23 Kasım 2019 Cumartesi

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ., BÖLÜM 11

TÜRKİYEDE TERÖRLE MÜCADELEDE PKK ÖRNEĞİ.,  BÖLÜM 11




ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

TÜRKİYE'DE TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRK KAMU YÖNETİMİNİN İŞLEVLERİ: PKK ÖRNEĞİ 

Son bölüm olan üçüncü bölüm PKK'nın kuruluşundan bu yana yaşadığı değişimi ve PKK'ya karşı mücadelede diğer bir deyişle terörle mücadelede Türk 
kamu yönetiminin işlev açısından incelenmesini konu alır. İlk bölüm terörizm hakkında kavramsal çerçevenin oluşmasına, ikinci bölüm ise Türkiye'nin genel 
itibariyle maruz kaldığı terörizmin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Üçüncü bölüm yani PKK ve terörle/terörizmle mücadele ise elbette bu iki kavramın tamamlayıcısı olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim terörizmin olduğu her yerde güçlü ya da zayıf, doğru ya da yanlış, etkili ya da etkisiz, legal ya da illegal bir terörizmle mücadele çabası mevcuttur. 

Türkiye'nin PKK örneğinde terörle mücadele deneyimine değinmeden önce mücadele yöntemi ile mücadele edilenin birbirine bağımlılığı kapsamında PKK'nın irdelenmesi gerekmektedir. Zira PKK'ya karşı verilen terörle mücadele çabası PKK'yı ve PKK'da terörle mücadele sürecini ve yapısını derinden ve karşılıklı biçimde her dönem etkilemiştir. 

3.1. PKK'nın (Partiya Karkerên Kurdistan/Kürdistan İşçi Partisi) Tarihçesi, Örgüt Yapısı ve Finansal Kaynakları 

Bu çalışmanın en önemli noktasını PKK terör örgütü oluşturmaktadır. Birinci bölümde teorik olarak ele alınan "terörizm" kavramı, PKK'nın son kırk yıldır 
Türkiye'de güncelliğini koruması nedeniyle en net biçimde ancak bu terör örgütünde pratiğe geçmiş biçimde incelenebilir. PKK'yı incelemeye geçmeden önce ise birkaç konudan söz etmek gereklidir. 

PKK üzerine yapılan çalışmalarda görülen yanlışlardan biri, artık olaydan çok olgusal bir nitelik taşıyan PKK'nın Kürtler ve Kürt Sorunu ile olan bağı çerçevesinde araştırmacıların bu iki kavram konusunda ön kabullerde bulunarak araştırmalarına başlamalarıdır. Kürtlerin bir Türk boyu ya da Kürt Sorunu'nun aslında bir terör sorunu olduğu kabulü gibi önyargılarla PKK üzerine inceleme yapmak elbette konuyu bilimsellikten uzak tutmaktadır. Dahası Kürtlerin kökeni ve Kürt Sorunu'nun yapısı PKK gibi kendi başına bir araştırma konusu olacak kadar geniş ve derindir. Bu nedenlerden ötürü bu çalışmada PKK konusunu incelemeye, Kürtlerin kökeni ya da Kürt Sorunu'nun olup olmadığı ya da aslında ne olduğu konusunda bir ön kabul ile başlanmamaktadır. Yine de bu, PKK'nın Kürtler ya da Kürt Sorunu'ndan tam anlamıyla bağımsız bir kavram olduğu anlamına gelemez. Bu nedenle bu iki kavrama kısaca değinmekte yarar var. 

Kürtlerin Kökeni: Bu konuda pek çok görüş ortaya konmakla beraber bu görüşlerin aynı konuda çalışılıyor olmasına rağmen birbirlerinden tam anlamı ile 
farklı dayanaklara sahip olması bu görüşlerin bilimselliğini tartışılır duruma getirmişti. Kürtlerin kökeni konusundaki görüşlerden bazıları şunlardır 
(Dündar, 2009: 39): 

. Kürtlerin köken olarak Mezopotamya'nın en eski kavimlerine dayandığı iddiası, 
. Kürtlerin kökenini esas itibariyle Medlere kadar uzandığı iddiası, 
. Kürtlerin kökeninin Araplardan geldiği iddiası, 
. Kürtlerin köken olarak Ermenilerle aynı ırktan olduğu iddiası, 
. Kürtlerin Türklüğünü iddiası. 


Bu görüşleri Kürtlerin entelektüeli sayılan Altan Tan ise şu şekilde (2011: 24-27) sıralamıştır: 

. Kürtlerin ilk atalarını Subarular, Huriler, Urartular, Karduklar, Kurtiler ve Gutiler gibi Hint-Avrupa kökenli Arilere dayandıranlar, 
. Kürtlerin esas atası olarak Perslerle aynı kökten ve akraba oldukları öne sürülen ve MÖ 2 binli yıllardan itibaren İskandinavya ve Baltık 
  sahillerinden Rusya steplerini geçerek Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden Batı İran'daki Zağros dağlarına gelen Medleri kabul edenler, 
. Kürtleri Kafkas halklarına yakın bularak Ermeniler ve Gürcülerle akraba olduklarını öne sürenler, 
. Kürtlerin yerli halkların devamı olduklarını ileri sürenler. 

XIX. asırda giderek daha da yoğunluk kazanan Kürtlerin kökenini bulma çalışmaları genel itibariyle V. Minorsky,44 

M. S. Lazarev, B. Nikitin gibi Rus yazarların araştırmalarına dayanmakta beraber Türk araştırmacılar -örneğin, Fahrettin Kırzıoğlu- daha çok Kürtlerin Türklüğü 
konusunda çalışmalar yapmışlardır. Tüm bu çalışmalar sonucunda ortaya konan görüşlerin hiçbirinde genel bir uzlaşı bulunmamakla beraber Minorsky'in de dile getirdiği gibi (2004: 45) İslami kaynakların ve Kürt geleneklerinin Kürtlerin kökenini aydınlatmaya yeterli olmaması, bu konunun muğlâklığını devam ettirmektedir. 

Kürt Sorunu: 

Lozan Barış Konferansı'nda "Doğu Sorunu" olarak doğan bu kavram, bu dönemde, temelde Kürtlerin bir azınlık olduğu söylemini ifade eden ve 
Musul sorununa yönelik bir İngiliz politik manevrası iken 1960'lardan günümüze bu kavramın çok daha farklı konular içerdiğini söylemek mümkün. Bu kavram 
günümüzde büyük ölçüde Kürtlerin kökeni yani Kürtlerin ayrı bir millet olup olmaması durumu ve bu durumun ortaya çıkardığı bölünme korkusu (Serv fobisi) ve bunu önlemeye yönelik artan baskının ortaya çıkardığı toplumsal bilinçsizlik ve Kürtlerde oluşan dışlanma hissinin yansımasıdır. Kürt Sorunu'nu doğuran-güçlendiren başlıca nedenler şöyle sıralanabilir: 

a. Cumhuriyet devri Kürt isyanları, 
b. Ulus devlet yaratma sürecinde "Kürt" kimliğinin bastırılması ve inkâr politikası,45 
c. Devletin ısrarla uyguladığı baskı politikası, 
d. 12 Eylül Darbesi sırasında yapılan işkenceler, 
e. Türk Gladio'su Özel Harp Dairesi'nin (kontrgerilla) faaliyetleri, 
f. 1990'lı yıllarda doruk noktasına ulaşan JİTEM cinayetleri, 
g. Doğu-Batı arasındaki kültürel ve ekonomik eşitsizlik, 
h. Sorunun salt ekonomik olduğu kanısı, 
i. Sorunun ayrıca bir terör sorunu olduğu kanısı ile çözümün TSK'ya devri, 
j. Sorunu "dış mihrakların karanlık oyunu" olarak kabul edip iç sebepleri göz ardı edilmesi, 
k. PKK'nın ortaya çıkardığı terörizm sorunu. 

Kürt Sorunu uzun yıllar boyunca "Terör Sorunu" ya da "Doğu Sorunu" olarak kabul edilmiş "Kürt" sözcüğünün herhangi bir şekilde kullanılmasından çekinmiştir. 

Devletin Kürt politikasını Oran şöyle (2010: 46) özetlemektedir: 

. 1919-91: 
o İnkâr, 
. 1992-2001: 
o Baskı, yargısız infazlar, 
o Ayrımcılık, 
o Sınırlı tanıma, 
o Sınırlı reformlar, 
o Faşist tepki (Kürtlerden alışveriş yapmayın, kız alıp vermeyin), 
o Derin Devlet'in yükselişi, 
. 2001-2004 ve 2008 sonrası: 
o AB Uyum Paketleri. 

"Kürt Sorunu" kavramı ne Kürtlerin sorun olmasını ne de sorunun Kürtlerle ilgili olmasını ifade eder. Daha da açacak olursak; Kürt Sorunu Kürtlerin sorun 
olması anlamına gelmez; çünkü sorunun temeli salt etnik farklılıkla ifade edilemeyecek kadar çok başlıdır. 

Kürt Sorunu bu sorunun Kürtlerle ilgisi olması anlamına da gelmez; çünkü sorumluluk, yetki ve hareket bağlamında Kürtlerin yanında ayrıca bütüncül olarak devlet aygıtı söz konusudur ve bu sorun yansımasını sadece Kürtlerde bulmamaktadır. Öyleyse Kürt Sorunu; Türkiye'nin doğusunun geri kalması 
noktasında ekonomik, Kürtlere etniklik konusunda yapılan kısıtlamalar ile sosyolojik, PKK ile mücadelede devletin yaptığı hatalar noktasında ise siyasi bir 
anlam taşımaktadır. 

Kürt Sorunu'nu PKK ile ilişkili olsa bile sadece PKK ile sınırlamak bu açıdan yanlış bir değerlendirme olacaktır. Birand'ın dile getirdiği gibi (hurriyet, 2012c); 
Türkiye'nin önünü tıkayan tek konunun PKK terörü-Kürt Sorunu ikilisi olması, bu sorunları çözümünün ne derece zor olacağını belirtmesi açısında önemlidir. 

PKK'nın bir terör örgütü olarak ayrıca bir süreci ifade etmesi PKK'nın çözümlenmesine tek bir tarihten başlanılmasını engeller. PKK sürecini 1978 gibi bir tarihten başlatıp PKK'nın kuruluşu öncesi dönemsel özellikleri ve Öcalan'ın etkin olduğu DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) ve ADYÖD'yi (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenin Derneği) incelemeden geçmek PKK çözümlemesini eksik bırakır. 

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz Kürtçü-bölücü hareketlerin kaynağında, tarihi geçmişi bir yana 1950'li yıllarda yurtdışıyla irtibatlı bir biçimde filizlendirilen ve 1960'lı yıllarda biraz daha tırmandırılan 1970'lerde doruk noktasına çıkartılan yıkıcı ve bölücü çabaların yattığını söylemek mümkündür (Emniyet Genel Müdürlüğü [EGM], 2004: 8). Bu nedenle PKK kuruluşu öncesi dönemsel özellikleri ve örgütleri ayrıca bir başlık ile irdelemek gereklidir. 

3.1.1. PKK'nın Kuruluşu Öncesi Dönemsel Özellikler ve DDKO-ADYÖD Dönemi (1970-1975) 

1960'lı yıllardaki öğrenci hareketleri halk arasında "öğrencilerin temel haklarını elde etme" çırpınışları olarak görüldüğünden, sempatik gelişti; ancak 
özellikle 1970'li yılların sonuna doğru "sempatik" hareketlerin aslında genel bir toplumsal dönüşümü hedeflediği iyice ortaya çıkınca halk bu akımlara sempatisini kaybetti (Cirhinlioğlu, 2004: 234). Kürtçü-bölücü hareketlerin de bu dönemde sol içinde ortaya çıkan ve daha sonra milliyetçilik ekseninde kendi sentezini oluşturan örgütler olduğunu söylemek yanlış olmaz. 27 Mayıs Darbesi sonucu çıkarılan anayasanın doğurduğu özgürlükçü ortamda gelişen sol akımlar, Kürtlerin içinde yer alabilecekleri ve kendilerini ifade edebilecekleri meşru zemini oluşturdu ve ayrıca Türkiye'nin batısına doğru yaşanan göç olgusu, pek çok Kürt'ün doğuyla batı arasındaki eşitsiz ekonomik gelişmenin ve kültürel farklılıkların farkına varmalarını sağladı ve doğudan gelen gençler okuma, siyasetle uğraşma ve birbirleriyle tanışma ve birlikte hareket etme fırsatını da yakaladılar (Kurubaş, 2004: 4). 

İllegal Kürtçü hareketlerin nihayetinde 1970'lerde PKK'da yansımasını bulması ise pek çok örgütün zincirleme ilişkisi-bölünmesi süreci içerisinde meydana 
gelmiştir. Kürtçü hareketler, yani Kürt etnik kategorisinin temel dayanak kabul edildiği ve genelde şiddet içeren politik hareketler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e farklı şekillerde devamlılık göstermiştir. PKK ise bu süreçte organik ve fikri bağları çerçevesinde 1960'larda kurulan Kürtçü hareketlerle ilintilidir. Bu dönemdeki Kürtçü hareketler ise 68 Kuşağı'nın. 46 içinde yeşermiştir. 1960'lardan 1975'e gelinceye dek başlıca Kürtçü hareketler şöyle sıralanabilir: 

Dicle Talebe Yurdu: Tunceli olayları sonrasında hazırlanan kalkınma planları çerçevesinde Birinci Umumi Müfettişlik tarafından 1938 yılında doğu illeri 
öğrencilerinin barınabilmeleri maksadıyla İstanbul'da açılan öğrenci yurdu, 1956 yılından sonra ekonomik sıkıntılar sebebiyle kapansa da Kürtçülük faaliyetlerini 
Diyarbakır Talebe Yurdu'na intikal ederek devam etmiştir (Dündar, 2009: 166). 

Türkiye'nin modernleşmesiyle uyumlu olarak Kürt eşrafının da giderek burjuvalaşması sürecinde, bu ailelerin çocuklarının eğitimi için Doğu ve Güneydoğu illerinin özel idare ve belediyelerinin yardımlarıyla kurulan bu yurt, "Kürtlük bilinci"nin yeniden tanımlanmasında önemli rol oynamıştır (taraf, 2012). 

Dicle Talebe Yurdu Kürtçü-bölücü şahsiyetler tarafından karargâh haline getirilmiştir (EGM, 2004: 7). Yurt yöneticileri devrin başbakanına ve TBMM'sine 
davalarını açıklayan telgraflar çekmişler, ABD'nin İstanbul'daki baş konsolosluğuna mektuplar yazarak "Ortadoğu'da kurulacak sağcı bir Kürt devletinin Amerikan çıkarlarının en sadık bekçisi olacağını" vurgulayarak amaçlarının gerçekleşmesi için destek istemişlerdir (Arslanoğlu, 1996: 41). 

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (1965-1982): 1960 yılına gelindiğinde Türkiye dışında, özellikle Irak'taki Kürt hareketleri yeniden canlanacak 
ve zamanla bu hareketler Türkiye'de Kürt hareketlerinin gelişmesinde ve onlara bir dayanak oluşmasında önemli rol oynayacaktır (Denker ve Kurubaş, 2003: 11). 1965 yılına gelindiğinde ise solcu, sosyalist Kürtler, Türkiye İşçi Partisi'nde; sağcı, milliyetçi Kürtler TKDP'de; rejim ile entegrasyon sürecinde olan ve aslında bu entegrasyonu önemli oranda gerçekleştirmiş bulunan feodal Kürt ağa ve şeyhler ise, Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi'nde toplanmışlardı (Tan, 2011: 350). 

Kürdistan Demokrat Partisi aslında Molla Mustafa Barzani tarafından Irak'ta kurulmuş ve hâlâ devam eden bir partidir. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ise bu partiye bağlı olarak 24 Ocak 1965 tarihinde Türkiye'de kurulmuş, 1978 yılında birçok mensubunun ayrılarak KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) ismiyle yeni bir örgüt kurmaları üzerine iyice zayıflamış ve 1991 yılındaki IV. Kongre sonrası ismini PDK (Partiya Demokrata Kurdistanê/Kürdistan Demokrat Partisi) olarak değiştirerek silahlı mücadeleyi başlatma kararı almış bir partidir (EGM, 2004: 15). 

TKDP ilk kurulduğunda Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgenin etnik temelli bir federasyon olmasını öngörmüştür (Dündar, 2009: 167). Kürt hareketinin sol kanadı o zamana değin, yalnızca kültürel haklar ile toplumsal ve iktisadi eşitlikten söz etmişken; TKDP, özerklik hatta Türkiye Kürtlerinin tam bağımsızlığını hedef olarak görmüştür (Pekasil, 2007: 95). Partinin programında Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının bulunduğuna işaret edilmiş, "Türkiye Kürdistanı" adının tanınması, Kürt dilinin resmi dil olması, Kürtçe yayınlara izin verilmesi ve Kürtçe eğitim gibi isteklere yer verilmiştir (Kurubaş, 2004: 5). 

Türkiye İşçi Partisi (1961-1988): 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin getirdiği bir yenilik parlamentoda sosyalistlerin de yer alabilmesidir ki bu o dönem için oldukça yenidir. MBK'nın hükümeti yeni partilerin kurulup seçime gidebilmesi için 13 Şubat 1961 tarihini son gün olarak ilan ettikten sonra Kemal Türkler, Avni Erakalın, Şaban Yıldız, İbrahim Güzelce, Ahmet Muşlu, Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu, Salih Özkarabey, Hüseyin Ulubaş, Saffet Göksüzoğlu, Adnan Arkın 13 Şubat 1961 günü İstanbul vilayetine müracaat ederek TİP'i kurmuşlar ve 1965 seçimlerine, 51 ilden 512 adayla katılıp, meclise 15 milletvekili sokabilmişlerdir (Pekasil, 2007: 59, 60). 

TİP'in bir diğer önemi içindeki "Doğu Grubu"nun etkisiyle Kürt Sorunu üzerine kararlar alması ayrıca TKDP ile birlikte "Doğu Mitingleri" adlı gösteriler 
düzenlemesidir. 1967 sonbahar aylarında Doğu Anadolu'nun sorunlarına dikkat çekmek ve devlet politikalarını protesto etmek için düzenlenen bu mitinglerle "Doğu Sorunu", Türkiye kamuoyuna taşınmaya çalışılmış ve konuyla ilgili bir kamusal bilincin doğması sağlanmıştır (Kurubaş, 2004: 4). DDKO'nun geniş kitlelerce tanınmasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde etkinlik kurmasında Doğu Mitingleri'nin etkisi büyük olmuştur (EGM, 2004: 11). 

TİP'ten DDKO'ya doğru olan süreci Kürt aydın ve siyasetçi Tarık Ziya Ekinci şöyle (2008) açıklamaktadır: 

TİP'in üç yıllık çalışmaları ve parlamentoda temsil edilme olanağına kavuşması üniversite gençliği içindeki prestijini yükseltmişti. O tarihlerde gelişen sosyalist 
akımın etkisi altındaki gençlik kesimi çeşitli fakültelerde fikir kulüplerini oluşturmuşlardı. […] Partiyle temasa geçen fikir kulüpleri yöneticileri doğrudan 
parti çatısı altında örgütlenmekten ise partiye paralel çalışacak bir örgütlenmeye gitmenin daha doğru olacağı görüşünü ortaya atmış ve Genel Sekreter Nihat 
Sargın'a da benimsetmişlerdi. Daha sonra fikir kulüpleri kendi aralarında birleşerek Fikir Kulüpleri Federasyon 'nu (FKF) oluşturdular. 

[…] 

O yıllarda Türkiye'de ön planda görülen sol siyasal akımlar üç ayrı çizgide belirginleşmişti. Bunlardan biri TİP'in temsil ettiği Sosyalist Devrim hareketiydi. 
TİP Türkiye'de sosyalist bir devrimin ancak demokratik yoldan işçi ve emekçilerin örgütlenerek bilinçlenmeleriyle ve seçimle gerçekleşebileceğini savunuyordu. 

İkincisi Mihri Belli'nin öncülük ettiği Milli Demokratik Devrim (MDD) teziydi. […] MDD'ciler Türkiye'de demokratik bir devrimin yapılmadığını, kapitalizm öncesi bir sosyal yapının egemen olduğu, ancak işçi sınıfının ideolojik öncülüğünü benimseyen sosyalist bir partinin şiddet yoluyla iktidara gelmesinden sonra demokratik devrimin yapılabileceğini, aynı sürece bağlı olarak da sosyalizmin inşa edilebileceğini savunuyorlardı. Devrimci sol gençliğe öncülük tanıyan MDD hareketi ordu içindeki devrimci bir kadro ile de ittifak arayışı içindeydi. Temel ideolojisi "devrim için ordu-gençlik el ele" sloganında somutlaşmaktaydı. 

[…] 

Üçüncüsü ise Doğan Avcıoğlu'nun askersel devrim teziydi. Bu hareket, önce Yön Dergisi ve Sosyalist Kültür Derneği, sonra da Devrim Gazetesi çevresindeki 
örgütlenmeyle MDD'ye koşut bir devrim stratejisini esas alan bir teze dayanıyordu. YÖN'cüleri Mihri Belli'nin öncülük ettiği MDD'den ayıran özellik devrimin salt ordu içinde oluşacak ilerici bir kadro tarafından yapılabileceğine olan inancı temsil etmesinde somutlaşıyordu. […] Son iki tezin ortak noktası Türkiye'de devrimin ancak darbe ve şiddet yoluyla gerçekleşebileceği inancıydı. […] Başlangıçta TİP'in demokratik yoldan Sosyalist Devrim tezine yakın duran gençlik bu yayınları izledikten sonra görüş değiştirmiş ve MDD tezine sempati duymaya başlamışlardı. Giderek fikir kulüpleri içindeki MDD'cilerin sayısı artmaya başladı. 1968'lerde MDD'ciler FKF'yi ele geçirerek Devrimci Gençlik (DEV-GENÇ) örgütünü oluşturdular. DEV-GENÇ sürekli bir gelişme göstererek üniversitelerin bütün fakültelerinde belirleyici tek örgüt haline geldi. […] Daha sonra örnek aldıkları dünya devrimci liderlerini izleyerek silahlı mücadeleyi başlattılar. Şehir gerillası ve Kır gerillası biçiminde örgütlenen gençlik grupları Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi (THKP-C), Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve benzeri isimler altında çeşitli silahlı eylemlere giriştiler. 

[…] 

Üniversite gençliğinin TİP yandaşı FKF'den MDD'ci DEV-GENÇ hareketine dönüşmesi kaçınılmaz olarak üniversite gençliği arasında da niteliksel bir ayrışmaya neden oldu. 

[…] 

Sol eğilimli üniversite gençliği arasındaki bir diğer ayrışma da eski FKF'li Kürt kökenli gençlerin DEV-GENÇ'ten uzaklaşmalarıyla gerçekleşti. 
DEV-GENÇ'in "ordu-gençlik el ele" sloganında somutlaşan darbe yanlısı politikası Kürt gençlerinde büyük rahatsızlık yaratmıştı. Çünkü Kürt gençleri ordunun idareye el koyduğu her koşulda, Kürtlere dönük bir baskı politikası izlendiği, geniş köylü yığınlarını tedirgin eden uygulamalar yapıldığı, binlerce Kürt'ün işkenceden geçirilerek yıllarca cezaevlerinde tutulduğu gerçeğini biliyorlardı. 
Bu nedenle, MDD politikasını izlemeleri ve DEV-GENÇ'e bağlı kalmaları mümkün değildi. […] 
O günkü Kürt gençlerinden, Ankara Hukuk Fakültesi'nden Mümtaz Kotan, İstanbul Tıp Fakültesi'nden Kemal Parlak yanlarında Kürt aydınlarından Musa Anter ve Av. Mehmet Ali Aslan ile birlikte benimle gençlik sorunları konusunda istişare etmeye geldiler. […] Ziyaretçilerim artık Kürt gençlerinin DEV-GENÇ'le birlikte olmalarının mümkün olmadığını belirttiler. Bu görüşlerine ben de katılmıştım. Kürt sorununu ve Kürt kökenli üniversite gençlerinin eğilimlerini tartıştıktan sonra MDD'den uzak durmaları ve farklı bir biçimde örgütlenmeleri gerektiği kararına vardık. […] Kuracakları gençlik örgütünün düşünsel planda Türkiye'deki sosyalist devrim hareketiyle dirsek teması içinde kalarak, aydınlanmacı ve antifeodal bir örgüt olmasını önerdim. 
Sonuçta, 21 Mayıs 1969'da Ankara DDKO ismiyle bir Kürt gençlik örgütü kuruldu. 

Bir müddet sonra TİP içinde yer alan Kürtler arasında iki farklı eğilim ortaya çıktı (Tan, 2011: 351): 

Birinci gruptakiler, Türk-Kürt ayrımı yapmadan Sosyalizmin genel başarısı için Türkiye'nin geneline hitap eden bir siyaseti benimseyenler: Tarık Ziya Ekinci, 
Kemal Burkay, Mehdi Zana vb. 

İkinci gruptakiler, artık Türk Solu ile çok fazla bir yol alınabileceğine inanmayıp Kürtlerin yine Sosyalizm ideolojisi ile ancak kendine özgü bir örgütlenme 
ile yola devam etmeleri gerektiğine inananlar: Ruşen Aslan, Orhan Kotan, Mümtaz Kotan, İbrahim Güçlü vb. Bu gruptakiler kendilerini TKDP'ye yakın bulmuşlardır. 

Devrimci Doğu Kültür Ocakları (1969-1971): TİP'e kuruluşundan itibaren destek veren ve parti faaliyetlerinde etkin görevler üstlenen Kürtçü üniversite 
öğrencileri zamanla TİP'i yetersiz bulmaya başlamışlar ve bu nedenle bir örgütlenme arayışı içine girerek Mayıs 1969 tarihinde Ankara'da DDKO adıyla legal bir derneğin kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir (Dündar, 2009: 168). 

DDKO esasında TKDP yöneticilerince ve milliyetçi Kürtçülüğe aydın kadrolar katmak maksadıyla kurulmuş ise de DDKO içinde yer alan bu Kürt milliyetçisi 
aydınlar, TİP ve FKF'nin sosyalist düşüncelerinden de etkilenerek, Kürt milliyetçiliği ile Sosyalizmi kaynaştırmanın arayışlarına yönelmişlerdir; ancak bu 
düşünceler tahakkuk ettirilmeden 1971 Sıkıyönetimi ile DDKO faaliyetleri ve TKDP ile olan irtibatları ortaya çıkarılmış, DDKO'nun TKDP içerisinde yer alan çok sayıda elemanı tutuklanmış, DDKO ise bölücü-yıkıcı faaliyetlerden dolayı sıkıyönetim mahkemesince kapatılmıştır (EGM, 2004: 28). 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

44 V. Minorsky (1877-1966) Kürdolojinin babası sayılır. 
45 Örneğin, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka lisan kullananların cezalandırılması, 24 Eylül 1925 tarihli Şark Islahat Planı, 1930 Türkleştirme Genelgesi  (Oran, 2010: 21, 22). 
46 Türk 68 Kuşağı: Komünizm, Marksizm-Leninizm, antiemperyalizm, Atatürkçülük, devrimcilik ekseninde ve Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi üniversite öğrencileri liderliğinde biçimlenen ve genellikle şiddet içeren öğrenci hareketidir. 


 12. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder