29 Mart 2017 Çarşamba

Ustalık Belgesi


Ustalık Belgesi 

Rifat Serdaroğlu
Çarşamba, Ağustos 10, 2011

Usta:
Bir mesleğin gerektirdiği bilgi, beceri ve iş alışkanlıklarını kazanmış ve bunları mal ve hizmet üretiminde, iş hayatınca kabul edilebilecek standartlarda uygulayabilen; Üretimi planlayabilen, üretim sırasında karşılaşılabilecek problemleri çözümleyebilen, düşüncelerini yazılı, sözlü ve resim ile açıklayabilen, üretim ile pratik hesaplamaları yapabilen kişiye “Usta” denir…
Bu özelliklere sahip kişiler, gerekli sınavlardan geçtikten sonra, Türkiye’de Mesleki Eğitim Merkezleri tarafından verilen “Ustalık Belgesi” alabilirler…
Başbakan Erdoğan, ilk dönemini çıraklık dönemi, ikinci dönemini kalfalık dönemi, 2011 Haziran seçimleri sonrası başlayan üçüncü dönemi ise ustalık dönemi diye ilan etti.
Koskoca Başbakan elbette ki  doğru söylüyordur, bir usta’da olması gereken özelliklere sahiptir ve “Ustalık Belgesi” almıştır.  Biliyorsunuz, ustalık belgesi olmayan kişi, bir berber dükkanı bile açamaz. Hoş Türkiye gariplikler ülkesi gibidir. Ehliyetiniz yoksa araba kullanamazsınız ama, hiç ehliyetiniz olmasa, yeteneksiz biri olsanız bile ülkeyi yönetmeye talip olabilirsiniz!.. Biraz karizma, biraz kabadayılık, reklam uzmanlarının elinize verdiği birkaç söz, hele kolay kazanılmış milyonlarınız varsa seçim de garanti gibidir. Çünkü bizim milletimizin “ Sevme ve Oy Verme” ortalaması Kibariye’ninki ile eşdeğerdir…
Hatırlarsınız, AKP “ Sosyal Yardımlaşma Fonunu ” kullanarak “ Roman Açılımı ” yapmıştı. O toplantıya katılan Kiboş’a, gazeteciler soruyordu;
Kibariye Hanım, Açılım hakkında ne düşünüyorsunuz?.
Cevap; “ Ne bileyim anacım be, ben seviyom bu adamı
Gazeteci; “Başbakanı niçin seviyorsunuz, açılımdan dolayı mı?.”
Cevap; “Anlamam açılımdan ben be, ben bu adamı seviyom işte. Niçin seviyom, onu bende bilmiyom..”İşte bu kadar, kadın seviyor kardeşim, ne sorup duruyorsun?..  Biz sevdik mi, tam severiz.
Ben Kiboş’un sesini severim ama, onun gibi körü körüne bağlanamam. Şükür ki aklım var, incelerim, bakarım, araştırırım ona göre karar veririm. Başbakan Erdoğan’ın kendi kendini “Usta” ilan etmesi beni ilgilendirmez. Hak etmiş mi, etmemiş mi ona bakarım….
Başbakan Erdoğan ve AKP 10 yıldır Türkiye’yi yönetiyorlar. Rakamlara bakalım mı?
*80 yılda tüm hükümetlerin yaptığı borç tutarı: 242,7 Milyar Lira,
-  8 yılda AKP Hükümetlerinin yaptığı borç tutarı: 253,2 Milyar Lira.
*80 yılda tüm hükümetlerin ödediği faiz tutarı: 135 Milyar Lira,
-  8 yılda AKP Hükümetlerinin ödediği faiz tutarı:408 Milyar Lira.
*80 yılda tüm hükümetlerin yarattığı Dış Ticaret Açığı: 246 Milyar Dolar,
-  8 yılda AKP Hükümetlerinin yarattığı Dış Ticaret Açığı:440 Milyar Dolar.
*Protesto edilen senetlerin tutarı AKP döneminde 7 kat arttı.
*Vatandaşların bankalara borcu 30 kat arttı.
*Yıllık icra dosya sayısı 18 Milyonu buldu.
*AKP döneminde ekmek fiyatı yüzde 110,9 oranında arttı.
*Benzin fiyatı, dolar bazında yüzde 150 zamlandı.
*2002 yılında tüm cezaevlerinde yaklaşık 60 bin kişi vardı. 2010 sonunda ise bu sayı 123 bin’e ulaştı.
*Türkiye 2011 yılının yani bu yılın ilk altı ayında 65 Milyar Dolarlık ihracat, 119 Milyar Dolarlık ithalat yaptı. Biz yıllardır bunu işaret edip, uyarı görevimizi yapmıştık. Bize verilen cevap ise; “Cari Açık sorun değildir. Yapılan ithalatın %80 inin “hammadde” alımı olduğunu söylediler. Hesap bilmezliğin bundan güzel örneği olamaz. 119 Milyar Doların % 80 i 95 Milyar Dolar eder.  Bu durumda AKP, 65 Milyar Dolar mal satmak için, 95 Milyar Dolarlık mal alıyor. Türkiye ekonomisi, AKP sayesinde ticaret yaptıkça batıyor…
Bu rakamların hepsi gerçek, doğru ve kontrol edilmiş rakamlardır. Bu rakamlara bakıp, çıraklık ve kalfalık döneminin iyi geçtiğini söyleyebilmek için, insanın hiç  hesap bilmemesi gerekir. Acemilik dönemi böyle olunca da, ustalık döneminin  insanı  korkutması çok doğal…
Ekonomi hem insanlar için,hem de devletler için elbette ki çok önemlidir. Fakat son çeyrek asırda, ekonomi  emperyalist devletler tarafından en önemli bir “Silah” olarak kullanılmaktadır. Beni esas korkutan budur. AKP Hükümeti tam bir “Cahil Cesaretiyle” 80 yılda borçlandığımızdan fazla borçlanmış, 80 yılda ödediğimiz borç faizinin üç katını,  8 yılda Uluslararası tefecilere ve para baronlarına ödemiştir. Üstelik 80 yıllık Cumhuriyetin yarattığı tüm eserleri yok pahasına satarak…
Bu durum böyle gitmez. AKP bu ekonomik tablo karşısında daha çok taviz vermeye zorlanacaktır. Başbakan Erdoğan, bu tavizleri kendi ailesinden veya kendi cebinden verse mesele yok. Ama olan yine bu gariban Türk Milletine olacak. Bu Uluslararası Tefeciler asla doymak bilmez. Sizi kullanırlar. Çok isterlerse sizi, Suriye olayında olduğu gibi, ya “Postacı” yaparlar ya da “Tetikçi”…
Tüm bu gerekçelerime dayanarak ben, Başbakan’ın ustalık belgesinin “Sahte” olduğunu iddia ediyorum. Talebim; Kibariye +Balık Ayhan+ Hakan Şükür gibi konularında “Usta” olmuş üç kişilik komisyonun, Başbakan’ın ustalık belgesini inceleyip, gerçeği kamuoyuna açıklamalarıdır.
Sizce de uygun mu? Uygunsa tamam.  Bir de ustaya soralım;
Eee usta, sen ne diyorsun bu hususta?…

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/ustalk-belgesi-rifat-serdaroglu.html

***



Çınar Dede Ve Ihlamur Nine


Çınar Dede Ve Ihlamur Nine 


Rifat Serdaroğlu
Salı, Ağustos 09, 2011


Birbirimizi sevmek, saygı göstermek, karşılaştığımızda selam alıp vermek hem dinimizce hem de gelenek ve göreneklerimizce de zorunludur. Dinimiz İslam’a göre; “Selam vermek sünnettir, fakat selam almak, farzdır.” Yani,  karşıdan gelene selam vermek iyidir, güzel bir davranıştır ama size verilen selamı almak, farz yani şarttır. Selam vermek; “Ben size saygı duyuyorum, benden size zarar gelmez, iyilik gelir” demektir.
Bir toplumda insanlar birbirini sayar, hürmet eder ve severse o toplumda huzur olur, mutluluk olur, bereket olur, birlik olur, dirlik olur…
Yaşı benim kadar ve daha yukarı olanlar, böyle güzelliklerin yaşandığı zamanları hala hatırlarız. Yan komşumuzun, karşı komşumuzun, etnik kökeni ne imiş, inancı ne imiş bizler bunları bilmezdik bile. İnsan olarak iyiler mi, o bize yeterdi… Herkes birbirine, saygı çerçevesinde selam verirdi.
Sizlere, memleketim Bergama’da hala anlatılan mitolojik bir öyküyü ve 2011 Ağustos ayında bir Profesör’ün kaleme aldığı bir yazıyı nakledeceğim.
Eğitimsiz, örümcek kafalı, ortaçağlarda kalmış, kutsal dinimizi siyaset ve haksız zenginleşme sebebi yapanların ülkemizi nereden, nereye getirdiklerine beraberce bakalım…
Dünyada ilk kez insanların müzik- terapi ile tedavi edildiği Bergama da Asklepion’un önünde çok zamanlar önce, küçük bir kulübede çok fakir bir
karı- koca yaşarmış. Bunların birbirlerine olan sevgileri dillere destan imiş…
Tanrı, kullarının durumunu merak etmiş ve iki meleğini yeryüzüne göndermiş.  Melekler her kapıyı çalmışlar, “tanrı misafiri” olduklarını söyleyip, yardım istemişler. Kapıların çoğu yüzlerine kapanmış.
Sonunda, birbirlerini seven karı-kocanın kapısını çalmışlar. Bizimkiler misafirlerini içeri buyur etmişler, tahta masalarını gül yapraklarıyla silmişler, son kalan tavuklarını, ekmeklerini ve içeceklerini tanrı misafirlerine ikram etmişler.  Yemekten sonra, melekler gerçek kimliklerini açıklamışlar ve; “Çok kapı çaldık, çoğu yüzümüze kapandı. Sizler fakir olmanıza rağmen yiyecek ve içeceklerinizi bize ikram ettiniz, bizi ağırladınız.  Dileyin bizden ne dilerseniz”  demişler.
Karı-Koca birbirlerine bakmışlar, sonra meleklere dönüp; “Teşekkür ederiz, biz çalışıp her gün rızkımızı kazanıyoruz, hiçbir şeye ihtiyacımız yok” diye cevap vermişler. Melekler ısrar etmişler. Karı-Koca düşünüp şöyle bir yanıt vermiş;

“  Evrenin yaratılma nedeni olan sevgi, bizim temel anlayışımızdır. Sevgi, Tanrının  rahmet denizinden varlıklara armağan ettiği eşsiz bir duygudur. Biz birbirimizi çok seviyoruz ve sevgimizi çevremize de yansıtıyoruz. Sizden istediğimiz, Azrail gelince ikimizin de canını alsın, ölüm bizi ayırmasın, beraber yaşadık, beraber ölelim” diye isteklerini söylemişler..
Aradan yıllar geçmiş. Bir akşamüstü Asklepion’daki evlerinin önünde otururlarken, kadın; “Kocacığım sen Çınar Ağacı oluyorsun” diye bağırmış. Adam da karısına; “Karıcığım sende Ihlamur Ağacı oluyorsun” demiş.
Böylece, yaşlı Karı-Kocanın dilekleri gerçekleşmiş ve birbirlerine sarılarak bu dünyadan göçmüşler.
Yakın zamanlara kadar, Çınar Dede ile Ihlamur Ninenin, Asklepion’da yaşadığı söylenirdi. Şimdilerde o sevgi ağacının yerinde yeller esiyor…
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Profesör Dr. Hayrettin Karaman “Tahammül mü hoş görmek mi” adlı yazısında 7 Ağustos 2011 tarihinde  şunları yazıyor;

“Bir Müslüman imkanlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm, ahlak ve adabının hakim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister. Yine imkan bulduğunda, şartlar müsait olduğunda, düzelteyim derken bozma ihtimali bulunmadığında, daha büyük bir sakınca doğurmadığında her Müslüman, aleni(açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, adaba aykırı bir davranışa- engellemek ve ıslah etmek maksadıyla müdahale etmekle yükümlüdür. Müslüman gibi yaşamayanlar için özel bölgeler yapılmalıdır !…” 
Nasıl Profesör yapıldığını merak ettiğim bu kişiye sormak lazım;
“Bu dedikleriniz ancak İran-Suudi Arabistan gibi din devletlerinde olur. Türkiye lâik bir devlettir ve devlet tüm inançlara eşit mesafededir. İslam inancına göre, Allah ile kul arasına Hz. Peygamber dahil hiç kimse giremez. Siz kimsiniz ki Allahın, Peygamberine bile vermediği yetkiyi kullanmaya kalkıyorsunuz?..”
Türkiye’de öncelikli görevi, Cumhuriyetin temel değerlerini korumak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı diye bir kurum ve orada çalışan yüzlerce Savcı var, adliyelerde de binlerce Cumhuriyet Savcısı var.  Bunlar ne iş yaparlar, bileniniz var mı?
Cumhuriyetin temellerine göz göre göre dinamit konuyor, bunlar Generallerin peşinde koşuyorlar o da yetmiyor  topla, futbolla, şike ile uğraşıyorlar!…
Bir ülkenin Başbakanı El-Kaidenin ikinci adamının önünde diz çöküp oturuyor, tarikat reisinin elini öpmek için iki büklüm oluyorsa, Başdanışman olarak kendine Şeyhülislam dedirten ve üç kadınla aynı anda-aynı evde yaşayan birini seçiyorsa…

Bir ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı,  Ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkum edilmiş İBDA-C örgütü lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun başında bulunduğu “ Gölge Dergisinin ” Ankara Sorumlusu olarak görev yaptıysa…
Bir ülkenin RTÜK gibi son derece önemli bir kurumunun Başkanı olan kişi; “Kürt İslam Sentezcisi” , “Yeni Zemin” adlı dergide;  BDP Milletvekili Altan Tan, AKP Milletvekili Mehmet Metiner, AKP Milletvekili Yalçın Akdoğan ve Abdürrahim Dilipak ile beraber çalışıyorsa…
Bir ülkenin önemli kurumlarından Anadolu Ajansının başına, Lâik düşüncede olanlara, pe..venk ve  or..  pu diyen biri getiriliyorsa…
Türk Hava Yolları; İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın Said-i Nursi Sempozyumuna sponsor oluyor ve 90 ülkeden katılımcıları ücretsiz taşıyorsa…
Bir ülkenin Milli Eğitimi, intihal (bilgi çalma)ile suçlanan ve eğitimde İslami ağırlığı savunan birine teslim edilebiliyorsa…
Gerçekten merak ediyorum, Türkiye’de Savcı kalmadı mı?
Şimdi kendimize soralım; Kim daha ileride?..
*Asırlar önce, sevgiyi ve yardımlaşmayı, iyi insan olmayı hedefleyenler mi?
*2011 yılında, Profesör olarak insanları inançlarına göre sınıflara ayıranlar mı?
*Kendi hayat tarzı ve çocuklarının geleceği çalındığı halde, maddi çıkarları için bu  “Şeriat Özlemcilerine” utanmadan yağ çekenler mi daha ileride?..
Hangisini örnek almalıyız?….
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/cnar-dede-ve-ihlamur-nine-rifat.html

***

Anadolu Ajansı


Anadolu Ajansı 



Rifat Serdaroğlu
Pazar, Ağustos 07, 2011


İnternette, Anadolu Ajansının ana sayfasına girerseniz en üstte şöyle yazar;
“Anadolu Ajansı.  Kurucusu; Mustafa Kemal Atatürk 6 Nisan 1920” 
Anadolu Ajansının tarihi, Türkiye Cumhuriyeti ile adeta özdeştir. Öyle ki, TBMM açılmadan 17 gün önce, 6 Nisan 1920 de kurulan Anadolu Ajansı, devleti kuran bu kurumun çıkardığı ilk yayını duyurdu. Milli Mücadelenin ve Kurtuluş Savaşının her aşamasına ve Cumhuriyet Devrimlerine tanıklık etti.
Anadolu Ajansı, Atatürk adı ile de adeta özdeştir. Anadolu Ajansı muhabirleri, Devletimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün her çalışmasında yanında oldular.
Anadolu Ajansı, Türk dış politikasının, Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve günlük yaşamının da tanığıdır. Bu yüzden AA’nın haberleri ve fotoğrafları, bütün araştırmacılar için birinci elden kaynak niteliğindendir. Yunus Nadi Abalıoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi önemli yazarlar ve kalemler, Anadolu Ajansının başarısı için çalıştılar ve bu kurumda görev aldılar…

Cumhuriyet ve Atatürk’le özdeşleşmiş bu kuruma Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak,  AKP Hükümeti adına Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Kemal Öztürk adli kişiyi atadı…

Kim bu Kemal Öztürk;

1969 yılında Ağrı’da doğdu. 1990 yılında Humeyni yanlısı “Girişim” ve “Selam” dergilerinde yazmaya başladı. Kemal Öztürk daha sonra  “Meydan”, “İmza” , “Nehir” , “Yeni Zemin”, “Sözleşme” gibi dergilerde, “Mir Mahmut Rıza” takma ismi ile yazılar yazdı.  1994 yılında “Nükte” Yayınlarından çıkan, “Bir Garip Oğlanın Hikâyesi” adlı bir kitap çıkardı. Bu kitap mahkeme kararıyla toplatıldı ve Kemal Öztürk, 1 yıl hapse mahkum oldu. 1995 yılında Yeni Şafak Gazetesinde muhabirliğe başladı.
Buradan Kanal 7 ye transfer oldu. Burada yayınlanan “İlk Meclis” adlı belgeseli, RTÜK tarafından “Lâiklik Karşıtı” olduğu gerekçesiyle yasaklandı.
Öztürk,  9. Cumhurbaşkanı Demirel’e hakaretten de 1 Yıl hapse mahkum oldu. 2003 yılında zamanın TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “İletişim Danışmanı” oldu. 2005 yılında Başdanışman oldu. 2011 yılı Şubat ayına kadar Başbakan Erdoğan’ın Basın Danışmanlığı yaptı…
AA’nın yeni Genel Müdürü bu!…
Yazdığı kitapta aynen şunları söylüyordu;  “Devlet kimdir? Helvadan yapılmış bir puttur. En sonunda beni bir numaralı terörist yapacak bu pez…nkler, bütün lâikleri bir şiş’e geçirecem, ondan sonra anlayacaklar lâikliğin faziletlerini. Elin o…pusu bile kalkıp ‘Ben lâikim, namusumla çalışıyorum, kimse karışamaz’ demeye başladı. Ula ben böyle lâikliğin…
Eskiden Türklerin yetiştirdiği marimus öküzünün sol arka bacağının uyluk yeri ile işkembesinin ayrıldığı yerde bir et parçası bulunur. İşte tam buraya laik denir. Vee bu gün kullandığımız kelimenin aslı da buradan gelmektedir!…” 
İşte AKP’nin Cumhuriyetimizin güzide bir kurumuna lâyık gördüğü Genel Müdür bu. Eşi bulunmaz, eşini bulsak  “çifte koşacağımız” cinsten biri…
Şaşırdınız değil mi? Nasıl olur da böyle bir adam, iki defa ceza yemiş bir adam, AA’ya Genel Müdür yapılır, diye… Ben hiç şaşırmadım, sadece devletim adına üzüntüm daha da arttı.
Çünkü, AKP sayesinde bu ve benzeri karakterdeki çok sayıda adam, devlet kadrolarını doldurdular.

“Lâikleri şiş’e geçireceğim” diyebilen ve korkmadan bunu kitabına yazan zihniyette birilerinin Emniyet Teşkilatında çalıştıklarını düşünebiliyor musunuz? O zaman Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaların nerden geldiğini, metruk bir gecekondunun çatısında bulunan el bombalarını kimin oraya koyduğunu ve sonra bulduğunu, dijital sahteciliklerle askerlerin nasıl içeri atıldığını,  teğmenin telefonuna “Polis tarafından el konulduktan sonra” nasıl terörist numaraları yüklendiğini anlamış olursunuz.
Tabii ki bu atamaların tümünün sorumlusu AKP Hükümetidir.
Kendisini “Şeyhülislam” ilan etmiş ve üç kadınla aynı anda, aynı evde yaşayan birini Başbakan Erdoğan “Başdanışman” yapar ve damadını da önce milletvekili sonra da Bakan yaparsa, Kemal Öztürk gibiler Genel Müdür de olur, Anayasa Mahkemesi Başkanı da…,
AA’na bu atamayı yapan kişiler, şehit asteğmen Kubilay için değil de, onun kafasını kesen kişi için gözyaşı döküyorsa, böyle adamlar TBMM Başkanı da olur, RTÜK Başkanı da…
El Kaide terör örgütünün ikinci adamı Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturmaktan, tarikat reislerinin  önünde iki büklüm olup el öpmekten ve onlardan emir almaktan çekinmeyen, fakat Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanı ile yan yana oturmaktan rahatsız olan kafalar Türkiye’yi yönetmeye devam ederlerse, böyle adamlar Bakan Yardımcısı da olur, Bakan da….
İşin acı tarafı, bu korkunç olaylar açıkça yapılırken, varlığını Demokrasiye, Cumhuriyete, Çağdaşlığa borçlu kişilerin sessiz kalmaları, görmezden gelmeleri, korkup sinmeleridir.
Demokrasi ve özgürlük,  onları hak etmek için gayret gösterenlerin olacaktır. Bu gün susanlar, sinenler, korkanlar her zaman korkarak yaşayacaklardır…
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/anadolu-ajans-rifat-serdaroglu.html


***

Bir Mahallede İki Muhtar!…


Bir Mahallede İki Muhtar!… 


Rifat Serdaroğlu
Cuma, Ağustos 05, 2011


Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Yüksek Askeri Şura toplantısındaki oturma düzeniyle ilgili haberlere ilişkin, “Bugüne kadar şu veya bu sebeple belki yanlış bir görüntü vardı, bugün bu görüntü olması gereken bir yerde kendini gösteriyor. Bizim Anadolu’da bir tabir var, ‘Bir köyde iki muhtar olmaz’ derler. Sayın Başbakanımızın böyle bir toplantı düzeninde bulunması çok olağan, çok normal, çok doğru, çok haklı karşılamanız lazım” dedi…
Bülent Bey, çok hisli, çok hassas, çok içli, çok yumuşak biridir. En küçük bir duygu dalgalanmasına yakalandığında hemen ağlamaya başlar ve ağzına geleni söyler, ağzının da freni yoktur. AKP Grubunda Başbakan ne zaman şiir okusa, Gazze’den, Filistin’den bahsetse, Bülent Bey dayanamaz ve sular seller gibi gözyaşı akıtır. Cindoruk, bu yüzden Bülent Bey’e “Ağlayan Kaşar” lakabını takmıştır…
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise Bülent Bey’den çok daha nazik, çok daha ince, çok daha zarif, çok daha yumuşak bir Bakandır. Onun değerlendirmesi ise;
“Başbakanın masanın başında tek başına oturması geçici değil, kalıcı bir görüntüdür. Başbakan ile Genelkurmay Başkanının yan yana oturması kanun ve teamül değil, fiili durumdur.(Demek ki, Paşalar Başbakan’ın yanına zorla oturmuşlar)  Yaş’ta, Başbakan’ın Eşbaşkanı yani ortağı yoktur” (Nerede var?)
Bir köyde iki muhtar olmaz diyen, Bülent Bey’den şu soruların cevaplarını isteyelim, ama lütfen ağlamadan cevap versin, benim de yüreğim yufka, dayanamıyorum kardeşim;
Bir Köyde İki Muhtar” olmaz, demek, “Bir Kümeste İki Horoz Olmaz” veya “Bir yerde otorite tek kişide olur” demekle eşdeğerdir.
Peki,  Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanının yanında oturmasına tahammül edemeyen, bunu demokrasiye aykırı bulan ve tek başına oturmayı “İleri Demokrasi’nin” gereği olarak  gören Başbakan Erdoğan, nasıl oluyor da  Büyük Ortadoğu Projesinde, “EŞBAŞKAN” olarak, Obama ile zaman zamanda Amerikan Genelkurmay Başkanı ile yan yana oturabiliyor?…
Türk olunca “Antidemokratik”, Amerikalı olunca “Demokratik” mi oluyor?
Yabancıya var da, Türk’e yok mu? Hani aynı sudan içmiştik?…
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan  “Dinler Arası Diyalog”  hareketinin de Eşbaşkanıdır. İspanya Başbakanı Zapatero ile yan yana otururlar!..
Sormak hakkımız değil mi?
Hıristiyan olunca yan yana oturuluyor da, Müslüman olunca mı yan yana oturmak günah oluyor?
Jose Luıs Rodrigez Zapatero olunca uyuyor da, Necdet Özel olunca mı uymuyor?.. 
Bülent Bey’in, “Bir mahallede iki muhtar olmaz” cümlesindeki kastının, Başbakanın TSK üzerinde “Tek Otorite” olduğunu vurgulamak istemesiydi, bunu hepimiz biliyoruz.
T.C Başbakanı, Anayasa ve yasalarda belirlenmiş yetkilere sahip seçilmiş bir “Otoritedir.”
Sorumlu olduğu ve asla “Görev İhmali” yapamayacağı konular vardır. Bunlardan en önemlisi “Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğüdür.” Bugün için ülkemizin bir bölümünde “Demokratik Özerklik” ilan edilmiş ve Türkiye dışında bu özerkliğin tanınması çalışmaları başlamıştır. Türkiye’nin bir bölgesinde Türk Bayrağı dalgalanamaz durumdadır.  Cumhuriyet Hükümetinin Bakanının gözü önünde Atatürk’ün resimleri kapatılabilmektedir. Sınır kapılarımızın işgal edilip, Türk Bayrağının indirildiği, yerine terör örgütü paçavrası asıldığı eylem hala cevapsız bırakılmıştır…
Eğer Başbakan Erdoğan, Bülent Arınç’ın mahallesinde “Tek Muhtar” olmak istiyorsa önce görevini tam olarak yerine getirmesi gerekir.
Bülent Bey’in ağzının freni yok demiştim. Halbuki devlet işlerinde fazla aceleci olmamak lazımdır.
Bugün “Tu Kaka” ilan ettiğiniz adam yarın çıkar ve “Türk Ordusuna yapılan uygulamalar ne ulusal hukuka, ne de uluslararası hukuka uymamaktadır. Bunu protesto etmek için bu oturma düzenini biz tertip ettik” derse ne yapacak, Cindoruk’un  ağlayan kaşarı?…
Ne olacak Bülent Bey’in mahallesindeki muhtarlık?…
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/bir-mahallede-iki-muhtar-rifat.html



***

İkinci Habur Açılımı



İkinci Habur Açılımı 

Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Ağustos 04, 2011


Birinci Habur Açılımı için İmralı ile konuştular, ondan izin aldılar. Yetmedi, Öcalan’ın emrini Karayılan’a götürdüler, onun da olurunu aldılar. Türk Hukuk tarihine bir ucube örneği olarak geçecek “Seyyar Mahkeme” kurdular. 
T.C Devletinin Müsteşarını-Genel Müdürlerini-Hakimlerini-Savcılarını, bu ülkenin evlatlarını katleden teröristlerin ayaklarına gönderdiler. Gelen teröristleri, adamların kabul etmemesine rağmen “Hayır, hayır siz pişman oldunuz” diyerek adam başına 4 dakikada serbest bırakıp, şeref tribünlerinde oturttular…

Bunları, Başbakan Erdoğan’ın haberi olmadan(!) onun deyişiyle, “devlet görevlileri” yaptı…

ABD+Öcalan+AKP tarafından temel prensiplerinde anlaşılan yeni Anayasa’yı Türk Milletine “Hap gibi” yutturmadan evvel, insanları oyalayacak yeni bir açılım senaryosunu uygulamaya karar verdiler. İkinci Habur Açılımı için, aynı devlet görevlileri, yine “Başbakan Erdoğan’ın haberi ve bilgisi dışında(!)” İsveç’e gittiler. Sosyalist Kürdistan Partisi(PSK) eski Genel Başkanı Kemal Burkay’la görüştüler ve Türkiye’ye gelmeye ikna ettiler.

Vuslat’tan (Kavuşma) evvel, önce yandaş basın ve cemaat basınında Kemal Burkay adlı Kürtçü-Federasyoncuyu göklere çıkardılar. Adam Türkiye’yi federasyonlara ayırıp bölmek için çalışan kart bir militan değil de, sanki Barış Gücü Temsilcisi veya bir arabulucu gibiydi!…

Kemal Burkay’ın evinden yola çıkışı, havaalanına gidişi, uçağa binişi ve Türkiye’ye inişi dakika, dakika anlatıldı.

İstanbul Havaalanına inen Kemal Burkay’ı, makamı “İstanbul Vali Yardımcısı” olan biri, “Kürtçe” konuşarak karşıladı!..

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 4 koruma tahsis etti!…

Kemal Burkay, Türk Hava Sahasına girer, girmez Başbakan Yardımcısı, Twitter’den “Hoş geldin” mesajı attı!…

Türkiye Başmüzakerecisi Egemen Bağış, Kürtçü-Federasyoncu Başmüzakereci Burkay’ı kabul etti ve ona hediyeler verdi!…

Eski CHP Genel Sekreteri, yeni AKP’li Bakan hiç aşağı kalır mı? Bekleyemedi ve koşa, koşa Burkay’ın oteline gitti. Odasına kapanıp, “baş başa” görüşmeler yaptılar. Sonra otelin toplantı salonunda basın toplantısı düzenlediler. Yalnız bir pürüz vardı. Duvarda T.C Devletinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, ay-yıldızlı bayrakla birlikte bir resmi asılıydı. Burkay’ın ve yanındakilerin Atatürk’e tahammülleri olabilir miydi?.. Resmi kaldırmaktan şimdilik korktular, fakat Atatürk’ün resmini Türk Bayrağı ile tamamen örttüler!…

Bunlar bire bir, tüm Türkiye’nin gözü önünde yaşandı… Cumhurbaşkanı ve Başbakan, olanları kabul ederek seyrettiler ki, hiç sesleri çıkmadı. Yakında onlar da Kürtçü-Federasyoncu kart militanla görüşürlerse hiç şaşırmam…
Benim, Cumhurbaşkanı ve Başbakana bazı sorularım olacak;

*Valilik Makamı, Devleti yani Cumhurbaşkanını temsil eder. Ciddi bir devletin kuralları vardır. Devleti temsil eden bir Vali Muavinine, hiçbir resmi görevi olmayan bir kaçağı, bir militanı karşılama görevini kim verdi?…
Vali Muavinliği gibi devletin önemli bir makamını temsil eden bu adam, hangi hak ve yetkiyle, gelen kişiyi “Kürtçe” konuşarak karşılıyor?. 

Bu adam Türkiye’nin Vali Muavini mi, yoksa olmayan Kürdistan’ın Vali Muavini mi?…

*Kimlere koruma olarak “Polis” verileceği yasalarla belirlenmiştir. Hangi makamda olurlarsa olsunlar, kimse canı istediği için veya kendisine “Kanunsuz emir” verildiği için önüne gelene devletin polisini koruma olarak veremez. Bu adama koruma olarak 4 Polisimizi verilmesini emreden kimdir?…

*Ne Egemen Bağış’ın ne de Ertuğrul Günay isimli Bakanların bu Kürtçü-Federasyoncuyla görüşmesi beni hiç ilgilendirmez. Herkes kendine yakışanı yapar. 
Fakaaat, Türkiye’nin Kurucusu, Cumhuriyetimizin ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün resminin, bu Kürtçü-Bölücü zibidiler istedi diye kapatılması beni yakından ilgilendirdiği gibi, “Türk” oluğunu söyleyen herkesi ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyebilen tüm Türk Milletini ilgilendirir. Atatürk konusunda bu aziz milletin vereceği hiçbir taviz yoktur…

Bu densizliğin hesabını sormak, öncelikle bugün Atatürk’ün makamında oturan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e düşer. Eğer bu günkü Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin İlk Cumhurbaşkanı’nın resminin kapatılmasına sessiz kalırsa, temsil ettiği Türk Milletine en büyük hakareti yapmış olur.
Nasıl bir Devlet olduk biz? Nasıl bir yönetim var başımızda? Aklım almıyor…
Türk Milletine yapılan hakaretin büyüklüğünü iyice anlatmak için şu örneği verelim;
Amerika’da George Washington ‘un, Fransa’da Charles De Gaule’ün, Suriye’de Hafız Esad’ın, Kuzey Irak’ta Barzani’nin, İran’da Humeyni’nin resimlerini örtmeye kalkarsanız, sizi bile kendinizi bir daha bulamazsınız…

Bu konuda bile, Türk Milleti tepkisiz kalırsa, daha çok Kemal Burkay’lar gelir, daha çok Habur Açılımları yaşanır ve güle oynaya bu ülkeyi karpuz gibi bölerler.

Sizlerden ricam, tepkinizi Cumhurbaşkanı Gül’e lütfen iletin. İsmini yazmak istemeyenler, bu yazıyı göndersinler. Lütfen…

Sağlık ve başarılar dilerim.

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/ikinci-habur-aclm-rifat-serdaroglu.html

***

Taç Giyen Baş, Akıllanır Mı?…


Taç Giyen Baş, Akıllanır Mı?… 

Rifat Serdaroğlu
Salı, Ağustos 02, 2011


Bizim güzelliklerimizden biridir;  “Taç giyen baş, akıllanır”  deyişi…
Devlet yönetimine gelen ve sorumluluk üstlenen kişilerin daha dikkatli davranmaları, gerçekleri görünce daha da ağırbaşlı, oturaklı davranmaları gerektiğini anlatan bir deyiştir.
Bu deyiş keşke herkes için geçerli olsaydı!… 
Geçen gün arşivimi düzenlerken,  zamanın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir videosunu tekrar dinledim. İl Başkanı Erdoğan’ın mimikleri ve konuşmaları ile, Başbakan Erdoğan’ın konuşmaları ve mimikleri aynı. Aradan 20 seneden fazla zaman geçmiş, Erdoğan “Başbakanlık”  gibi Türkiye’nin en önemli makamının sorumluluğunu üstlenmiş, geçen yirmi küsur senede sadece saçları-bıyıkları beyazlaşmış fakat üslup hala, Şevki Yılmaz ve Hasan Hüseyin Ceylan karışımı.  Olayları kavrama ve ona göre tepki verme yeteneği aynen Mehmet Metiner’in ki gibi. Hep kendini haklı gören, kaba, kırıcı bir zeka!…
Bizimkinin başı, taç(sembol olarak) giymesine rağmen, akıllandı mı acaba?…
İki olayı sizlerin görüşünüze sunmak istiyorum;
1) Başbakan, Yüksek Askeri Şura toplantısına katıldı. Başbakan, masanın başında tek başına oturuyordu. Yanında Genelkurmay Başkanı yoktu. Şimdiye kadar ki, tüm toplantılarda,  T.C Başbakanı’nın yanında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Komutanı da otururdu. 

Bu görüntü dosta, düşmana şu mesaj verirdi; “Bakın, benim milletimin dünyanın 4 üncü büyük, fakat en cesur ve en deneyimli ordusu var. Bu ordu ile dostlarımız onur duymalı, düşmanca düşüncelere sahip olanlar varsa,  onlarda korku duymalı.” 
Dar kafalı, cemaat ve tarikat demokratları ise, Başbakan’ın orada yalnız başına oturmasını, Askeri vesayetin sona ermesi, demokrasinin zaferi gibi saçma sapan düşüncelere bağlarlar!…
Demokrasi bir kurallar ve kurumlar rejimidir. Herkesin ve her kurumun görevi Anayasa ve yasalarda belirlenmiştir. Üstün olan kuşkusuz, Milli İrade ve Hukuktur. Kimse, Türk Milletinden üstün değildir. Gerek seçilenler, gerek atananlar, Türk Milleti adına görev yaparlar ve görev süreleri bitince yerlerini yeni gelenlere bırakırlar…
Başbakan Erdoğan’ın başı, eğer giydiği taç’tan yararlansaydı, asla böyle bir tabloya izin vermezdi. 
O toplantıda bulunan Komutanlar, “Çakmak Salonunda” sadece fiziki olarak, görev gereği ve makama olan saygılarından ötürü Başbakan’ın yanında idiler. Fakat orada bulunanların hiçbiri “gönülden” ve “severek”, manen orada değillerdi. Silah arkadaşları, polis tarafından “Sehven” yapılan yanlışlarla hapiste iken, komutanlar da o salonda “Kerhen” bulunuyorlardı…
Bugün Türk Ordusu, “Milletinin ve Demokrasinin emrindedir.”  Bunu herkes böyle bilmelidir. Ama kimsenin Türk Ordusunu incitmeye hakkı ve haddi yoktur. Hele geçmişinde ve dedesinin ellerinde Kubilay’ın şehit kanı bulunanlar, Türk Ordusuna seslenirken çok ama çok dikkatli olmak zorundadırlar…
2) Barzani’nin annesi vefat etti. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Barzani’ye taziye ziyaretinde bulunmak üzere, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile, AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu’yu Kuzey Irak’a gönderdi!…
Şimdi soralım;
*Türk Askerini, Polisini, Güvenlik Güçlerini, çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç, Türk Kürt demeden öldüren PKK Terör örgütünün merkezi ve militanlarının büyük bir kısmı Kuzey Irak’ta değil mi?
*Kuzey Irak’ın tek hakimi Barzani değil mi?
*Barzani’nin ayağına giden, İngiliz vatandaşı Batman’lı Bakan ve Eski İçişleri Bakanı Diyarbakırlı Abdülkadir Aksu, PKK’nın son olarak şehit ettiği 13 vatan evladından birisinin bile cenazesine katıldılar mı?…
*Türkiye Cumhuriyetinin Bakanlarının  Barzani’nin ayağına gitmesi  PKK Örgütü telsizlerinden, dağda teröristle savaşan Türk Askerine nasıl dinletildi, inanın bilmek istemezsiniz!…
Şimdi, Başbakan Erdoğan’a sormak isterim;
Canı pahasına vatan savunması yapan çocuklarımızdan biri, sizin oğlunuz olsaydı, bu davranışınızı onaylar mıydı?…
Şimdi de sizlere sormak isterim;
Ne dersiniz, yaklaşık on yıldır, taç’la dolaşan bu baş akıllanmış mıdır?….
Not: 1 Ağustos tarihli yazımda rica ettiğim konuda, yorumlarınızı bekliyorum. Kimsenin korkmasına gerek yok. Fikri olanın, fikrini sözle veya yazıyla ifade etmesi suç değil…
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/tac-giyen-bas-akllanr-m-rifat.html

**************

Fitreler, Kime Verilmeli?…


Fitreler, Kime Verilmeli?… 


Rifat Serdaroğlu
02  Agustos  2011 Pazar

Diyanet İşleri Başkanlığı, önümüzdeki Ramazan ayının fitre miktarını 7,5 lira olarak belirledi. Ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumu ve bir kişinin asgari gıda ihtiyacını göz önünde bulunduran Din İşleri Yüksek Kurulu 2011 Ramazan ayından, 2012 Ramazan ayının başlangıcına kadar en düşük sadaka-i fıtır miktarını 7,5 lira olarak tespit etti…

Herkes fitresini dilediği kişiye veya kuruma verebilir ve buna kimse karışamaz. Benim ki sadece iyi niyetle yapılmış bir öneridir. Remzi Bey çok varlıklı bir kişidir. Yurt dışında da çok varlığı vardır, ama Remzi Bey’in yükleri çok fazladır. Bu yüzden ben izninizle, Remzi Bey’in bir fon oluşturmasını öneriyorum. Biz de fitrelerimizle bu fona katkıda bulunabiliriz. Bizler bu fonu dolduralım, dağıtımını Remzi Bey yapsın… Eğer kabul ederse, ben fitremi Remzi Bey’in kuracağı bu fon’a vermek istiyorum. Kendisini hiç görmedim, bu yüzden tanıyanların Remzi Bey’e bu önerimi iletmelerini rica ediyorum…

Remzi Bey’in yüklerine gelince;

*Remzi Gür(Remzi Amca), Başbakan Erdoğan’ın çocuklarının yurt dışındaki tüm eğitim masraflarını, tamamen duygusal olarak ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak için, cebinden ödedi. Hatta Başbakanla Remzi Bey’in bir telefon konuşmasında Başbakan, “Sümeyye’nin telefonu sende var mı? Ona 20-25 kadar gönderiver” demiş ve bu konuşmayı yayınlayan terbiyesiz gazeteciler hapse atılmıştı. 

Bu iki gazeteci hala hapisteler, çürüsünler içerde de akılları başlarına gelsin!.. Nasıl oluyormuş Başbakan’ın ve Remzi Bey’in konuşmalarını yayınlamak, öğrensinler..

*Remzi Gür’e Koca Bina 1 Paunda (2.710 Lira) verildi;
İngiltere Londra’da Oxford Street bölgesinde “10 Maple Street London W1 5HA” adresinde Yunus Emre Enstitüsü binası vardır. Bu enstitünün kurucu başkanı Cumhurbaşkanı Gül, mütevelli heyeti başkanı ise Dışişleri Bakanı Davutoğlu’dur.

Binanın sahibi, cemaatin önde gelen isimlerinden ve Deniz Feneri Derneği eski Başkanlarından Yusuf Atalay’dır. Usider adlı derneğin başkanı olan Yusuf Atalay, Deniz Feneri davasında, tutuklanan Zekeriya Karaman’ın avukatlığını yapmaktadır. (Bunu duyanlar yine fesatlık krizine tutulup, “bakın, bakın Başbakan Erdoğan’ın yolu yine Deniz Feneri ile kesişti” diyecekler. Avuçlarını yalasınlar, belki Deniz Fenerciler Başbakan Erdoğan’ı tanıyorlardır ama Başbakan Erdoğan artık onları tanımıyor)
Usider ve Yusuf Atalay, Londra Merkezindeki bu muhteşem binayı, Remzi Bey’in sahibi olduğu “Turkısh-UK Cultural and Educational Centre Limited” adlı şirkete yıllığı 1 Paunda, yani 2.710 liraya verdi. Binanın açılışını pek tabii ki Cumhurbaşkanı Gül yaptı!…

*Remzi Gür’e Şeyh Nazım Kıbrisi’den Öğütler;
Şeyh Nazım Kıbrisi taht benzeri koltuğunda oturuyor, karşısında Remzi Bey dizlerine çökmüş elleri dizlerinin üzerinde onu dinliyor. Şeyh Nazım denen adam, Cumhuriyete, Devlete ağız dolusu hakaretlerde bulunuyor, Remzi Bey’de onu doğruluyor.
-700 sene Osmanlı dayandı, bunlar (T.C Devleti) 70 senede bitti…
-Biçilecek, bu ekin kalkacak, yeni ekin ekilecek (Şeriat)
-Hükümete söyle(AKP’ye), kendi akıllarıyla iş yapmasınlar. Bu günkü talimatınız nedir? Emriniz nedir? Sorsunlar ona göre iş yapsınlar…
_Haklısınız Şeyhim, aynen ileteceğim.(Remzi Gür)

*Remzi Gür, Hapse mahkum oldu;
Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, İşadamı Remzi Gür’ü, CHP’li Milletvekili Mehmet Yıldırım’a rüşvet teklif ettiği için 10 ay hapis cezasına mahkum etti. Remzi Bey, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi için adı geçen milletvekiline “Seni severiz. İçeri girip oy kullanırsan, maddi-manevi ne istersen yaparız” demişti….

*Uzan’ların Sanat Hazinesi Remzi Bey’e;

1968 yılında öğretmen okulunu bitiren Remzi Bey, Londra da terzilik yapan babasının yanında çalıştı. 1985 yılında birikimlerini Türkiye’de değerlendirmeye karar verdi. Çok zengin olan Remzi Bey, TMSF ihalelerinde, Uzan’lara ait sanat harikalarına sahip oldu…

*Aslanlı Köşk Remzi Bey’e;

Toprak Holding malvarlığında iken, TMSF tarafından satışa çıkarılan 
“İstinye Aslanlı Köşkü”, 23Milyon 800 Bin TL ye Remzi Bey’e satıldı. İhaleye başka giren olmadı. Emlak değerlendirme firmaları köşk’ün fiyatının en az 140 Trilyon TL olduğu konusunda fikir birliğine vardılar… Bu satışı yapan TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, görev süresi bitince, Cumhurbaşkanı Gül’ün danışmanı oldu. O şimdi Çankaya’da…

*Adabank İhalesi de, Remzi Bey’in;

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu(TMSF) tarafından satışa çıkarılan, Adabank Ticari ve İktisadi Bütünlüğü, 75 Milyon Dolara, G Capital Danışmanlık AŞ’ye satıldı. Teklifi, G Capital’in sahibi Remzi Gür açıkladı. Her şeyi olan Remzi Bey’in bankası da oldu, çok şükür… 

Gördünüz mü Remzi Bey’in yüklerinin ağırlığını?.. Bir taraftan çocuklara yurt dışı için para yetiştir, bir taraftan Deniz Fenercilerden bedavaya bina al, İngiltere-Türkiye Eğitim ve Kültür İşlerini yönet, Cumhurbaşkanı seçimi için milletvekiline rüşvet teklif et ve mahkum ol, sakalı göbeğinde Şeyhin karşısında saatlerce çök bir de fırça ye, bol bol sanat eserleri topla, 140 Trilyonluk Köşkü, 23 Trilyona al, üstüne üstlük 75 Milyon Dolara banka sahibi ol…Bir insan bu kadar yüke nasıl dayanır Allahım!… 
Bu durumda biz kullara düşen bu iyilik meleği kişiye destek olmak değil midir?..
Benim teklifim de tamamen bu niyetle yapılmıştır… Gerisi Remzi Bey’in bileceği iştir, benden bu kadar…

Yazımızı, Sayın Başbakan’a bir soru ile bitirelim;

Sayın Başbakan; Sizin Çalık Grubu ve Remzi Gür ile olan ilişkinizi, dostluğunuzu hepimiz biliyoruz, zaten siz de saklamıyorsunuz. Çalık Grubu için, “Bizim Çalık” dediğinizi, Remzi Bey’e de en kıymetli varlıklarınız olan evlatlarınızı emanet etiğinizi herkes biliyor. Sizi çekemeyenler, dedikoducular devamlı olarak yalanlar üretiyorlar. Remzi Bey için düşüncelerimi ve desteğimi yukarıda yazdım, beğeneceğinizi umuyorum…

Düşmanlarınız ve ihanet içinde olan odaklar son günlerde, “sizin Çalık Grubu” için yeni bir iftira ürettiler. Bunu açıklamanızı ve bu hainlere de yargımızın gereken cezayı vermesini sağlamanızı istirham ediyorum…

Güya; 21 Nisan 2011 tarihinde 4 Milyar Dolarlık bir Helikopter İhalesi yapılmış. Bu ihaleyi Aziz Yıldırım- Serdar Adalı ortaklığı kazanmış. İkinci sıradaki, 
Çalık Grubu ise ihaleyi kaybetmiş.
Yine güya; “20.11.2008-5812/4 md” ne göre, terörle mücadele kapsamına giren suçlardan veya ÖRGÜTLÜ SUÇLARDAN tutuklu bulunanlar ihaleden elenir, maddesine göre bu ikisi “Örgütlü Suç” kapsamından dolayı tutuklandığı için, ihale “sizin Çalık Grubuna” kalmış, diyorlar. Sanki adamlar sırf bu ihale yüzünden içeri atılmışlar gibi, dedikodu yapıyorlar!…(terbiyesizlere bakın)

Ben bu iftiraya asla inanmıyorum. Siz alnı secdeye değmiş bir Müslümansınız, böyle bir iş yapılmasına izin vermezsiniz. Lütfen bu işin gerçeğini açıklayınız, ben de bu köşemden “Edep Yahu” veya “İnsaf Yahu” diye başlık atarak bu iftiracıların ağızlarının payını vereyim.
Haydi Sayın Başbakan, lütfen sizi sevenleri rahatlatınız….

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/fitreler-kime-verilmeli-rifat.html




***

ORDUYA GEREK VAR MI.? YA İMAMIN ORDUSUNA..!


Orduya Gerek var mı? Ya İmamın ordusuna!… 

Rifat Serdaroğlu
Cumartesi, Temmuz 30, 2011


Dünyanın hiçbir yerinde,  iktidar olan parti ve onun mensuplarının kendi milli ordularına bu kadar düşman oldukları bir ülke yoktur.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahraman komutanları,  cemaatin polisleri ve ABD’ li istihbarat elemanlarının müşterek yaptıkları dijital tuzaklarla hapse atıldılar.
65 yaşını geçmiş, emekli olmuş generaller de, olmayan darbelerin sorumlusu olarak cezaevlerine tıkıldılar. AKP Hükümetinin Başbakan Yardımcısı; “Komutanlar karşımızda topuk selamı veriyor” , “otur oturduğun yerde, sen benim memurumsun” diye kin kusarcasına, kendi ordusunun komutanlarına hakaret edebiliyor. Bununla da kalmayıp, bir operasyonda şehitler veren birliklerin komutanları suçlanıp, başka yere atanabiliyor. Ayrıca bir AKP Milletvekili, “Çin’de 190 General var, bizde ise 340 General var. Bunlar Ankara’da oturup, keyif çatıyorlar” diyebiliyor ve partisinden hiçbir ses çıkmıyor…
AKP, Cumhuriyetin kuruluş değerlerine açıkça karşı olduğunu söyleyen bir “Cemaatler Birliğidir.”
Bunu biliyoruz. İyi kötü kafası çalışan ve AKP üst yönetiminde bulunan kişilerin son 15-20 yıllık konuşmalarını dikkatle izleyenler de AKP’nin gitmek istedikleri yolun sonunu tahmin edebiliyorlar.
Genelkurmay Başkanı ve üç Kuvvet Komutanının “emekliliklerini isteyerek” istifa etmelerini, “Demokrasinin Zaferi” olarak yorumlayan “Cemaat Baykuşlarını” televizyonlarda hayretle izledik. Sanki bizimle savaşan, düşman ordusunun Generallerinden kurtulmuştuk !…
Türk tarihinde ilk kez olan böylesi önemli bir olayın içyüzünü tahmin etmemize rağmen, net olarak bilmiyoruz.
Bu işin aktörleri olan, Cumhurbaşkanı-Başbakan- Genelkurmay Başkanı, hepsi Türk Milleti adına görev yapan kişilerdir. Bulundukları makamlar, ne Kayseri’de Abdullah Gül’ün babasının atölyesidir, ne Başbakan Erdoğan’ın İETT Futbol Takımındaki mevkisidir, ne de Orgeneral Koşaner’in babasının çiftliğidir.
Madem ki bu olaylar, demokrasimizin gelişme işaretleri olarak takdim edilmektedir, o zaman demokrasinin en önemli şartı olan “Açıklık” gereği her şeyi Türk Milletine anlatmak zorundadırlar…
İşin asli sahibi Türk Milletidir, ve hiçbir şey ondan gizlenmemelidir. Daha önce benzeri olayları yaşadık. Hilmi Özkök, Ergenekon Savcıları ile köfte yedi, kenara çekildi. Tribün Paşası Büyükanıt, Başbakan Erdoğan ile sanki Kasımpaşa İmam Hatip Lisesi açılışı için program yapar gibi, sarayda konuştular ve ne konuştuklarını Türk Milleti bilmiyor.  İlker Başbuğ, esti yağdı, emekli olunca sesi kesildi. Koşaner Paşa ise, emekliliğini istedi ve çekildi..
1.Soru şudur;
Neler oluyor beyler? Sizler kendinizi ne zannediyorsunuz? Hanginiz Türk Milletinden üstünsünüz ki, bizlere bir açıklamayı çok görüyorsunuz?..
2.Soru şudur;
Yeni Komutan Özel; Sizce, Komutanınız Koşaner Paşa ve Kuvvet Komutanlarınızı emekliliklerini isteyecek hale getiren iddialar, birer kuruntu mudur? Hapis’te yatan (170 Muvazzaf, 250 Emekli General-Amiral-Subay-Astsubay ve Uzman Çavuş) silah arkadaşlarınızın suçlu olduklarına inanıyor musunuz?  Ege Ordu Komutanınız için de “Yakalama” emri çıkarılmış, yarın sizin içinde böyle bir karar çıkarılmayacağının garantisini peşin peşin birinden aldınız mı?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, en azından beni kimsenin enayi yerine koymaya hakkı yoktur.
Ben bilmek istiyorum;
Atatürk’ün Ordusunun yerini, İmamın Ordusu mu alıyor? 
Ülkemin bir bölümünde, bir avuç sapık “Demokratik Özerklik” adı altında bölünme girişiminde bulunuyor. Teröristbaşı, İmralı’dan hem örgütünü yönetiyor, hem de AKP Hükümetine yol haritası veriyor. Türk Ordusunun rütbelileri, yurt içinde PKK tarafından kaçırılıyorlar ve günlerdir bulunamıyorlar. Vatan evlatları, PKK katilleri tarafından toplu olarak şehit ediliyor, suçlu yine Türk Subayları gösteriliyor!..  Barzani ve ABD destekli bir kalkışma hareketinin provaları yapılıyor. Ülkenin her yerinde Türk Bayrağı yerine, terör örgütünün paçavraları asılıyor. Güneydoğu bölgesinde PKK militanları yol kontrolü yapacak hale gelmişler, tam da bu ortamda Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları emekliliklerini isteyip, çekip gidiyorlar…
Dün gece bir dostum aradı ve bana; “Kapalı Poker bilir misin” diye sordu. Bilmediğimi söyledim, anlattı. 4 kişi ile, 7’li den başlayan kağıtlarla oynanır dedi. Eğer oynayacak dördüncü kişi yoksa, 7’liler desteden çıkarılır ve oyuna öyle devam edilirmiş…
İyi de, bunu bana neden anlatıyorsun diye sordum? Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını oyundan çıkarsınlar, onlar olmadan da devam ederler, nasılsa diye cevap verdi…
Siz ne dersiniz, Atatürk’ün  Ordusuna gerek var mı?  Yoksa Ahmet Şık’ın dediği “İmamın Ordusu” yeter mi?…
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/orduya-gerek-var-m-ya-imamn-ordusuna.html

***

Siyasi Sorumlu Kim?..


Siyasi Sorumlu Kim?.. 



Rifat Serdaroğlu
Cuma, Temmuz 29, 2011


Mevcut yasalarımıza göre, terörle mücadeleyi sürdürmekten Hükümet ve İçişleri Bakanı sorumludur.   Siyasi iktidar, terörle mücadele için gerekli yasaları, askeri, polisiye, 
ekonomik,sosyal ve mali politikaları belirler ve TBMM’den yetki alarak uygulamaya koyar ve bu uygulamaların tümünün  hesabı Başbakan’dan sorulur…
14 Temmuz 2011 günü Silvan kırsalında bölücü teröristlerin saldırısı sonucu
13 evladımız şehit olmuştu. Bu acı olayı fırsat bilen bölücüler, onların Siyasi kanadı BDP’liler ve Türk ordusu düşmanları hemen harekete geçtiler. Doğal olarak bunlara cemaatin yazarları, liboş yazarlar ve Kandil dostu yazarlar da katıldı. AKP Hükümeti yaşanan katliamdan kendisi sorumlu değilmiş gibi, duruma bir de “Sivil Gözle” bakılması gerektiğini, bunun için de İçişleri Bakanlığının müfettişlerinden bir heyet oluşturulduğunu açıkladı. Bu arada Genelkurmay Başkanlığı da bir inceleme başlattı ve sonunda bazı konuların aydınlığa kavuşması için yargıya başvurulduğunu açıkladı.
Türk Ordusu “Güvenilirlik” anketlerinde Türk Milleti tarafından devamlı olarak hep en güvenilir kurum olarak seçilmiştir. Türk Ordusunun son zamanlardaki üst yönetim kademesinin “uyuşukluğu-iş bilmezliğine” rağmen, Türk Milletinin, Ordusuna olan güveni sürmektedir…
Genelkurmay Başkanlığı şu gerçekleri Türk Milletine açık seçik anlatmalıdır;
*AKP İktidara geldiği 2002 yılından bu güne kadar, “Terörle Mücadelede” hangi yasaları yürürlükten kaldırdı, hangi yasaları yürürlüğe koydu. Bu uygulamalar, terörle mücadeleyi nasıl etkiledi?..

Gelelim AKP Hükümetine;

Sayın Hükümet, iktidara geldiğiniz 2002 yılından bu yana bu ülkede olan güzel şeylerden de, akan kanlardan da, her şeyden siz sorumlusunuz. Öyle işinize geldiği an, “Biz Milli İradeyi temsil ediyoruz, başka irade yoktur” diyeceksiniz, işinize gelmediği zaman, “AKP Hükümeti, olayları Sivil gözle inceleyecek ve sorumlular hakkında gereken işlemi yapacaktır” diyemezsiniz. Tarih ve Türk Milleti huzurunda her şeyin sorumlusu sizsiniz. Sizi seçen insanlara hesap vermek durumundasınız.
Şimdi siz de şu sorularımıza cevap vermek zorundasınız;
* Bugün Türkiye’de “Kurtarılmış Bölgeler” değil, “Kurtarılmış İlçeler-Şehirler” vardır. Bazı İlçelerde “Türkçe “ konuşmak yasaklanmıştır ve fiili olarak bu yasak uygulanmaktadır. Türkiye’nin belli bölgelerinde “Türk Bayrağı” dalgalanmamaktadır. Bu bölgede, Polis kendini korumaktan acizdir. Hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan suçluları, Polis yakalayamamakta, yakaladıkları ise yöre halkı tarafından Polisin elinden alınmakta ve Polisler linç edilerek, yol kenarına atılmaktadır.
Yol kontrolleri PKK terör örgütü militanları tarafından yapılmaktadır. Askerler, devlet memurları kaçırılmakta ve bulunamamaktadır. Türk Milletinin ve dünyanın gözü önünde, devlete isyan demek olan “Demokratik Özerklik” ilan edilmiş, uygulamaya geçilmiş ve dış destek arayışları başlamıştır…
Bütün bunlar AKP Hükümetini ilgilendirmez mi?
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?….
*Vatan evlatlarını şehit eden teröristleri, davul zurna ile, Seyyar Mahkeme kurup Habur’da karşılattınız ve serbest bıraktırdınız.
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?…
*Demokratik Özerklik” ilan eden DTK (Demokratik Toplum Kongresi) Güneydoğu Bölgesinin tamamında, her il-ilçe ve beldelerde, herkesin gözü önünde “Delege” seçimi yaptı. Kimse, “sen ne yapıyorsun” demedi,
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?..
*Askerimizi-Polisimizi- insanlarımızı öldüren teröristlerin yuvası Kuzey Irak’ta değil mi?
PKK’lı katillere ev sahipliği yapıp, her türlü silahı temin edenler, Talabani ve Barzani değil mi?
Talabani ve Barzani, AKP Hükümetinin “Has Adamları” değil mi?
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?..
*PKK’ya silah veren en önemli kaynak ABD değil mi?
ABD, bizim stratejik(!) ortağımız değil mi?
Başbakan Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkan’ı değil mi?
Bunların da hesabı  Askere sorulmalı mı?…
Tüm bu yapılanlar, açıkta ve halkın gözü önünde yapılıyor. Toplum olarak “Beyin Felci” olmuş gibi sadece seyrediyoruz. En tehlikelisi ise ülkenin bazı yerlerinde, vatandaşlar arasında ölümle sonuçlanan kavgalar yaşanıyor. İstanbul-Zeytinburnu’nda, Eskişehir-Mihalıççık’ta yaşanan olaylar yaklaşan felaketin habercisi. AKP Hükümeti bu olayları da sadece seyrediyor ve suçlu arıyor.
Devlet yönetimini bilmeyenler, sığ bilgiye sahip yöneticiler, Cumhuriyetin kuruluş değerlerine açıkça karşı olan siyasetçiler, ülkeyi bir kaos ortamına doğru sürüklüyorlar. Eylül ayından itibaren Türkiye’yi çok ama çok zor günler bekliyor.
Herkesin aklını başına alması, önümüzdeki Ramazan ayında vicdanı ile hesaplaşması şarttır. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın bir müddet inzivaya çekilip, içinde bulunduğumuz şartları bir defa daha sakin kafayla değerlendirmesi gerekiyor. Tabii kendisini Kürtçülük- Bölücülük kuyusuna atanlar ve Eşbaşkan’ı olduğu projenin ağa babaları izin verirse…
Bekleyelim görelim, Mevlâ’m neyler, neylerse güzel eyler…

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/siyasi-sorumlu-kim-rifat-serdaroglu.html


***

DEVLETİMİN SAYIN BAŞINA SORULAR;



DEVLETİMİN SAYIN BAŞINA SORULAR; 

Rifat Serdaroğlu
Çarşamba, Temmuz 20, 2011


Devletimin Sayın Başı, Sayın Cumhurbaşkanı; Konumunuz gereği siz siyaset ve partiler üstüsünüz.  Devletin tüm istihbarat birimleri öncelik ve ivedilikle size bilgi verirler. Siz aynı zamanda Milli Güvenlik Kurulu Başkanısınız. Asker ve sivil kesimden, yani TSK ve Hükümetten en sağlıklı bilgileri alırsınız.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde ve Dış Temsilcilik bulundurduğumuz tüm ülkelerdeki devlet görevlileri önce size bilgi aktarırlar. Yani sizin
“Ben bilmiyordum-Duymadım-Haberim Yoktu” deme lüksünüz yoktur.
Vatandaş olarak, bilmediğimiz veya merak ettiğimiz konularda sizden yardım istiyoruz. Lütfen bizi bilgilendirebilir misiniz?..
*Siz Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanısınız.  1.Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün kurduğu devletimizin “Üniter yapısını” ve “Bölünmez Bütünlüğünü” sizden önceki 10 Cumhurbaşkanı da korudular. Siz; 12. Cumhurbaşkanı’na kuruluş değerlerimizi muhafaza eden bir devlet teslim edebilecek misiniz?
*Her yere,  “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye yazmak, ilkelliktir demiştiniz.
Devletimizin kurucusu Atatürk’ün bu sözünü, nereye yazarsak, ilkellikten kurtulmuş oluruz?
Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki bazı şehirlerimizde artık Kürtçe levhalar asılı. Bu iki dilli yaşamın başlangıcı olarak, sizin Devletin Başı olarak ismi “Güroymak” olan ilçemize, yasal değişiklik yapmadan “Norşin” deyişinizin bir etkisi var mıdır?… Bu çağdaşlık mıdır?…
* Sizin atadığınız bazı Valiler ve Başsavcılar, “Kürtçe Eğitim” istiyorlar ve Devletimizin,  Kürtçe Eğitim için kaynak ayırmasını talep ediyorlar.
Anayasamızın 42. Maddesi bu talebi yasaklıyor. Yürürlükte olan Anayasayı korumak da ilkellik olduğundan mı bu adamların görevlerine devam etmelerini emrediyorsunuz?
“Kürtçe Eğitim” serbest bırakılınca, bu günden 10 sene sonra, hangi Türk çocuğu o bölgede öğretmenlik, doktorluk vs yapacak, nasıl iş bulacak?  Türkiye’nin bölünmesinin ilk ve önemli aşaması olan  “Kürtçe Eğitimi” savunan bu kişileri görevde tutmak, sizin “Güzel şeyler olacak” dediğiniz kavram kapsamında bir yönetim tarzı olabilir mi?
*Sizin,  Devletimin Başı olduğunuz güzel ülkemizin bir bölümünde, kanlı diktatör Barzani’yi sizden fazla seven ve ona biat eden Kürtçü-Bölücüler, “Demokratik Özerklik” ilan ettiler. Başbakan Erdoğan, bu bölücü sesi “Davul” sesi olarak algıladı ve “kendileri çalarlar, kendileri oynarlar” dedi.
Sizin pozitif enerji verdiğiniz BDP’nin milletvekillerinden Emine Ayna; Demokratik Özerklik ilan etmenin anlamı, “Ben senden artık talep etmiyorum. Ben yapıyorum, sana düşen(Sizi kast ediyor) beni tanımaktır. Kürtler birey değil, bir halktır. Kürtlük, o topluluğun ortak adıdır. Bunun özellikleri vardır. Bunlardan biri dil, diğeri de yaşadığı topraklardır” diyerek, hem Kürtçe eğitim hem de toprak talebinde bulunuyor. Sizce bu ilkellik midir, yoksa dediğiniz, güzel şeylerden biri midir?…
*Değerli dostunuz ve PKK’nın ev sahibi, şehit edilen evlatlarımızın kanını ellerinde taşıyan Barzani, dört ülkede(Türkiye-İran-Suriye-Kuzey Irak) yaşayan Kürtlerin “Tek Bayrak” altında toplanmalarını istedi. Sizce bu talimat Türkiye’nin yararına mıdır? Yoksa ABD+İsrail güdümünde kurulacak “Büyük Kürdistan” devletinin ilk adımlarından biri midir?
*Devletimin Sayın Başı; Bütün bu Kürtçü-Bölücü takımı serbest ve zehirlerini kusmaya devam ediyorlar. Bu arada sizin “Başkomutanı” olduğunuz TSK’nin
42 Generali tutuklu bulunuyor. Başkomutan olarak, kendi adamlarınızın haksız yere tutuklanması, sahte dijital delillerle hapiste tutulmaları sizi rahatsız etmiyor mu?
*Bazı gazeteler sizi, şehit cenazelerine katılmayıp tarikat mensubu dostlarınızın cenaze törenlerine katıldığınız için sizi eleştirdiler.  Sizin adınıza onlara ben cevap vermek isterim. O terbiyesiz gazetelere ne dememi istersiniz? Şöyle desem sizce uygun mudur; “Öyle zırt pırt şehit cenazelerine katılmak ilkelliktir. Biz Devletin Başı olarak zaten her iki taraftan(!)  gelen saldırıyı rutin olarak kınıyoruz” diyebilir miyim?…
Devletimin Sayın Başı; cehaletimizi lütfen hoş görün. Niyetimiz sadece bilgilenmektir. Polis benim telefonumu devamlı olarak dinler ve nerede olduğumu hep bilir, cevaplarınızı bana elden getirirler, lütfen geciktirmeyin…
Kestane kebap, acele cevap…..
Not: Türkiye’nin en sıkıntılı dönemi olan bu günde, sessiz kalan, korkan, sinen, görmezden gelen, bana ne diyen, başta Üniversiteler olmak üzere tüm kişi ve kuruluşlara Mevlana, yüzlerce yıl önceden bakın nasıl sesleniyor;
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım…
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı  olması gerektiğine aydım..
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim…
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Kendini ve vatanını bilemeyenlere yazıklar olsun…..
Sağlık ve başarı dileklerimle

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/devletimin-sayin-basina-sorular-rifat.html


***

ALACA KARANLIK SOKAĞINDAYIZ (2)

ALACA KARANLIK SOKAĞINDAYIZ (2) 


Rifat Serdaroğlu

Salı, Temmuz 19, 2011


Büyük Ortadoğu Projesinin Türkiye’de uygulanabilmesi için, ABD’den gönderilen ve bir kısmı hala Ankara’da bulunan 35’ten fazla strateji uzmanı ile bir yol haritasında mutabakata varıldı. 
Öncelikle uygulanacak psikolojik harp için belli ihanet gruplarının bir araya gelmeleri sağlandı.

*Tarih boyunca bağımsız Kürt Devleti peşinde koşan bölücüler:
Bu günkü Kürtçü-Bölücü örgüt özü itibariyle, Kürdistan Teali Cemiyetinin devamıdır. 30 Aralık 1918 de İstanbul’da, aralarında Sait Nursi’nin de bulunduğu Kürt ileri gelenleri tarafından kuruldu. O zaman bunların önderlerinden olan Bedirhan Aşiretinden bazıları Atatürk’ü öldürmek için tuzak kurdular, İngilizlerle işbirliği yaptılar ve onlardan para aldılar, fakat Atatürk bu tuzaktan dikkati ve arkadaşları sayesinde kurtulmuştu. Bu gün bunlardan bazılarının çocukları-torunları DTK-KCK-PKK da görev yapmaktadırlar…

*İran tipi İslam Cumhuriyeti hayallerini gerçekleştirmek için, “Lâik Cumhuriyeti” kendilerine engel gören tüm tarikat ve cemaatler:
T.C Devletine karşı yapılan her silahlı kalkışmada, Kürtçü-Bölücüler ile Şeriat özlemcileri işbirliği içinde olmuşlardır. Bunun son örneğini, geçen hafta Diyarbakır’da yapılan Şeyh Said’i anma törenlerindeki
BDP-PKK- Mustazaf Der(Hizbullah) işbirliğinde gördük… Size, ilginç bir işbirliğinden daha bir örnek vereyim; Yıl 1983. Nakşibendi Gümüşhanevi Dergahının yayın Organının adı, İslam. Derginin Başyazarı; Şeyh Mehmet Zahit Kotku’nun kızı ile evlenen Mahmut Coşan.

Genel Yayın Yönetmeni; Hasan Hüseyin Ceylan, Yazı İşleri Müdürü; Zahit Akman, İdari Müdür; Zekeriya Karaman. Kanal 7 televizyonunu kuranlar; Necmettin Erbakan- Recep Tayyip Erdoğan. Bunun benzeri yüzlerce örnek vermek mümkün. Hepsinin hedefi, Türkiye Cumhuriyeti…
*İkinci Cumhuriyetçiler- Liberaller- para karşılığı kafalarını kiraya veren bazı yazarlar- Karen Fog – Soros çocukları ve uluslararası tefecilerin Türkiye ayakları…
Bunlar ve güçleri bir araya getirildi, sıra bu plana karşı çıkacaklara karşı uygulanacak hukuki yapıyı oluşturmaya gelmişti. Bunun için;

*2003 yılında Abdullah Gül, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la
“2 sayfa 9 maddelik “ gizli bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma TBMM’ye getirilmedi.
*2003 yılında Tayyip Erdoğan, ABD ile “9 Üs” anlaşması imzaladı.
*Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri AKP oylarıyla meclisten geçti. Demokratik Toplum Kongresi, “Demokratik Özerklik” ilanını bu ihanet yasalarına bağlıyor.

*Türk Tarihinde ilk defa Türk Askerinin kafasına “Çuval” geçirildi. Başbakan Erdoğan kendisine ABD’ye nota verin diyenlere, “ne notası, müzik notası mı?” diye cevap verdi !..
*2004 yılında Başbakan Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesine “Eşbaşkan” oldu. Başbakan Erdoğan eşbaşkan olduğunu 36 ayrı yerde gururla söyledi!…

*Özel yetkili mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelerin hakim ve savcılarına “Şüpheli olarak gördükleri kişileri 10 yıla kadar sorgusuz sualsiz tutuklama” dahil, DGM lerde dahi olmayan yetkiler verildi. AKP, bu hafta 3 tane daha Özel Yetkili Mahkeme kurdu!…
*Türk Ceza Kanunu değiştirildi. 5237 sayılı yeni TCK nın 312. Maddesine; “Cebir ve şiddet kullanarak T.C Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” hükmü konarak, AKP kime kızıyorsa ona bir kulp takıp, müebbet hapisle yargılama imkanı yaratıldı.

*Terörle mücadele Kanununun 10.maddesi (d) fıkrasında yapılan değişiklikle Türk Hukuk sistemine “Gizli Delil” kavramı sokuldu ve sanığa
“suçu ve neyle suçlandığı” söylenmeyerek savunma hakkı kısıtlandı.
*5 Temmuz 2008 de yürürlüğe giren 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunuyla,
“Gizli Tanık” müessesesi ile tanıştık. Terör örgütünün profesyonel propagandacıları, gizli tanık yapıldı. Bunların yalan beyanlarıyla, terörle mücadele eden kahramanlar hapisler atıldı.

Bir de bunlara cemaatçi polislerin dijital sahtecilikle ürettikleri sahte delilleri eklerseniz, karşınıza cezaevinde yatan 42 generali olan bir Türkiye tablosu bulursunuz. Pazartesi günü bir Üsteğmen’in uğradığı haksızlığı basından okuduk. Askeri Casusluk soruşturması için göz altına alınan ve 9 ay hapis tutulan Üsteğmen, polis tarafından evinde bulunan hard diskin, yanlışlıkla orada bulunduğunun sanıldığı, esasında başka yerde bulunduğunun anlaşılması üzerine serbest bırakıldı. Siz bunun yanlışlıkla olduğunu sanıyorsanız, hayal görmeye devam edebilirsiniz…

Tüm bunlar yapıldı ve AKP’ye acımasızca uygulattırıldı.
Habur’da yaşanan rezaleti, Öcalan ile yapılan görüşmeleri, Türkiye’nin bazı bölgelerinde Türk Bayrağının devlet binaları dışında asılamamasını, tüm değerlerimizin açıkça çiğnenmesini, vatan evlatlarının sokaklarda teker teker infaz edilmelerini, TSK mensuplarının kaçırılmalarını, Valilerin ve Başsavcıların bile “Kürtçe Eğitimi” savunmalarını, askerlerimizin toplu olarak şehit edilmelerini ve terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı olan DTK’nın “Demokratik Özerklik” ilan etmesini, yani devlete karşı isyan başlatmasını hep yapılan bu planların adımları olarak görebilirsiniz..

PKK’nın bundan sonra ki stratejisi, “Demokratik Özerklik” ilan ettikleri bölgeyi savunma adına, daha fazla kan akmasını sağlayacak çatışmaların artmasını sağlamak olacaktır. Çünkü bu narko-terör örgütünün tek besini kan ve cinayettir. Bölgedeki Kürt kökenli vatandaşlarımız bunların umurlarında değildir. Türkiye’yi kanlı eylemlerle iyice karıştırıp, sonra da “yetişin Türk Ordusu bizi öldürüyor” diye dünya kamuoyunu ayağa kaldırıp, bölgeye “barış gücü” davet etmek ve bölünmenin yolunu iyice açmaktır…

AKP sayesinde nereden nereye geldik, ülkemiz bölünme noktasına iç savaş konumuna geldi. Ben bu yüzden Başbakan Erdoğan’ın “Tek Devlet-Tek Millet- Tek Vatan-Tek Dil-Tek Bayrak” sözlerine inanmıyorum. Cumartesi günü
8 şehidimizi, Pazar günü de 5 şehidimizi toprağa verdik. Bunları bir tanesinde bile ne Cumhurbaşkanı vardı ne de Başbakan. Fakat Pazar günü hem Cumhurbaşkanı’nı, hem de Başbakan’ı “Ensar Vakfı” Eski Başkanı Ahmet Şişman’ın tabutunu beraberce omuzlarken gördük. Hiç olmazsa bir tanesi, pazar günü yapılan bir şehit cenazesine katılıp, hayatının baharında bu vatan için canını feda eden bir fidan için, Fatiha okuyacak kadar cesur olabilseydi…

Tüm bunları planlayanlar, planlayıcılara payanda olanlar, bilerek-bilmeyerek ihanet içinde olanlar şunu asla unutmamalıdırlar; Türk Milletinin sabrının da bir sonu vardır. Ya bir ve beraber yaşacağız, ya da herkes kaderine razı olacak. Yıllardır Türk Milletini, Türk İnsanını, Türkiye’nin tüm imkanlarını kullanıp, arkamızdan kuyumuzu kazanlarla “Kesin Hesabın” bu nesil tarafından görülmesi ve çocuklarımıza bırakılmaması şarttır.

Yalnız, akan kanların, kaybolan canların sorumluluğu; Bu küresel plana, “Eşbaşkan” olup, Türkiye ve bölge gerçeğini bilmeyenlerin, Anayasal suç olan “Demokratik Özerklik” ilan edenlere, meseleyi basite indirgeyerek “Kendileri çalsın, kendileri oynasın” diyebilen basiretsizlerin omuzlarında olacaktır.

Herkes yaptığının hesabını verecektir. Kimse Türk Milletinden ve onun ezici tokadından kaçamayacaktır..

Sağlık ve başarı dilekleriml


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/alaca-karanlik-sokagindayiz-2-rifat.html




***