31 Ekim 2017 Salı

Vee!.. Sıra geliyor Trabzon'a



Vee!.. Sıra geliyor Trabzon'a...


Ahmet TAKAN: 
​Metal yorgunluğu bahanesi ile vizyona konulan belediye başkanlarının istifası filmlerini bir süre daha izlemeye devam edeceğiz herhalde.
Havuz medyasındaki kalemlerin yazdığı gibi "Balıkesir belediye başkanı Ahmet Edip Uğur da istifa ederse metal yorgunluğu sürecinin büyükşehir ayağı tamamlanmış olacak" mı?.. Saraydan sızan haberler hiç de öyle demiyor. Çünkü, Beştepe'deki "metal yorgunluğu" toplantıları aralıksız devam ediyor. Kellesi koparılacakların listeleri yeni gelişmelere göre güncelleniyor. Bazı sürpriz ilçe belediye başkanları koltuktan uçurma için sıralarını beklerken bazı büyükşehir belediye başkanları fabrika ayarlarına geri döndürüldü ve şimdilik kaydıyla listeden çıkarıldı.

Örneğin, daha ilk günden istifa listesinde olan Gaziantep büyükşehir belediye başkanı Fatma Şahin aradaki girişimcilerin sayesinde geçici bir süre için koltuğunu kurtarmış sayılabilir. Saraydaki kaynağım, listelerin güncellendiği son toplantıda R. Erdoğan'ın Gaziantep belediyesi hakkında FETÖ iddiaları ile ilgili sunulan dosyalar için "Onları koyun bir tarafa. Bizi yanılttıklarına inandım. Şu anda bir şey yapmayacağız" dediğini aktardı.

Brezilya dizisi tadında "metal yorgunluğu" fırtınasında yeni bomba Trabzon'da patlayacak gibi görünüyor. Saray'dan bilgi aldığım kaynağım, Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'nun da "istifası alınacaklar"ın arasına girdiğini söyledi ve şöyle dedi:

"Trabzon'dan gelen ve yoğunlaşan şikayetler reisin çok canını sıkıyor. Gümrükçüoğlu tek başına hareket ediyor ve kimseyi takmıyor. Sivil Toplum Kuruluşları başkandan memnun değil. Devamlı şikayet ediyorlar. Başkanın kalemi kırıldı."

*

Hazırlıklı olun!..

*

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun başdanışmanı İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, ekonomideki kötü gidişat hakkında yine can alıcı uyarılar yaptı. Toprak'ın uyarılarını salim kafayla okumanızı öneririm. Şöyle:

* "Merkezi yönetim toplam borç stoku 842,5 milyar TL'ye ulaştı. Uluslararası Yatırım Posizyonu açığı, milli gelir toplamının yüzde 55'ini aştı. Türkiye ekonomisi, 80 milyon Türkiye toplumu, sadece iç ve dış borca çalışır hale geldi. Hükümet, ülke kaynaklarını sıcak paracıların kârlarına feda eder konuma getirdi.

Türkiye ekonomisini kur risklerine karşı tamamıyla korumasız bir hale getiren döviz dengesindeki gelişmeler, hızla ülkemizi dış borca, sıcak para, sıcak para simsarlarının kâr hırslarına bağımlı hale getiriyor. Ekonomide manevra alanı, borç stoku ve UYP açığındaki gelişmelerle iyice daralmış vaziyette.

Yakın gelecekte olağanüstü boyutlardaki faiz ve kur artışlarına, TL'nin çok hızlı değer kaybetme süreçlerine girmesine hazır olmamız gerekiyor.

Borsa ve hazinenin menkul kıymetlerine gösterilen ilgiden daha fazla dikkat çeken, sıcak para boyutundaki gelişmeler! Her an geri gidebilecek bu paralar, BIST'te işlem gören hisse senetlerine, banka- şirket-hazine tahvillerine yatırılan yüksek getiri amaçlı paralarla son dönemde döviz mevduatına verilen faizlerdeki tırmanışa paralel olarak, bankalara yatırılan dolar-euro tutarlarındaki artışların tümü, her an geri kaçabilecek sıcak para stokunu oluşturuyor. Bu da milli gelir toplamının yüzde 25'ine, diğer deyişle dörtte birine denk geliyor. Yani 214,5 milyar dolarlık sıcak parayı ülkemizde, borsada, hazine tahvillerinde, bankalarda tutan para sahipleri ani bir risk algısında, paralarını alıp çıkmak istediklerinde 847 milyar dolar olarak öngörülen 2017 milli gelir toplamının dörtte birini tek kalemde, bu sıcak para lobisine ödemek zorundayız. Reel ekonomide bir günde ya da çok kısa sürede böylesine büyük bir çıkışın aynı anda gerçekleşmesi güç görünse de, UYP verilerindeki tablo, Türkiye ekonomisi üzerinde böyle bir kara bulutun, böyle bir olağanüstü sıcak para riskinin Demokles'in Kılıcı gibi sallanmaya başladığını gösteriyor.

* Yastık altındaki tonlarca altını ekonomiye aktararak kaynak yaratmayı hedefleyen hükümetin, 'altın tahvilleri ve altına endeksli kira sertifikası ihracı kampanyası' tutmadı! 2200 ton olarak tahmin edilen yastık altındaki altınların sadece 1 tonu sisteme girdi!

Bunun anlamı,


Hazine bir yandan yastık altındaki altını bozdurup ekonomiye katmak için kampanya düzenliyor. Diğer yandan ise halk dokuz ayda 6,5 milyar dolarlık altını daha satın alıp, yastık altına stokluyor. Cumhurbaşkanının 'altınlarınızı bozdurun' çağrısına ise 80milyonluk Türkiye'de sadece 5 bin kişi karşılık veriyor. Bu da ekonomideki güven sorununun, daha doğrusu hükümete ve ekonomi politikalarına güvensizliğin ne kadar üst düzeyde olduğunu, kimsenin altın ya da dövizini bozdurma konusunda hükümete ve ekonomiye güvenmediğini gösteriyor. Aksine TL'ye ve ekonomiye duyulan güvensizlik nedeniyle, yetersiz de olsa vatandaşlarımız varsa tasarrufları, bunları altın ve dövize yatırmaya devam ediyor."
-----------
Irak başbakanı İbadi'yi “ Sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin, haddini bil ” diyerek Yuhalatan kimdi, “ Değerli dostum, kardeşim İbadi'yi Külliyemizde ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim” diyerek alkışlatan kimdi?.


***

Bütün zamanların en mütevazi emperyalistleri!

Bütün zamanların en Mütevazi Emperyalistleri!



Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU: 

​Ben ikna oldum;

İYİ Parti kesinlikle bir emperyalizm projesi!

Sinsi mi sinsi bir küresel tuzak!

Evlerden ırak!

Kendisini "ülkücü", "milliyetçi", "vatansever", "cumhuriyetçi", "Atatürkçü", "sosyal demokrat" gibi değişik sıfatlarla ama en nihayetinde "millî" olarak tanımlayan onca insanı, avuç içi kadar salona tıkıştırıp da "buhar" haline getirmek suretiyle yok etmeyi başka hangi üst akıl planlayabilirdi ki!

İşin vahimi;

Salonu nefes alınamaz kılan ter oranına, insanların şıpır şıpır erime noktasına ulaşma hızına bakınca, neredeyse de becerecekti!

Şaka bir yana, ben böyle "sermaye partisi" görmedim hayatımda;

Toplantı yapacak salon bulamadılar koca Ankara'da!

Tıpkı referandum sürecinde olduğu gibi yine CHP'li Yenimahalle Belediyesi "demokratik" bir tavır sergiledi de, "kendinden olmayanın ifade hakkı"nı engellemedi, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin kullanımına izin verdi.

Ha, bu "mağduriyet" de "üst aklın" oyununun bir parçası derseniz eğer, siyaset tarihinin bilinen en klişe yöntemini kullanıp da sonuç alırlarsa şapka çıkarmak lazım ona da!

Ha bir de sormak lazım tabii:

Her alanda, her anlamda, kurgu değil, analarından emdikleri süt burunlarından getirilene kadar mağdur edildikleri halde, diğer muhalefet partileri niye bugüne kadar bu en kolay yola başvurup da iktidarın en önemli kozunu elinden almayı denemediler ki!

Kim bağladı ellerini!

Onlar yapabilseydi de yeni bir parti ihtiyacı zuhur etmeseydi...

*

Profesyonel siyasetçi

*

Seversiniz sevmezsiniz, benimsersiniz benimsemezsiniz, size hitap eder etmez; bütün bu duygu, his vs. durumlarından bağımsız olarak yıllardır tespitim aynı Meral Akşener'le ilgili:

Profesyonel siyasetçi.

Türkiye'de, siyaseti profesyonel normlarda yapabilen, daha doğrusu siyaseti "hayatı", "yaşam tarzı" haline getirebilen çok az insandan biri. Ve ustaca yerine getiriyor bunun gereklerini; ki kolay şey değil, sabır lazım, öfke kontrolü lazım, soğukkanlılık lazım, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyebilmek veya tam tersi, kızılcık şerbeti içerken kan kusuyormuş gibi yapabilmek lazım... Hepsinden önemlisi direnç lazım, hem zihnen hem bedenen dinç olmak lazım.

Minicik, alelade bir detaymış gibi görünebilir ama aylardır, zaman zaman da çileden çıkarıcı olduğunu tahmin etmenin hiç zor olmadığı bir istişare sürecinden, kulislerden, pazarlıklardan, nazı-niyaz hazmetmelerden filan sonra, son gün, son gece yarısına kadar devam eden bir "listeye son dokunuş", "ad", "amblem" uzlaşmasını takiben, sabahın köründe toplumun karşısına göz torbaları sarkmamış, ağzı-burnu kaymamış, son derece bakımlı, amiyane tabirle "janti" halde çıkabilmek bile başlı başına adanmışlık gerektiren bir iş. Hele de bir kadın için.

Kendinizden pay biçin, merdivenleri birer ikişer zıplayarak çıkıp sahnede oradan oraya koşacak kaç babaanne var çevrenizde?

*

"İYİ"nin kötüsü...

İYİ Parti adının en kötü tarafı şu ki...

"Nasılsın" sorusuna "iyiyim" demeyi...

"İyi günler" dilemeyi...

"İyi geceler" dilemeyi...

Partizanlık alameti sayıp sövme potansiyeline sahip "güruh" yüzünden, mimlenmekten korkan bir kesim, alternatif/garip/zorlama bir lügat geliştirmek durumunda kalacak günlük konuşmalarında!

O kadar da olmaz demeyin;

16 Nisan'dan önce "hayırlı/hayırlısı" ifadelerinden nasıl kaçınıldığına, bu yüzden ne başların yandığına hep birlikte şahit olmadık mı!

*

Bazı "iyi" laflar

 "Kupon beyinler kupon arazilerden daha kıymetlidir..."

"Devletin dini, adalettir..."

*

Gelenekçiler-yenilikçiler

İYİ Parti'nin kurucularını daha başka birçok eksende sınıflandırmak mümkün de, sadece dünkü tören üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse;

Yaştan, geldikleri ideolojik kökenden vs. bağımsız olarak bir yeni koşullara ayak uyduranlar, yeni tarzı siyaseti, iletişim dilini kabullenenler, bir de "eski sistem"de ayak direyenler var anladığım kadarıyla...

Ve onlar, çok dikkatle incelemeyenler fark etmemiştir bile belki ama dünkü törenin "imaj bütünlüğü"nü bir miktar bozdular.

Nasıl mı?

Bir "selfi/özçekim geçidi" şeklinde sunulmaya başlanan "kurucular kurulu" portreleri, "makam fotosu" yahut "vesikalık"ta direnen "gelenekselciler" yüzünden hedeflediği espriye erişemedi.


***

Ahmet TAKAN: İYİ günler...

Ahmet TAKAN: İYİ günler...



  ​İYİ Parti'nin tanıtım toplantısının yapılacağı Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ne erkenden varalım, havayı koklayalım diye ekip arkadaşlarımla güya sabahın erken saatinde yola çıktık. Daha salona varmaya kilometreler kala trafik kilit durumdaydı. Rutin akışa göre kapılar saat 09.30'da açılacaktı ama yurdun dört bir yanından gelen binlerden kapılar görünmüyordu. Kalabalıkları yara yara güçlükle girebildik salonun içine. Hınca hınç dolu bir salon ve daha fazlası salon dışında... Heyecan ile birlikte havaya meraklı bir bekleyiş hâkimdi. 

Cesur yüreklerin salona intikal etmesi bekleniyordu...

Salonda bindirilmiş kıtalar ve onlara gaz veren maaşlı amigolar yoktu. Tribünlerin basmakalıp sloganlarının yerinde yeller esiyordu. Yapmacıklığın, şark kurnazı tiplerin eseri bile yoktu. Samimiyet vardı, duygusallık vardı... İyiyi özleyen hep iyiyi arzu eden buram buram Anadolu kokan, gözünden Türklük fışkıran insanlar yerinde duramıyordu. "Eleştirilecek hiç mi bir şey yoktu" derseniz ona "tabii ki vardı. Ararsanız bulamamanız da imkansız" diye cevap veririm. Düşünün, onca zorlu yollardan geçerek, engelleri ve bel altı vuruşları aşarak yollara düşmüş Türkiye sevdalısı insanlara toplantı yapacakları bir salon bile çok görülmüş. Ellerindeki kıt kanat parayla bir otel salonunda bir araya gelmeleri korku imparatorluğu tarafından engellenmiş... Partinin kuruluş dilekçesinin İçişleri Bakanlığı tarafından kabul edilip edilmeyeceği bile akıllara ziyan bir şekilde son ana kadar tartışma ve spekülasyonlara sebep olan bir ortamdan bahsediyorum. Burada eleştirilecek şeyi bulup çıkartmaktansa önce iyiyi aramak onu anlatmak lazım diye düşünürüm. Millet devlet bekası için yola çıkan bu insanlara ilk günden bir şans tanımak ve kredilerini kullanmaları için iyi bir avans verilmesine taraftarım.

Salondan bahsediyordum. Kendimi tutamadım. Farklı noktalara kaydım. Bu tip toplantılarda izlenim yazıları kaleme almak için, liderin konuşma metnine, hitabet gücüne, sloganlara, pankartlara, afişlere ve fotoğraflara bakarız. Ona göre analiz cümleleri kurarız. Ancak ilk günün mesajı çok netti. Programın başlama saatine kadar fonda çalınan müzikler salonu dolduranları heyecanlandıramadı. Yer yer tepkilere de sebep oldu. Vee birden salonda İzmir Marşı duyuldu. Salon dalgalandı. Binler, hep bir ağızdan İzmir Marşına alkışlarla eşlik etti. Yer gök, " Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa " diye inledi. Tekrar tekrar çalındı İzmir Marşı... " İYİ Parti'nin kimliği ve vizyonu nedir " diye sual edecek olursanız; ilk günden İzmir Marşı coşkusu ile kamuoyuna ilan edildi derim.

Büyük kitlelere hitap edilen siyasi toplantılarda  liderin konuşma metni çok önemlidir. Buradan ayrılırken soru da tektir; " Aklında ne kaldı? "

Hafızanda çarpıcı bir cümle veya slogan kaldıysa veya çalınan müzikten sözleri tekrar tekrar mırıldanıyorsan o toplantı hedefe ulaşmış demektir. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener konuşmasında haber sütunlarımızda okuyacaksınız farklı farklı noktalara değindi. O konuşmadan kafama şu cümlesi çakıldı;

Yolsuzluk, Çamurdur, Çamur, yukarıdan aşağıya akar."

Bence o konuşmanın en çarpıcı bölümü;

 " Yaygın yolsuzluk, hukukun yeterli olmadığı ve demokrasinin kıt olduğu ülkelerde görülür.''

Bu sıralar, şöyle duyuyoruz; yolsuzluk mu? Efendim doğru ama, etrafta-altta birileri yapıyor. Laf bu..

Kardeşim, yolsuzluk duman değil ki, yukarıya çıksın,

Yolsuzluk, çamurdur, çamur, yukarıdan aşağıya akar.

Maalesef, Türkiye'de yolsuzluk, iddialar zinciri olmanın ötesine çoktan geçmiş,

Bakanlar ve daha üst yöneticilerimizin ifadelerine dönüşmüştür.

Yukarıdan-yerel yönetimlere kadar yaygınlaşmıştır.

Milyarlarca liralık yolsuzluk iddiaları karşısında, ne yargıdan, ne de hükümetten bir ses çıkmıyor.

Kamu malının emanet olduğu çoktan unutulmuş,

Yolsuzluk, Adeta " Dokunulmazlık alanı "na dahil edilmiştir.

Fetva verecek "BESLEME FAKİH" bulmakta da zorluk çekilmemiştir.

İMANIM GİBİ İNANIYORUM Kİ, YOLSUZLUĞA BULAŞMIŞ HER KİM OLURSA OLSUN, İTİBARINI BIRAKMADAN BU DÜNYADAN GÖÇMEYECEK."

Meral Akşener ve İYİ Parti dediklerini yaparsa... 
Başarabilirse... İyi olur...


***

AYRANI YOK İÇMEYE

AYRANI YOK İÇMEYE,


Ahmet Kılıçaslan Aytar
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

26 Eki (5 gün önce)
 y, bcc: secmeyazilar
Başkan D.Trump, Rakka'nın İŞİD'ten temizlenmesine ilişkin açıklamasında Suriye'deki duruma da vurgu yaptı.
"Yakında yeni bir evreye geçerek Suriye'deki tansiyonu düşürmek için yerel güçleri destekleyeceğiz. Kalıcı barışın sağlanması için şartları genişleterek terör güçlerinin geri dönerek ortak güvenliği tehdit etmesine son vereceğiz. Şiddetin son bulması için müttefiklerimizle diplomatik süreçleri destekleyerek, mültecilerin evlerine geri dönmesini sağlayacağız. Suriye halkının dehşetine son verecek siyasi geçiş sürecini sağlayacağız" dedi...  

*
Trump'ın açıklaması Suriye'de iç savaşın sonuna gelindiği anlamına geliyor.
Artık Ortadoğu'da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail, diğeri İran olmak üzere iki kamp​ ort​aya çıkmıştır.
Pekalâ ama bütün bunlar Beşar Esad'ın Suriyede'ki savaşı kazandığı mı gösteriyor?

*
Suriye İnsan Hakları Gözlemcisine göre Suriye krizinde Temmuz 2017 itibariyle yaklaşık 475 bin kişi hayatını kaybetmiştir.
Çatışmanın tüm tarafları, cezasızlık ortamında uluslararası hukuk çerçevesinde ağır suçlar işlemiştir.

​*​
2016'da B​M​ Genel Kurulu, Suriye'de siyasi geçiş sürecinin başlatılması için gerekli olan; savaş sırasında işlenen suçlar ve bu suçlar üzerinde görevli olabilecek herhangi bir mahkemede yargılanacak ciddi suçların kanıtını analiz etmek ve toplamakla görevli bir mekanizma
oluştur​du.
B​azı ülkeler uluslararası hukuk büroları vasıtasıyla Suriye'deki insan hakları ihlallerini ve insancıl hukuku aktif olarak belgele​di.
Ancak​ ​mevcut bilgi ve malzemelerin zenginliği​,​ Suriye'de geçmişte ve devam etmekte olan ciddi uluslararası suçlara ilişkin adaleti sağlamak için uluslararası çabaları ilerletmeye yardımcı olm​uyor...
​Halbuki bu ​tür kovuşturmalar​;​ vahşet faillerini sorumlu tutmak, gelecekteki suçları caydırmak ve insan haklarını ihlal edenler​e​  güvenli limanlar haline gelmemek​ ve mağdurlara adalet sağlamanın önemli bir parçasıdır...​

*
Ama BM Güvenlik Konseyi'nde farklı görüşlerden dolayı çatışmalara siyasi çözüm bulmak yıllar a​lıyor.
Bir tarafta ABD, devam eden uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Öte tarafta Rusya ve Çin, ABD'nin kendi lehine gelişen düzenin korunması için oluşan gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
Dünyanın çatışma bölgelerinde taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesine çaba gösteriyorlar...

*
Bu talep bugünün paylaşım kavgasının karşılıklı olarak paylaşımın dengelenmesi düzlemine çekilmesi anlamına geliyor...
BM'ye yeni statü; eski dünyayı düzenleyen Uluslararası Hukuk'un, NATO, IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik ve siyasi kuruluşlar üzerinden uluslararası sistemin yeniden düzenlenmesine yol açabilecektir.
Elbette ABD öfkelidir; dile getirmeye başlanan BM'i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığını, BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandıracağını ikaz ediyor...

*
Ama Rusya, ortak tehdit kabul edilen radikal terör örgütleriyle mücadele ve iç savaşa siyasal bir çözüm getirilmesi öngörüsüyle Suriye'dedir işte...
Terör örgütlerinin tasfiyesi ardından düzenlenecek  Barış Konferansı'nda, "birleşik, laik ve demokratik" kalması esasında yeni Suriye'nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasını öngörüyor.
Bu bağlayıcı karar, 1945'te II. Dünya Savaşının ardından ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği'nin  Alman Nazi partisine karşı "insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak" suçlarından açtığı davaya bakmak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi'nin bir benzeriyle sağlanacaktır.
İşlenen hukuk ihlallerinden rejim kadar muhalif taraflar, teröristler ve bunları destekleyen ülkeler paylarını üstlenecek, elde edilecek sonuç BM merkezinde uluslararası hukuka işlenerek yeni bir küresel statü oluşturulacaktır.

*
Ancak ABD ve müttefikleri öyle kolay kolay BM üzerinden sağladıkları üstünlüklerden vazgeçecek değillerdir.
O yüzden BM statüsünü değiştirme çabasına yeltenenlere çeşitli senaryolar geliştiriyorlar.
Yine de ABD ve müttefikleri uzun süre Suriye'de işlenen hukuk ihlallerinde Beşar Esad'ı sorumlu tutarken, şimdilerde maruz kaldıkları büyük baskıların neticesinde,
Suriye'de işlenen hukuk ihlalleriyle ilgili tutumlarını;
İşte Katar'a uygulanan yaptırımların gösterdiği üzere giderek Suriye krizini destekleyen ülkelere de yöneltiyor gibidir... 

*
24 Ekim'de Rusya, BM Güvenlik Konseyi'nde Esad rejimininin Khan Şeyhun'da bir sarin gaz saldırısıyla ilgili bir soruşturma açılmasını öngören karar tasarısını ve BM'nin Kimyasal Silahların Yasaklanması Teşkilatı (OPCW) Görev Gücü'nün görev süresinin yenilenmesini veto etmiştir.
Esad, geleneksel olmayan silahlarını tamamen yok etmeyi ve Kimyasal Silahlar Konvansiyonuna katılmayı kabul etmesine rağmen, 2014 ortalarında bu silahların elden çıkarılmasının bitiminden bir yıl sonra, OPCW askeri bir alanda sarin gazının kullanıldığını ortaya çıkarmıştır.
OPCW halen Suriye'de rejim kuvvetlerinin, sivil merkezlere  atılan fıçı bombaları ve klor gazı saldırısı da dahil olmak üzere 60'tan fazla davayı inceliyor...

*
Ama Rusya'nın Esad'ı destekleme konusundaki iddiası İran'ın desteklediği Hizbullah, Şii militanlar ve diğer ilişkili kuruluşlarla birlikte Suriye ordusunun artan kazançları ile güç kazanmıştır. 
Bu durum ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin(SDF) Rakka'yı İŞİD'ten kurtarması ardından;
Rejim yanlısı güçlerin Suriye'de oluşan boşluğu doldurma umutlarını güçlendirmiş,
Rusya'yı bölgenin yeni hegemonu durumuna yükseltmiş,
Esad ve müttefiklerinin ülkedeki tutumlarını daha da sağlamlaştırmıştır.

*
Şimdi Beşir Esad'ın savaşı kazanıp-kazanmadığı bu noktada soruluyor.  
Esasen bu sorunun altında,Esad rejiminin Suriye topraklarını kontrol etmediği fakat bölgede Rusya ve İran'ın çok nüfuzlu olarak kaldığı iddiası bulunuyor...

*
Bu noktadan itibaren Suriye'nin geleceğinde iki alternatif bulunuyor.
1- Rusların Suriye'yi kurmakla ilgilenmediği ancak belirsiz, uzun soluklu bir siyaset izlediği ve Suriye'de 2011 öncesi statüye dönüşün imkanı olmadığı düşüncesinden hareketle;
Suriye rejimi ile silahlı muhalifler arasında  düşük yoğunluklu çatışmalara göz yumulmasına ve Suriye'nin "Balkanlaşmasına yol açılacaktır.
2- Ya da ABD Savunma Bakanlığının ABD ve Rusya'nın birlikte çalışması halinde iki ülkenin arasındaki rekabetin koordinasyonla geliştirilip bir Rus-ABD ortaklığının oluşturulması halinde bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağı, bölgesel çalkantıların büyük oranda önleneceği düşüncesi harekete geçecektir.

*
Başkan Trump'ın açıklamasında "Suriye halkının dehşetine son verecek siyasi geçiş sürecini sağlayacağız" ifadesi, Suriye'de yukarıdaki ikinci şıkta ilerleneceğini gösteriyor. 
Böyleyse şimdi İŞİD ile mücadelenin sonuna yaklaşıldığı Suriye'de  sahne;
Rejimin ülkenin tüm alanında kontrolünü sağlamaya odaklanacağı,
Kürtlerin Suriye'de sınırlı bir özgürlüğe sahip olacağı,
Rejim güçlerinin İran yanlısı güçleri İsrail sınırlarından uzak tutacağı bir yöne dönüyor.

Bu yönde ilk şey, savaşa katılan tarafların hukuki hesaplaşmasından geçiyor... 

*
Bu sırada  Milli İstihbarat Teşkilatı'nın kurduğu Kıyam Hareketi adlı bir grup, Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu bildirerek "ayrılıkçı gruplara" karşı savaşıyor.

PKK'nın Suriye yapılanması ve onunla bağlantılı YPG terör örgütünü işaret eden silahlı grup çeşitli bölgelerde teröristlere karşı suikastlar düzenliyor.

*
Arka planda AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ​ABD ve AB'nin sözleşmiş gibi bir çok nedenle Türkiye halkına değil kendisine karşı uyguladığı baskıdan çok şaşkındır.

​P​artisinin TBMM Grup Toplantısı'nda​ "Nereden nereye"​ gelindiğini ima edercesine ABD'ye sert sözlerle yükle​niyor;
​İ.Melih Gökçek'ten esinlemiş gibidir ​"​Bu işler bittiği zaman​, biz dünyayı ayağa kaldırmasını da biliriz. Bunların hepsini açıklayacağız" d​iyor...

*
​Çünkü Suriye için soruşturma mekanizmasını kuran  BM Genel Kurulu​'nun​, bu noktada ​iki yönlü bir görevi bulunuyor.​

​1-​ Uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları ihlalleri ve istismar ihlallerinin kanıtlarını toplamak, konsolide etmek, korumak ve analiz etmek​,
​2- ​Uluslararası hukuka uygun olarak, bu suçlar üzerinde yargı yetkisine sahip olan veya gelecekte yaratabilecek ulusal, bölgesel veya uluslararası mahkemelerde adil ve bağımsız cezai takibatları uluslararası hukuk standartlarına uygun olarak kolaylaştırmak ve hızlandırmak için dosyalar hazırlamak.

​Şimdi henüz işlevsel olmayan bu mekanizmanın pratikte nasıl işleyeceğinin görüleceği bir zamana girilmiş bulunuluyor...​

27.10.2017

***

16 Nisan halk Oylaması Sürdürülebilir mi?

16 Nisan halk Oylaması Sürdürülebilir mi?


İBRAHİM Ö. KABOĞLU

 
12 Eylül 2010 günü halkoyuna sunulan Anayasa değişikliğinin sürdürülemezliği, bir yıl sonra anlaşıldı. Gerçi, sakıncalar Mayıs 2010’da belli olmuştu. Ama değişiklik mimarları ve ‘yetmez ama evet’çiler, değişiklik risklerini, uygulama sırasında fark etmeye başladı. 16 Nisan oylaması ile kesinleşen Anayasa değişikliğinin sürdürülemez özelliği, 6. ayında gözler önüne serildi. Şimdi, aynı metin yeniden oylansa sonuç, hayır olur.

Evet’in Üç Nedeni

Evet yüzdesi - doğru olduğu varsayımında - Şu üç nedenle açıklanabilir:

-OHAL: Bunu en veciz şekilde Başbakan Yıldırım ifade etti: “Yüzde 30’luk desteği 70 günde yüzde 51.4’e çıkardık” (6.6.17); yani OHAL sayesinde.(Bu nedenle, ‘15 Temmuz Anayasası’ diyorum).
 
-Farkındalıksorunu: Seçmen, 6771 sayılı Kanun içeriği üzerine bilgilendirilmedi veya yanlış bilgilendirildi. Anayasal bilgi kirliliği kaynağı, ‘evetçi medya tekeli’. Bir örnek: Bir zamanların göreceli tarafsız tartışma programları ile halkı bilgilendirme görevini yerine getiren NTV, CNNTürk ve HaberTürk gibi ekranlar, Saray danışmanları tarafından kapatıldı. Şöyle ki; anayasa bilgisi kendinden menkul kişilerden biri, bir gece tek başına adı geçen ekranlardan birini, diğeri öbürünü, bir diğeri de üçüncüsünü işgal ediyor; dönüşümlü olarak, devlet bütçesinden muhtemelen çok yüksek maaş alan zevat, sadece TRT’ninkini değil, özel sektör kanallarını işgal ederek, ‘yeni devlet’ inşası (haliyle var olanın yıkılması üzerine), yanlış anayasal bilgi şırıngası için yarıştı adeta.

-Kişi oyu: Üçüncü neden ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasal halkoyunu ‘kişi oylaması’na çevirmesidir. Anayasa değişiklik metnini “benim projem” şeklinde sundu ve AK Partili seçmenlerden kendisi için oy istedi.

Güneysu’lu Taksici

‘Erdoğan’ın hemşehrisi’ diye başlıyorum söze; karşılığı, “O, Kasımpaşalı” oluyor. Uzaktan akrabası, ailece dini bütün ve AK Parti seçmeni. Anayasa değişikliğine ‘hayır’ diyeceğini özellikle vurguluyor. Nedenlerini sıralarken demokrasi ve din anlayışlarına somut örneklerle itiraz ediyor; cadde ve yolları kaplayan büyük pankart ve posterleri işaret ederek, bunlara yapılan harcamaların ne kadar yoksulu doyurabileceğini soruyor; “her makamı elde ettin; on yedi yıl yetmedi mi? İhtiyarladın, daha fazlasını istiyorsun, saltanat mı kuracaksın?” sorularıyla da iktidar hedefini sorguluyor.

16 Nisan öncesi Pazar sabahı Trabzon havaalanına varışımızla noktalanan ve hayli ayrıntılı konuşmadan aktardığım kesitler, ‘plebisiter referandum’un öteki yüzünü yansıtıyor. Başka bir deyişle, ‘evet’ oylarını yükselten Erdoğan’ın, ‘hayır’daki payı gözardı edilmemeli.

Bu nedenle, eğer olağan ortam ve koşullarda anayasal bilgilenme hakkı kullanılarak bir anayasa değişikliği yapılsaydı, halkoyu, çok yüksek oranda ‘hayır’ ile sonuçlanır; ‘evet’ oranı Sn. Başbakan’ın belirttiği üzere, en iyi ihtimal ile, yüzde 30’u geçmezdi.

Demokrasi değil, dava…

Belediye başkanlarını istifaya zorlama, ‘dava’ ile açıklanıyor. Hukuku, ayakbağı veya ‘politikanın aracı’ olarak gören AK Parti kurmaylarının hukuka ne denli mesafeli oldukları biliniyor. Buna karşılık, demokrasiyi seçilmişlik fetişizmine indirgeyen de kendileri. Öyle ki, onlar için seçilmişlik, çoğu zaman yasaların, Anayasa’nın ve hatta hukukun da üstünde.

Hatta, Genel Başkan eleştirildiği zaman, “o haklı; çünkü, 9 seçim kazandı” sözleri yanıt olarak kullanılabiliyor. Oysa, K. Topbaş ve M. Gökçek de seçimler kazandı ve 2019’da kazanamayacaklarına dair kesin bir tahminde şimdiden bulunulamaz.

Ancak şu söylenebilir: Ankara ve İstanbul gibi metropollerde, ‘hayır’ oranı, belediye başkanlarından çok, ‘kişisel proje’ olarak tasarlanan Anayasa değişikliği ile hedeflenen tek kişi yönetimi ile açıklanabilir. Büyükkent seçmenleri, göreceli de olsa, anayasal bilgilenme hakkından yararlandı…

Demokratik hukuk devleti savunucularına düşen…

Değinilen nedenlerle, demokratik hukuk devleti yanlıları için, belediye başkanlarına yönelik ‘istifa ettirme operasyonları’, anayasal bilgilenme hakkına katkı vesilesi olarak görülmeli ve konu bu açıdan da tartışılmalı:

-16 Nisan’da oylanan metin, henüz kısmen yürürlüğe girdiği halde, hukuku ve demokrasiyi şimdiden süpürdü.

-Seçimler sonrası tümüyle yürürlüğe girdiği zaman nasıl bir yönetime yol açacağı gün ışığına çıktı.

-6771 sayılı Kanun ile kabul edilen ve tek kişinin ‘mutlak iktidarı’ ile sonuçlanacak Anayasa değişikliği, Türkiye için sürdürülebilir değil; bu nedenle, ‘demokratik hukuk devleti’ eksenli anayasal çerçeve etrafında geniş bir mutabakat sağlayacak çalışma, acil bir görevdir.


***

TASARRUF SARAYA KADAR

TASARRUF SARAYA KADAR
 

NURCAN GÖKDEMİR

@nurcangokdemir


Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle tarihi rekorlar kırılan Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık ve TBMM’nin taşıt alımı harcamaları, hükümetin kamuda tasarruf kararının dışında tutuldu. Kamuya alınacak araçlar için belirlenen üst fiyat sınırı Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Başbakanlık ve TBMM’yi etkilemeyecek. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM, alacağı taşıtların cinsi ve fiyatını belirlemekte serbest olacak.
 
Dipnotta belirtildi;

Hükümetin, her bütçe yılı öncesinde zaman zaman da yıl içinde açıkladığı ancak bir türlü uygulamaya konulamayan kamuda tasarruf niyeti bu yıl da bir kez daha Başbakan Binali Yıldırım tarafından dillendirildi. Başbakan Yıldırım’ın “2018 yılı tasarruf yılı. Kamudan başlayacağız. Yeni araç alımı yok. Kapattık dükkânı” sözlerine diğer kamu kuruluşları uysa bile bu Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM için geçerli olmayacak. Kamuya alınacak taşıtları gösteren bütçenin T cetveli’nin altına düşülen dipnotta “Cumhurbaşkanı, TBMM ve Başbakanlık tarafından edinilecek taşıtların cinsi ve fiyatı bu Kurumların üst yöneticileri tarafından belirlenir” denildi.
 

Buna göre Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM Başkanlığı her biri için bütçede belirlenen şu üst sınırlara bağlı olmaksızın istedikleri cins ve fiyatta araç alımı yapacak:
 
» Cumhurbaşkanlığı: 14 adet binek oto (166 bin 350), 4 adet minibüs (87 bin 500), 2 adet panelvan tipi oto (76 bin 400), 6 adet otobüs (262 bin 550/598 bin 500), 1 adet kamyon/şasi-kabin ağırlığı 12 ton (145 bin 250), 1 adet kamyon/şasi-kabin ağırlığı 17 ton (176 bin 500), 2 adet güvenlik önlemli binek oto (cinsini ve fiyatını Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği belirleyecek), 8 adet diğer taşıtlar (cinsini ve fiyatını Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği belirleyecek)
 
» Başbakanlık: 4 adet binek otomobil (166 bin 350), 1 adet arazi tipi binek otomobil (96 bin 750), 1 adet minibüs (87 bin 500), 1 adet güvenlik önlemli binek otomobil (Cinsi ve fiyatı yok)
 
» TBMM: 2 adet minibüs (87 bin 500), 1 adet pick-up (98 bin 600), 6 adet panelvan (76 bin 400), 1 adet otobüs (598 bin 250)
 
Niyet baştan belli.,

Tasarıda taşıt alımında belirlenen istisnalar dikkati çekiyor. Azami satın alma bedellerinde değişiklik yapmaya, bu bedelleri belirli makam ve hizmetler için farklı miktarlarda tespit etmeye, cinslerini değiştirmeye Maliye Bakanı yetkili kılındı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün alacağı zırhlı araçlar da istisna kapsamına alındı. 2017’de 5 bin 881 aracın alındığı kamuya bu yıl için tanınan 4 bin 500 yeni araç alımı yetkisi istenirse hem cins, hem fiyat hem de sayı olarak rahatlıkla değiştirilebilecek.


***

AKP NİN YUMUŞAK KARNI..!


AKP  NİN  YUMUŞAK KARNI..!


FİKRİ SAĞLAR

 
Yaklaşan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na AKP’nin bu defa ne gözle bakacağını tahmin etmek mümkün. Geçmişten farklı bir yol deneyecek.

Çünkü İktidar, altüst olmuş ekonomiye rağmen atılan savaş çığlıklarının milleti gerdiğini görüyor!..

ABD’nin uyguladığı vize ambargosunda adım atılamıyor. Görüşmeleri sürdürecek Adalet Bakanlığı heyetine ABD vize bile vermiyor...

Türkiye, dünyadan dışlanmış bir durumda!.. İktidarın kaprisleri yurttaşı sıkıştırıyor!.. Adaletin ortadan kalktığı inancı toplumu kızdırıyor!..

Tam da bu durumda, AKP Genel Başkanı’nın belediyeleri ve örgütleri değişime zorlaması ve uygulanan bu sekter politikaya gösterilen direnç, AKP liderinin karizmasının çizilmesine neden oluyor!..

• • •

Olumsuz gelişmeler nedeniyle AKP iktidarı bu kez daha ılımlı bir yol deneyecek...

Tıpkı 15 Temmuz sonrasında olduğu gibi, bu yol yeniden Mustafa Kemal Atatürk’e sığınmak olacak…

Cumhuriyet Bayramı öncesi hassas olan toplum böylelikle yeniden kandırılmaya çalışılacak!..

• • •

Ancak toplum eskisi gibi her söylenileni kabul etmiyor.

O kadar çok “yanılmışız!”, “Aldatıldık!” sözleri kullanıldı ki, bunun AKP’nin ‘kendini kurtarma politikası! olduğu artık ayyuka çıktı!..

• • •

İktidar sıkıştıkça, demokratik hakları, yasalara uyma koşulunu ve özgürlükleri askıya alıyor.

OHAL’i de bahane ederek ‘yaşama doğrudan müdahale’ edebiliyor!..

Son örnek Çorlu’da yapılacak ‘TRAKYA KİTAP FUARI!’..

Bu fuar Türkiye çapında aydınların katılacağı ve Trakya halkının özlemle beklediği bir aktivite olacaktı.

Çorlu Ticaret Ve Sanayi Fuarcılık Anonim Şirketi ile Kültürlerarası İletişim ve İşbirliği Merkezi’nin birlikte düzenledikleri 26/ 29 Ekim tarihleri arasında yapılacak ‘Trakya Kitap Ve Eğitim Fuarı’ iktidarın müdahalesi nedeniyle iptal edildi...

Müdahale gerekçesi Kayseri’de saldırıya uğrayan İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın, düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü kapsamında Fuarın ‘Onur Konuğu’ olarak ilan edilmesi…

• • •

Fuarı düzenleyen Necdet Saraç ile Siyah/Beyaz yayınevi sahibi Murat Kaplan açıklamalarında “Yaratılan baskı ve korku ortamına itiraz ettiğimiz, düşünce, ifade ve inanç özgürlüğünden yana olduğumuz için İhsan Eliaçık’ı bilerek ve isteyerek Trakya Kitap Ve Eğitim Fuarı’na davet ettik. Ne Eliaçık için, ne de fuara davet ettiğimiz bir başka yazar veya konuk üzerinden pazarlık yapmayı reddediyoruz!” diyerek Trakya Kitap Ve Eğitim Fuarı’ndan çekildiler!..

• • •

Oysa Türkiye’nin büyük ihtiyaç duyduğu özgür düşünce ve ifade etme hakkının var olabilmesini sağlayacak, gelişmenin ve yaratının temeli olan bilgi edinme yolunun okumak ve kitaplardan geçtiği bilinir!..

Kitap okuyan, bilinçlenen toplumların geleceklerinin aydınlık olduğu , demokrasi dışında bir yönetime müsaade etmediği de açıktır!..

Bu nedenle AKP ülkemizi cahil bırakmak için özel politikalar uygulamaktadır. İlk, orta veyükseköğrenimde gençlerimizi bilgilendirmek değil, gerileştirmek için müfredatlar hazırlamaktadır. Çağı yakalamayı hedefleyen bilimsel eğitim yerine dindar ve kindar gençler hedeflenmektedir…

“AKP’ye okumamış insanlar oy veriyor!” diyen kişileri eğitim politikasının başına getirmektedirler!..

Dolayısıyla son zamanlarda çok ilgi çeken ve çağdaş bir ülkeye yakışan ‘kitap fuarlarının’ iktidar tarafından durdurulması sürpriz değildir!..

Ancak AKP’ye rağmen çağdaş Cumhuriyetin yurttaşları, çocuklarına daha iyi eğitim ve öğrenim olanağı sağlamak için müthiş bir gayret göstermektedir. Türkiye’yi karanlığa terk etmeyecekler…

• • •

AKP’nin bugün için en yumuşak karnı Rıza Sarraf olayıdır!..

Türkiye’nin gelecekte bu olay nedeniyle başının çok ağrıyacağı bellidir.

Bakanlardan sonra dönemin Başbakanının da ABD mahkemelerince tutuklanma istemiyle karşı karşıya bırakılacağı söylenmektedir.

Yanı sıra, başta Halkbank olmak üzere kamu bankalarının da dünya indinde sabıkalı hale getirileceği, ülkenin toptan itibar kaybına uğrayacağı iddiası vardır…

• • •

Kanada Memorial Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Mehmet Efe Çaman’ın 15.10.2017 tarihindeki makalesinde vahim gerçekler sıralamış. Bazı alıntıları paylaşalım;

Çaman, “Sarraf davası ile ilgili olarak ABD’de medyaya yansıyan haberler artık Erdoğan ile doğrudan bağlantılı çıkıyor” diyor.

Basından elde ettiği bilgiler ışığında aşağıdaki özeti yayınlıyor.

» ABD’de mahkeme Sarraf davasında Erdoğan, 4 bakan ve resmi görevlilerin tapelerini delil olarak kabul etti. Kaynak: New York Times (15.10.2017)

» Erdoğan’ın adı Sarraf ve Halkbank kanalıyla İran’a uygulanan ABD ve uluslararası yaptırımları delme talimatını veren kişi olarak geçiyor.

» Sarraf davasında Erdoğan’ın adı sadece kişisel suç işleyen biri olarak değil Türkiye adına uluslararası yaptırımları delen bir lider olarak geçiyor

» Sarraf davasının sonunda olacakların üç boyutu var:

A- Erdoğan boyutu: Ülke dışına çıkması mümkün olmayacak. ABD hukuku ve uluslararası hukuk önünde resmi olarak suçlu konumuna düşecek.

B-Erdoğan işlediği suçu Türkiye’yi temsilen yaptığı için, Türkiye resmi olarak uluslararası organize suça bulaşmış bir ülke durumuna düşecek.

C-Türkiye’ye ve Türk vatandaşlarına ağır yaptırımlar gelecek.

» Erdoğan ve yakın çevresinin yurtdışı banka hesaplarındaki paralara el konulabilir.

» NATO üyeliği ve AB adaylığı dondurulabilir.

» Türkiye’ye fiilen uygulanan silah satış yasağı resmi olarak deklare edilerek ağırlaştırılabilir.

» ABD’nin tapeleri delil olarak tanıması, Erdoğan rejiminin “tapeler sahte” söylemini de yok etmiştir.

» ABD’nin tapelerin gerçek olduğunu resmi olarak ortaya koyması Erdoğan’ın 17/25 Aralık’ın ‘darbe girişimi’ iddiasını da yıkmıştır.

» ABD’nin 17/25 Aralık tapelerini resmi delil sayması, Türkiye siyaseti üzerinde inanılmaz bir tsunami etkisi yapacaktır.

» David Ignatius, Washington Post’’taki makalesinde Erdoğan’ın Sarraf’ı kurtarmak için çırpındığını yazdı.

» David Ignatius’un görüşü hatalı: Erdoğan Sarraf’ı kurtarmak istemiyor. Susturmak istiyor. Çünkü Sarraf itirafçı oldu.

» Sarraf’ın Türkiye’den ABD’ye ‘yanlışlıkla’ ve hesap hatası yaparak gittiğini sananlar, en hafif tabiri ile ‘naif’!

» Sarraf ABD’ye muhtemelen Erdoğan rejiminden korunmak için gitti. Yani oraya kaçtı, oraya sığındı. İtirafçı olmak için anlaştı.

» Türkiye’de “tapeler sahte” söyleminin sonrasında Erdoğan yargıya darbe yaptı. Sonra da aynı söylem üzerine Cemaat’i şeytanlaştırdı.

» ABD tapelerin SAHTE OLMADIĞINI ortaya koydu. Bu bir milat. Türkiye’de tsunami sonucu ne olacak, göreceğiz.

» İran’ın yaptırımları ABD yaptırımı. Türkiye neden desteklesin ki diyenlere:

BM’in 1929 sayılı kararı, İran ile banka bağlantılarını ve işlemlerini yasaklıyor.

Karar tüm dünya için bağlayıcı. (Bkz: United Nations Security Council Resolution 1929)

Daha da dramatik olanı, Türkiye, 1929 sayılı karar çıkarken Güvenlik Konseyi geçici üyesi. Ret oyu kullanıyor. Neden ret oyu kullandığı da şimdi daha iyi anlaşılıyor!.

• • •

Dış dünyayı ve basınını takip etmeyen bir medyamız var. O nedenle dünyanın bizimle ilgili düşüncelerini bilmiyoruz.

Yukarıda yazılanlar yakın gelecekte başımızın çok ağrıyacağını gösteriyor.

AKP’nin ülkemize bulaştırdığı kara lekeyi torunlarımıza taşımamak için 2019’a çok önem vermeliyiz!
----------
Esas olan İslami jargonla ritüel ve şekli amel değil, niyet !
 
Bu ülke kurtuluş savaşımızda Amerikan mandacılığını savunan İslamcılarla, İngilizlerle beraber hareket etmeyi cihad gibi sunan İskilipli Atif gibi sözde evliyaları görmedi mi?


***

30 Ekim 2017 Pazartesi

IŞİD IRAK'TA TÜRKLERİ KATLEDİYOR VE TÜRKİYE SADECE SEYREDİYOR.. YAZIKLAR OLSUN HEPİMİZE..

IŞİD IRAK'TA TÜRKLERİ KATLEDİYOR VE TÜRKİYE SADECE SEYREDİYOR.. YAZIKLAR OLSUN HEPİMİZE..

Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar, elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1924)

 25 Temmuz 2014 Cuma 

11 Haziran 2014’den dan beri IŞID militanlarının elinde rehin tutulan MUSUL Başkonsolosluğumuz personelinden 1.5 aydır hiç haber yok. TC Başbakanı, mübarek ramazan hürmetine tutsak edilen yurttaşlarımızın bırakılması için IŞID canilerine meydanlardan ricada bulunurken, konu hakkında ülkede konuşma yasağı getiriliyor.

Türkiye, 1.5 Suriyeli Araba kucak açıyor ve onları bağrına basıyor.


Ama Iraklı Türkmen soydaşlarımızın IŞID militanlarınca vahşice katledilmesine seyirci kalıyor. Adeta onları ölüme ve IŞID terörünün insafına terk ediyor. Konu hakkında 22 Temmuz günü MHP Iğdır Milletvekili Sinan Oğan Meclis kürsüsünden sesleniyor. Sesini hiç kimse duymak istemiyor.


http://www.youtube.com/watch?v=P5v9pGyfJdA
https://www.facebook.com/photo.php?v=1457534184502889&set=vb.1385768698346105&type=2&theater



Ve AKP, bunları başarılı dış politikamız olarak yandaş medya ile halka yutturmaya çalışıyor.

Başbakan Erdoğan bu büyük başarılarına en az beş yıl daha devam edebilmek için Cumhurbaşkanı adayı olarak meydanlarda nutuk atarak milletimizden oy bekliyor..

Bu duyarsızlık nereye ve ne zamana kadar devam edecek ?

Bu millet ne zaman uyanacak ve milli değerlerine sahip çıkacak?

Umudum giderek tükeniyor....

Dr. Tahir Tamer Kumkale
25 Temmuz 2014 Cuma





http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=1424

...

Deniz Baykal'dan Aklımda Kalanlar…


Deniz Baykal'dan Aklımda Kalanlar…


Erol Manisalı

CHP Kurultayı'nda Deniz Baykal, "İşbirlikçi İslamcılarla antiemperyalist İslamcıları ayırarak" AKP'ye çattı. Baykal'a göre AKP, "ABD ve AB ile işbirlikçiliği kabul ettiği için, onların desteği ile iktidara getirilmişti."
İşbirlikçiler ve antiemperyalistler

CHP Kurultayında Deniz Baykal, “İşbirlikçi İslamcılarla antiemperyalist İslamcıları ayırarak” AKP’ye çattı. Baykal’a göre AKP, “ABD ve AB ile işbirlikçiliği kabul ettiği için, onların desteği ile iktidara getirilmişti.”

Yıllardır Bıçak Sırtı’nda dile getirdiğim bu görüşü Deniz Baykal’ın da benimsemesi beni mutlu kıldı.

- Baykal, İslamcılar için bir kırmızı çizgi koyuyor, “işbirlikçiler ve antiemperyalistler” ayrımı yapıyordu. Refah (ve Erbakan) antiemperyalist olduğu için ABD, İngiltere ve İsrail tarafından tasfiye ettirilmişti.

- O gruptan ayrılan “yenilikçi ve işbirlikçiler” ise ABD, AB ve İsrail saflarına katılmışlar, onların planlarının bir parçası olmuşlardı.

Deniz Baykal’ın yaptığı bu doğru tespitin yalnızca İslamcılara uygulanması, bence eksik olmakla kalmaz, yanlış sonuçlar da doğurur. İşbirlikçiler ile antiemperyalist duruş sergileyenler arasında keskin bir ayırım yaparak kırmızı çizgi çiziyorsak, bu doğru tespiti İslamcılar dışında da uygulamamız gerekir.

Sıralayalım:

- Liberaller arasında acaba işbirlikçiler yok mu? İçlerinde ateist olanlar bile vardır. Bunlar İslamcı değillerse, işbirlikçi eylemlerini göz ardı mı edeceğiz?

- Ya da, sağda ve merkez sağdaki işbirlikçileri ne yapacağız? Bunlar arasında BOP’a destek verenler yok mu? Tonla var… Türkiye’nin AB’ye tek yanlı bağlanmasına göz kırpan sağcıları nereye saklayacaksınız, ortalık onlarla dolu…

- Ve de sosyal demokratlar içindeki işbirlikçiler. Bu kesimde işbirlikçi bulunmadığını söylemek “aşırı saflık sınıfına” girmezse acaba nereye girer?

Liberaller, merkezdekiler, sağcılar, solcular arasında “Ben Atatürkçüyüm diyerek” örtülü işbirlikçilik yapanlar, boyunbağı taktıkları ve viski içtikleri için affa mı uğrayacaklar?

Yalnızca İslamcılar mı?

Deniz Baykal’ın “İslamcılar için yaptığı işbirlikçilik ayrımını” sağcılar, solcular, liberaller kısacası herkes için uygulamak gerekir.

Türkiye’de bir açık bir de örtülü işbirlikçiler var: 

- Ben BOP’nin bir parçasıyım, ABD, AB ve İsrail’in isteklerini yerine getiririm diyerek bu işi gizlemeyenler var. İşi, “Ben bu projenin eşbaşkanıyım” diyecek kadar benimseyenler bile var. Ya da, “Bizi deliğe süpürmeyin, kullanın” çağrıları yapan hizmetkârlar söz konusu. Bunlar en açık işbirlikçiler…

- Ya da “Biz Türkiye’nin eyaletlere, devletlere bölünmesinden yanayız; bunun için ABD, AB ve İsrail’le birlikte çalışıyoruz” diyerek işbirlikçiliklerini en baştan itiraf edenler de ortalıktalar.

Bu iki grup, “Batı emperyalizminin bölgedeki maşaları olduklarını” zaten itiraf ediyorlar, kimlikleri belli, bunlar pazara düşmüşler.

Örtülü işbirlikçiler en büyük sorun 

En büyük sorun “örtülü işbirlikçilerde”; onlar bir taraftan tören Atatürkçülüğü veya hamasi nutuklarla halkı oyalarken, masanın altından işbirlikçilik yapıyorlar.

Birkaç örnek verelim:

1) Biz laiklikten yanayız, Atatürk’ü çok seviyoruz, derken “ AB sürecine destek veriyorlar.” Bu sürecin, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Lozan’ı tasfiye ettiğini görmezlikten geliyorlar.

2) Sosyal devleti, sosyal hakların geliştirilmesini istemiyorlar. Onlar da AKP üst yönetimi gibi, “Her şeyi piyasaya bırakın, piyasa size yol gösterir” diyorlar.

3) Ekonominin, siyasetin, kültürün yabancılaştırılmasına ve emperyalizmin denetimine girmesine karşı çıkmıyorlar. Bunu, “küreselleşmenin doğal bir sonucu” gibi pazarlamaya çalışıyorlar.

4) Sanayide, tarımda, ticarette, teknolojide ulusal (ve makro) politikaların uygulanmasına karşı çıkıyorlar.

Böylelikle, yabancı tekellerin (ve devletlerin) Türkiye’yi örtülü işgalini desteklemiş oluyorlar. Bunlar “işbirlikçi sınıfına” girmiyor mu?

Deniz Baykal’ın kurultayda ifade ettiği, “işbirlikçi ve antiemperyalist İslamcı” ayrımını “İslamcı sözcüğü yerine liberal sağcı, sosyal demokrat veya daha başka sözcükleri de koyarak değerlendirmek gerekir”.

Türkiye bugün ikiye ayrılmıştır: Bir yanda örtülü ve açık işbirlikçiler bulunuyor. Öte yanda ise sömürgeci dayatmalara karşı “ulusalcı cephe” vardır.

Ulusalcı cephe şu temel özelliklere sahiptir:

1) En başta antiemperyalisttir, sömürgeci düzene karşıdır. Bu, Atatürk devrimlerinin en vazgeçilmez koşuludur.

2) Bu cephe sosyal ve laik hukuk devletinden yanadır.

3) Gerçek demokrasinin, “katılımcı örgütlenmelerle” olabileceğine inanır. Bireysel ve toplumsal hakları ve özgürlükleri birlikte destekler.

4) Dış ilişkilerde iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel olarak “karşılıklı çıkarları savunur.” Tek yanlı bağlara şiddetle karşıdır. Bunun gereği olarak uluslararası ilişkilerde “denge politikasını” esas alır. Türkiye’nin Avrasya ile ilişkilerinin geliştirilmesini, “Batı’nın dayatmalarının engellenmesi için” vazgeçilmez bir koşul olarak benimser.

Görüyorsunuz, “işbirlikçilere karşı olmak için” işi buraya kadar getirmek gerekir. Legonun sadece bir parçası bizim işimize yaramaz, olayı bütünüyle değerlendirmek durumundayız.

05 Mayıs 2008 Pazartesi,

http://www.transanatolie.com/Turkce/Turkiye/Turkiye%20Gercekleri/kim_kimdir.htm

*****