25 Ocak 2018 Perşembe

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 2

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 2


Atatürk Devrimleri, Osmanlı dönemine ait ve onun şartlarına uygun askerlik-din çehresini değiştirmiştir. Teoride Türkler, doğrudan İslam için savaşmazlar (ülkemizin resmi dini yoktur), fakat dolaylı olarak Türkiye’nin Müslüman toplumu için savaşırlar. Örneğin, Kore savaşında ölen Türkler, burada kendi vatanı veya doğrudan Müslümanlık adına savaşmadıkları 
halde şehit olarak kabul edildiler. Beş özellik Cumhuriyet sonrası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugüne kadar ki karakterini şekillendirmeye yardım etmiştir10; 

- Düşmanı yenme geleneğini yeniden canlandırdığı için Atatürk’e duyulan saygı, 
- Kurtuluş Savaşı’nın ortaya çıkardığı ‘Topyekûn Savaş’ kavramı, 
- Türklerin savaşçı bir millet olduğu mitolojisi, 
- İslami kavramlar olan ‘Şehitlik’ ve ‘Gaziliğin’ askeri ideolojide bulunması, 
- Kuvvet yapısının modernleştirilmesi ve askeri düşünüşün sistemleştirilme sinde  Batının ve özellikle ABD’nin etkisi. 

Bu beş faktör birbirlerinden bağımsız olmakla beraber; ordu ile devlet, ordu ile toplum ve ordu ile dünya arasındaki ilişkileri şekillendirme sürecine yardımcı olurken sürekli birbirlerini desteklemişlerdir. 

Savaşlar tarihin kırılma noktalarını bazen de en önemli gelişme aşamalarını oluşturur. Savaşlar tarihin en katı gerçekleridir ve tarih boyunca barışa ancak savaşlardan geçerek ulaşıldı. Savaş; barışın, özgürlüğün, bir şeylere sahip olabilmenin ödenen ağır bedelidir. Uğrunda savaşmaya değer şeylere sahip oldukça savaşı beklemek gerekir. Bazı savaşlar tarihin köşe taşları, yol kavşaklarıdır. Böyle zamanlarda milletin bağrından çıkan kahramanlar ülkelerini umutsuzluktan kurtarır, zaferlere götürür, devletler yeniden kurulur. Peki, zaman mı kahramanları hazırlar yoksa kahramanlar mı zamanı iyi kullanırlar? Mustafa Kemal, 1881 yılında değil de; daha önce veya daha sonra, doğmuş olsaydı, yaptıklarını yine aynen yapma 
imkânı bulamayabilirdi ama aynen olmasa da Türkiye'yi daha ileri götürmek için lazım olan her şeyi yapardı ve başarılı olurdu. Llyod George, “Yüzyıllar nadir olarak dahi ve kahraman yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, çağımızda o büyük dahi, o büyük kahraman Türk Milletine nasip oldu11.” demiştir. Evet, Kemal Atatürk hâlâ yüzyılın kahramanıdır. Mustafa 
Kemal; tarihin akışını durduran, ulusunun kaderini değiştiren bir kahraman dır. 

Anafartalar'da mermisi bittiği için geri çekilmek zorunda kalan 19. Tümen’e bağlı 57. Alay’a süngü taktırarak düşmanın üzerine yürütürken yalnız yurdunu düşünen bir kahramandı. Trablusgarp’ta, Erzurum Kongresi sonrası Sivas'a giderken Dersim Köyü yakınlarında ve İzmir’de defalarca pusu 
kurulmasına rağmen aldırmayan bir kahramandı. Mustafa Kemal, Türkiye'yi kurtarmakla emperyalizme karşı mücadele veren tüm dünya uluslarına örnek oldu. Tüm bunları düşünüp uygularken Mustafa Kemal, ülkemizi ve ulusumuzu bir gün olsun küçük düşürmedi. Mustafa Kemal Atatürk, aslında kısacık olan hayatına, uzun ve dalgalı bir yaşam sığdırmış bir kahramandı. Büyük asker, büyük kahraman, büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk; seni bugün her zamankinden daha fazla sevgiyle, özlemle arıyoruz. 

Tarihimizdeki bilinen ve bilinmeyen milyonlarca kahramanlık hikâyesi içinden Yahya Çavuş’un kahramanlığını örnek verelim. 25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası'nda Ertuğrul Koyu'na çıkarma yapan 3000 askerden oluşan İngiliz kuvvetini, komutasındaki 67 askeriyle on saat mavzer atışlarıyla sahilde durduran 26. P.A. 3.Tb. 10.Bl. 1.Tk. Komutanı Ezineli Yahya Çavuş, Türk tarihindeki milyonlarca kahramandan bir tanesidir. İngiliz Generali Nepier, Yahya Çavuş ve askerlerinin yoğun ateşi karşısında, karşılarında bir tümen bulunduğunu sanmıştı12. Yahya Çavuş Şehitliği'ndeki şu dörtlük Yahya Çavuş'u ve takım arkadaşlarının kahramanlığını 
veciz şekilde anlatmaktadır (Resim 1): 

“Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'tular 
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular 
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri 
Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular” 

 Ertuğrul Koyu sırtlarındaki 26. Alayın 10. Bölüğünün bir takımını yöneten, koyun batı tarafına yerleşen ve koyu yandan gören beş manga askeri başında 10. Bölük ikmal (tamamlama) askerlerini Yahya Çavuş komuta ediyordu. Ezineli Yahya Çavuş, Balkan Savaşı’na katılmış, her Türk askeri gibi o da yenilginin ıstırap ve mahcubiyetini yüreğinden atamamıştır. I. Dünya Savaşı için seferberlik ilan edilince gönüllü yazılmıştır. Yahya Çavuş’un başında bulunduğu takımın yandan ateşi ile gemiden dışarı çıkan askerler birer birer vuruluyordu. Beş manganın başında bulunan bir subay gibi birliğini yönetmekteydi. 3000 kişilik düşman kuvveti durdurulmuştu. İngiliz Generali Napier teknede bulunan ve duraklayan askerlerine: “Niçin 
duruyorsunuz?” diye bağırdığında kimse ona cevap vermemişti. 3. Fransız Tugayı komutanı askerlerini cesaretlendirmek için ileri atılmış ancak kuvvetlerimizin açtığı ateş sonucu alnından vurularak öldürülmüştü. Üç saatlik çarpışma sonucunda çıkarma araçlarıyla kumsala çıkabilen 
İrlanda Taburunun sağ kalan 200 askeri, kıyıda bir toprak parçasına tutunmaya çalışmışlardı. 9. 

Tümen Komutanı Halil Sami Bey saat 15:30’da ihtiyatta bulunan 25. Alayı da Seddülbahir Cephesi’ne göndererek orada kahramanca çatışan Mehmetçiğin imdadına yetişmiş, karaya çıkmış bulunan düşman kuvvetlerinin ilerlemesine mani olmuştu. Böylece işgal kuvvetleri 3-4 
km’lik bir arazide çakılıp kalmış, Alçıtepe ve Kirte ele geçirilememiş, savaş sonunda işgalciler çekilene kadar durum böylece devam etmiştir. 



Resim 1: Yahya Çavuş Anıtı (Çanakkale) 

 Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Afrin'e düzenlediği Zeytin Dalı Harekâtı sırasında şehit olan Piyade Astsubay Üstçavuş Musa Özalkan, bizlere diğer bir kahramanlık örneği teşkil etmektedir. Şehit Özalkan’ın, Twitter hesabından harekât öncesi paylaştığı “Biz aşkı, vatan için canını verenlerden öğrendik” ifadesi kendisini ülkesine adamışlığın örneğidir. Özalkan, sanki şehit olacağını hissetmiş ve cesaretle savaşarak ülkesi uğruna canını seve seve vermiştir. Vasiyetinde yer alan; “Şehit olunca devletin ailesine vereceği parayla Telafer´deki çocuklar için anaokulu, kreş veya kültür merkezi yapılması13” isteği ise onun bir kez daha kendisini değil uğruna savaştıklarını düşündüğünün diğer bir göstergesidir. 

Geleceğin Savaşları ve Kahraman.. 

 Aslında insanlık tarihi, bir yerde savaş tarihidir. Tarih boyunca insanlar ne zaman değerli bir şey bulsalar onun için savaştılar. Avrupalılar, 1500’lerde yeni dünyada buldukları altın ve gümüş için, 1800’lerin sonuna doğru da Afrika altını ve elması için yarıştılar. 20 ve 21. Yüzyılın başında doğal enerji kaynakları için savaşlar yapılıyor. Diğer yandan yeni teknolojiler savaş alanlarını değiştirdi. Kara savaşları önce denizlere 20. yüzyılda havaya taşındı. 21. Yüzyılda ise uzaya taşınmasından endişe ediyoruz. Son beş yüzyılda, ateşli silahlar savaşlara hâkim oldu. Ateşli silahlar icat edilme seydi, Avrupalılar dünyayı fethedemezdi. Avrupa’nın savaşlarında çok sayıda insanın çeşitli silah kullanmak zorunda kalması, silah fabrikalarının 
kurulmasına neden oldu. 1850’ler ile Birinci Dünya Savaşı’nın sonu arasında üç temel savaş aracı ortaya çıktı; savaş gemisi, tank ve bombardıman uçağı. Bu üç savaş aracı 1914-1941 yıllar arasında silahlı kuvvetlere hâkim oldular ve savaş gemisinin yerini uçak gemisi alsa da günümüzde de aynı konumlarını sürdürüyorlar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni küresel 
güç olan ABD, tek hedefe isabet kaydetmek için çok silah ve insan kullanmaktan kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Yüksek isabet oranı ve bunu sağlayacak, teknoloji, Amerikan askeri kültürünü geliştiren motivasyon oldu. Askeri sistemde bir devrim dönemindeyiz. Savaşlar 
devam edecek ama önceki savaşlar gibi olmayacaktır. Bilgisayar, savaşın karakterini yeniden tanımlıyor. Her şey bilgisayarlardan takip edildiği için, savaşlar artık video oyunu gibi olmaya başladı. Ancak, asker hastanelerini ziyaret ederseniz bunun video oyunu olmadığını anlarsınız. Uçak gemileri ve tankların yerine başka silah sistemleri gelecek ama henüz ortada yoklar. 
Sensörler, güdüm sistemleri ve uydu haberleşmesi ile konvansiyonel silah kullanmadan binlerce mil uzaktaki hedefleri vurabilen teknoloji üstünlüğünü yakalayan ülkeler var. Artık, konvansiyonel savaş yapacak arazi kalmadı. Büyük ordular, klasik devlet gücü anlayışı ve topyekûn savaş tam isabetli güdümlü silahlar dünyasında pek anlam taşımıyor. Ancak henüz eski silah sistemlerin tamamen ortadan kaybolması için birkaç kuşak daha zaman var. Özetle normal askerin yerini zamanla “süper asker” alacak14. 

Savaş, zorlayıcı (güç kullanan) bir yapılanma ve belirli bir liderlik altında teşkilatlanan grupların yaptığı organize askeri çatışma olarak tanımlanmak tadır15. Clausewitz’e göre savaşın yönetimi şans, insan kişiliği ve diğer ölçülemez faktörlere bağlıydı16. Uluslar kendilerine özgü yöntemlerle savaşırlar. Tarihte, Roma lejyonerleri karmaşık yollar ve kaleler inşa ettiler, 
Türkler at üzerinde saldırdılar, Japon Samurayı yakın dövüş teknikleri geliştirdi. Sanat gibi savaş da bir ulusun ruhundan çıkar. Birçok ulus anılmaya değecek tarzda savaşır. Bazen tarih ve coğrafyanın kavşaklarında yenilik yapmak, savaş yöntemlerini değiştirmek zorunda kalır, bazen de daha özgün ülkeleri taklit ederler. Bugün, Amerikalılar için silahlar, cesaret ve komutanlık yeteneğinden önce gelir17. İngilizlerin donanma tecrübeleri, Almanların kurmayları, İsviçre ve İsrail’in yedek asker sistemleri, Vietnam’ın hafif piyade gücüne dayanması, onlar ve düşmanları için önemlidir ama taklit edilecek modeller değildir. Körfez Savaşı ile birlikte ‘potansiyel yüksek teknolojili savaş alanı’ tanımı yapılmaya başlandı. Böyle 
bir savaş alanının genel özelliklerinin başında askerlerin sık sık yalnız kalmaları ve izole olma ihtimali gelmektedir. Birliklerin birbirine karışması, irtibatın kopması, sis kullanımı vb. nedenlerle görüşün azalması gibi hususlar askerlerin dağılmasına ve yalnız kalmasına yol açabilecektir. Böyle bir savaşın mental zorlukları ile başa çıkabilmek, özellikle kitlesel zayiat 
karşısında stres ve dayanıklılığı artırabilmek, kaosu önlemek için özel eğitim programları gerekmektedir18. Savaş alanının bu değişimi askeri yapı, doktrin ve profesyonel askeri eğitim ile birlikte her şeyin ötesinde savaş araçları ve platformları bakımından elde edilmesi çok zor yeni stratejik ve operasyonel ihtiyaçları dikte etmektedir. İyi eğitilmiş birliklere sadece 
savaşmak için değil, savaş sonrası istikrar ve ülke inşası operasyonları için de ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır. 

 Silahların isabetsizliği nedeni ile modern savaş, topyekûn savaşa dönüşmüş tü. Şimdi topyekûn savaş çağı kapanıyor, daha kısıtlı savaş türü ortaya çıkıyor. Savaş, olağandışı bir hal olmaktan ziyade, uluslararası sistemin düzenli ve sık yaşanan bir parçası oldu. Bugün artık savaş ve barış arasındaki çizgi, askeri olmayan ve yarı askeri yöntemler nedeni ile belirsiz hale geldi. Savaş işi değişiyor, bu açık ve görünen yollardan olmuyor. Yeni savaşlar daha çok özel savaş metotlarını içerecektir ve bu tür çatışmalar için merkezi bir ordunun rolü genellikle sınırlı olacaktır. Yeni teknolojiler, yeni tip düşmanlar ve yeni ideolojiler ile her şeyi karmaşık hale getiriyor. Konvansiyonel savaş anlayışımızda önemli kırılmalar var. Bunlardan biri artık geçmişin seferberlik anlayışı tarihe karışıyor. Acemi er sistemi ve savaş zamanında kullanılacak yedek kabiliyetler düşüncesi gittikçe işe yaramaz hale geliyor. Seferberlik internete, siber yöntemlere kayıyor; çünkü savaşlar artık algı yöntemi ile, fikirlerin manipülasyonu, kimliklerin 
kurcalanması, imaj şekillendirmesi ile iç içe geçiyor. Terörle küresel savaş ile birlikte lokal çatışmaların birbirine ilişkilendirildiği küresel bir çatışma dönemi başladı19. Batının çağdaş savaşları artık büyük ordular ile yapılmayacak, temsilci olarak az sayıda profesyonel temsilciler gönderili yor. Askerler savaş meydanında beka yani hayatta kalmak için bulun mayacak, zayiatlar azalacak. Konvansiyonel savaşta düşmanı bulmak kolay, öldürmek zordur, düzensiz savaşta ise düşmanı bulmak zor, öldürmek kolaydır. Savaş artık halk, ayaklanmacılar ve patlayıcılar içinde geçtiğinden askerler için taarruz, savunma ve istikrar harekâtı kapsamlı yeni görevler belirlenmeye başladı20. Savaşlarda binlerce asker olmayacak, sıradan piyadenin yerini özel operasyon askerleri ve teknoloji uzmanları alacaktır. 20 yaşında onbaşı artık 40 yaşında bir albay gibi hava harekâtı isteyebilir. Teknoloji artık üst rütbelileri gerçek savaş alanından çıkmasına yardım ederken gerçek zamanlı savaşa daha çok angaje olmasına da yardım 
etmektedir. Bu olgu gelecekte “çekirdek liderlik” tartışmasını da getirecektir. Çok daha fazla bilgi çok kısa sürede gelirken, kararlar daha hızlı alınmak zorundadır. Artık teknoloji karşısında dakikalar değil saniyeler içerisinde kararlar verilmelidir. Bu nedenle bilgisayarla karar vermek için ‘yapay akıl’ çalışmaları gibi uzman sistemlere büyük paralar harcan maktadır. Çare ‘akıllı savunma’, çok para; güçlü ordu anlamına gelmiyor. Savaşçının özellikleri yine cesaret, kendini adama ve acı çekmek olacaktır. Teknoloji, insanların savaş ve ölüm şekillerini değiştirir ama savaşın dehşetini ve zafer duygusunu ya da ölüm gerçeğini asla değiştirmez. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 1

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 1

Prof.Dr.Sait Yılmaz 

25 Ocak 2018 

 Giriş 

 Afrin bölgesindeki Zeytin Dalı Harekâtı ile Türk milletinin genç askerlerinin yeni bir kahramanlık destanı yazdığı günlerde yaşamaktayız. Pek çok yeni kahraman ortaya çıkarken, pek çoğu da isimsiz ya da bilinmeyen kahraman olarak tarihe geçecek. ‘Kahraman’ denilince 
genellikle ülkesi için büyük bir cesaretle savaşmış ve bu uğurda canını vermeye göze almış kişi akla gelir. Ancak, ‘kahraman’ sıfatı sadece savaş alanında kazanılmaz. Yavrularını korumak için kocaman bir sokak köpeğine saldıran bir anne kedi de kahramandır. Ya da engelli olmasına rağmen çalışması, cesaret ve azmi ile topluma örnek olan biri de. Sabrederek, birlik ve beraberlik göstererek, dayanışma içinde evlatlarını şehit verip, ülkesini belalardan kurtaran bir millet de kahramandır. Bu makaleyi yazmaya beni iten II. Dünya Savaşı’nın öne çıkan Amerikalı generallerinden George S. Patton’ın bir sözü oldu. Patton’ın otobiyografisini okurken askerlerine şöyle bir hitapta bulunduğuna rastladım; 

“Hiç kimse ülkesi uğruna ölerek savaşı kazanmamıştır, savaşı ancak (Düşman tarafındaki) başka aptalların ölmesini sağlayarak kazanabilir  siniz1”. 

Bu söz sanki klasik kahramanlık anlayışımıza meydan okuyor gibiydi. Patton, askerlerinden ülkeleri uğruna ölmelerini değil kendilerinden daha aptal olanları öldürmelerini istiyordu. Savaştan askerler daha çok nefret eder, çünkü kazanılsa da bile neler olacağını daha iyi bilirler. 
Bu yüzden bizzat Atatürk; “..Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır.. 

Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” demiştir2. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında savaşların koşulları kadar askerlik anlayışı da değişti. Dolayısı ile savaş ve kahramanlık anlayışına yeniden bir göz atmamız gerekiyor. Öte yandan literatür taraması yaparken bu tür çalışmaların ‘sosyal psikoloji’ alanında ele alındığını ve kimin, nasıl 
kahraman olabileceği ile ilgili önemli çalışmalara ve kahramanlık eğitimi verildiğine rastladım. 

Hatta bazıları kahramanlığın değil anti-kahramanlığın daha iyi olduğunu gerekçeleri ile sıralıyorlar. Son yıllarda gittikçe daha kasvetli bir siyasi gündeme sahip olan ülkemizde ise Atatürk gibi bir kahraman beklentisinin artması makaleyi daha da anlamlı getiriyor. Bu makalede, öncelikle kahraman kimdir ve savaş kahramanlığı üzerinde durduktan sonra nasıl 
kahraman olunabileceğinin esaslarını ortaya koymaya çalışacağız. Böylece kendinizi de kahraman olma şansınız konusunda test etmiş olacaksınız. 

 Kahraman Kimdir? 

 Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, kahraman3; 

 1. Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren (kimse), alp, yiğit, 

 2. Bir olayda önemli yeri olan kimse (Son golün kahramanı..) 

 3. Roman, hikâye, tiyatro vb. edebiyat türlerinde en önemli kişi (Filmin kahramanı..) anlamlarına gelmektedir. 

 Burada kahraman ve yiğit kavramlarını aynı anlamda olmadığını vurgulamalıyız. 
‘Kahraman’ bir olaydaki yeri en önemli olandır. ‘Yiğitlik’, ‘cesaret ve yüreklilikle’ tarif edilir. 
‘Kahraman’ ise, ‘savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlılık gösteren kimseye’ denir. Bir savaşın, bir olayın, bir romanın, filmin, hatta bir ekonomik sektörün ‘kahraman’ı olur, ‘yiğit’i olmaz. ‘Kahraman’ üstün güç ima eder, ‘büyük’, ‘en büyük’ gibi sıfatlarla derecelendirilebilir. 
‘Büyük yiğit’ ya da ‘en büyük yiğit’ gibi tamlamalara rastlanmaz. İnsanlar, ‘kahramanlaşabilir’, ‘ kahramanlaştırılabilir’ler ama ‘yiğitleşmez’, ‘yiğitleştirilemez’ler. ‘Kahramanlık’ zorlama, acımasızlık kaldırır, ‘yiğitlik’ kaldırmaz. Bir ‘yiğit’in varoluşunda ‘kahramanlık’, gerekli ama yetersiz bir haslettir. 

Oxford ve Cambridge sözlüklerinde ise kahraman için şu tanımlar yapılmaktadır4; 


 1. Cesaret isteyen fiilleri veya asil karakteri ile öne çıkan kimse. (Boğulmakta olan bir çocuğu kurtaran kişi), 

 2. Diğerlerinin gözünde özel başarıları, yetenekleri veya kişisel özellikleri ile rol model veya ideal olarak görülen kişi. (Atatürk..), 

 3. Bir hikâye, oyun, film vb. içinde ana erkek karakter. 

 Bu tanımların hiçbiri savaştaki kahramanı tam olarak karşılamamaktadır. Barış zamanı kahramanları da kişisel kayıpları ne olursa olsun engeller veya rakipleri karşısında cesaret gösteren, onurunu muhafaza eden, başkalarını harekete geçiren, insanlığa hizmet edebilen kişi, kişiler, halk hatta millettir. Böyle bir kahraman; diğerleri (ülkesi, arkadaşları, ailesi) için kişisel 
sonuçlarını (canını kaybetmek dâhil) göze alarak, cesaretle engellerin üstesinden gelmeye çalışan kimsedir. Kurtuluş Savaşı’na liderlik eden Atatürk ve arkadaşları kadar onların izinde evlatlarını savaşa gönderen, yokluklara tahammül ederken varını yoğunu ülkesine hasreden, 
birlik ve beraberlik gösteren Türk halkı da kahramandır. 

Tabii ki kahraman sadece savaşta ortaya çıkmaz. Bugünün kahramanları savaş meydanlarından çok spor sahalarından, sinemadan ve müzik yıldızlarından çıkıyor. Çoğu durumlarda “kahraman”, “ana karakter” ve “film / roman / hikâye kahramanı” aynı kişilerdir. Sinemada onları seyrederken asil, cesaretli ya da yetenekli olması çok önemli değildir, siz onun 
kazanmasını beklersiniz. Ana karakter, hikâyenin etrafında döndüğü kişidir. Roman ya da hikâye kahramanı ise olaylar geliştikçe yeni şeyler öğrenen ve sonunda keşfettiği başka bir yere varan kişidir. 

 Geniş anlamı ile kahraman, davranışları ve kararları etik ya da duygusal olarak övgüye değer görülen kişidir. Bazen aynı tür davranışları takdir etmeyebiliriz bazen de abartabiliriz. Söz konusu bağlantılar içinde kurduğumuz duygusal bağlar ve bulunulan zaman ya da çağ bu 
yargıda etkili olabilir. Bununla beraber neden aynı tür davranışların bazılarını kahramanca bazılarını ise değersiz bulduğumuz bir inceleme konusudur. Yaşadığımız çağda bazen kişinin sağladığı başarı onun ‘süper kahraman’ olarak tanımlanmasına neden olmaktadır. Bazen yaşadığı trajedi içindeki mücadele gücü, bazen bir feci kaza ya da hastalık esnasında yaptıkları ortalama bir insanı kahraman yapabilir. Onu kahramanlığa taşıyan trajediyi zafere taşıyan bu kişiye olan bizim hayranlığımız, sevgimiz ve saygımız ile ödüllendirme duygumuzdur5. 

Başarılı olan ve takdir ettiğimiz bu kişi ile duygusal bağ kahramanlığı yaşatır ve bizlere yol gösterir. Tarih boyunca bu kahramanlar bizi içinde bulun duğumuz zor durumlardan kurtaran güçlü savaşçılar oldu. Toplumun ve kültürümüzün güçlü savunucuları da kahramanlık unvanı aldı. Her şeyini ülke topraklarının savunulmasına ya da kutsal değerlerin geliştirilme sine adayan büyük askerler bizim kahramanlarımız oldu. Kahramanlar, sizlerin varlığını ve değerlerini tehdit ederek kontrol altına almak isteyen kötü güçlerden koruyan ve özgür kılan, hayatlarını bu amaca adamış kişilerdir. Ordular, bu amaç için bir araya gelmiş müşterek bir kahramanlık kuvvetidir. Bizim için savaşan bu kişiler doğrudan kahramanlık onuru kazanır. Bazen onların arasından bir kişi tek başına kahraman olarak anılır. Çünkü cesareti ve yaptıkları ile tüm toplumun gözünde özel bir yere sahip olmuş, minnettarlık duyulan kişidir. Kendimizi o kişi ile özdeşleştiririz. Gerçek kahraman, doğru ve haklı olduğunu düşündüğünü yaparken, bir 
gün kahraman olarak anılacağını aklından geçirmez. O çok basitçe kendi milletinin iyiliğini kendinden önce ve üstün görür. Bu kahramanlara ihtiyacımız var çünkü bizlerin özgürlüğünü onlar sağlamış, göz göre göre düşman mermilerine ve silahlarına karşı durmuş, düşmanı yenmek için canını vermeye göze almıştır. 

 Kahramanlar, yüzyıllarca çeşitli şekillerde ve ölçeklerde ortaya çıkmışlardır. Çoğu bizim gibi sıradan insanlar olarak yaşadı. Çocuklarını yangından kurtaran bir anne gibi bunu içgüdü ile yapanlar da oldu. Aslında bütün hayatları boyunca kendilerini çocuklarının büyümesine ve iyiliğine adayan kadınlarımız zaten birer kahraman değil mi? Gerçek bir kahraman yaptıklarını daha sonra takdir edilmek ve kendine bir çıkar sağlamak için yapmaz. Cesaret ve kararları ile düşmanları yenen ya da başarı sağlayan kahramanlar ortalama bir toplum içinde çok fazla değildir. Bunlar açıkça ölümü göze alarak, zafere giden yolda ihtiyaç duyulan karakterlerdir. Kanserle mücadelesinde sebat ve cesaret gösteren biri de kahramandır. 
Bu mücadelesi diğerlerine örnek olur, onunla bütünleşiriz, bağlantı kurarız. 

 Savaş ve Kahraman.. 

Savaş, bir toplumun üyelerinin başka bir toplumun üyelerine karşı ölümcül şiddet uygulaması ve öldürmenin rasyonel sona ulaşmak için yasal bir araç olduğu süreçtir. Her savaşta ölmeye ve kendinden vazgeçmeye ve öldürmeye hazır olmak başarının tek ve en önemli etkenini temsil eder. Savaş öncesi yapılan planlara göre; hava kuvvetleri ve topçu zaten düşmanı siz gitmeden düşmanı yok edecek, siz de elinizi kolunuzu sallaya sallaya hedefe gideceksinizdir. Birlikte ilerlerken hedefi nasıl ateş altına alacağınız, birbirinizi nasıl destekleyeceğiniz, biri koşarken diğerinin onun hedefine de ateş etmesi öğretilir. Çatışmaya yaklaştıkça mermi seslerini ve hızla ilerlemeye çalışan araçların gürültülerini duymaya başlarız. 
Etrafımızı saran boşluk büyür ve bizi yöneten askeri teşkilatın etkisi azalır. Büyük çoğunlukla yolunu kaybedersin, ne yapacağını bilemezsin, kaybolanlar birbirine yolunu sorar, henüz ateş açılmamıştır ama neden ateş edilmediğini merak edersin. Kendimizi kendi sonumuzu tahmin etmeye çalışırken buluruz. Kafalar boşalır, ağzımız kurur, geçmiş ve gelecek kaybolur, neden ve ne için soruları yok olur, beden ve beyin yaşama için gerekli olan mutlak konsantrasyonu sağlamak için mücadele eder6. Çatışmalar, bazı insanlar başkalarının hayatlarını alırlarken kendi hayatlarını riske attıkları noktadan devam eder. Savaşan kişi her şeyini riske attığından ne için mücadele ediyor olursa olsun o şey kendi kanından daha değerli görünür. Tanrı, ülke, ulus, ırk, sınıf, adalet, şeref, bağımsızlık, eşitlik, kardeşlik, insanların canlarını vermek için hazır oldukları konulardır. Savaştaki insanlar ve birlikler yavaş yavaş değil yüksek olasılıkla 
aniden ve feci bir ölüm tehlikesi ile karşı karşıyadır. Komutanlar, karargâh, sıhhiyeciler, din adamları ve diğer komuta personeli hem savaşın gelişimi hem de korku, disiplin, moral gibi faktörlerin sürekli değiştiği bir stres ortamında bir yandan düşmana karşı uygun fırsatları yakalamak diğer yandan kendi kuvvetlerinin kitlesel olarak çöküşüne neden olacak bir etkiye 
maruz kalmasını önlemek için uyanık olmak zorundadır. Morali ve etkinliği uzun sürede zirvede tutmak mümkün değildir. Tek yol kendini ve birliğini korkunç bir sondan kurtarmak için savaşa odaklanmak ve bir an önce kazanmaktır. Savaş bir belirsizlik trendi içinde gelişir ve mücadelenin sonucunun kesin olduğu bir yerde bir tarafın savaşmaktan vazgeçmesi ya da karşı koyamaması ile durma noktasına gelir. 

Şimdi İkinci Dünya Savaşı’nda Normandiya Çıkarması’na katılmış bir askerin yaşadıklarını hatırlayalım. Normandiya Çıkarması’nın başladığı 5-6 Haziran 1944 gecesi (D-Günü) gemiler karaya yanaşmaktadır. Kötü hava koşulları nedeni ile harekât zaten bir gün geç başlamıştır ve o gün de hava çok kötüdür. Sabah 05.30’da Fransa’nın kuzey kıyılarındaki OMAHA çıkarma bölgesine karaya çıkacak Amerikan Piyade Tümeni askerleri gemilerden 
botlara alınmaya başlarlar. Karaya çıkanlar 300 m. ilerideki tepeleri ele geçirecek, sonra çıkanlar ise Alman gerisine inen paraşütçüler ile birleşecek tir. Dalgalar nedeni ile pek çok bot batar, batmayanlar Alman mayınlarına çarpar ya da topçu ateşi ile batırılırlar. Denizin üstü insan cesetleri ile kaplıdır. Geriye dönme şansları da yoktur. Amerikalı askerlerin, 06.30’da  karaya yakınlaştıklarında boğulan ve vurulan arkadaşlarının kanlarının kapladığı bu gibi sulardan sahile çıkmaya çalışırlar. Kıyıdan varabilenler yoğun Alman makineli tüfek ateşi ile karşılaşırlar. Amerikan askerleri darmadağın olmuş, birlik bütünlüğü kalmamış, herkes canını kurtarmakla meşguldür. Amerikan 1’inci Piyade Tümen Komutanı Samuel Fuller anılarında yaşanan o saatleri şöyle anlatacaktır7; “İhtiyacımız olan kahramanlar değil, tecrübe ve sezgi kabiliyeti idi. Vücudunuzu sağa kaydırırsanız vurulmazsınız, sola kaydırırsanız vurulursunuz, yani yaralı olarak bile hayatta kalmak için şansa ihtiyacımız vardır. Normandiya’da şansı olmayanların etleri parça parça toplandı. Askerler panik ve histeri (savaşma isteği) içindeydi, riski düşünmediler. Durum öyle kötü idi ki hiçbir akıllı insan o halde olmak istemezdi.” 

D-Günü iki yıldır planlanıyordu. 150 bin müttefik (İki Amerikan (1. ve 29. Piyade Tümeni), İki İngiliz ve Bir Kanada Tümeni) askerinin karşısında 40 bin Alman vardı. Bu askerlerin ilk çıkarma dalgasında bulunanların %90’ı kıyıdan 300 m. ilerideki ilk tepeleri alamadan öldü. Çıkarma için en iyiler seçilmiş ve çok sıkı ve uzun bir eğitimden geçmişlerdi. Aylarca eğitim yapmış, en iyi grup askerler daha ilk dalgada gemiden inerken dalgalar arasında ölmüşlerdi. O gün Normandiya sahillerinde 4.000’den fazla Amerikan askeri öldü. Sağ kalanlardan biri de 19 yaşındaki Harold Baumgarten idi. Hikâyesini kendi sözleri ile aktaralım; “Gece boyunca gemide deniz tutmuştu. Botta bulunan takımımız 30 kişi idi. Bottan iner inmez Alman makineli tüfek atışı altında kaldık. Kumlara vardığımızda yanımda bir topçu mermisi patladı ve bir şarapnel parçası yanağımda bir delik açtı. Bandaj yapıldıktan sonra topçu mermisi ile başından vurulan başka bir askere yardım ettim. O gece ileriye doğru ilerlemeye çalışırken çenemden vuruldum. Bana verilen morfinle uykuya daldım. Altı ölü arkadaşımın içinde yatarken savaşı kaybettiğimizi düşünüyordum. O gün botta olan 30 kişiden ben dâhil iki kişi sağ kaldı. Alman askerleri, ölü Amerikalıların cebinden sigara arıyordu8.” Baumgarten, ikinci gün sıhhiyeciler onu taşırken dizinden vuruldu. Almanlar beş defa vurdukları ve 
arkadaşlarının arasında baygın yatan Baumgarten’i her seferinde öldü sanmışlardı. Baumgarten, savaş sonrasında 40 yıl doktorluk yaptı. 

 Tarih kitapları genellikle yazıldığı ülkenin savaşları ve kahramanlıkları, ‘öteki’ olan düşmanın ise ne kadar kalleş ve korkak olduğu üzerine kuruludur. Savaş filmleri de galiplerin kahramanlığı, yenilenlerin ne kadar aşağılık olduğu üzerine kurgulanmıştır. Ancak savaş kaybedilmişse o zaman düşman kutsallaştırılır, ne kadar güçlü olduğu kutsanır. Varmak istediğimiz nokta savaşın kötü, kahramanların sahte olduğu sonucu değildir. Tam aksine savaşlar düğüm olmuş sorunların tek çözüm kaynağıdır ve ancak, savaşlar sayesinde devrimsel yeni bir düzen kurulur. Anlatmaya çalıştığımız kahramanlığın kolay bir iş olmadığı ve genellikle tesadüflere dayandığı, ancak görünen kahramanlar kadar hatta onlardan çok meçhul askerlere duymamız gereken saygıdır. Kahramanlar bizim yarattığımız, bizim bir hikâye yaratmamız için gerekli olan kişiler, ülkeleri için savaşıp, arkadaşları için ölenlerdir. Bu kişiler tıpkı babalarınız ya da ağabeyleriniz gibi idi. Kahramanlar kendilerinden bahsedilmesinden hoşlanmaz, çünkü yapılması gerekeni yapmışlardır, onlar için özel bir şey olmamıştır. Onlar bilinenlerden çok daha büyük kahramanlıklar yapmış, savaşmış, ya da çok korkmuş, saklanmış, hatta teslim olmuş olabilir ama hepsi bu zafere varlıkları ile bir şekilde katkıda bulunmuştur. 

Gerçek kahramanlar hala daha geride olanlar, öne çıkmayanlar yani şehit olanlardır. Bombaların üzerine atlayanlar, makineli tüfek yuvasına sızarken vurulanlar ya da arkadaşlarını mutlak ölümden kurtaranlardır. Yaralandıktan sonra kritik dakikalar başlar, sizi bulmaları, haber vermeleri, ilk müdahale nin yapılması, şanslı ise helikopterin gelmesi saatleri bulabilir. 

Gerçek kahramanları saygı göstermek için onların uğruna savaştığı şeylerin kıymetini bilmeli, sahip çıkmalıyız. Bugün de ülkemizin toprak bütünlüğünün savunulmasında canlarını seve seve feda etmeye hazır gençlerimiz kahramanlara verdiğimiz değer ile daha çok güç bulacaklardır. 

 Türk Tarihinde Kahraman.. 

Türklerin bilinen ortalama 5000 yıllık tarihinin tamamına yakını sıcak savaşlarla geçmiştir. Bu uzun süre içerisinde, Avrupa ve Batı tarihçilerinin daha sonra adını koydukları strateji ve taktik esasların, Türkler tarafından başarı ile uygulandığı ve hemen her defasında, düşmanla arasında kuvvet (sayı) bakımından aleyhine büyük dengesizlikler olmasına rağmen, büyük zaferler kazandığı görülmektedir. Kısaca strateji sanatı örnekleri Türk savaş tarihinde de pek çok örneğe ve kahramanlık abidesine sahiptir. Milletlerin tarihlerine şan ve şeref örnekleri veren kahramanlık için çeşitli düşünce ve yorumlar vardır. Bu düşüncelerde çok kere cesaret ile kahramanlık karıştırılmış ve karıştırılmaktadır. Cesaret, insanda sadece manevi bir kuvvet, kahramanlık ise fazilettir. Daha sonra anlatacağımız Carl Gustav Jung’ın teorisinde de göreceğimiz gibi kahramanlık ruhu kişiye neslinden intikal eder. Bir millet yapısı itibariyle kahraman değilse, içinden çıkacak birkaç yiğitle dünya üzerinde özgür yaşamak imkânını bulamaz veya özgürlüğü her savaşta tehlikeye girer. Buna karşı bir milletin cephede savaşan evlatları dünyayı hayretler içinde bırakan kahramanlıklar yaratmışsa hiç şüphe yok ki o milletin yalnız cephede savaşan erleri değil anneleri, okul çağındaki evlatları ve ak saçlı ihtiyarları, sonuç olarak bütünü kahramandır. Bütünü kahraman olan bir milletin fertlerini ismen ayırt 
etmek, kahramanlıklarını sayabilmek ise imkânsızdır. İşte onların hepsini bir tek adla bağrına basmak için Türk milleti, adları ayırt edilemeyen evlatları nın hepsine birden bir sevgi, kendisini savaş alanlarında tanıyan düşmanları ise bir saygı nişanesi olarak “Mehmetçik” demiştir. Mehmetçik, bütün Türk ordusunun simgesidir. Mehmetçik bir isim değil bir fikirdir, bir amaçtır. Hâlihazırda, şehitlik için kabul edilen ve askeri yayınlarda yer alan açıklamaya göre; vatan ve millet için hayatını kaybeden herkes şehit olarak kabul edilmektedir. Şehitlik Türk askerlerini vatanları için çarpışmaya yöneltmekte çok büyük önem taşır. Türklere ayrıca sancak için ölmenin de şehitlik getireceği öğretilmiştir9. Bunların ilkinde yer alan vatan ve onun 
üzerinde yaşayan milleti savunmak İslam dininin kutsal saydığı değerlerdir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

24 Ocak 2018 Çarşamba

Osmanlı'yı Bölen Gizli Harita ve ANLAŞMA (Sykes - Picot Haritası)

Osmanlı'yı Bölen Gizli Harita ve ANLAŞMA (Sykes - Picot Haritası)




1916   yılında cetvelle çizilen bu haritanın sancısını Ortadoğu hala yaşıyor.   Araplar gizli anlaşmayla çizilen bu haritadan habersiz İngiliz ve   Fransızlar'ın bağımsızlık vaatleri ile Osmanlı'ya karşı isyan etmişti.

1916 yılında Sykes - Picot haritası bugün Ortadoğu'nun yaşadığı cehennemin hazırlayıcısıydı.


IŞİD ile birlikte Irak şimdi 3 parçaya bölünmek üzere. ABD tezlerine göre Suriye'den ise 4 ayrı devlet çıkacak.

Arap Baharı ile savrulan Ortadoğu'da sınırlar yeniden şekillenirken, bugünkü cehennemi yaratan İngiltere ve Fransa'nın 1. Dünya savaşında masa başında hazırladıkları gizli haritasıydı.

20'inci yüzyılda yağlı kalemle çizilen Sykes Picot haritası, Ortadoğu'nun bugün yaşadığı kaosun başlıca sebebi.

İngiliz ve Fransızların 100 yıllık planlarına dair hırslarını ve çılgınlıklarını gösteren harita, bölgenin cetvelle çizilip gizli anlaşmayla bölünmesine sebep olmuştu.

Ortadoğu'nun bugünkü haritası İngiltere hükümetini temsil eden Mark Sykes ve Fransa hükümetini temsil eden Francois Georges-Picot tarafından 1916 yılında çizildi.

Sykes ve Picot sömürge imparatorluğunun yetiştirdiği kişilerdi ve Osmanlı topraklarındaki bu bölgenin Avrupa imparatorluğu altında daha iyi koşullarda olabileceğine inanan aristokratlardı. Her ikisi de Orta Doğu'ya dair derin bilgilere sahipti.

Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı karmaşanın ortasında alelacele yürüttükleri müzakerelerde varılan anlaşmanın prensipleri bugün hala Orta Doğu'yu etkiliyor.

Sykes-Picot'un düz çizgileri, 20. yüzyılın ilk yarısında İngiltere ve Fransa'ya önemli ölçüde yardımcı olsa da, bu çizgilerin bölge halkına etkisi çok daha farklı oldu.

GİZLİ ANLAŞMAYLA BU HALE GETİRDİLER

İki kişinin çizdiği bu harita, 16'ıncı yüzyılın başından beri Osmanlı idaresinde olan toprakları parçalayıp yeni ülkelere böldü ve siyasi oluşumları iki etki alanına dâhil etti:

*Irak, günümüzde Ürdün'ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngiltere etkisine
*Suriye ve Lübnan da Fransız etkisine girdi

ARAPLARA BAĞIMSIZLIK SÖZÜ VERİP KANDIRDILAR

Sykes-Picot Antlaşması'yla oluşan yeni jeopolitik düzende üç farklı sorun ortaya çıktı. İlk olarak, Arapların bilgisi dışında gizlice varılan bir antlaşmaydı. Ve, İngiltere'nin 1910'lu yıllarda Araplara, Osmanlılara karşı ayaklanırlarsa ve Osmanlı İmparatorluğu çökerse, bağımsızlıklarına kavuşacakları yönünde verdikleri sözü de boşa çıkarmış oldu.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu bağımsızlık gerçekleşmedi. Bu sömürgeci güçler 1920'li, 30'lu ve 40'lı yıllarda Arap dünyasındaki nüfuzlarını kullanmaya devam edince, Kuzey Afrika ve Akdeniz'in doğusundaki Arap siyaseti yönünü, (Mısır, Suriye ve Irak'ın 20'inci yüzyılın son 10 yılında tanık olduğu gibi) liberal anayasal yönetim inşasından, asıl amacı sömürgecilerden ve sömürgeci sistemden kurtulmaya çalışan milliyetçiliğe çevirdi.

Birçok Arap ülkesinde 1950'lerden 2011'deki Arap isyanlarına kadar olan süreçte askeri rejimlerin yükselmesindeki kilit faktör de buydu.

MEZHEP HARİTASI ONLARIN ESERİ








İkinci sorun da, haritada düz çizgi çizme eğiliminde yatıyor. Sykes-Picot, Levant'ı mezhepler temelinde bölme eğilimindeydi:


*Lübnan, başta Maruniler olmak üzere, Hristiyanlar ve Dürziler için sığınacak bir liman olarak öngörülmüştü
*Filistin'de büyük oranda Yahudiler de yaşıyordu
*Her iki ülkenin sınır bölgesindeki Beka Vadisi Şii Müslümanlara bırakılmıştı
*Bölgede en büyük mezhepsel demografiye sahip Suriye'de de Sünni Müslümanlar vardı.

ESAD, SADDAM VE KADDAFİ SONRASI

Arap dünyasının güçlü liderleri, Levant'ta Hafız Esad ve Saddam Hüseyin, Kuzey Afrika'da da Albay Muammer Kaddafi gibi, 1980'li ve 1990'lı yıllarda farklılıkları, sıklıkla gaddarlık ve zulümle bastırdı. Fakat bu farklılıkların tırmandırdığı gerilimler ve hırslar ne kayboldu, ne de hafifledi.

Bu ülkelerde, ilk başta güçlü liderlerin yok olması, daha sonra da bazı Arap cumhuriyetlerinin, küçük grupların ekonomik çıkarları tarafından kontrol edilen kalıtımsal derebeyliklerine dönüşmesi ve son olarak da 2011'deki isyanlarla eski ihtilaflar, hayal kırıklıkları ve yıllar boyunca gizlenen umutlar tekrar gün yüzüne çıktı.

ARAP BAHARI VE BOP, HARİTASI




Son kırk yılda, Arap dünyasının Nüfusu ikiye katlandı ve 330 milyonu aştı. Nüfusun üçte ikisi de 35 yaşın altında.

Bu kuşak, hiçbir katkıları olmamasına rağmen keskin sosyo-ekonomik ve siyasi sorunların miras bırakıldığı bir kuşak. Eğitim kalitesinden, istihdama, ekonomik beklentilerden geleceğe yönelik algıya kadar, tüm bu sorunların doğurduğu sonuçları da yaşayan bir kuşak.

2011'de başlayan Arap isyanları da, bu kuşağın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan devlet düzeninin sonuçlarını değiştirme teşebbüsüydü.

Orta Doğu'nun yaşadığı bu mevcut değişim, daha iyi bir gelecek arayan yeni bir kuşağa ve bölgeyi seneler boyu büyük bir kaosun içine sürükleyebilecek bir tehlikeye de işaret ediyor.

https://www.topragizbiz.com/showthread.php/2530-osmanliyi-bolen-gizli-harita-sykes-picot-haritasi


*** 

20 Ocak 2018 Cumartesi

OSMAN PAMUKOĞLU'NA ASKERİ YASAK

OSMAN PAMUKOĞLU'NA ASKERİ YASAK
Devletin tepesindeki orgeneral rütbesindeki Genel Kurmay Başkanı nelere uğraşıyor bakar mısınız?
Bunlar tıpkı kendilerini arkalayan RTE ve şürekası gibi devleti babalarının malı, mülkü zannediyor.
Adam sanki kesesinden bahşiş verirmiş gibi, hak olan devlet imkanlarını azatıyor, artırıyor.
Adamına göre muamele yapıyor.
Rezilliktir bunlar.


Oraj POYRAZ
(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
         



OSMAN PAMUKOĞLU'NA ASKERİ YASAK

AutoResizeImage.https://odatv.com/images/2018_01/2018_01_19/osman-pamukogluna-askeri-yasak-1901181200_m2.jpg


Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun askeri tesislere girişi yasaklandı.

19.01.2018
Hükümete muhalif görüşleriyle bilinen ve Güneydoğu'da uzun yıllar görev yapan Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun askeri tesislere girişi yasaklandı. Sözcü yazarı Yılmaz Özdil'in iddiasına göre yasağı koyan kişi Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar. Özdil Pamukoğlu'nun emekli olduktan sonra ilk kez geçtiğimiz günlerde askeri tesise gittiğini ve yasağın bu şekilde ortaya çıktığını yazdı.
Özdil yaşananları şöyle aktardı:
"Önceki gün...
Değerli eşi hanımefendi kendisi gibi bazı komutan eşi arkadaşlarıyla birlikte Ankara'da bir askeri sosyal tesiste buluşacaklardı. Osman Pamukoğlu "yolumun üstünde ben götüreyim" dedi aracıyla askeri sosyal tesisin nizamiyesine geldiler eşinin girişi için kendi kimlik kartını çıkardı bariyerde görevli astsubaya uzattı. Osman Pamukoğlu girmeyecekti sadece eşine kolaylık olsun diye aracından inmiş ve kendi kimlik kartını uzatmıştı. Bariyer açılacak hanımefendi geçecek Osman Pamukoğlu aracına binerek randevusuna gidecekti.
Ama bir tuhaflık vardı...
Kapıda görevli astsubaylar kartı makineye sokuyor kendi aralannda mırıl mırıl konuşuyor bariyer açılmıyordu.
Pamukoğlu "hayrola oğlum?" diye sordu.
Astsubayların utançtan yüzü kızarmıştı komutanın gözüne bakamıyor cevap veremiyorlardı.
"Hayrola?" diye bastırınca esas duruşta yere bakarak utana sıkıla cevap vermek zorunda kaldılar.
"Bu kartın sahibi askeri sosyal tesislere giremez" ibaresi çıkıyordu!
Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en gurur duyulan generallerinden vatanını seven herkes tarafından efsane olarak anılan komutan Osman Pamukoğlu'nun askeri sosyal tesislere girmesi yasaklanmıştı!
Hulusi efendi tarafından yönetilen genelkurmay aklınca Osman Pamukoğlu'nu cezalandırmıştı. Osman Pamukoğlu nu kendileri gibi zannettikleri için "askeri sosyal tesislere sokmayalım aklı başına gelsin" diye düşünmüşlerdi. "
Odatv.com



***