16 Nisan halk Oylaması Sürdürülebilir mi?
İBRAHİM Ö. KABOĞLU
12 Eylül 2010 günü halkoyuna sunulan Anayasa değişikliğinin sürdürülemezliği, bir yıl sonra anlaşıldı. Gerçi, sakıncalar Mayıs 2010’da belli olmuştu. Ama değişiklik mimarları ve ‘yetmez ama evet’çiler, değişiklik risklerini, uygulama sırasında fark etmeye başladı. 16 Nisan oylaması ile kesinleşen Anayasa değişikliğinin sürdürülemez özelliği, 6. ayında gözler önüne serildi. Şimdi, aynı metin yeniden oylansa sonuç, hayır olur.
Evet’in Üç Nedeni
Evet yüzdesi - doğru olduğu varsayımında - Şu üç nedenle açıklanabilir:
-OHAL: Bunu en veciz şekilde Başbakan Yıldırım ifade etti: “Yüzde 30’luk desteği 70 günde yüzde 51.4’e çıkardık” (6.6.17); yani OHAL sayesinde.(Bu nedenle, ‘15 Temmuz Anayasası’ diyorum).
-Farkındalıksorunu: Seçmen, 6771 sayılı Kanun içeriği üzerine bilgilendirilmedi veya yanlış bilgilendirildi. Anayasal bilgi kirliliği kaynağı, ‘evetçi medya tekeli’. Bir örnek: Bir zamanların göreceli tarafsız tartışma programları ile halkı bilgilendirme görevini yerine getiren NTV, CNNTürk ve HaberTürk gibi ekranlar, Saray danışmanları tarafından kapatıldı. Şöyle ki; anayasa bilgisi kendinden menkul kişilerden biri, bir gece tek başına adı geçen ekranlardan birini, diğeri öbürünü, bir diğeri de üçüncüsünü işgal ediyor; dönüşümlü olarak, devlet bütçesinden muhtemelen çok yüksek maaş alan zevat, sadece TRT’ninkini değil, özel sektör kanallarını işgal ederek, ‘yeni devlet’ inşası (haliyle var olanın yıkılması üzerine), yanlış anayasal bilgi şırıngası için yarıştı adeta.
-Kişi oyu: Üçüncü neden ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anayasal halkoyunu ‘kişi oylaması’na çevirmesidir. Anayasa değişiklik metnini “benim projem” şeklinde sundu ve AK Partili seçmenlerden kendisi için oy istedi.
Güneysu’lu Taksici
‘Erdoğan’ın hemşehrisi’ diye başlıyorum söze; karşılığı, “O, Kasımpaşalı” oluyor. Uzaktan akrabası, ailece dini bütün ve AK Parti seçmeni. Anayasa değişikliğine ‘hayır’ diyeceğini özellikle vurguluyor. Nedenlerini sıralarken demokrasi ve din anlayışlarına somut örneklerle itiraz ediyor; cadde ve yolları kaplayan büyük pankart ve posterleri işaret ederek, bunlara yapılan harcamaların ne kadar yoksulu doyurabileceğini soruyor; “her makamı elde ettin; on yedi yıl yetmedi mi? İhtiyarladın, daha fazlasını istiyorsun, saltanat mı kuracaksın?” sorularıyla da iktidar hedefini sorguluyor.
16 Nisan öncesi Pazar sabahı Trabzon havaalanına varışımızla noktalanan ve hayli ayrıntılı konuşmadan aktardığım kesitler, ‘plebisiter referandum’un öteki yüzünü yansıtıyor. Başka bir deyişle, ‘evet’ oylarını yükselten Erdoğan’ın, ‘hayır’daki payı gözardı edilmemeli.
Bu nedenle, eğer olağan ortam ve koşullarda anayasal bilgilenme hakkı kullanılarak bir anayasa değişikliği yapılsaydı, halkoyu, çok yüksek oranda ‘hayır’ ile sonuçlanır; ‘evet’ oranı Sn. Başbakan’ın belirttiği üzere, en iyi ihtimal ile, yüzde 30’u geçmezdi.
Demokrasi değil, dava…
Belediye başkanlarını istifaya zorlama, ‘dava’ ile açıklanıyor. Hukuku, ayakbağı veya ‘politikanın aracı’ olarak gören AK Parti kurmaylarının hukuka ne denli mesafeli oldukları biliniyor. Buna karşılık, demokrasiyi seçilmişlik fetişizmine indirgeyen de kendileri. Öyle ki, onlar için seçilmişlik, çoğu zaman yasaların, Anayasa’nın ve hatta hukukun da üstünde.
Hatta, Genel Başkan eleştirildiği zaman, “o haklı; çünkü, 9 seçim kazandı” sözleri yanıt olarak kullanılabiliyor. Oysa, K. Topbaş ve M. Gökçek de seçimler kazandı ve 2019’da kazanamayacaklarına dair kesin bir tahminde şimdiden bulunulamaz.
Ancak şu söylenebilir: Ankara ve İstanbul gibi metropollerde, ‘hayır’ oranı, belediye başkanlarından çok, ‘kişisel proje’ olarak tasarlanan Anayasa değişikliği ile hedeflenen tek kişi yönetimi ile açıklanabilir. Büyükkent seçmenleri, göreceli de olsa, anayasal bilgilenme hakkından yararlandı…
Demokratik hukuk devleti savunucularına düşen…
Değinilen nedenlerle, demokratik hukuk devleti yanlıları için, belediye başkanlarına yönelik ‘istifa ettirme operasyonları’, anayasal bilgilenme hakkına katkı vesilesi olarak görülmeli ve konu bu açıdan da tartışılmalı:
-16 Nisan’da oylanan metin, henüz kısmen yürürlüğe girdiği halde, hukuku ve demokrasiyi şimdiden süpürdü.
-Seçimler sonrası tümüyle yürürlüğe girdiği zaman nasıl bir yönetime yol açacağı gün ışığına çıktı.
-6771 sayılı Kanun ile kabul edilen ve tek kişinin ‘mutlak iktidarı’ ile sonuçlanacak Anayasa değişikliği, Türkiye için sürdürülebilir değil; bu nedenle, ‘demokratik hukuk devleti’ eksenli anayasal çerçeve etrafında geniş bir mutabakat sağlayacak çalışma, acil bir görevdir.
***