25 Ocak 2018 Perşembe

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 1

Savaş ve Kahramanlık üzerine.. Kimler Kahraman olabilir? BÖLÜM 1

Prof.Dr.Sait Yılmaz 

25 Ocak 2018 

 Giriş 

 Afrin bölgesindeki Zeytin Dalı Harekâtı ile Türk milletinin genç askerlerinin yeni bir kahramanlık destanı yazdığı günlerde yaşamaktayız. Pek çok yeni kahraman ortaya çıkarken, pek çoğu da isimsiz ya da bilinmeyen kahraman olarak tarihe geçecek. ‘Kahraman’ denilince 
genellikle ülkesi için büyük bir cesaretle savaşmış ve bu uğurda canını vermeye göze almış kişi akla gelir. Ancak, ‘kahraman’ sıfatı sadece savaş alanında kazanılmaz. Yavrularını korumak için kocaman bir sokak köpeğine saldıran bir anne kedi de kahramandır. Ya da engelli olmasına rağmen çalışması, cesaret ve azmi ile topluma örnek olan biri de. Sabrederek, birlik ve beraberlik göstererek, dayanışma içinde evlatlarını şehit verip, ülkesini belalardan kurtaran bir millet de kahramandır. Bu makaleyi yazmaya beni iten II. Dünya Savaşı’nın öne çıkan Amerikalı generallerinden George S. Patton’ın bir sözü oldu. Patton’ın otobiyografisini okurken askerlerine şöyle bir hitapta bulunduğuna rastladım; 

“Hiç kimse ülkesi uğruna ölerek savaşı kazanmamıştır, savaşı ancak (Düşman tarafındaki) başka aptalların ölmesini sağlayarak kazanabilir  siniz1”. 

Bu söz sanki klasik kahramanlık anlayışımıza meydan okuyor gibiydi. Patton, askerlerinden ülkeleri uğruna ölmelerini değil kendilerinden daha aptal olanları öldürmelerini istiyordu. Savaştan askerler daha çok nefret eder, çünkü kazanılsa da bile neler olacağını daha iyi bilirler. 
Bu yüzden bizzat Atatürk; “..Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır.. 

Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” demiştir2. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında savaşların koşulları kadar askerlik anlayışı da değişti. Dolayısı ile savaş ve kahramanlık anlayışına yeniden bir göz atmamız gerekiyor. Öte yandan literatür taraması yaparken bu tür çalışmaların ‘sosyal psikoloji’ alanında ele alındığını ve kimin, nasıl 
kahraman olabileceği ile ilgili önemli çalışmalara ve kahramanlık eğitimi verildiğine rastladım. 

Hatta bazıları kahramanlığın değil anti-kahramanlığın daha iyi olduğunu gerekçeleri ile sıralıyorlar. Son yıllarda gittikçe daha kasvetli bir siyasi gündeme sahip olan ülkemizde ise Atatürk gibi bir kahraman beklentisinin artması makaleyi daha da anlamlı getiriyor. Bu makalede, öncelikle kahraman kimdir ve savaş kahramanlığı üzerinde durduktan sonra nasıl 
kahraman olunabileceğinin esaslarını ortaya koymaya çalışacağız. Böylece kendinizi de kahraman olma şansınız konusunda test etmiş olacaksınız. 

 Kahraman Kimdir? 

 Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, kahraman3; 

 1. Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren (kimse), alp, yiğit, 

 2. Bir olayda önemli yeri olan kimse (Son golün kahramanı..) 

 3. Roman, hikâye, tiyatro vb. edebiyat türlerinde en önemli kişi (Filmin kahramanı..) anlamlarına gelmektedir. 

 Burada kahraman ve yiğit kavramlarını aynı anlamda olmadığını vurgulamalıyız. 
‘Kahraman’ bir olaydaki yeri en önemli olandır. ‘Yiğitlik’, ‘cesaret ve yüreklilikle’ tarif edilir. 
‘Kahraman’ ise, ‘savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlılık gösteren kimseye’ denir. Bir savaşın, bir olayın, bir romanın, filmin, hatta bir ekonomik sektörün ‘kahraman’ı olur, ‘yiğit’i olmaz. ‘Kahraman’ üstün güç ima eder, ‘büyük’, ‘en büyük’ gibi sıfatlarla derecelendirilebilir. 
‘Büyük yiğit’ ya da ‘en büyük yiğit’ gibi tamlamalara rastlanmaz. İnsanlar, ‘kahramanlaşabilir’, ‘ kahramanlaştırılabilir’ler ama ‘yiğitleşmez’, ‘yiğitleştirilemez’ler. ‘Kahramanlık’ zorlama, acımasızlık kaldırır, ‘yiğitlik’ kaldırmaz. Bir ‘yiğit’in varoluşunda ‘kahramanlık’, gerekli ama yetersiz bir haslettir. 

Oxford ve Cambridge sözlüklerinde ise kahraman için şu tanımlar yapılmaktadır4; 


 1. Cesaret isteyen fiilleri veya asil karakteri ile öne çıkan kimse. (Boğulmakta olan bir çocuğu kurtaran kişi), 

 2. Diğerlerinin gözünde özel başarıları, yetenekleri veya kişisel özellikleri ile rol model veya ideal olarak görülen kişi. (Atatürk..), 

 3. Bir hikâye, oyun, film vb. içinde ana erkek karakter. 

 Bu tanımların hiçbiri savaştaki kahramanı tam olarak karşılamamaktadır. Barış zamanı kahramanları da kişisel kayıpları ne olursa olsun engeller veya rakipleri karşısında cesaret gösteren, onurunu muhafaza eden, başkalarını harekete geçiren, insanlığa hizmet edebilen kişi, kişiler, halk hatta millettir. Böyle bir kahraman; diğerleri (ülkesi, arkadaşları, ailesi) için kişisel 
sonuçlarını (canını kaybetmek dâhil) göze alarak, cesaretle engellerin üstesinden gelmeye çalışan kimsedir. Kurtuluş Savaşı’na liderlik eden Atatürk ve arkadaşları kadar onların izinde evlatlarını savaşa gönderen, yokluklara tahammül ederken varını yoğunu ülkesine hasreden, 
birlik ve beraberlik gösteren Türk halkı da kahramandır. 

Tabii ki kahraman sadece savaşta ortaya çıkmaz. Bugünün kahramanları savaş meydanlarından çok spor sahalarından, sinemadan ve müzik yıldızlarından çıkıyor. Çoğu durumlarda “kahraman”, “ana karakter” ve “film / roman / hikâye kahramanı” aynı kişilerdir. Sinemada onları seyrederken asil, cesaretli ya da yetenekli olması çok önemli değildir, siz onun 
kazanmasını beklersiniz. Ana karakter, hikâyenin etrafında döndüğü kişidir. Roman ya da hikâye kahramanı ise olaylar geliştikçe yeni şeyler öğrenen ve sonunda keşfettiği başka bir yere varan kişidir. 

 Geniş anlamı ile kahraman, davranışları ve kararları etik ya da duygusal olarak övgüye değer görülen kişidir. Bazen aynı tür davranışları takdir etmeyebiliriz bazen de abartabiliriz. Söz konusu bağlantılar içinde kurduğumuz duygusal bağlar ve bulunulan zaman ya da çağ bu 
yargıda etkili olabilir. Bununla beraber neden aynı tür davranışların bazılarını kahramanca bazılarını ise değersiz bulduğumuz bir inceleme konusudur. Yaşadığımız çağda bazen kişinin sağladığı başarı onun ‘süper kahraman’ olarak tanımlanmasına neden olmaktadır. Bazen yaşadığı trajedi içindeki mücadele gücü, bazen bir feci kaza ya da hastalık esnasında yaptıkları ortalama bir insanı kahraman yapabilir. Onu kahramanlığa taşıyan trajediyi zafere taşıyan bu kişiye olan bizim hayranlığımız, sevgimiz ve saygımız ile ödüllendirme duygumuzdur5. 

Başarılı olan ve takdir ettiğimiz bu kişi ile duygusal bağ kahramanlığı yaşatır ve bizlere yol gösterir. Tarih boyunca bu kahramanlar bizi içinde bulun duğumuz zor durumlardan kurtaran güçlü savaşçılar oldu. Toplumun ve kültürümüzün güçlü savunucuları da kahramanlık unvanı aldı. Her şeyini ülke topraklarının savunulmasına ya da kutsal değerlerin geliştirilme sine adayan büyük askerler bizim kahramanlarımız oldu. Kahramanlar, sizlerin varlığını ve değerlerini tehdit ederek kontrol altına almak isteyen kötü güçlerden koruyan ve özgür kılan, hayatlarını bu amaca adamış kişilerdir. Ordular, bu amaç için bir araya gelmiş müşterek bir kahramanlık kuvvetidir. Bizim için savaşan bu kişiler doğrudan kahramanlık onuru kazanır. Bazen onların arasından bir kişi tek başına kahraman olarak anılır. Çünkü cesareti ve yaptıkları ile tüm toplumun gözünde özel bir yere sahip olmuş, minnettarlık duyulan kişidir. Kendimizi o kişi ile özdeşleştiririz. Gerçek kahraman, doğru ve haklı olduğunu düşündüğünü yaparken, bir 
gün kahraman olarak anılacağını aklından geçirmez. O çok basitçe kendi milletinin iyiliğini kendinden önce ve üstün görür. Bu kahramanlara ihtiyacımız var çünkü bizlerin özgürlüğünü onlar sağlamış, göz göre göre düşman mermilerine ve silahlarına karşı durmuş, düşmanı yenmek için canını vermeye göze almıştır. 

 Kahramanlar, yüzyıllarca çeşitli şekillerde ve ölçeklerde ortaya çıkmışlardır. Çoğu bizim gibi sıradan insanlar olarak yaşadı. Çocuklarını yangından kurtaran bir anne gibi bunu içgüdü ile yapanlar da oldu. Aslında bütün hayatları boyunca kendilerini çocuklarının büyümesine ve iyiliğine adayan kadınlarımız zaten birer kahraman değil mi? Gerçek bir kahraman yaptıklarını daha sonra takdir edilmek ve kendine bir çıkar sağlamak için yapmaz. Cesaret ve kararları ile düşmanları yenen ya da başarı sağlayan kahramanlar ortalama bir toplum içinde çok fazla değildir. Bunlar açıkça ölümü göze alarak, zafere giden yolda ihtiyaç duyulan karakterlerdir. Kanserle mücadelesinde sebat ve cesaret gösteren biri de kahramandır. 
Bu mücadelesi diğerlerine örnek olur, onunla bütünleşiriz, bağlantı kurarız. 

 Savaş ve Kahraman.. 

Savaş, bir toplumun üyelerinin başka bir toplumun üyelerine karşı ölümcül şiddet uygulaması ve öldürmenin rasyonel sona ulaşmak için yasal bir araç olduğu süreçtir. Her savaşta ölmeye ve kendinden vazgeçmeye ve öldürmeye hazır olmak başarının tek ve en önemli etkenini temsil eder. Savaş öncesi yapılan planlara göre; hava kuvvetleri ve topçu zaten düşmanı siz gitmeden düşmanı yok edecek, siz de elinizi kolunuzu sallaya sallaya hedefe gideceksinizdir. Birlikte ilerlerken hedefi nasıl ateş altına alacağınız, birbirinizi nasıl destekleyeceğiniz, biri koşarken diğerinin onun hedefine de ateş etmesi öğretilir. Çatışmaya yaklaştıkça mermi seslerini ve hızla ilerlemeye çalışan araçların gürültülerini duymaya başlarız. 
Etrafımızı saran boşluk büyür ve bizi yöneten askeri teşkilatın etkisi azalır. Büyük çoğunlukla yolunu kaybedersin, ne yapacağını bilemezsin, kaybolanlar birbirine yolunu sorar, henüz ateş açılmamıştır ama neden ateş edilmediğini merak edersin. Kendimizi kendi sonumuzu tahmin etmeye çalışırken buluruz. Kafalar boşalır, ağzımız kurur, geçmiş ve gelecek kaybolur, neden ve ne için soruları yok olur, beden ve beyin yaşama için gerekli olan mutlak konsantrasyonu sağlamak için mücadele eder6. Çatışmalar, bazı insanlar başkalarının hayatlarını alırlarken kendi hayatlarını riske attıkları noktadan devam eder. Savaşan kişi her şeyini riske attığından ne için mücadele ediyor olursa olsun o şey kendi kanından daha değerli görünür. Tanrı, ülke, ulus, ırk, sınıf, adalet, şeref, bağımsızlık, eşitlik, kardeşlik, insanların canlarını vermek için hazır oldukları konulardır. Savaştaki insanlar ve birlikler yavaş yavaş değil yüksek olasılıkla 
aniden ve feci bir ölüm tehlikesi ile karşı karşıyadır. Komutanlar, karargâh, sıhhiyeciler, din adamları ve diğer komuta personeli hem savaşın gelişimi hem de korku, disiplin, moral gibi faktörlerin sürekli değiştiği bir stres ortamında bir yandan düşmana karşı uygun fırsatları yakalamak diğer yandan kendi kuvvetlerinin kitlesel olarak çöküşüne neden olacak bir etkiye 
maruz kalmasını önlemek için uyanık olmak zorundadır. Morali ve etkinliği uzun sürede zirvede tutmak mümkün değildir. Tek yol kendini ve birliğini korkunç bir sondan kurtarmak için savaşa odaklanmak ve bir an önce kazanmaktır. Savaş bir belirsizlik trendi içinde gelişir ve mücadelenin sonucunun kesin olduğu bir yerde bir tarafın savaşmaktan vazgeçmesi ya da karşı koyamaması ile durma noktasına gelir. 

Şimdi İkinci Dünya Savaşı’nda Normandiya Çıkarması’na katılmış bir askerin yaşadıklarını hatırlayalım. Normandiya Çıkarması’nın başladığı 5-6 Haziran 1944 gecesi (D-Günü) gemiler karaya yanaşmaktadır. Kötü hava koşulları nedeni ile harekât zaten bir gün geç başlamıştır ve o gün de hava çok kötüdür. Sabah 05.30’da Fransa’nın kuzey kıyılarındaki OMAHA çıkarma bölgesine karaya çıkacak Amerikan Piyade Tümeni askerleri gemilerden 
botlara alınmaya başlarlar. Karaya çıkanlar 300 m. ilerideki tepeleri ele geçirecek, sonra çıkanlar ise Alman gerisine inen paraşütçüler ile birleşecek tir. Dalgalar nedeni ile pek çok bot batar, batmayanlar Alman mayınlarına çarpar ya da topçu ateşi ile batırılırlar. Denizin üstü insan cesetleri ile kaplıdır. Geriye dönme şansları da yoktur. Amerikalı askerlerin, 06.30’da  karaya yakınlaştıklarında boğulan ve vurulan arkadaşlarının kanlarının kapladığı bu gibi sulardan sahile çıkmaya çalışırlar. Kıyıdan varabilenler yoğun Alman makineli tüfek ateşi ile karşılaşırlar. Amerikan askerleri darmadağın olmuş, birlik bütünlüğü kalmamış, herkes canını kurtarmakla meşguldür. Amerikan 1’inci Piyade Tümen Komutanı Samuel Fuller anılarında yaşanan o saatleri şöyle anlatacaktır7; “İhtiyacımız olan kahramanlar değil, tecrübe ve sezgi kabiliyeti idi. Vücudunuzu sağa kaydırırsanız vurulmazsınız, sola kaydırırsanız vurulursunuz, yani yaralı olarak bile hayatta kalmak için şansa ihtiyacımız vardır. Normandiya’da şansı olmayanların etleri parça parça toplandı. Askerler panik ve histeri (savaşma isteği) içindeydi, riski düşünmediler. Durum öyle kötü idi ki hiçbir akıllı insan o halde olmak istemezdi.” 

D-Günü iki yıldır planlanıyordu. 150 bin müttefik (İki Amerikan (1. ve 29. Piyade Tümeni), İki İngiliz ve Bir Kanada Tümeni) askerinin karşısında 40 bin Alman vardı. Bu askerlerin ilk çıkarma dalgasında bulunanların %90’ı kıyıdan 300 m. ilerideki ilk tepeleri alamadan öldü. Çıkarma için en iyiler seçilmiş ve çok sıkı ve uzun bir eğitimden geçmişlerdi. Aylarca eğitim yapmış, en iyi grup askerler daha ilk dalgada gemiden inerken dalgalar arasında ölmüşlerdi. O gün Normandiya sahillerinde 4.000’den fazla Amerikan askeri öldü. Sağ kalanlardan biri de 19 yaşındaki Harold Baumgarten idi. Hikâyesini kendi sözleri ile aktaralım; “Gece boyunca gemide deniz tutmuştu. Botta bulunan takımımız 30 kişi idi. Bottan iner inmez Alman makineli tüfek atışı altında kaldık. Kumlara vardığımızda yanımda bir topçu mermisi patladı ve bir şarapnel parçası yanağımda bir delik açtı. Bandaj yapıldıktan sonra topçu mermisi ile başından vurulan başka bir askere yardım ettim. O gece ileriye doğru ilerlemeye çalışırken çenemden vuruldum. Bana verilen morfinle uykuya daldım. Altı ölü arkadaşımın içinde yatarken savaşı kaybettiğimizi düşünüyordum. O gün botta olan 30 kişiden ben dâhil iki kişi sağ kaldı. Alman askerleri, ölü Amerikalıların cebinden sigara arıyordu8.” Baumgarten, ikinci gün sıhhiyeciler onu taşırken dizinden vuruldu. Almanlar beş defa vurdukları ve 
arkadaşlarının arasında baygın yatan Baumgarten’i her seferinde öldü sanmışlardı. Baumgarten, savaş sonrasında 40 yıl doktorluk yaptı. 

 Tarih kitapları genellikle yazıldığı ülkenin savaşları ve kahramanlıkları, ‘öteki’ olan düşmanın ise ne kadar kalleş ve korkak olduğu üzerine kuruludur. Savaş filmleri de galiplerin kahramanlığı, yenilenlerin ne kadar aşağılık olduğu üzerine kurgulanmıştır. Ancak savaş kaybedilmişse o zaman düşman kutsallaştırılır, ne kadar güçlü olduğu kutsanır. Varmak istediğimiz nokta savaşın kötü, kahramanların sahte olduğu sonucu değildir. Tam aksine savaşlar düğüm olmuş sorunların tek çözüm kaynağıdır ve ancak, savaşlar sayesinde devrimsel yeni bir düzen kurulur. Anlatmaya çalıştığımız kahramanlığın kolay bir iş olmadığı ve genellikle tesadüflere dayandığı, ancak görünen kahramanlar kadar hatta onlardan çok meçhul askerlere duymamız gereken saygıdır. Kahramanlar bizim yarattığımız, bizim bir hikâye yaratmamız için gerekli olan kişiler, ülkeleri için savaşıp, arkadaşları için ölenlerdir. Bu kişiler tıpkı babalarınız ya da ağabeyleriniz gibi idi. Kahramanlar kendilerinden bahsedilmesinden hoşlanmaz, çünkü yapılması gerekeni yapmışlardır, onlar için özel bir şey olmamıştır. Onlar bilinenlerden çok daha büyük kahramanlıklar yapmış, savaşmış, ya da çok korkmuş, saklanmış, hatta teslim olmuş olabilir ama hepsi bu zafere varlıkları ile bir şekilde katkıda bulunmuştur. 

Gerçek kahramanlar hala daha geride olanlar, öne çıkmayanlar yani şehit olanlardır. Bombaların üzerine atlayanlar, makineli tüfek yuvasına sızarken vurulanlar ya da arkadaşlarını mutlak ölümden kurtaranlardır. Yaralandıktan sonra kritik dakikalar başlar, sizi bulmaları, haber vermeleri, ilk müdahale nin yapılması, şanslı ise helikopterin gelmesi saatleri bulabilir. 

Gerçek kahramanları saygı göstermek için onların uğruna savaştığı şeylerin kıymetini bilmeli, sahip çıkmalıyız. Bugün de ülkemizin toprak bütünlüğünün savunulmasında canlarını seve seve feda etmeye hazır gençlerimiz kahramanlara verdiğimiz değer ile daha çok güç bulacaklardır. 

 Türk Tarihinde Kahraman.. 

Türklerin bilinen ortalama 5000 yıllık tarihinin tamamına yakını sıcak savaşlarla geçmiştir. Bu uzun süre içerisinde, Avrupa ve Batı tarihçilerinin daha sonra adını koydukları strateji ve taktik esasların, Türkler tarafından başarı ile uygulandığı ve hemen her defasında, düşmanla arasında kuvvet (sayı) bakımından aleyhine büyük dengesizlikler olmasına rağmen, büyük zaferler kazandığı görülmektedir. Kısaca strateji sanatı örnekleri Türk savaş tarihinde de pek çok örneğe ve kahramanlık abidesine sahiptir. Milletlerin tarihlerine şan ve şeref örnekleri veren kahramanlık için çeşitli düşünce ve yorumlar vardır. Bu düşüncelerde çok kere cesaret ile kahramanlık karıştırılmış ve karıştırılmaktadır. Cesaret, insanda sadece manevi bir kuvvet, kahramanlık ise fazilettir. Daha sonra anlatacağımız Carl Gustav Jung’ın teorisinde de göreceğimiz gibi kahramanlık ruhu kişiye neslinden intikal eder. Bir millet yapısı itibariyle kahraman değilse, içinden çıkacak birkaç yiğitle dünya üzerinde özgür yaşamak imkânını bulamaz veya özgürlüğü her savaşta tehlikeye girer. Buna karşı bir milletin cephede savaşan evlatları dünyayı hayretler içinde bırakan kahramanlıklar yaratmışsa hiç şüphe yok ki o milletin yalnız cephede savaşan erleri değil anneleri, okul çağındaki evlatları ve ak saçlı ihtiyarları, sonuç olarak bütünü kahramandır. Bütünü kahraman olan bir milletin fertlerini ismen ayırt 
etmek, kahramanlıklarını sayabilmek ise imkânsızdır. İşte onların hepsini bir tek adla bağrına basmak için Türk milleti, adları ayırt edilemeyen evlatları nın hepsine birden bir sevgi, kendisini savaş alanlarında tanıyan düşmanları ise bir saygı nişanesi olarak “Mehmetçik” demiştir. Mehmetçik, bütün Türk ordusunun simgesidir. Mehmetçik bir isim değil bir fikirdir, bir amaçtır. Hâlihazırda, şehitlik için kabul edilen ve askeri yayınlarda yer alan açıklamaya göre; vatan ve millet için hayatını kaybeden herkes şehit olarak kabul edilmektedir. Şehitlik Türk askerlerini vatanları için çarpışmaya yöneltmekte çok büyük önem taşır. Türklere ayrıca sancak için ölmenin de şehitlik getireceği öğretilmiştir9. Bunların ilkinde yer alan vatan ve onun 
üzerinde yaşayan milleti savunmak İslam dininin kutsal saydığı değerlerdir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder