20 Mart 2019 Çarşamba

TÜRKİYE’DEKİ SEÇİM SÜREÇLERİNDE PKK’NIN SİLAHLI EYLEM STRATEJİLERİ., BÖLÜM 2

TÜRKİYE’DEKİ SEÇİM SÜREÇLERİNDE PKK’NIN SİLAHLI EYLEM STRATEJİLERİ., BÖLÜM 2




GİRİŞ 

Etnik kimliğe dayalı siyaset yapan legal Kürt siyasal oluşumlarının iki temel 
problemi Türkiye partisi olamama ve PKK ile olan ilişkisidir.5 Etnik temelli siyasi 
hareketlerin bir büyüme sınırı olacağı kabul gören bir yaklaşımdır. Ancak burada 
etnik kimlik tarifinin nasıl yapılacağı ve bu kimliğin siyasi ve sosyal sınırlarının 
nasıl belirleneceği üzerine yürütülen tartışmalar meseleyi daha da muğlaklaştırılmaktadır. 
PKK ile paylaşılan siyasal hedef, taban ve kitle, milliyetçi Kürt siyasal 
hareketlerinin legalliği sorununu sıklıkla gündeme getirmektedir. Zira PKK mı 
milliyetçi Kürt siyasal hareketlerinin kontrolünde yoksa milliyetçi Kürt siyasal 
hareketleri mi PKK’nın kontrolünde olduğu önemli bir ikilemdir. Bu ikilem 
PKK’nın terör eylemleri bağlamında Türkiye’deki seçim süreçlerinin analizi yapıldığında terör örgütüyle hedef ve taban ortaklığına sahip olan milliyetçi Kürt siyasi partilerini de analiz birimlerine dahil etme zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Öyle ki bu hareketlerin terör örgütüyle olan ilişkisi hukuken yargı müktesebatında, ahlaken de kamu algısında sorun olarak varlığını sürdürmektedir. 

YEREL SEÇİMLER.,

Yerel yönetimler PKK açısından bakıldığında örgütün hayatta kalabilmesini 
sağlayan insan ve finans kaynağına aracılık etmesi bakımından hayati derecede 
önemli görülmektedir. Ayrıca örgütsel büyüme sürecini sağlayan sosyal alanlara 
erişebilmesi ve bu alanları kontrol edebilmesi için belediyelerin lojistik ve ikmal 
imkanlarını kullanması terör örgütü için operatif anlamda önemli görülmektedir.6 
PKK ile ideolojik ortaklıkları bulunan siyasi partilere ait belediyelerde ölen terörist yakınlarının istihdam edildiği, belediye bütçelerinden terör örgütü yanlılarına yardım sağlandığı, öldürülen teröristlerin ve onları ideolojik olarak destekleyenlerin isimlerinin sokaklara verildiği bilinmektedir. Bu hamlelerle PKK’nın kamusallaştırılmasının amaçlandığı malumdur. Böylelikle siyasi partinin kendine ait kitle tabanı ile PKK destekçiliğini özdeşleştirerek örgüt ideolojisini yerleşik hale getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Öte yandan aynı belediyelerin çeşitli gençlik faaliyetleri, sosyal organizasyonlar ve eğitim programları düzenlemek kaydıyla bir radikalleşme vazifesi de yürüterek örgüte eleman, 
PKK ideolojisine de sempatizan devşirdiği geçmiş yıllarda görülmüştür. Bütün bunlarla birlikte belediyelerin örgüt ideolojisinin yerel yönetimlerin siyasi kimliği üzerinden uluslararası ortamlara taşınmasında da rol oynadığı bilinmektedir. Yerel seçim süreçlerinde PKK’nın kendisine müzahir siyasi partilerin yerel yönetimlerdeki etkinliğini artırmak için silahlı eylemlerini daha dar uygulama alanlarında gerçekleştirmeye gayret ettiği 

29 MART 2009 YEREL SEÇIMLERI 

2009’a Kürt meselesine barışçıl bir çözüm bulma umutlarıyla girilirken 2008’in 
güvenlik meseleleri hafızalardaki tazeliğini de hala korumaktaydı. PKK’nın 27 
Temmuz Güngören ve 3 Ekim Şemdinli Aktütün Karakolu saldırıları örgütün 
Kürt sorununun merkezine terörü ve şiddeti yerleştirmek suretiyle kendisini sorunun birincil aktörü olarak göstermeye çalışacağının işaretiydi. Kürt meselesinin çözümü için görüşme zemininin arandığı 2008’in son günlerinde PKK’nın Cizre’de gerçekleştirdiği saldırı da bunu destekler nitelikteydi.7 

Demokratik Toplum Hareketi (DTH) olarak adlandırılan bir platform üzerine 
inşa edilen ve etnik temelli siyaset yapan Demokratik Toplum Partisi (DTP) 29 
Mart 2009 yerel seçimlerinde gücünü de test edebilecek bir fırsat yakaladı. Seçim sürecinde DTP’nin PKK etkisinden kurtulup 2004’ten bu yana biriktirdiği sosyal ve siyasi gücü Kürt meselesinin çözümüne tahvil etmesi beklendi. DTP’nin kendinden önce etnik temelli siyaset yapan benzer partilerin 2004’teki yerel seçim stratejilerinin aksine 2009 yerel seçimlerine hiçbir partiyle ittifak etmeden tek başına gitmesi de milliyetçi Kürt siyasal hareketi içinde samimi bir muhatap olabileceğine yönelik cılız da olsa bir beklenti oluşturdu. Bazı çevreler ise abartılı bir şekilde DTP’nin seçimleri barışçıl çözümün bir aracı haline getirebileceğine yönelik bir propaganda yürütmeyi tercih ettiler.8 

DTP’nin Kürt sorununun bir çözüm aktörü olmak istemediğinin işaretleri 
seçim sürecinin hemen başında görülmeye başlandı. 9 Şubat 2009’da DTP’nin 
Adıyaman ve bazı ilçe belediye başkan adayları tanıtımının Abdullah Öcalan posteri altında yapılması ve DTP Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili 
Emine Ayna’nın 11 Mart 2009’da Adıyaman mitinginde DTP’yi PKK ile ortaklaştıran konuşması terör örgütünün milliyetçi Kürt siyasal hareketi üzerindeki etkisini gösteren sayısız örnekten sadece ikisiydi.9 

PKK’nın geleneksel eylem döngüsüne bakıldığında Ocak ve Şubat’ta örgütün 
mevsimsel koşullara bağlı olarak eylemsizlik sürecine girdiği görülür. PKK her yıl 
bahar aylarıyla birlikte terör eylemlerini yeniden başlatır. Bu durum PKK’nın 
eylem stratejisinin kırsala dayalı olması, eylem taktiklerinin mevsim ve çevresel 
koşullara aşırı bağımlılığı ve kentsel alandaki örgütsel kapasite mobilizasyon undaki problemlerle açıklanabilir. Seçimlerden önceki üç aylık dönemde (29 Aralık 2008-29 Mart 2009) PKK saldırısı meydana gelmemiştir. Ancak seçimlerden sonra 30 Mart-28 Haziran 2009 arasındaki dönemde 7 saldırı gerçekleşmiştir. Seçim sonrası saldırılara ait istatistik ve analiz aşağıda olduğu gibidir. 



GRAFİK 1. SEÇİMLERDEN SONRAKİ DÖNEMDE TİPLERİNE GÖRE PKK SALDIRILARI 

GRAFİK 2. SEÇİMLERDEN SONRAKİ DÖNEMDE HEDEF TİPLERİNE GÖRE PKK SALDIRILARI

Seçim sonrasında meydana gelen saldırıların tamamı kırsal alanda gerçekleştirilirken bu saldırılar büyük ölçüde taktik ve operatif askeri birliklere yönelik olmuştur. 
Saldırıların güvenlik kuvvetlerini provoke etme maksadıyla düzenlendiği 
söylenebilir. Saldırıların yüzde 57’sinin el yapımı patlayıcı maddeyle (EYP) gerçekleştirildiği de göz önüne alındığında PKK’lı teröristlerin daha az riskli ve daha çok etki yaratacak saldırı türlerini tercih ettiği açıktır. PKK bu dönemde ayrıca korkutma ve sindirme maksadıyla sivillere yönelik saldırı da düzenlemiştir. Bu dönemde 19 askeri personel ve 5 sivil şehit olmuş, 6 askeri personel de yaralanmıştır. Saldırılar Tunceli, Diyarbakır, Şırnak ve Hakkari kırsalında meydana gelmiştir. 



GRAFİK 3. SEÇİMLERDEN SONRAKİ DÖNEMDE PKK SALDIRILARINDA 
ŞEHİT, YARALANMA VE KAÇIRILMA DURUMU 

HARİTA 1. SEÇİM SONRASI DÖNEME AİT PKK SALDIRILARI 

PKK’nın seçim sonrası saldırılarını sınır hattından daha içeride bulunan Şırnak 
kırsalı, Diyarbakır’ın Dicle ve Lice kırsalı ile Tunceli merkez kırsal alanlarında gerçekleştirdiği görülmektedir. Saldırıların düzenlendiği bu merkezlerde DTP’nin yaklaşık yüzde 60 oyla birinci seçilmesi PKK’nın DTP’li belediye alanlarında daha organize bir potansiyele sahip olduğunun da bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 
Bu merkezlerde seçimlerden Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) ikinci parti çıkmasının ise PKK saldırıları için önemli bir motivasyon aracı olduğu düşünülebilir. 
DTP’nin 2009’daki yerel seçimlerde elde ettiği başarı hem PKK’yı hem de 
DTP’li yöneticileri heyecanlandırdı. 2009 seçimlerinde DTP belediye başkanlığı 
seçimlerinde yüzde 5,16 oy alarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden 
biri büyükşehir olmak üzere toplam 10 il ile 86 ilçe ve belde belediye başkanlığı 
kazandı. Diyarbakır, Batman, Hakkari, Iğdır, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van gibi 
seçim kazandığı illerin yanı sıra Mersin, Hatay, Adana, Antalya, Aydın, İzmir ve 
İstanbul gibi batı illerinde de bir oy potansiyeline sahip olduğunu gösterdi.10 
PKK seçimlerden iki hafta sonra ve 14 Nisan 2009’daki ilk KCK operasyonundan 
bir gün önce tek taraflı eylemsizlik ilan ederek bu kararının “meşru savunma” 
koşullarında değişeceğini belirtmiştir. Böylelikle PKK hem açılım sürecinin 
merkezi aktörü haline gelme niyetini açık etmiş hem de bundan sonra gerçekleştireceği eylemlere de bir kılıf bulmuştur. PKK’nın bu kararı hem yerel halk nezdinde kendini olumlama hem de süreç içinde düzenleyeceği terör eylemlerini rasyonelleştirme çabası olarak da değerlendirilebilir. Eylemsizlik kararının KCK operasyonlarından bir gün önce alınması da PKK’nın KCK operasyonları sürecinden haberdar olduğu ve bu operasyonları sorunlaştırmak için meşru savunma argümanına başvurduğu şeklinde yorumlanabilir. Hatırlanacağı gibi PKK aynı taktiği 12 Haziran 2007’de de kullanmıştır.11 PKK’nın 29 Mart 2009 seçim sürecinde eylem/eylemsizlik ekseninde esnemek suretiyle bir rol oynadığı, aynı rolü Çözüm Süreci’nde de tatbik ettiği görülmüştür. 

PKK’nın seçimlerle birlikte yaygın eylem alanı içinde yer alan kendine müzahir 
yönetimler aracılığıyla elde ettiği desteği pekiştirmek ve yeni müzahir yerel 
yönetimler oluşturmak suretiyle bu destek alanını genişletmeye çalıştığı da görülmektedir. 
DTP’nin Genel Başkan Yardımcısı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna 
partisinin Iğdır’da düzenlediği mitinginde Kürt sorununun çözümü sırasında 
PKK ve Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması gerektiğini söyleyip DTP’nin üstlenmesi beklenen siyasi inisiyatifi reddederek Kürt siyasal alanını terör örgütüne terk etme niyetinde olduğunu açıkça belirtmiştir.12 
2009 seçimlerinden önceki dönemde DTP’nin PKK ile olan ilişkisini kamusallaştırmaya çalıştığı, PKK’nın da bu dönemi ilan edilmemiş eylemsizlik ve söylemsizlikle geçirerek şiddetten uzak duran bir profil çizmeye çabaladığı söylenebilir. 
Seçimden sonraki dönemde ise PKK’nın koşullu eylemsizlik kararı kontrollü 
kaos yaklaşımıyla değerlendirilebilir. 

30 MART 2014 YEREL SEÇIMLERI 

30 Mart 2014 yerel seçimleri Kürt meselesinin çözümüne yönelik başlatılan Çözüm Süreci inisiyatifi, 2013 ortasından meydana gelen Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve 2013 sonunda FETÖ tarafından gerçekleştirilen 17-25 Aralık operasyonlarının ortaya koyduğu toplum ve siyaset açısından gergin bir atmosferde gerçekleşti. 
Devam eden Çözüm Süreci’nin AK Parti ile birlikte en önemli paydaşı konumunda bulunan BDP ise seçim sürecinde farklı bir strateji geliştirerek batı illerinde yeni kurulan HDP ile seçimlere hazırlanırken doğu ve güneydoğu illerinde BDP olarak faaliyetlerini sürdürdü.13 

Seçimlere üç ay kala yolsuzluk iddiaları ile başlatılan hükümeti yıpratma girişimleri yerel seçim sürecinin ana gündem maddelerinden biri oldu. Bununla 
birlikte 2013 başında atılan adımlarla ivme kazanan Çözüm Süreci’nin getirdiği 
normalleşme havası da seçim sürecini belirleyen bir diğer ana gündem konusuydu. Bu iki meseleyi temel alarak siyasi partilerce hazırlanan seçim kampanyaları ise birbirinden tamamıyla farklıydı. AK Parti, FETÖ tarafından ortaya atılan yolsuzluk iddialarını seçmenlere izah etmeye çalışırken aynı zamanda yerel yönetimler için hizmet odaklı siyaset söylemlerini de etkin bir şekilde sürdürdü. Buna karşın yeni bir siyaset vizyonu arayışında olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise Çözüm Süreci’ne dair bir söylem geliştiremezken AK Parti karşıtı tavrını 17-25 Aralık operasyonları ve yolsuzluk iddiaları üzerinden yerel seçim kampanyalarına yansıttı. Muhalefette yer alan bir diğer parti olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise hükümetin Çözüm Süreci politikalarını merkeze alarak kimlik siyaseti üzerinden bir yerel seçim kampanyası yürüttü. 

Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve 17-25 Aralık operasyonlarından miras kalan 
bu kaotik ortamda gidilen seçimlerde BDP çizgisindeki Kürt siyasal hareketinin 
tutumu göreceli bir sükunet stratejisi uygulamak olsa da arka planda PKK’nın negatif söylemleri ve HDP’nin “demokratik özerklik” açıklamaları ortak bir zeminde buluştu.14 Milliyetçi Kürt siyasal hareketi HDP batı illerinden “Türkiyelileşme” söylemi ile Kürtler dışında da oy alabilmeyi hedefledi ve bu doğrultuda Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’nin aktörleri arasında yer alan sol-sosyalist gruplarla çeşitli ittifaklar denedi. 

BDP ise doğu ve güneydoğuda yerel boyutta faaliyet göstererek PKK ile 
örtüşen kitle tabanını genişletmeye gayret etti. Bu süreçte BDP-HDP, PKK ve Öcalan üçgeninde zaman zaman söylem farklılıkları olsa da Çözüm Süreci’nin sürdürülmesi yönünde mutabık kalındı. Özellikle 17-25 Aralık operasyonlarından sonra örgüt elebaşı Öcalan’ın sürece ilişkin açıklamaları BDP-HDP kanadının radikalleşmesinin ve terör örgütü PKK’nın eylemlerini artırmasının önüne geçti.15 AK Parti ile birlikte Çözüm Süreci’nin en önemli aktörü konumunda bulunan BDP-HDP ise seçimin bir diğer kazananı olarak görüldü.16 HDP ile batı illerinde seçimlere katılan Kürt siyasal hareketi buralarda ciddi bir kazanım elde edemese de doğu ve güneydoğu illerinde oldukça başarılı bir sonuca ulaştı. Ancak seçim sonuçları hareketin Türkiyelileşme politikasının başarı gösteremediği ve hala bir bölge partisi olduğu gerçeğini yeniden ortaya koydu.17 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden önceki ve sonraki üç aylık dönemleri kapsayan 30 Aralık 2013-29 Haziran 2014 arasındaki altı aylık süreçteki PKK saldırı eğrisi Grafik 4’te gösterilmiştir. Buna göre PKK seçim öncesinden daha fazla seçim sonrasındaki dönemde saldırı gerçekleştirmiştir. Bu da PKK’nın yerel seçim sonrasındaki tepkisel motivasyonunun seçim öncesindeki etki motivasyonundan daha kuvvetli olduğuna işaret etmektedir. Bunun üç temel nedeni ise PKK’nın seçim sonuçlarında arzu ettiği sonucu alamaması, seçimlerden sonra arzu ettiği sonucu aldığında ise güç gösterisinde bulunma çabası ve kendine müzahir yeni seçilmiş yerel yönetimlerin PKK’nın şiddet stratejisindeki rolü için net bir tavır almaya zorlanarak şiddetin kamusallaştırılması arayışıdır. 



GRAFİK 4. SEÇİM SÜRECİNDEKİ PKK SALDIRI EĞRİSİ 

Seçimlerden önce 30 Aralık 2013-30 Mart 2014 arasındaki üç aylık dönemde 
tek bir PKK saldırısı olmuştur. Uzaktan kumandalı EYP ile gerçekleştirilen saldırıda bir güvenlik görevlisi şehit olurken olay yeri incelemesi yapan ekibe yönelik PKK’lı unsurlarca tek atımlık havan saldırısı düzenlenmiş fakat zayiat meydana gelmemiştir.18 PKK bu saldırıyla bir taraftan güvenlik kuvvetlerinin PKK unsurlarının bulunduğu alanlara girmesini ve burada harekat düzenlemesini istemediğinin ancak eylemsizlik stratejisine de sadık kaldığının mesajını vermeye çalışırken öte yandan da güvenlik kuvvetlerini PKK’nın bir hakimiyet alanı olduğunu kabul etmeye zorladığı görülmüştür.

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

5. Hatem Ete, “22 Temmuz’dan 29 Mart’a Siyasi Partiler: Örgüt ile Parti Olma Geriliminde DTP”, SETA Analiz, 
Sayı: 7, (Mart 2009).
6. “DBP’li Belediye PKK’lı Teröristler Için Köprü Yaptırmış”, Anadolu Ajansı, 11 Haziran 2017.
söylenebilir. PKK’nın yerel seçim süreçlerindeki eylem ve söylem paradigmalarına 
bakmak için yakın tarihin 29 Mart 2009 ve 30 Mart 2014 yerel seçimleri bu 
bölümde analiz edilmiştir. 
7. “Teröristler Askeri Aracı Taradı: 3 Şehit, 14 Yaralı”, İHA, 24 Aralık 2008. 
8. “Aydınlardan DTP’ye Hem Eleştiri Hem Destek”, Milliyet, 13 Ocak 2009. 
9. “DTP’den Bir Skandal Daha”, İHA, 9 Şubat 2009; “DTP’li Ayna: Bizi Terörist Görmeniz Onurdur”, Hürriyet, 11 Mart 2009.
10. “29 Mart 2009 Mahalli İdareler Genel Seçimleri”, Yüksek Seçim Kurulu, http://www.ysk.gov.tr/ 
tr/29-mart-2009-mahalli-idareler-genel-secimleri/2820, (Erişim tarihi: 18 Haziran 2018). 
11. “PKK’nın Ateşkes Oyunu”, Hürriyet, 12 Haziran 2007. 
12. “DTP’li Ayna: PKK ve Öcalan’ı Dışarıda Bırakma Oyununa Gelmeyiz”, Milliyet, 11 Ağustos 2009.
13. “Batıda HDP, Doğuda BDP”, Star, 9 Eylül 2013. 
14. “PKK’dan Yerel Seçim Mesajı”, Akşam, 25 Kasım 2013; “Demirtaş: Seçimden Sonra Özerklik İlan Edeceğiz”, Hürriyet, 12 Şubat 2014.
15. “Öcalan’dan 17 Aralık Yorumu: Sürece Yönelik Darbe”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2014. 
16. “BDP: 30 Mart’ın İkinci Galibi”, Aljazeera Turk, 31 Mart 2014. 
17. 2014’te Türkiye, ed. Nebi Miş, Yılmaz Ensaroğlu, Ufuk Ulutaş, Sadık Ünay, Zafer Çelik ve İsmail Çağlar, 
(SETA, İstanbul: 2014).
18. “Şırnak’ta Şehit Olan Askerle İlgili TSK’dan Yeni Bir Açıklama Yapıldı”, Milliyet, 7 Mart 2014.

3. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

TÜRKİYE’DEKİ SEÇİM SÜREÇLERİNDE PKK’NIN SİLAHLI EYLEM STRATEJİLERİ., BÖLÜM 1

TÜRKİYE’DEKİ SEÇİM SÜREÇLERİNDE PKK’NIN SİLAHLI EYLEM STRATEJİLERİ., BÖLÜM 1



NECDET ÖZÇELIK, 
NEBİ MİŞ, 

RAPOR
İÇİNDEKİLER 
TAKDİM | 7 
GİRİŞ | 9 

YEREL SEÇİMLER | 13 
29 MART 2009 YEREL SEÇİMLERİ | 14 
30 MART 2014 YEREL SEÇIMLERİ | 18 
GENEL SEÇİMLER | 25 
12 HAZIRAN 2011 GENEL SEÇİMLERİ | 25 
7 HAZIRAN 2015 GENEL SEÇİMLERİ | 32 
1 KASIM 2015 GENEL SEÇIMLERİ | 36 
REFERANDUMLAR | 43 
12 EYLÜL 2010 REFERANDUMU | 43 
16 NİSAN 2017 REFERANDUMU | 48 
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ | 57 
10 AĞUSTOS 2014 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ | 57 
SONUÇ | 63


TAKDİM.,

Terör örgütü PKK örgütsel büyümesini tamamladığı 1990’ların başından beri 
Türkiye’de düzenlenen yerel ve genel seçimlerde terör saldırılarına başvurmak suretiyle doğrudan ve dolaylı etki yaratmaya çalışan bir örgüt profili çizmektedir. 
PKK’nın seçim süreçlerinde gerçekleştirdiği saldırıların zamanlaması, yöntemleri, 
hedefleri ve beklentilerinin seçim süreçleri üzerinde yarattığı etkiye dair kapsamlı bir analiz bugüne kadar yapılmamıştır. Bu çalışma PKK’nın seçim süreçlerine etki edebilmek için 2009’dan bu yana nasıl bir strateji uyguladığı ve bundan sonra bu stratejiyi nasıl yürütebileceğine dair öngörülerde bulunmayı amaçlamaktadır. 
PKK terör örgütü 1990’lardan bu yana Türkiye’deki demokratik seçim süreçlerine eylem ve söylem ekseninde dahil olarak korku, baskı ve yönlendirme yöntemleriyle seçmen tercihleri üzerinde etki oluşturmaya çalışmıştır. Seçim öncesi dönemde daha az eyleme, daha çok söyleme dayalı bir stratejiyle algı yönlendirmeye çalışan PKK’nın seçim sonrası dönemde de daha çok eylemle kaos yaratmaya gayret ettiği görülmektedir. 

Terör örgütü bir yandan şiddet içeren eylemlerini militanlarıyla gerçekleştirirken 
diğer taraftan da seçim süreçlerinde kendine müzahir siyasi partilerin 
temsilcileri vasıtasıyla söylemlerini kamusal alanda dillendirmektedir. PKK hendek-barikat eylemleri sürecinde olduğu gibi aynı siyasi parti mensuplarının şiddeti normalleştirme siyasetinden de istifade etmiştir. PKK gibi terör örgütleri demokratik siyaset süreçlerinin doğrudan aktörü değildir. Fakat kamu algısı ve demokratik süreçlerin esas aktörleri üzerinde etki yaratmaya çalışırlar. PKK demokratik seçim süreçleri içinde doğrudan yer almadan seçim sonuçları üzerinde etkili olmak için şiddete dayalı ve yasal olmayan yöntemler kullanmaktadır. 

PKK’nın yerel seçim, genel seçim, referandum ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini 
ideolojik parametreleri, örgütsel hedefleri ve içinde bulunulan koşullara 
göre öncelediği tespit edilen bu raporda 24 Haziran cumhurbaşkanı ve genel seçim sürecinde ve sonrasında PKK’nın muhtemel eylem ve söylem stratejilerine dikkat çekilmektedir. Bu rapor PKK’nın dört farklı seçim sürecine dair eylem ve söylemlerini kategorik bir incelemeye tabi tutarak bütüncül bir analiz ortaya koymayı amaçlamaktadır. 

PKK her seçim öncesi eylemsizlik niyeti gösterip seçim sonrasında da şartlı 
eylemsizlik kararı ilan ederek daha sonra çeşitli gerekçelerle şiddeti tekrar başlatmaktadır. 
Bu ise milliyetçi Kürt siyasi hareketleri üzerindeki PKK baskısını artırmakla 
birlikte kamuoyunun bu hareketlere karşı güvensizlik duymasına neden 
olmaktadır. Milliyetçi Kürt siyasi hareketlerinin Kürt meselesinin çözümüne demokratik yollardan katkı yapması beklenir. Ancak bu siyasi hareketler terörle arasına mesafe koymamasından dolayı kendilerinden beklenen sorumluluğu yerine getirememektedir. Böyle olunca da bu siyasi hareketlerin Türkiye siyaseti içinde etkisizleşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Türkiye genelindeki Kürt seçmen çevresinde mevcut milliyetçi Kürt siyasi hareketlerinin kendilerini mi yoksa PKK’yı mı temsil ettiğine dair önemli tartışmalar yapılmaktadır. 
Bu raporda Türkiye’de 2009’dan bu yana gerçekleşen yedi seçim süreci incelenmiş ve PKK’nın her bir seçim sürecinde takip ettiği eylem-söylem stratejileri belirlenmiştir. Belirlenen PKK stratejileri arasındaki benzerlikler ve ayrışmaların analizleri yapılarak 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanı ve milletvekili seçim sürecindeki PKK’nın muhtemel “etki ve tepki bağlamı”ndaki eylem esnekliğine dair öngörüler geliştirilmiştir. 

Prof. Dr. Burhanettin Duran 
SETA Genel Koordinatörü

GİRİŞ 

İdeolojik bir kimlik ve örgütlü bir program dahilinde şiddete dayalı faaliyet gösteren terör örgütleri siyasi süreçler üzerinde etki yaratmaya çalışan dolaylı aktörlerdir. 
Terör örgütlerinin demokratik siyaset süreçlerinden etkinliğini en belirgin 
olarak gösterebileceği dönem ise seçim süreçleridir. Seçim süreçleri ile terör 
eylemleri arasındaki ilişkinin ele alındığı çalışmalarda terör örgütlerinin seçim 
dönemlerindeki eylemlerinin birtakım koşullara bağlı olarak önceki aylara göre 
sayısal değişiklikler gösterdiğine dair önermeler sunulmaktadır.1 Örneğin bu konuda yapılmış bir çalışmada 1970-2008 arasında 93 ülkedeki veriler çalışılmak suretiyle seçim tarihinden 1-6 ay öncesi dönemi kapsayacak şekilde analizler ortaya konulmuştur.2 Söz konusu çalışmanın eksikliği ise seçim sonrası döneme ait terör eylemlerinin analizine yer verilmemesidir. Seçim sonrası terör saldırılarının araştırma kapsamı dışında tutulması terör örgütlerinin seçim sonuçlarına verdiği tepkinin analiz edilememesine neden olmakta ve çalışmanın bir eksikliği olarak görülmektedir. Yapılan başka bir araştırmada ise yaklaşan seçimler üzerindeki terör saldırıları analiz edilirken seçim süreçlerinin öncesi ve sonrası üzerinden terör saldırılarının rakamsal bir karşılaştırması tam olarak yapılmamıştır.3 Terör eylemleri ve seçim süreçleri arasındaki ilişkiyi konu eden bu iki önemli çalışma terör örgütlerinin seçimler ve seçmenin oy verme davranışları üzerinde etki yaratma stratejisini seçim öncesi dönemde geliştirdiği ve bu stratejiyi saldırıları artırmak ya da azaltmak suretiyle hayata geçirdiğini ortaya koymaktadır. Her iki çalışma da seçimler öncesindeki terör saldırılarının etkilerini ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir ancak terör örgütlerinin seçim sonuçlarını etkilemek için nasıl bir strateji izlediğini anlamak için ayrıca seçim sonrasındaki saldırıların da analiz edilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. 

Bu raporda PKK’nın Türkiye’de yaklaşan seçimler üzerinde yaratmaya çalıştığı 
etki ve seçimlerden sonra sonuçlara gösterdiği tepkiyi anlamak için örgütün 
eylem sayısı, eylem yöntemi, eylem hedefi ve eylem yerleri analiz edilmiştir. Bu 
bağlamda seçim süreci seçim tarihinden önceki üç ay ile seçim sonrasındaki üç 
aylık dönemi kapsayacak şekilde belirlenmiştir. Raporun kapsamı Çözüm Süreci’ne dair inisiyatiflerin alındığı yıllardaki ilk seçim olan 2009 yerel seçimleri ile 24 Haziran 2018 erken genel seçiminden önceki son seçim olan 2017 referandumuyla sınırlıdır. 2009-2017 arasında Türkiye’de gerçekleştirilen sekiz seçim yerel seçimler, genel seçimler, referandumlar ve cumhurbaşkanlığı seçimi olmak üzere dört grupta ele alınarak PKK’nın bu seçim süreçlerindeki silahlı eylem etkisi ve seçim sonrasındaki silahlı tepki eğilimleri izlenmiştir. Her bir seçime ait siyasi atmosfer seçimlerin maksadı, zamanlaması ve siyasi partilerin yaklaşımlarıyla kısaca gösterildikten sonra PKK’nın seçim süreçlerinde kullandığı söylemler gruplandırılmış ve örgüt söyleminin seçim sürecindeki yeri belirlenmeye çalışılmıştır. 

Seçim tarihinden önceki ve sonrasındaki üç aylık PKK eylem verileri SETA ve 
STM Think Tech tarafından geliştirilen Terörizm Analiz Platformu’ndan (TAP) 
edinilmiş, veriler bu platform üzerinden değerlendirilerek görsel raporlar halinde 
bu çalışmaya dahil edilmiştir.4 PKK’nın seçim süreçlerindeki eylem stratejileri 
dört seçim kategorisi arasında ve her bir seçim kategorisinin içinde ayrı ayrı karşılaştırılmak suretiyle örgütün silahlı eylem esnekliği ve bu eylem esnekliğinin nedenleri araştırılmıştır. 

24 Haziran 2018 cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri 16 Nisan 2017’de 
referandumla onaylanan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine dair ilk seçim olması bakımından Türkiye’deki siyasi süreç için ayrıca önemlidir. Zira hükümetin Türkiye’de ilk defa doğrudan halk tarafından seçilmesi ve Parlamentonun da hükümeti eskiye nazaran daha etkin bir şekilde denetleyeceği bir tabloda PKK’nında terör stratejisiyle müdahil olmaya çalışacağı değerlendirilmektedir. PKK’nın bu seçim sürecinde eylem ve söylem boyutunda eski seçim süreçlerindeki stratejik dinamiklerinden ayrışacağı beklenebilir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1. Valentina A. Bali ve Johann Park, “The Effects of the Electoral Calendar on Terrorist Attacks”, Electoral Studies, 
Cilt: 35, (Eylül 2014). 
2. Bali ve Park, “The Effects of the Electoral Calendar on Terrorist Attacks”. 
3. Deniz Aksoy, “Elections and the Timing of Terrorist Attacks”, The Journal of Politics, Cilt: 76, Sayı: 3, (Ekim 2014).
4. Terörizm Analiz Platformu (TAP) 2017’de SETA ve STM Think Tech tarafından müşterek olarak geliştirilen terör olaylarına ait verilerin analiz edildiği bir yazılım programıdır. Açık kaynaklardan elde edilen terör verileri yorumlanabilir bir formata dönüştürülerek TAP ortamına aktarılmakta ve bu ortamda yapılan analizler görsellere dönüştürülmektedir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

17 Mart 2019 Pazar

Ermenistan’da Neler oluyor?

Ermenistan’da Neler oluyor? 




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
24 Nisan 2018 

Bugün, Ermenistan’ın sözde soykırımı anma günü ilan ettiği gün. 24 Nisan 1915, Osmanlı Tehcir Kanunu’nun ilan edildiği gün ve Ermeniler bugünü sözde soykırımın başlangıcı olarak kabul ediyor. Aradan yüzyıldan fazla bir zaman geçti ve Ermeniler, aşırı milliyetçi liderlerinin Türk düşmanlığına dayalı politikaları içinde mahkûm yaşamaya devam ediyorlar. 

Bugünlerde Ermenistan, tekrar karıştı ve ülkenin başında olan Serj Sarkisyan, dün (23 Nisan) bir kadife devrim sonrası istifa etmek zorunda kaldı. 2008'den bu yana iki dönem cumhurbaşkanlığı yapan Serj Sarkisyan 17 Nisan'da parlamentoda yapılan oylamada başbakan seçilmişti. Sarkisyan'ın görevinden istifa etmesi sonrası Başbakan Yardımcısı Karen Karapetyan, başbakan vekilliği görevini üstlendi. Ermenistan'da 2015'te Sarkisyan'ın desteğiyle kabul edilen anayasa referandumuna göre yürütme yetkisi devlet başkanından başbakana devredilmişti. Son yapılan seçimlerden önce devlet başkanı Serj Sarkisyan’ın görev süresinin bitmesi ülkenin yeni bir döneme girmesi bekleniyordu. Daha çok sembolik bir makam olan Ermenistan başkanlığına önceki İngiltere elçisi Armen Sarkisyan gelecekti. 

 Ermenistan’da devlet başkanı 5 yıllığına ve en fazla iki dönem seçilebilmektedir. Ulusal Meclis’te 131 üye bulunmakta ve dört yılda bir seçilmektedirler. Ermenistan demokrasisi iktidardaki Cumhuriyetçi parti ile zayıf bir muhalefetin yer aldığı “bir buçuk parti devleti” diye adlandırılıyordu1. 13 Nisan'da Sarkisyan'ın başbakanlığa aday gösterilmesiyle, Liberal siyasi güçlerin oluşturduğu Elk (Çıkış) koalisyonu üyesi muhalifler, Milletvekili Nikol Paşinyan'ın 
öncülüğünde protesto gösterilerine başladı. Paşinyan, başsavcılık ve yargıtay binalarının ablukaya alınması çağrısı yaptı ve 'Kadife Devrim' ilan etti. Başkanlığı bırakan Sarkisyan, başbakan olacağı için tek adam olmaya devam edecekti. Başta Rusya olmak üzere eski Sovyet coğrafyasındaki liderler koltuğu bırakmamak için bu tür oyunları seviyorlar. Nitekim Vladimir Putin’den sonra Güney Kafkasya’nın diğer iki ülkesindeki İlham Aliyev ve Mikheil Şaakaşvili 
de bu oyunu oynadı. Tabii iktidarda kalan sadece liderler değil arkasındaki derin devlet denilen çete de suyun başında kalmaya devam ediyordu. Ama bu sefer tutmadı, Ermeni halkı bir türlü gitmek istemeyen Sarkisyan’ı kovdu. Şimdi bize düşen bu işin arkasında kimler var ve neler oluyor, bunu sorgulamak. 


 Bugünkü Ermenistan.. 

 Ermenistan, 21 Eylül 1991 tarihinde yapılan referandumla ile bağımsız oldu. 1991’de ilk başkan seçilen Levon Ter-Petrosyan döneminde Ermenistan dış politikası iki prensibe sahipti. İlki Ermenistan’ın güvenliği, komşularla ilişkilerde normalleşme ve Karabağ sorununun barışçı çözümü idi. Bunun için Türkiye ile ilişkileri geliştirmeye önem vermişti. İkinci prensip ise herhangi bir askeri ve siyasi ittifaka girmeksizin ülkenin dış dünya ile entegrasyonunu sağlamak, izolasyonu önlemekti. Ter Petrosyan’ın 1997’de Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne tanımaya yanaşması ve Karabağ konusundaki politika değişikliği, ülke içinde karşılaştığı direnç neticesi istifa etmesine yol açtı. Yeni başkan Koçaryan, Karabağ konusunda sert bir tutum takınırken diğer konularda ülke politikasını değiştirmedi. Erivan’ı dünyaya bağlayan Ermeni diasporasının ince telidir. Bugün Ermenistan’da Cumhuriyetçilerin yönetiminde etkin olan bürokrasi “Karabağ kabilesi” denen ve orada gerilla savaşına katılmış kişilerdir. Bunların başında ise daha önce Karabağ’a başkanlık eden, daha sonra Ermenistan 
başkanı olan Robert Koçaryan gelmektedir. Şimdiki Ermenistan Başkanı Serj Sarkisyan ise onun savunma bakanı idi. 


Savaş nedeni ile ekonomisi çöken, Azerbaycan ve Türkiye tarafından abluka altındaki Ermenistan, büyük bir göçe maruz kaldı. Ermenistan, eski Sovyet devletlerinden en fakirlerinden biri olmaya devam ediyor. 2015 yılı rakamlarına göre, kişi başına milli gelir Rusya ve Türkiye’de 9.000$, Estonya’da 17.000$ iken, Ermenistan’da 3.500$’dır2. İki düzine oligarkın kontrol ettiği özelleştirmeler ile Ermeni ekonomisi bu coğrafyada en tekelci 
konumdadır3. Ülkenin mütevazı zenginliği tarım ürünleri, konyak fabrikaları ve madenlerden gelen paradan oluşuyor ama köylülerin kazancı ile oluşan bütçenin üçte biri Rus silahlarına gidiyor. Belediyeler açlığı önlemek için çuval çuval patates dağıtıyor, elektrik sıkıntısı devam ediyor. Ülkenin mütevazı zenginliği tarım ürünleri, konyak fabrikaları ve madenlerden gelen paradan oluşuyor ama köylülerin kazancı ile oluşan bütçenin üçte biri Rus silahlarına gidiyor. 
Belediyeler açlığı önlemek için çuval çuval patates dağıtıyor, elektrik sıkıntısı devam ediyor. 

 Ermenistan’da Kadife Devrim.. 

 Ermenistan, 30 yıldır savaşta ve jeopolitik olarak zor durumda. Rusya’nın kurduğu Avrasya Ekonomik Birliği içinde yer alan 3 milyon nüfuslu Ermenistan’da halkın üçte ikisi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ayaklanma olmasaydı, 63 yaşındaki Sarkisyan, ömür boyu Ermenistan’ın başında kalacaktı. Sarkisyan, denge politikaları ile uzun vadeli oynamayı seven, utangaç bir politikacı idi. Ana ortağı Rusya olmakla beraber, geçen yıl AB ile bir ortaklık 
anlaşması imzaladı. Bunun karşılığında umudu ülkeye daha çok yatırım gelmesi idi ama Avrupalılar, bilindik oyunları ile sivil toplum örgütlerini destekleme tezgahını kabul ettirdiler. Genel olarak Ermeni hükümetleri ABD yönetimlerinden iki şey beklemişlerdir; sözde Ermeni soykırımının tanınması ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın açılmasına yardım edilmesi. Sarkisyan’ın diğer bir umudu bulacağı kredilerle ülkenin yeni Kuzey-Güney Yolu’nu yapmaktı. Nisan 2016’da Azerbaycan karşısındaki kayıpların nedeni olarak Ermeni halkı, 
hükümetin yolsuzluklarını göstermişti. Yolsuzluklar devam etti. Ülkeden göç edenler hala yüksek oranlarda. Temel sorun olan Karabağ hala çözümsüz. Türkiye ve Azerbaycan sınırları kapalı kalmaya devam ediyor. Sarkisyan’ın bugüne kadar iktidarda kalmasını savunanların en önemli gerekçesi Karabağ konusunda taviz vermeyeceği inancı idi. 

 2008 yılında Sarkisyan, devlet başkanı seçildiğinde de seçimin hileli olduğu gerekçesi protestolar olmuş, olaylarda sekiz kişi ölmüştü. Bu devrim, bizzat Paşinyan’ın liderliğinde ABD destekli olarak 2015 (Elektrik Erivan) ve 2016’da test edilmişti. NED’in Ulusal Vatandaşlar İnisiyatifi, Avrupa Demokrasi Ortaklığı ve AGİT uzun zamandır Erivan’da faaliyette idi. Yapılan iş, sivil toplum örgüt yapılanması üzerinden öncü bir vekil güç oluşturmaktı. NED’in diğer bir ortağı Sanasarian Vakfı oldu ve 2015 ayaklanmalarını organize etti4. Protestolar aralarında askerler, din adamlarının da bulunduğu 100 bin kişiyi bir araya  getirdi. Gösterilerde Ukrayna ve Gürcistan’dakinin aksine Batı yanlısı sloganlar kullanılmadı 5. Ermeniler, Çekya tipi bir yumuşak (kadife) devrim denediler. Kullanılan yeni teknik araba kornalarının sesi ile protesto idi. Sarkisyan’ın bu kadar çabuk teslim olmasının nedeni olarak Avrupalı müttefiklerinin ihaneti ve kısa süreli olarak tutukladığı Paşinyan’ın bırakması için 
baskı yapmaları gösteriliyor. Protestolara kışladan katılan askerlerin komutanlarının ise Kaliforniya diyasporasının adamları. Kaliforniya merkezli Ermeni diyasporası, Ermenistan devleti içinde çöreklenmiş bir paralel yapılanmaya sahip ve amacı Rus yanlılarının yerine Amerikan yanlılarını koymak.6. 

Sonuç 

 Ermenistan’da Serj Sarkisyan’ın gidişi bir Batı yanlısı devrim değil ana tek parti 
yönetiminin sonu. Ayaklanma, Sovyet döneminin mirası olan tek parti ve gitmeyen liderlere karşı bir süreç. Şimdi Ermenistan’da muhalefetin Meclis’i dağıtması ve yeni seçimlere gitmesi bekleniyor. Yaşanan renkli devrim, Ermenistan’a yakın zamanda Batı demokrasisinin geleceğini göstermiyor. Nikol Paşinyan, aşırı milliyetçi ve her ne kadar seçimlerde hile vardı dese de oyların ancak %7-8’ini alabilmişti. Eğer seçimlerden sonra muhalif kanattaki Paşinyan iktidara gelirse daha milliyetçi ve Rusya ile pek yakın olmayan bir Ermenistan göreceğiz ve bu Azerbaycan ile Karabağ’da devam eden savaşı körükleyebilir. Ermenistan’ın ümitsiz halkını yeni ve melez senaryolar bekliyor. Ermenistan devrimi, halkın istekleri meşru olduğu zaman siyasi gücün halka rağmen iktidarda kalamayacağını gösterdi. Sarkisyan, sağ duyulu davranıp,  çatışmalar büyümeden istifa yolunu seçti. 

 Ermenistan Rusya’nın başını çektiği Avrasya Ekonomik Birliği ve Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü üyesi olmasına rağmen, son 3 yıldır gittikçe Batıya kayıyor, NATO ve AB ile ilişkilerini geliştiriyordu. Ermenistan devlet yönetimini, başkanlık sisteminden başbakanlık sistemine çevirmişti. Sarkisyan, ‘Moskova’nın adamı’ olarak biliniyordu. Serj Sarkisyan, Putin’e yakındı ve onun askeri desteğine güveniyordu. Sarkisyan için Putin, Azerbaycan’ın Karabağ’ı işgal etmemesinin garantisi idi. Nitekim başbakan olunca onu ilk tebrik eden de Putin 
olmuştu. Kremlin, şimdilik Ermenistan’daki yeni durumu ülkenin iç meselesi olarak görüyor ve müdahil olmayı düşünmüyor7. Ancak Rusya, Türkiye ve İran arasındaki bölgede dengelerin nasıl değişebileceğini hesaplamaya çalışıyor. Bölge ile ilgili pasifizm, Türkiye’nin çıkarlarına daha çok hizmet edecek uzun vadeli bir strateji ile yer değiştirmelidir. Bununla birlikte bu strateji devrimsel değil evrimsel bir çizgi izlemelidir. 

Enerji alanında da yeni bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır. 

DİPNOTLAR;

1 Thomas de Waal, Will Armenia’s Transition Bring Change? Carnegie Europe, (April 05, 2018). 
2 World Bank, (2016) http://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD. 
3 Ishkanian, A. (2008) Democracy Building and Civil Society in Post-Soviet Armenia, London: Routledge. 
4 Tony Cartalucci, Is Washington Seeking “Regime Change” in Armenia? Anti-Russian Protests, Same US-Backed Mobs, New Eastern Look, (April 29, 2016). 
5 Amie Ferris-Rotman, Armenia’s prime minister resigns amid large-scale protests, Washington Post, (April 23, 2018). 
6 Andrew Korybko, Yerevan-Maidan” Protests: What Happened in Armenia Was a Defeat for Democracy, Eurasia Future, (April 23, 2018). 
7 Alec Luhn, Armenian leader Serzh Sargsyan resigns after 11 days of protests , Telegraph, /23 April 2018). 



 ***




Avrupa’da Kültürel değişim ve Türkiye..

Avrupa’da Kültürel değişim ve Türkiye.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
28 Haziran 2018 

 Giriş 

 Avrupa Birliği (AB), devlet merkezli dünya (Westfalia) düzenine en ciddi meydan okuyuş, post-modern sistemin en gelişmiş örneğidir. 
AB, egemenliklerini birleştirmeyi ve ortak yasalara uymayı gönüllü olarak kabul eden bir devletler topluluğudur1. Birliğin siyasi, ekonomik ve hukuki olmak üzere üç ana çatısı var. Ancak, AB ülkelerinin asıl beklentisi ekonomi yani daha çok refah idi ve bu alanda en iyi olan Almanya direksiyona geçti. Ekonomisi 
büyük ölçüde ihracata dayanan Almanya, birlikten en çok faydalanan ülkedir. AB’nin temel kuruluş mantığına göre herkes Alman ekonomisine dönüşecekti ancak diğerleri Almanya’yı kendisine benzetmeye çalıştı. Para federalleşti ama yapı konfederal kaldı. Birliğin kuzeyindeki ahlak ve kültür, güneydekilerden farklı çıkınca mali disiplin sağlanamadı. Evin babası (Almanya) gerçekten çok kazandığı halde ailenin diğer üyelerine para yetiştiremedi çünkü güneydekilerde yolsuzluklar kaynakların israfına yol açtı. Küresel ekonomik kriz sonrası yani 
son on yılda ülkeler hayat standardını yükseltmek bir yana ancak hayatlarını sürdürecek kadar bütçeden pay alıyorlar. Gelinen aşamada Avrupa Birliği, büyük bir siyasi ve kültürel değişim içinde ve bunun birlik üyesi ülkeler kadar Türkiye için de önemli sonuçları var. 

 Avrupa’da Neler oluyor? 

 Avrupa Birliği, 2008 yılında patlak veren küresel ekonomik krizden beri yani son on yıldır çalkantı içinde. Avrupa dayanışması, demokrasisi ve kimliği önemli bir testten geçiyor. Elit kesim iyimser olsa da Avrupa halkları geldikleri durumdan memnun değil. Avrupa Birliği’nin geleceği konusunda da konsensüs yok. Avrupa Birleşik Devletleri hedefi, milliyetçilik aşılamadığından, daha fazla entegrasyon ve egemenlik devrine direniş oldukça uzak gözüküyor. 2008 krizinden sonraki gelişmeler, dayanışmanın temeli olan daha fakiri desteklemek yani ‘dayanışma’ konusunda fikir ayrılıklarını belirginleştirdi. Üye ülkeler diğerlerinin borçlarını tazmin etmek istemiyor ve birliği parçalayabilecek, Avro’ya son verebilecek birlik içi mali bir sivil savaş yaşanıyor2. Borçların satın alınmasında ABD 
Merkez Bankası (FED) ve Japonya Bankası da devrede. Çare olarak Avrupa’da IMF benzeri Avrupa Para Fonu kurulması düşünülüyor. Avrupa Birliği’nin dayanışması artık başkalarının borçlarını paylaşma esasına indirgenmiş durumda yani Avrupa Borç Birliği’ne dönüşüyor. 

 Merkel, Avrupa’nın en başarılı lideri; AB’yi dağılmaktan kurtardı, Almanya %2.75 büyüyor ve iç durum istikrarlı. Ülkeyi yöneten büyük koalisyon içinde Merkel’in Hıristiyan Demokratları, Sosyal Demokratları istediği gibi yönlendiriyor. SDP, neo-liberal politikalar ile kendi işçi tabanını kaybetti ve Merkel’in muhafaza kâr hükümetinin küçük üyesi olmayı kabullendi. Ülkedeki Hitler özentisi aşırı sağcılar yükselme trendine girse de önemli bir muhalif ses yok. Merkel’in ile Yunanistan başbakanı Çipras ile arası iyi çünkü istenen tavizleri aldı. 

Karşılığında 326 milyar Avro hibe edildi. Çipras, asgari ücretin 520 Avro olmasını kabul etti, emekli maaşlarını %22 azalttı, sıkı para politikası uyguluyor ancak Yunanistan da yaşanılmaz hale geldi. Satın alma gücü çok azaldı, ülkenin sembolü olan tavernalar sadece hafta sonları açık. Halk iktidardan memnun değil ve iki yıl sonraki seçimlerde Neo-Demokrasi partisinin iktidara gelmesi bekleniyor. Yeni iktidar popülist politikalara döneceği için Yunanistan’ın 
batmaktan kurtulması mümkün gözükmüyor. 

 AB’den çıkış öncesi İngiliz eski başbakanı David Cameron Davos’ta İngiltere’nin 
AB’de sadece pazar için bulunduğunu, bunun dışında her şeyi özellikle daha fazla entegre olmayı reddedeceğini söylüyordu. Merkel ise cevaben birliğin mümkün olduğu kadar egemenlik devri üzerine kurulduğunu savunuyordu. İngiltere’nin birlikten çıkışı (Brexit), AB’nin ilk defa genişleme yerine küçülmesinin örneği oldu. AB’den çıkan İngiltere’nin birlik içindeki gümrük avantajı kayboldu ve mali olarak ayakta kalmaya çalışıyor. İngiltere zaten AB içinde iken de çok sorunlu bir ülke idi. Reel olarak üye bir devlet olmaktan ziyade özel bir statüsü vardı. AB bütçesine verdiği ve aldığı para denkti. Serbest dolaşım sistemi olan Şengen’e 
katılmadı Para Birliği (Eurozone) yerine Pound’u milli para olarak kullanmaya devam etti. İngiltere, AB’den çıktığına pişman oldu ama Merkel artık dönmelerini istemiyor. İngiltere şimdilerde güneş batmayan imparatorluğunu yeniden kurma özentisi içinde. Ancak Merkel gibi Çipras’ı enerjik ve sempatik bulan Başbakan May ilk seçimlerde koltuğu kaybedebilir. 

 Almanya’da Merkel’in Eylül ayında dördüncü kez başbakan olması sallanmakta olan birliğin entegrasyon sürecinin yeniden canlanması için bir umut olarak görülmüştü. Fransa’da ise AB yanlısı Emmanuel Macron, başkan seçilirken seçmenlerine Avrupa Birliği içinde ülkesinin çıkarlarını daha çok koruyacağını söz vermişti. Fransa’da Macron’un seçim zaferine rağmen reformlar konusunda parlamentoda aradığı desteği bulamıyor. Sokaklara dökülen halk radikal reformlara karşı çıkıyor. Çünkü Macron’un reformları; ekonomiyi daha fazla 
özelleştirmeyi, işçi pazarında esnekliği ve beş yılda bütçeden 60 milyar Avro kısıntıyı öngörüyor. Fransa, Almanya ile Para Birliği bölgesi ile ilgili (özellikle paylaşımlar) reformlar konusunda siyasi bir savaş içinde. 

 Avrupa içindeki bölünmeler.. 

 Avrupa Birliği’ni kuran ve hala savunan finans lobisi ve ekonomi sektörüdür yani AB bir vatandaş hareketi değildir. Avrupa Birliği bir vatandaş projesi olmaktan çok finans ve iş dünyası için bir ortak pazar çeşididir. Halkların beklentilerini dikkate almadan, ekonomik krizlere Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı enjeksiyonlar ile çare bulmak sorunları çözmüyor. 

Avrupa halkları kaynıyor, birlik dağılabilir ancak tartışmalar hala yalnız hükümetler arası düzeyde kalıyor. Avrupalı ülkeler öncelikle kendi aralarında borç verenler ve alanlar olarak ikiye bölünüyor. 

AB içinde öncelikle coğrafi ve kültürel olarak Kuzey-Güney bölünmesinden 
bahsedilebilir. Ekonomik kriz baş gösterdiğinde; Kuzey mali krizdeki Güneyi kurtarmak istemedi ve dayanışmanın sadece bir hayal olduğu görüldü. Krize çare olarak sıkı mali disiplin ve tavizsizlik politikası öne çıktı ve bu kavganın yeri için Yunanistan seçildi. İtalya ve İspanya’da da durum farklı değil ama şansları Yunanistan’da olmayan belirli bir üretim sektörlerinin olması. Ancak, İtalya ve İspanya kredi notları düştüğü için borç bulmakta zorlanmaktalar. Avrupalı politikacılar, İtalyanları ve bankacıları şamar oğlanı ilan etmiş durumda. Avrupa’nın önemli kredileri istenmeyen bir şekilde İtalya, İspanya ve 
Yunanistan’a gitti. İtalya’ya giden paralar yüzünden Kuzey Avrupa bankaları çökme tehlikesi yaşarken, Roma’nın yeni koalisyon hükümeti hala Almanya’dan daha fazla borç para ve Avrupa Merkez Bankası’ndan 250 milyar Avro borcun affını talep ediyor. Borcunu ödeyemeyen ve Avro bölgesinden çıkan İtalya’nın siyasi olarak Avrupa’da büyük bir travma yaratması kaçınılmaz. 

 Kuzey-Güney’in ardından Doğu-Batı bölünmesi geldi. Doğu Avrupa ülkelerinin birliğe katılmaya iten Avrupa değerleri değil, ekonomik nedenlerdi. Yunanistan vakası ile birlikte ‘dayanışma’ sadece göz ardı edilmedi, reddedildi. Göçmen sorunu ile birlikte bölünme daha da arttı. Macaristan ve Polonya açıkça Brüksel’in Avrupa modeli ve değerlerini reddederek, kendi otokratik yönetim modelini ve diğer Hıristiyan değerlerini savunmaya başladılar. Doğu Avrupa 
ülkeleri, göçmenler için verilen kotaları kabul etmedi. 2015 ve 2016’da 28 üye ülkeye yıllık 1.3 milyon göçmen başvurusu yapılmıştı. Almanya, İtalya, İsveç ve Avusturya önemli sayıda göç alırken Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri göçmenler konusunda düşmanca tavır takındılar. 

Avusturya ve İngiltere, kabul edebilecekleri göçmen sayısına sınırlama getirirken, Danimarka ve İsveç gibi ülkeler sıkı kurallar koydular. Şengen sınırının daha kuzeye çekilmesi ve Macaristan-Slovenya-Slovakya-Avusturya sınırına bir duvar örülmesi fikri ortaya çıktı3. İşsizliğin ve memnuniyetsizliğin önlenemez hale geldiği Macaristan ve Polonya’da liderler Trump gibi davranmaya başladı. Demokratik Avrupa hayali ciddi şekilde sarsılıyor. 

 Avrupa Birliği eliti içinde Avrupa yanlısı “merkezciler” birlik içinde açık toplumlar ve dünyaya açık olmayı savunurken, sağ ve sol kanattaki “şüpheciler” ise kapalı toplumlar ve dünyaya kapalı bir Avrupa istiyorlar4. Örneğin Fransa’da Macron açık Avrupa’yı, Milliyetçi Cephe lideri Marine Le Pen ise kapalı Avrupa’yı savunuyor. Bu ayrışmanın dışında sağ-sol ve orotiter-liberal ekseni de var. Açık-kapalı ayrışması sınır güvenliği, göçmenler, ticaret engelleri gibi politikalara etki ediyor. 

Bölünmenin diğer bir kategorisi kozmopolitancılar (milliyetsizler) ile yerliciler 
arasında. Otoriter eğilimleri destekleyenler daha çok orta yaşta, eğitim seviyesi düşük, çalışan erkekler. Bunlara kırsal kesimde yaşayan ve dış dünya ile pek bağlantısı olmayanlar ekleniyor. Liberal olanlar ise kadınlar, yaşlılar, birkaç dil konuşabilenler ve küçük kasabalardan gelmiş emekliler. 

 Avrupa Halkı ne düşünüyor? 

 AB içinde 2016-2017 yılları arasında yapılan bir araştırma elit kesim ile halklar arasında Avrupa değerleri, inançları ve kimliği konusunda farklı yaklaşımlar olduğunu gösterdi. Elit kesim Avrupa’nın entegrasyonunun faydalarına inanıyor, liberal ve iyimser. Halkın büyük çoğunluğu ise AB’ye olumsuz bakıyor, üye ülkelere bazı yetkilerin geri verilmesini istiyor, AB’nin göçmen politikalarına kızgın. Elit kesim bile Avrupa Birleşik Devletleri’nden ziyade daha derin Eurozone entegrasyonu istiyor. 

Tablo: AB İçi Araştırma Sonuçları 
Kaynak: Thomas Raines, Matthew Goodwin, David Cutts, Future of Europe, Comparing Public and Elite Attitudes, Research Paper, Chatham House, (20 June, 2017). 


    Büyük ölçekli göç hareketleri özellikle Batı Avrupa’da sağ kanat popülist anti-AB partilerin yükselmesine neden oldu. Bu radikal partiler, birliğe ve entegrasyona karşı oldukları kadar diğer ülkelerin egemenliği, kültürü, güvenliği ve refahı için de ciddi risk oluşturuyorlar. 

1960’larda oy oranları %5.1 iken, bugün %13.2 oranına yükseldi. Halkın güveninin kaybolması başkalarından farklı mesajlar veren yeni partiler için uygun ortam sağlıyor. Eski partiler, popülist ve yeni partiler karşısında zayıflıyor, seçimlerde oy almak zorlaşıyor. AB ruhuna aykırı olan popülizm, milliyetçilik ve entegrasyona karşı anlayış halk içinde daha çok itibar görüyor. 

Bununla birlikte halklar, %56 oranında Avrupalı olma kimliğinden memnun. Ancak, birliğin gücü dünyada azalırken, savunulan Avrupa kimliği de kayboluyor. Doğu Avrupa’da Avrupa’nın dayanışma, demokrasi, katılımcılık ve toplumsal kapsama değerlerine direniş başladı. 

Macron’un AB’yi canlandırma niyetine rağmen Fransız halkı içinde büyük bir kırılma ve kötümserlik var. Yaşanan ekonomik krizler nedeni ile Fransız politikacılara güvensizlik de oldukça yüksek. Halkın %50’si güçlü bir şekilde politikacıların kendilerinin fikrini önemsemediğini düşünüyor5. Bu durum Macron’un gelecek seçimleri kazanmasının kolay olmadığının göstergesi. Fransızların %56’sı idam cezasının geri gelmesini istiyor. %61’i Müslüman ülkelerden göçü istemiyor. De Gaulle’ün AB vizyonu, Fransız gücü ve çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi idi. Fransız halkının %29’u AB’den fayda gördüğünü, %35’i yarar görmediklerini, %35’ise hislerinin karışık olduğunu düşünüyor6. Fransız halkı %67 oranında AB’nin aşırı büyüdüğünü ve Fransız etkisinin artık mümkün olmadığını savunuyor. Macron şimdi Fransızların beklentilerini karşılayacak, Fransa’nın Avrupa ve küresel ölçekte yerini 
güçlendirecek arayışlar içinde. 

 AB’nin sorunlu ülkeleri sadece güney ülkeleri de değil. Hollanda ve Finlandiya gibi mali disipline dürüstlükle uyan ülkeler de ciddi sıkıntı içinde. Almanya, ticaret dengesi pozitif olan, birliğin iyi durumdaki tek ülkesidir. Ancak Almanya, kazananların parasını tembeller ve dürüst olmayanlar için kullanmak istemiyor. Özellikle milyonlarca göçmenin son yıllarda Avrupa’ya ulaşması zaten bütçeye zaten önemli bir yük getirmiş durumda. Son on yılda Almanya en çok birliği birada tutmaya çaba harcadı. Yapılan anketler Alman halkının %50’sinin Avrupa Birleşik Devletleri istemediğini gösterdi. Almanya, birlikten en çok faydalanan ülkelerden biri olmasına rağmen halkın %39’u AB’den huzursuz, %32’si ise 
kötümser.7. 

 Yunanistan, AB’ye girdiğinden beri aldığı paralar ile Maastricht kriterlerini uygulamak yerine ülke içinde rüşvet dağıtmıştı. Mobil zeytin ağaçları ile AB’yi kandırarak tarım fonundan sürekli çok para (yaklaşık 108 milyar dolar) aldı. Yunanistan’da dört sektör öne çıkmıştır; (1) İstihdamın yarısı devlet memurudur, (2) Kısmi olarak deniz taşımacılığı sektörü, (3) Turizm 
fena değildir ve (4) AB’den sübvansiyon almak için pompalanan sektör. Yunanistan ekonomisinin kurtulması için bir yol haritası yok, işsizlik çok yüksek ve 2008’den beri yaklaşık yarım milyon genç ve eğitimli Yunanlı ülkeyi terk etti. Yunanlıların %44’ü ulusal gücün azaldığını, %39’u AB’den fayda görmediklerini düşünüyor, %60’ı AB hakkında karamsar. İlginç bir sonuç Yunanlıların %80’i Almanların AB içinde olumsuz rol oynadığını düşünüyor. 

Böyle düşünenlerin ortalaması diğer ülkelerde %27. 

 Değişen Avrupa Kültürü ve Türkiye.. 

Avrupa’daki kuzey ve güney ülkeleri arasında önemli kültür farkı var. Almanya’nın başını çektiği kuzeydeki ülkeler, güneydekilere göre gösterişten uzak (Protestan ahlakı) bir hayat ve müsamahasız bir çalışma disiplinine sahipler. 2009’da patlayan ekonomik kriz, güneydeki kültürün vurdumduymazlığı karşısında kuzeylileri dehşete düşürdü ve parayı elinde taraf kendi kültürünü dayatma yolunu seçti. Alman Maliye Bakanlığı, Yunanistan’ı çok sıkı denetim altına aldı. 

Avrupa’daki kültürel değişim Almanya’da ki ahlak anlayışı üzerinde etkili oldu ve bir değişim yaşanıyor. Eski Alman; ahlaklı, hak ve hukuka dikkat ederdi. Kanunların gücü insanları frenlerdi. Akdenizli yöneticilerin; yolsuzluğa yatkın, zeki olmayan ve vizyonsuz (amacın makam olduğu) yöneticiler olduğu görüldü. Almanlar ise zeki olduklarını düşünüyorlar ve vizyonlarını itici güç olarak kullanmaktalar. Ancak, artık Alman ahlakı değişim içinde; yeni Alman yönetici Akdeniz’in yolsuzluğunu kendine adapte ediyor ama bunu devlet için yapıyor. 
Çünkü Almanlar, sadece hukuktan korkar. Ülkede hukuk hala çok güçlü, hukuk ise devletten yana ve acımasız. Öte yandan Almanya’da aşırı düzen faşizm getirdi, yabancılar düzen bozucu olarak görülüyor. 

 Alman kültüründeki asıl değişim ekonomide Dördüncü Sanayi Devrimine (4.0) geçiş ile yaşanıyor. Dijitalleşme, devlet seviyesinde takip ediliyor ve şirketlerle tek tek konuşarak akıllı uygulamalar isteniyor yani manuel işlere son veriliyor. Üretilen her şey için dijitalleşme ve akıllı uygulamalar aranıyor. İnsanların ihtiyaçları tamamen dijitalleştiği ve hayatın akıllı uygulamalar ile kolay hale geldiği düşünülüyor. Akıllı fabrika, akıllı devlet, akıllı telefon hayata geçiyor. Artık Mercedes’in rakibi Ford ya da Volkswagen değil Apple ve UBER gibi akıllı 
uygulama adresleri. Arabayı daha çekici ve sürüş kabiliyetini geliştirmekten ziyade çok kullanımlı hale getirmek isteniyor yani artık müşterinin zevki yerine daha çok insan ihtiyacını karşılaması aranıyor. Örneğin akıllı-otonom (şoförsüz) araba; sizi işe götürdükten sonra çocuklarınızı okula sonra eşyalarınızı kuru temizlemeye bırakıyor ve gün boyu programlı işlerinizi yerine getiriyor. Nitekim şu an bu tür arabaların proto-tipleri üretiliyor. Yakın gelecekte pratik anlamda iş ve işçi kalmayacak. Robotlar (karanlık) fabrikalarda insan emeğinin yerini alacak. Nitekim artık bazı lokantalarda yemek siparişi ve ödemesi masadaki ekrandan yapılıyor, garson beklenmiyor ya da kasaya gidilmiyor. 

Almanya, üretim ekonomisinde dördüncü döneme öncülük etmeye başlarken, Türkiye büyük ölçüde üretmeden ticaret ekonomisi ile yönetilmeye devam ediyor. Son yıllarda Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışı da çok değişti. Avrupa halklarının %62’si Türkiye’nin üyeliğine karşı, elit kesimin ise %42’si üyeliğimizi ancak reformlar yaparsak destekliyor. Halkın %61’i, elit kesimin %71’i İslami giyinişin (özellikle kamuya açık yerlerde yüzün kapatılmasının) yasaklanmasını destekliyor. Halkın %56’si, elit kesimin %32’si Müslüman ülkelerden gelecek 
göçe karşı. Halkın %50’si Avrupalıların Müslümanlar ile ortak bir yaşam tarzı olabileceğine inanmıyor. Yunanlıların %67’si Türkiye’nin AB’ye katılmasına karşı çıkıyor ancak bu oran gene de Almanya, Belçika, Fransa (%73) ve Avusturya’dan (%82) daha az 8. 

Toplumsal kültür, tarih boyunca toplumun gelişme süreci içinde yaratılan ve sonraki nesillere iletilen bütün maddi ve manevi değerlerdir. Toplumsal kültürün bir sonucu olarak Almanlar çalışkan, İtalyanlar geveze, Fransızlar kibar ya da Yahudiler cimri gibi genellemeler yapabiliyoruz. Türk kültürü, geçen bin yıllar içinde Çin, Hint, İslam, Fars, Arap, Bizans, Balkan, Kafkas ve Avrupa kültürlerinden edindikleri ile bugüne geldi9. Türklerin tarih boyunca 
değişmeyen ortak özellikleri arasında; maddi ve manevi sağlamlık, yüksek onur, askerliğe yatkın olmak, sözüne sadık kalmak, ırkçılığın yokluğu ve gözü peklik başta gelmektedir. 

Türklerin olumsuz özellikleri arasında çalışmadan kısa yoldan köşe dönmek, gösteriş ve şatafat düşkünlüğü, eski soy-sop tarzı örgütlenmenin sonucu olarak hemşeriyi, akrabayı, eşi-dostu, bizimkileri kayırma merakı bulunmaktadır10. Kadercilik ve kanaat etme kültürü de çok çalışmanın önüne geçen faktörler arasında başta geliyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda kullanılan temel toplumsal kültür kriterleri esas alarak11, Türk kültürü ile ilgili aşağıdaki genellemeleri yapabiliriz; 

 - Eşitsizlik toleransı; Türklerde yüksek olduğundan hep önemli biri olma, hep bir büyük ve lider arama, hiyerarşi (müdür olma) merakı var. 
 - Belirsizlikten toleransı; Türklerde yüksek olduğundan belirsizliği sevmiyoruz, gelecek korkumuz hep var, girişim yerine biriktirmeyi seviyoruz. Garantisi daha yüksek olan bir işi, maaşı yüksek olana tercih ediyoruz. 
- Bireycilik/kolektivizm; Türkler kolektivist olduklarından cemaat ve gruplaşma merakı, ‘sürüden ayrılanı kurt kapar’ anlayışı kültürümüzün bir parçası olmuş. 
- Erkeksi/kadınsı; Türk toplumu sanıldığının aksine kadınsıdır yani genellikle akıl ve rekabetten ziyade ilgi, yakınlık, şefkat, duyarlılık peşindedir. 

 Sonuç yerine.. 

Avrupa Birliği, bugün ekonomik bir dev olmasına rağmen, siyasi açıdan bütünleşmiş bir konumda değildir. AB’nin yakın gelecekte nasıl bir güç olacağı konusunda AB üye devletleri arasında görüş birliği bulunmamaktadır. Bugüne kadar AB’nin başardıkları; 
Avrupa’da huzurun sağlanması, birlik sınırları içinde yaşam ve çalışma özgürlüğü, iç sınırların kaldırılması, Avro’nun para birimi olması ve tek pazarın kurulması olarak sıralanabilir. 

Üstesinden gelemedikleri ise; bürokrasi ve aşırı düzenleme, göçmen krizi, ekonomik disiplin, işsizlik, kitlesel göç, para birliğinin tüm ülkelerde sağlanamamasıdır. AB içinde gerçek bir finansal ve ekonomik birlik yok, daha da önemlisi bunun ifade edilmesi veya tartışılmasından bile kaçınılıyor. Almanya’da Merkel’in başında olduğu güçlü bir koalisyon yönetiminin olması, Fransa’da ise birlik yanlısı Emmanuel Macron’un başkan olması AB içinde bugünkü istikrarın temelleri. Ancak, daha fazla entegrasyon ve AB yönetimine daha fazla güç 
verme konusunda ülkeler artık eskisi gibi istekli değiller. Bu yüzden, AB’nin merkez ve çevre ülkeleri arasındaki bölünme konusunda yeni ve esnek yaklaşımlar aranıyor. Derin sosyal konular, ulusal kimlikler, artan göç baskısı ve fırsat eşitsizliği gibi alanlarda yeni çözümler gerekiyor. 

Türkiye’ye gelince kültürel olarak AB müktesebatında yer alan Avrupalı olmanın üç temel şartının (Eski Yunan mirası, Roma kültürü ve Hıristiyan olmak) hiçbirini taşımıyoruz. 
Bu yüzden, eski Fransa başkanı Sarkozy “Türkler Avrupalı olsa haberimiz olurdu” demişti. 
Ancak, 1830’lardan beri içimizde ve dışımızda Türkleri Avrupa’ya bağlamak, onların çıkarlarına hizmet edecek bir ülke yaratmak için Avrupa projesi peşinde koşanlar hep oldu. 
Türkler, imparatorluk kültürü ve hafızasına sahip bir millet olmanın yanında Avrupalılardan çok daha farklı ve üstün kültürel özelliklere sahiptir. Türklerin yolu, Avrupa’nın en dış halkasında izole edilmiş bir ülke olmak değil, hak ettiği küresel konum içinde bir Türk birliğidir. Avrupalıların korktuğu budur ve bunu engellemek için özel statü anlaşması ile bizi yolumuzdan alıkoyacak arayışlar içindedirler. Son dönemdeki gelişmelere bakacak olursak; 

- AB’de ne Gümrük Birliği’nin genişletilmesi ne de Türkiye ile ilgili yeni fasıllar 
açılması konusunda olumlu bir gelişme beklenmiyor. Ama Karadağ ve Sırbistan’a AB yolu tam anlamıyla açılıyor. Balkanlarda Çin, Rusya Türkiye’nin etkisinin her geçen gün artmasının önlenmesi düşünülüyor. 

- Yunanistan’da Türkiye aleyhine gelişmeler son yıllarda Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de açıkça düşmanlık seviyesinde tavan yaptı ve bunda Türkiye’nin sessizliğinin de etkisi oluyor. 
 - Temmuz’da Dönem Başkanlığı’nı alacak olan Avusturya’nın Türkiye düşmanlığı devam ediyor. Türkiye ile ilişkilerinin dondurulması ve görüşmelerinin kesilmesi talebi destek bulmadı ama Avusturya’ya destek verenlerin sayısı artıyor. 
- İtalya’da hükümet değiştiğinden beri, iç politik nedenlerden kaynaklanan Türkiye karşıtlığı başladı. 
 - Irak’ta Barzani’nin yaptığı referandum sonrası Batılılar, Kürtlerden paralı askerden başka bir şey olmayacağını gördüler ve Türkiye’yi kaybetmek istemediler. Bu olaydan sonra Irak’tan çekilip tamamen Suriye’ye odaklandılar. Suriye’de Esat’ın kendi bölgesi olmasını kabul etmeye hazırlar. 
- Son aylarda İngiltere ve Almanya’nın yakınlaşmasının arkasında öncelikle bu ülkelerin istihbaratlarının Türkiye’deki seçim sonuçlarını öngörmesi var. ABD ile ilişkilerimiz de birden düzeldi çünkü Amerikalı aileler İncirlik’e dönmeye başladı. 
- Merkel aslında ne Türkiye’yi ne de Almanya’daki Türkleri seviyor ama Türkiye ile ters düşmek de istemiyor. Angela Merkel Suriyeli mülteciler konusunda Türkiye’yi savunurken, hizmetler ve tarım sektöründe Türkiye’ye olanak tanıyacak olan Gümrük Birliği’nin genişletilmesi anlaşmasına karşı çıkıyor. 
 - Yalnız kalan İngiltere’nin yeni stratejik ortak listesinde Türkiye de var. İngiltere, ABD ile stratejik ortaklığındaki özel konumunu Fransa’ya kaptırdı. ABD ve Fransa küresel işbirliği konusunda hızlı bir projeye giriştiler ve bu yüzden ABD ile olduğu kadar Fransa ile ilişkilerimiz gittikçe hassaslaşıyor. 

Bu projenin ne olduğunu ise başka bir makaleye bırakalım. 

DİPNOTLAR ;

1 Olli Rehn, Avrupa’nın Gelecek Sınırları, Çev. O. Şen, H.Kaya, 1001 Kitap Yayınları, (İstanbul, 2007), 73. 
2 Christopher Wallen, Europe’s Slow Motion Union, The Wall Street Journal, (June 13, 2018). 
3 Par Roberto Savio, Europe Is Disintegrating While Its Citizens Watch Indifferent, Inter Press Service, (February 4, 2016). 
4 Hans Kundhani, In Europe, the Split Between Open and Closed Has Not Replaced Traditional Politics, Chatham House, (June 18, 2018). 
5 Yann-Sven Rittelmeyer, Reforming France and the EU: the Last Glimpse of Hope for French Society? European Policy Centre, (June 20, 2017). 
6 Thomas Raines, Matthew Goodwin, David Cutts, Future of Europe, Comparing Public and Elite Attitudes, Research Paper, Chatham House, (20 June, 2017). 
7 Almut Möller, Are Germans Committed to an Ever Closer Union, ECFR Berlin Office, (January 2016). 
8 Eleni Panagiotarea, Public Opinion in Greece Reflects the EU’s Tarnished Image, Hellenic Foundation for European and Foreign Policy, (June 26, 2017). 
9 Suat İlhan, Türk Olmak Zordur, Kimliğimizin Kaynakları, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2009), 14. 
10 Erol Göka, Türklerin Psikolojisi, Timaş Yayınları, (İstanbul, 2008), 201. 
11 A. Selami Sargut, Kültürler Arası Farklılaşma ve Yönetim, İmge Kitabevi, (Ankara, 2001), 35. 


***