen içinde sona erdirileceği beklentisi içinde olduğunu gösteren sondan ikinci paragrafı önemlidir.171


168 Milliyet, 4.8.1960, s.1
169 Semih Vaner, “Ordu”, Geçiş Süresince Türkiye, (der. Irvin Cemil Schick, Ertuğrul Ahmet Tonak), İstanbul, Belge Yayınları, 1990, s.260.
170 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950’den Günümüze), 4.Bs., Ankara, İmge Yayıncılık, 2008, s. 203.
171 Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine hitaben kaleme alınan 31.12.1970 (?) tarihli yeni yıl mesajı [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; Fihrist No: 7781–16].



12 MART MUHTIRASI VE SONRASINDA YAŞANAN BAŞLICA OLAYLAR


Sadece askerlerin değil, aynı zamanda seçilmiş ve atanmış kimi sivillerin de mevcut demokratik ortamdan ümit kesmiş oldukları gözlenmektedir. 
Bu koşullar içinde, orduda geniş bir kaynama olduğu; kaynamanın daha ziyade alttan geldiği; özellikle bazı radikal sol gruplarla irtibata geçmiş olan subayların, hedefine ulaşamamış olduğuna inandıkları 27 Mayıs’ı tekemmül ettirmek amacıyla, sivil alanı tamamen ortadan kaldıracak yeni bir girişimi başlatacakları anlaşılmaktadır. Peki, ne oldu da müdahale şekli bilfiil ve doğrudan müdahale den, muhtıra yoluyla dolaylı bir müdahaleye dönüştü?

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR 



**