31 Ekim 2017 Salı

Yağma Cumhuriyet,




 Yağma Cumhuriyet,


Melih Aşık:


​Yaşadığımız dönemde doğa yağmalandı, şehirler yağmalandı, hazine yağmalandı, sanayi tesisleri yağmalandı.. Yetmedi... Cumhuriyet’in kendisi yağmalandı... Cumhuriyet değerleri ve devrimleri adım adım ortadan kaldırılıyor.


Oysa Cumhuriyet bir mucizedir. Yıkılmış bir imparatorluğun enkazından yepyeni bir devlet oluşturmanın adıdır. Çağdaş dünyaya atılan imzadır.


Bugün yaşamımızda ne varsa Cumhuriyet’in eseridir. Cumhuriyet Atatürk’ün tek başına geliştirdiği projedir. Atatürk olmasa Cumhuriyet olmayacaktı.
Buna rağmen Cumhuriyet yıkıcıları Atatürk’e saldırıp duruyor.
Şeriatçılar Atatürk’e ve Cumhuriyet’e neden düşmandır?
Gelin yanıtı rahmetli hukukçu Şakir Keçeli’nin “Şeriat Nedir” adlı kitabından verelim...


“Şeriatçılar 1923 devrimi ile devlete egemen olma haklarını yitirmişlerdir. Bu hak, yani egemenlik hakkı onu Tanrı adına kullananlardan zorla alınmış ve halka yani ulusa verilmiştir. Saltanat ve hilafetin bir daha dirilmemesi için de köklü önlemler alınmış, adına Atatürk Devrimleri denilen devrimler gerçekleştirilmiştir. İslam’ın siyasallaşmasını isteyenlerin gerçek amacı yitirilen saltanatın yeniden diriltilmesi, elden kaçırılan buyurma yani egemenlik hakkının halkın elinden geri alınmasıdır...”Halk bu kavganın ne kadar farkında? Mesele işte orada...

Tarih yenileniyor!

Başbakanlık yeni Cumhuriyet tarihi kitabı hazırlıyormuş.. Acar muhabirimiz Gökhan Karakaş’ın haberi bizim gazetede şöyle yer aldı:


“... Atatürk Araştırma Merkezi (ATAM), Cumhuriyet tarihini en kapsamlı şekilde anlatan bir eser hazırlıyor”


14 kişilik akademik kurul (kimlerden kurulacağı açıklanmıyor) 2018’in başında çalışmaya başlayacakmış... Eserde, 3. Selim dönemine kadar inilecekmiş! Nizam-ı Cedîd, 2. Mahmud, Tanzimat dönemi de yer alacakmış...


Görüldüğü gibi, kurul çalışmadan kitabın ana hatları belirlenmiş bile! Zaten mevcut iktidara bağlı bir kuruluşun objektif bir tarih kitabı hazırlayacağına kim inanır?

ÖDE


Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu rakam veriyor... 2015 eylül ayında Türkiye’den Yunan adalarına günlük geçen göçmen sayısı 7 bin 500 civarındayken bu rakam günde 50’ye düşmüş. Anlaşmaya harfiyen uyuyormuşuz. Ama Avrupa Birliği (AB) 2016 yılında 3 milyar euro ödemesi gerekirken bugüne kadar sadece 880 milyon euro ödemiş...


Peki, biz hâlâ neden anlaşmaya uyuyoruz? Neden karşı taraf borcunu ödemediği takdirde anlaşmaya uymayacağımızı açıklamıyoruz? Dış politikada marifet yabancı ülkelere atıp tutmak mıdır, yoksa halkın çıkarlarını savunmak mı? Yazık bu halka...

10.5 milyar dolarlık şehir hastaneleri yatırımı için devlet 30 milyar dolar kira ödeyecekmiş. Geçmediğimiz köprüler yetmedi, geçirmediğimiz hastalıkların parasını da ödeyeceğiz. G.E

YÜREK


Eduardo Galeano’nun “Hikâye Avcısı” adlı kitabı SEL yayıncılıktan çıktı...
Latin Amerika’nın en ünlü kalemlerinden biri olan Uruguaylı yazar Galeano’nun (1940 - 2015) “Ve günler yürümeye başladı” ve “Yürüyen Kelimeler” adlı eserleri de ünlüdür.

Yürümek fiiline özel bir önem atfeden yazar kendine Türk dilinden de destek buluyor.
Hikâye Avcısı kitabında (S. 209) şöyle diyor:


“Sözcükler nabız atışı ritminde yürüyor. Bugünlerde tamamen bir tesadüf eseri, Türkçede ‘yürümek’ ve ‘yürek’ sözcüklerinin aynı kökten geldiğini öğrendim”


BİZDEN NOT: Bizim bazı dilciler yürümek’in yürek’ten geldiğini tahmin ederler ama kesin değildir...

ŞARAP


Meral Akşener'in başkanlığında kurulan "İyi Parti" hakkında her kafadan bir ses çıkıyor... Kimi iyi diyor kimi kötü... Kimi adını beğenmiyor, kimi amblemini... Bizim kerameti kendinden menkul "analist gazeteciler" sabırsız... Her biri iyi veya kötü teşhis koyma çabasında...


Bizim tespitimiz mi?

Adamın birinin önüne iki kadeh şarap koymuşlar. Bak bakalım hangisi kötü, demişler.

Adam birinci kadehi içtikten sonra:
- Bu daha kötü, demiş...
- İyi ama daha öteki kadehi içmedin...
- Gerek yok, demiş, hiçbir şarap bundan kötü olamaz...
Bizim tespitimiz de odur ki... Bu yeni parti öteki 4 partiden daha kötü olamaz...

Casuslar serbest!


Tutuklanırken ne casuslukları, ne ajanlıkları ne de hainlikleri kalmıştı. Yandaş medya daha ilk günden kararını vermiş, belli merkezden sızdırılan yalan yanlış haberleri, allayıp pullamayı da ihmal etmeyerek okurlarına dehşetengiz senaryolarla duyurmuştu olayı.


Büyükada'daki bir otelde gizli! toplantı yaparken derdest edilip Ağustos'tan bu yana hapiste tutulan Türk ve yabancı uyruklu aktivistler ilk duruşmada tahliye edildi. Alman Der Spiegel dergisinin iddiasına göre tahliye eski Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in Merkel'in bilgisi dahilinde Ankara'ya gizlice gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşüp anlaşması sonucu oldu.


Bilindiği üzere bu tür davalarda mahkemelerimiz tahliye kararı verdiklerinde genellikle sanıklar için yurtdışına çıkış yasağı koyarlar. Bu kez öyle olmadı, yurtdışı yasağı konmadığı için tahliye edilen sanıklardan Alman uyruklu Peter Steudtner ile İsveç uyruklu Ali Gharavi hemen ülkelerine döndüler. Bu da, davanın onlar için artık bittiği, yargılama sonunda ceza alsalar bile o cezanın uygulanamayacağı anlamına geliyor.

Artık

" Bizim Yargı bağımsızdır " ve " Hiç bir baskıya boyun eğmeyiz " sözlerinin hiç bir değeri kalmadı. Çağdaş devletin temel ilkelerini yok ettik, ülkeyi güvenilmez bir kabile haline getirdik... Aferin bize...


***

ÇAKMA OSMANLI HALİFESİ




ÇAKMA OSMANLI HALİFESİ


Hüseyin Vodinalı / O Kitaptaki FETÖ: Ilımlı İslam’ın Opus Dei’si, Çakma Osmanlı Halifesi


aydinlik.com.tr, 30.10.2017

F. William Engdahl, Teksas doğumlu, 73 yaşında Alman-Amerikalı bir araştırmacı yazar. Anti emperyalist ve Avrasyacı bir bakış açısı var. Özellikle ekonomi ve küresel enerji siyasetleri alanında yazıyor. Princeton siyaset bilimi mezunu, Stokholm ve Pekin üniversitelerinde konuk akademisyen olarak ders vermiş. Petrol piyasaları konusunda danışmanlık da yapıyor. İlk kitabı, “A Century of War: Anglo –American Oil Politics and the New World Order” (Savaşın bir Yüzyılı: İngiliz Amerikan petrol siyasetleri ve Yeni Dünya Düzeni) 2004’te yayımlandı. Toplam 10 kitap yazdı. Kitapları Türkçe ve Çince dahil 14 dile çevrildi. Son kitabı ise “The Lost Hegemon: Whom the Gods would destroy” (Kayıp Hegemon: Tanrıların yok edeceği) 2016 şubatında yayımlandı.

Yani 15 Temmuz 2016’daki hain FETÖ darbe girişiminden 4 ay önce.

İşte Engdahl’ın bu son kitabının 10.bölümünde FETÖ’ye ayrılmış bir 15 sayfa var.

Engdahl, FETÖ olayını çok net ve yalın bir dille derlemiş, toparlamış.

FETÖ’nün darbe girişimini adeta haber vermiş.

Kitaptaki 10. Bölümün başlığı aynen şöyle:

“CIA AVRASYA’DA YENİ OSMANLI HALİFELİĞİ PEŞİNDE”

“CIA asset” (CIA varlığı) olarak tanımladığı Gülen örgütünü, ABD’nin Büyük Ortadoğu projesinde önemli bir figür olarak anlatıyor Engdahl.

Engdahl’den aktarıyorum:

“1998’de Fetullah’ın ortaya çıkan kasetinde “devletin kılcal damarlarına sızıp her yeri ele geçireceksiniz” meşhur vaazı ortaya çıkınca hakkında dava açılan Gülen ABD’ye kaçtı.

CIA’den dostları onu önceden kaçması için uyarmıştı.

2001’deki 11 eylül saldırıları sonrası ABD Kamu güvenliği bakanlığı ile ABD Dışişleri bakanlığı Gülen gibi birisinin “seçkin eğitimci” vizesiyle ülkede olmasına karşı çıkmıştı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu davada yaptığı açıklama çok ilginçti. 2002’de mahkemeye sunulan belge şöyleydi:

‘Gülen hareketinin pek çok projesini finanse etmek için kullandığı büyük miktardaki paralar, onun Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’deki hükümetlerle gizli anlaşmalarından kaynaklanmaktadır. CIA’nin de bu projelerde finansör olduğuna dair ciddi şüpheler vardır’.”

Yine Amerikan mahkemelerine göre, bu terör ve casusluk örgütünün dünya çapında 25-50 milyar doları ve 90 ülkede 2000’den fazla okulu bulunuyordu.

Engdahl, FETÖ’nün bir Neocon işi, yani Bush ve Cheney ekibinin temsil ettiği “Yeni Muhafazakarlar” ekibinin projesi olduğunu ve yine aynı ekibin yönettiği El Kaide gibi radikal dinci örgütlerin terör eylemlerinden ziyade, kuzu postundaki kurt olarak kullanıldığını anlatıyor. Sözde hoşgörü mesajlarıyla bir sufi dervişi gibi tanıtılan Gülen, aslında sızma görevlisi tipik bir radikal dinci maşaydı.

Engdahl, FETÖ için, Vatikan’daki CIA organı olarak bilinen (Papa suikastinin faili) Opus Dei tarikatının, İslami versiyonu tanımlamasını da yapıyor.

Zaten Gülen’in 1998’de Roma Vatikan’da Papa 2. Jan Paul ile buluşmasında böyle bir alt mesaj da vardı.

O dönem Cemaat veya Hizmet olarak nitelenen FETÖ’nün misyonunun, Batı Emperyalizmi adına Avrasya’da görev yapacak yeni bir Osmanlı halifeliği kurmak olduğunu yazıyor Engdahl. (AKP’nin bir dönem çok sarıldığı bu Yeni Osmanlıcılık hareketi, İstinye’deki ABD Başkonsolosluğu’nda 2003’te talimatla başlatılmıştı. HV)

Willam Engdahl, Erdoğan hükümetinin 2006’da “anayasa ve laikliğe aykırı eylemlerinden” dolayı aldığı 10 yıllık hapis cezasını kaldırmasına rağmen, Fetullah’ın 1998’de gittiği ABD’den hiç bir yere kımıldamadığını da vurguluyor.

Bunun nedeni ise ABD’nin 2.İsrail’i kurmayı baş köşesine koyduğu BOP’un içinde AKP ve FETÖ’ye verdiği yeni Osmanlı Halifeliği görevi. Bu misyonu, Suriye’deki AKP-Müslüman Kardeşler koalisyonu tamamlayacaktı.

Ancak Gülen’in “Amerikancı halifelik” yolunda, Suriye ve Müslüman Kardeşler konusunda fazla öne çıkan Erdoğan’ı engel görmesi, 2012 itibarıyla AKP-FETÖ koalisyonunun çatırdamasına yol açtı. Zaten bundan önce de, tabanda FETÖ’ye karşı kadrolaşma tepkileri mevcuttu.

FETÖ’nün niyeti, çizgi dışına çıkan Erdoğan’ı tasfiye ederek, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu gibi daha uyumlu/ılımlı isimlerle devam etmekti.

ABD çıkarlarına bire bir uyumlu, İran ambargosunun delinmesi üzerinden Erdoğan’a yönelik başlatılan 17-25 Aralık FETÖ operasyonları bu savaşın kızışmasına ve sonuçta da 15 Temmuz 2016’daki hain NATO/FETÖ darbe girişimine yol açtı.

Amerikancı darbe girişiminin kolayca püskürtülmesi ve bozguna uğratılması, ABD’nin giderek çürüyen hegemonyasının da bir göstergesi oldu.

GÜLEN’İN CIA YÖNETİCİSİ DOSTLARI

F. William Engdahl, FETÖ Elebaşının CIA tarafından korunup kollandığını sağlam kaynaklarla aktarıyor.

Gülen’in 3 tane sağlam CIA’cı arkadaşı var. ABD’de yeşil kart alırken bu üç isim ona kefil oluyor. Devamında 29 etkili isim daha var ama en önemlileri bu üç kişi.

Bunların başında çok kritik birisi var.

Aydınlık dergisinin 1996’daki sayısının kapağını hatırlayın. Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün, ABD desteğiyle başbakan ve dışişleri bakanı olacağını haber veren dergide, bu kehanetin kaynağı olarak dönemin Amerikan Büyükelçisi Morton Abramowitz gösteriliyordu.

İşte o Abramowitz, aynı zamanda Fetullah’ın da kefili.

Eski FBI Ajanı Sibel Edmonds, Abramowitz’in, bir CIA yetkilisi olmasının çok ötesinde, hükümette çok etkili bir neocon İsrail dostu isim olarak, Türkiye’deki “derin ABD devlet”ini kullanarak, Orta Asya’dan Çin’e kadar Avrasya coğrafyasını karıştırmakta kullanan kişi olduğunu açıklıyordu.

1989’da Baba Bush döneminde Türkiye’ye büyükelçi olarak atanan Abramowitz, Sibel Edmonds’a göre Afganistan’daki eroin trafiğinde de rol oynuyordu.

NED yani National Endowment for Democracy adlı CIA kuruluşu yöneten Abramowitz’in bir diğer özelliği de ile Uluslararası Kriz Grubu (ICG) isimli etki ajanlığı örgütünü, ünlü spekülatör George Soros ile birlikte kurmuş olmasıydı. Bu NED ve ICG, son 20 yılda Sırbistan’dan Ukrayna’ya, Kırgızistan’dan Gürcistan’a, İran’dan Mısır’a, “renkli devrim” tezgahlarında önemli roller aldı.

Gülen’e kefil olan diğer bir isim, CIA’da üst düzey görevler yürütmüş olan George Fidas idi.

31 yıl CIA’da çalışan Fidas, Balkan ülkelerinde çok etkili bir kişiydi. Asıl işinin üniversitelere CIA ajanları yerleştirmek olduğu iddialarıyla gündeme gelmişti. Analiz ve Prodüksiyon Direktörü olarak CIA’dan emekli olduğunda ise ABD Birleşik Askeri İstihbarat Fakültesinde öğretim üyeliği yaptı. Gülen hareketinin akademide fazlasıyla etkin olması bu Fidas’a da bağlanır. Özellikle (kendisi de bir CIA Ajanı olan ünlü ABDLi senatör Fullbright ismiyle) burs ve konuk öğretim üyelikleri konularında uzmandır.

Üçüncü isim ise, 1982’den sonra 20 yılını Türkiye, Lübnan, Yemen ve Afganistan’da CIA İstasyon Şefliği yaparak geçiren Graham Fuller idi. Gülen’e en çok sahip çıkan da oydu. Hatta 15 Temmuz darbe girişiminde bizzat ortağı Henry Barkey’yi Büyükada’ya göndererek rol aldığı da iddia ediliyor.

Fuller’i önemli kılan bir diğer özelliği ise ABD’nin uzun soluklu Yeşil Kuşak projesinin soğuk savaş sonrası mimarlarından olması. Gülen’in bir milyarlık İslam dünyasına halife olarak yutturulması saçmalığının Fuller’e ait olması muhtemeldir.

Fuller CIA’dan emekli olduktan sonra da, Pentagon-CIA bağlantılı strateji ve düşünce kuruluşu olan RAND Corporation’un yöneticiliğini yaptı. Engdahl, Fuller’in aynı zamanda Uygur bölgesi, Orta Asya ve Çeçenistan’daki teröristleri koordine ettiğini, bunlarla FETÖ’cüleri bağlantılandırdığını da belirtiyor.

Umarız bu kitap yakında Türkçeye çevrilir de herkes olayın daha ayrıntılı bilgilerine ve daha büyük resme ulaşabilir.

Tabii şunu da kaydetmek gerekir ki, ABD ve maşalarının bütün bu projelerinde yenilgiye uğradığını görmek, 40 yılımıza mal olan 2. İsrail projesinin kumdan kale gibi dağıldığına şahitlik etmek de bugünlere nasipmiş.


***

METAL YORGUNLUĞU.




Metal Yorgunluğu,


YILMAZ ÖZDİL: 

“ Terör örgütüyle masaya oturduğumuzu söyleyenler şerefsizdir ” diyerek yuhalattı, “ tabii görüşülüyor, görüşme talimatını veren benim ” diyerek alkışlattı.


*
Meclis kürsüsünde “benim milletimin dili tektir, o resmi dil Türkçedir” diyerek alkışlattı, “ben ne tek dil dedim, ne tek din dedim, böyle bir ifadem yok, bunlar yalan makinesi” diyerek yuhalattı.


*
“NATO'nun Libya'da ne işi var” diyerek yuhalattı, “NATO Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tescil için oraya gitmelidir” diyerek alkışlattı.


*
“Biz genişletilmiş Ortadoğu projesinin eşbaşkanlarından biriyiz, Amerika'nın düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır yıldız olabilir” diyerek alkışlattı, “ellerine bir kağıt almışlar, Amerika'nın projesidir diyorlar, bunu ispat etmezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar” diyerek yuhalattı.


*
“Kardeşim Esad'la iki dost olduk, iki kardeş olduk” diyerek alkışlattı, “katil Eset” diyerek yuhalattı.


*

“ Parası olan parayı bastıracak askerlikten kurtulacak, parası olmayan askerlik yapacak, ben şahsen böyle bir sorumluluğun altına girmem, referandum yaparım, biz kimsesizlerin kimiyiz” diyerek alkışlattı, “bedelli askerlik benim için acil bir konu, 30 bin lirayı veren askerliğini yapmış sayılacak” diyerek gene alkışlattı.


*


“Batı'ya sesleniyorum, şu anda Kobani düştü düşüyor” diyerek yuhalattı, “tutturmuşlar Kobani de Kobani, Türkiye'yle Kobani'nin ne alakası var” diyerek gene yuhalattı.

*


“Ülkemizi bölecek konular üzerinde adım atmayız, anadilde eğitimin önünü açarsanız resmi dili zedelersiniz, güzelim ülkemize yazık edersiniz” diyerek alkışlattı, “farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açıyoruz” diyerek gene alkışlattı.


*
“Ben Gürcü'yüm, ailemiz Batum'dan Rize'ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir” diyerek alkışlattı, “ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol, benim için Gürcü diyenler bile oldu” diyerek yuhalattı.


*
“ Devlet tektir, bana milliyetçi diyenler varsa, evet milliyetçiyim” diyerek alkışlattı, “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık” diyerek gene alkışlattı.


*


“Üçünçü köprü cinayettir, böyle bir teşebbüs İstanbul için ölümcül sonuçlar doğurur” diyerek alkışlattı, “hani o Cumhuriyet mitinglerinde Cumhuriyetçiyiz diye yürüyenler var ya, işte üçüncü köprüye hep onlar karşı çıktı” diyerek yuhalattı.


*


“Gurbet hasrettir, vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz, bitsin artık bu hasret, bitsin artık bu sıla hasreti” diyerek alkışlattı, “niye gelmiyorsun Pensilvanya'dan haşhaşi sülük” diye yuhalattı.


*


“Ergenekon'un savcısıyım” diyerek alkışlattı, “şahsım aldatıldı, kandırıldık” diyerek yuhalattı.

*

Altına makam mercedesini verdiği Zekeriya Öz için “temiz eller savcısına saygı duyulmalı” diyerek alkışlattı, “görüyorsunuz kaçtı” diyerek yuhalattı.


*


“Analar ağlamasın” diyerek alkışlattı, “ne mutlu şehit ailelerine” diyerek gene alkışlattı.


*


“Cehape genel başkanı konuşuyor, çocukluğunda ilk kez Van denizinde vapura bindiğini söylüyor, Van gölü ne zaman deniz oldu yavv, kılavuzun doğru olmayınca gölü de işte böyle deniz zannedersin” diyerek yuhalattı, “Van, denizi olan bir kentimizdir, varsın haritalarda göl diye geçsin, biz Van denizi diyoruz” diyerek alkışlattı.


*

“Hazreti peygambere oğlu olmadığı için, soyu devam etmemiş diye hakaret ettiler. Allah, kevser suresini indirdi. Biz sana kevseri verdik, doğrusu, sana buğzeden ebterin, yani soyu kesik olanın ta kendisidir… İşte bu ayetin rehberliğinde, bugün karşı karşıya kaldığımız meseleleri tekrar tekrar düşünmek zorundayız. Oğullarıyla övünenler, soylarıyla böbürlenenler, mezarlardaki ölülerini dahi sayacak kadar, kafataslarını ölçecek kadar, aklını ve izanını kaybedenler, aynı şekilde Kevser'i de kaybetmişlerdir” diyerek alkışlattı, “mehape'nin başındaki evlat nedir bilmez, aile nedir bilmez, çoluk çocuk nedir bilmez” diye yuhalattı.


*
“Türkçe'yle felsefe yapılamaz diyorlar, ırkçılıktır, ırkçılık kokan açıklamalardır” diyerek yuhalattı, “Türkçe'yle felsefe yapamazsınız” diyerek alkışlattı.


*

“Kürt sorunu vardır, benim de sorunumdur” diyerek alkışlattı, “ne Kürt sorunu yavv, bu ülkede Kürt sorunu yoktur, kabul etmiyorum” diyerek yuhalattı.


*
“Süleymah Şah türbesi Türkiye'nin dışardaki tek vatan toprağıdır, başına herhangi bir şey gelmesi durumunda atacağımız adım bellidir, hassasiyetimiz bellidir, dalgalanan bayrağını korumak için tereddüt etmeyiz, türbenin kuşatıldığı iddialarının hepsi uydurmadır” diyerek alkışlattı, “sevk ve idaresini bizzat takip ettiğim nakl-i kubur operasyonunu her türlü takdirin fevkinde gerçekleştiren hükümetimizi ve silahlı kuvvetlerimizi tebrik ediyorum” diyerek gene alkışlattı.


*
“Hamdolsun başardık, AB'ye giriyoruz, hedef tam üyelikti, alındı, bizim hükümetimize nasip oldu” diyerek alkışlattı, “eyy AB sen kimsin!” diyerek yuhalattı.


*

“Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı özentinin sonucudur, Amerikan emperyalizminin tavsiyesidir” diyerek yuhalattı, “başkanlık sistemi bizim için yeni değildir, gelenekseldir, bizim genlerimizde başkanlık sistemi var” diyerek alkışlattı.


*


Devlet Bahçeli hakkında “Mehape'yi küçülten zat, uçma özürlü, ırkçı, alçak, adi, namert, siyasette çırak bile olamadı, ağzından salyalar akıyor, ikiyüzlü” diyerek yuhalattı, “sayın Bahçeli'ye devlet adamlığı nedeniyle şahsım adına teşekkür ediyorum” diyerek alkışlattı.

*
“Van münüts, çocukları nasıl öldürdüğünüzü biliyoruz, siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyerek yuhalattı, “İsrail'e ihtiyacımız var” diyerek alkışlattı.


*
“Bu ülke demokratik parlamenter sisteme inanmış bir ülkedir, hiçbir zaman demokratik parlamenter sistemden uzaklaşmayacağız” diyerek alkışlattı, “artık parlamenter demokrasi yok” diyerek gene alkışlattı.


*
“Lozan antlaşması devletimizin tapusudur, inanç, cesaret ve fedakarlık zaferidir, diplomasi ve uluslararası hukuk alanında tescilidir” diyerek alkışlattı, “birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar, zafer mi bu” diyerek yuhalattı.


*
“Benim her muhtarım bir dünya lideri seviyesinde bilgiye, yeteneğe, kabiliyete sahiptir” diyerek alkışlattı, “ABD yönetimi kusura bakmasın, Çatladıkapı muhtarı değiliz” diyerek yuhalattı.


*
“İstanbul'u ihya ettik, ihya etmeye devam edeceğiz” diyerek alkışlattı, “biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum” diyerek gene alkışlattı.


*
Barzani'yi Akp'nin onur konuğu yaparak “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışlattı, “bir gece ansızın gelebiliriz” diye yuhalattı.


*
En son…
*
Irak başbakanı İbadi'yi “sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin, haddini bil” diyerek yuhalattı, “değerli dostum, kardeşim İbadi'yi külliyemizde ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim” diyerek alkışlattı.


*
(Farzedelim, kutu kola… Açma kapağını geriye doğru büktüğünüzde, pıtss diye açılır, kutuya eklemlendiği bağlantı noktasında kalır, kutuya tutunmaya devam eder. Siz ısrarla ileri geri oynatmaya başlarsanız, bağlantı noktası ısınır, kanırtılan yer ısına ısına incelir, neticede dayanamaz, inceldiği yerden tık diye elinizde kalır. Metal yorgunluğu budur.)
*
Asrın liderimiz şakşakçılarını bi öne bi arkaya öylesine büküyor ki…
Değil metal, kauçuk olsa kopar kardeşim!



***

Vee!.. Sıra geliyor Trabzon'a



Vee!.. Sıra geliyor Trabzon'a...


Ahmet TAKAN: 
​Metal yorgunluğu bahanesi ile vizyona konulan belediye başkanlarının istifası filmlerini bir süre daha izlemeye devam edeceğiz herhalde.
Havuz medyasındaki kalemlerin yazdığı gibi "Balıkesir belediye başkanı Ahmet Edip Uğur da istifa ederse metal yorgunluğu sürecinin büyükşehir ayağı tamamlanmış olacak" mı?.. Saraydan sızan haberler hiç de öyle demiyor. Çünkü, Beştepe'deki "metal yorgunluğu" toplantıları aralıksız devam ediyor. Kellesi koparılacakların listeleri yeni gelişmelere göre güncelleniyor. Bazı sürpriz ilçe belediye başkanları koltuktan uçurma için sıralarını beklerken bazı büyükşehir belediye başkanları fabrika ayarlarına geri döndürüldü ve şimdilik kaydıyla listeden çıkarıldı.

Örneğin, daha ilk günden istifa listesinde olan Gaziantep büyükşehir belediye başkanı Fatma Şahin aradaki girişimcilerin sayesinde geçici bir süre için koltuğunu kurtarmış sayılabilir. Saraydaki kaynağım, listelerin güncellendiği son toplantıda R. Erdoğan'ın Gaziantep belediyesi hakkında FETÖ iddiaları ile ilgili sunulan dosyalar için "Onları koyun bir tarafa. Bizi yanılttıklarına inandım. Şu anda bir şey yapmayacağız" dediğini aktardı.

Brezilya dizisi tadında "metal yorgunluğu" fırtınasında yeni bomba Trabzon'da patlayacak gibi görünüyor. Saray'dan bilgi aldığım kaynağım, Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu'nun da "istifası alınacaklar"ın arasına girdiğini söyledi ve şöyle dedi:

"Trabzon'dan gelen ve yoğunlaşan şikayetler reisin çok canını sıkıyor. Gümrükçüoğlu tek başına hareket ediyor ve kimseyi takmıyor. Sivil Toplum Kuruluşları başkandan memnun değil. Devamlı şikayet ediyorlar. Başkanın kalemi kırıldı."

*

Hazırlıklı olun!..

*

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun başdanışmanı İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, ekonomideki kötü gidişat hakkında yine can alıcı uyarılar yaptı. Toprak'ın uyarılarını salim kafayla okumanızı öneririm. Şöyle:

* "Merkezi yönetim toplam borç stoku 842,5 milyar TL'ye ulaştı. Uluslararası Yatırım Posizyonu açığı, milli gelir toplamının yüzde 55'ini aştı. Türkiye ekonomisi, 80 milyon Türkiye toplumu, sadece iç ve dış borca çalışır hale geldi. Hükümet, ülke kaynaklarını sıcak paracıların kârlarına feda eder konuma getirdi.

Türkiye ekonomisini kur risklerine karşı tamamıyla korumasız bir hale getiren döviz dengesindeki gelişmeler, hızla ülkemizi dış borca, sıcak para, sıcak para simsarlarının kâr hırslarına bağımlı hale getiriyor. Ekonomide manevra alanı, borç stoku ve UYP açığındaki gelişmelerle iyice daralmış vaziyette.

Yakın gelecekte olağanüstü boyutlardaki faiz ve kur artışlarına, TL'nin çok hızlı değer kaybetme süreçlerine girmesine hazır olmamız gerekiyor.

Borsa ve hazinenin menkul kıymetlerine gösterilen ilgiden daha fazla dikkat çeken, sıcak para boyutundaki gelişmeler! Her an geri gidebilecek bu paralar, BIST'te işlem gören hisse senetlerine, banka- şirket-hazine tahvillerine yatırılan yüksek getiri amaçlı paralarla son dönemde döviz mevduatına verilen faizlerdeki tırmanışa paralel olarak, bankalara yatırılan dolar-euro tutarlarındaki artışların tümü, her an geri kaçabilecek sıcak para stokunu oluşturuyor. Bu da milli gelir toplamının yüzde 25'ine, diğer deyişle dörtte birine denk geliyor. Yani 214,5 milyar dolarlık sıcak parayı ülkemizde, borsada, hazine tahvillerinde, bankalarda tutan para sahipleri ani bir risk algısında, paralarını alıp çıkmak istediklerinde 847 milyar dolar olarak öngörülen 2017 milli gelir toplamının dörtte birini tek kalemde, bu sıcak para lobisine ödemek zorundayız. Reel ekonomide bir günde ya da çok kısa sürede böylesine büyük bir çıkışın aynı anda gerçekleşmesi güç görünse de, UYP verilerindeki tablo, Türkiye ekonomisi üzerinde böyle bir kara bulutun, böyle bir olağanüstü sıcak para riskinin Demokles'in Kılıcı gibi sallanmaya başladığını gösteriyor.

* Yastık altındaki tonlarca altını ekonomiye aktararak kaynak yaratmayı hedefleyen hükümetin, 'altın tahvilleri ve altına endeksli kira sertifikası ihracı kampanyası' tutmadı! 2200 ton olarak tahmin edilen yastık altındaki altınların sadece 1 tonu sisteme girdi!

Bunun anlamı,


Hazine bir yandan yastık altındaki altını bozdurup ekonomiye katmak için kampanya düzenliyor. Diğer yandan ise halk dokuz ayda 6,5 milyar dolarlık altını daha satın alıp, yastık altına stokluyor. Cumhurbaşkanının 'altınlarınızı bozdurun' çağrısına ise 80milyonluk Türkiye'de sadece 5 bin kişi karşılık veriyor. Bu da ekonomideki güven sorununun, daha doğrusu hükümete ve ekonomi politikalarına güvensizliğin ne kadar üst düzeyde olduğunu, kimsenin altın ya da dövizini bozdurma konusunda hükümete ve ekonomiye güvenmediğini gösteriyor. Aksine TL'ye ve ekonomiye duyulan güvensizlik nedeniyle, yetersiz de olsa vatandaşlarımız varsa tasarrufları, bunları altın ve dövize yatırmaya devam ediyor."
-----------
Irak başbakanı İbadi'yi “ Sen benim muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin, haddini bil ” diyerek Yuhalatan kimdi, “ Değerli dostum, kardeşim İbadi'yi Külliyemizde ağırlamaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim” diyerek alkışlatan kimdi?.


***

Bütün zamanların en mütevazi emperyalistleri!

Bütün zamanların en Mütevazi Emperyalistleri!



Selcan TAŞÇI HAMŞİOĞLU: 

​Ben ikna oldum;

İYİ Parti kesinlikle bir emperyalizm projesi!

Sinsi mi sinsi bir küresel tuzak!

Evlerden ırak!

Kendisini "ülkücü", "milliyetçi", "vatansever", "cumhuriyetçi", "Atatürkçü", "sosyal demokrat" gibi değişik sıfatlarla ama en nihayetinde "millî" olarak tanımlayan onca insanı, avuç içi kadar salona tıkıştırıp da "buhar" haline getirmek suretiyle yok etmeyi başka hangi üst akıl planlayabilirdi ki!

İşin vahimi;

Salonu nefes alınamaz kılan ter oranına, insanların şıpır şıpır erime noktasına ulaşma hızına bakınca, neredeyse de becerecekti!

Şaka bir yana, ben böyle "sermaye partisi" görmedim hayatımda;

Toplantı yapacak salon bulamadılar koca Ankara'da!

Tıpkı referandum sürecinde olduğu gibi yine CHP'li Yenimahalle Belediyesi "demokratik" bir tavır sergiledi de, "kendinden olmayanın ifade hakkı"nı engellemedi, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin kullanımına izin verdi.

Ha, bu "mağduriyet" de "üst aklın" oyununun bir parçası derseniz eğer, siyaset tarihinin bilinen en klişe yöntemini kullanıp da sonuç alırlarsa şapka çıkarmak lazım ona da!

Ha bir de sormak lazım tabii:

Her alanda, her anlamda, kurgu değil, analarından emdikleri süt burunlarından getirilene kadar mağdur edildikleri halde, diğer muhalefet partileri niye bugüne kadar bu en kolay yola başvurup da iktidarın en önemli kozunu elinden almayı denemediler ki!

Kim bağladı ellerini!

Onlar yapabilseydi de yeni bir parti ihtiyacı zuhur etmeseydi...

*

Profesyonel siyasetçi

*

Seversiniz sevmezsiniz, benimsersiniz benimsemezsiniz, size hitap eder etmez; bütün bu duygu, his vs. durumlarından bağımsız olarak yıllardır tespitim aynı Meral Akşener'le ilgili:

Profesyonel siyasetçi.

Türkiye'de, siyaseti profesyonel normlarda yapabilen, daha doğrusu siyaseti "hayatı", "yaşam tarzı" haline getirebilen çok az insandan biri. Ve ustaca yerine getiriyor bunun gereklerini; ki kolay şey değil, sabır lazım, öfke kontrolü lazım, soğukkanlılık lazım, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyebilmek veya tam tersi, kızılcık şerbeti içerken kan kusuyormuş gibi yapabilmek lazım... Hepsinden önemlisi direnç lazım, hem zihnen hem bedenen dinç olmak lazım.

Minicik, alelade bir detaymış gibi görünebilir ama aylardır, zaman zaman da çileden çıkarıcı olduğunu tahmin etmenin hiç zor olmadığı bir istişare sürecinden, kulislerden, pazarlıklardan, nazı-niyaz hazmetmelerden filan sonra, son gün, son gece yarısına kadar devam eden bir "listeye son dokunuş", "ad", "amblem" uzlaşmasını takiben, sabahın köründe toplumun karşısına göz torbaları sarkmamış, ağzı-burnu kaymamış, son derece bakımlı, amiyane tabirle "janti" halde çıkabilmek bile başlı başına adanmışlık gerektiren bir iş. Hele de bir kadın için.

Kendinizden pay biçin, merdivenleri birer ikişer zıplayarak çıkıp sahnede oradan oraya koşacak kaç babaanne var çevrenizde?

*

"İYİ"nin kötüsü...

İYİ Parti adının en kötü tarafı şu ki...

"Nasılsın" sorusuna "iyiyim" demeyi...

"İyi günler" dilemeyi...

"İyi geceler" dilemeyi...

Partizanlık alameti sayıp sövme potansiyeline sahip "güruh" yüzünden, mimlenmekten korkan bir kesim, alternatif/garip/zorlama bir lügat geliştirmek durumunda kalacak günlük konuşmalarında!

O kadar da olmaz demeyin;

16 Nisan'dan önce "hayırlı/hayırlısı" ifadelerinden nasıl kaçınıldığına, bu yüzden ne başların yandığına hep birlikte şahit olmadık mı!

*

Bazı "iyi" laflar

 "Kupon beyinler kupon arazilerden daha kıymetlidir..."

"Devletin dini, adalettir..."

*

Gelenekçiler-yenilikçiler

İYİ Parti'nin kurucularını daha başka birçok eksende sınıflandırmak mümkün de, sadece dünkü tören üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse;

Yaştan, geldikleri ideolojik kökenden vs. bağımsız olarak bir yeni koşullara ayak uyduranlar, yeni tarzı siyaseti, iletişim dilini kabullenenler, bir de "eski sistem"de ayak direyenler var anladığım kadarıyla...

Ve onlar, çok dikkatle incelemeyenler fark etmemiştir bile belki ama dünkü törenin "imaj bütünlüğü"nü bir miktar bozdular.

Nasıl mı?

Bir "selfi/özçekim geçidi" şeklinde sunulmaya başlanan "kurucular kurulu" portreleri, "makam fotosu" yahut "vesikalık"ta direnen "gelenekselciler" yüzünden hedeflediği espriye erişemedi.


***

Ahmet TAKAN: İYİ günler...

Ahmet TAKAN: İYİ günler...



  ​İYİ Parti'nin tanıtım toplantısının yapılacağı Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ne erkenden varalım, havayı koklayalım diye ekip arkadaşlarımla güya sabahın erken saatinde yola çıktık. Daha salona varmaya kilometreler kala trafik kilit durumdaydı. Rutin akışa göre kapılar saat 09.30'da açılacaktı ama yurdun dört bir yanından gelen binlerden kapılar görünmüyordu. Kalabalıkları yara yara güçlükle girebildik salonun içine. Hınca hınç dolu bir salon ve daha fazlası salon dışında... Heyecan ile birlikte havaya meraklı bir bekleyiş hâkimdi. 

Cesur yüreklerin salona intikal etmesi bekleniyordu...

Salonda bindirilmiş kıtalar ve onlara gaz veren maaşlı amigolar yoktu. Tribünlerin basmakalıp sloganlarının yerinde yeller esiyordu. Yapmacıklığın, şark kurnazı tiplerin eseri bile yoktu. Samimiyet vardı, duygusallık vardı... İyiyi özleyen hep iyiyi arzu eden buram buram Anadolu kokan, gözünden Türklük fışkıran insanlar yerinde duramıyordu. "Eleştirilecek hiç mi bir şey yoktu" derseniz ona "tabii ki vardı. Ararsanız bulamamanız da imkansız" diye cevap veririm. Düşünün, onca zorlu yollardan geçerek, engelleri ve bel altı vuruşları aşarak yollara düşmüş Türkiye sevdalısı insanlara toplantı yapacakları bir salon bile çok görülmüş. Ellerindeki kıt kanat parayla bir otel salonunda bir araya gelmeleri korku imparatorluğu tarafından engellenmiş... Partinin kuruluş dilekçesinin İçişleri Bakanlığı tarafından kabul edilip edilmeyeceği bile akıllara ziyan bir şekilde son ana kadar tartışma ve spekülasyonlara sebep olan bir ortamdan bahsediyorum. Burada eleştirilecek şeyi bulup çıkartmaktansa önce iyiyi aramak onu anlatmak lazım diye düşünürüm. Millet devlet bekası için yola çıkan bu insanlara ilk günden bir şans tanımak ve kredilerini kullanmaları için iyi bir avans verilmesine taraftarım.

Salondan bahsediyordum. Kendimi tutamadım. Farklı noktalara kaydım. Bu tip toplantılarda izlenim yazıları kaleme almak için, liderin konuşma metnine, hitabet gücüne, sloganlara, pankartlara, afişlere ve fotoğraflara bakarız. Ona göre analiz cümleleri kurarız. Ancak ilk günün mesajı çok netti. Programın başlama saatine kadar fonda çalınan müzikler salonu dolduranları heyecanlandıramadı. Yer yer tepkilere de sebep oldu. Vee birden salonda İzmir Marşı duyuldu. Salon dalgalandı. Binler, hep bir ağızdan İzmir Marşına alkışlarla eşlik etti. Yer gök, " Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa " diye inledi. Tekrar tekrar çalındı İzmir Marşı... " İYİ Parti'nin kimliği ve vizyonu nedir " diye sual edecek olursanız; ilk günden İzmir Marşı coşkusu ile kamuoyuna ilan edildi derim.

Büyük kitlelere hitap edilen siyasi toplantılarda  liderin konuşma metni çok önemlidir. Buradan ayrılırken soru da tektir; " Aklında ne kaldı? "

Hafızanda çarpıcı bir cümle veya slogan kaldıysa veya çalınan müzikten sözleri tekrar tekrar mırıldanıyorsan o toplantı hedefe ulaşmış demektir. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener konuşmasında haber sütunlarımızda okuyacaksınız farklı farklı noktalara değindi. O konuşmadan kafama şu cümlesi çakıldı;

Yolsuzluk, Çamurdur, Çamur, yukarıdan aşağıya akar."

Bence o konuşmanın en çarpıcı bölümü;

 " Yaygın yolsuzluk, hukukun yeterli olmadığı ve demokrasinin kıt olduğu ülkelerde görülür.''

Bu sıralar, şöyle duyuyoruz; yolsuzluk mu? Efendim doğru ama, etrafta-altta birileri yapıyor. Laf bu..

Kardeşim, yolsuzluk duman değil ki, yukarıya çıksın,

Yolsuzluk, çamurdur, çamur, yukarıdan aşağıya akar.

Maalesef, Türkiye'de yolsuzluk, iddialar zinciri olmanın ötesine çoktan geçmiş,

Bakanlar ve daha üst yöneticilerimizin ifadelerine dönüşmüştür.

Yukarıdan-yerel yönetimlere kadar yaygınlaşmıştır.

Milyarlarca liralık yolsuzluk iddiaları karşısında, ne yargıdan, ne de hükümetten bir ses çıkmıyor.

Kamu malının emanet olduğu çoktan unutulmuş,

Yolsuzluk, Adeta " Dokunulmazlık alanı "na dahil edilmiştir.

Fetva verecek "BESLEME FAKİH" bulmakta da zorluk çekilmemiştir.

İMANIM GİBİ İNANIYORUM Kİ, YOLSUZLUĞA BULAŞMIŞ HER KİM OLURSA OLSUN, İTİBARINI BIRAKMADAN BU DÜNYADAN GÖÇMEYECEK."

Meral Akşener ve İYİ Parti dediklerini yaparsa... 
Başarabilirse... İyi olur...


***

AYRANI YOK İÇMEYE

AYRANI YOK İÇMEYE,


Ahmet Kılıçaslan Aytar
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

26 Eki (5 gün önce)
 y, bcc: secmeyazilar
Başkan D.Trump, Rakka'nın İŞİD'ten temizlenmesine ilişkin açıklamasında Suriye'deki duruma da vurgu yaptı.
"Yakında yeni bir evreye geçerek Suriye'deki tansiyonu düşürmek için yerel güçleri destekleyeceğiz. Kalıcı barışın sağlanması için şartları genişleterek terör güçlerinin geri dönerek ortak güvenliği tehdit etmesine son vereceğiz. Şiddetin son bulması için müttefiklerimizle diplomatik süreçleri destekleyerek, mültecilerin evlerine geri dönmesini sağlayacağız. Suriye halkının dehşetine son verecek siyasi geçiş sürecini sağlayacağız" dedi...  

*
Trump'ın açıklaması Suriye'de iç savaşın sonuna gelindiği anlamına geliyor.
Artık Ortadoğu'da Suriye ve Irak alanında temel çıkarlar üzerinde biri İsrail, diğeri İran olmak üzere iki kamp​ ort​aya çıkmıştır.
Pekalâ ama bütün bunlar Beşar Esad'ın Suriyede'ki savaşı kazandığı mı gösteriyor?

*
Suriye İnsan Hakları Gözlemcisine göre Suriye krizinde Temmuz 2017 itibariyle yaklaşık 475 bin kişi hayatını kaybetmiştir.
Çatışmanın tüm tarafları, cezasızlık ortamında uluslararası hukuk çerçevesinde ağır suçlar işlemiştir.

​*​
2016'da B​M​ Genel Kurulu, Suriye'de siyasi geçiş sürecinin başlatılması için gerekli olan; savaş sırasında işlenen suçlar ve bu suçlar üzerinde görevli olabilecek herhangi bir mahkemede yargılanacak ciddi suçların kanıtını analiz etmek ve toplamakla görevli bir mekanizma
oluştur​du.
B​azı ülkeler uluslararası hukuk büroları vasıtasıyla Suriye'deki insan hakları ihlallerini ve insancıl hukuku aktif olarak belgele​di.
Ancak​ ​mevcut bilgi ve malzemelerin zenginliği​,​ Suriye'de geçmişte ve devam etmekte olan ciddi uluslararası suçlara ilişkin adaleti sağlamak için uluslararası çabaları ilerletmeye yardımcı olm​uyor...
​Halbuki bu ​tür kovuşturmalar​;​ vahşet faillerini sorumlu tutmak, gelecekteki suçları caydırmak ve insan haklarını ihlal edenler​e​  güvenli limanlar haline gelmemek​ ve mağdurlara adalet sağlamanın önemli bir parçasıdır...​

*
Ama BM Güvenlik Konseyi'nde farklı görüşlerden dolayı çatışmalara siyasi çözüm bulmak yıllar a​lıyor.
Bir tarafta ABD, devam eden uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Öte tarafta Rusya ve Çin, ABD'nin kendi lehine gelişen düzenin korunması için oluşan gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.
Dünyanın çatışma bölgelerinde taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesine çaba gösteriyorlar...

*
Bu talep bugünün paylaşım kavgasının karşılıklı olarak paylaşımın dengelenmesi düzlemine çekilmesi anlamına geliyor...
BM'ye yeni statü; eski dünyayı düzenleyen Uluslararası Hukuk'un, NATO, IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik ve siyasi kuruluşlar üzerinden uluslararası sistemin yeniden düzenlenmesine yol açabilecektir.
Elbette ABD öfkelidir; dile getirmeye başlanan BM'i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığını, BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandıracağını ikaz ediyor...

*
Ama Rusya, ortak tehdit kabul edilen radikal terör örgütleriyle mücadele ve iç savaşa siyasal bir çözüm getirilmesi öngörüsüyle Suriye'dedir işte...
Terör örgütlerinin tasfiyesi ardından düzenlenecek  Barış Konferansı'nda, "birleşik, laik ve demokratik" kalması esasında yeni Suriye'nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasını öngörüyor.
Bu bağlayıcı karar, 1945'te II. Dünya Savaşının ardından ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği'nin  Alman Nazi partisine karşı "insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak" suçlarından açtığı davaya bakmak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi'nin bir benzeriyle sağlanacaktır.
İşlenen hukuk ihlallerinden rejim kadar muhalif taraflar, teröristler ve bunları destekleyen ülkeler paylarını üstlenecek, elde edilecek sonuç BM merkezinde uluslararası hukuka işlenerek yeni bir küresel statü oluşturulacaktır.

*
Ancak ABD ve müttefikleri öyle kolay kolay BM üzerinden sağladıkları üstünlüklerden vazgeçecek değillerdir.
O yüzden BM statüsünü değiştirme çabasına yeltenenlere çeşitli senaryolar geliştiriyorlar.
Yine de ABD ve müttefikleri uzun süre Suriye'de işlenen hukuk ihlallerinde Beşar Esad'ı sorumlu tutarken, şimdilerde maruz kaldıkları büyük baskıların neticesinde,
Suriye'de işlenen hukuk ihlalleriyle ilgili tutumlarını;
İşte Katar'a uygulanan yaptırımların gösterdiği üzere giderek Suriye krizini destekleyen ülkelere de yöneltiyor gibidir... 

*
24 Ekim'de Rusya, BM Güvenlik Konseyi'nde Esad rejimininin Khan Şeyhun'da bir sarin gaz saldırısıyla ilgili bir soruşturma açılmasını öngören karar tasarısını ve BM'nin Kimyasal Silahların Yasaklanması Teşkilatı (OPCW) Görev Gücü'nün görev süresinin yenilenmesini veto etmiştir.
Esad, geleneksel olmayan silahlarını tamamen yok etmeyi ve Kimyasal Silahlar Konvansiyonuna katılmayı kabul etmesine rağmen, 2014 ortalarında bu silahların elden çıkarılmasının bitiminden bir yıl sonra, OPCW askeri bir alanda sarin gazının kullanıldığını ortaya çıkarmıştır.
OPCW halen Suriye'de rejim kuvvetlerinin, sivil merkezlere  atılan fıçı bombaları ve klor gazı saldırısı da dahil olmak üzere 60'tan fazla davayı inceliyor...

*
Ama Rusya'nın Esad'ı destekleme konusundaki iddiası İran'ın desteklediği Hizbullah, Şii militanlar ve diğer ilişkili kuruluşlarla birlikte Suriye ordusunun artan kazançları ile güç kazanmıştır. 
Bu durum ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'nin(SDF) Rakka'yı İŞİD'ten kurtarması ardından;
Rejim yanlısı güçlerin Suriye'de oluşan boşluğu doldurma umutlarını güçlendirmiş,
Rusya'yı bölgenin yeni hegemonu durumuna yükseltmiş,
Esad ve müttefiklerinin ülkedeki tutumlarını daha da sağlamlaştırmıştır.

*
Şimdi Beşir Esad'ın savaşı kazanıp-kazanmadığı bu noktada soruluyor.  
Esasen bu sorunun altında,Esad rejiminin Suriye topraklarını kontrol etmediği fakat bölgede Rusya ve İran'ın çok nüfuzlu olarak kaldığı iddiası bulunuyor...

*
Bu noktadan itibaren Suriye'nin geleceğinde iki alternatif bulunuyor.
1- Rusların Suriye'yi kurmakla ilgilenmediği ancak belirsiz, uzun soluklu bir siyaset izlediği ve Suriye'de 2011 öncesi statüye dönüşün imkanı olmadığı düşüncesinden hareketle;
Suriye rejimi ile silahlı muhalifler arasında  düşük yoğunluklu çatışmalara göz yumulmasına ve Suriye'nin "Balkanlaşmasına yol açılacaktır.
2- Ya da ABD Savunma Bakanlığının ABD ve Rusya'nın birlikte çalışması halinde iki ülkenin arasındaki rekabetin koordinasyonla geliştirilip bir Rus-ABD ortaklığının oluşturulması halinde bölgesel krizlerin daha az tehdit oluşturacağı, bölgesel çalkantıların büyük oranda önleneceği düşüncesi harekete geçecektir.

*
Başkan Trump'ın açıklamasında "Suriye halkının dehşetine son verecek siyasi geçiş sürecini sağlayacağız" ifadesi, Suriye'de yukarıdaki ikinci şıkta ilerleneceğini gösteriyor. 
Böyleyse şimdi İŞİD ile mücadelenin sonuna yaklaşıldığı Suriye'de  sahne;
Rejimin ülkenin tüm alanında kontrolünü sağlamaya odaklanacağı,
Kürtlerin Suriye'de sınırlı bir özgürlüğe sahip olacağı,
Rejim güçlerinin İran yanlısı güçleri İsrail sınırlarından uzak tutacağı bir yöne dönüyor.

Bu yönde ilk şey, savaşa katılan tarafların hukuki hesaplaşmasından geçiyor... 

*
Bu sırada  Milli İstihbarat Teşkilatı'nın kurduğu Kıyam Hareketi adlı bir grup, Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu bildirerek "ayrılıkçı gruplara" karşı savaşıyor.

PKK'nın Suriye yapılanması ve onunla bağlantılı YPG terör örgütünü işaret eden silahlı grup çeşitli bölgelerde teröristlere karşı suikastlar düzenliyor.

*
Arka planda AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ​ABD ve AB'nin sözleşmiş gibi bir çok nedenle Türkiye halkına değil kendisine karşı uyguladığı baskıdan çok şaşkındır.

​P​artisinin TBMM Grup Toplantısı'nda​ "Nereden nereye"​ gelindiğini ima edercesine ABD'ye sert sözlerle yükle​niyor;
​İ.Melih Gökçek'ten esinlemiş gibidir ​"​Bu işler bittiği zaman​, biz dünyayı ayağa kaldırmasını da biliriz. Bunların hepsini açıklayacağız" d​iyor...

*
​Çünkü Suriye için soruşturma mekanizmasını kuran  BM Genel Kurulu​'nun​, bu noktada ​iki yönlü bir görevi bulunuyor.​

​1-​ Uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları ihlalleri ve istismar ihlallerinin kanıtlarını toplamak, konsolide etmek, korumak ve analiz etmek​,
​2- ​Uluslararası hukuka uygun olarak, bu suçlar üzerinde yargı yetkisine sahip olan veya gelecekte yaratabilecek ulusal, bölgesel veya uluslararası mahkemelerde adil ve bağımsız cezai takibatları uluslararası hukuk standartlarına uygun olarak kolaylaştırmak ve hızlandırmak için dosyalar hazırlamak.

​Şimdi henüz işlevsel olmayan bu mekanizmanın pratikte nasıl işleyeceğinin görüleceği bir zamana girilmiş bulunuluyor...​

27.10.2017

***