16 Haziran 2019 Pazar

TAYYİP ERDOĞAN FEZLEKESİ., BU DOSYADA YOK YOK.

TAYYİP ERDOĞAN FEZLEKESİ; BU DOSYADA YOK YOK.




GENEL
19/03/2014


“ Tayyip Erdoğan Gezi Süreci ve sonrasında işlediği aşağıdaki suçların hesabını vermeli, yargılanmalıdır”

Halkevleri Hukuk Dairesi’nden avukatlar İstanbul Çağlayan Adliyesi önünde bir basın açıklaması yaparak asıl fezlekenin Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında 
hazırlanması gerektiğini belirtti ve Erdoğan’ın Gezi süreci ve sonrasında işlediği suçları yasa maddeleri ve gerekli yargı süreci ile birlikte açıkladılar.

Avukatlar, Başbakan’ın kasten öldürme, kasten yaralama, yabancı devlet yetkililerini savaş açmaya tahrik, insanlığa karşı suç, halkı kin ve düşmanlığa 
tahrik ve aşağılama, iftira, yargı görevi yapanı etkileme ve adil yargıyı etkilemeye teşebbüs, ihaleye fesat karıştırma, imar kirliliğine neden olma, resmi 
belgede sahtecilik, irtikap, resmi belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma, haberleşmenin engellenmesi, suç işlemek için örgüt kurma ve yönetme, 
nüfuz ticareti suçlarından yargılanması gerektiğini belirtti.

Açıklamada Tayyip Erdoğan’ın bu suçlardan dolayı Yüce Divan’da ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerektiği ve bu sürecin başlatılmasıyla 
hükümetin istifa etmiş sayılması gerektiğini vurguladı.

Avukatların Açıklaması:

17 Aralık operasyonu ile bilenen ve 4 eski bakan hakkında yolsuzluk iddiasıyla hazırlanan fezlekelerin bugün TBMM’de görüşülmesi basının gündemindedir.

Yaklaşık 2 saat sonra 129 milletvekilinin önergesi ile “Anayasa’nın 93’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 7’nci maddeleri uyarınca, 
Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etmiş olan eski bakanlar hakkındaki fezlekelerin okunarak Genel Kurulun bilgisine sunulmasına ilişkin işlemler 
konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin görüşülmesi için olağanüstü toplantı çağrısı” mevcuttur.

4 Eski bakan hakkında başlatılan soruşturma süreci herkesin malumu olup; fiilen bir yargılamaya dönüşmesi ihtimali hükümetin yargıya doğrudan müdahalesi ile ortadan kaldırılmıştır.  Başbakan kendi suç ortaklarını açık olarak korumaktadır.

AKP iktidarı dönemindeki yolsuzluklardan, talanlardan, katliamlardan yani işlenen tüm suçlardan “emir ve talimatları kendisinin verdiğini” açık olarak 
itiraf eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sorumludur.  4 eski bakan hakkında meclise gönderilen fezlekelerin sadece suç ortakları hakkında olduğu; 
Asıl fezlekenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında düzenlenmesi gerektiği açıktır.

Tayyip Erdoğan gezi süreci ve sonrasında işlediği aşağıdaki suçların hesabını vermeli, yargılanmalıdır:

Gezi sürecinde “polise talimatı ben verdim”, “polisimiz destan” yazdı ifadeleri ile de açıklandığı üzere polis tarafından öldürülen sekiz canın azmettiricisidir. 
TCK md. 81'e göre kasten öldürme suçunu sekiz kez işlemiştir.

Aynı süreçte polisler tarafından cop, biber gazı, tazyikli su ile yapılan saldırılarda gözünü kaybeden, kalıcı sakatlıklar oluşan onlarca kişi ile daha hafif 
yaralanan binlerce kişinin yaralanmasını da azmettirmiştir. TCK md. 86'ya göre kasten yaralama suçunu yüzlerce kez işlemiştir.

Suriye sınırında durdurulan TIR’larda silahlar yakalanmış, doğrudan başbakanın müdahalesi ile TIR’lar serbest bırakılarak silah yüklü olarak Suriye’deki 
cihatçı çetelere  gönderilmiştir. TCK md. 304'e göre yabancı devlet yetkililerini ülkeye savaş açmaya tahrik etme ve suç işlemek üzere oluşturulan örgütleri 
destekleme suçunu işlemiştir.

Cihatçı çetelere verilen silahlarla 11 Mayıs 2013'te Reyhanlı’da bombalı saldırı gerçekleştirilmiş, resmi kayıtlara göre 52 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. 
Çeteleri silahlandıran ve sınırları serbestçe geçmelerine izin veren başbakan; TCK md. 77 gereği insanlığa karşı suç ve TCK md. 81 gereği kasten adam 
öldürme fiillerine iştirak etmiştir.

Başbakan, Kabataş’ta bir kadına saldırıldığı, camiye ayakkabıyla/içki şişesiyle girildiği gibi iddiaları ortaya atmış ve bu iddiaları dile getiriliş biçiminde 
muhalifleri hedef gösterme çabası içerisine girmiştir.  Yine en son Berkin Elvan’ın ailesini miting meydanında yuhalatmasında olduğu gibi gerçek olmayan 
olayları gerçekmiş gibi anlatarak halka yalan söylemiştir. Başbakanın sürekli dile getirdiği bu ve benzer söylemleri, TCK md. 216’da düzenlenen halkı kin 
ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama ve TCK md. 267 gereği iftira suçunu oluşturmaktadır.

17 Aralık Sürecinde ayyuka çıkan, ancak daha öncesinde somut örneklerini gördüğümüz, son dönemde ortaya çıkan tapelerde de açıkça ortaya döküldüğü 
üzere başbakan, kendisi ve suç ortakları hakkında açılan davalara doğrudan müdahale etmiş, gerekirse hakim ve savcıların yerlerini değiştirerek yargı 
kararlarını etkilemiştir. Yapılanlar, TCK md.277'ye göre yargı görevi yapanı etkileme ve TCK md. 288’e göre adil yargıyı etkilemeye teşebbüs suçunu 
oluşturmaktadır.

AKP döneminde yapılan kamu ihaleleri yandaş firmalara verilmiş, ihalelere başka  firmaların girmeleri engellenmiş, ihaleyi kazanan firmalardan haksız 
menfaatler edinilmiştir. Tüm bu fiiller, TCK md. 235‘te düzenlenen ihaleye fesat karıştırma suçunu oluşturmaktadır.

Kentsel dönüşüm uygulaması ile binlerce insan mağdur edilmiş, araziler usulsüz imar uygulamaları ile belli çıkar gruplarına peşkeş çekilmiştir. 
Yapılan bu uygulamalar TCK md. 184 gereği imar kirliliğine neden olma, TCK md. 204 gereği resmi belgede sahtecilik, TCK md. 184 gereği imar kirliliğine 
neden olma, TCK md. 250 gereği irtikap suçunu oluşturmaktadır.

Reza Zarrab’ın bakanlar, üst düzey bürokratlar ve doğrudan başbakan ile yolsuz ilişkileri deşifre olmuştur. Anılan olaylar, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele 
Kanunu’nun 3. ve 4. maddelerine muhalefet, TCK md. 204 gereği resmi belgede sahtecilik, TCK md. 252 gereği rüşvet, TCK md. 257 gereği görevi kötüye 
kullanma suçudur.

Basına müdahaleleri, gazetecilerin görevden alınması için talimat verme, rüşvet paralarından havuz oluşturarak basın kuruluşlarını satın alma yolu ile basın 
özgürlüğünü engellemiş, yolsuzlukların haberleştirilmesinin önüne geçmiş, halkın haber alma hakkını engellemiştir. Bu filer TCK md. 124 gereği haberleşmenin engellenmesi suçunu oluşturmaktadır

Başbakan, yukarıda bir kısmı sayılan olayları örgütlü ve organize bir şekilde yaptığından TCK md. 220 gereği suç işlemek için örgüt kurma ve yönetme, 
başbakanlık konumunu kullandığından dolayı TCK md. 255 gereği nüfuz ticareti suçunu her olay için ayrı ayrı işlemiştir.

Ayrıca Anayasa’nın maddesi gereği başbakan, bakanlarla birlikte yüce divanda yargılanmalıdır. Anayasa madde 100 gereği meclis soruşturması sonucunda 
yüce divanda bitecek süreç başlatılmalı, yine anayasa madde 113 gereği başbakanın yüce divana sevki durumunda hükümet istifa etmiş sayılmalıdır.

Ayrıca Suriye’ye, Mısır’a, Libya’ya müdahaleleri, cihatçı terörist gruplara silah göndermesi, Türkiye’de barındırması gibi fiilleri nedeniyle Uluslar arası 
Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını gerektirmektedir.

İki saat sonra yapılacak görüşmelerde netice alınamayacağını, bakanlar ve esas sorumlu başbakanın şu an için yargılanmayacağını biliyoruz. 

Ancak Mücadelemiz sürüyor.

Yıllardır her türlü yolsuzluğa, hırsızlığa karşı sürdürdüğümüz mücadelemiz, tüm sorumlular yargı önünde gelene, suç işleyen Polisler, Askerler,  Memurlar, 
Bürokratlar, Siyasetçiler, Milletvekilleri, Bakanlar, Başbakan ve yakınları yargılanana kadar sürecektir. 

Yılmayacağız!

Halkevleri Hukuk Dairesi / Halkevleri Yöneticisi ve Üyesi Avukatlar

Kaynak: Sendika.Org

http://politeknik.org.tr/tayyip-erdogan-fezlekesi-bu-dosyada-yok-yok/

***

YOLSUZLUĞA BULAŞMIŞ HÜKÜMET ÖNCE OTORİTERLEŞİR SONRA DİKTATÖRLEŞİR.,

YOLSUZLUĞA BULAŞMIŞ HÜKÜMET ÖNCE OTORİTERLEŞİR SONRA DİKTATÖRLEŞİR.,


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye Barolar Birliği'ndeki Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi'nin(GÜSAM) '17/25 Sempozyumu'nda konuştu. Konuşmasının başında Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk olayının birinci yılında bir araya geldiklerini vurgulayan Kılıçdaroğlu, "Bu duyarlılığımızı sadece biz içselleştirmeyeceğiz. Topluma da yansıtmak zorundayız. Hepimizin ortak görevidir bu. Dünya görüşümüz ne olursa olsun inancımız ne olursa olsun kimliğimiz ne olursa olsun bu güzel Türkiye'nin neresinde yaşıyorsak yaşayalım bir noktada görüş birliği sağlamak zorundayız. Bir noktada. O da yolsuzluklar konusundaki duyarlılığımızdır. Eğer bu duyarlılığı korursak, ahlaki değerleri çok yüksek bir toplumu hep beraber yaratmış oluruz. Adalet farklı bir kavramdır. Soylu bir kavramdır, adalet. Bir bilge diyor ki, 'adalet kutup yıldızı gibidir. Yerinde sabit durur, bütün kainat onun etrafında döner.' Adalet budur, adalet insanın vicdanıdır. Onun için hep beraber birinci yılındayız, o büyük yolsuzluk olayını unutturmamak için." dedi.

YOLSUZLUĞA BULAŞMIŞ HÜKÜMET ÖNCE OTORİTERLEŞİR -17_25_12  2014

‘HALKA HESAP VERMEYEN DEVLETTE ADALET DE YOKTUR ÖZGÜRLÜK DE’

BM'ye göre bugün 7 milyar insanın 193 ülkede yaşadığını belirten Kılıçdaroğlu, "Her bir devletin kendine göre koşulları var, farklı rejimleri var. Ama her devletin ortak amacı dünyada saygınlığı olan bir devleti tanıtmaktır. Kendi devletini tanıtmaktır. Yolsuzluğa bulaşan ve halkının parasını nerelere harcadığının hesabını veremeyen bir devlette adalet de yoktur özgürlük de yoktur refah da yoktur. O devlet ve o halk tehdit altında demektir." diye ekledi.

‘YOLSUZLUĞA BULAŞMIŞ HÜKÜMET ÖNCE OTORİTERLEŞİR SONRA DİKTATÖRLEŞİR’

Kılıçdaroğlu ardından "Tarih bize gösteriyor ki nerede yolsuzluğa bulaşmış bir hükümet varsa, önce otoriterleşir sonra diktatörleşir. Çünkü kurduğu düzeni devam ettirmenin tek yolu adaleti yok etmek insan özgürlüğünü de baskı altına almaktır. Romanya'da Çavuşesku olsun, ister Şili'de Pinochet, ister Küba'daki Batista rejimi olsun, ister Endonezya'daki Suharto rejimi, hepsinde bir kural geçerlidir. Önce parayı çaldılar, sonra özgürlüğü ve adaleti yok ettiler." ifadelerini kullandı.

ÇALACAK KADAR AHLAKSIZLAŞANLAR ÖLDÜRECEK KADAR DA AHLAKSIZLAŞIR’

Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Çünkü halkın parasını çalacak kadar ahlaksızlaşan insanlar, özgürlüğe ve insanların canlarına kast edecek kadar da ahlaksızdırlar. İşte bu yüzden BM ve bütün uluslararası kurumlar yolsuzlukla mücadele etmek için çalışıyorlar. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, uluslararası yolsuzlukla mücadele günü dolayısıyla şöyle bir demeç vermişti: 'Yolsuzluk, demokrasinin kurum ve değerlerini, etik değerleri ve adaleti zayıflatır. Sürdürülebilir kalkınmayı hukukun üstünlüğünü tehlikeye sokarak, toplumların istikrar ve güvenini tehdit eder. Yolsuzluğun mağduru devlet olabileceği gibi özel sektör de olabilmektedir. Ama asıl mağdur yolsuzluk nedeniyle yaşam kalitesi bir türlü iyileşemeyen toplumdur' diyor. Bunun altına vicdanı olan her insan eminim ki imza atacaktır."

BM Raporuna göre her yıl Dünyada yaklaşık 2,5 trilyon dolarlık yolsuzluk yapıldığını, 1 Trilyon dolar Rüşvet olarak ödendiğini belirten Kılıçdaroğlu, "B-20'ye dünya GSMH'nin yüzde 5'i, yolsuzluğa harcanıyor. Dünya insanlığa karşı işlenen bu büyük suça daha fazla seyirci kalamaz, kalmamalıdır. Her devletin insanlığa karşı görevi bu suçla mücadele etmektir." diye kaydetti.

‘YOLSUZLUĞUN BULAŞTIĞI ÜLKELER ÖNCE AHLAKLARINI SONRA ONURLARINI KAYBEDERLER’

Ardından BM Bölgeler Arası Suç ve Adalet Araştırmaları Enstitüsü'nün yolsuzluk tanımını paylaşan Kılıçdaroğlu, "Kamu ve özel kuruluşların karar verme mekanizmalarında yozlaşma ve bozulmaya biz yolsuzluk diyoruz. Yolsuzluğun olabilmesi için 4 temel unsurun bir arada olması lazım. Bir; yetkili bir insan olacak. Ülkemizde yetkili insanlar var. İki; bu insana yetki veren kurallar olacak. Yasalarımız var. Üç; bu kurallar ihlal edilecek, ihlal ediliyor. Dört; bu kuralların ihlal edilmesinden birileri menfaat sağlayacak. O menfaatin sağlandığını da 17-25 olaylarında bütün ayrıntılarıyla gördük. Yolsuzluk bir toplumun derinden çürümesine yol açar. Bazen fark etmeyiz kültürümüz değişir. Ahlakımız değişir dünyaya bakışımız değişir arkadaşımıza komşumuza bakışımız değişir. Herşeyi para merceği ile görmeye başlarız. Ahlakı bir tarafa iteriz, insanlığı bir tarafa iteriz. Kişisel çıkarlarımızı her şeyin üzerinde tutmaya çalışırız. Ve toplum ağır ağır çürümeye devam eder. Yolsuzluğun olduğu bir ülkede adaletten bahsedemezsiniz. Orada hukukun üstünlüğü yoktur, orada birilerinin üstünlerin hukuk vardır. Böyle bir ülkede güçlüler hakim olurken, haklı olanların hiçbir gücü bulunmaz, kalmaz. Dolayısıyla yolsuzluğun yaygınlaştığı ülkeler önce hukuklarını, sonra ahlaklarını son olarak da onurlarını kaybederler. 

Bu çok iyi bilindiği için de demokrasisi gelişmiş ülkelerde yolsuzlukla mücadele devletin itibarını korumada temel öğedir."

‘BİZDE JAPON KÜLTÜRÜ OLSAYDI BAKANLAR KURULU'NDA KİMSE KALMAZDI’

CHP lideri, ardından dünyadan bazı örnekler verdi: "İspanya Kralı 6’ncı Felipe’nin kız kardeşi ve eşi bir yolsuzluk skandalı dolayısıyla suçlandılar. Kara para ve yolsuzluktan dolayı. Savcı İspanya prensesinin kocası için 19 yıl 6 ay hapis cezası talep etti. İspanya'dan ikinci örnek, iktidar partisine yönelik de yolsuzluk iddiaları yapıldı. Altını çiziyorum, iktidar partisine yönelik. İktidar partisinin genel merkezi bir saat değil, iki saat değil tam 14 saat polis tarafından didik didik arandı. İspanya’nın başbakanı çıkıp, 'Bana darbe yapıyorlar.' demedi. Çıkıp ne dedi? 'Bu iddiaların soruşturuluyor olması İspanya’nın onurudur' dedi. İşte devleti itibarlı kılan budur. Devleti devlet yapan insanı insan yapan da budur. Korkmuyorsanız, aranıyorsunuz neden korkacaksınız istedikleri kadar arasınlar. Gerekçe yaratmayacaksanız, açık yüreklilikle çıkacaksınız medyanın da önüne yargının da önüne. Almanya Cumhurbakanı’na yönelik yolsuzluk iddiaları yapıldı. Ne söyledi Cumhurbaşkanı? 'Bana güven sarsıldı, böyle göreve devam edemem' dedi ve istifa etti, ayrıldı, yargıya gitti. Aklandı onurlu bir insan gibi Almanya’da geziyor. Bir diğer örnek Danimarka’dan. Danimarka Kalkınma Bakanı, kendisi yolsuzluk yaptığı için değil, bulunduğu bakanlıkta bürokratları da yolsuzluk yaptığı için değil. Devletin bağış yaptığı bir kurumda lüks seyahat harcaması olduğu için görevinden istifa etti. Bütün Danimarka bunu alkışladı. Devlet budur devletin itibarı budur. İnsan budur insanın ahlakı budur. Japonya’dan örnek vermek istemiyorum ama yine de vereyim. Tarım bakanı suçlandı ve intihar etti. Bizde Japon kültürü olsaydı emin olun Bakanlar Kurulu'nda kimse kalmazdı."

2002'de AK Parti'nin iktidar olduğunu, yolsuzluklara karşı bir parti olduğunu her aşamada sürekli deklare ettiğini,2003'te Yolsuzlukların Sebeplerinin Sosyal ve Ekonomik Boyutlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi adında bir komisyon kurulduğunu kaydeden Kılıçdaroğlu, "Ben de o komisyonun üyesiydim. Hep beraber oturduk çalıştık. Yolsuzluk dosyalarını masaya yatırdık. Bir daha bu ülkede yolsuzluk olmasın diye alınması gereken önlemleri oy birliği ile yazdık ve TBMM Başkanı'na teslim ettik. Aradan geçen süre içerisinde bırakın o önlemleri almayı mevcut yasalardaki önlemlerin pek çoğu da çıkarıldı. Sadece kamu ihale yasası 114 kez değiştirildi. Neden? Bir yandaşıma nasıl ihale verebilirim, bir arkadaşımıza nasıl ihale veririz, ihalesiz bu işleri nasıl kotarırız diye." dedi.

‘DÜNYANIN GÜNDEMİNE YOLSUZLUKLARLA TAŞINDIK’

17-25 Aralık yolsuzluklarının Türkiye'yi dünyanın gündemine taşıdığını belirten Kılıçdaroğlu, "Keşke biz dünyanın gündemine bir bilgiyle, yeni bir icatla taşınmış olabilseydik. Bir ahlakla taşınmış olabilseydik. Bir yolsuzlukla dünyanın gündemine taşıdık. Bir gerçeği bütün dünya gördü biz de gördük: Bir hükümet bir devleti nasıl soyar, bunun örneğini yaşadık. Bir hükümetin bir devleti nasıl soyduğuna şahit olduk. Ve bunun çok ağır faturasını Türkiye ödedi ödemeye de devam ediyor." ifadelerini kullandıç

Kılıçdaroğlu, ardından yolsuzlukla ilgili bazı rakamlar paylaştı: "PEW'in yaptığı bir araştırma, yolsuzluk endişesi araştırması yapılıyor, son 7 yılda ortalama yüzde 15 oranında yolsuzluk konusunda ciddi bir endişe artışı olduğunu görüyoruz. En büyük üç artışın yaşandığı ülkeden birisi Türkiye, bizi Tanzanya ve Uganda takip ediyor. OECD, Türkiye hakkında şu ana kadar yayınladığı en ağır yolsuzluk raporunu yayınladı. Raporda, OECD'nin Türkiye’de yolsuzluklardan çok ciddi endişe taşıdığı ifade edildi. Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 2014 yolsuzluk algı endeksinde Türkiye 11 basamak gerileyerek 64’ncü sıraya düştü. Türkiye rekor puan kaybedip en kötü gerileyen ülke oldu. Yatırımcı bir ülkeye yabancılar gelirken risk primine bakar. Türkiye’nin 2013’teki risk primi 172 iken, 2014’de bu rakam 209’a yükseldi. Dünyada hiç kimse hukukun olmadığı, adaletin bulunmadığı yolsuzluğa bulaşmış bir ülkeye gelip yatırım yapmaz. AB komisyonu, 8 Ekim tarihinde Türkiye İlerleme Raporunu açıkladı. Özel sektör yatırımlarının milli gelire oranı son iki yılda yüzde 16’4’ten 15.6’ya gerilemiş durumda. Doğrudan yabancı sermaye stokunun milli gelire oranı son iki yılda yüzde 23,6'dan 19,9'a düştü."

‘BU ÜLKENİN AHLAKLI İNSANLARI TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİ YAZACAK’

Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle noktaladı: "Bunlar tokat gibi gerçekler, acı. Bu gerçekleri değiştirmek için hâlâ şansımız var. Türkiye’nin geleceğini bizler yazacağız. Bu ülkenin ahlaklı insanları Türkiye’nin geleceğini yazacak. 500 yıllık ahlakı adaleti yüceltme kavgamız var. 500 yıllık yolsuzluklarla mücadele kavgamız var. Hiç kimse bizi bu yoldan döndüremez, döndüremeyecektir. 

Bu yolsuzluklar, yasaklar, yoksulluklar elbet bir gün bitecektir. 

Bunun mücadelesini toplum olarak birlikte yapmak zorundayız. 
Türkiye bugün her bakımdan kötü yönetiliyor. Kendisi sorun olan devasa bir hükümet var karşımızda. Kendisi sorun olan bir hükümet sorunları çözemez. Sorunların yumağı haline gelir. AKP bugün Türkiye’nin ekonomik büyümesinin, zenginleşmesinin, bereketinin önündeki en büyük engeldir. Biz yatırımın kaçtığı, işçinin köle düzeninde çalıştığı Türkiye istemiyoruz. Biz hukuka saygı duyulan, hesap verebilen bir kamu yönetimi istiyoruz. Hakimlerin savcıların sürülmediği, avukatların adliye koridorlarında darp edilmediği bir Türkiye istiyoruz. biz üreten, büyüyen, kalkınan bir Türkiye istiyoruz. Biz düşüncesi ne olursa olsun inancı ne olursa olsun kimliği ne olursa olsun yaşam tarzı ne olursa olsun özgürce düşüncesini açıklayabilen bir Türkiye istiyoruz. Biz havuz medyası oluşturan iş adamları değil, ülkesine yatırım yapan istihdam yaratan onurlu saygılı iş adamları istiyoruz. Kaçakçıların, hırsızların, yolsuzların değil, girişimcilerin, emekçilerin, namuslu insanların başının dik gezdiği bir ülke istiyoruz."

‘DİNDAR İNSAN SİZİN PARANIZI ÇALAN İNSAN DEĞİLDİR’

Kılıçdaroğlu, konuşmasının sonunda ise mütedeyyin ve muhafazakar insanlara seslendi: "Bir sözüm de muhafazakarlara: Dindar insan sizin paranızı çalan insan değildir. Dindar insan bu ülkedeki vatandaşın parasını çalan insan değildir. Dindar insan hırsızların değil garibanların mazlumların yanında duran insandır. Din ne aldatmak için vardır ne de aldanmak için vardır. Din, ahlaklı ve onurlu bir şekilde yaşamak için vardır. O nedenle bütün mütedeyyin kardeşlerime sesleniyorum, hepiniz elinizi vicdanınıza koyun ve yeniden düşünün. Mazlumların ezildiği, ahlaklı insanların ezildiği, düşüncesini açıkladığı için insanların hapse tıkıldığı bir Türkiye istemiyoruz. Huzur içinde barış içinde yaşayacağımız herkesin karnını doyduğu, refahı yüksek olan bir Türkiye istiyoruz. Bu Türkiye’yi yeniden inşa etmek bizim elimizdedir, sizin elinizdedir, 77 milyon insanımızın elindedir. Sizin inancınızı sömürenlere, kimliğinizi sömürenlere asla prim vermeyiniz. Sizin yaşam tarzınızı sömürenlere asla prim vermeyiniz. 

  Biz insanı insan olarak göreceğiz. Allah’ın yarattığı en değerli insan olarak göreceğiz. O zaman hepimiz oturup yeniden düşüneceğiz. Bu güzel ülkede beraber yaşıyor muyuz, beraber yaşayacağız. Kararlı mıyız, kararlıyız. Neyin paydasında kararlı olacağız? Ahlakın, adaletin, kardeşliğin, dostluğun bunların paydasında demokrasinin özgürlüğün paydasında beraber olacağız. 

Ayrışmanın zamanı değil, birlik olmanın zamanıdır." (CİHAN)

https://www.evrensel.net/haber/100022/yolsuzluga-bulasmis-hukumet-once-otoriterlesir-sonra-diktatorlesir


15 Haziran 2019 Cumartesi

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 4

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 4


V. MMD'NIN MP'Yi KURMASI VE MMD'NİN SİYASAL İDEOLO" İSİ 


DP' den tasfiye edilen MMD'nin, hem bizzat muhalefet partisi olan DP'ye hem de iktidar partisi CHP' ye karşı oluşmuş bir cephenin mümessilleri olarak 20 Temmuz 1948 tarihinde kurdukları MP, milletin ilk hakiki muhalefet partisi olduğu iddiasını taşıyarak siyasi hayatta yerini almıştır. Partinin fikir babası ve Kurucusu Kenan Öner, MP'nin, "İktisad ve siyasi sahada liberal, ictimai sahada ırkçılık ve Turancılığa kapılmadan milliyetçi ve inkılapçı sahada ihtiyacı, zaruretleri zorlamadan daima müterakki hamlelerle ilerleyen" bir parti olacağını söylemiştir (Tasvir, 6.5. 1948). MP'nin müssisleri, başta fahri genel başkan Mareşal Çakmak olmak üzere, Prof. Yusuf Hikmet Bayur, Prof. Kenan
Öner, General Sadık Aldoğan, Osman Nuri Köni, Dr. Mustafa Kentli, Enis
Akaygen ve Osman Bölükbaşı'dır (Kudret, 6.7.1948).

MP'nin kuruluşu, bir "mükemmelleşme" olarak nitelendiriimiş ve muhalefetin, DP Kurucularının vicdan ve adalet çerçevesinde yürümeyen vesayetinden kurtularak, MP sayesinde siyasi rüşde ve bağımsızlığa kavuşması biçiminde değerlendirilmiştir (Seviğ, 1950). MP Genel Başkanı Bayur, MP' nin kuruluş nedenlerini şöyle sıralamıştır: 

(1) CHP ve DP'nin programları ve ana çizgileri bakımından aynı olmaları ve DP'nin,  iktidara geçse bile, aynı yolu izleyecek olması, 
(2) DP Kurucularının iktidarla muvazaa haline düşmüş olmaları, 
(3) 12 Temmuz'dan sonra muhalefetin fiilen söndürülmüş olması, 
(4) DP Kurucularının iktidarla gizli temas halinde bulunmaları 
(Kudret, 22.6.1949).

Aynı şekilde Nurettin Ardıçoğlu da, muh~lefetin parçalanmasını iki etkenle
açıklar: Birincisi, iktidarla uzlaşma yolunda bazı grupların takip ettikleri
politika, yani muvazaa, ikincisi ise, yine aynı grupların "tahakküm saltanatı"
politikasıdır (Ardıçoğlu, 1948a ).

CHP ile DP'nin program ve siyasal ideoloji bakJmlarından birbirlerinden
çok da önemli bir farkları olmaması karşısında, MP, siyasi doktrin ve ideolojik
bakJmlardan bu iki partiden farklı bir özellik taşımaktadır. Progranunda iktisadi
ve siyasal alanlarda liberal, içtimai ve kültürel konularda ve özellikle de milli
örf ve ananeler bakınundan tutum olarak tam bir "muhafazakar demokrat" olan
MP Kurucuları, daha DP saflarında iken "Müfrit Demokrat Muhafazakarlar"
olarak tanınnuştır (Başgil, 1966: 62). MP'nin, Türkiye'de çok partili siyasal
hayatın tam anlanu ile kurulup, yerleşmesi ve yaşanunı sürdürebilmesi için,
hem ortaya koyduğu "büyük ve felsefi bir siyasi doktrin "e, hem de geniş
kitlelere dayanan siyasal partilerin kurulması gerektiği düşüncesiyle ortaya
çıktığı ve parti programının da bu düşünceleri içerdiği ileri sürülmüştür
(Ardıçoğlu, 1948b).

Progranunın birinci maddesinde, Cumhuriyet, adalet, liberallik ülkülerine
ve milliyetçilik esasına bağlı olduğunu belirten MP, insanların tabii ve
vazgeçilmez özgürlüklerinden hareket eden ve ferdiyetçi felsefeye dayanan
klasik demokrasiyi esas aldığını ifade etmiştir. Her biri hukuk devleti teşkil
eden ve ferdi hak ve hürriyetleri teminat altına alan Batı demokrasilerinin
yanında olduğunu, bir zümrenin ya da bir sınıfın diktatörlüğünü çağrıştıran
totaliter "Doğu demokrasileri"nin karşısında olduğunu beyan eden MP,
Anayasa'nın hakiki demokrasiye uymayan hükümlerini ve bilhassa CHP'nin
siyasi umdelerini (altı ok), devletin ana vasıfları haline sokan Anayasa'nın
ikinci maddesinin kaldırılmasını istemiştir (Millet Partisi Program ve Tüzük,
1948: 3-5; Millet Partisi'nin Proğramı, Milletin Sesi, 8.10.1948).
Partinin ana vasıflarından birisi de milliyetçiliktir. Dayandığı milliyetçilik,
muhafazakarlıkla yan yana ve birbirini tamamlar niteliktedir. O dönemde
ülkede dört çeşit milliyetçilik telakkisinin bulunduğu belirtilmiştir. Bunlar, (1)
Kemalist milliyetçilik, (2) Anadolu milliyetçiliği, (3) ırkçı-Turancı milliyetçilik,
(4) ananeci mutedil Türkçülük'tür. MP, ananeci mutedil milliyetçi bir
partidir. MP, Kemalist milliyetçiliği "tebaa milliyetçiliği" olarak yorumlayarak,
bu milliyetçiliğin CHP ve DP' nin programında yer aldığını belirtir. Ayrıca,
Kemalist milliyetçilikten ananeciliği ile, Anadolu milliyetçiliğinden de Anadolu
dışında ikinci bir ufuk var inancı ile ayrıldığı, ancak ırkçı-Turancı milliyetçilikle
hiçbir şekilde bağının olmadığı ve kana ve soya dayalı milliyetçilik
türünü reddettiği ileri sürülmüştür (Ardıçoğlu, ı948c; Alsan, 1950). 

Programda millet kavranunın ortaya koyduğu diğer unsurlar ise, din, milli ananeler ve aile kurumudur. Programın yedi ve onuncu maddelerinde, "Parti, içtimai nizamın teşekkülünde ilikatların, ahlakın, geleneklerin, ö,! ve adetin büyük hisselerini tanır... Aile müessesesi, cemiyetin temeli ve yüksek manevi bir kıymetidir" şeklinde izah edilen bu unsurlar, MP'nin milliyetçilik anlayışına muhafazakar bir renk vermektedir. Ayrıca sekizinci maddede, "Parti din müessesesine ve milli ananelere hürmetkardır" ifadesinin yer alması da, partinin muhafazakar milliyetçi bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 4-5; Millet Partisi'nin Programı, Milletin Sesi, 10.1948 ve 15. iO.i948). 

Muhafazakar milliyetçi-liğin hodbinliği ve şövenizmi çağrıştıracak olması karşısında, programda insaniyet ülküsü ve barışçılığı telif eden bir yaklaşım içinde bulunulması, dünya uluslarının birlikte tek medeniyete doğru gittiklerinin kabul edilmesi ve onlarla işbirliği yapılmasının salık verilmesi bir ölçüde şovenizme set çektiği söylenebilirse de, MP'nin, geleneksel milliyetçilik yapısı içinde dinsel öğeleri de içine katan bir tür Türkçü milliyetçilik anlayışını yansıttığı belirtilmelidir.

MP'nin muhafazakarlık anlayışı da, milliyetçilik anlayışına benzemektedir.
Daha önce değinildiği üzere, programın yedinci ve sekizinci maddelerde
geçen ifadelere bakıldığında, MP'nin hayli muhafazakar bir kimliğe sahip
olduğu belirtilebilir. Ancak, on üçüncü maddenin ikinci fıkrasında, "Her devrin
icabatını tesbit etmek, o devirde yaşayan neslin en mukaddes hakkıdır ve o
devirde yaşayan bir neslin milli ve içtimai faaliyetleri tanzim ve idare edebilir"
(Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 6) denmekle, katı muhafazakarlık
anlayışında bir yumuşamaya gidilmiştir. Bu bakımdan MP'nin "mutedil
muhafazakarlık" anlayışı içinde olduğu belirtilmelidir. MP'nin programı, o
dönemde muhafazakar-İslamcı cereyanların ortaya çıkışına önemli bir örnektir.
MP, çok partili düzene geçildikten sonra gittikçe ivme kazanan İslamcı ve
muhafazakar hareketler içinde, o zamanki havaya oranla daha İslami ve
muhafazakar bir görüşün ilk örneğini veren bir siyasal parti olarak dikkati
çekmiştir (Tunaya, 2003: 169).

Ayrıca MP, muhafazakar anlayışına uygun olarak, inkılapçılığı "tekamülcülük" olarak yorumlamıştır. Tekamülcülük, "insan tabiatını ve içtimai amil ve şartları zorlamadan daima ilerlemek" anlamında ele alınmaktadır. Ayrıca "Medeniyet icaplarına uydurmak...anmielere ve milletin iradesine uygun olmak ... hakiki ihtiyaca tekabül etmek.. .geriliğe yönelik olmadan istikbali göz önünde tutmak" biçimlerinde algılanan tekamülcülük (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948: 6), aslına bakılırsa Kemalist inkılapçılık anlayışına alternatif bir tutum olarak ileri sürülmektedir. Bu konuda parti programının inşasında etkili olduğu bilinen Nurettin Ardıçoğlu' nun değerlendirmeleri hayli ilginçtir. Ardıçoğlu, Kemalist inkılapçılık devrinin kapandığını, o günün şartlarında ihtiyaçlanna gereken cevabı verdiğini, artık yerinı başka bir teze bırakması gerektiğini savunmuştur. Bu tezin, ulusun "kendi kendine düşünüş" tezi olduğu, Türkiye'de devrimler döneminin sona erdiği, artık "milli intibah devri "nin (ulusal uyanma devri) başladığı ileri sürülmüştür. Böylece, milletlerin kendi tarihine yöneleceği ve inkılaplarla benimsenen kurumların, tarihten gelen örf, adet, gelenek ve göreneklerle birleşerek, bizzat kendi ulusal kültürlerini yaratabilecekleri ve istikrara kavuşabilecekleri dile getirilmiştir (Ardıçoğlu, 1948ç).

Öte yandan parti, laiklik konusunda da farklı bir görüşe sahipti. Din
işlerinin devletten ayrı, özerk bir teşkilat tarafından idare edilmesini isteyen
MP'nin laiklik anlayışı, Türkiye'de o güne dek hakim olan laik düzene ters bir
mahiyetteydi (Tunaya, 2003: 169). MP programında da yansıttığı gibi, devletin
resmi laiklik anlayışından farklı, kendine özgü bir laiklik anlayışı getirmiştir.
Buna göre, din hayatı ve dini kurumlar tam anlamıyla "mü 'minler cemaatine"
bırakJimah, dinle ilgili her türlü işi bu cemaat görmeli ve Diyanet İşleri
Başkanlığı gibi kurumlar kalkmalıdır. Ayrıca MP, dini hayatı düzenleyen
kanunlann da kaldırılmasını istiyordu (Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948:
5-6). Onlara göre, ibadet şekillerini ve din adamlarının kılık kıyafetini
düzenleyen bu gibi kanunlar, vicdan özgürlüğüne aykınydı ve anti demokratik
kanunlar kapsamına giriyordu. Öte yandan, MP'liler din ve devlet konusundaki
bu türden görüşlerini, bütün uygar dünyada geçerli olan laiklik anlayışı olarak
sunmuşlardır. Laikliği bunun dışında anlayan CHP ve DP gibi partileri,
"devletleştiritmiş bir dini hayatı" savunan partiler olarak gören MP, bu
anlayışları laikliğe ay kın bir tutum olarak görmüştür (Ardıçoğlu, 1950).

Ayrıca MP, bir Anayasa Mahkemesi'nin kurulmasını ve halk tarafından
seçilmiş bir Ayan Meclisi (ikinci meclis) teşkil edilmesini (Madde 35)
savunuyordu ki, bu istekler o dönemin (1948) Türkiye'si için hayli ilginç idi.
Anayasa Mahkemesi ve ikinci bir meclisin teşekkülü fikri, çok daha geç
tarihlerde, CHP'nin 12-15 Ocak 1959 tarihleri arasında toplanan 14. Kurultay'ı
sonunda yayınlanan "İlk Hedefler Beyannamesi" adı verilen bir bildiri ile
gündeme gelecekti.

< Beyanname, partizanlığın kalkacağını, ikinci meclis, anayasa mahkemesi, yüksek hakimler meclisi ve yüksek iktisat şurası kurulacağını, seçim emniyeti ve üniversite özerkliğinin temin edileceğini ve sosyal adaletin Anayasa'ya gireceğini taahhüt ediyordu. Bkz. (Erer, 1964: 356-357). >

SONUÇ

CHP öncülüğündeki tek partici otoriter yönetim tarzı karşısında, elverişli
iç ve dış siyasal koşulların da yardmuyla, "1946 ruhu" adı verilen simgesel
siyasal söylemi kullanarak, bir tür "hürriyet" ve "demokrasi" mücadelesi içine
giren DP'nin, 1946-50 arasını kapsayan muhalefet yıllarında sergilemiş olduğu
siyasal tutum, Türk demokrasisinin gelişim seyri açısından önemli sonuçları / gelenekleri de beraberinde getirmiştir. 

Bir kere söz konusu dönem, Cumhuriyetin henüz başlarında tecrübe edilen çok partili demokrasiye geçiş doğrultusunda iki başarısız denemeden epey sonra ve Cumhuriyet devrimlerinin daha bir yerleşti ği bir dönem olması nedeniyle, ileride çoğulcu ve rekabetçi bir demokratik dönüşümü sağlayacak adımlar için iyi bir başlangıç zemini olabilmesi açısından önemliydi. Her ne kadar daha önceki denemelerde olduğu gibi, DP Kurucuları da yerleşik iktidar seçkinlerinden olsa da, iç ve dış siyasal gelişmelerin rüzgarını arkasına alarak, siyasetin merkezinde gerçek halk katmanlarının olacağı (soyut halk kavrarrunın değil), sağduyulu, ayağı yere basan ve en önemlisi de sorgulayan muhalefet geleneğini yapısında
barındırabilen bir demokratik siyasal kültürün yerleşmesi yönünde tarihi bir
adım atabilirlerdi. 1950-60 arası dönemde "milli irade" kavramına sığınarak
otoriter ve baskıcı bir yönetim tarzı gösteren DP iktidarı bir yana, 1946-50
arasında çok uygun koşullarda muhalefette bulunan DP Kurucularının siyasal
söylem ve eylem biçiminin, zaten otoriter siyasal kültür geleneğine sahip Türk
demokrasisinde bir özgürlükçü yarık açmak şöyle dursun, otoriteryenizmi daha
da pekiştirdiğini söylemek, DP içinde siyasete atılan ve adına "müfrİt
muhafazakar demokrat" denilen birtakım siyasi aktörlerin, iktidarla anlaşmalı
bir biçimde DP'den tasfiye edilmesi gerçeği göz önüne alındığında abartılı
olmasa gerektir.

Öte yandan, her türlü aşırı sağ ve aşırı sol akımlarla hilafetçi, saltanatçı
ve ayrılıkçı siyasal örgütlenmelerin yasak olduğu bir siyasal yasallık zemininde,
DP Kurucularının aksine tek parti döneminde aktif siyasette olmayan birtakım
siyasi aktörler de, dönemin "hürriyetçi" siyasal mücadelesine katılrruşlardır.
Ancak daha sonraları "müfrit demokratlar" olarak nitelendirilen bu kişiler, tek
parti ideolojisini sorgulamak ve her türlü siyasal-iktisadi haksızlığın üzerine
gidilmesini, yani geçmişin hesabının sorulmasını istemişlerdir. Bunun için de,
"milli şef' İnönü liderliğindeki CHP'yi iktidardan uzaklaştırmak için sert,
tavizsiz bir muhalefet hareketi başlatrruşlardır. Bu durum, iktidar çevrelerinde
tepkiyle karşılanrruş ve İnönü'nün telkinleri sonucu, DP Kurucuları parti
içindeki "müfrit"leri bir bir tasfiye etmişlerdir.

İşte bu açıdan bakıldığında, "]946 ruhu" diye adlandırılan ve o dönemden sonra gelmiş tüm muhafazakar sağ siyasal partilerin meşruiyellerini dayandırdıkları siyasal söylemin, bundan öte bir anlamı ve içeriği yoktur. "1946 ruhu"nun bir anlamı varsa, o da, toplumun "türlü-çeşitli" gruplarını, simgesel/ biçimsel düzeyde de olsa başlangıçta tek parti iktidarına karşı örgütlemesidir.
Sonraları bu "ruh"un içeriği doldurulamamış ve bu haliyle, "1946 ruhu"
simgesel düzeyde bir mitten ibaret kalmıştır. Bu durum, 1946'da DP içinde
siyasete atılan, daha sonra DP Kurucularının sergiledikleri muhalefeti yeterli
görmeyerek Kurucuları, "1946 ruhu"nu katletmekle suçlayan ve DP'nin CHP
ile yapılan bir muvazaanın ürünü olarak kurulduğunu iddia eden ve Kurucular
tarafından tasfiyeye uğradıkları için daha sonraları MP'yi kuran "müfrit
muhafazakar demokratlar"ın başlarına gelenlerden daha iyi anlaşılabilecektir.

Sonuç olarak, aşırı sol ve sağın temsiline izin verilmediği, sınırlı ve biçimsel çok partili demokrasiye geçişte, program açısından mahiyetçe CHP'den pek farkı olmayan DP'nin, iktidar döneminde sonu 1960 İhtilali'ne varan antidemokratik ve yetkeci yapısının, esasen, 1946-50 arası muhalefet yıllarında ortaya çıktığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Tabir caizse, bu süreçte otoriter yönetim açısından DP'nin CHP'lileştiği, CHP' nin de DP'lileştiği, Taner Timur'un tabiri ilc bir tür "ikiz parti demokrasisi" (Timur, 1994: 63)32 kurumlaşmaya başlamıştır.

DİPNOTLAR;

< O dönemde DP'nin seçim platformu temelolarak, toplum üzerinde dini-kültürel
baskının ve ekonomİ üzerinde ezici devlet denetiminin eleştirisi üzerinde
odaklanıyordu. Bu konu ile ilgili değerlendirmeler için, bkz. (Keyder, 1992: 53-54).
Bu durum karşısında CHP, hem dini-kültürel alanda (laiklik politikası), hem de
iktisadi alanda o zamana kadar uyguladığı politikadan bir ölçüde ayrılmak gereğini hissederek, rakibi DP'nin elinden seçmenleri kazanmada çok etkili olabileceğini sandığı bir silahı almak istemiştir. Dönemin tanıklarından Yakup Kadri, 1946 seçim mücadelesinden sonra laik ve devrimci geçinen CHP yöneticilerinin geminin dümenini soldan sağa çevirmeye başladıklarını belirtir. DP'nin, halkın dini hislerini siyasal mücadelede kullanması karşısında, CHP'nin de bundan geri kalmamak için okuııarda din dersleri okutulması, Köy Enstitüleri'nin kaldırılması, eski usul imam ve sübyan mekteplerinin kurulması gibi bir çalışma içine girdiğini belirten Yakup Kadri, hatta 1950 seçim mücadelesinde CHP'nin Ticani tarikatıyla işbirliğine dahi gittiğini anlatır. Bkz. (Karaosmanoğlu, 1984: 192-193).>
< "Müfrit demokratlar"dan Bölükbaşı, bu süreci şu cümlelerle anlatmıştır: "CHP'nin çift parti maskesi altında devam ettirmek istediği demokrasi oyununun iltifat gören bir oyuncusu olmayı Demokrat Parti 'nin kabul edemeyeceği her halde anlaşılmıştır" (Kuvvet, 7. 4. 1947). >

   Gelinen aşamada, çok partili siyasal hayatın kuruluş süreç ve biçimi ile
DP'nin Türk siyasetine kazandırdığı "popülist politik söyleme" bakarak, 1946
ile birlikte Türkiye'de bir ölçüde "muhalefetsiz bir demokrasi "nin kurumlaşmaya başladığı yolunda bir değerlendirmede bulunmak pek de yabana atılabilecek bir yaklaşım tarzı olmasa gerek.

Kaynakça;

Adnan Menderes'in Konuşmalan, Demeçieri, Makaleleri CL (Aralık 1933.Mart 1950) (Ankara:
Demokratlar Kulübü Yay., Haz. Haluk Kılçık).
AGAOGLU, Samet (1992), Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu (istanbul: iletişim Yay.).
AHMAD, Feroz/AHMAD, Bedia Turgay (1976), Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi, 1946-1971 (istanbul: Bilgi Yayınevi).
AKŞiN, Sina (1980), Jön Türkler ve ıttihat ve Terakki (istanbul: Gerçek Yayınevi).
ALSAN, Zeki Mesut (1950), "MP'nin Milliyetçilik Anlayışı," Kudret.
ARCAYÜREK, Cüneyt (1983), Demokrasinin Ilk Yı//an: 1947-1951 (Ankara: Bilgi Yayınevi, Birinci Basım).
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948a), "Muhalefetin Bugünkü Manzarası," Kudret.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948b), "Millet Partisinin Program ve Felsefesi," Kudret.
ARDıçoGLU, Nurettin (1948c), "Millet Partisi Program ve Felsefesi: 5, Milliyetçilik," Kudret, 29.7. 1948.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1948ç), "Millet Partisi Program ve Felsefesi: 6, Muhafazakarlık," Kudret.
ARDIÇOGLU, Nurettin (1950), "Sahte Laikler Bize Mürteci Diyorlar," Kudret.
ATAY, Falih Rıfkı (1946), Ulus.
BABAN, Cihad (1970), Politika Galeri: Büstler ve Portreler (istanbul: Remzi Kitabevi).
BAŞGiL, Ali Fuat (1966), 27 Mayıs ihtilali ve Sebepleri(istanbul: Çeltüt Matbaacılık) (Çev. M. Ali Sebük ve i. Hakkı Akın)
BAYAR, Celal (1969), Başvekilim Adnan Menderes (istanbul: Baha Matbaası).
BAYUR, Hikmet (1947), "Parti Mücadelelerimizde Müfritler ve Mutediller," Kuwet.
BAYUR, Yusuf Hikmet (1948), "Halkımız Hürriyet Misakını Suya Düşürenlerden Hayır Bekliyemez,"
Akın. BÖLÜKBAŞı, Osman (1947), "Tahrikçilere Zaruri Bir Cevap," Kuwet.
ÇAYLAK, Adem (2004), Türk Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı (A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Demokrat Parti Kuruculan Bu Davanın Adamı Değildirler (1949), Haz. Müstakil Demokratlar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa).
DOGAN, Avni (1964), Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (istanbul: Dünya Yay.).
ERER, Tekin (1964), On Yılın Mücadelesi (istanbul: Ticaret Postası Matbaası).
EROGUL, Cem (1992), "Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71," IRViN, Cemil Schick / ERTUGRUL,
Ahmet Tonak (Der.), Geçiş Sürecinde Türkiye (istanbul: Belge Yayınları).
EROGUL, Cem, (2003), Demokrat Parti, Tarihi ve Ideolojisi (Ankara: imge Kitabevi, 4. Baskı).
ESiRCi, Şükrü (1999), Celal Bayar'ın Söylev ve DemeçIeri, 1946-50 (istanbul: Türkiye iş Bankası Yay.).
GOLOGLU, Mahmut (1982), Demokrasiye Geçiş: 1946-1950 (istanbul: Kaynak Yay.).
İNÖNÜ, ismet (2001), Defterler: 1919'1973, Haz. Ahmet Demirel, 2 CHt (istanbul: Yapı Kredi Yay.).
KARA, Nihal (1982), Türkiye'de Çok Partili Sisteme Geçiş Kararı: 1945 (A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi).
KARAOSMANOGLU, Yakup Kadri (1984), Politikada 45 Yıl (istanbul: iletişim Yayınları, ikinci Baskı).
KARPAT, Kemal H. (1996), Türk Demokrasi Tarihi (istanbul: Afa Yay.).
KENTLi, Mustafa (1948), "Demokrat Partide Buhranın Sebepleri I," Yeni Sabah.
KEYDER, Çağlar (1993), Türkiye'de Devlet ve Sınıf/ar (istanbul: iletişim Yay., Üçüncü Baskı).
KEYDER, Çağlar (1992), "Türkiye Demokrasisinin Ekonomi Politiği," IRViN, Cemil Schick
ERTUGRUL, Ahmet Tonak (Der.), Geçiş Sürecinde Türkiye (istanbul: Belge Yayınları).
METE, Orhan (1947), Bütün Tafsilat ve Akisleriy/e Demokrat Partinin Birinci Büyük Kongresi (İstanbul: Ticaret Dünyası Matbaası).Millet Partisi, Program ve Tüzük (1948), (Ankara: Millet Partisi Yayınları).
Millet Partisinin Programı (1948), Mil/etin Sesi.
NUTKU, Emrullah (1979), Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıl/ar 1946.1958(istanbul: Fakülteler Matbaası).
ÖNER, Kenan (1948), Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi (istanbul: Osmanbey Matbaası).
SAÇllOGLU, Nahit (1990), Bir Özgürlük Savaşçısı Sadık Aldoğan (istanbul: Günlük TicaretTesisleri).
SADAK, Necmettin (1946), "Demokrat Partiye Hoş Geldin Deriz," Akşam.
SERTEL, Sabiha (1969), Roman Gibi (istanbul: Ant Yayınları).
SERTEL, Zekeriya (1977), Hatırladı k/arım (istanbul: Gözlem Yay., ikinci Basım).
SEViG, Vasfi Raşid (1950), "Büyük Millet, Büyük Allah," Kudret.
ŞENERErman (1987), Demokrasimizde DP Damgalı Dönemeç: 1946.47'nin Öyküsü," Milliyet.
TAHTAKILIÇ, Ahmet (1989), Dönüşü Olmayan Yol (Ankara: Akademi Matbaası).
TANRIÖVER, Hamdullah Suphi (1948), "Demokrat Parti," Tasvir.
TiMUR, Taner (1994), Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş (istanbul: iletişim Yay., ikinci Baskı).
TOKER, Metin (1970), Tek Partiden Çok Partiye (istanbul: Milliyet Yayınları).
TUNAYA, Tarık Zafer (1952), Türkiye'de Siyasal Partiler 1859 - 1952 (istanbul: Doğan KardeşYayınları A. Ş. Basımevi).
TUNAYA, Tarık Zafer (1992), "Tarık Zafer Tunaya He Türkiye'de Çok Partili Hayatın 40. Yılı
Üzerine Bir Röportaj," Tarık Zafer Tunaya'ya Armağan (istanbul: istanbul BarosuYayınları).
TUNAYA, Tarık Zafer (2003), Islamcılık Cereyanl (istanbul: istanbul Bilgi Üniv. Yay.).
YALMAN, Ahmet Emin (1997), Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (İstanbul: Rey Yay.,ikinci Baskı).
YALMAN, Ahmet Emin (1947), "Tek Çıkar Yol," Vatan.

***



1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 3

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 3



IV. MMD'NİN DP'DEN TASFİYESİ


12 Temmuz Beyannamesi, gerginleşen iktidar-muhalefet ilişkisinde, daha doğru bir ifade ile İnönü ile DP Kurucuları arasında bir yumuşama meydana
getirmişse de, hem iktidar hem de muhalefet kanadındaki "müfritler"in tasfiye
edilmesi gibi bir siyasal sonuç da doğurmuştur.21 Ağaoğlu'nun anlattıklarına
bakılırsa, İnönü, Beyannameyi yayımlarken, kafasında şunları planlamıştır: 12
Temmuz Beyannamesi Demokratlar arasında önce şaşkınlık yaratacak, sonra da
muhalefet içinde ayrılık yaratacaktır. 12 Temmuz Beyannamesi eğer planlı bir
düşünüşün sonucu ise, gerçekten de Demokratlar arasında çoktan beri başlamış
olan ayrılığın fiile neticeleri Beyannameden sonra iyice belirmeye başlamıştır
(Ağaoğlu, 1992: 213-214). 

İnönü'nün hangi saikle hareket ettiği net olarak bilinemese de, Beyannamenin 
uygulama halinde tahakkuk ettiğini göstermek için, DP Muğla mebusu 
Nuri Özsan'ı yanına alarak Doğu vilayetlerine bir seyahat tertip etmiştir. 

Özsan, İnönü ile aralarında, (1) partilerin "müfrit" elemanlarının tasfiye edilmesi gerektiğini ve (2) milletvekili ödeneklerinin artırılması konularının görüşüldü-ğünü DP GİK' e iletmiştir. Ayrıca Özsan, seyahat esnasında İnönü'nün kendisine şöyle dediğini de belirtmiştir: "Ben hem devlet hem parti başkanıyım. Kendi partimin içindeki müfritleri halledebilirim.
Fakat siz ne yapacaksınız? Mesela Yusuf Kemal Tengirşenk işini nasıl
halledeceksiniz?". Nitekim, o günlerde Samet Ağaoğlu, Nihat Erim'i ziyaret
etmiş ve Erim, Ağaoğlu'na, Tengirşenk'le birlikte Öner, Aldoğan, Tahtakılıç ve
Bölükbaşı' nın tasfiyeleri meselesinin ne olduğunu sormuştur. Ayrıca Erim,
Ağaoğlu'na, tasfiye meselesini Köprülü'nün kendisine söylediğini de aktarmıştır  (Doğan, 1964: 260-261; Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, 1949: 23).

< Osman Bölükbaşı'nın DP'den istifa süreci yaklaşık bir yıl kadar sürmüştür. 
Bu süreçte yaşananlar için, bkz. (Çaylak, 2004: 89- ıo3). Bölükbaşı, kendine has bir üslupla istifası hakkında şöyle konuşmuştur: "DP'den ayrılmakla demokrasi
davasından ayrılmadım ... Hareketim bir din değiştirmek değil, sadece arkasında
namaz kılınamayacak bir imamın bulunduğu camiyi terk ederek, başka bir camiye geçmektir". (Kudret, 12. i ı. 1948).>

<  Bu süreçle birlikte, CHP'de "mü/rit" kesimin temsilciliği yapan Başbakan Peker, Yardımcısı Mümtaz Ökmen ve Cevdet Kerim İncedayı gibi siyasilerin, İnönü'nün rehberliğinde hareket eden ve başını daha çok Nihat Erim' in çektiği "mutedil" denilen 35' lerin, parti meclis grubu toplantısında Peker aleyhine oy vermesi ile birlikte, siyasetteki ağırlıkları ortadan kaldırılmış ve zaten i947'nin Eylül ayı başlarında Peker Hükümeti de istifa etmiştir.>

Gerçekten de bu çerçevede, önce Aldoğan, 18 Aralık 1947' de, yazdığı
sert yazılar ve yaptığı ateşli nutuklar yüzünden DP GİK'te, tabir caizse hesaba
çekilmiş (Saçlıoğlu, 1990: 25-26), ardından 12 Temmuz Beyannamesi' ne
muhalefet eden Tengirşenk, gerek basın, gerekse DP Kurucuları tarafından
eleştirilerek, DP'den tasfiye edilmeye çalışılnuştır.22 Tüm bu olanlara bakarak,
DP'de "mü/rü" temizleme işini, özellikle Köprülü-Erim ekseninde, iktidar ve
DP liderlerinin bir şekilde görüştüklerini ileri sürmek yanlış olmasa gerektir.
Öte yandan, "müfritler"in DP'den tasfiyesinde, milletvekillerinin
ödeneklerinin artırılması da önemli bir rol oynanuştır. Ödeneklerin artırılması
fikri İnönü'den gelmiştir.  İnönü'nün ödenekler meselesiyle DP saflarında bir
ikilik yaratmak ve DP'nin muhalefetini yumuşatmanın hesabını yaptığı iddia
edilmiştir (Ağaoğlu, 1992: 214). 1947'nin sonlarında milletvekilleri
ödeneklerini artıran kanun, Meclis'te iktidar milletvekillerinin oyları ile kabul
edilmiştir. Artan ödeneklerin ne yapılacağı konusu DP' de tartışmalar neden
olmuştur. Çözüm olarak, DP milletvekillerinin maaş farklarını partiye
bırakmaları kararlaştırılır. 

Bu karar, DP'yi karıştırnuş ve bir kısım milletvekillerinin itirazlarına yol açnuştır. Bu ödenek meselesi de diğer ayrılık konularında olduğu gibi, sonraları, DP genel merkezi (yani Köprülü, Menderes, Bayar üçlüsü) tarafından "müfrit" sayılan kimselerin partilerin atılmasında bir bahane olarak kullanılmıştır. Maaş farklarını partiye verdikleri halde bazı kişiler, sırf "sivri" ya da "mü/rü" oldukları için kamuoyunun yadırgamayacağı ödenek bahanesine dayanılarak partiden ihraç edilmişlerdir.

DP'nin parçalanması ve "müfrit muhafazakarlar"ın kurduğu MP'nin
doğumuna yol açan olayların belki de en önemlisi, DP'nin İstanbul il başkanı
KENAN Öner'in önce başkanlıktan sonra da partiden istifasıdır. KENAN Öner, 27 Aralık 1947 tarihinde, DP İstanbul il başkanlığından istifa etmiştir. 

Öner, istifasında Kurucular tahakkümünden, zümre siyasetinden yakınmış ve İnönü'yü sevindirmek için Aldoğan ve Tengirşenk gibi ivazsız ve ihtirassız hizmet
aşkıyla çalışan kimi partililerin, GİK' e çağrılarak ifadelerinin alındığını
söyleyen Öner, CHP kadar DP'nin de "efendisi" haline getirilen İnönü'nün
istekleri doğrultusunda Kurucular tarafından partide bir tür "mutedil-müfrit"
ayrımının yapıldığı ve müfritlerin partiden uzaklaştırılmaları için her türlü
tedbirin alındığı suçlamasında bulunmuştur (Vatan, 12.2.1948; Cumhuriyet, 12.2.1948). 

< Örneğin basında, "... DP liderleri ile pek çok konuda ters düşerek parti içinde takım ahengini bozan Yusuf Kemal Tengirşenk, D? idare heyetinden ayrıldı" ifadesi kullanılmıştır (Vatan, 24. 12. 1947). >
< Bu konuda İnönü, Erim ve Nuri Özsan arasındaki konuşma için, bkz. (Doğan,I 964: 261). >



Öner, 16 Ocak 1948 tarihinde, yani DP' nin İstanbul il kongresinin
yapılacağı 18 Ocak'tan iki gün önce de, DP'den istifa etmiştir (Vatan,
17.1.1948). Öner, istifasından sonra Bayar'a bir mektup yazmış ve " ... Millete
hizmetten ziyade 4-5 kişilik bir zümre tahakküm ve saltanatı kurdunuz ...
Demokrasi Halk Partisi 'nde okuduğunuz derslerle değil, millet iradesinin
halelden siyaneti ile başlar" demiştir (Yeni Sabah, 17.1.1948).

Öte yandan, istifa ile Bayar-Menderes-Köprülü üçlüsüne karşı el altından
bir hareket başlatıldığı, Anadolu' da bir olağanüstü kongre tertip edilmek
istendiği ve bununla da Bayar ekibinin yılularak Öner başkanlığı ve Mareşal
fahri önderliğinde yeni bir harekete zemin hazırlanmak istendiği iddia
olunmuştur (Yalman, 1997: 1419-20). Ayrıca, Vatan'da Mümtaz Faik Fenik de,
müfritIere yönelik şiddetli bir kampanya başlatmıştır (Vatan, 10.2.1948). Bu
türden saldırıları, müfrit kanattan sayılan Hikmet Bayur, muhalefetin DP
zihniyeti ile yaşayamayacağını ve Bayar gibi konuşanların ancak, yeni bir
istibdat idaresi kurabileceklerini iddia eden makaleleri ile yanıtlamıştır (Bayur,
1948; Yeni Sabah, 30.1.1948). Bayur, başka bir yazısında da, DP'nin bu hali ile
memlekete hayır değil, zarar getireceğini, "DP iyi bir tasfiye görmezse, ilerde
bir diktatörlük idaresi kuracağım", bunun ilk örneğinin de Bayar' ın Balıkesir
nutkunda söylediği, "Nizamname hududu dışına çıkanlar kulaklarından tutulup
Haysiyet Divam 'nda atılırlar" cümlesi ile verildiğini iddia etmiştir (Yeni Sabah, 10.2.1948).

Öte yandan, DP içinde yaşanan iç parçalanma ve ayrılıkların bir nedeni
de GİK ile Parti Meclis Grubu arasında yaşanan gerilim ve kavgalardır. Bayar,
ilk zamanlar Meclis Grubu ile Menderes-Köprülü hizbi arasında bir uzlaşma
yaratmak isteyen bir görünüm vermiş ve epey tereddüt geçirmişse de, Köprülü-
Menderes hizbinin resti karşısında, daha fazla dayanamamış ve tavrını genel
merkezden yani ılımIılardan yana koymuştur (Kudret, 27.2.1948).24 Bu arada,
Meclis'te Mithat Sakaroğlu, Osman Nuri Köni, Emin Sazak ödenekler
konusunda Bayar'ı hedef alan sözler sarfetmişlerdir. Tüm bu gelişmeler üzerine
DP GİK, 9 Mart 1948 tarihli toplantısında, Muğla milletvekili Necati Erdem,
İstanbul milletvekilleri Osman Nuri Köni ile Ahmet Kemal Silivrili, Muğla
milletvekili Mithat Sakaroğlu ile Afyon milletvekili Sadık Aldoğan'ın,
Haysiyet Divanı'na verilmesine ekseriyetle karar vermiştir 
(Yenİ Sabah,10.3.1948; Esirci, 1999: 509-510).25

< Toker, tereddütlerinİn sonunda Bayar, Meclİs Grubu yanında vazİyet alsaydı,
Türkİye'nin demokrasi tarihinde ne bir Menderes, ne bİr Köprülü yer bulurdu,
aksine mesela bir Tahtakılıç veya Ahmet Oğuz gibi MP'lilerin birİnci planda
olabileceklerini söylemektedir (Toker, 1970: 302). >

Bunun üzerine, DP GİK'teki "müfrit demokratlar"dan Yusuf Kemal
Tengirşcnk, Enis Akaygen, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz ve
Hasan Dinçer partide yaşanan gelişmelerden ve en son alınan haysiyet divanı
kararlarından memnun olmayarak LO Mart 1948 tarihinde GİK üyeliğinden
istifa ettiklerini açıklarruşlardır. İstifalarında, Kurucuların tahakkümü altında
olduğunu iddia ettikleri GİK çoğunluğunun, son aylarda partinin temelini
yıkacak tutum ve eylem içinde hareket ettiklerini, partide tenkit hakkını ortadan
kaldırdıklarını ifade etmişlerdir (Kudret, 11.3.1948).26

Bu arada genel merkez de tasfiyelere devam etmiştir. II Mart 1948
tarihli DP GİK toplantısında, Afyon mebusu Hazım Bozca ile Çanakkale
mebusu Ali Rıza Kırsever'in haysiyet divanına verilmesine ittifakla karar
verilmiştir.27 16 Mart 1948 tarihli toplantıda da, GİK'ten istifa eden 6 üyenin
toptan haysiyet divanına verilmesine, Suphi Batur'un muhalefet reyiyle karar
verilmiştir (Ağaoğlu, 1992: 559-568). Bu kişiler, 24 Mart 1948'de haysiyet
divanı kararı ile partiden çıkarılmışlardır (Vatan, 25.3.1948). Daha sonra DP'li
bir kısım mebus, ihraçların büyük kongre tarafından tasvip edilmesine kadar,
çıkarılanların grup toplantılanna alınmala-rını savunmuşlardır. Bu istekleri,
kabul edilmeyince büyük kongreye kadar parti grup toplantılanna katılmama
kararı alrruşlardır. DP'de yaşananlan "Kurucular diktatoryası" olarak
nitelendiren 10 DP' li milletvekili de, Nisan 1948 tarihinde parti Meclis grubuna
devam etmemeye karar verdikleri yönünde bir beyanname yayınlarruşlardır.
Beyannamede, büyük kongre tarafından haysiyet divanına yedek üye
seçilmediği ve zamanla haysiyet divanı asıl üyelikleri boşaImış olduğu
belirtilerek, haysiyet divanı üyelikleri parti kurucuları na ram olan kişilerce
doldurularak, çıkarmaların bu surette yapıldığı iddia edilmiştir.28

< Karara muhalif olanlar, Yusuf Kemal Tengirşenk, Emin Sazak, Enis Akaygen,
Ahmeı Tahtakılıç, Ahmet Oğuz ve Hasan Dinçer'dir. >
< DP içindeki parçalanmanın en önemli kanıtı sayılan, söz konusu GİK üyelerinin
istifa mektubu için, bkz. ( Ağaoğlu, 1992: 547).>
< 11-12 Mart 1948 tarihlerinde toplanan GİK zabıtları okunduğunda DP' de alınan tüm karar ve uygulamalarda gerçekten bir tür "Kurucu Diktatoryası"nın olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen tarihli Genel İdare Kurulu toplantı ve alınan kararlar için, bkz. (Ağaoğlu, 1992: 549-558).>
< Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, 1949: 69. Gerçekten de, birinci kongrede seçilen haysiyet divanı Üyelikleri, o tarihe kadar boşalmıştı. 
9 üyeden geriye sadece Fuat Hulusi Demirelli ve Hamit Şevket İnce kalmıştı. Ayrıca kongrede haysiyet divanına yedek üye seçilmemişti. Haysiyet divanı boşaldığı için, kongrenin toplanarak yeniden seçim yapması gerekirdi. Fakat Kurucular amaçlarını gerçekleştirmek için sahte bir haysiyet divanı teşkil etmişlerdir. Kurucular bunu yaparken, büyük kongrenin zabıılarını tahrif etmişlerdir. Haysiyet divanı seçimine ilişkin sayfalar yerinden çıkarılmış, imha edilmiş ve yerlerine istedikleri kişilerin ismi doldurularak, başka kağıtlar eklenmiştir. Önceki zabıtlarda tasnif heyetinin imzaları olmasına rağmen, eklenen sayfalarda imzalar yoktur. Sonradan bir kişiye imza attırmışlar dır. KENAN Öner, zabıtların tahrif edildiğini belirterek, "Benim ve arkadaşlarımın imzaları nerde, onu göstersinler" demiştir. Kurulan sahte haysiyet divanı ile İnönü'nün 12 Temmuz Beyannamesi'nde "şirretler" adını verdiği ve
listesini Bayar'a tevdi ettiği "müIri! demokratlar" bir bir partiden ihraç
edilmişlerdir. Kudret, 14. 6. i949. Yukarda yazılanlar, Kudret gazetesinin
iddialarıdır. Ancak, DP genel merkezince de tekzip edilmemiştir. Bu konu ile ilgili
olarak, GİK üyesi ve tüm işlerin içinde olan birisi olan Ahmet Tahtakılıç da,
kongrenin seçim tasnif listelerinin değiştirilerek, sureta bir haysiyet divanı teşkil
edildiğini ileri sürmüştür. Tahtakılıç, sekreter odasından kongre zabıtlarını
istediğini, tetkik ettiği zaman da divana ait tasnif listelerinin bir kısmının hala
mürekkebinin rengi değişmemiş ve bozulmamış kağıtlarda olduğunu gördüğünü
anlatır. Daha sonra Bayar, Parti dosyalarının kendi malumatı olmadan Tahtakılıç
tarafından görülmesinden şikayet etmiştir. Bkz., Demokrat Parti Kurucuları Bu
Davanın Adamı Değildirler, 1949: 57-58.>

< Bu benzetme, DP GİK toplantısında Refik Koraltan tarafından yapmıştır (Yeni
Sabah, 27.03. 1948).>>

DP' den tasfiye edilen ya da istifa eden bağımsız milletvekillerinden 13
tanesi, 13 Mayıs 1948'de Meclis'te "Müstakil Demokratlar Grubu" adı ile
yeni bir grup kurmuşlar ve büyük kongre toplanıncaya kadar bağımsız bir grup
olarak kalmaya karar verdiklerini açıklamışlardır (Kudret, 18.5.1948). Ancak
ilerde görüleceği gibi, DP Büyük İkinci Kongresi, grubun tezlerini kabul
etmemiş ve ihraçları onaylamıştır. Müstakil Demokratlar da ilerde "müfriı
demokratlar"ın kuracakları MP' ye katılacaklardır (Tahtakılıç, 1989: i12).

Diğer taraftan, DP içindeki MMD'nin hareketinin Çerkez Ethem'in
ayaklanmasına benzetilmesi29 konusunda Bölükbaşı, "Mesnedsiz ve delilsiz
olarak ... Çerkes Ethem 'lerle kıyaslamak yoluna sapanların, ellerinde iktidar
olsa ... idam sehpaları kurarak, muarızlarını ipe çekecekleri muhakkaktır .

... Büyük Kongre 'yi toplamayarak millet önünde hesaplaşmaktan kaçınanların
milletin beklediği hürriyeti bu memlekete getirmek şöyle dursun, birer hürriyet
ve demokrasi diktatörü olacaklarına hükmetmek için/azla bir düşünceye lüzum
yoktur sanırım" diye konuşmuştur (Tasvir, 2.4.1948). 

Yine, DP' den ilk ihraç edilen Dr. Mustafa Kentli de, DP Kuruculannın ruhlarında otoriler ve totaliter bir mektebin izlerinin bulunduğunu, onlar için önemli olanın halk efkan değil, halkın "şuurlu parçası"nın fikri, yani kendi kanaatleri olduğunu iddia ederek, DP kurucularının memlckete fikir ve söz hürriyeti getirerneyeceğini, çünkü, demokrasi prensiplerinin ilkin parti içinde ve muhalefette iken tatbik edilmesi gerektiğini dile getirmiştir (Kentli, 1948). DP' deki buhranın cereyan ettiği günlerde, Tasvir'de Hamdullah Suphi Tanrıöver'in bir makalesi yayınlanır. 

DP Kurucularını muvazaa ve sahte demokratlıkla suçlayan ve DP' den ayrılarak
MP'yi kuracak olan MMD, devamlı bir surette bu makaleye göndermede
bulunacaklardır. Bu makalede Tanrıöver, makalenin yazıldığı tarihten sekiz ay
önce DP Kurucuları (Bayar, Köprülü ve Menderes) ile Bayar'ın evinde
yaptıkları bir sohbetten bahsetmiştir. DP'den ayrılanların muvazaaya delil
olarak kullandıkları bu yazıda Hamdullah Bey, Bayar, Köprülü ve Menderes'e
bir takım sorular sormuştur. Hamdullah Suphi' nin yazısında, DP Kurucularının
sorulan sorulara karşılık, ihtilale ve karışıklığa karşı olduklarını, İnönü ile bir
şekilde "gizlice" anlaştıklarını, 1950 seçimlerinin kanuni vaktinden evvel
yapılmasına taraftar olmadıklarını ve İnönü'den daha iyi bir devlet başkanı
olmadığına inandıklarını belirten yanıtlar verdiklerine ilişkin bir iddia vardır
(Tanrıöver, 1948). Bu makale de, muvazaanın bir belgesi olarak gösterilmiştir.

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***