14 Ağustos 2016 Pazar

Öcalan'ın yeğeni Baykal'a yardımcı olacak




Öcalan'ın yeğeni Baykal'a yardımcı olacak



Uzun mesai nedeniyle en genç 6 milletvekili geçici katip üye sıfatıyla TBMM Başkanlık Divanı’da Baykal’a yardımcı olacak.


22.Haziran.2015

 Öcalan'ın yeğeni Baykal'a yardımcı olacak


TMM'nin 25. dönem çalışmaları, yarın yapılacak yemin töreniyle başlayacak. Oturumu en yaşlı üye sıfatıyla CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal yönetecek. Terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın yeğeni HDP Milletvekili Dilek Öcalan da Başkanlık Divanı’nda görev yapacak.
Baykal, görevi eski başkan Cemil Çiçek’ten devraldıktan sonra saat 14.00’te Atatürk Anıtı’na çelenk koyacak ve ardından saat 15.00’te özel oturumu yönetecek. 77 yaşındaki Baykal, TBMM’nin diktirdiği frakla kürsüdeki yerini alacak. Baykal Meclis Başkanı seçilmese de ölçüler üzerine göre alındığı için frak kendisinde kalacak. Meclis, tek kullanım için pahalı olduğu eleştirilerine karşın, Baykal’ın frağını bin 100 TL’ye erkek giyiminin öncü markalarından birine diktirdi.
TBMM, yemin gününde ilk uzun mesaisini yapacak. 550 milletvekili teker teker kürsüye çıkıp anlaşılır şekilde, Türkçe olarak Anayasa’da yazılı milletvekili yeminini okuyacak. Bu, her vekil için yeminin 1 dakika sürdüğü hesaplandığında, hiç ara verilmese bile yaklaşık 10 saatlik bir mesai anlamına geliyor.
Uzun mesai nedeniyle en genç 6 milletvekili geçici katip üye sıfatıyla TBMM Başkanlık Divanı’da Baykal’a yardımcı olacak, dönüşümlü olarak milletvekillerinin isimlerini okuyacak. TBMM Başkanlık Divanı’da görev yapacak genç vekiller şunlar: HDP/Tuğba Hezer-1989, AK Parti/Fatma Gaye Güler-1988, HDP/Dilek Öcalan-1987, AK Parti/Abdurrahim Boynukalın- 1987, HDP/Enise Güneyli-1986, AK Parti/ Sena Nur Çelik-1986.
Yemin töreninin ardından Meclis Başkanı adaylarının başvuru süreci için genel kurul çalışmalarına 5 gün ara verecek. Bu sürenin sonunda Meclis Başkanlığı seçiminin ilki turu yapılacak.
Bu arada milletvekillerinin yemin günü odalarını kullanabilmeleri için dün TBMM Başkanlık Divanı salonunda parti gruplarının temsilcileri eşliğinde kura işlemi yapıldı. (Habertürk)




8 Ağustos 2016 Pazartesi

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 4




12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ    BÖLÜM 4




Bu arada DP’nin yıllardır çok istediği ve başardığı, Türk siyasal hayatına en büyük katkısı olduğu düşünülen, seçim kanununda değişikliğe gidilmesi olmuştur ki 12 Temmuz Beyannamesi’nin en önemli ve kalıcı siyasal sonucu bu seçim kanunu görülmektedir. 

7 Şubat 1950’de Meclis’te görüşülmeye başlanan seçim kanunu, “ Gizli 
oy, açık tasnif, seçimlere her türlü yargı güvencesi ve muhalefet partilerine de radyoda propaganda yapma imkânı ” verilerek, 5545 No.lu Milletvekili Seçimi Kanunu adıyla 16 Şubat 1950 tarihinde kabul edilmiştir. Böylece DP’nin istediği tüm şartlar kabul edilmiştir 50. 

Böylece iyice tavizkar bir yapıya dönüşen CHP iktidarının başbakanı olan Hasan Saka, liderliğindeki hükümet yıprandığını belirterek istifa etmiştir. 
Ancak Hükümeti kurma görevi tekrar Hasan Saka’ya verilmiş ve Hasan Saka, 
1948 yılının ikinci yarısında kurduğu, İkinci Hasan Saka Hükümeti ile Başbakanlık yapmaya devam etmiştir 51. 

Böylece CHP’nin iktidarda kalma kredisinin artık tükendiği düşünülmektedir. 

İkinci Saka Hükümeti döneminde, 17 Ekim 1948 tarihinde yapılan ara seçimlere DP, seçim sisteminin değişmemesi, seçimlerde hâkim teminatının alınmaması nedenleriyle katılmamıştır. Demokrat Parti’nin bu kararına basından gelen tepkiler, ara seçimler sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşanan ve milletvekillerinin yumruklaşmasına kadar varan gerginlikler, Demokrat Parti’nin II. Büyük Kongresi’nin toplandığı 1949 yılının genel konjonktürünü hazırlayan siyasal olaylar olarak görülmektedir.


I. Peker Hükümeti (07.08.1946–10.09.1947): 

1946 seçimleri sonrasında oluşan yeni parlamentoda hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından Kütahya Milletvekili Recep Peker'e verildi. 465 üyeli TBMM'de 14 Ağustos 1946'da yapılan güven oylamasına katılan 431 milletvekilinin 378'i kabul, 53'ü ret yönünde oy kullandı. 

II. Saka Hükümeti (10.09.1947–10.06.1948): Peker'in istifasının ardından hükümeti kurma görevi Trabzon Milletvekili Hasan Saka'ya verildi. 13 Ekim 1947'de yapılan güven oylamasında kullanılan 411 oyun 362'si kabul, 49'u ret çıktı. Oylamaya 54 milletvekili katılmadı. Hasan Saka, muhalefete gereğinden fazla ödün vermekle suçlandı ve görevinden istifa etti. 

III. II. Saka Hükümeti (10.06.1948–16.01.1949): Hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından yeniden Trabzon Milletvekili Hasan Saka'ya verildi.18 Haziran 1948'de yapılan güvenoylamasına katılan 348 milletvekilinin 308'i kabul, 40'ı ret yönünde oy kullandı. 104 milletvekili ise oylamaya katılmadı. Hasan Saka, eleştirilere uğrayınca görevinden istifa etti. 

IV. Şemsettin Günaltay Hükümeti (16.01.1949–22.05.1950): Hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından Sivas Milletvekili II. Meşrutiyet döneminin İslamcı aydınlarından olan Prof. Dr. Şemsettin Günaltay'a verildi. 14 Ocak 1949'da yapılan güven oylamasına katılan 391 milletvekilinin 349'u kabul, 42'si ret yönünde oy kullandı. 68 milletvekili oylamaya katılmadı. 
( http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/kitaplar/fmd/tr/12255.htm, 05.01.2011) 



Bu geçiş dönemini inceleyen yazar Kemal Karpat, 21 Temmuz 1946’dan 12 Temmuz 1947’ye kadar geçen bir yılın çok partili siyasal yaşamın kurulması bakımından hayati önemde olduğunu kaydetmiştir. Feroz Ahmad’a göre, 12 Temmuz’da Cumhurbaşkanı İnönü ağırlığını, parti içindeki ılımlılardan yana koyar ve devletçi hizbe öldürücü darbeyi vurur. 
Sonuç olarak tek parti seçeneği terk edilir ve muhalefete eylem serbestliği ve 
tek partiyle eşitlik olanağı verilir52. 

CHP Kasım 1947’deki kongresinde DP programına daha da yakınlaşmıştır. Serbest girişimi savunmuş ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17. maddesini geri çekmeye karar vermiştir. Ayrıca Demokrat Partili’lerin kullandığı din kozuna karşılık olarak, okullarda din eğitimine izin verme kararı almış ve DP propaganda larında “komünist ajitasyon merkezleri” olarak tanımlanıp boy hedef haline getirilen Köy Enstitüleri’nde de reform yapmayı kararlaştırmıştır 53. 
Siyasetin tilkisi olarak tanımlanan İsmet İnönü, bu beyanname ile artık muhalefetin adeta siyaset meleği olur. İdare amir ve memurlarının her 
iki partiye de eşit muamele yapmalarını ister. İnönü, gittiği yerlerde Halk 
Partisi ile birlikte Demokrat Parti’nin de merkezlerini ziyaret eder. Buna 
rağmen Celal Bayar baskının eskisi gibi devam ettiğinden şikâyet etmektedir. 
Demokratlar, İnönü’nün bu tutumunu kendilerini avutmak ve hızını kesmek 
politikasına yüklerler. En büyük dayanakları da Cumhurbaşkanı olmasına 
rağmen hala Halk Partisi Genel Başkanlığı’nı fiilen bırakmamış olmasıdır. 
Nihayet İnönü, parti başkanlığı vazifesini, seçilecek bir genel başkan vekiline 
bırakacağını resmen açıklar. 

3 Aralık da toplanan Halk Partisi Büyük Kurultayı’nda tüzük değiştirilerek bir genel başkan vekili seçilir. Recep Peker istinkâf eder veya etmiş denir. Son derece yumuşak huylu, ağırbaşlı, politikacı olmaktan ziyade devlet memuru olan Hilmi Uran, İnönü’ye vekil olur 54. 

Karpat’a göre: 

Hukuki niteliği ve maksadı tartışılmakla beraber 12 Temmuz 
Beyannamesi, Türkiye'de siyasi partiler yasasının gelişmesinde en 
önemli belgelerden biri olarak durmaktadır. Beyannamenin değeri 
yayınlandığı maksatta, yazılmasında hakim olan ruhta ve iktidar partisi 
ile muhalif partilerin daha sonraki ilişkileri ve parti örgütleri üzerinde 
yaptığı derin etkidedir. Bu beyanname, İnönü'nün başardığı esas işlerden 
biridir 55.

Özetle, 12 Temmuz Beyannamesi, DP, CHP ve en önemlisi 27 yıllık Devlet anlayışında büyük değişikliklere yol açtı. Bu hiç şüphesiz iktidarın kansız olarak el değiştirmesini sağlaması açısından bile yeterli bir tarihi başarı olarak görülmelidir. CHP’de radikaller iktidarı kaybederken, aynı şekilde DP 
de kendi içindeki radikallerden sıyrılmıştır. Böylece Türkiye’de ilk kez siyasi 
Batılılaşma sürecinin en büyük kazanımı elde edilmiştir. Bunda ulusal, 
uluslararası konjonktür ve siyasi liderlerin rolü tarihe geçecek kadar önemli 
olmuştur. Bu nedenle günümüzde Ortadoğu ülkelerinde ancak bugün evveli 
yaşanan “Arap Baharı” sürecinin, 12 Temmuz Beyannamesi sayesinde 
ülkemizde yarım asır önce başarıldığını görmek çok önemlidir.

SONUÇ 

Türkiye’nin kurulması her ne kadar bir Kurtuluş Savaşı sonucunda ise de aslında bunun siyasal temelleri Fransız İhtilali’nin değerlerine dayanmaktadır. Devrimci, merkeziyetçi, ulusalcı, laik ve pozitivist bir karakterden oluşan bu değerler, 1908 yılında İttihat ve Terakki Hareketi tarafından uygulanmaya başlamış ve bu düşünce 1918 yılına kadar devleti yönetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesine sebep olarak görülen bu yapı, maalesef Cumhuriyet Türkiye’sine de sirayet etmiştir. 

1923-1946 arasında ülkeye hâkim olan bu siyasal düşünce ulusal ve uluslararası koşulların etkisiyle 1946 yılından itibaren kırılmaya başlamıştır. 

Çok partili siyasal hayata, farklı görüş ve kişilere tahammülü olmayan bu düşüncenin kırılması ise, 12 Temmuz Beyannamesi ile özellikle de uluslar 
arası yapının değişmesiyle mümkün olmuştur. İktidar ve muhalefet için kilitlenme sürecine girilen ülkede, 12 Temmuz Beyannamesi bir kurtarma 
halatı olmuştur. 

Bu üçüncü sürecin başarılmasında hiç şüphesiz en büyük etken, dış şartların etkisiyle çatışma sürecine giren iktidar muhalefet ilişkilerinin cumhurbaşkanı eliyle çözüldüğü, 12 Temmuz Beyannamesi olmuştur. 

Açıkçası 1946 seçimlerinden sonraki dönem çok partili sistemin kurulması açısından çok önemliydi. Sonuçta birbirini boğazlamak üzere olan CHP ve DP birbirinden ayrıldı ve ikisi de halkın oyuna rıza göstermeyi kabul etti. Böylece Demokrat Parti üzerindeki baskı gevşedi ve ona tam hareket hürriyeti ve iktidar partisiyle eşitlik hakkı tanındı. Böylece çok partili siyasi hayata geçiş başarılmış oldu. 

Bu açıdan bakıldığında, bugün Türkiye, Arap Bahar’ı şeklinde Ortadoğu ülkelerinde yaşanan kanlı iktidar değişikliklerini yaşamıyorsa, bunu 12 Temmuz Beyannamesine borçludur diye düşünüyoruz. Özellikle bu sürecin sonunda, Şubat 1950’de kabul edilen 5545 Sayılı, evrensel standartlardaki Yüksek Seçim Kanunu demokrasimizin kurumsallaşması için mihenk taşı olarak 
görülmektedir. 

Bu nedenle, 12 Temmuz Beyannamesi Türkiye’de çok partili siyasal sistemi kabul eden ana belge olarak görülmektedir. 

Özetle gerek çeyrek asırlık tek parti döneminin sona erdirilmesi, gerekse Türkiye’nin demokratik ülkeler safına geçmesi ve nihayet Türkiye’nin ulusal ve tarihi rolüne dönmesi açısından 12 Temmuz Beyannamesi, Türk siyasal hayatı için tarihi önem arz etmekte ve iktidar muhalefet çatışmasına karşı, başarılı bir çözüm modeli olarak görülmektedir. 

50- EROĞUL, s. 81. 
51- 12 Temmuz Beyannamesi’nden sonraki sürecin CHP için rahat geçmediğinin en önemli işareti kurulan hükümetlerde görülmektedir. 
52- AHMAD, s. 153. 
53- ZÜRCHER, s. 314. 
54- BAŞAR, s. 168. 
55- KARPAT, 2010, s. 284 


KAYNAKÇA 

AĞAOĞLU, A.: Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994. 
AHMAD, F.: Modern Türkiye’nin Oluşumu, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 2010. 
ALBAYRAK, M: Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960), Phoenix Yayınları, Ankara, 2004. 
ALPKAYA, F.:“Kazım Karabekir”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. Ahmet Çiğdem), İletişim Yayınları, İstanbul, 2003. 
BAYAR, C., (Der. ŞAHİNGİRAY): Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1. Basım, İstanbul, Kasım 1999. 
BAŞAR, A. H.: Yine Hayal Aleminde Uçuyorum, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007. 
BURÇAK, R. S.: Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945–1950, Olgaç Yayınevi, İstanbul, 1979. 
DEMİRBAŞ, O.: “Birinci TBMM’de İkinci Grup’un “Milletvekili Seçim Yasası’nın değiştirilmesine İlişkin Önergesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Yurttaşlık Hakları”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Ekim 2000-Mart 2001. 
DEMİREL, A.: Birinci Meclis’te Muhalefet, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995. 
ERDOĞAN, M.: Liberal Toplum Liberal Siyaset, Siyasal Kitapevi, Ankara,1992. 
EROĞUL, C.: Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1998. 
FINDLEY, C. V. :Modern Türkiye Tarihi: İslam, Milliyetçilik ve Modernlik 1789-2007, Timaş Yayınları, 1. Baskı İstanbul, Ekim 2011. 
GOLOĞLU, M.: Demokrasiye Geçiş (1946–1950), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1982. 
HEPER, M.: İsmet İnönü, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Ağustos 2008. 
KARPAT, K. H.: Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 2010. 
KARPAT, K. H: Türk Demokrasi Tarihi Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, Afa Yayınları, İstanbul, 1996. 
KOÇAK, C.: Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006. 
ÖĞÜN, S. S.: “Türk Muhafazakârlığının Kültürel Politik Kökleri”, Türkiye’de Siyasi Düşünce Muhafazakârlık, Cilt:5, (Der. 
Ahmet ÇİĞDEM), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004. 
SAROL, M.: Bilinmeyen Menderes I, Kervan Yayınları, İstanbul, 1983. 
SHAW, S. J.- SHAW E. K.: Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Cilt 2, E Yayınları, İstanbul, 2006. 
SİTEMBÖLÜKBAŞI, Ş.: Parti Seçmenlerinin Siyasal Yönelimlerine Etki Eden Sosyoekonomik Faktörler, Nobel Yayın Dağıtım, 
Ankara, 2001. 
TOKER, M.: Tek Parti’den Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970. 
TİMUR, T.: Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991. 
TUNA,T.: Adnan Menderes’in Günlüğü, Şule Yayınları, İstanbul, 2002. 
TUNÇAY, M.: "Cumhuriyet Halk Partisi (1923–1950)", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 8, İletişim Yayınları, 
İstanbul, 1983. 
TURAN, Ş. : Türk Devrim Tarihi Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999. 
ZÜRCHER, E. J., Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. 


Gazeteler 

Cumhuriyet Gazetesi, 04 Eylül 1947 
TC Resmi Gazete, Sayı:6147, 2 Kasım 1945 
Son Posta Gazetesi, 08 Ocak 1946 
Son Telgraf Gazetesi, 19 Aralık 1947 
Son Telgraf Gazetesi, 22 Nisan 1950 

İnternet 

AKIN, F.: “12 Temmuz Beyannamesi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”, 
Tarih Portalı Sitesi, 
http://www.tarihportali.net/tarih/turk_siyasi_tarihinde_12_temmuz_beyannamesi-t6619.0.html;imode= (20.05.2012) 
(http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/kitaplar/fmd/tr/12255.htm, 
(05.01.2011) 

Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU 
Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İİBF. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. 



12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 2






12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ  BÖLÜM 2



II. a Demokrat Parti’nin Kuruluşu (7 Ocak 1946) 


Ülkemizde çok partili siyasal hayata geçildikten sonra kurulan ilk parti, İstanbullu zengin işadamı olan Nuri Demirağ tarafından Milli Kalkınma Partisi (MKP)’dir. 18 Temmuz 1945 kurulan MKP’nin kurucuları arasında Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde muhalefet grubu olan İkinci grubun önderi Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rifat Atilhan gibi kişiler vardır. 

Genel olarak liberal bir eğilimi yansıtan parti programında devletçilik uygulama ları eleştiriliyor, seçimlerin tek dereceli ve nispi temsil sistemine göre yapılması, iki meclisli yasama organı, cumhurbaşkanının yalnızca tek dönem için ve halk tarafından seçilmesi gibi yenilikler mevcuttur. Ancak bu partinin yeterli toplumsal tabanı ve siyasal kadrosu oluşamadığından MKP, 1946'daki belediye seçimlerinde ve 1950 genel seçimlerinde başarılı olamamıştır. 

Gerçek muhalefet partisi ise, çiftçiyi topraklandırma yasasıyla CHP içinde ilk kez somut olarak ortaya çıkan muhalif “ Dörtlü Takrir”i imzalayan Dörtler ” den Refik Koraltan’ın kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına sunmasıyla kurulan Demokrat Parti (DP) olacaktır. Adnan Menderes, aynı gün DP’nin kuruluşu dolayısıyla tarihe geçen aşağıdaki açıklamayı yapar 14: 

Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. 

Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. 

Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam 
edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en 
samimi dileğimdir. 

Aynı gün DP Genel Başkanı Celal Bayar Ankara’da gazetecilere DP’nin muvazaalı olup olmadığı konusunda şu cevabı verir15: 

Bu söylentileri ahlâk kaideleri ile telife (uygun görmeye) imkân yoktur. Ortada ne böyle bir muvazaayı (danışıklığı) kabul edecek ne de teklif edecek kimse 
yoktur. Böyle ciddi bir meselenin hafifliklere tahammülü yoktur. Biz, memleket menfaatine büyük bir hamle yaptığımıza kani bulunuyoruz. Samimi arzumuz 
şudur: Memlekette millî iradenin, millî hâkimiyetin tahakkuku (gerçekleşmesi) ve bunların kanuna uygun olarak tecellisi (gerekmektedir) “- Biz memleketin bütün icapları hakkında münakaşa etmek, memleket menfaatlerine göre hareket etmek davasındayız. 

Sonuç olarak, özellikle ulusal ve uluslararası koşulların kaçınılmaz etkisiyle kurulan DP’nin kuruluşuyla, Türk siyasal hayatında dördüncü kez (ilki 1908 sonrası olsa da) gerçek anlamda ikinci kez, çok partili siyasî hayat başlamış oluyordu. 


II. b. 1946 Genel Seçimleri 


7 Ocak 1946 yılında DP’nin de kurulmasıyla başlayacak çok partili siyasal hayattan sonra normal olarak 1947 yılında yapılması planlanan genel seçimler, bir yıl erkene alınarak, 21 Temmuz 1946 yılında yapılmıştır. Seçim kararının alınmasından hemen sonra da, 5 Haziran 1946’da kabul edilen 4918 
Sayılı Yasa’ya göre, iki dereceli seçim sistemi, dünya siyasî tarihinde ender görülen açık oy, gizli sayım ve sayımdan hemen sonra seçmen pusulalarının 
yakılması şeklinde karar alınmıştır. 

CHP, yeni yasalar uyarınca DP’nin seçimlere katılmayı reddetmesi halinde de partinin kapatılması tehdidinde bulunmuştur16. Böylece seçim süresini bir yıl erkene alan İnönü ve CHP’nin, erken bir zafer kazanmak istediği belli olmaktadır. 
Çünkü 27 yıllık tek parti olan CHP bütün ülke sathında, hatta köylere kadar teşkilatlanmışken, seçimlere iki-üç hafta kala dahi DP, Türkiye’nin ancak 41 ilinde ve 200 ilçesinde örgütlenebilmiş tir 17. 
DP, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Çoruh, Diyarbakır, Gümüşhane, Hakkâri, Kars, Kırşehir, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Rize, Siirt ve Van’da örgütlenemediği gerekçesiyle bu illerde seçimlere dahi katılamamıştır 18. 

Bu duruma tepki gösteren DP lideri Celal Bayar seçim öncesinde DP’nin yarış ortamını şöyle özetlemiştir 19: 

1. İdare amirlerinin halk üzerindeki tazyiki hemen her tarafta son haddine varmıştır. 
2. Bazı yerlerde Demokrat Parti’ye rey (oy) vereceklerin şiddetle cezalandırılacakları resmi ağızlardan ifade olunmuştur. 
3. Muhtelif yerlerde partimiz mensuplarından birçok zevat tevkif olunmuş, bütün bu hareketlerin memleketin muhtelif yerlerinde aynı şekilde ve aynı 
zamanda vukua gelmesini bunların bir sistem dâhilinde yapıldığını ve aynı kaynağa dayandığını göstermektedir. 
4. Bu şartlar altında serbest bir seçim olması bahis mevzuu olamazsa da millî iradeye tercüman olması ve millî vazifesini yapmak maksadıyla yukarda 
arz edilen ağır şartlar altında dahi seçime gireceğiz. 


Bu koşullarda yapılan ve 24 Temmuz’da açıklanan seçim sonuçlarına göre, seçimlere katılma oranının % 85’tir. 465 milletvekilinden 395’ini CHP 
kazanırken; DP 271 adaydan 64 milletvekili kazanmış ve 6 da bağımsız milletvekili meclise girmeyi başarmıştır. İstanbul’daki 27 milletvekilliğinden 
18’ini alan DP, daha çok büyük şehirlerde kazanmış, CHP ise kırsal kesimde daha fazla oy almıştır. 20 

DP’nin kudretli ve Menderes’in yakın adamlarından olan Mükerrem Sarol’a göre “ Tarihin hafızasına kezzapla yazılan ” bir seçim olan, 21 Temmuz 1946 seçimlerinin nasıl bir havada cereyan ettiğinin en çarpıcı örneklerinden biri İstanbul’daki seçim sonuçlarıdır. CHP’nin alışılmış seçim hilelerine karşı 
meraklı bir yönetici olmayan dönemin İstanbul valisi Dr. Lütfü Kırdar, seçim sonuçlarını Ahmet Emin Yalman’a şöyle açıklamıştır 21: 

İstanbul’da seçimi DP büyük farkla kazandı. Nitekim daha sayım tamamlanmadan, farkın kapanması ihtimali olmadığı için, durumu basına 
duyurdum. Ancak olaylar bundan sonra gelişti ve beni çok güç bir noktaya getirdi. Halk Partisi Merkezi, Recep Peker Grubu gibi ağır topların İstanbul 
listesinde olduğunu, bunların seçimi kaybetmelerinin partiyi çok vahim bir çizgiye getireceğini ve ne yapıp yapıp beş altı milletvekilinin kurtarılması 
gerektiğini bana bildirdi. Partinin tutumu kesin! İstanbul Parti Müfettişi de seçim sonuçları üzerinde direniyor! Yapacağım iki şey var: Biri, partinin teklifini 
reddetmek, diğeri partinin teklifini yumuşatarak hem halk partisinin hem DP’nin 16 milletvekilliğinin yok edilmesini önlemek. Çünkü dirensem, halk partisi 
benim yerime hemen bir vali tayin yapacak ve seçimleri istediği biçime sokacaktı. Yerimde kalmak suretiyle seçime müdahalenin büyümesine engel 
oldum ve DP’nin 6 milletvekilliği kaybıyla bilânço kapandı. 

Seçimden sonra DP taraftarları birçok yerde gösteri düzenleyerek durumu protesto ederken; CHP, seçim sonuçlarını eleştiren gazetelere savaş açmış, İstanbul merkezli gazeteler bizzat İsmet Paşa’nın emriyle susturulmuş tur 22. Seçimlerin sonucuna fesat karıştırıldığı iddiasıyla çok sert tavır gösteren Bayar, şu açıklamayı yapar23: Seçmenlerin verdikleri reylerin kaydına mahsus olan ve her sandığın seçim neticesini gösteren mazbatalar birçok yerlerde boş olarak seçim heyetlerine imza ettirilmiştir. Bunlar sonradan ve arzuya göre doldurularak  vatandaşların reyleri üzerinde oynanmıştır. Bu suretle muhalif ve müstakil milletvekili namzetlerinin talihi, merkezin emrine tabi olan vali ve kaymakamların elinde oyuncak olmuştur. Bazı yerlerde resmi ve yarı resmi ağızlardan yapılan kötü propagandalarla, isnat ve iftiraları, faillerinin düşkün seviyesine bırakıyorum. 

Vatandaşlar siyasî kanaatlerinden dolayı birçok yerlerde bilhassa köylerde tecavüze uğramışlar, tehdit edilmişler, dövülmüşler, yaralanmışlar ve 
hapsedilmişlerdir. 

Son Ege Bölgesi ile Balıkesir ve Bursa seyahatimde gözleri yaşlı birçok vatandaşların şikâyet mercii aradıklarını gördüm. 

Ankara kaza köylerinden yüzü gözü bereli arkadaşlarımızın Demokrat Parti merkezine gelip dertlerini acı acı anlattıklarını hepimiz biliyoruz. 

Memleketimizde seçim emniyet altına alınmamıştır. Biz evvelce bu husustaki fikrimizi bir beyannamemizde açıklamış bulunuyorduk. Demokrat Parti şunu arz etmek ister ki, seçimlere girip girmemek hususunda karar verirken, elinde tuttuğu ölçü, parti menfaati ölçüsü değil, yalnız ve yalnız, memleket menfaati ölçüsü takip etti ki, tek gaye de yurtta, millî irade ve hâkimiyetin birden fazla partilerin varlığı ile teyit olunması ve yurttaş hak ve hürriyetlerinin daha esaslı teminat altına alınmasıdır demiştik. Biz böyle düşündük, böyle hareket ettik. Hâlbuki milletin gözü önünde cereyan eden seçimler böyle mi olmuştur? Bizzat Ankara’da ilan edilen netice nasıl elde edilmiştir; bunu bilmeyen, anlamayan kimse kalmamıştır. İşte ben iddia ediyorum, hatta itham ediyorum, seçim işlerine fesat karıştırılmıştır. Seçimler milletin hakikî iradesini göstermekten uzaktır. 

Seçimler İstanbul ve Ankara gibi yerlerde CHP’nin inisiyatifinde yapılmıştır. Ancak taşrada Anadolu’nun inadı tutmuş, halk, Ankara veya İstanbul olduğu gibi haksızlığı sadece alkışlarla protesto etmemiştir. Mersin’in Arslanköy köyünde muhtarlık seçimlerinde (Ankara Çubuk ve Isparta Senirkent’te de), CHP’li eski muhtara karşı köy halkı, muhtarın seçimlere hile karıştırdığı gerekçesiyle ayaklanmış ve seçim sandığına el koymuşlardır. Halk, jandarma’nın gelmesine rağmen sandıkları vermeyince jandarma ile köylüler arasında arbede yaşanmıştır. Sonuçta bütün köy, 92’si sanık ve 100’u şahit olmak üzere, davalık olur24. 

Dava, Mersin yerine Konya mahkemelerine taşınırken; Konya halkı da gelenleri evlerinde misafir eder. Davayı, başta DP İstanbul İl Başkanı “ İhtiyar Kaplan ” lakaplı Prof. Dr. Kenan Öner olmak üzere, DP’li avukatlar üstlenir ve gündemin en önemli meselesi olarak tarihe geçer. Bundan sonraki ikinci Anadolu fırtınası ise, DP’nin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950 seçimlerinde yaşanır. 14 Mayıs seçimlerinin yapılacağı gün, Zonguldak’ta binlerce işçi yalnızca oy vermek için işlerine gitmeyecek ve bu olay Cumhuriyet Türkiye’sindeki “ilk siyasi sivil itaatsizlik” olarak görülecektir. 

Eroğul’a göre bu seçim sonucunda oluşan güvensizlik nedeniyle, CHP ve DP arasındaki ilişkiler geleceğe dönük olarak zehirlenmiştir25. Seçim sonuçları nın gizli sayımdan sonra hemen yakılması, bu iddiaları doğruladığı gibi ilerde olabilecek yasal sorumluluktan kurtulmayı hatırlatmaktadır ki; bugün bile 1946 yılının seçim sonuçlarına sağlıklı bir şekilde ulaşılamamaktadır. Bu Türk siyasal hayatı için 1912 yılında yapılan sopalı seçimler gibi yüz karası olarak görülmektedir. 

Bu tarihten bir yıl sonra 12 Temmuz Beyannamesine kadar artık iktidar muhalefet ilişkileri güvensizliğe, çatışmaya dönüşecektir. 

Özetle, bu seçim sonuçlarında CHP’nin kontrollü, muvazaalı bir muhalefet istediği ve çok partili hayat sürecinin de Batı’ya karşı göz boyama olduğu açıkça anlaşılmıştır. 


III. 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASAL HAYATINA ETKİSİ 


Bu seçim sonuçlarından sonra artık iktidar ve muhalefet ilişkileri kopmak ve son çok partili siyasal hayat da sona ermek üzeredir. Öyle ki CHP’nin güçlü adamların dan Nihat Erim demokrasinin üzerini şal ile örtmekten bahsetmiştir. Tam bu süreçte 12 Temmuz Beyannamesi imdada yetişir. 

12 Temmuz Beyannamesi hiç şüphesiz Türk siyasal hayatında olumlu ve çok önemli yönde izler bırakan tarihi bir belgedir. Bu belgenin yayımlanmasında ise iç şartların yanında dış şartların daha çok etkili olduğu düşünülmektedir. 

Bu açıdan konuya dış şartların etkisiyle başlanacaktır. 


III. a. 12 Temmuz Beyannamesi Öncesi Ulusal ve Uluslar arası Siyasi Durum 


      II. Dünya Savaşında SSCB’nin bir süper güç olarak doğması hiç şüphesiz, yakın komşusu ve yayılma alanı üzerinde en büyük engel olan Türkiye’yi rahatsız etmiştir. SSCB’nin savaştan hemen sonra bu bağlamda Türkiye’den toprak talep etmesi ve Türk Boğazlarını kontrol etmek istemesi ise o güne kadar bir denge politikası takip eden Türkiye’yi Batı’ya yönelmeye mecbur bırakmıştır. Bu durum Stanford J. SHAW ve Ezel Kural SHAW tarafından şöyle tanımlanmıştır 26: 

Türkiye savaş boyunca huzursuz tarafsızlığını korurken, savaş nedeniyle ekonomik durumu daha da kötüleşmişti. Önce Rusya, ardından Alman 
işgali tehdidinden dolayı bir milyon asker silahlandırılmış, bütçede ordunun payı iki katına çıkarılmıştı. Zaten başlangıçta güçlü olmayan bir ekonomi için seferberlik çok ağır bir yüktü. Binlerce insanın iş alanlarından çekilmesiyle tarımsal ve sınai üretim düşmüş, savaş ve Akdeniz'deki ablukalar dolayısıyla ithalat ve ihracat önemli ölçüde azalmış, büyük bir mal ve yedek parça darlığı ortaya çıkmış, Türkiye dış pazarlarından çoğunu kaybetmişti. Silahlı kuvvetler pazarda yeni bir rekabet kaynağı yaratmış, sivillerin ihtiyacı olan mallar bu alana kaymaya başlamıştı. Sonuç olarak enflasyon baş göstermiş, İstanbul'da genel fiyat endeksi 1939'da 101.4'ten, 1942'de 232,5, 1945'de 354.4'e 
çıkmış, gıda maddeleri fiyat endeksi de 1938'de 100'den 1944'de 1113'e çıkmış, savaşın son yıllarında Akdeniz'in açılmasıyla 1945'te 568.8'e düşmüştür. 

Yine savaş sırasında toplam milli hasıla 7690.3 milyon Türk lirasından 5941.6 milyon liraya düşmüş, kişi başına düşen net gelir aynı yıllarda 431.53 liradan 316.22 liraya düşürmüştür. Bu nedenle Türkiye Batı yardımına muhtaç görülüyordu. 

Durum böyleyken ABD Başkanı Harry S. Truman 12 Mart 1947'de Türkiye ile Yunanistan'ın Ruslara karşı savunmasına yardım için Kongre'ye bir askeri ve ekonomik yardım tasarısı sunar. Tasarı, Amerika'nın güvenliğini sağlamak için Sovyet emperyalizmine karşı direnmeyi sağlamak üzere oluşturulan Truman Doktrini'nin bir parçasıdır. Amerikan Kongresi'nin istenen yardımı onaylama kararı Amerika'nın Türk güvenliği ve ekonomik gelişmesine müdahalesinin başlangıcı olur ve bundan sonraki otuz yıl içinde iki ülkenin politikalarında temel unsur haline gelir. Ankara'ya gelen Amerikan askeri uzmanlarıyla görüşmeler sonunda, 1 Eylül 1947'de, Ankara tarafından onaylanan Türk-Amerikan askeri yardım ve işbirliği anlaşması hazırlanır. 

5 Haziran 1947'de ilan edilen Marshall Planı ile iki ülkenin arasında imzalanan ekonomik anlaşma (8 Temmuz 1948) Türk-Amerikan ilişkilerinin dayandığı ikinci destek olur.27 

14- Taşkın TUNA, Adnan Menderes’in Günlüğü, Şule Yayınları, İstanbul, 2002, s.15. 
15- Son Posta, 08 Ocak 1946. 
16- Feroz AHMAD, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 153. 
17- Kemal KARPAT, Türk Demokrasi Tarihi Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, Afa Yayınları, İstanbul, 1996, s.143. 
18- Metin TOKER, Tek Parti’den Çok Partiye, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970, s.169. 
19- Celal BAYAR, (Der. Özer ŞAHİNGİRAY), Celal Bayar'ın Söylev ve Demeçleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, Kasım 1999. s.60. 
20- KARPAT, s.251. 
21 Mükerrem SAROL, Bilinmeyen Menderes I, Kervan Yayınları, İstanbul, 1983, s. 224. 
22- Mahmut GOLOĞLU, Demokrasiye Geçiş (1946–1950), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1982, s. 69. 
23- BAYAR, s. 61–62. 
24- Cumhuriyet Gazetesi, 04 Eylül 1947. 
25- AHMAD, s. 153. 
26- Stanford J. SHAW- Ezel Kural SHAW, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye Cilt 2, E Yayınları, İstanbul, 2006, s. 469. 
27- SHAW, s. 471. 



3.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


...

12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ BÖLÜM 3




12 TEMMUZ BEYANNAMESİNİN SİYASAL ETKİLERİ VE ÖNEMİ    BÖLÜM 3



Truman Doktrini ile Türkiye’yi kanatları altına alan ABD, Türkiye’nin gerçekten demokratikleşeceğinden emin olmak istiyordu. Bu açıdan 12 Temmuz Beyannamesinin yayın günü ile ABD yardım antlaşmasının aynı güne denk gelmesinin tesadüfî olmadığı düşünülmektedir. 
Çünkü yardımın ne şekilde yapılacağı ile ilgili görüşmeler Nisan ayından itibaren Ankara’da sürerken bu tarihlerde Amerika’da ise “Türkiye’nin demokrasi yolunda bir ülke olup olmadığı” ile ilgili tartışmalar yaşanıyordu. Amerikan Kongresinde Truman doktrinin görüşüldüğü oturumda bazı Amerikalı senatörlerden Türkiye’ye yapılacak yardıma itiraz sesleri yükselmekteydi. İtirazın sebebi ise Türkiye’nin demokratik bir ülke olmadığı ve demokrasiyi geliştirmek için yeterli çaba içerisinde olmadığıydı. 

Türkiye bu antlaşma ile Sovyetlere karşı Amerika’nın desteğini almıştır. 

İç politikada demokrasi yolunda ilerleyen Türkiye dış politikada da rahat bir nefes almış ve iki önemli olay da aynı güne denk gelmiştir.28 

Böylece Batı safında yer almak ile çok partili siyasal hayata geçiş doğrudan bağlantılı olduğu görülmektedir. 

12 Temmuz 1947 tarihi, yapılan antlaşma ve yayınlanan bildiri ile önemli bir gün olarak tarihe geçer. Türkiye’nin demokrasi yolculuğundaki kilometre taşlarından biri olan 12 Temmuz beyannamesinin yardım antlaşması için bir ön şart olarak öne sürüldüğü düşünülmektedir. İlginçtir ki, DP bu nedenle, uzun yıllar Amerikan cı olmakla suçlanacaktır. 


III. b. 12 Temmuz Beyannamesi Analizi ,


DP ve CHP ilişkilerini kilitlenmesi üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 12 Temmuz 1947 yılında yayınlanan bildiri29 hiç şüphesiz Türk siyasal hayatının kilometre taşlarından biridir. Konumuz açısından önemli görülen paragraflar aşağıya alınmıştır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye göre: 

3 Haziran tarihinde görüşmek üzere çağırdığım Bay Celal Bayar bana Demokrat Partinin, idare mekanizmasının baskısı altında bulunduğunu beyan ve şikâyet etti. Haberdar ettiğim Başbakan, aynı mevzuları daha evvel aralarında görüştüklerini hikâye ederek, böyle bir baskının olmadığını, idare mekanizması nın memleketin huzurunu bozacak mahiyetteki tahriklere karşı çok güç durumda kaldığını beyan eyledi. 

Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek için, 14 Haziran tarihli buluşmayı tanzim ettim. 

Başbakan ve Yardımcısı Devlet Bakanı ile Demokrat Parti Genel Başkanı hazır bulundular. İki taraf arasında karşılıklı tartışma içinde iki buçuk saat devam eden bu konuşma, başladığı noktada bitti. Demokrat Parti Başkanı, partisinin baskı altında bulunduğu noktasında ısrar ve partisinin kanun dışı maksatlar ve ihtilal usulleri takip ettiğine dair ithamları reddetti. Hükümet Reisi, idare mekanizması nın baskı yaptığı iddiasını kabul edemeyeceğini ve şikâyet vesikalarını tetkik ve takibe hazır olduğunu tekrar söyledi ve muhalif partinin çalışma usullerini düzeltmesi lazım olduğu iddiasında kaldı. 

17 Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana, vaziyeti arkadaşları İle görüştüğünü, benim durumuma karşı teşekkürle mütehassıs olduklarını söyledikten sonra, baskı vardır kanaatinde olduklarını ifade eyledi. Bunun üzerine; iki defa görüştüğüm Başbakan, iktidar partisiyle muhalefet partisinin Büyük Meclisteki münasebetleri ve karşılıklı çalışmaları yolunda hayırlı terakkiler olduğunu takdirle söyledikten sonra, biz de kendimize düşen vazifeleri sadakatle ifa edeceğiz, size söz veriyorum dedi ve iki ay sonra Büyük Meclis toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde itimadı artıran terakkiler olacağına ümidinin kuvvetli olduğunu ilave eyledi. 

Ben, muhalefet liderinin kanundışı maksatlar ve metotlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalışması için şart olan kanun içinde kalmak esasının göz önünde tutulduğuna ve tutulacağına dair tatmin edici bir teminat olarak kabul ettim ve Başbakana bunu söyledim. Her iki tarafla uzun konuşmalardan çıkardığım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu inanışa getiren bu durumu, memlekette siyasi partilerin çalışıp gelişebileceğine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. 


Bu durumu muhafaza etmek ve onun gelişmesini sağlamak, iktidar ve muhalefet partilerinin vazifeleri olmak lazımdır. Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi, şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim, bu son dinlediğim karşılıklı şikâyetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben, Devlet Reisi olarak, kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm. 

Böylece artık İnönü, sahaya inmiş ve iki takıma karşı tam bir hakem gibi maçı kurallarına uygun oynamalarını şart koşmuş oluyordu. 
İnönü bir devlet adamı olarak, sadece kendini bütün siyasi partilere karşı eşit olarak sorumlu görmekle kalmadı, aynı zamanda demokrasiye geçişin kavgasız ve düzenli olmasını ve gelişmelerin tesadüflere bırakılmamasını arzuladı. Onun en büyük amacı “Türk milletinin her ferdi”nin “idare başındaki insanlar gibi, tüm memleket davalarının sorumluluğunu kendi yüreğinde duyacak hale” geleceği bir idare biçimi yaratmaktı. “Vatandaşın kendisini sorumlu devlet insanı haline getirmesi uzun, çok zahmet isteyen, yorucu bir iştir, ama kurtuluşun tek çaresi budur” düşüncesindeydi.30 

Özetle İnönü, iktidarının gücünü sınırladığı gibi memlekette yasalara bağlılığı kontrolü altına almaya çalışmıştır. Bu İsmet İnönü’nün hanesine yazılacak başarılardan biridir. 


III. c. 12 Temmuz Beyannamesi ve Demokrat Parti 

12 Temmuz Beyannamesi sürecinde başbakanlık koltuğunda, diktatörlük anlayışına sahip olan Recep Peker oturmaktaydı. Peker, DP’yi “devlet düşmanlarını tahrik eden bir siyasî oluşum” olarak görüyordu. Hele Peker’in, mecliste konuşan Adnan Menderes’i psikopatlıkla suçlaması okun yaydan çıktığını ortaya koymuştu. Böylece TpCF ve SCF gibi DP’nin de kapatılma tehlikesi baş göstermişti ki; hiç kimse bunun sonucunu kestirememekteydi. 

DP’nin muvazaalı (danışıklı) olduğu isnadı, en çok da partinin şahinlerinden İstanbul İl Başkanı “İhtiyar Kaplan” lakaplı Prof. Dr. Kenan Öner’le başlamıştır 31. 
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 12 Temmuz Beyannamesi asıl etkisini, DP’de göstermiş ve bu etki İkinci Büyük Kongre’ye kadar sürmüştür. 

Sonuç 31 Vekilin yeni parti kurmasına yol açacak kadar vahim olmuştur 32. 

Kenan Öner’in büyük gayretleriyle, 20 Temmuz 1948'de Mareşal Fevzi Çakmak'ın Fahri Başkanlığında kurulan Millet Partisi’nin (MP) " Liberal-Muhafazakâr " sayılabilecek bir programı vardı 33. Hikmet Bayur’un başkanlığında kurulan MP’nin başlıca kurucuları, Enis Akaygen, Mustafa Kentli, Osman Bölükbaşı, General Sadık Aldoğan gibi kişiler de dâhil oldu 34. 

1948 başlarında Demokrat Parti kendi mensuplarından 12 kadarını ihraç etti. Sadık Aldoğan, Yusuf Kemal Tengirşek, Emin Sazak, Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz, Osman Nuri Köni, Hasan Dinçer gibi partinin bazı ağır topları da çıkarılanlar arasındaydı. Zaten cılız kadrolu olan muhalefet parçalanmıştı 35. 

Her ne kadar CHP politikaları nı eleştiren bir çizgide dursa da MP aslında CHP'nin işine yarıyordu. Çünkü muhalefeti parçalıyordu, bu da güçlü bir DP muhalefetinin önünü kesiyordu. Ancak bu süreçte beklenmeyen bir olay yaşanmış ve bu da en çok DP’ye yaramıştır. MP’nin lideri Mareşal Fevzi Çakmak’ın 10 Nisan 1950 günü ani vefatın da CHP’nin kontrolünde ki Radyo’nun, Kurtuluş Savaşının kahramanı ve dindar Fevzi Paşa’nın vefatında normal müzik yayını sürdürmesi büyük tepkilere yol açmıştır. Mareşal’in ölüm haberinin duyulması üzerine, Ankara ve İstanbul’da radyo evlerinin önünde toplanan gençler gösteri yapmış ve bazı tutuklamalar olmuştur. Böylece Mareşal, varlığından çok ölümüyle CHP karşısında DP’ye katkıda bulunmuş olmuştur.36 

MP, her ne kadar yeni bir ümitmiş gibi ortaya çıkmış olsa da CHP ve DP kadar geniş bir sosyal taban oluşturamamıştır. Fakat çok partili hayata geçiş sürecinde CHP ve DP politikaları üzerinde frenleyici etkileri olmuştur. Karpat, MP'nin varlığının DP'yi ekonomik ve kültürel meselelerde daha ihtiyatlı ve ılımlı politikalara yönelttiğini ifade etmektedir37. 

DP’deki sarsıntılar, Haziran 1949’da toplanacak olan II. Büyük Kongre’ye kadar sürmüş ve Aralık 1947’de başlayan fırtına, altı ay sonra dindiğinde DP’nin 64 vekilinden 31’i partiden ayrılmıştır 38. Böylece partinin temsil gücü tam ortadan iki bölünmüştür. Ancak Zürcher’e göre sonuçta, DP’nin meclisteki grubu yarıya azalmış olsa da, DP çok daha tutarlı bir parti haline geldi 39. 

DP’nin güçlü ismi Sarol ise 12 Temmuz sürecini süreci şöyle açıklar 40: 

12 Temmuz Beyannamesi, bu beyannamenin çıktığı zamanda ve bundan evvel, 21 Temmuz Seçimini yapan hükümetin, millete karşı aldığı tavır ve hareketin ve baskının aksülamelidir. 21 Temmuz seçimlerindeki hareketin ve ondan sonra Recep Peker hükümetinin tedhiş ve tazyik politikasının yürümeyeceğine dair kanaatin ifadesidir. Bu beyannameyi çıkarmak iyi mi olmuştur fena mı olmuştur? Bu beyanname dolayısıyla bizim karşımıza iki yol çıkmıştı. Birisi ihtilal yolu idi. İğtişaş ve isyan yolu idi. İkinci yol, memlekette istikrarı muhafaza ederek, müşkül dahi olsa, zaman kaybı dahi olsa istikrar yolunu tercih ettik. Yolumuz dahi olsa, sükun ve istikrar gibi netice almak prensibini tercih ettik. Bu gün 
12 Temmuz Beyannamesinin hafif de olsa faydası görülmüştür. 

Fakat reddetmek. Neyi reddetmeliydik? Reddedince elimize ne geçecekti? 
zaman “Bu efendilere eşit muamele yapılmasını taahhüt ettik. 

İdarecilerin bir taraf vazife görmelerini vaat ettik, bir kardeşlik duygusunun yaratılmasına hizmet etmek istedik, fakat onlar bütün bunları reddettiler” diyeceklerdi. Biz böyle bir teklifi reddedince tarihe karşı mesul olduk. Kabul ettik arkadaşlar. Hatta teşekkürle kabul ettik. 

Burada bazı arkadaşlar, “ Bundan ne fayda gördük? ” dediler. Her şeyi o günkü şartlarla mütalaa etmek lazımdır. O şartlar değiştikten, ferahlı an geldikten sonra, o zamanki meseleler mütalaa edilirse daima hataya düşülür. O günlerde Demokrat Partiye girmek, partide faal ve enerjik rol almak, adeta bir macera, bir tehlike idi. 

Celal Bayar’ın 22 Eylül 1947 tarihinde Vatan Gazetesi'ne demeci ise şöyledir 41: 

Sayın Cumhurbaşkanı, Devlet Başkanlığı makamının haiz olduğu (içerdiği) nüfuzun yalnız bir parti lehine kullanılmasını önlemek için, partiler dışında kalmak kararını vermekle memlekette gittikçe yayılan ve kökleşen demokratik havanın berraklaşması hususunda en doğru ve en salim yolu tutmuşlardır. İlk geçen Ocak ayındaki Demokrat Parti kongresinde kabul edilen ' Hürriyet Misakı'nın bir maddesinin, ayrıca Cumhurbaşkanı tarafından kabul ve tasdik edilerek tahakkuk sahasına konmaya çalışılmasını, ancak memnunlukla karşılarız. Hatırlarsınız, 'Hürriyet Misakı'nın bu maddesi, parti başkanlığı ile Devlet Başkanlığının bir zat uhdesinde birleşmemesini amirdir. Ancak şunu da 
şöyleyeyim ki, bu maddenin tatbik sahasına konması için Halk Partisi'nin henüz fiili bir hareketini görmüş değiliz. Yakın tatbikat ve Halk Partisi kurultayının neticeleri, vaziyeti daha açık gösterecektir. 


Özetle 12 Temmuz Beyannamesi DP’yi muvazaalı, iktidara gelmez gibi göstermiş ve DP’yi ortadan ikiye bölmüşse de, gerek ülkenin siyasi istikrarı, gerekse de DP’nin daha homojen olması açısından olumlu etkiler göstermiştir. Sonuç olarak da DP’ye iktidar yolunu açılmıştır. 

III. d. 12 Temmuz Beyannamesi ve Cumhuriyet Halk Partisi 


12 Temmuz Beyannamesi aynen DP gibi CHP üzerinde de derin etkilerde bulundu ve CHP’de de sertlik yanlılarını tasfiye etti. Ancak, yerleşik bir sadık muhalefet anlayışından yoksun olan CHP şahinleri, Başbakan Recep Peker başta olmak üzere, Demokratlara karşı sert tedbirler alınmasından yanaydı. İnönü, iki tarafla da görüştükten sonra, muhalefeti meşrulaştıran ve devlet kuruluşlarının partiler arasında tarafsız tutum almalarını isteyen “12 Temmuz Beyannamesi” ile oyuna fiilen dahil oldu. 42 

Feroz Ahmad’a göre, 12 Temmuz’da İnönü, ağırlığını parti (CHP) içindeki ılımlılardan yana koyarak devletçi (ve otoriter) hizbe öldürücü darbeyi 
vurmuştur. Tek parti seçeneği terk edilerek, muhalefete eylem serbestliği ve tek partiyle eşitlik olanağı sağlamış43 ve böylece çok partili siyasal sürecin ilk 
krizi atlatılmış olmuştur. Ancak 12 Temmuz Beyannamesi, DP ve CHP’de önemli kırılmalara yol açmıştır. Öncelikle CHP içindeki sertlik yanlıların başını çeken Başbakan Recep Peker hükümeti istifa etmiş, onun yerine ılımlı Birinci Hasan Saka hükümeti kurulmuştur. Heper, durumu şöyle analiz eder 44: 
21 Temmuz 1946'da Cumhuriyet döneminin ilk genel seçimleri yapıldı. 

Bazı işgüzar yöneticiler bu seçimlere CHP lehine hile karıştırdılar. Demokratlar bunu protesto ettiler, muhalefet için yasal güvence istediler ve daha açık bir rejim talep ettiler. İnönü Demokratların isteğini anlayışla karşıladı. CHP bazı yasaları liberalleştirdi. Bunların arasında, siyasi parti kuruluşunu kolaylaştıran Dernekler Yasası da vardı. İstiklal Mahkemeleri kaldırıldı. Daha da önemlisi, İnönü “12 Temmuz Beyannamesi” ile muhalefet partileri hukuk kuralları içinde kaldıkları ve yapıcı eleştiriler yaptıkları sürece onların siyasi haklarının güvence 
altına alınacağı sözü verdi. 

Aynı şekilde Devlette de tek parti rahatlığı ve baskısı azaldı ve çeyrek asırdan sonra ilk kez köklü değişikliklere gidildi. 13 Kasım 1947’den Ankara’daki VII. Büyük Kurultay’da CHP’nin programı ve ideolojisi devrimci olmaktan çıkarılarak daha mutedil bir hale getirildi. Sosyal meselelerde Kurultay, ortanın sağında bir konum aldı. Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin çalışma düzenleri değiştirildi ve Parti tüzüğünde değişiklik yapılarak 

Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı ayrılırken, illerde valilerin CHP Başkanı olmalarına son verildi. 

Ayrıca Parti programının laikliği tanımlayan maddesi değiştirilmiştir. 

1935’te kabul edilen programda, laiklik; “dini düşünceleri dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmak” olarak tanımlanıyorken, bu kurultayda “siyaset” 
kelimesi çıkartılarak kavram, “din ve devlet/dünya işlerinin birbirinden ayrı olması” koşuluna indirgenmiştir. 

Aralık 1947’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi önemli miktarda artırılmış ve Diyanet İşleri Başkanlığının murakabesi ile bir dergi çıkarılmasına karar verilmiş tir 45. 11 Şubat 1948’de de CHP Grubu’nda, imam hatip mektepleri teklifi için bir komisyon kurulmuştur. Şubat 1948’de ise Fatin Gökmen, imam hatip okulları nın tekrar açılması için bir kanun teklifi vermiş ve CHP Grubu’nda görüşülmeye başlanmıştır. 

Bu amaca uygun olarak Hasan Saka hükümeti, yedi yıldan beri süre gelen sıkıyönetimi, 23 Aralık 1947’de kaldırarak, muhalefetin isteklerinden birini daha yerine getirmiştir. Bütün bu sonuçların alınmasında 12 Temmuz Bildirisi’nin ilk ve çok önemli bir adım olduğu kolayca söylenebilir.46 

İlerleyen süreçte, 1949 yılında birçok ilde de (İstanbul, Afyon, İzmir, Ankara, Isparta, Kastamonu, Seyhan, Trabzon ve Urfa) imam hatip kursları açılmış, Millî Eğitim Bakanlığı, bu kursların ortaokul muadili, iki yıllık meslek okulları haline getirilmesine karar vermiştir. 16 Şubat 1949’da ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında din dersi okutulmaya başlanmıştır. İlahiyat Fakültesinin açılması için 30 Şubat 1949’da ise kanun hazırlanmıştır. İbadet ve ayinlerin serbestçe yapılması, hafta da bir saatlik de olsa, seçmeli din derslerinin ders programlarına konulması, CHP’nin din eğitimine önem verdiğini belirten bir maddenin parti programına konulması, yeniden İmam-Hatip Okulları ile bir İlahiyat Fakültesi açılması için ilke kararı alınmıştır47. 4 Mayıs 1949 tarihinde de unutulmaya yüz tutmuş şaibeli ve idamlarıyla meşhur İstiklal Mahkemeleri de yürürlükten kaldırılmıştır. 

Aynı şekilde tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun değiştirilerek bazı türbelerin açılışı olmuştur. Örneğin 21 Nisan 1950’de Yavuz Sultan Selim’in türbesi halka açılır48. Ahmad’a göre, Allah’ın adını asla sebepsiz yere anmamaya kararlı bir laisist olan ve bugüne kadar devrimciliği ve laikliğiyle övünen İnönü, selameti, siyasi hayatının en kritik döneminde dini kucaklamakta bulmuştur 49. 


28- Fehmi AKIN, “12 Temmuz Beyannamesi’nin Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi”, Tarih Portalı Sitesi, 
http://www.tarihportali.net/tarih/turk_siyasi_tarihinde_12_temmuz_beyannamesi-t6619.0.html; imode= (Erişim: 20.05.2012). 
29- KARPAT, s.167–169. 
30- Metin HEPER, İsmet İnönü, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008b, s. 174-175. 
31- SAROL, s. 57. 
32- Cem EROĞUL, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1998, s. 64. 
33- Mustafa ERDOĞAN, Liberal Toplum Liberal Siyaset, Siyasal Kitapevi, Ankara, 1992, s. 265– 284. 
34- SAROL, s. 68. 
35- Ahmet Hamdi BAŞAR, Yine Hayal Aleminde Uçuyorum, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, s. 168-169. 
36- 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, DP oyların %53'ünü alıp 434 milletvekili; CHP, oyların %40'ını alarak 51 milletvekili 
kazanırken, MP; 250.414 oyla, oyların %3'ünü kazanıp sadece 1 milletvekili (Osman Bölükbaşı) çıkardı. Sonradan katılanlarla birlikte MP'nin milletvekili sayısı 3'e yükselmiştir. MP, 1951 ara seçimlerine katılmasına rağmen kayda değer bir başarı elde edememiştir. 
37- KARPAT, 2010, s. 192. 
38- BAYAR, s.91. 
39- Erik Jan ZÜRCHER, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 314-315. 
40- SAROL, s. 90. 
41- BAYAR, s. 162-163. 
42- Carter V. FINDLEY, Modern Türkiye Tarihi: İslam, Milliyetçilik ve Modernlik 1789-2007, Timaş Yayınları, İstanbul, 2011, s. 268. 
43- AHMAD, s. 153. 
44- HEPER, s. 178. 
45 Son Telgraf, 19 Aralık 1947. 
46 ALBAYRAK, s.126. 
47 Şerafettin TURAN, Türk Devrim Tarihi Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye, Bilgi Yayınevi, 
Ankara, 1999, s. 105–107. 
48 Son Telgraf, 22 Nisan 1950. 
49 AHMAD s. 154. 


4 CÜ BÖLÜM İLE  DEVAM EDECEKTİR..



..