24 Kasım 2017 Cuma

Kaya Petrolü ve Kaya Gazındaki Gelişmeler ABD'’ye Neler Getirecek?

Kaya Petrolü ve Kaya Gazındaki Gelişmeler ABD'’ye Neler Getirecek?












Petrol fiyatları 2008 yılında varil başına 147,7 dolara yükseldiğinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin petrol ve doğal gaz üretiminin uzun vadeli bir düşüşe geçeceği beklentisi oluşmuştu. Enerji arz güvenliği açısından, ABD’nin ithal petrole ve doğal gaza olan bağımlılığının artacağı tahmin edilmekteydi. Ancak bu tahmin, konvansiyonel olmayan petrol ve doğal gaz alanında devrim niteliğindeki gelişmeler sayesinde kökten değişmiştir. ABD, yatay sondaj ve hidrolik kırılma tekniklerinin bulunmasıyla birlikte enerjisi kısıtlı bir ülke olmaktan çıkmış, enerjide kendi kendine yeten bir ülkeye dönüşmüştür. ABD, 2013’te Rusya’yı da geride bırakmış ve dünyanın en büyük enerji üreticisi konumuna yükselmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) tahminlerine göre, Washington’ın yakın gelecekte Suudi Arabistan’ı geçerek dünyanın en büyük ham petrol üreticisi olması beklenmektedir.

Yatay sondaj ve hidrolik kırılma (yer altında kaya oluşumlarının içindeki petrol ve doğal gazın yüksek basınçla püskürtülen kum, kimyasallar ve su karışımıyla çıkarılması) tekniklerinin ilerlemesiyle birlikte, Amerika’nın ürettiği doğal gaz miktarı 2010 yılından bu yana yaklaşık yüzde 25 oranında artmıştır. Bu artış, ABD’nin Rusya’yı geride bırakarak dünyanın en büyük doğal gaz üreticisi konumuna gelmesini sağlamıştır. Dünyanın en büyük enerji üreticisi Amerika, 2014’ün ilk çeyreğinde günde 11 milyon varilin üzerinde ham petrol çıkarırken; Rusya’nın günlük üretimi 10,53 milyon varil, Suudi Arabistan’ınki ise 9,45 milyon varil seviyesinde kalmıştır.(1)

Kaya petrolü üretimindeki bu olağanüstü artışla birlikte ithalatını büyük oranda düşürenABD’nin diğer büyük petrol üreticilerine olan bağımlılığı azalmıştır. 2005’te yüzde 60 seviyesinde olan Amerika’nın net ithalatıyla karşıladığı akaryakıt tüketim oranı böylece 2013 yılında yüzde 33’e düşmüştür. Bu oranın daha da düşerek yüzde 22’ye, yani 1970 yılından bu yana görülen en düşük seviyeye gerileyeceği öngörülmektedir. ABD’de yerli üretimin teşvik edilmesinde en önemli etken şüphesiz yıllık 200 milyar doları bulan rekor yatırımlar olmuştur.(2)

Büyümeye ve çeşitlenmeye devam eden küresel enerji arzı, Amerika’nın kaya gazı ve petrole dayalı yeni enerji stratejisinin etkisiyle dönüşüme uğramaya başlamıştır. Ancak ABD’nin petrol üretimindeki bu artışa ve Amerika’daki kaya gazı ve kaya petrolü üretiminin Irak’ın üretiminden daha yüksek olduğu bilinmesine rağmen, piyasa fiyatlarında henüz bir düşüş gözlemlenmemiştir. ABD’nin enerji arzında yakaladığı büyümenin petrol fiyatlarını düşürmesi öngörülmüş olsa da, bu beklenti henüz gerçekleşmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, ABD dışında gelişen ciddi ve zorlayıcı jeopolitik koşullardır. Nitekim Orta Doğu’da Arap Baharı ve sonrasında Libya, Mısır, Irak vb. gibi çeşitli ülkelerde yaşanan ciddi siyasi istikrarsızlıklar zaman zaman enerji tedariki konusunda hem bu ülkeleri hem de mevcut dünya ham petrol piyasasını zorlamıştır. Benzer bir şekilde, İran’a uygulanan yaptırımlar neticesinde Tahran’ın hidro-karbon rezervlerini yeterli miktarda dünya piyasasına ulaştıramamış olması jeopolitik koşulların dayattığı bir durum olup enerji güvenliği meselesinin belirlenmesinde önemli olmuştur. Hâlihazırda, Orta Doğu bölgesi ve Ukrayna’da süregelen siyasi istikrarsızlıklar devam ettikçe bu durumdan ham petrol piyasalarının bir şekilde etkilenmemesi mümkün değildir. Şimdilik, olası bir fiyat artışı Suudi Arabistan’ın sahip olduğu petrol rezervleri ile frenlenmiştir. Aynı durum doğal gaz fiyatları için de geçerlidir. Örneğin, dünya çapındaki birbirinden ayrı üç doğal gaz piyasasında halen farklı fiyatların geçerli olduğu gözlemlenmektedir. 2012 yılında, Kuzey Amerika’da ABD’deki doğal gaz fiyatı 1 milyon BTU (İngiliz Isı Birimi) başına 3 dolar iken; Avrupa’da Almanya’nın ödediği fiyat 11 dolar ve Asya’da Japonya’nın ödediği fiyat 17 dolar olarak gerçekleşmiştir. 

Avustralya’nın 2020’den itibaren Katar’ı geçerek en büyük küresel LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) tedarikçisi olması öngörülmesine rağmen, dünya petrol piyasalarında en büyük etkiye Amerika ve Kanada’nın gerçekleştireceği üretimin yol açması beklenmektedir. IEA’nın yakın tarihli bir raporuna göre, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) pazar payı hâlihazırda düşmeye başlamıştır ve bu trendin gelecek birkaç yıl içerisinde değişmesi öngörülmemektedir. IEA’nın tahminine göre, OPEC’in öngörülen küresel ham petrol talebi büyümesini karşılamadaki payı küçülecek, buna karşın OPEC üyesi olmayan ülkelerin payının 1,3 milyon varil artarak 2015’te günde 57 milyon varile ulaşması beklenmektedir. 2015’te küresel ham petrol talebinin ise 2014’teki seviyeden 1,2 milyon varil artışla günlük 92,3 milyon varile yükseleceği tahmin edilmektedir. Tüm bunlarla birlikte, IEA’nın Kasım tarihli raporunda (3) ABD’nin 2030’lu yılların başlarında dünyanın en büyük ham petrol üreticisi olma ünvanını kaybedeceği öngörülmektedir. Bu tahmine göre, Amerika’nın petrol üretimi 2019 yılında günde yaklaşık 13,1 milyon varil seviyesine ulaşana dek yükselmeye devam edecek, fakat bu tarihten sonra yatay bir seyir izleyecektir.(4)

ABD’nin kaya gazı ve petrol üretimindeki olağanüstü artışın henüz küresel petrol fiyatlarında neden herhangi bir düşüşe yol açmadığı ve farklı bölgesel piyasalarda niçin hâlâ üç farklı doğal gaz fiyatının geçerli olduğu soruları cevaplanması gereken önemli sorulardır. Küresel ham petrol sektörünün bir süredir büyük bir değişimden geçtiği bir gerçektir. Kaya gazı ve petrolü üretimindeki artışı konu alan güncel yayınların çoğunda, Washington’ın bu alandaki mevcut başarısı üzerinde durulmakta, ancak geleceğe yönelik öngörülere oldukça az değinilmektedir. Fosil yakıtlar yakın gelecekte küresel enerji arzının temel kaynağı olmaya devam edeceğinden, çokça atıfta bulunulan Kuzey Amerika kaya gazı devrimiyle ilgili yukarıda geçen soruların cevaplanması büyük önem taşımaktadır.

Ham petrol ve doğal gaz fiyatları söz konusu olduğunda, hidrokarbon ithal eden ülkeler doğal olarak “arz güvenliğini” dikkate almaya eğilimliyken; enerji ihraç eden ülkeler ise, ekonomik büyüme sağlamak için büyük ölçüde bağımlı oldukları petrol ve gaz ihracatları konusunda “talep güvenliğini” ön planda tutmaktadır. Aslına bakıldığında, bu ülkelerin bazılarında kamu gelirlerinin büyük bir kısmı doğrudan ham petrol ve doğal gaz ihracatından gelmektedir. Söz konusu ülkelerde, hidrokarbon kaynakların ihracatı toplumsal düzen ve istikrarın korunmasında kritik bir rol oynamaktadır. Körfez İşbirliği Konseyi’ne (KİK) üye olan ülkelerin çoğunda bu gelirlerin ağırlığının, toplumsal düzenin muhafaza edilmesinde ne kadar önemli olduğu, Arap Baharı’nın başladığı dönemde ve takip eden süreçte görülmüştür.

Enerji güvenliği, ister arz ister talep tarafında olsun, dünya çapında meydana gelebilecek herhangi bir aksama, düzensizlik ve olağanüstü duruma ivedilikle müdahale etmek için tasarlanmış ulusal ve uluslararası kuruluşları kapsayan bir sistemdir. IEA da tam bu sebeple, ilk etapta 1973-74 yıllarında meydana gelen ilk petrol krizinin yansımalarına ve gelecekte yaşanabilecek olası aksamalara müdahale edilebilmek amacıyla kurulmuştur. Dolayısıyla enerji güvenliği, mevcut araçlar vasıtasıyla hidrokarbon arzının düzenli akışını sağlamak maksadıyla sürdürülen çalışmalar şeklinde tanımlanabilir.

Gerçekte yalnızca bir küresel petrol piyasası vardır ve ABD de bu piyasanın bir parçasıdır. Bu küresel petrol piyasasında her gün yaklaşık 90 milyon varil petrol bir yerden bir yere taşınmaktadır. Birleşik Devletler bu nedenle küreselleşmiş enerji piyasalarına sıkı bir şekilde bağlı kalmaya devam etmektedir ve dolayısıyla küresel petrol arzında beklenmeyen bir kaza sonucu meydana gelebilecek olası bir aksama, ABD’de de pompa fiyatlarını doğrudan etkileyecektir. Washington bugün uluslararası piyasalarda istikrarı koruma konusuna bu nedenle büyük ilgi göstermeye devam etmektedir. IEA’ye göre, 2030 yılından sonra Suudi Arabistan başta olmak üzere OPEC üyelerinin uluslararası piyasaların istikrarını sağlamada üstlendiği rol, OPEC üyesi olmayan ülkelere kıyasla bir kez daha kritik bir noktaya varacaktır.(5)

Bu noktada, herhangi bir sebeple aksamaya uğramış olan arzı telafi etmesi beklenen ilave arzın sağlanabilirliği olarak tanımlanan enerji güvenliği marjına değinmek gereklidir. Yedek kapasitenin kritik bir kısmı, bilindiği üzere günde yaklaşık 1,5-2 milyon varil arasındadır ve bu miktar, Suudi Arabistan’ın elinde bulundurduğu ilave arza tekabül etmektedir. Yedek kapasite günde 1,5-2 milyon varilin altına düştüğünde, küresel ham petrol piyasası sıkıntı hissedecek ve petrol fiyatları aniden yükselme eğilimi gösterecektir. Amerikan Enerji Bilgi İdaresi’ne göre, ABD’nin 2012-2020 yılları arasındaki kaya petrolü girdisi sayesinde Washington’ın her gün 3 milyon varili aşkın yeni petrol ve benzeri sıvı yakıt üretmesi beklenmektedir. Her ne kadar petrolün fiyatı büyük oranda OPEC tarafından belirleniyor olsa da, piyasaya giren Kuzey Amerika petrolünün miktarı arttıkça OPEC’in piyasaya hâkim olması giderek zorlaşacaktır. IEA tarafından belirtildiği üzere, OPEC’in hidrokarbon piyasası üzerindeki etkisinin ve üye ülkelerin üretim seviyelerini düzenleme kabiliyetinin uzun sürmeyeceği öngörülmektedir. Bununla birlikte, OPEC ülkelerinin küresel piyasalarda petrol fiyatlarını belirlemedeki ağırlığının bilhassa 2030 yılından sonra yeniden gözle görülür hale gelmesi beklenmektedir.

Son 20-30 yıl içinde Suudi Arabistan ağırlıklı olmak üzere, OPEC üyelerinin yedek kapasitesi olağanüstü durumlarda kullanıma sokulmuştur. Bunlardan biri 1990 yılında Irak ve Kuveyt’e ait petrol sahalarının kapatıldığı dönemde, bir sonraki ise 2003 Irak Savaşı’nın ardından gerçekleştirilmiştir. Riyad’ın yedek kapasitesi yakın geçmişte, önce 2011’de Libya’nın üretiminde yaşanan aksama nedeniyle, 2012 yılında ise İran’ın ihracatında yaptırımlardan dolayı meydana gelen düşüşü telafi etmek amacıyla devreye sokulmuştur.(6)

IEA üyeleri, uluslararası piyasalarda ham petrol arzının sürekliliğini temin etmek amacıyla Stratejik Petrol Rezervleri (SPR) adlı önlemi ihdas etmiştir. Bu girişimin hedefi, uluslararası piyasalarda ham petrolün akışını etkileyebilecek olası aksamaların olumsuz sonuçlarını engelleyerek ham petrol tedarik güvenliğini garanti altına almaktır. Bu nedenle diğer sanayi ülkelerinin rezervleriyle birlikte Amerikan SPR’si (2013’te 700 milyon varil düzeyindeydi), petrol arzında meydana gelebilecek aksamalara karşı oldukça önemli bir tedbir olarak değerlendirilebilir. Robert D. Blackwill ve Meghan L. O’Sullivan, Amerikan kaya petrolü üretiminin, yaptırımlar nedeniyle piyasaya giremeyen günlük 1 milyon varilin üzerindeki İran petrolünü telafi ettiğini öne sürmektedir. Amerikan hükümeti bu ilave kaya petrolü rezervlerinin etkisiyle diğer devletleri, İran petrolünü uluslararası piyasadan çıkarmanın fiyatlarda artışa yol açmayacağına ikna edebilmiştir. Washington, bu güven duygusuyla Tahran rejimine karşı sert yaptırımların uygulanması konusunda uluslararası destek kazanmıştır.(7)  Blackwill ve O’Sullivan’a göre, ABD bu yeni ham petrol rezervlerine sahip olmasaydı, İran ekonomisini zayıflatan ve Tahran rejimini P5+1 ile müzakere masasına oturmaya zorlayan geniş kapsamlı yaptırımları uygulama imkânı elde edemeyecekti. Bu başarının öncesinde İran’ı müzakereye ikna etmek için birkaç girişim daha gerçekleşmiş, fakat başarı sağlanamamıştır. Bu sefer ise yaptırımların petrol piyasasının zor durumda olduğu ve fiyatların yüksek seyrettiği bir dönemde yürürlüğe girmesine rağmen, ABD’deki kaya petrolü rezervleri sayesinde sonuç alınabilmiştir.

ABD daha yüksek miktarlarda LNG ihraç etmeye hazırlanıyor gibi görünmesine rağmen, mevcut şartlarda doğal gazın fiyatı üç farklı coğrafyada çeşitlilik göstermeye devam etmektedir. Bunun sebebi ise Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya doğal gaz piyasaları arasındaki entegrasyon eksikliğidir. Piyasaların entegrasyonu için gerekli altyapı yatırımlarının ise kısa vadede tamamlanması beklenmemektedir. Bununla birlikte, en iyi şartlarda dahi bütünleşmiş bir küresel petrol piyasasına benzer, bütünleşmiş bir doğal gaz piyasasının asla hayata geçirilemeyeceği açıktır.

Kuzey Amerika’daki konvansiyonel olmayan petrol ve doğal gaz kaynakları, Washington’ı henüz enerjide bağımsız bir ülkeye dönüştürmemiş; sadece enerjide kendi kendine yeten bir ülke konumuna getirmiştir. Ayrıca, bugün yapılan en iyimser gelecek tahminleri bile ABD’nin gelecek 10 yılda hidrokarbon ithal etmeyen bir ülke olacağını öngörmemektedir. Bu tahminlere göre, Washington’ın ithal petrol ve doğal kaynaklarına olan bağımlılığının 2020 yılında yüzde 20 seviyelerinde kalması beklenmektedir. Bununla birlikte, ABD her ne kadar Orta Doğu’dan gelen petrole daha az bağımlı hale gelmişse de; Orta Doğu ve Afrika’nın büyük kısmındaki petrol ticareti yollarının Doğu’ya yönlendirildiği unutulmamalıdır. Amerikan ekonomisinin, Orta Doğu kaynaklı tedarikin aksamasına yol açabilecek gelişmelere karşı savunmasız kalmaya devam edeceği ve bu durumun da küresel fiyatların yükselmesine neden olacağı öngörülmektedir.

Kuzey Amerika’da kaya gazı ve kaya petrolü üretimindeki olağanüstü artış, mevcut şartlarda küresel enerji sektörünün evrimini ciddi bir şekilde etkilemektedir. Ancak, bu durum Amerika’nın Orta Doğu’daki çıkarlarında radikal bir değişikliğe yol açmamaktadır. Bununla birlikte, uluslararası petrol piyasalarının istikrarı büyük oranda OPEC ülkelerine bağlı olmaya devam edeceğinden, Washington Orta Doğu’da petrolün akışında kesintiye neden olabilecek gelişmelerin etkilerine karşı savunmasız kalacaktır. Kuzey Amerika’da enerji üretimindeki artış, Amerikan iç piyasasına bol miktarda petrol ve doğal gaz girmesini sağlamış, bu durum enerji maliyetlerini azaltmış, yeni istihdam olanakları sağlamış, imalat sanayindeki bazı alt sektörleri canlandırmış ve böylece Amerikan ekonomisinde büyük bir rahatlamaya yol açmıştır. Bol miktardaki kaya petrolü rezervleri, Washington’a dış politikanın ve güvenlik politikasının yönetilmesinde diplomatik özgürlük ve nüfuz sağlamıştır. Ancak bu rezervler, henüz Washington’a,  ABD’nin dünyanın farklı bölgelerinde karşılaşmaya devam ettiği bütün zorlukları aşmasını sağlayabilecek düzeyde hareket serbestisi kazandırmamıştır. Dolayısıyla Orta Doğu’daki gelişmelerin ABD açısından hassasiyet arz etmeye devam edeceği ve bu şartların yakın gelecekte de değişeceğine dair herhangi bir emare bulunmadığı ifade edilebilir.  

Orta Doğu’nun, mevcut şartlar dâhilinde Washington’ın ulusal güvenlik hesaplamalarındaki önemini büyük olasılıkla korumaya devam edeceği ve bu durumun, Amerika’nın Asya-Pasifik’e dönüş politikasına rağmen değişmeyeceği beklenmektedir.  

Sonuç

Orta Doğu’da İsrail-Filistin çatışması, İran’ın nükleer programıyla ilgili belirsizlik, Irak ve Suriye’nin geleceği gibi güncel gelişmeler karşısında, bugüne kadar harekete geçmemekle (Libya örneğinde olduğu gibi) dikkatlice hesaplanmış müdahalelerde bulunmak arasında gidip gelen Washington’ın tutumu farklı değişkenler üzerinden izah edilebilir. Ancak, Washington’ın Orta Doğu’dan enerji akışını aksatabilecek tüm olasılıkları önleme adına sürdürdüğü çabaların gelecekte de bu bölgeyle ilgili temel güvenlik meselesi olmaya devam edeceği değerlendirilmektedir. 


Sonnotlar:
1) Fred Krupp, “Don’t Just Drill, Baby-Drill Carefully”, Foreign Affairs, Cilt 93, No.3, Mayıs-Haziran 2014, 15.
2) “Demand for OPEC Oil Seen to Taper off”, Saudi Gazette, 13 Temmuz 2014. http://www.gulfinthemedia.com/index.php?id=708995&news_ type=Economy&lang=en, Erişim tarihi: 14 Temmuz 2014.
3) “World Energy Outlook 2013”, http://www.worldenergyoutlook.org/ publications/weo-2013/, Erişim tarihi: 13 Temmuz 2014.
4) Bkz. ‘‘Demand for OPEC...’’, A.g.e.
5) “World Energy Outlook...”, A.g.e.
6) Jan H. Kalicki, David L. Goldwyn (Eds.), Energy and Security, (John Hopkins University Press, Baltimore, 2013), 76.
7) Robert D. Blackwill, Meghan L. O’Sullivan. “America’s Energy Edge”, Foreign Affairs, Cilt 93, No.3, Mart-Nisan 2014, 102-114.



ABD'deki Reza Zarrab İddianamesinde yer alan Suçlamalar & TÜRKİYE AYAGI

 ABD'deki Reza Zarrab İddianamesinde yer alan Suçlamalar & TÜRKİYE AYAGI



22 Mart 2016




ABD'de dün tutuklanan İran ve Türkiye vatandaşı Reza Zarrab hakkındaki iddianame, Amerikan yargı makamları tarafından kamuoyuna açıklandı.
Açıklamayı Ulusal Güvenlikten sorumlu Adalet Bakan Yardımcısı John P. Carlin, iddianamede imzası bulunan ve tutuklama emrini veren savcı Preet Bharara ve FBI'ın New York ofisinden Direktör yardımcısı Diego Rodriguez yaptı.

Reza Zarrab'ı tutuklatan ABD'li savcı Preet Bharara kim?

      İran asıllı Türk vatandaşı Reza Zarrab, ABD'de New York savcısı Preet Bharara tarafından yürütülen soruşturma kapsamında tutuklandı.
İran'a yönelik uygulanan yaptırımları ihlal etmekle suçlanan Zarrab aleyhindeki iddianameyi hazırlayan Bharara, ABD'de adını diplomatları, siyasileri ve 2008 küresel krizinin ardından 100'e yakın bankacıyı soruşturarak duyurmuş bir isim.
Reza Zarrab ABD'de tutuklandıİddianamede yer alan suçlamalar48 yaşındaki Hindistan asıllı Bharara, 2009'da New York savcısı olduktan sonra 25 farklı ülkeye gönderdiği güvenlik güçleriyle silah ve uyuşturucu ticaretiyle suçlanan kişileri New York'a getirtmiş ve hakim karşısına çıkartmıştı.
11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ABD yargısının suç örgütlerine karşı daha proaktif bir tutum izlemesi gerektiğini savunan Bharara, Washington ve Moskova arasındaki ilişkilerin gerilmesine de yol açmıştı.

Moskova - Washington arasında gerginlik

New York savcısı Bharara, 2011'de Moskova'da yaşayan ve 'terörist gruplara silah satmak' suçundan Interpol tarafından Tayland'da gözaltına alınan Viktor Bout adlı Rus vatandaşını New York'a getirtmiş, Bout yapılan yargılamanın ardından 25 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Rusya o dönemde Bout'un ABD'ye gönderilmesini uluslararası hukuka aykırı olarak nitelemiş ve kararı protesto etmişti.
Bharara'nın kamuoyunda tanınan bir isim haline gelmesi ise ABD'deki üst düzey bankacıları yargılamaya başlamasıyla gerçekleşti.
Time dergisi 2012'de savcıya "Wall Street'i suç üstü yakalayan adam" başlığıyla kapağında yer vermişti.
'Sokak Savaşçısı' başlığıyla verilen yazıda, "Savcı Preet Bharara şimdiden Wall Street'in önemli isimlerini saf dışı bıraktı. Daha yeni başlıyor" deniyordu.

İçeriden bilgi alınarak yapılan yasadışı piyasa işlemlerini (Insider trading) inceleyen Bharara ve ekibi, finans şirketi Galleon Group'tan yöneticiler Raj Rajaratnam, Rajat Gupta ve Anil Kumar dahil 60 kişi hakkında dava açmıştı.
O davalarda Raj Rajaratnam 14 yıl hapis cezasına çarptırılmış, Bharara ise "Savcılık dairemiz şirket suçlarının üzerine gitmede lider rol üstlenmeye devam etmiştir. Bu süreçte agresif soruşturma metodları ve daha önce hiç görülmemiş taktikler uygulanmıştır" demişti.




'Görevi kötüye kullanma' iddiası

Ancak Bharara'nın büyük bir başarı olarak nitelediği o davalarda yasal sınırları zorladığı ve hatta kimi zaman aştığı da iddia ediliyordu.
Son olarak Mart ayının başında Bharara tarafından yargılanmış olan bir Hedge fon yöneticisi David Ganek'in şikayeti mahkeme tarafından kabul edildi ve savcı Bharara'nın görevi kötüye kullanmak ve anayasal hakların ihlali suçlamalarıyla yargılanmasının önü açıldı.

Finans Devlerine karşı açılan davalar,

Üst üste 85 Wall Street davasını kazanan Bharara, Temmuz 2014'te bir davayı kaybetmiş, hüküm giyen Raj Rajaratnam'ın kardeşi Rengan, mahkeme tarafından suçsuz bulunarak beraat etmişti.
Bharara'nın içeriden alınan bilgi ile piyasa işlemi yapmakla suçladığı bir diğer isim de ABD'nin en büyük hedge fonlarından birisi SAC Capital'in başında olan Steven Cohen'di.2013 yılında görülen dava, içeriden alınan bilgi suçlamalarında bugüne kadar görülmüş olan en büyük uzlaşma tutarıyla sonuçlanmış ve Cohen ABD'ye 1,8 milyar dolarlık ödeme yapmaya mahkum edilmişti.
Bharara'nın soruşturduğu ve para cezalarına çarptırdığı diğer finans kuruluşları arasında JP Morgan, Bank of America ve Citigroup da bulunuyor.

İfade Özgürlüğü Eleştirileri 

Haziran 2015'te savcı Bharara, Reason (Akıl) dergisinin internet sitesinde yer alan 6 yorum nedeniyle dergi yönetimine mahkeme celbi göndermişti.
Bharara'nın iddiası, sitedeki söz konusu yorumların bir yargıca yönelik tehditler içerdiği şeklindeydi.
Savcı Bharara, yorumları yazan kişilerin bilgilerini dergi yönetiminden talep edip ve derginin konuyla ilgili kamuoyuna açıklama yapmasını da yasaklamıştı.
Sitede yer alan yorumların gerçekten tehdit olarak algılanması, ABD basını tarafından uzun süre eleştirilmiş ve savcı Bharara, ifade özgürlüğünü hiçe saymakla suçlanmıştı.

http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160322_preet_bharara_profil


İddianamenin İngilizce metni

https://www.justice.gov/opa/file/834146/download


  İddianame Üç kişiyi kapsıyor: 33 yaşındaki İran ve Türkiye vatandaşı Reza Zerrab, onun çalışanlarından 29 yaşındaki İran vatandaşı Camelia Jamshidy 
(Kamelya Camşidi) ve Mellat Exchange'in üst düzey yöneticisi 65 yaşındaki İran vatandaşı Hossein Najafzadeh (Hüseyin Necefzade).

Sanıklara yöneltilen suçlamalar 2010 yılından 2015 yılına kadar olan dönemi kapsıyor.
Sanıklar 2008'de başlayan ancak 2011 yılından, 2016 yılında kaldırılana kadar gittikçe sertleşen İran'a yönelik uluslararası yaptırımları etkisiz hale getirmeye çalışmak ve ABD bankalarına yönelik dolandırıcılıkla suçlanıyorlar.

Yapılan açıklamaya göre yöneltilen suçlamaların toplam cezası, en üst sınırdan verilirse 60 yılı buluyor.

BBC Türkçe suçlamalarla ilgili olarak Reza Zarrab'ın avukatına ulaşmaya çalıştı ancak haberin yayımlanmasına kadar geçen sürede yanıt alamadı.
Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre ise Zarrab'ın avukatı Şenay Yıldırım, suçlamalarla ilgili "Onların hepsi ticari konular. Hepsi izah edilebilir konular. ABD'nin koyduğu ambargo ile ilgili. Kendi koydukları ve kendi kaldırdıkları ambargoyu sorguluyor." dedi.

Dört Suçlama;



İddianameye göre sanıklar, Türkiye ve Suudi Arabistan'daki şirketleri aracılığıyla ABD yaptırımlarına takılmadan işlem yapmak için İranlı bireylere ve aralarında 
Türkiye'de de şubesi bulunan İranlı Bank Mellat, Mellat Exchange gibi şirketlerin bulunduğu bazı şirketlere destek oldu.

İddianamenin altında savcı Preet Bharara'nın imzası bulunuyor.

İddianamedeki dört suçlama şöyle:


ABD'ye karşı dolandırıcılıkUluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) ihlal etmek Bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık

Para Aklama;



İddianamede Reza Zarrab kimdir?
İddianamede Reza Zarrab Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki bir dizi şirketin sahibi ve işletmecisi olarak tanıtılıyor.
Bunlar arasında Türkiye'deki Royal Holding A.Ş, Türkiye'deki Durak Döviz Exchange ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki Al Nafees Exchange sıralanıyor.


Zarrab ve diğer iki sanık ile ilgili hazırlanan iddianamede e-posta yazışmalarına atıflar geniş yer tutuyor.
Açıklamada ayrıca yukarıda belirtilen şirketlerin yanı sıra Türkiye'de Asi Kıymetli Madenler Turizm Otomotiv ve ECB Kuyumculuk İç ve Dış Sanayi Ticaret Limited Şirketi'nin de yaptırımlara rağmen işlemleri gerçekleş tirebilmek ve ABD bankalarından ve denetim mekanizmalarından gizlenmek için kullanıldığı söyleniyor.



Suçlamaların detaylarında ne var?

İddianamedeki suçlamalara kanıt olarak sunulan deliller arasında, iddianamede adı verilmeyen kişiler ile üç sanık arasındaki e-posta trafiği dikkat çekiyor.
Bu e-postalarda yapılması istenilen para transfer işlemlerinin yapıldığına dair belgeler de yine iddianamede yer alıyor.

Buna göre, örneğin 26 Ocak'ta 2011 tarihli bir e-postada, Kanada'daki bir şirkete yaklaşık 1 milyon dolarlık para transferi yapılıyor ve bu transferin İran'ın inşaat ve enerji santrali şirketi MAPNA adına gerçekleştirilmesi isteniyor.
Ancak iddianamedeki bir başka nota göre ertesi gün, yani 27 Ocak'ta Royal Emerald Investments aracılığıyla Birleşik Arap Emirlikleri'nden Kanada'ya yapılan transferde MAPNA Group'un adının yer almadığı ve ödemenin yangın ekipmanı için yapıldığı bilgisine yer veriliyor.

Bu transferde ABD bankalarının kullanıldığı söyleniyor.

Bunun yanında Zarrab'ın Türkiye'deki Asi Kıymetli Madenler Turizm Otomotiv aracılığıyla Çin'deki bir bankaya Mellat Exchange adına transfer yapıldığı iddia ediliyor.

'Zarrab Ailesi ekonomik cihat için hazırdır'

Ayrıca 24 Mayıs 2011 tarihinde Mellat Exchange'den adı verilmeyen bir çalışanın Zarrab ve Kamelya Camşidi'ye gönderdiği "Çok acil!!!!!!!" başlıklı e-postaya yer 
verilmiş.
Bu mesajda ABD Hazine Bakanlığı tarafından yaptırımların kontrolü için oluşturulan Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi Uygunluk Birimi'ne bir ABD bankasının gönderdiği, 3 milyon 711 bin euroluk transferin durdurulduğunu belirten mesaj eklenmiş.


En çarpıcı e-postalardan birisi ise 3 Aralık 2011 gününe ait. Burada Zarrab ve Najafzadeh'e, Zarrab'ın imzalaması için gönderilmiş, İran Merkez Bankası Genel Müdürü'ne hitaben Farsça kaleme alınmış bir mektup bulunuyor.
Bu e-postada İran'da ilan edilen "ekonomik cihat"a atıf yapılırken, Zarrab ailesinin yaptırımları etkisiz hale getirmek için yaptığı hazırlıklara yer veriliyor.

Bu Mektupta şöyle deniyor:

"Büyük Liderimiz Ayetullah Hamaney'in ve Merkez Bankası'nın [İran Merkez Bankası] saygıdeğer yöneticileri ve çalışanlarının yaptırımlar karşısında oynadığı rol, yaptırımları akıllıca bir şekilde etkisiz hale getirmekte ve hatta onları, özel metotların kullanılması sayesinde bir fırsata çevirmektedir. Genel eğilimin yaptırımların yoğunlaştırılmasına ve arttırılmasına yönelik olduğu bir sır değildir ve İran İslam Devrimi'nin akil liderinin bu yıl Ekonomik Cihat yılı olacağını ilan ettiğinden beri, döviz konusunda yarım asırlık deneyime sahip olan Zarrab ailesi Türkiye'de, Birleşik Arap Emirlikleri'nde, Rusya'da ve Azerbaycan'da şubeler açarken, parasal olarak ve dövizde yaptırımlara karşı politikaların uygulanması için her türlü işbirliğine katkıda bulunmak konusunda istekliliğimizi beyan etmenin ulusal ve ahlaki görevimiz olduğunu düşünmektedir.....

"İran'ın gayretli evlatlarının çabalarının ve işbirliğinin sevgili ulusumuzun tüm uluslararası ve finansal alanlarda yükselişiyle sonuçlanacağını umut ediyoruz."

BAE'den İran Petrol Bakanlığı'na transfer

Sıralanan e-postalar arasında 7 Ocak 2013 tarihinde Zarrab'ın, Royal Holding'deki bir çalışanına Türk şirketi ECB Kuyumculuk İç ve Dış Sanayi Ticaret Limited Şirketi'nden Türkmenistan'da bulunan bir enerji şirketine yaklaşık 600 bin dolar gönderilmesi emri verdiği belirtiliyor.
Bunun yanı sıra Zarrab'ın, İran Petrol Bakanlığı'na yapılacak bir ödemeyi yönettiğine dair kayıtlar da iddianamede yer alıyor.
Buna göre Birleşik Arap Emirlikleri'nde bulunan Gunes General Trading'in Türkmen bir şirkete gönderdiği 1 milyon doların ABD bankaları aracılığıyla gönderildiği ve bu miktarın nihayetinde Türkmen şirket tarafından İran Petrol Bakanlığı'na iletildiği iddia ediliyor.


http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160322_zarrab_iddianame


***
( KARA PARA AKLAMA OLAYI )

Savcı Bharara: Halkbank, Zarrab'ın 5 milyar Euro'luk para transferine aracı oldu.,



( KARA PARA AKLAMA OLAYI )
10 Haziran 2016 11:06

Başsavcısı Bharara Mahkemeye toplam 222 sayfalık belge sunmuştu.,

Başsavcı Bharara, 17 Aralık 'yolsuzluk' soruşturmasının kilit ismi Reza Zarrab’ın ABD'deki davasında kefaletle serbest bırakılmaması için mahkemeye yeni belgeler sundu. Belgelerde, İranlı şirketin, Çinli Bank of Kunlun’da bulunan 5 milyar Euro’yu alamadığı ve Halkbank’ın paranın transferi için aracı olduğu belirtildi. 

Yarına Bakış'ın haberine göre, Reza Zarrab’ın tutuklu bulunduğu ABD’de kefaletle serbest kalıp kalmayacağına dair karar duruşması için New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara’nın mahkemeye sunduğu belgeler kamuoyu ile paylaşıldı. Toplam 222 sayfalık belgelerde, İranlı bir ticaret şirketinin Çin merkezli Bank of Kunlun’da bulunan 5 milyar Euro parasını alamadığı ve Halk Bankası’nın aynı bankadan 5 milyar Euro transferi için aracı olduğu anlatılıyor.

Belgelere göre İranlı şirketin, 2006-2015 yılları arasında Çin’e maden, kimyasal ve inşaat malzemeleri sattığı ve bunun karşılığında hesaplarında bulunan toplam 5 milyar Euro’yu geri istediği ifade ediliyor. Temmuz 2012’den beri, Bank of Kunlun’daki 5 milyar Euro’yu alamadıklarını belirten İranlı şirket, bu durumun uluslararası kanunlara aykırı olduğunu savunuyor.


Savcılığın mahkemeye sunduğu başka belgede ise Halk Bankası’nın Bank of Kunlun hesabından, Çin merkezli bir başka Ping An Bankası’nda yeni açılan hesabına 5 milyar Euro’nun nasıl aktarılacağı anlatılıyor. Belgeye göre paranın aktarılması sırasında Bank of Kunlun ve Ping An Bankaları’na yüzde 6,5 (325 milyon Euro) komisyon verileceği detaylı bir şekilde anlatılıyor. Belgede Party A diye yazılan kişi veya kuruluşun, geriye kalan paranın yüzde 93,5’ini başka bir yere aktarabileceği yazıyor.

Whatsapp'ta ilginç yazışmalar

Başsavcı Preet Bharara, mahkemeye sunduğu belgelerde 149 sayfalık WhatsApp yazışmalarına da yer verdi. Zarrab’ın anadili İngilizce olduğu iddia edilen 
‘Adem Turkey’ isimli birisi ile sıklıkla yazıştığı görülüyor. Zarrab’ın çocuğuna bakıcı bulma konusundan, yeni bot alımına kadar bütün işleri takip eden kişi olarak ‘Adem Turkey’ olarak görülüyor. Yazışmalara göre Adem isimli şahıs, Zarrab’ın kızı için İngiltere’den bakıcı arıyor. Bakıcının genç ve güzel olmasına dikkat ediliyor.

Adem, Florida tatili öncesi anlaşmaya çalıştığı İngiliz bakıcının Zarrab hakkında BBC’de gördüğü haberlerden dolayı çekindiğini Zarrab’a iletiyor. Adem ise basında çıkan haberlerin Reza Zarrab’ı yansıtmadığı ve onun kötü bir insan olmadığını açıklamaya çalışıyor. Daha sonra ikna olan İngiliz bakıcı, Zarrab, eşi ve kızıyla birlikte Miami’ye geliyor. Yazışmalarda Zarrab’ın 17 Şubat 2016’da Adem’e “Ciddi aile problemleri olduğunu ve iş yapacak zamanı olmadığını” söylemesi dikkat çekiyor.

WhatsApp mesajlarından Dubai’de bulunan Zarrab’a Acun da eşlik ediyor. Acun, Zarrab’ın jetinde kendi çalışanlarına da yer olup olmadığını soruyor. Savcılığın diğer  belgelerinde Zarrab’ın Farsça ve İngilizce bildiği iddia ediliyor. Mahkemeye sunulan belgelere göre Zarrab’ın ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları hakkında bilgi sahibi.


http://t24.com.tr/haber/savci-bharara-halkbank-zarrabin-5-milyar-euroluk-para-transferine-araci-oldu,344634


***

DTP ANAYASAMAHKEMESİNCE KAPATILMALIDIR

DTP ANAYASAMAHKEMESİNCE KAPATILMALIDIR





DTP aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde açılan parti kapatma davası artık son asamasına girmis görünüyor. Anayasa Mahkemesi, çok daha önceki bir 
tarihte gündemine alması gereken davayı muhtemelen Türkiye'deki siyasî konjonktüre paralel olarak gündemine almayı geciktirmistir. Eger AKP Hükümeti’nin baslatmıs oldugu Kürt Açılımı süreci islese idi, DTP'nin kapatılması davası bir süre daha Anayasa Mahkemesi'nin gündemine gelmeyecekti. 
Ancak Abdullah Öcalan'ın, PKK tarafından Kürt Açılımında DTP'ye verilen PKK ve Öcalan'ı temsil etme/muhatap olma yetkisini geri alması ile birlikte DTP 
için bir kısır döngü süreci baslamıstır. 

Öcalan'a karsı çıkamadıgı gibi, onun iradesine tamamen boyun egen DTP, son aylarda Öcalan'ın baslatmıs oldugu siddet ve terör sürecinin bir parçası 
haline gelmistir. Gerçeklestirdigi eylemlerle, Yargıtay Bassavcısı’na kapatılma davası açmaktan baska sans bırakmayan DTP, son aylarda benimsemis 
oldugu siyaset ile kapatılmak istenen bir çizgiyi temsil eder hale gelmistir. DTP'nin kapatılmayı istemesinin iki temel nedeni vardır. Bunlardan birisi 
yapısal, digeri ise konjonktürel bir nedendir. Yapısal neden, Kürtçü siyasetin magduriyet eksenli siyaset anlayısında gizlidir. PKK/DTP siyasetinin üzerine 
kurulu oldugu temel eksen ırkçı nitelikli bir magduriyet söylemidir. Hatta Kürtçü ideolog Mehrdad Yzady, Kürtçü siyasetin bu konuda Hitler'in Yahudi 
komplosu tezinden esinlendigini söylemektedir.1 

PKK/DTP siyasetinin temel söylemi, Kürtlerin magdur edildigi üzerine kuruludur. 

1 Mustafa Akyol, Kürt Sorununu Yeniden Düsünmek-Yanlıs Giden Neydi? Bundan Sonra Nereye?, Dogan Kitap, Ystanbul, 2006, s.175

PKK'nın bütün gayri nizamî siyasî temsilcisi niteligini tasıyan siyasal partiler, siyasal siddeti açık-kapalı destekleyip, PKK ile aralarına mesafe koymayarak 
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmayı hukuken hak etmislerdir. DTP de bir istisna degildir. Ancak, DTP ve öncülleri, bu kapatılmaları, magduriyet siyasetinin gerekçeleri olarak kullanmıslardır. Anayasa Mahkemesi, DTP'yi kapattıgı takdirde PKK/DTP çizgisi aynı söylemi kullanacaktır. 
DTP ve ardıllarının kapatılması terörle mücadele sürecinde fiilen bir fayda saglamadıgı gibi, reel politik alanda devlete zararlar da vermektedir. Bu partilerin kapatılması, PKK dısında zaman içinde olusacak ve güçlenecek bir kurumsallasmayı engellemektedir. Bu kurumsallasmanın olmaması, PKK'yı bu 
tür partiler karsısında daha güçlü kılar; bu partileri sanallastırırken, bu partilerin seçmenlerinin de partilerden taleplerinin yogunlasmasını engellemektedir. 
Çünkü, partileri kapatılanlar, seçmenlerinin taleplerini kapatılmanın magduriyeti ile cevaplandırmaktadırlar. Ayrıca Türkiye, DTP benzeri yeni partilerin 
kurulmasını engelleyemedigi gibi uluslararası kamuoyuna parti kapatmaların haklılıgını da dogru dürüst anlatamamaktadır. 
DTP'nin kapatılmak istenmesinin konjonktürel nedeni ise Kürt Açılımının içine girdigi ve PKK/DTP çizgisi içinde de sorun yaratan gizli krizdir. DTP ve 
muhtemelen PKK içinde bir grup, DTP'nin AKP Hükümeti’nin açılımdaki muhatabı olması gerektigini ve sürecin daha düsük bir tansiyon ile sürdürülmesi fikrini 
savunmaktadırlar. Ancak, Öcalan'ın Kürt Açılımını; 

a) Kendisinin hapishaneden çıkması sartına, 
b) Görüsmelerin kendisi ile sürdürülmesi, 
c) Kürt kimliginin siyasal bir kimlik olarak kabul edilmesi sartlarını ileri sürmesi ve bunları kendi siyaseti için kabul ettirmesi, DTP'de bir iç kriz yaratmıstır. 

Bu kriz DTP türü sanal ve iradesiz partilerin asabilecegi bir kriz olmadıgı için, DTP kadroları bu noktada kapatılmayı bir “krizden çıkıs” yolu olarak 
görmektedirler. 

PKK ise DTP'nin kapatılmasını “Kürtler siyasette temsil edilmiyorlar” seklindeki magduriyet sloganı ile benimsemis oldugu söylemin ve önümüzdeki aylarda tırmandıracagı terör dalgasının mesruluk gerekçesi olarak kullanacaktır. Özetle, Kürtçülük siyasetinin illegal ve sanal iki yapısı, DTP'nin tasfiyesi konusunda mutabık görünmektedirler. Türkiye, PKK/DTP çizgisinin yapısal ve konjonktürel nedenlerle kapatılmak istenmesi oyununu bozmalıdır. DTP'nin magduriyet edebiyatına kayma, PKK'nın siyasal siddete mesruluk arama girisimleri basarısızlıga ugratılmalıdır. 

Özetle, DTP kapatılmamalıdır. DTP, siyaset içinde tutulurken, terör ile olan bagı sürekli Türk ve dünya kamuoyunun gündemine getirilmelidir. DTP'nin ahlâken çürüklügü vurgulanmalı ve üzerindeki iç ve dıs moral baskı artırılmaya çalısılmalıdır. 

Bu durumda olması gereken nedir? Anayasa Mahkemesi veya herhangi bir mahkeme, önündeki yasayı uygulamak zorundadır. Siyaseten “Su sekilde 
olması gerekir” seklinde bir degerlendirme içinde bulunmak, Anayasa Mahkemesi dahil hiçbir yargı organının yetkisi içinde degildir. Bu, yargının siyasallasması gibi bir sonucu dogurur. Ülkemizin yasadıgı en büyük sorun da zaten budur. 

Bu çerçevede yapılabilecek bir sey olmadıgı söylenebilir mi? Benzetmek asırı bir yorum olsa da AKP'nin laiklige karsı odak oldugu kararını veren Anayasa 
Mahkemesi AKP'yi kapatmak yerine baska bir ceza vermek yoluna gitmistir. 

DTP'nin terör odagı olması iddiası Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilse dahi kapatılmak yerine para cezası ile cezalandırılmak gibi bir hukuk yolu var mı? Buna karar verecek olanlar Anayasa Mahkemesi'nin üyeleridir. Ancak, Türkiye, PKK/DTP'nin tuzagına düsmeyerek, DTP'yi PKK/DTP'ye ragmen 
siyasetin içinde tutmalıdır. 

ÖZEL RAPOR 
“21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü" 
(21YYTE) 

21.YYTE; Türkiye ve dünyadaki millî güvenlik stratejileri, ekonomi, hukuk, enerji/enerji güvenligi, nükleer enerji/ nükleer silahlanma, enformasyon/bilgi iletisimi, anayasal düzen, hukuk, adalet, düsük yogunluklu çatısma(terör ve terörizm), teostratejik arastırmaları demokrasi ve sivil toplum arastırmaları gibi islevsel ana konular ile, çevre/Türk Dünyası ülkeleri ve küresel/bölgesel güçler ile uluslararası örgütlerdeki gelismeleri izlemek, bu gelismeleri Türkiyenin milli menfaatleri ve ulusal güvenlik gerekleri, dogrultusunda incelemek ve bu alanlarda ciddî çalısmalar yaparak alternatif politika, strateji,program ve projeler üretmek amacıyla 01 Aralık 2005'de kurulmustur. 

21.YYTE 'de kurulma amacına uygun olarak asagıdaki arastırma Gurupları kurulmustur. 

Anayasal Düzen, Hukuk, Adalet Arastırma Gurubu 
Bio ve Gen Teknolojileri Arastırma Gurubu 
Teostrateji Arastırmaları Gurubu 
Millî Güvenlik Stratejileri Arastırma Gurubu 
Enerji ve Enerji Güvenligi Arastırma Gurubu 
Düsük Yogunluklu Çatısma (Terör ve Terörizm) Arastırma Gurubu 
Enformasyon ve Ynternet Teknolojileri Arastırma Grubu 
Ekonomi ve Küresellesme Arastırma Gurubu 
Rusya Arastırma Gurubu 
Amerika Arastırma Gurubu 
Avrupa Birligi Arastırma Gurubu 
Avrasya-Türk Dünyası Arastırma Gurubu 
Orta Dogu Arastırma Gurubu 
Balkanlar-Kıbrıs Arastırma Gurubu 
Çin-Uzakdogu Arastırma Gurubu

***

YAZAR HAKKINDA;

   Özel Rapor: 09 Aralık 2009 
* Yazar Hakkında Prof. Dr. Ümit Özdag 
* 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Baskanı 

Ümit Özdag, 1999 senesinde Avrasya Stratejik Arastırmalar Merkezi'ni (ASAM) kurmus ve baskanlıgını üstlenmistir. 
2002 yılında ASAM'a baglı olarak çalısan Ermeni Arastırmaları Enstitüsü'nü kurmustur. Prof. Dr. Ümit Özdag ASAM Baskanlıgı görevinden 2004 
yılında ayrılmıstır; 2005 yılından beri 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün baskanıdır. 

Prof. Dr. Ümit Özdag; 

“Atatürk ve Ynönü döneminde Ordu-Siyaset Yliskileri”(1990), 
“Menderes Döneminde Ordu-Siyaset Yliskileri ve 27 Mayıs Yhtilali”(1993), 
“Güneydogu Anadolu ve Güneydogu Anadolu'dan Göç Eden Yurttaslar Hakkında Sosyoekonomik Arastırma”(1996), 
“Türkiye, PKK, Kuzey Irak-Bir Gayri Nizami Savasın Anatomisi” (1999), 
“Low Intensity Conflict in Turkey,” (2001) 
“Kürtçülük Sorununun Analizi ve Çözüm Politikaları” (2006), 
“Kerkük, Irak, Ortadogu” (2007), 
“Türk Ordusunun PKK Operasyonları”(2007), 
“Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları” (2008), 
“PKK Neden Bitmedi Nasıl Biter”(2009), 
“Pusu ve Katliamların Kronolojisi-PKK'nın Gerçeklestirdigi Toplu Katliamlar”(2009), 
“Türk Sorunu”(2009) kitaplarının yazarıdır. 


***

YERİM DESTANINIZI


YERİM DESTANINIZI
 



Yeliz Koray
 
1.Dünya Savaşı
 
4 yıl sürdü. Tekrar ediyorum 4 yıl
 
Yani 16 mevsim, 208 hafta, bin 460 gün.
 
Kafkas, Kanal, Filistin-Suriye, Çanakkale, Hicaz-Yemen, Makedonya, Galiçya,
Romanya Cepheleri açıldı.
 
İtilaf Devletlerinin 42 milyon askerine karşı 2 milyon 850 bin kadardık.
 
Kafkas Cephesi'nde Sarıkamış'ı Rus ordusundan almak için savaştık.
 
90 bin asker DONARAK ÖLDÜ. Dok-san-bin asker.


Lojistik destek gelememişti çünkü. Zaten açlardı, üşüyerek, uykuya dalarak
öldüler. Kimi anasını, kimi sevdiğini hayal ederek uykuya daldı. Bir daha
uyanmadılar.
Çanakkale Cephesi.
Zafer kazanıldı ama bedeli 500 bin insanın ölümü oldu. 253 bini asker,
gerisi sivildi. Tarihçiler, hastalıktan ölenlerin bu sayının iki katı
olduğunu söyler.
Bir de o dönem üç lisenin mezun veremediğini.
Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri. Çünkü elleri silah tutuyordu,
çocuklardı, dönmeyi düşünmemişlerdi. Dönemediler, tarihe "meçhul çocuk
asker" olarak geçtiler. Çoğunun ismi de mezarı da yok, Çanakkale'de
yatıyorlar!
Kurtuluş Savaşı..
Doğu Cephesi'nde Ermenilerle, Güney Cephesi'nde Fransızlarla savaştık.
Doğu Anadolu tamamen kurtarıldı, TBMM resmen tanındı. Maraş, Urfa, Adana ve
Sakarya'da zafer kazandık. Fransızları yurttan TEMİZLEDİK. Şehirlerimize;
Gazi, Kahraman, Şanlı isimleri verdik.
Batı Cephesi daha kanlıydı.
1. ve 2. İnönü, Kütahya-Eskişehir, Sakarya Savaşı yaşandı. Sakarya Savaşı,
tarihe en çok subayın şehit olduğu savaş olarak girdi. İtalyanlar Muğla ve
Antalya'dan çekildi. 
Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruzu BAŞLATTI!.
Dumlupınar Meydan Muharebesi'nden sonra "İlk hedefiniz Akdeniz ileri" dedi.
Yunan ordusu İzmir'e kadar kovalandı, İzmir düşman işgalinden KURTARILDI!
Batı Anadolu düşmandan tamamen TEMİZLENDİ.
Konferanslar, kongreler, ateşkesler, anlaşmalar.
Kurtuluş Savaşı da 4 yıl sürdü.
 
16 mevsim, 208 hafta, bin 460 gün.
Binlerce şehit verdik. O binlercenin yine iki katından fazlası bulaşıcı
hastalıktan öldü.


YILLARDIR PKK'YA VERİLEN ŞEHİTLERİ SAYMIYORUM BİLE.


Ve 15 Temmuz.
1 gün bile sürmedi. Tekrar ediyorum 24 saat bile değildi; 15 saat sürdü!
Limana yanaşan düşman gemilerinden değil, sağ olsun Erdoğan'ın
'eniştesi'nden öğrendik.
Ama hazırlıksız değildik. Lojistik destek tamdı mesela. Nedense 4 farklı
noktada bekletilen uçaklar-helikopterler, 3G bağlantıları, televizyonlar,
radyolar.
Düşman bu kez ne İngiliz, ne Fransız, ne de Almandı. Bir zamanlar yedikleri
içtikleri ayrı gitmeyen, istedikleri her şey verilen "muhterem hoca
efendileri"ydi. Amaç devleti ele geçirmekti ama nedense birkaç tankla darbe
yapmaya çıkmışlardı. 
Her şeyden habersiz masum erlerle polisi ve vatandaşı karşı karşıya
getirdiler. 
Kardeşi kardeşe kırdırdılar! Kurtuluş yine bizimkilerden; FETÖ'nun kumpas
kurduğu Kemalist askerlerden geldi. Ve milletin direnişiyle birlikte darbe
püskürtüldü.


Sonuç 248 şehit, yüzlerce yaralı.


***
Kısaca.
Evladını beşikte bırakan Nene Hatunlar, kocasını toprağa verip cepheye koşan
Kara Fatmalar. Çocuk, yaşlı, kadın demeden.. Atamızın önderliğinde bizlere
19 Mayıs'ı,
23 Nisan'ı,
30 Ağustos'u,
29 Ekim'i bıraktılar!
Amma.geriye Sarıkamış'ta ölenler için 'halay' çektiğimiz anmalar.
"Yağmur yağıyor çocuklar üşümesin" diye yasaklanan 23 Nisan'lar.
Her sene hastalık bahanesiyle iptal edilen 19 Mayıs'lar
ve güvenlik gerekçesiyle yasaklanan 30 Ağustos'lar kaldı!
 
***


Velhasıl


"Elin tokadını yemeyen kendi tokadını yumruk sanırmış!" Tarihe altın
harflerle yazılan onca zafer, binlerce şehit ve ders alınacak yüzlerce
hikaye kalmışken.;
Darbenin araştırılmasını istemediğiniz meclis önergeleri, muhterem hoca
efendinizi değil de masum askeri karşınıza alarak bastırdığınız afişler, bir
türlü TEMİZLEYEMEDİĞİNİZ, KOVALAYAMADIĞINIZ ve düşmandan KURTARAMADIĞINIZ
vatan varken size de hiçbir güvenlik gerekçesi göstermeden 1 hafta bayram
yapmak komik gelmiyor mu?
Gelmiyorsa yukarıdaki satırları tekrar okuyun beyler, bayanlar.
Destan 3G ile yazılmaz.
 

İyi çalışmalar saygı ve sevgiler
 
Murat Binzet

 
<mailto:m1000zet@gmail.com>

NEDEN SUSUYORSUNUZ?

 NEDEN SUSUYORSUNUZ?


Rıfat Serdaroğlu:

Sayın Erdoğan, neden susuyorsunuz?
Her konuda bilir bilmez konuşan siz, şimdi niçin susuyorsunuz?

Sizin “Emin-Güvenilir-Dürüst” bularak “Seçilmiş Başbakanı” atıp onun koltuğuna oturttuğunuz Binali Yıldırım ve oğullarıyla ilgili Avrupa basınında çıkan haberleri size okumadılar mı?
Siz ki, hakkınızda internet ortamında yazılanları takip ettirip, anında dava açılması emri veren birisiniz!
Siz ki, sözüm ona size basın yoluyla hakaret ettikleri iddiasıyla yüzlerce insanı zindana attırmış birisiniz! Bu haberleri görmemiş olamazsınız!
İyi de o zaman neden, niçin, nasıl susuyorsunuz?

Başbakan Binali Yıldırım’ı anlayabiliyoruz. Servetinin kaynağını açıklaması mümkün değil! Servetini açıklayacağına, çocuklarımı soruşturun diye yasak savıyor ve unutulması için zamana bırakıyor! Kayınçosunun soruşturulduğu gibi!
Samimi olsa, “Başbakanlık Teftiş Kurulunu veya Masak’a” harekete geçmeleri için emir vermesi yetmez mi?
AKP Teşkilatlarının da suskunluğunu anlayabiliyoruz. 16 senede seçtikleri kişilerin öyle büyük hırsızlıklarını gördüler ki, konuşmaya savunmaya yüzler yok.
Basın deseniz, Suudlardaki hırsızlıkları yazar, Ruslardaki yolsuzlukları yazar ama iş Türkiye’deki hırsızlıklara-yolsuzluklara gelince korkudan hem susar hem de üzerini örterler.

Hepsini anladık Sayın Erdoğan ama sizin suskunluğunuzu anlayamadık. İsterseniz soruları teker-teker sorayım belki o zaman konuşur ve harekete geçersiniz? Tamam mı?
-Sizce, Binali Yıldırım’ın ve kumarhane kuşu oğullarının servetleri helal midir?
-Ömrü boyunca memurluk yapmış biri böylesine büyük bir serveti helal yoldan edinebilir mi?
-Devleti yönetenlerin namuslu ve dürüst olmaları gerekmez mi?
-Siz, Başbakanınızın namuslu olduğuna inanıyorsanız, onun malvarlığını siz açıklar mısınız?

-Binali Yıldırım’ın Hollanda’daki 140 Milyon Avroluk serveti için ne dersiniz?

-2006 yılında, Kurumlar Vergisi Kanununu değiştirip “vergi cenneti” olan Malta gibi yerlerde yapılacak ödemelere, açılacak hesaplara %30 VERGİ koymuştunuz. Bugüne kadar bu yerlerden 1 kuruş vergi almadınız. Neden?
-Damadınızın, onun kardeşinin, Başbakanınızın ve oğullarının “vergi cenneti” denen olan bu yerlerde çok sayıda şirketleri var. Bunlar bugüne kadar kaçar lira vergi verdiler? Hiç olmazsa bunları açıklayın!

Sayın Erdoğan;

Siz bunlar için “ Metal Yorgunu ” oldular demiştiniz!
Fakat bunların hepsi “Dolar Doygunu” olmuşlar!
Dolar doygunu olmuşlar olmasına ama bunların gözleri doymamış…

Belediye Başkanlarının bazılarını görevden aldınız. Bunları yargıya da sevk etmediniz!
Bunların mal varlıklarını açıklamayı düşünmez misiniz?
Örneğin Melih Gökçek ve oğulları ne kadar servete sahipler?
Bugüne kadar ne iş yapmışlar ve kadar vergi ödemişler?

Hadi Sayın Erdoğan;

Atın etrafınızdaki hırsızları, Rüşvetçileri!
Kendiniz gibi AK kalmış ve harama el sürmemiş, helal süt emmiş Müslümanlarla yolunuza devam edin!
Yasin El-Kadı- Reza Zarraf gibi hayırseverleri de ihmal etmeyin…

Not;

Hiç düşündünüz mü? Niçin siz ve adamlarınız sürekli yolsuzluklarla anılıyorsunuz? Hepsi iftira mı?
-----------
Irak başbakanı İbadi'yi “ Sen benim Muhatabım değilsin, Seviyemde değilsin, karatım da değilsin, Kalitemde değilsin, Haddini bil ” diyerek yuhalatan kimdi, “değerli dostum, kardeşim İbadi'yi külliyemizde Ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim” diyerek alkışlatan kimdi?.


***

Bahçedeki kulübe.


 Bahçedeki kulübe.
 
 
 
YILMAZ ÖZDİL
​Sene 1995.
 
Bademler muhalefette.
 
Abdullah Gül, TBMM'de konuşuyor.
 
"Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne giremeyeceği kesindir, bunu Avrupalılar söylemektedir, çünkü Avrupa Birliği, Hıristiyan Birliği'dir, medya pembe tablo çiziyor, halkın beyni yıkanıyor, Türkiye'yi bu duruma getirenler suçludur, anlaşmaların hepsi kağıt üstündedir, AB'nin peşine takılarak Türkiye'yi daha da fakirleştireceksiniz, siz bu zihniyette olursanız, sizi zenginler köşkünün bahçesinde kulübeye koyarlar."
 
*
 
Sene 2002.
 
Bademler iktidara geldi.
 
*
 
Sene 2003.
 
Asrın liderimiz başbakan olur olmaz resmi temaslar için Almanya'ya gitti, "en geç sekiz senede AB'ye üye oluruz" dedi. Haysiyetsiz basınımız "sekiz seneye kalmaz" manşetleri attı.
 
*
 
Sene 2004.
 
Haysiyetsiz basınımız haklı çıktı. Hemen o sene AB'ye girdik. Asrın liderimiz, kulübeci Abdullah'la beraber Brüksel'den Ankara'ya geldi, kilometrelerce konvoyla karşılandı, "Avrupa Fatihi" pankartları açıldı, AB bayrağını simgeleyen mavi balonlar gökyüzüne bırakıldı, güpegündüz havayi fişekler fırlatıldı, kulübeci Abdullah'la beraber kamyonun üstüne çıkarak şehir turu atan asrın liderimiz, "bayramımız kutlu olsun, hedef tam üyelikti, tam üyelik alındı" dedi. "Hamdolsun başardık, bizim hükümetimize nasip oldu, inşallah bu başarımız ilerde romanlarda yazılacak" dedi. Türkiye seninle gurur duyuyor sloganları atıldı. Kendisine "işte lider işte AB" yazılı çiçek takdim edildi. Hep bir ağızdan "memleketim" şarkısı söylendi. Şerefsiz basınımız "dünya bize hayran" manşetleri attı.
 
*
 
Şerefsiz Basınımız gene haklı çıktı. Hakikaten hayran olunmayacak gibi değildi. Çünkü, baktık ki Şahane giriyoruz, 2004 henüz bitmeden AB'ye bi daha girdik.
 
*
 
Takvimde başka gün kalmamış gibi tam 29 Ekim'de, asrın liderimiz kulübeci Abdullah'la birlikte Roma'da Papa heykelinin önünde AB anayasasına imza attı. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasından devamlı şikayet eden ve ısrarla değiştirmek isteyen asrın liderimiz, AB anayasasını pek beğenmişti, kelimesine dokunmadan, şak diye imzaladı.
 
*
 
Ahlaksız basınımız AB'ye giriş üstüne giriş yapmamızın heyecanıyla olsa gerek, Papa 5'inci Sixtus'un önünde imza atıldığını yazdı. Halbuki, papa papaydı ama, 5'inci Sixtus değildi, 10'uncu Innocestus'tu. Ortak özellikleri Türk düşmanı olmalarıydı. Amaaan, bu tür mevzuları kafaya takmaya değmezdi, AB'ye girmiştik ya, sen ona bak'tı… Ahlaksız basınımız "demokrasimiz taçlandı" manşetleri attı, "dünya gıptayla bizi izliyor" yorumları yazıldı.
 
*
 
Ramazan ayıydı. Asrın liderimiz, İtalya cumhurbaşkanıyla öğle yemeğine katıldı, oruçlu olmadığı anlaşıldı, CHP'lilerin ramazan ayında oruçlu olup olmadıklarını paparazzi gibi teleobjektiflerle, gizli kameralarla takip eden yavşak basınımız, asrın liderimizin oruçlu olmadığından hiç bahsetmedi. Roma seferini 250 muhabirle takip etmelerine rağmen, abuk sabuk detayları bile en ince ayrıntılarına kadar yazmalarına rağmen, oruç mevzusunu sansürlediler.
 
*
 
O akşam… Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu için Roma Büyükelçiliğimize gidildi. Salondaki masada "nice yıllara" yazılı pasta vardı. Beleşçi basınımız pek sevindi, meyveli pastanın bütün açılardan fotoğrafları çekildi, pastanın önünde anonslar çekildi. "Cumhuriyet Bayramımızı kutlama pastası değil mi?" diye soruldu… Değildi. Kulübeci Abdullah 29 Ekim doğumluydu. Asrın liderimiz, kulübeci Abdullah'a doğumgünü sürpriz partisi düzenlemişti. "Hadi kes bakalım Abdullah" dedi. Kulübeci Abdullah pastayı kesti. Asrın liderimiz, kulübeci Abdullah'a dolmakalem hediye etti, sonra da beleşçi basınımıza izahat verdi, "sabahtan beri bunu hazırlıyorduk, çaktırmadan bu noktaya kadar getirdik" dedi. Beleşçi basınımız "Avrupa Birliği'ni taçlandıran doğumgünü partisi" diye manşet attı.
 
*
 
Taçlana taçlana bi hal olduk.
 
2005'te gene taçlandık.
 
Avrupa Birliği'ne Brüksel ve Roma'dan sonra, bu defa Viyana'da girdik.
 
*
 
Asrın liderimiz "hedef tam üyelikti, hamdolsun tam üyelik alındı" dedi. Bu defa havayi fişekleri sayın ahalimiz yerine yalaka basınımız fırlattı. En büyük puntolarla "merhaba Avrupa" manşetleri atıldı. "Üçüncü Viyana kuşatması" diyen de vardı, "Cumhuriyetin ilanından sonra en büyük adım" diyen de… Bazıları "her şey ona kısmet oldu, dimdik durdu" diyerek, asrın liderimizin hakkını teslim ediyordu. İşsizliğin sona ereceği, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun daha temiz olacağı bile yazıldı. Otlaklarımızdaki hayvanlarımızın bile daha mutlu, daha huzurlu olacağı yazıldı. Köşe yazılarına çok güldüğüm duayen sıfatlı bi gazteci mesela… "Kompleksli ahmakların kafası ermiyor, tarihi zaferdir bu" diye yazdı.
 
*
 
2006'da sadece AB'ye girmekle kalmadık, asrın liderimiz Viyana'daki halı saha maçında Avrupa Birliği karmasında forma giydi. Sayın hükümetimiz kaç paraysa ödedi, Viyana sokaklarındaki reklam panoları kiralandı, asrın liderimizin vole atarken çekilmiş posterleri konuldu. Asrın liderimizin vole atarkenki reklamlarında "Avrupa Birliği takımının yeni forveti, birlikte daha güçlüyüz, Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan" yazıyordu. Asrın liderimizin ısınma hareketleri sırasında, sayın hükümetimizin bakanları tribünde bayrak salladı, bayrağı en coşkulu şekilde kulübeci Abdullah sallıyordu. Sayın gurbetçi ahalimiz salonu doldurmuştu, tezahüratla inletiyordu. Goygoycu basınımız, tırışkadan halı saha maçına dünya kupası finali muamelesi yaptı, naklen yayınlayan televizyonlar bile oldu, "AB'de doksana taktık, AB'nin golcüsüyüz" manşetleri döşendi. Asrın liderimiz biri penaltıdan iki gol attı. Yavşak köşe yazarlarımız "Avrupa Birliği'ni Tayyip Erdoğan sırtladı, Avrupa'ya galibiyeti başbakanımız getirdi, AB'nin santraforuyla gurur duyduk" diye yazdı.
 
*
 
2006'ın ramazan ayında… Almanya başbakanı Merkel, İstanbul'a geldi, AKP'nin iftarına katıldı. Mozart'ın Türk Marşı'yla karşılandı, ezan okundu, hurmayla oruç açıldı, AB'nin milli marşı olan Beethoven'ın 9'uncu senfonisiyle uğurlandı.
 
*
 
(Şimdilerde umreci Mustafa Ceceli'nin ezanıyla, Orhan Gencebay'la Hande Yener'le filan oruç açan asrın liderimiz, AB'ye girdiğimiz dönemlerde Mozart ve Beethoven'dan başkasını iftara çağırmıyordu.)
 
*
 
E gir gir, sıkıldık haliyle.
 
Bir süre girmedik AB'ye.
 
*
 
2013'te, Geri Kabul Anlaşması'nı imzalayan asrın liderimiz, müjdeyi bizzat verdi. "Bu imza tarihidir, milattır, bu attığımız imzayla Türk vatandaşlarına Avrupa kapıları açılıyor, vizeler kalkıyor, Türk vatandaşları üç sene içinde Avrupa'ya vizesiz seyahat edecek" dedi. Hiç kimse çıkıp "10 sene önce sekiz seneye kalmaz dememiş miydiniz?" demedi. Alkışladılar.
 
*
 
Üç sene geçti.
 
2016 oldu.
 
Bu defa müjdeyi stratejik Ahmet Kiziroğlu verdi.
 
"Vizeler kalkıyor, Türk vatandaşları üç sene içinde Avrupa'ya vizesiz seyahat edecek, ufkunuzu geniş tutun" dedi. Hiç kimse çıkıp "ne ufukmuş be birader, üç sene önce de üç sene sonra dememiş miydiniz?" demedi. Alkışladılar.
 
*
 
Baktı ki güzel alkışlıyorlar, stratejik Ahmet Kiziroğlu gene 2016'da net tarih verdi. "Kayserili pazarlığı yaptık, Haziran ayı sonunda Avrupa'ya vizesiz gireceğiz, üstüne altı milyar euro verecekler" dedi. Akp'yi yalamaktan dilinde pütür kalmayan aşağılık basınımız "AB zirvesine stratejik damga vurduk, ne istediysek aldık" manşetleri attı.
 
*
 
(Geçen ay Kayserili Pazarlığının birinci yıldönümünü kutladık!)
 
*
 
Ve, dün itibariyle…
 
Bahçedeki kulübedeyiz!
 
*

Kulübeci Abdullah'ı önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı yapan, kulübeci zihniyeti Avrupa Fatihi diye alkışlaya alkışlaya 15 senedir iktidarda tutan ve neticede bahçedeki kulübeye konulan sayın ahalimizi tebrik ederim.
 
-----------
Irak başbakanı İbadi'yi “sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin, haddini bil” diyerek yuhalatan kimdi, “değerli dostum, kardeşim İbadi'yi külliyemizde ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim” diyerek alkışlatan kimdi?.


***