4 Mart 2016 Cuma

Uluslararası Ortadoğu Politikaları., Bölüm 1




Uluslararası Ortadoğu Politikaları Bölüm 1




İKİ BÖLGESEL VE İKİ KÜRESEL GÜÇ OLAN DEVLETLERİN SURİYE KRİZİNDEKİ TUTUM VE POLİTİKALARI


Çarşamba, 09 Aralık 2015 00:00
Yazan  Çetin ZAMANTIOĞLU


GİRİŞ:
Yapısal inşacılığa göre kimlikler devletlerin çıkarlarını şekillendirmekte ve uluslararası kuruluşlar buna göre tasarlanmaktadır. Alexander Wendte göre bu durumun sonucu olarak uluslararası sistemdeki anarşik yapı çatışma veya işbirliği şeklinde ilerler. Bunu takiben bugünkü Ortadoğu’da uluslararası anarşinin çatışmaya mı yoksa işbirliğine mi dönüşeceği bir dönemde yaşıyoruz.

Bütün bir insanlık tarihini, Batı medeniyetinin tarihî akış seyrine bağlayan, Batı toplumlarının sınırlı tarihî tecrübelerini evrensel geçerliliği olan teoriler haline dönüştürerek, yeni tarih ve sosyoloji anlayışı oluşturmuş ve bunu’ da Batı medeniyet olarak sunmaktadır.

Çünkü Onlara göre dünya 'The West ant The Rest' (Batı ve öteki)nden ibaretti. Batı'nın ben ve öteki algısını formüle eden bu ifade, Batı kategorisindeki toplumları, öteki kategorisine giren toplumlara ve medeniyetlere kapatmakla kalmıyor. Batı ile Batı dışı toplumlar arasında tarihte yaşanan askeri karşılaşmaları, yeni bir boyuta; sosyolojik boyuta taşıyordu.

Batı dışı toplumlar, eğer Batı'nın geçirdiği bu değişimlere ayak uydurmak istiyorlarsa, kendi inanç, düşünce ve kültür değerlerini terk ederek, Batı'nın değişmesine kaynaklık eden inanç, düşünce ve kültür atmosferine geçmeleri gerekiyordu.

Batı, böyle bir değişimi sadece istemekle yetinmiyor, bu toplumları bu doğrultuda değiştirmek için her türlü çabayı gösteriyordu. İşte, Batı'nın bu öteki algısı ile başlayan etkileşim süreci, Batı dışı toplumların sosyal yapılarına temel oluşturan inanç ve kültürel kimliklere müdahale boyutu kazanmıştır.

Batı bu müdahaleciliğini "medenileştirici savaş, özgürleştirme "Olarak tanımlamaktadır.

İşte, Osmanlı’nın Ortadoğu’ya dönüşümünün en etkili dinamiklerinden birisi de, “menfi milliyet ve unsuriyet fikrinin” beslediği sosyolojik dönüşümlerdir. Bu sosyolojik dönüşümler, baş aktörü oryantalist misyonerler olan 1890 küreselleşmesini inşa eden süreçlerle birebir ilişkilidir.

Batı'nı gerçekleştirdiği ve sonuçları sosyolojik özellikli değişimlere yol açan bu müdahaleleri tanımlayacak net bir kavram düşündüğümüzde, karşımıza "Sosyolojik Savaş" kavramı çıkmaktadır.
Ulus kimliğine indirgenen İslam dünyası, yeni değişim sürecinde iki seçenekle karşı karşıyadır. Ulus ve ulus altı kimlikler bağlamında çatışan ve birbirinin şerrinden statüko güçlerine sığınan küçük topluluklar olarak kalmak veya İslam dayanışması bağlamında küresel bir aktör olarak tarih sahnesine yeniden çıkmayı başarmak.

Kavramlar: İki Batı, ABD, Jeokültür, Jeopolitik, Ortadoğu, Uluslar Arası Sistem, Küresel Sistem, Küreselleşme, Medeniyetler Çatışması, İslam Birliği, Yeni Dünya Düzeni.

Osmanlıdan Ortadoğuya:
Ortadoğu, dünyanın yalnızca fiziki veya siyasi bir coğrafyasını tanımlayan bir kavram değildir. Ortadoğu kavramı, İslam dünyasını Avrupa’nın ulus temelli yapısını oluşturan Westphalia düzenine geçmesini sağlayan Sykes-Picot düzeni ile kazandığı yeni anlamı ifade etmektedir.
Günümüzde, İslam’ın merkez bölgesi, küresel güçlerin hâkimiyet kurduğu bir alan olması durumu itibariyle Ortadoğu olarak tanımlanmaktadır.
Ortadoğu, kimlikler ve coğrafyalar bağlamında kurgulanmış siyasi ve ekonomik birimlerden oluşan bir dünya bölgesinin adıdır. Ortak bir karar mekanizması olmayan, farklı alt kimlikler ekseninde parçalanmış, uluslararası ilişkilerde özne rolü olmayan sadece konu olan, kendi iç çatışmaları ile gücü sıfırlanmış ve geri kalmışlığın, terörün sembolü yapay bir bölge.
Ortadoğu kavramı, İslam’ın jeokültürel ve jeopolitik kavramlar dünyasını perdeleyen, İslam dünyasının kendi kendisini Batı’nın gözü ile algılamasını sağlayan fonksiyonel bir kurgu kavramdır.
Osmanlı Devletinden sonra Ortadoğu’da, Batılı güçlerin çıkarları doğrultusunda bir statüko oluşturulmuş ve varlığını, çıkarlarını bu statükoda bulan kişi veya zümrelerin temsil ettiği küçük ulus devletçikler kurulmuştur.
Bu devletçikler uzun yıllar kendi aralarında hiçbir dayanışma gösteremediği gibi, bilakis çizilen kimlik sınırları ve ihtilaflı siyasi sınırlar sebebiyle, Ortadoğu’yu gergin ve çatışma ortamına dönüştüren bir yapı kazanmıştır.
Büyük boy dayanışma, yerini küresel güçler açısından daha fonksiyonel küçük boy etnik dayanışmalara terk etmiştir. Ortadoğu parsellenmiş, her parsel bir iktidar adacığına dönüştürülmüş, aralarındaki irtibatlar kesilmiştir.
Tarihin bu en büyük sosyolojik dönüşümü, yine tarihin en büyük sosyolojik harekâtı ile gerçekleştirilmiştir. 1890 Küreselleşmesinde gerçekleştirilen bu değişimi, kısaca “İslam sosyolojisinden etnik sosyolojiye, Osmanlı’dan Ortadoğu’ya” ifadesi ile özetleyebiliriz.
Günümüzde ise Osmanlı sisteminin yerini alan Ortadoğu sisteminin çöküşüne şahit olduğumuz yeni bir değişimi yaşamaktayız.

Batının Tehdit Algısı:

Dünya coğrafyasının "hammadde deposu" ve "tüketim pazarı" niteliğindeki bu bölgeyi Batı'ya karşı "İslam dayanışması" ile koruyan Osmanlı, sosyolojik saldırıların hedefi haline gelmiştir.

İslam coğrafyasının bugün içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik duruma yol açan sosyolojik süreç, "misyonerlik" ile başlayan ve "Oryantalizm" ve "Ortadoğu Araştırmalarıile sürdürülen kültürel, politik ve askeri müdahaleler zincirinin birer halkası ve uzantısı olarak ortaya çıkmıştır.

Avrupa'da modern ulus devletler sisteminin ortaya çıkışı ve Osmanlı topraklarının merkezi-egemen ulus devletlere ayrışması, özellikle ikinci küreselleşme(1890) dönemine denk gelir. İkinci küreselleşme sürecinde, sosyolojik savaş aktörü olarak Hıristiyan misyonerlerin sahnede başrolü oynadıklarını görüyoruz.

1890 Küreselleşmesinde Osmanlı'ya karşı gerçekleştirilen birinci dalga sosyolojik saldırılarla, öncelikle Hıristiyan Balkan toplumları dini ve etnik temelde farklılıkları derinleştirilerek Osmanlı'dan ayrıştırılmıştır.
Samuel P. Huntington ise, jeopolitiğin kültürel yönüne ağırlık vermiş, jeopolitiğin, jeokültür boyutunu açığa çıkarmıştır.
Huntington’a göre, yeni dünyadaki mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik değildir, beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacaktır.
Dr. Bırzezinski’nin sözünü ettiği “bunalım zinciri”, İran’dan başlar, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Körfez Ülkeleri, Yemen, Somali gibi Müslüman ülkeleri içerir. Hâlbuki, “muhtemel bunalım” bölgesi daha da geniştir ve bu bölge Fas’tan başlayarak, Mısır dahil Kuzey Afrika’nın tamamını, Türkiye ve Sovyetler Birliği içindeki altı Müslüman cumhuriyeti kapsar ve Endonezya ve Filipinlere kadar uzanır.

Fuller’e göre, emperyalizmin, antiemperyalist tepkiler doğurması kaçınılmaz ve doğal bir süreçtir. Batı’nın-özellikle ABD’nin-kültürel, siyasi, ekonomik ve askerî arenada ortaya koyduğu simgesel ve reel güç, ürkütücü ve müdahaleci bir nitelik taşıyor. Batı medeniyetinin bu müdahaleci ve çatışmacı temsiline karşı, insanlığın itiraz eden, adalet isteyen bir cephesinin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Batı, bu cepheyi, İslam dayanışmasının teşkil edeceğini düşünmektedir.
İslam ülkelerinde ırkçılık, mezhepçilik, cemaatçilik, bölge ve lidercilik gibi dışlayıcı özelliklerle, mevcut kapalı toplum yapısına hizmet eden kuşakların yerini açık toplum yönünde değişim kuşaklarına bırakması, Batı çıkarlarını engelleyecek bir jeopolitik olguya, örneğin "İslam dayanışmasına" yol açabilir.

Geçmişte İslam Dünyasını yeniden yapılandıran küresel güçler için, günümüzde de, gelecekte de İslam Dünyası daima yeniden yapılandırılacak jeopolitik bir tema olmaya devam edecektir.
Çünkü küresel statüko, Ortadoğu’da İslam’ın yeniden bir dayanışma bağlamı keyfiyeti kazanmasını, vazgeçilmez bir yaşam alanı olarak gördüğü Ortadoğu’nun jeopolitiğini değiştirecek jeokültürel bir tehdit olarak algılamaktadır.
Nitekim Ortadoğu’daki küresel statükonun yerel uzantıları olan rejimlere karşı en büyük muhalefet, İslami kimlikli dayanışmalar olarak ortaya çıkmıştır. Bu özellikteki halk iradesinin, küresel sisteme entegre durumda olan mevcut rejimleri etkileyeceği değerlendirilmektedir. Statüko, bu kaçınılmaz değişimlere, eski çıkarları sürdürmeye uygun bir fonksiyon kazandırmak ihtiyacındadır.
Birçok Batılı gözlemcinin zihninde, Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu karşı ağırlığın Batı’nın gücü karşısında çökmesiyle doğan boşluğu,İslâm dolduracaktır. Dolayısıyla, Dünyanın büyük bölümünde-ki bu büyük bölüm, İslam bölgesidir-Batı’nın güç ve çıkar odaklı çıkarlarına karşı bundan sonra yürütülecek muhalefetin en muhtemel adayı İslâm olacaktır.

Afrika üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan Amerikalı gazeteci-yazar Elizabeth Liagin Impact International dergisinde, ABD'nin küresel savaşını değerlendirdiği röportajında "Bush'un 17 Eylül Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde de açıkladığı gibi, Amerikan dış politikasının tek gayesi,Uluslararası arenada ABD'nin politik, ekonomik ve diplomatik gücünü by-pass edecek, onun bu gücüyle yarışacak, ona denk veya eşit bir gücün oluşmasına imkan vermemektir" tespitinde bulunuyor.
Günümüz dünyasında askerî güç anlamında “ABD’yi dünyanın en büyük asimetrik gücü kabul edersek, neden ABD başlıca tehdit algılamalarından bir tanesini asimetrik tehdit olarak değerlendirmektedir?”

Çünkü asimetrik tehditten kastettiği, ABD askerî gücünü dengeleyecek ve hatta by-pass edecek farklı bir güç türü ile karşılaşmaktır. Bu güç türünü İslam Dünyasının barındırdığı düşünülmektedir.
Robert H. Scales’in, “Er ya da geç yaratıcı bir rakip, bizim hedefinden şaşmayan ateş gücü üstünlüğümüzü yenmeye çalışacak bir savaş yöntemi ile karşımıza çıkacaktır. Bu artık maalesef an meselesidir” sözleri de asimetrik bir tehdit algısını ortaya koymaktadır.

G. Friedman da aynı doğrultuda "Stratejik hedef, dünyanın herhangi bir köşesinde Birleşik Devletlere meydan okuyabilecek bir gücün ortaya çıkmasını önlemek olmalı" diyerek, önleyici sosyolojik savaş stratejisine işaret etmektedir.

Önleyici strateji, ekonomik, siyasi ve askeri dayanışma ile ortaya çıkabilecek güç ile alakalıdır.Yani böyle bir güce yol açacak "dayanışmanınönlenmesinden bahsedilmektedir.

Küresel statüko stratejistleri Busch Doktrini'nde belirtilen "ABD hegemonyasını tehdit eden paradigma" konusunu iki meydan okuma ile açıklamaktadırlar.

Ortadoğu, Afrika, Balkanlar, Kafkasya ve Asya toplumlarının sosyolojik sürecinde İslam'ın yeniden etkinleşmesi, Batılı statüko güçlerince kültürel olarak meydan okuyan bir paradigma olarak değerlendirilmekte.

Batı toplumlarında ise en fonksiyonel sosyolojik operasyon, İslamafobia'dır.

Batının saldırıları, Ortadoğu bölgesindeki İslami nitelikli bütün gelişmeleri, bir İslamafobia oluşturacak şekilde tasvir etmektir. Sunday Times'in 10 Temmuz 1990 tarihli baskısında yer alan şu haber Fundamentalist nitelemesi ile İslam'ı küresel bir tehdit olarak tasvir ediyordu.

Bugün İslam dünyasında birçok dini davranış "Fundemantalist olarak nitelendirilmektedir.
İslam’ın jeopolitiğini, asimetrik bir güç olarak algılayan ve kendi çıkarlarına engel gören statüko güçleri, İslam’ın Müslüman toplumlar için yeniden bir dayanışma bağlamı haline gelmesinin önlenmesi stratejisi izlemektedir.
Bu stratejinin temel argümanı İslam jeopolitiğinin çatışmacı olduğu ve Batı medeniyeti ile girişeceği çatışmada terör sila­hını kul­lanacak bir aktör olacağıdır. Müslüman dünyanın yaşanan gerginlikler bağlamında birer terör odağı olarak resmedilmesi, aslında Batı’da gele­nek­sel olarak varlığını sürdüren İslam algısından ba­ğımsız bir şekilde işlememektedir. Bu birbirini takviye eden ilişkiler ağı içinde mede­ni­yet­­ler çatışmasının doğması bugün (Batı’da) artık popüler bir beklenti haline dö­nüş­müş­tür.

“Uluslararası sistem, İslam’ın karşısına, yine kendi kur­gu­la­dığı, dünya ölçeğinde bir terör ve kaos menbaı olan bir İslam’ı(!) rakip olarak çıkarmak istemektedir.”
İslam’ın jeopolitik bir aktör olarak ortaya çıkması, ekonomik çıkar paradigmasına dayalı bir reel politik izleyen Batı tarafından bir sorun olarak algılanmaktadır. Öte yandan, başta İslam Dünyası olmak üzere, Üçüncü Dünyanın temel sorunu ise, Batı hegemonyası altında nesneleşmiş durumdan nasıl kurtulacakları noktasında düğümlenmektedir. Özellikle çatışmacı tezler, temel soruna dair bu iki mukabil algıyı, Batı’nın İslam sorunu’ ve ‘İslam’ın Batı sorunu’olarak formüle etmektedirler.
Radikal örgütler küresel sistemin yerel temsilcileri olan mevcut yönetimlerle çatışmayı küresel sistemle çatışma olarak kabul ediyor. Bu çatışmaya dini referanslar üretiyor. Böylece sivil toplum manipüle edilerek İslam dayanışmasının tek Batı/Tek İslam cepheleşmesine hizmet ediyor.
İnsanlık, küresel boyutlar kazanmış bu sorunu, yine küresel boyutlar kazanmış materyalist Batı kültürü ikliminde yaşamaktadır. Nitekim Batı kültürüne mensup insan ve toplum tipinin kumandasında olan bilim ve teknoloji, sömürgeciliğe suiistimal edilen zalim ve yıkıcı bir güç niteliği kazanmış bulunmaktadır.
İslam’ın müspet esaslarının merkezileşmesi ile ortaya çıkacak bir jeopolitik sistemi, Batı hayati bir tehdit olarak algılıyor.
Batı’nın büyük boy İslam dayanışmasını önleyici savaşının temel stratejisi olan medeniyet içi çatışmanın içinde yer alanlar, İslam dünyasında hangi İslam karmaşasını da beraberinde getiriyor.

Ortadoğu’da Aktörler ve İnşa:
1890 küreselleşmesinde kendini ifade eden Batı kültür ve medeniyetinin materyalist temsili, 1990 küreselleşmesi olarak tanımlanan yeni süreçte, ne kadar adalet eksenli bir özne rolü oynayabilir?
Dahası böyle bir rolü kabul etmeye hazır bir başka Batı aklı ve vicdanı var mıdır? Batı medeniyetinin bütün insanlığın tanıklığında kendini ifade ettiği 18, 19 ve 20. yüzyıl, 21. yüzyılın küresel yapılandırılmasında oynayacağı rol açısından bu medeniyete hangi yönleri ile referans oluşturabilir?
Yeni dönemde küresel düzeni yeniden yapılandırmaya soyunan Batılı aktörlerin geçmişteki sicilinin referans etkisinin olumsuzluğundan kaynaklanan, dünyanın geri kalan bölgelerindeki güvensizlik nasıl aşılacaktır?
Batı medeniyetini temsil ettiğini iddia eden aktörler açısından, bu ciddi soruların cevapları ne Batı ve ne de İslam dünyasında tam karşılığını bulmuş değildir. Bu cevapsızlık ve güvensizlik, Batı medeniyetine toptancı itirazları beslemekte, İslam’ın Batı’ya tavrını, radikal temsillere mahkûm etmektedir.
Yine bu tasnif, Batı’yı problem olarak tanımlayan bir İslam ve İslam’ı problem olarak tanımlayan bir Batı şeklinde bir problem ve çözüm tanımlaması yerine, bu dört boyutta problematik algıları ortaya koyarak, karşılıklı algıların iyileştirilmesine ve tek boyutlu algının yol açtığı bölünmüşlüğün ortadan kaldırılmasına kapı açacaktır.

Ama şunu söyleyebilirim ki; Ortadoğu'da devam etmekte olan değişim süreci, bu çalışmada açıklanan üç dışsal faktörün altında çok sancılı başladı ve sancılı biçimde devam ediyor. Süre­cin nasıl devam edeceğini ve gelecekte nasıl şekilleneceğini, bölgedeki yerel ak­törler (hükümetler, örgütler, siyasal-toplumsal hareketler) ile büyük güçler (ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya) belirleyecektir. Geleceğe ilişkin umudum ise; mümkün olduğu kadar çabuk barışın tesis edilmesi ve sürmekte olan değişim sürecinin yeni "bağımsız demokratik rejimler" doğurmasıdır.
Büyük Ortadoğu:
BOP’un Ortadoğu için ne anlama geldiğini anlayabilmek için, sadece BOP haritasına bir göz atmak yeterlidir. BOP, küresel ekonominin şah damarı olan stratejik hammaddelerin ve geniş tüketici kitlelerin yer aldığı Ortadoğu’nun, başta Rusya olmak üzere, yükselen Çin ve Hindistan ekonomisine karşı ekonomik denetiminin sürdürülmesi, İsrail’in güvenliği ve İslam dayanışmasının önlenmesi gibi üç temel güvenlik odağında yeniden yapılandırılmasını öngörmektedir.
ABD stratejisinin beş temel ilkesini açıklayan Passig, en önemlisi kabul ettiği beşince stratejik ilkenin, “Avrasya ülkelerinin bölünmüşlüğünü devam ettirmek” olduğunu belirtir. Bu ilke zaten Ortadoğu’da uygulanan bir stratejik ilkedir. Bölünmüşlük, kimlik temelli bir olgudur ve kimliklere müdahalenin doğası da sosyolojik olacaktır.
Projenin gerçekleşmesinde, bölgedeki nüfus ve toprak itibariyle geniş hacimli devletlerin küçültülmesi; yükselen İslami kimliği nötralize edecek milliyet, mezhep ve cemaat kamplaşmalarının azami derecede kışkırtılması; bu kamplaşmaların ürettiği çatışmalarla, İslam toplumlarının kendi aralarında tam bir güvenlik kaosuna sürüklenerek, bölgedeki sivil toplum ve yönetim otoritelerinin iradelerinin kontrol altına alınması stratejisi izlenmektedir.
İslam Dünyası için öngörülen gelecek, Irak’ta bir çekirdek yapı, prototip olarak hayata geçirilmiştir. Rejim ve sınırlar değiştirilmiş, etnik ve mezhep kavgaları şiddetlenmiş, ülke halkı kendi kendini yönetemez duruma getirilmiştir.
İslam toplumlarının, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında dönüşümü, sosyolojik süreçlerin ve bu süreçlerin üreteceği krizlerin yönetilmesi ile sağlanmaktadır.

“Büyük Ortadoğu” kavramı özellikle seçilmiş, yeni dönemde İslam toplumlarına karşı izlenecek ana stratejiyi ve gerçekleştirilecek müdahalelerin niteliğini yansıtan bir kavramdır. Büyük Ortadoğu’nun dayanışma bağlamı, İslam olmayacaktır. Salt yerel toplumların dayanışması da olmayacaktır.
Büyük Ortadoğu kavramı, İslam coğrafyasının jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonomik bütünlüğünü ve dayanışmasını ifade edecek tüm kavramları devre dışı bırakan bir kavramdır.
Ayrıca, Batı, özellikle de BOP kapsamında Ortadoğu’daki sınırları da, İsrail ile barışık veya İsrail’e tehdit oluşturmayacak bir formda yeniden düzenlemek istemektedir.
Bu düzenlemenin bir açılımı olan Arap Baharı’nda görüldüğü üzere, Batı, mevcut iktidarları ve toplumun iktidar yanlısı seküler ve ulusalcı kesimlerini, değişim güçlerine karşı, değişim güçlerini de iktidarlara karşı kullanarak, tam bir kaos ve iç çatışma ortamı oluşturmaktadır.
Potansiyel güç ise, radikal örgütlerle açığa çıkarılarak imha edilmektedir.Ortadoğu’da statükonun devamından veya daha da güvenlikli yeni bir formda düzenlenmesinden yana olan ülke ise, İsrail’dir. Yerel statüko güçleri, İsrail ile kendi iktidarlarına süreklilik kazandıracak bir işbirliğini hep sürdürmüşlerdir. Bu sebeple, bu yerel güçlerin iradesi ile İsrail’in stratejik iradesi paralellik arz etmektedir.Dahası, İslamofobia’yı besliyor. BOP stratejisinde, İslam’ın siyasal ve radikal temsili olarak kurgulanan rolünü gönüllü olarak oynuyor.
İslam dayanışmasının kaynağı ve dolayısıyla da jeokültürel zemini olan sivil toplumun potansiyel enerjisini, BOP stratejisinin icra edildiği çatışma sahasına kanalize ediyor.
Ortadoğu’da küresel ve yerel statüko güçlerinin baskı ve tahakkümleri ve hiçbir kayıt tanımadan güç kullanmaları karşısında, statükoya karşı direnişi temsil rolünde radikal örgütler ön plana çıkıyor.
Batı temsilinden, Batı’nın oryantalist ve neoemperyalist temsili ile iki İslam temsilinden, İslam’ın siyasal ve radikal temsili görünüşte karşı karşıya geliyor. Gerçekte ise omuz omuza BOP süreci gerçekleştiriliyor.
Genel olarak bakıldığında 2. Dünya Savaşı sonrasında doğrudan ya da dolaylı olarak neredeyse bütün sömürgecilik formları ortadan kalkmış, Filistin'e sonradan yerleşen Batılı Yahudiler (İsrail) dışında hiçbir Batılı unsur Ortadoğu 'da tutunamamıştır.

Esasın­da Osmanlı sonrası dönemde teknik olarak bir Yahudi devleti kurmak mümkün görünmese de İngiliz mandası döneminde Filistin bölgesine Yahudilerin göç et­mesi desteklenerek bölgedeki Yahudi nüfus arttırılmıştır. Böylelikle İsrail Devle­ti kurulmuştur.

Günümüzde sömürgecilik her ne kadar klasik anlamıyla Ortadoğu'da orta­dan kalkmış olsa da emperyalist siyaset özellikle ABD'nin Irak işgali nedeniy­le bölgede yeni bir safhaya girmiştir.

Bu nedenle Ortadoğu toplumlarını anlamak için yalnıza ortadan kalkmış sömürgeci dönemin güncel mirasını değil, sömürgeciliğin modern, yeni emperyal dinamiklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bir başka deyişle Ortadoğu'nun otoriter re­jimlerinin varlığını sürdürmesi içsel dinamiklerin yanında dışsal dinamiklerinde etkili olduğu bir süreci ifade etmektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi ve tüm ülkeleri / bölgeleri kuşatan küreselleşme sürecidir.



...

TÜRKİYE NATO TOPRAĞI İSE, SİZ DE NATO BAŞBAKANI YERİNDESİNİZ,






TÜRKİYE NATO TOPRAĞI İSE, SİZ DE NATO BAŞBAKANI YERİNDESİNİZ,



12 Aralık 2012 
Yazar Abdullah AKGÜL




ABD Dışişleri Bakanlık yetkilileri “Türkiye-Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirilme hazırlıklarının son aşamaya geldiğini” açıkladıklarında, bu gibi girişim ve gelişmelerden haberi bile olmayan Başbakan Erdoğan Endonezya’dan bunları yalanlamıştı. Ancak Ahmet Davutoğlu doğrulamış ama Recep Bey’i kurtaracak şekilde lafı yuvarlamıştı. Aradan üç gün geçmeden Boşbakan hiç sıkılmadan Patriot’lara sahip çıkmış ve “Türkiye’nin NATO Toprağı” olduğunu vurgulamıştı. Sn. Erdoğan’a hatırlatmak lazımdı: “Türkiye NATO toprağı ise, o zaman kendileri de NATO’nun Başbakanıydı!? NATO ise, Sovyetlerin dağılmasından ve Komünizmin yıkılışından sonra düşman olarak İslam’ı seçtiğini belirten bir Siyonist-Haçlı savunmasıydı!.. Obama'nın Başkanlığa seçilmesinin üzerinden 24 saat geçmeden Suriye ile ilgili çarpıcı bir iddia ortaya atılmıştı. Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkilinin Türkiye'nin Suriye sınırına 'NATO şemsiyesi' altında Patriot füze sistemi kurulması için talepte bulunacağını vurgulamıştı. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de, Türkiye'den talep gelmesi halinde sınıra Patriot füzelerinin yerleştirileceğini açıklamıştı. Başbakan Erdoğan, Suriye sınırına yerleştirilmek üzere NATO'dan patriot füzesi talebinde bulunulduğu haberlerinin asılsız olduğunu söylemiş ve "Böyle bir şeyden haberimiz yok. Şu anda para ödemek suretiyle patriot alma durumunda, düşüncesinde değiliz" diye çıkışmıştı. Başbakanın verdiği bu cevap bile soru işaretleriyle doluydu. 'Para ödemek suretiyle' ifadesi dikkat çekiciydi. Bu demeçten, NATO'nun karşılıksız olarak Suriye sınırına patriot füzesi yerleştirebileceği sonucu da anlaşılmaktaydı.

Erdoğan yalanlamıştı ama Cumhurbaşkanı Gül farklı yaklaşmıştı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Patriot Füze Bataryası almak için NATO'ya başvurulduğu iddialarının hatırlatılması üzerine, "Bizim hiçbir ülkenin toprağında gözümüz yoktur. Hiçbir ülkenin içişlerine karışmak niyetimiz yoktur ama başka bir ülkeden bize karşı terör saldırıları olursa bizim ona karşı her türlü tedbiri alma hakkımız vardır. Bu hem kendi meşru hakkımızdır hem de uluslararası hukukun verdiği haktır" demiş ve NATO'nun çeşitli 'ihtiyatları, hesapları ve programları olduğunu' hatırlatmıştı.

Almanya'nın etkili gazetelerinden Süddeutsche Zeitung Almanya'dan 170 askerin önümüzdeki günlerde Türkiye'ye gelmesinin beklendiğini yazmıştı. Haberde, NATO'nun Ankara'nın talebine olumlu cevap vermesi halinde, Almanya'nın Türkiye-Suriye sınırına 2 adet patriot füzesi rampası ve 170 asker göndereceği belirtilmişti. Bu konuda da AKP hükümeti yetkililerinden herhangi bir yalanlamanın gelmemişti. Hollanda Savunma Bakanı Jeanine Hennis-Plasschaert, NATO üyesi Türkiye'nin Suriye 'sınırını korumasına yardım etmek için' Hollanda ve Almanya'nın Patriot füzelerini gönderebileceğini açıklamıştı. Hollanda haber ajansı ANP'nin bildirdiğine göre, Bakan Jeanine Hennis-Plasschaert, "NATO, hiçbir şey yapmamak için var olmadı" ifadelerini kullanmıştı.

Türkiye, Haçlı-Siyonist NATO Değil, Kutsal Vatan Toprağıydı!

D-8 zirvesi için gittiği Pakistan'da gazetecilerin Patriot ile ilgili sorularını cevaplandıran Başbakan Erdoğan, kutsal vatan topraklarımız "Şu anda bizim topraklarımız dördüncü maddeye göre NATO'nun da topraklarıdır" ifadesini kullanmıştı. Patriotların ise savunma amaçlı 'karşı tarafın' muhtemel bazı saldırılarına tedbir olarak konuçlanacağını ortaya atmıştı.

Vatanı vatan yapan şehitler NATO kafalı mıydı?

Evet, Türkiye komünizmin yıkılmasından sonra düşman rengini 'kızıl'dan 'yeşile' çeviren, İslam ülkelerinin işgalinde başat rol oynayan bir NATO'nun kuyruğuna takılmıştı. Aslında Türkiye, İslâm NATO'sunun kurucusu olmalıydı. Peki vatan toprağının 'NATO toprağı' olması da neyin nesi, bu da nereden çıkmıştı! Bu vatanı vatan yapan şehitler NATO askeri miydi? İngilizler mi, Fransızlar mı, İtalyanlar mı, Yunan askerleri mi Kurtuluş Savaşı'nı yaptı? Çanakkale'de yedi düveli NATO mu durdurdu! Gaziantep'e 'gazi'lik, Kahramanmaraş'a 'kahramanlık', Şanlıurfa'ya 'şan'ı kazandıran askerler NATO kafalı mıydı?

Türkiye "Şehadetleri Dinin Temeli" olan Ezan'ın Vatanıydı!

Anadolu NATO değil, tam 1071'den beri Müslüman Türk toprağıdır. Bu vatan uğruna her karışını kanlarıyla sulayan şehitlerin toprağıdır. Üstelik Danimarka Başbakanı iken Efendimiz (s.a.v.)'e hakaret eden karikatürlere sahip çıkan ve özür bile dilemeyen Rasmussen'in Genel Sekreterliğindeki NATO'nun toprağı hiç olamazdı! Bu topraklar 'şehadetleri dinin temeli' olan Ezan'ın vatanıdır.





" NATO Toprağı " Sözlerine özür bile kabahatten büyük olur... Zira bu sözler D-8'e de aykırı, güya ortaya konan 2023 ve 2071 vizyonlarına, söylemlerine de aykırıdır. Sayın Başbakan'ın D-8 zirvesi için bulunduğu bir yer de komşu ülkeler için getirilen Patriot füzelerini savunması da ayrı bir açmazdır. 'Savaş değil Barış' diyen D-8 zirvesinin yapıldığı ülkede savaş hazırlıklarının -üstelik Müslüman ülkelerin birbiriyle savaş hazırlıklarının- konuşulması bile bir başka çıkmaz sokaktır. Pakistan'da yapılan bu talihsiz açıklamayla birlikte iktidarın D-8 samimiyeti, 2023 ve 2071 söylemleri yerle bir olmuştur.

TSK’yı bölme hazırlığı

Tam bu süreçte AKP Hükümeti, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta yapısını değiştirmeye hazırlanmaktaydı. Yapılan çalışmalar içerisinde, kuvvet komutanlıklarının ayrı ayrı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması planı da vardı.

Yeni anayasa çalışmasında önerilerini hazırlayan AKP, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta yapısında değişiklik önerisi hazırlamıştı. Bu öneriye göre, Genelkurmay Başkanlığı’nın ve kuvvet komutanlıklarının ayrı ayrı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması planlanmıştı.

AKP’nin bu uygulamayı “askeri darbeleri engellemek için” yaptığı bahanesine sığınılmıştı. Osmanlı’nın son dönemlerinde mason ittihatçılar marifetiyle uygulanan bu formüle göre Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıkları ayrı ayrı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacaktı. Bu formülün önümüzdeki günlerde yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde tartışılacağı konuşulmaktaydı.

 Ankara kulislerinde konuşulanlara göre, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olan Kara, Hava, Deniz kuvvetleri komutanlıklarının ayrı ayrı Milli Savunma Bakanı’na bağlı olması seçenekler arasındaydı.

‘NATO Kuvvet komutanlıkları İzmir’e taşınmaktaydı!’

NATO Kara Unsurları Komutanı Hodges, faaliyetlerine son verilecek olan Almanya ve İspanya’daki NATO Kuvvet Komutanlığı’nın sorumluluklarını İzmir Şirinyer’deki NATO Müttefik Kara Komutanlığı’nın üstleneceğini açıklamıştı. NATO Kara Unsurları Komutanı Korgeneral Frederic Ben Hodges, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu makamında ziyareti sırasında alınan karar doğrultusunda, NATO İzmir Müttefik Hava Komutanlığı’nın 30 Kasım 2012’den itibaren NATO Müttefik Kara Komutanlığı olarak hizmet vermeye başlayacağını hatırlatmıştı. Şirinyer’deki NATO Müttefik Kara Komutanlığı görevine atandığını kaydeden Hodges, “NATO Müttefik Kara Komutanlığı, önümüzdeki aylarda faaliyetlerine son verilecek olan Almanya Heidelberg’deki NATO Kuvvet Komutanlığı ile İspanya Madrid’teki NATO Kuvvet Komutanlığı’nın sorumluluklarını üstleneceğini” vurgulamıştı. Bilindiği gibi bu Kara Kuvvetleri üs merkezi, Büyük Ortadoğu Projesi’nin planlamasında askeri hareket merkezinin ana üs komutanlığı ve idare birimi olarak faaliyet yapacaktı. Bir yandan TSK’nın bütünlük ve etkinliği dağıtılmaya çalışılırken, bir yandan da İzmir’in NATO’nun merkezi yapılması, kafaları karıştırmakta ve “Çanakkale ve Dumlupınar’da yenilemeyen Türkiye, NATO bahanesiyle işgale mi hazırlanıyordu?” sorularına haklılık kazandırmaktaydı.

Patriotlar Türkiye’yi hedef haline sokacaktı!

Türkiye’nin NATO’dan talep ettiği açıklanan daha doğrusu Başbakan’ın haberi bile olmadığı halde Türkiye’ye zorla dayatılan Patriotlar’ın hedefi belirsizliğini korurken, yerleştirilecek füzeler Türkiye’nin kendisini hedef haline getiriyordu! NATO’nun kararıyla Türkiye’ye yerleştirilecek füzeler, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle “karşı tarafın muhtemel bazı saldırılarına karşı” devreye giriyordu. Bölge devletlerinden hiçbirinin Türkiye’ye saldırmasının beklenmediğini belirten uzmanlar, bu gelişmeyi AKP’nin teslimiyetçi tavrının bir sonucu olarak yorumluyordu. AKP bu tavrıyla ve kendi sınırları içine yerleştirmeyi planladığı füzelerle gene Türkiye’yi hedef tahtasına oturtuyordu.

Başbakan’ın ‘Türkiye toprakları NATO topraklarıdır’ sözleri bunların iç yüzünü yansıtıyordu

Tayyip Erdoğan’ın, Pakistan’da Türkiye’nin Patriot talebiyle ilgili açıklamasında “Türkiye’nin toprakları 4. Maddeye göre NATO topraklarıdır” ifadesini kullanması tepki toplamıştı. Erdoğan şöyle konuştu: “Bunun (füzelerin) nereye yerleştirilip yerleştirilmeyeceği, Silahlı Kuvvetlerimizin mensuplarının da uygun görmesiyle, onlar nereyi uygun görürlerse oralarda bu yerleşim olacaktır” sözleri halkın gazını almayı amaçlıyordu.

“Mülk Sahibi NATO, Tetik Türkiye’de” Palavrası




BOP  ORTADOĞU BARIŞIYLA  İLĞİLİDİR..DİYOR 10 SENEDİR  ORTADOGUDA  BARIŞI  GÖREN VARMI.?

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ise, düzenlediği basın toplantısında Suriye sınırına füze savunma sistemi yerleştirilmesiyle ilgili olarak, “Patriotların mülk sahibi yani sistemin sahibi NATO’dur. Tabii ki diğer ülkelerden bu konuda uzmanlar gelecek. Bu uzmanlar asker uzman da olabilir. Yurt dışından asker gelecek mi gelecek. Uzman insanlar gelecek ama ‘bunun tetiği kimde olacak’ diye sorarsanız tetiği bizde olacak. Bizim Genelkurmayımızda olacak. Tetik bizim askerimizde olacak” diyerek halkın havasını alıyordu. Oysa bu Patriot füzelerinde tetik yoktu. Bu bir sistemdir. Önceden kurgularsınız. Hangi tehdide karşı savunmak istiyorsanız, ona göre düzenlersiniz ve radarını çalıştırır sistemini de bütünüyle çalıştırırsınız, onu algıladığı anda zaten faaliyete geçiyordu. Öyle “tetik sende, tetik bende” diye bir şey yoktu. Zaten NATO Genel Sekreteri de “Kontrol ve kumanda’nın NATO’da olduğunu” açıklıyordu. Anayasa’mızın 92’inci Maddesi’ne göre uluslararası ittifak anlaşmaları gereği, mesela tatbikat için Türkiye’ye NATO askeri gelecekse Meclis kararına gerek bulunmuyordu. 92’inci Madde’ye göre bu antlaşmalar dışında Türkiye’ye gelecek yabancı askerler için Meclis’ten yetki almak gerekiyordu. NATO askeri hangi amaçla geliyordu? Sorusunun yanıtı hala bilinmiyordu.

Hükümet Suriye’deki ayaklanmaların başlamasından 1 buçuk yıl sonra savunma kararı alıyordu. İsrail ve İran arasında bir çatışma çıkarsa ne olacaktı, bunlar İran’ın İsrail’e yönelik füzelerini imha etmek için de kullanılma ihtimali konuşuluyordu. Bir füze ateşlendiği zaman Kürecik’e mi yoksa İsrail’e mi gidiyor nasıl bilebilirsiniz? Sonuçta üzerinde yazmıyor. Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da şudur; patriotların düğmesine kim basacaktı? NATO’mu? Türkiye mi? Kimin komuta edeceği son derece önemlidir. Bu patriotların nereye kullanılacağının garantisi var mı? Meclis’te tartışılmalıdır.

Anayasa’nın 92. Maddesi şöyle: Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir.

İsrail’in Ateşkes Şartı: Gazze’de Kontrol Hattı

Bu arada İsrail’in Gazze saldırısının amaçları giderek netleşmeye başlamıştı. Kaynaklar, İsrail’in temel hedefini, “Hamas’ın askeri mekanizmasını çökertmek, bundan sonra da toparlanmasına fırsat vermemek” şeklinde yorumlamıştı. İsrail’in Hamas siyasi liderlerinden çok, askeri kanat liderlerini hedeflemesi, ateşkes için Gazze topraklarında bir askeri kontrol hattı kurulmasını şart koşması, bu amacın göstergesi olarak okunmalıydı. Üstelik Türkiye-Suriye sınırına yerleştirilen Patriot füzelerini, İsrail’in güvenliği dışında düşünmek saflıktı.

'İsrail İran provası yapmıştı'

ABD ve İsrail’i yetkililer, İsrail'in Gazze'ye 8 gün süren saldırısının "İran'la olası bir askeri çatışma"nın provası olduğunu açıklamışlardı. İsrail'in bu operasyonla füze savunma sistemi "Demir Kubbe"yi denediği de ortaya çıkmıştı. Amerikan New York Times gazetesinde David E. Sanger ve Thom Shanker imzalı haberde, İsrail ve Hamas arasında yapılan ateşkesle Ortadoğu'da şimdilik sıcak bir çatışmanın önüne geçildiği ama her an büyük çatışmanın patlak verebileceği belirtildikten sonra, ABD ve İsrailli yetkililerin şu görüşü aktarılmıştı: "Gazze operasyonu, İsrail'in İran provasıydı." İsrail'in Gazze'de 8 gün süren "Savunma Sütun"u operasyonunda, füze savunma sistemi "Demir Kubbe"yi deneme fırsatı yakalamıştı. Tahran'ın nükleer tesislerini vurma planı yapan İsrail'in söz konusu operasyonla İran'ın yeni jenerasyon füzelerini Gazze Şeridi ve Lübnan'da Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah gibi örgütlere gönderilmesini engellemeye çalıştığı da vurgulanmıştı.

'Gölge Savaş Hartum'da Başlamıştı'

New York Times gazetesinin haberinde, "8. gün Savaşı"nın aslında yaklaşık bir ay önce Sudan'ın başkenti Hartum'da bir askeri fabrikanın bombalanmasıyla başladığı hatırlatılmıştı. Haberde, İsrail'in ABD Büyükelçisi Michael B. Oren'in görüşlerine de yer verilmişti. İsrail Büyükelçisi Oren, İran füzelerinin Gazze'de kullanılmasını 1950'li yıllarda ABD ile Sovyet Rusya arasındaki "Küba Krizi”ne benzetmişti. Oren, "Küba ile füze krizinde ABD, Küba ile değil, Sovyet Rusya ile çatışma halindeydi. "Savunma Sütun"u operasyonunda ise, İsrail Gazze ile değil İran ile savaşıyordu" sözleri dikkat çekmişti. Gazze'de operasyon sırasında Hamas'ın Sudan üzerinden Gazze Şeridi'ne getirilen İran yapımı Fajr roketlerini kullandığı, Hamas ve İslami Cihad'ın söz konusu roketler sayesinde Tel Aviv ve Kudüs'ü vurduğu belirtilmişti. Suriye operasyonuna soyunanların İsrail’in Gazze saldırısınla kendilerine haklılık sebebi sayması tam bir palavradır. Emperyalist ABD’nin Ortadoğu’daki tetikçisi ama Washington’daki efendisi (Yahudi lobileri) olan İsrail’in Filistinlileri katletmesinden Suriye rantı elde etmeye çalışanlar, aynı zamanda “NATO İslamcılığı”nı da gizlemeye çalışmaktadır.

Ahmet Davutoğlu‘nun koordinatörlüğünü yaptığı SUK’un yeni başkanı Hıristiyan George Sabra: “İsrail Gazze saldırısı ile Suriye’yi gündemden düşürerek Esad’ın işlediği insanlık dışı suçun üstünü örtmeye çalışıyor” yalanını ortaya atmıştı. İsrail’in, Hamas’ın askeri lideri Ahmed el-Cebari‘yi katleden füze saldırısıyla başlayan Gazze operasyonunun ilk saatlerinden beri AKP kalemşorlarınca bu “görüş” kamuoyuna pompalanmıştı! Ahlaki olmayan ve Gazze’deki ölümlerden rant sağlamaya çalışan bu yaklaşım aynı zamanda çaresiz olduklarını da ortaya koymaktaydı.

Amerikancı Cemaat’in: “İsrail, Arap Baharını bombalıyor” safsatası!

Örneğin Zaman yazarı Abdülhamit Bilici Gazze rantçılığının teorisini yapmıştı!

İsrail’in Gazze operasyonunun üç sonucu varmış: “1) İsrail’in Gazze’ye saldırarak tekrar Filistin meselesini denkleme taşıması, değişim sürecinin (Arap Baharı’nın) önünü kesmek için zekice bir hamle olabilirmiş. 2) Daha iktidarlarının baharında Filistin meselesiyle uğraşmak zorunda kalmak, başta Mursi olmak üzere yeni yönetimleri sokağın öncelikli talebi olan reformlardan uzaklaştıracak bir tuzağa dönüşebilirmiş. 3) Netanyahu, Gazze’ye saldırarak, Arap Baharı ve özellikle Suriye krizinin gölgesinde kalan Filistin’in meselesini, dünya ve bölge dengelerinin hiç lehine olmadığı bir ortamda tekrar gündeme getirmişmiş” Bilici, “İsrail, Arap Baharı’nı bombalıyor” başlıklı yazısını şu cümle ile bitirmişti: “Belki de İsrail’in hesabı Gazze’nin ötesinde Suriye ve Ortadoğu’daki değişimi vurmak...”

“İsrail-Esad ortaklığı” yalanı

Son kongrede AKP MKYK’sine de seçilen Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Yasin Aktay‘ın konu ile ilgili yazısı ise “ileri demokrasi(!)” palavrasında akademik unvanların seviyesini göstermesi bakımından önemliydi.

Aktay‘a göre İsrail “Esad’ın ayakta kalması için elinden geleni ardına koymuyormuş” Prof. yazar ve siyasetçi Aktay‘a göre “İsrail’in Suriye ile ilgili hesabı birleşik bir Suriye devleti yerine paramparça olmuş, her bir parçası da diğeriyle sorunlu bir Suriye’dir.” Peki, Esad İsrail’e nasıl hizmet ediyormuş? Aktay‘a göre “Esad‘ın direnmeye devam etmekle yaptığı şey bir yanıyla da bu amaca (İsrail’in istediği parçalanmış Suriye’ye, yarıyormuş!?)”

Erbakan’ın dediği çıkıyor: “AKP, Hamas’ı durdurmaya hazır!”

AKP kalemşorlarının Gazze’den Suriye rantı çıkarmaya dönük bu mantık dışı tezleri son olarak Ahmet Davutoğlu tarafından dile getiriliyordu: “İsrail yine Gazze’ye saldırdı. İsrail yine Obama’nın hareket alanını daraltıyor. Esad’a can simidi atıyor. Arap uyanışını sabote etmeye çalışıyor.” Stratejik sığlıkta kendilerini Obama‘yla, Esad‘ı ise İsrail’le müttefik ilan eden Ahmet Davutoğlu, acaba ABD’nin AKP’den Hamas’a baskı yapmasını istemesini nereye koyuyor? Yoksa Obama‘nın İsrail karşıtlığına mı bağlıyordu? İsrail-Esad-PKK sanal cephesine inananların dikkatine sunalım. ABD, AKP’den Hamas’a baskı yapmasını istedikten sonra iki kritik açıklama geldi: 1) Bülent Arınç: “İsrail’le görüşmek lazım.“ 2) Başbakan Erdoğan: “ABD garanti verirse Hamas durmaya hazır.“[1] diyordu ve bunlar talimatla iş yapıldığını gösteriyordu.

HAMAS: İsrail’e 900 füzeyle karşılık verdiklerini açıklamıştı!

Arap Birliği’nin Gazze’de ateşkesi görüştüğü saatlerde Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın sözcüsü Ebu Ubeyde, bir açıklama yapmıştı. HAMAS’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın resmi sözcüsü Ebu Ubeyde, Gazze’den yayın yapan el-Aksa televizyonundan canlı yayınlanan konuşmasında, İsrail’in saldırılarına 900 füzeyle karşılık verdiklerini, 3 savaş uçağını düşürdüklerini açıklamıştı. İsrail’in hava ve kara üslerinin hedef alındığını belirten Ebu Ubeyde’nin: “Şu ana kadar 900 füze saldırısı düzenledik. Bu rakam, 2009’daki savaşın 10 katıdır. Tel Aviv ve Kudüs’teki hedefleri, Fecr-5 füzeleriyle vurduk. Hedeflerimize tam isabet ettiğimizi biliyoruz. Düşman, şimdiden hasar tespiti yapmakla meşgul olabilir. M-75 füzesi, yüzde 100 yerli üretimdir. Menzili, 75 ya da 80 km. dir. Düşmanın “Demir Kubbe” kalkanını aştık. Kassam, yeni savaş yöntemleriyle düşmanı şoke etti. Daha çok sürprizimiz olacak... İsrail askeri aracını 3 km mesafeden vurduk. Düşmanın iki uçağını vurmayı başardık. Üçüncüsü Gazze’nin batısında denize düştü. Denize düşürdüğümüz F-16’nın parçalarını toplamaya başladık. Düşman, düşen uçağını açıklamak zorunda kalacak.” Sözleri “asla yenilmez ve baş edilemez” sanılan İsrail’in çaresizliğini ortaya koymaktaydı. 5 milyon İsraillinin füze tehdidi altında yaşadığını belirten Ebu Ubeyde 5 milyon İsrailli ateşimiz altında. Siyonistlere sözümüz şudur: “Sizin korkudan sığınaklara doluşmanızı liderleriniz istedi. Zalim yöneticilerinize destek çıkmayın ve başınıza bela açmayın!”

Chomsky: 'İsrail saldırıları etnik temizlik amaçlıdır!'

ABD'li akademisyen Noam Chomsky İsrail'i kınayan bir açıklama yayınlayarak, Gazze saldırılarını "Filistin etnik temizliğinin son safhası" olarak nitelemişti. İsrail'in bu durumda "meşru müdafa"dan söz edemeyeceğini belirtip, "Başkasının toprağını işgal ederken kendinizi savunamazsınız" demişti. Kendisi de bir Yahudi olan dilbilimci ve düşünür Naom Chomsky İsrail’in son Gazze saldırısıyla ilgili bir açıklama yayınladı. Geçtiğimiz günlerde Gazze’yi ziyaret eden Chomsky’nin açıklaması şöyle: “Gazze’nin istilası ve bombalanması, Hamas’ı yok etmekle ilgili değildir. İsrail’e füze saldırısını durdurmakla da alakalı değildir. Barışa ulaşmak da değildir. İsrail’in Gazze’ye ölüm ve yıkım yağdırma, modern muharebenin ölümcül silahlarını savunmasız bir halka karşı kullanma kararı, onlarca yıllık Filistin etnik temizliğinin son safhasıdır.

İsrail, gelişmiş saldırı jetleri ve gemilerini yoğun-nüfuslu mülteci kamplarını, okulları, apartmanları, camileri ve varoşları bombalamakta; hava kuvvetlerini, hava savunmasını, donanmasını, ağır silahlarını; topu, mekanize birlikleri, komutası, ordusu olmayan bir halka saldırmak için kullanmakta. Ve bunu savaş olarak adlandırmaktadır. Bu savaş değil cinayettir!

İşgal altındaki bölgelerde İsrailliler, kendilerini savunmak zorunda olduklarını iddia ettiklerinde, bu bir işgal kuvvetinin ezdiği bir halka karşı kendisini koruma anlamına gelmektedir. Başkasının toprağını işgal ederken kendinizi savunamazsın. Bu savunma değil, saldırı ve soykırımdır”

Başbakan biliyorsa açıklasın:

1-Patriotlar hangi Ülkelere karşı ve hangi gerekçelerle Türkiye'ye Konuçlanmıştı?

Türk topraklarına yerleştirilmesi planlanan Patriotlar kime, hangi düşman ülkelere karşı kullanılacaktı? Şu an Suriye ile süren gerginliği, kimler ve niye oluşturmuşlardı?

2- Rusya neden karşı çıkmaktaydı?

NATO'dan resmen, "Evet Türk topraklarına Patriot yerleştirme işlemini en kısa sürede sonuçlandıracağız." açıklamasından kısa bir süre sonra, Türkiye'nin şu ana kadar iyi ilişkiler içinde bulunduğu Rusya sert çıkmış ve Rusya, Suriye sınırına yerleştirilecek Patriotlar konusunda Türkiye'yi uyarmıştı. Bu uyarı ne anlam taşımaktaydı?

 3-Patriotlar Nereye konuçlanacaktı?

 Patriotlarla ilgili zihinleri karıştıran en kritik sorulardan biri bu füze sistemleri nereye konulacaktı? Türkiye-Suriye sınırında Ceylanpınar'a mı? İran sınırına yakın bir konumda mı olacaktı? Genelkurmay Başkanlığı'nın bu alanda ortaya koyduğu bir irade var mıydı? NATO bu hususta önceden bir karar almış mıydı?

4- Kaç NATO askeri Türkiye’ye sokulacaktı?

Patriotlarla ilgili merak edilen konulardan biri de, Türk topraklarına bu kapsamda kaç NATO askerinin taşınacağıydı. Başbakan Erdoğan, "Yeni Tezkereye gerek yok." açıklaması yaptı ama neticede söz konusu olan yabancı askerlerin Türkiye'de konuşlanmasıydı.

5- “Karşı taraf” neresi olmaktaydı?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, açıklamasında, satır arasında, "Karşı taraf" sözünü ağzından kaçırmıştı. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye'nin sorun yaşadığı ülke ya da ülkeleri hatırlatmıştı. Hangi ülke ya da ülkelerin, neye ve kime göre “karşı taraf” sayılmıştı?

6- Patriotlar neden bir anda gündeme taşınmıştı?

Hiç gündemde yokken, birden, birilerinin düğmeye basmasıyla Patriotlar neden gündeme taşınmıştı? Türkiye bir savaş durumunda değildi. Suriye ile Türkiye bir süredir gerginlik yaşıyor olması bu Patriotların getirilmesi için başlı başına bir gerekçe oluşturamazdı.

7- Amaç İsrail’i garantiye mi almaktı?

'İsrail'in Gazze'yi bombalaması çoluk çocuk demeden sivilleri katletmesi esasen bir provaydı, asıl hedef İran!' spekülasyonlarının ardından Patriotların Türkiye’ye yerleştirilmesi, sadece bir raslantı mıydı?

Patriot nedir?

Yoğun ECM (Elektronik Karşı Koyma) şartlarında dahi süpersonik uçaklara üstünlük sağlayan ve yerden havaya atılan bir füze. Uçaklara olduğu kadar, taktik balistik füzelere karşı da kullanılabilmektedir. Körfez Savaşında Irak'ın elindeki Scud füzelerine karşı başarıyla kullanıldığı test edilmiştir. Track Via Missile (Füze Güdüm Sistemiyle İzleme), tam güdümlüdür. Mobil ve sabit lançerlerden kullanılabilir. Çok fonksiyonlu AN/MPQ 53 radarı mevcuttur. Uzunluğu 5.30 m, çapı 41 cm, ağırlığı 906 kg'dır. 105 km menzili vardır. 60.000 feet irtifaya kadar kullanılabilir. Amerika, Körfez Savaşında, Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan'daki önemli sanayii merkezlerini, limanları ve diğer stratejik yerler dahil yerleşim merkezlerini korumak için Patriot ve Hawk füze bataryalarını kullanmıştır.

Abdülkadir Özkan’ın Recep T. Erdoğan yalakalığı!

“Derdim NATO'dan savunma füzeleri istenmesini polemik konusu yapmak değil. Eğer NATO üyesi isek ve bu üyeliğimiz sebebiyle gerektiğinde NATO'yu yanımızda göreceğimize inanıyorsak bugün NATO'dan Patriot füze sistemi istememizin yadırganacak fazla bir yanı olamaz. Çünkü esas olan Türkiye'nin NATO üyeliğini sürdürüp sürdürmemesidir. Tartışılması gereken budur. Bir zamanlar bu ülkede NATO karşıtı geniş bir kesim vardı. Şimdilerde o kesim de itirazlarını geri almış görünüyor. Herne ise, ABD öncülüğündeki ülkeler topluluğu yıllar önce Sovyet yayılmacılığını önlemek iddiası ile NATO askeri ittifakını oluşturmuşlardı. Buna karşılık Sovyetler Birliği'nin de Varşova Paktı vardı. Zaman içinde Sovyetler Birliği dağılınca Varşova Paktı'da kendiliğinden ortadan kalkmış oldu. Kuruluş sebebi olan tehlike ortadan kalkmış ama NATO kalkmamıştır. Bu arada NATO varlığını koruyabilmek için kendisine yeni bir düşman bulmuş, daha doğrusu icat etmiştir: Bu tehlike İslam'dır. Türkiye'de halkı Müslüman bir ülke olduğuna göre kendi inanç sistemini düşman olarak gören ve yorumlayan bir askeri ittifak içinde varlığını sürdürüyor olması dikkat çekici değil midir? Böyle bir Türkiye İslam ülkelerinin birliğini sağlayabilir mi? Sağlayacaksa bunu ne adına yapacaktır? ” [2] diyen Abdülkadir Özkan “Eğer NATO üyesi isek, gerektiğinde NATO’dan Patriot füzeleri istemenin yadırganacak bir tarafı olamazdı” sözleriyle Recep T. Erdoğan’a mazeret ve meşruiyet kazandırmaya çalışmakta ve “yalakalık mesajları” yollamaktaydı. Oysa Patriot’ları kendi isteği, iradesi ve gereksinimiyle Türkiye ısmarlamamış, hatta Başbakanınızın bundan haberi bile olmadığından, önce yalanlamıştı.


[1] http://mehmetaliguller.wordpress.com

[2] Milli Gazete / 24.11.2012 (NATO Füzelerinin Kumandası)

http://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/turkiye-nato-topragi-ise-siz-de-nato-basbakani-yerindesiniz


..

2 Mart 2016 Çarşamba

EMASYA PROTOKOLÜ





EMASYA PROTOKOLÜ


EMASYA Nedir? 
EMASYA Ne İşe Yarar? 
EMASYA Ne Demektir?


  ASİL  DENİZ ,

Son Günlerde varlığı sürekli tartışılan EMASYA nedir?, ne işe yarar?, Ne zaman devreye girer?, Şu ana kadar hiç kullanıldı mı?, Görevleri ve yetkileri nedir? bütün bu kafanızı karıştıran soruların yanıtları yazımızda. İşte kısaca EMASYA:
Kısa adı EMASYA olan “ Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma ” Protokolü nedir?

EMASYA Protokolü’ 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 7 Temmuz 1997’de imzalandı.

Protokolün altında İçişleri Bakanlığı adına dönemin Müsteşarı Teoman Ünüsan ile yine dönemin Genelkurmay Harekat Daire Başkanı Çetin Doğan’ın imzası var.

Olaylara Askerin Müdahale Etmesine İmkan Tanıyor


Olaylara askerin müdahale etmesine imkan tanıyan EMASYA Protokolü’nün 11 noktada “kanunlara aykırı olduğu” Bülent Ecevit hükümeti döneminde 2002 Nisan’ında yapılan Mülki İdare Şurası’nda ortaya konuldu.

Şura’da aralarında vali, emniyet müdürü, asker ve bürokrat 105 kişinin yer aldığı 2 numaralı komisyonun hazırladığı rapor, “ Şura Kararı ” olarak yayınlandı.

Yasa Sınırlarını Aşıyor

Komisyon raporunda protokolün hem biçim yönünden, hem de yetki yönünden 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11’inci maddesine aykırı olduğu vurgulanıyor.

Valinin Görevini Üstleniyor

Şura kararında, protokolün taşra yönetim sistemine aykırı olduğu vurgulanıyor:

“Vali ve kaymakamların görev alanlarını daraltacak, takdir yetkilerini ortadan kaldıracak ve inisyatif kullanma güçlerini fiilen kısıtlayacak bir düzenlemenin getirilmesi aynı zamanda taşra yönetiminin esasını oluşturan ’il sistemi’ne de aykırıdır…. Mülki idare amirliğinin asayiş hizmetlerine ilişkin yetki ve sorumluluk düzeninin bütünlüğünü bozmaktadır.”

“İl İdaresi Kanununa Aykırı”

Raporda, açıkça protokolün yasaya uymadığı belirtiliyor:
“ Protokol’ün 9. maddesi EMASYA komutanlıklarının, mülki amirlerin yardım talebi olmaksızın olaylara müdahale edebilmesine imkan vermekte. Bu madde 5442 sayılı yasaya “ şekil, yetki, konu ve maksat ” yönlerinden aykırı düşmekte.”

Çalışma Yapıldığı Haberi Çiçek’ten…

EMASYA Protokolü ile ilgili çalışma yapıldığı haberi ilk olarak Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’ten geldi.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay da Uluslararası Demokrasi Kongresi’nde protokol ile ilgili çalışma yapıldığı haberini doğruladı.


EMASYA Protokolü Hiç Uygulamaya Konuldu mu?

Basına yansıyan haberlere göre, 20 Kasım 2003’te İstanbul’da Beyoğlu’ndaki İngiliz Konsolosluğu ve Levent’teki HSBC Bankası bombalamalarının ardından EMASYA protokolü devreye sokulmak istendi.

Patlamalardan sonra askeri birliklerden herhangi bir talep olmamasına rağmen Taksim ve Levent’e askeri birlikler sevk edildi.


http://www.uzmanportal.com/emasya-nedir-emasya-ne-ise-yarar-emasya-ne-demektir.html/


EMASYA Protokolü'nün tam metni ve dayanağı

25 Ocak 2010, ekleyen Fatih Polatlı

Taraf gazetesine servis edilen “Balyoz Darbesi Planı” belgeleri ile birlikte yeniden gündeme gelen EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) Protokolü’nün tam metni ilk kez Bugün gazetesi tarafından yayımlandı. Bu protokolün, “darbelere hukuki dayanak” sağladığı iddia ediliyordu. Protokolün 9. maddesi, ordu birliklerinin "toplumsal olaylar"a valilik emri olmadan da müdahale edebilmesini öngörüyor: "Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; İl / İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/ tali) olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır." Protokolün eleştirilen bir başka yanı, toplumsal olaylara ordu birliklerinin de müdahale etmesi durumunda, kolluk kuvvetlerinin komutasının askeri komutana geçmesi. Ancak, protokolün dayanağını oluşturan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nda da aynısı öngörülüyor: "(...) askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir."  7 Temmuz 1997’de, yani Erbakan başkanlığındaki Refahyol hükümetinin ardından Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan Anasol-D hükümetinin işbaşına gelmesinden yaklaşık bir hafta sonra İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında düzenlenen protokol, 7 yıldan uzun süredir iktidarda olan AKP tarafından yürürlükten kaldırılmamış ve bugüne kadar gizli tutulmuştu. Aşağıda, hem EMASYA Protokolü, hem de 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/D maddesi var.   

EMASYA;
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI İLE İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ARASINDA 5442 SAYILI İL İDARESİ KANUNU “11/D MADDESİ” GEREĞİNCE ALINMASI GEREKEN MÜŞTEREK TEDBİRLERE İLİŞKİN PROTOKOL,

BİRİNCİ KISIM


GENEL HÜKÜMLER

AMAÇ:

MADDE-1: 

Bu protokolun amacı, bir veya birden fazla ilde çıkan veya çıkabilecek olaylarla ilgili olarak valilerin isteği üzerine askeri birlik tahsis edilmesi durumunda, güvenliğin, asayiş ve kamu düzeninin sağlanması ve terörle mücadelede, askeri birlikler ile kolluk kuvvetleri arasında;

a) Kuvvet kullanılması,
b) Kuvvet kaydırılması,
c) Emir komuta ilişkileri,
d) İşbirliği ve koordinasyon
e) Gerekli görülen diğer hususları,belirlemek, uygulanacak yöntem ve alınacak tedbirleri ortaya koymaktır.

KAPSAM:

MADDE-2: 

Bu protokol, toplumsal olayların önlenmesinde ve kamu düzeninin sağlanmasında, mülki amirler (vali ve kaymakamlar), EMASYA Komutanlıkları (EMASYA Bölge Komutanlıkları, EMASYA Tali Bölge Komutanlıkları, EMASYA Birlik Komutanlıkları) ve kolluk kuvvetleri (jandarma, polis, GKK, sadece asli görevleriyle sınırlı olmak üzere özel güvenlik birimleri) arasındaki yetki, görev ve sorumlulukları ile müştereken uygulanacak tedbirleri kapsar.

DAYANAK:

MADDE-3: 
Bu protokol 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11'inci maddesinin D fıkrasına dayanılarak hazırlanmıştır. [*]

TANIMLAR:

MADDE-4: 

Bu protokolde geçen;

Olaylar: Her türlü terör ve toplumsal olayları,
Emre alma: Bir birliğin/birimin kuruluşunda bulunduğu komutanlıktan/kurumdan alınıp, geçici olarak bir başka komutanlığa/kuruma verilmesi ile emrine birlik/birim verilen komutanlığın emrine aldığı birliğin/birimin ikmal ve idaresinden sorumlu olmasını,
Harekat kontroluna alma: Fonksiyon, zaman ve yer bakımından sınırlandırılmış bulunan özel vazifeleri veya görevleri ifa edebilmesi, ilgili birlikleri/birimleri konuşlandırması ve bu birliklerin/birimlerin taktik kontrolünü elinde bulundurabilmesi veya tahsis edilmesi maksadıyla askeri birlik komutanının emrine verilen kuvvetleri sevk ve idare etmesi için tanınan yetkiyi, (Harekat kontrolu, ilgili birliklerin/kurumların bağlı unsurlarının ayrı olarak kullanılmak üzere tahsis edilmeleri yetkisini ihtiva etmez),
Koordinatör Vali: Birden fazla ili içine alan olaylarda bu protokolun uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı tarafından ilgili valiler arasından geçici olarak görevlendirilen bir valiyi,
ifade eder.

İKİNCİ KISIM

KUVVET KULLANILMASI

MADDE - 5: 

Terör ve toplumsal olayları değerlendirmek, kullanılacak kolluk kuvvetlerini düzenlemek, olaylara müdahale yöntemlerini belirlemek, kesintisiz koordinasyon ve işbirliğini sağlamak maksadıyla; il ve ilçe bazında “İL ve İLÇE GÜVENLİK KOORDİNASYON KOMİSYONLARI” ihdas edilir.
İl Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; vali, garnizon komutanı veya temsilcisi, il jandarma komutanı, il emniyet müdürü, MİT temsilcisi ve gerekli görülen diğer ilgililerden teşkil edilir.
İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; kaymakam, garnizon komutanı veya temsilcisi, ilçe jandarma komutanı, ilçe emniyet müdürü/amiri, MİT temsilcisi (varsa) ve gerekli görülen diğer ilgililerden teşkil edilir.
İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; yeterli hazırlık zamanı bırakacak şekilde, olaylara karşı alınacak tedbirleri ve müdahale yöntemlerini tespit eder, askeri kuvvet talep edilmesi konusunda mülki amirlerin karar vermelerine yardımcı olur. İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonları; illerde vali, ilçelerde kaymakamların başkanlığında ayda bir defa olağan, gerekli hallerde olağanüstü toplanarak, il ve ilçenin güvenlik durumunu değerlendirir.

MADDE -6: 

Mülki amirler, olaylara müdahale için (tabii afet durumları hariç) askeri birlik talebinde bulunmadan önce;
a. Kolluk kuvvetleri ile kontrol altına alınabilecek olaylarda zayıf bir ihtimal de olsa olayların kontrolden çıkması söz konusu ise, kuvvet talebinde bulunmadan önce EMASYA komutanlıklarına (bölge/tali) bilgi vererek, kademeli hazırlık süresi imkanı sağlar.
b. İl ve İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonlarında yapılan durum değerlendirmesi neticesinde, mülki amirler tarafından askeri birliklerden kuvvet talebi zorunlu görülür ise, birlik komutanları ile koordinede bulunularak, uygun müdahale usullerinin icra edilmesine imkan verecek tarzda; birliklere hazırlık ve teşkilatlanma için yeterli zamanı sağlayacak şekilde önceden uyarı yapılır.
c. Kamu düzenini bozma istidadı gösteren terör dışındaki toplumsal olayların; kolluk kuvvetleri ile bastırılması esas alınır ve gerekli görülen hallerde, askeri gücün “caydırıcılık” özelliğinden yararlanılır.
d. Sportif faaliyetler, futbol maçları, planlı gösteri yürüyüşleri gibi olağan durumlar için, askeri kuvvet talebinde bulunulması hususu özenle değerlendirilmelidir. Zorunluluk olmadıkça kuvvet talebinde bulunulmamalıdır. 

MADDE - 7:

Mülki amirler tarafından, önceden yapılacak planlama ve hazırlıklarda, kolluk kuvvetlerinin kullanılmasına ilişkin esaslar, muhtemel kullanma planları ve muhabere irtibatları, EMASYA Komutanlıkları ile yeterli bir zaman öncesinden koordine edilir. Mümkün olduğu durumlarda bu planlar, esaslar ve irtibatlar; muhtelif senaryolara göre prova edilir.

MADDE-8 : 

EMASYA Komutanlıkları tarafından, mülki amirler emrindeki kolluk kuvvetlerinin muhtemel olaylarda daha önceden kullanabileceği göz önünde bulundurularak; emir komutanının askeri birliğe geçtiği andan itibaren, kolluk kuvvetlerinin “emre/harekat kontroluna” alma şeklinde kullanılacağı dikkate alınır.

MADDE-9: 

Toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi toplumsal olayların şekil değiştirerek birçok bölgede, geniş halk kitlelerine yaygınlaşması, şiddete, katliama veya anayasal düzeni bozmaya yönelmesi durumunda; İl/İlçe Güvenlik Koordinasyon Komisyonu, olağanüstü ve ivedilikle toplanır. Bu gibi durumlarda EMASYA Komutanlıkları (bölge/ tali) olayları yakinen takip eder ve birliklerin hazırlıklarını tamamlar. Olaylara müdahale edebilecek toplanma bölgelerinde, birlikleri hazır bulundurur. Olayların gelişmesini değerlendirir. Başta mülki amirler olmak üzere, ilgili kademelere bilgi verir ve gecikmenin yaratacağı mahsurları ortadan kaldırmak için olaylara müdahale eder. Bu ve benzeri durumlarda olayların yaygınlaşmasını önlemek ve olayları bastırmak esas alınır.

ÜÇÜNCÜ KISIM

KUVVET KAYDIRILMASI

MADDE-10: 
Bir ildeki olayların gelişmesi üzerine mevcut kolluk kuvvetleri ile birlikte askeri birliklerin de yetersiz kalacağının değerlendirilmesi durumunda ilgili EMASYA Tali Bölge Komutanı bu ilden sorumlu EMASYA Bölge Komutanlığından yardım talep ederek iller arasında kuvvet kaydırılması sağlanır.

MADDE-11: 
Birden fazla ili içine alan olaylarda aynı nitelikteki olayların gelişmesi veya kırsal kesimde de yaygınlaşması ve mevcut askeri birliklerin de yetersiz kalacağının değerlendirilmesi durumunda; ilgili EMASYA Bölge Komutanı ve Koordinatör Vali arasındaki koordinasyonu müteakip EMASYA Bölge Komutanı, bir üst komutanlığından (Ordu/Kuvvet Komutanlığı, “J.Gn.K.lığı dahil”) kuvvet talebinde bulunarak, iller arasında kuvvet kaydırılır.

MADDE-12: 
Bir veya birden fazla ili içine alan terör olaylarında; askeri birliklerin kullanılması için, vali ve/veya koordinatör valiler tarafından kuvvet talebi; yetkili EMASYA Komutanlıklarına yazılı olarak yapılır. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekilde şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
Bu yazılı talebin düzenlenmesinde kırsal alanlarda terörist unsurların yakalanması, etkisiz hale getirilerek tasfiye edilmesi için bu tür harekatın kapsam ve özelliği dikkate alınarak kesintisiz olarak sürecek seri operasyonların icrası dikkate alınmalıdır.

MADDE-13: 
EMASYA Komutanlıklarının talebi ve ihtiyaç halinde ilgili vali, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet, araç-gereç ve malzemelerinin il ve ilçeler arasında kaydırılmasını ve kullanılmasını sağlayarak personeliyle birlikte olay sürecince emre/harekat kontrolüne verebilir.

DÖRDÜNCÜ KISIM

EMİR-KOMUTA İLİŞKİLERİNİN DÜZENLENMESİ

MADDE-14: 
EMASYA planlarının uygulanması için mülki makamlar tarafından kuvvet talebinde bulunduğu ve olay mahalline intikal edildiği andan itibaren, kıdemli askeri komutan (Jandarma dahil) emir komutayı alır. Kolluk kuvvetleri bu andan itibaren askeri komutanın emrine girerler. Askeri komutan tarafından aksine bir emir verilmedikçe olay mahallindeki kolluk kuvvetlerinin almış olduları tertip, tedbir ve düzenler bozulmaz.

MADDE-15:
Emir komutanın askeri birlik komutanına geçtiği andan itibaren zor kullanmanın derecesinin tayini ile kullanılacak araç ve gereçler ile silah kullandırmanın yetki ve sorumluluğu askeri komutandadır.

MADDE-16: 
Mülki makamların koordinatörlüğünde muhtelif senaryolara göre EMASYA planlarının uygulanması, emir komuta ilişkileri ve işbirliği esaslarının geliştirilmesi maksadıyla; ilgili EMASYA Bölge ve Tali Komutanlıkları ve kolluk kuvvetleri personelinin katılımı ile EMASYA/Komutanlıklarının koordinatörlüğünde, yılda en az bir defa EMASYA semineri düzenlenir.
Uygulamada görülen aksak ve eksik yönleri gidermek amacıyla her kurum kendi personelini eğitir.

MADDE-17: 
Olaylara müdahalede hangi kurum-kuruluşların destek görevi alacağı, il valileri veya görevlendirildiyse koordinatör vali tarafından, ilgili EMASYA Bölge/Tali Komutanlıkları ile koordine edilerek, belirlenir ve bu husus önceden yapılacak planlamalarda ayrıntılı olarak belirtilir.

MADDE-18: 
İlgili mülki amir tarafından görevlendirilen polis özel hareket timleri, iç güvenlik harekatı süresince EMASYA Bölge ve Tali Komutanlıkları'nın harekat kontrolunda görev yaparlar. Geçici köy korucuları da, bölgedeki ilgili jandarma komutanlığının emir-komutasında olarak EMASYA Komutanlıklarının harekat kontrolunda görev yaparlar.

BEŞİNCİ KISIM

İŞBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON

BİRİNCİ BÖLÜM

KOORDİNATÖR VALİLİK

MADDE-19: 
Birden fazla ili içine alan olaylarda, iller arasında kuvvet kaydırılması ve kullanılması, işbirliği koordinasyon, emir-komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususların uygulanmasını sağlamak üzere İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini, tercihen EMESYA Bölge Komutanlığının bulunduğu il valisini geçici olarak Koordinatör Vali olarak görevlendirilebilir.
Görevlendirilen Koordinatör Vali, bulunduğu yerdeki EMASYA Bölge Komutanından gerekli görülen hallerde kuvvet talebinde bulunur, yürütülecek faaliyetleri ve işbirliğini bu komutanlık ile takip eder, iller ve kuvvetler arasında koordinasyonu sağlar.

İKİNCİ BÖLÜM

HAREKAT MERKEZİ FAALİYETLERİ

MADDE-20: 
Mülki makamlardan askeri kuvvet talebi geldiği andan itibaren, EMASYA Komutanlıkları nezdinde teşkil edilen “Asayiş Harekat Merkezleri”nde; jandarma komutanlıkları ve emniyet müdürlüklerini temsilen gerekli irtibat ve koordineyi sağlayacak şekilde, yeteri kadar irtibat personeli ve muhabere teçhizatı bulundurulur ve 24 saat esasına göre faaliyet gösterilir.

MADDE-21: 
Olayları en üst seviyede takip etmek, hükümeti ve komuta katını bilgilendirmek maksadıyla, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde bir İç Güvenlik Harekat Merkezi oluşturulmuştur. İçişleri Bakanlığı seviyesinde de buna eş değer bir “ASAYİŞ HAREKAT MERKEZİ” teşkilinde Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Harekat Merkezlerinden faydalanılır ve her iki kurum arasında işbirliği ve koordinasyona işlerlik kazandırılır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İSTİHBARAT FAALİYETLERİ

MADDE-22: 
EMASYA Bölge ve Tali Bölge Komutanlıklarında; terörle mücadelede görev yapan bütün birimlerin istihbarat gayretlerinin birleştirilmesi ve istihbaratın koordinesi için, “MÜŞTEREK İSTİHBARAT MERKEZLERİ” tesis edilir. Başbakanlığın 25 HAZİRAN 1996 gün ve 11269 sayılı genelgesi gereğince jandarma, MİT ve emniyet temsilcileri de bu merkezin çalışmalarına asil üye olarak katılırlar. Jandarma, MİT ve emniyet temsilcileri, EMASYA Bölge Komutanlığının belirleyeceği zaman, şekil ve usullerle çalışmalarını ve istihbarat bilgilerini takdim ederler ve karşılıklı istihbarat mübadelesinde bulunurlar. Elde edilen sonuçlardan ilgili valiye bilgi verilir.

ALTINCI KISIM

TAMAMLAYICI HUSUSLAR

MADDE-23:
EMASYA görevlerinde ve özellikle kırsal alanda terörist unsurlara karşı icra edilecek operasyonlarda polis özel harekat timleri ile askeri birliklerin birlikte kullanılması amacıyla, EMASYA komutanlıkları ve ilgili mülki amirlerin koordinasyonu ile müşterek tatbikatlar icra edilir.

YEDİNCİ KISIM

MALİ HUSUSLAR

MADDE-24: 
Polis özel harekat timlerinin EMASYA Bölge veya Tali Bölge Komutanlıklarının harekat kontrolünde uzun süreli operasyonlara iştiraki halinde, bu timlerin iaşeleri ilgili askeri birlikler tarafından sağlanacaktır. Bu maksatla yapılan harcamalar mevcut mali mevzuat usullerine göre, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinden Milli Savunma Bakanlığı bütçesine aktarılır

SEKİZİNCİ KISIM

YÜRÜTMEYE İLİŞKİN HUSUSLAR

MADDE-25: 
Bu protokol imza tarihinden itibaren geçerlidir.

MADDE-26: 
Protokolun uygulanmasından doğacak ihtilaflar, aksayan hususlar ve değişiklik teklifleri karşılıklı görüşmeler yoluyla düzeltilecektir.

MADDE-27: 

İş bu protokol 7/7/1997 tarihinde taraflar tarafından imza altına alınmıştır.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ADINA

Teoman ÜNÜSAN
Vali İçişleri Bakanlığı
Müsteşarı,

***

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ADINA,

Çetin DOĞAN
Korgeneral
Harekat Başkanı

Kaynak:

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/90914-iste-darbecilerin-guvendigi-o-protokol-haberi.aspx

[*] Protokole yasal dayanak olarak gösterilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin D fıkrası:

D) (Değişik bent: 29/08/1996 - 4178/1 md.) Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir.
Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.

1) Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde; muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur.

2) (Değişik cümle: 17/06/2003 - 4897 S.K./1. md.) Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı, vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanı tarafından, görevde kalış süresi, askeri birliğin komutanı ile koordine edilerek vali tarafından belirlenir.

3) Askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir.

4) Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir.

5) Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir.

6) Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür.

7) Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir.

8) Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekat planlayıp icra edebilir.

9) Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır.

10) Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır.

11) Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir.

12) Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır.

13) Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, (...) hükümlerine tabi değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir.


Kaynak:

 http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/938.html


http://www.haberveriyorum.net/haber/emasya-protokolunun-tam-metni-aciklandi

..