3 Aralık 2015 Perşembe

KORKMA!..




KORKMA!..


İstiklal Marşımız nasıl başlar?
«KORKMA, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak…»



Mehmet Akif'in Türk milletinin sesini ve ruhunu yansıtan ölümsüz dizeleri, İstiklâl Savaşımızın en karanlık günlerinde yazılmıştır.
« Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir »diyen ve « ya istiklâl, ya ölüm » azmiyle direnen Türk yurtseverlerinin oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da « Milli Marş » olarak, o kan ve ateş döneminde kabul edilmiştir.
Ülke işgal altındadır. Emperyalizmin maşalığına soyunan kuklalar, Ankara kapılarına dayanmıştır.
« Memleketin dâhilin de, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde » dir ve bu iktidar sahipleri,kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirmişlerdir.

Millet, yoksulluk içinde bitkin ve ezilmiştir.

İşgal güçleri ile işbirliği halinde olan bu satılmışların kışkırtması ile Anadolu'nun dört bir yanında ayaklanmalar çıkmıştır.Türk milliyetçilerinin elinde ise ne imkân vardır, ne ordu…Vatanı için canını ortaya koyan ve işgalcilere teslim olmayanlar ise « Eşkıya » , « Çapulcu » , « Haydut » vb. sıfatlarla karalanmaya çalışılmaktadır.
Hepsinin boynunda İstanbul hükümetinin verdiği idam kararları asılıdır,ama yine bütün yurtseverlerin yüreklerinde bağımsızlık ve egemenlik için direnme kararlılığı ve ateşi vardır.
İşte bu koşullarda, o ölümsüz dizeler nasıl seslenir Türk milletine?

«KORKMA!»

O günlerin üzerinden neredeyse yüzyıl geçti! Ne acıdır ki yaklaşık bir asır sonra koşullar yine aynı… Ve yine Türk milletine seslenmek gerekiyor:

«KORKMA!»

Atatürk'e ve bize bıraktığı mirasa, yani Cumhuriyetimize sahip çıkmaktan KORKMA!

Egemenliği ve bağımsızlığı korumak için sesini yükseltmektenKORKMA!

Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine « Hayır » demekten  KORKMA!
Vatanın için göğsünü siper etmekten KORKMA!

Ortaçağ karanlığının temsilcilerine karşı çıkmaktan KORKMA!

Hukuk devleti için mücadele etmekten,demokrasiye sahip çıkmaktan KORKMA! Unutma ki «tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.»

Ama İstiklâl Marşımız sadece « KORKMA » demekle kalmaz. Bir de çağrı yapar millete:

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
İşte bu « Hayâsızca akın » ı durdurmak için ayağa kalk, alçaklık yapanlardan KORKMA!

Tarih önünde «sadece yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.»
Onun için üzerine düşen sorumluluktan kaçma… Laik Cumhuriyeti savunmaktan, savunanlara destek olmaktan KORKMA!
Çünkü « Kaçarak Özgür Olunmaz…» OSMAN PAMUKOĞLU


Yazar; Serdar ANT

http://metinozkanvadisi.com/haber/serdarant.html


..

İŞÇİ PARTİSİ BASIN DANIŞMANLIĞINDAN DUYURUDUR..



İŞÇİ PARTİSİ BASIN DANIŞMANLIĞINDAN  DUYURUDUR..








Serdar Ant,
İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in 12.09.2009 tarihinde Aydınlık dergisinde çıkan yazısını konu edinerek, İşçi Partisini “PKK ve yasal uzantısı DTP’yi sanki ‘Türkiye Kürtlerinin’ siyasal temsilcisi gibi sunduğunu, konfederasyonu savunduğunu” iddia eden bir yazınız internette dolaşmaktadır.
Sayın Perinçek’in Aydınlık dergisinde çıkan bu yazıyı okuyan herkesin görebileceği gibi iddialarınız tamamen gerçekdışıdır ve İşçi Partisini karalama çabasının ürünü olmaktan öte anlam taşımamaktadır.
Bugün, ortaya atılan “Kürt açılımı” bir Amerikan senaryosudur. Irak’ta ve Afganistan’ da askeri batağa saplanan ABD, son dönemde Türkiye üzerindeki baskılarını olağanüstü arttırmıştır. ABD’nin acelesi vardır. Irak’taki askerlerini çekmeden önce Ortadoğu’ya yeniden düzen vermek istemektedir.
“Kürt açılımı” nın amacı, Türkiye’deki çözülme ve dağılmayı hızlandırmak, etnik kutuplaşmayı derinleştirmek, etnik çatışma tehdidini canlı tutmak ve Türkiye’yi ABD planlarına tam teslim almaktır. Hesapta Türkiye kukla devleti himayesine alacak, bölgede komşularına karşı ABD jandarmalığını yürütecek ve Türk Ordusu kriz bölgelerine müdahale gücü olarak kullanılacaktır.
İşçi Partisi, işte bu ABD senaryosunu bozmak için tarihi bir görev yapmaktadır. Diyarbakır köylerinde örnekleriyle kanıtladığı gibi Türk ve Kürt’ü birleştirerek çıkışın yolunu göstermektedir.
Sözünü ettiğiniz yazıda Doğu Perinçek, sizin iddialarınızın tam tersine PKK’nın Amerika’ya dayanarak hedefine ulaşma tavrını mahkûm etmektedir. DTP’yi ise PKK’nın yasal örgütü olarak değerlendirmekte, bağımsız bir iradeye sahip olmadığını söylemektedir. ABD’nin PKK’yı Türkiye’ye karşı sopa olarak kullanma politikalarına yer vererek bu konuda Kürt vatandaşlarımızı uyarmaktadır. Aydınlık dergisinin 12.09.2009 tarihli sayısını okuyan bütün vatandaşlarımız bunu açıkça görecektir.
Bugün İşçi Partisine yapılan saldırılar incelendiği takdirde “açılımın” anlamı da anlaşılacaktır. İşte Ergenekon tertibi de bu “açılım” macerasını hayata geçirmek için tezgâha konmuştur. Bu gerçek, bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Bugün, İşçi Partisi neden hedef tahtasındadır? Emperyalistler ve işbirlikçileri elbirliğiyle Türkiye’yi bugünkü tehlikeli eşiğe getirmişlerdir. İşçi Partisi ise, her aşamada buna karşı mücadele etmiştir. Bugün de emperyalizmin bu uğursuz planını bozabilecek tek güç olduğu için İşçi Partisi, hedef tahtasındadır (23 Temmuz 2008 tarihinde ATV Ana Haber Bülteninde spiker Savcı Zekeriya Öz’ün kendisine Ergenekon soruşturmalarının merkezinde Ulusal Kanal ve İşçi Partisi bulunduğunu söylediğini ifade etmiştir )
İşçi Partisinin, Amerikan planlarını bozacak politikaları Serdar Ant’ı rahatsız etmesi anlamlıdır. İşçi Partisi ve Doğu Perinçek, ne zaman Amerika’ya ve emperyalizme karşı bir politika açıklasa, Serdar Ant’ın internette İşçi Partisi karşıtı yazılarının yer alması da anlamlıdır. Daha önce Doğu Perinçek, Batı Asya Topluluğu düşüncesini açıkladığında da Serdar Ant yine internet gruplarında ve internet medyasında yerini almıştır.
İşçi Partisi ve Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’e karşı yürütülen psikolojik savaşın paslı malzemelerinden öte bir anlam taşımamaktadır. Bunun en önde giden öncüsü de Mehmet Eymürlerdir.
Serdar Ant, Türkiye’de yürütülmekte olan psikolojik savaşa paslı malzeme hazırlamak için harcadığı zamanı Türkiye halkının çıkarı için kullansa çok daha yararlı bir iş yapmış olur.

Halim Yurdakul   
İşçi Partisi 
Basın Danışmanı



DİP NOT; [AYDINLIK GELECEK Hareketi] 
Serdar Ant  YAZISINDAN DOLAYI;
Düzeysiz tartışma üslubunda ısrar ettiği için grubumuzdan çıkardığımız Serdar Ant'ın maalesef düşük insani niteliklere sahip olduğuna da grubtan çıkarmam sonrasındaki iletişimimizde tanık oldum.
İP'li arkadaşlarımıza "Önemsenmek" için abartılı çaba harcayan bu kişiye bu fırsatı vermemelerini tekraren ve önemle tavsiye ediyorum.
Sevgilerimle
Kemal Şimşek

18 Eylül 2009 11:39 tarihinde Yusuf Tunçer 
<yusuf...@gmail.com>


KONU İLE  İLGİLİ YAZI ;  

HAİNLERDEN ŞAHSİYET ve ÜSTAD OLSAYDI, KÖPEKLER SULTAN OLURDU


HAİNLERDEN ŞAHSİYET ve ÜSTAD OLSAYDI, KÖPEKLER  SULTAN OLURDU

DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ ATATÜRKÇÜLÜK GÖREVİNİ ÜSTLENEN PİYONLARA EN IYI ORNEK DOGU PERİNCEK VE MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN GİBİ SAHTE ULUSALCILAR HEP İŞBAŞINDA UYUYAN, ATATÜRK İSMİNİ HER DUYDUĞU YERE AKLINI KULLANMADAN BİAT EDEN PUTPERESTLER İSE.. MAALESEF HER YANIMIZDA !!!..... HER ULUSALCIYIM DİYEN ULUSALCI DEGİLDİR..
“Diyarbakır’da 29 Haziran günü yapılan anma toplantısını, gazeteler ‘Şeyh Sait’in itibarı iade edilsin’ diye verdi. Toplantı, ATATURKCU Devrimi ve Atatürk’ü karalayan söylemlerle yürütülmüş. Şeyh Sait’ gibi Vatan haininin olmayan itibarı iade edilirken, Atatürk’ün itibarı da ayaklar altına alınıyor. Bu tavırda kuşkusuz bir hakikat saklı... Bir devrim önderi ile o devrime karşı silaha sarılan bir Ortaçağ şeyhinin,ki SAİT i NURSİ(Kürdi) bile Ona katılmamıstı, itibarları birlikte yükselemez veya birlikte düşmez.Bu İki Tarihi Şahsiyeti Kıyas etmek, Arslan ile Maymunu Kıyas gibi olur. Bu, bir Kürt aşireti-Türk Milleti tartışması değildir, bir devrim-karşıdevrim tartışmasıdır.” Yukarıdaki satırlar İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e ait… Perinçek’in “Şeyh Sait’in Evrensel İtibarı” başlıklı yazısında yer alan bu saptamanın altına ben de imzamı atarım. “Hiç kimse Şeyh Sait’i Suudi Arabistan ve Kuveyt’te bile değer haline getiremez.Ama Vekalaeten Başkanlık görevi yürüten Mehmet Bedri Efendi 1994 de saçamalıgı hususu bugüne degin yalanlamamıs kuzu postundaki bir Şebektir.
Humeyni İran’ında ve Mao cu Çinde, Unesco da Atatürk’ün Nutku basılmıştır; ama Şeyh Sait’e bir kıymet atfedilmesi olasılığı yoktur” diyen Perinçek şu gerçeğe de dikkat çekiyor: “Kaldı ki Atatürk ile Şeyh Sait arasındaki bir mukayese, aslında bir hayatın,Vatana hızmet ile vatana ihanet olarak seçilmesidir. Şeyh Sait’i Atatürk’ün karşısına diken Yine İngiliz ve Ogulları , her şeyden önce Kürdümüze müritliği, kulluğu, marabalığı, yanaşmalığı reva gören ve Onları preservatif olarak Kullananlardır. Burada aşağılan ve ezilen, öncelikle Ziya Gökalpleri yetiştiren Diyarbakır insanı ve Kürt aşiretleridir.” (Aydınlık, 6.7.2011) Doğu Perinçek’in Şeyh Sait hakkındaki saptamaları ve “Şeyh Sait’in itibarı iade edilsin” talebi karşısındaki tavrı ,görünüşte yerindedir, ama acaba samimi midir?
Doğu Perinçek, “Şeyh Sait’i Atatürk’ün karşısına dikenler” derken isim vermiyor, ama bunu örneklemek için öyle Diyarbakır’a kadar gitmesine de gerek yok. Kendisi tutuklu olduğu için yaklaşık üç yıldır "Genel Başkan Vekili" olarak İşçi Partisi’ni “yöneten” Mehmet Bedri Gültekin’e bir sorsun bakalım, o da Şeyh Sait hakkında aynı şekilde mi düşünüyor?ESki 1994 beyanı konusunda bir özrü var mıdır?
Mehmet Bedri Gültekin-İşci.Partisi. Gn. başkan. yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin için Şeyh Sait, Doğu Perinçek’in değerlendirdiği gibi bir “Ortaçağ şeyhi”, bir “karşıdevrimci” midir, yoksa Cahil Kürtler açısından bir “ulusal şahsiyet” olarak görülen ve saygı gösterilmesi gereken biri midir? Şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin, 18 Haziran 1994 tarihinde, Ankara’da, İşçi Partisi Genel Merkezi’nde “İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı” olarak bir konferans verdi. Bu konferansta yapılmış konuşmanın metni, İşçi Partisi’nin yayın organı Teori dergisinin Ağustos 1994 tarihli 56. sayısında “Ulusal İnkârcılık Üzerine” başlığıyla yayınlandı. İşte o konferansta Mehmet Bedri Gültekin Şeyh Sait hakkında aynen şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Cahil Kürt Aşiretlerinin önemli bir kısmı açısından Şeyh Sait değer verilen bir yere oturtuluyorsa, bizim buna karşı saygılı bir tavır içinde olmamız gereklidir(?). Yani bir tarihi kişilik olarak, bir ulusal şahsiyet olarak okumadan araştırmadan körü körüne değer veriyorlarsa, ulusal mücadele içinde Şeyh Sait’i Vatan Hainligi dısinda bir yere koymaya çalışıyorlarsa en azından o ulusal harekete, ulusal duygulara saygının gereği olarak buna saldıran bir tutum almamalıyız.”Bu ne Şalgam bu Ne Ulusalcılık...
Mehmet Bedri Gültekin’in bugün farklı düşündüğü iddia edilebilir mi peki? Sanmam…Bir adam yedisinde ne ise yetmişinde de ,eger bukalemun degilse,aynidir. Zira Şeyh Sait konusunda benimsenen bu tavır,Yanlış bir ilkesel tutumu, genel bir tavrı yansıtmaktadır. Bu nedenle “Mehmet Bedri Gültekin 1994’te böyle düşünüyordu, ama artık fikrini değiştirdi” demek mümkün değildir. Çünkü Şeyh Sait, 1994’te de bugün de aynı Vatan Haini Şeyh Sait’tir. Dahası, 1994 yılındaki bu konferansta Mehmet Bedri Gültekin, Şeyh Sait’i Kürt aşiretlerinin ve Zazaların bir “ulusal şahsiyeti” ve saygı gösterilmesi gereken biri olarak nitelemekle kalmamakta, Atatürk’e de saldırmakta, onu “Kürtlere katliam yapmış bir insan” olarak nitelemektedir. Şunları söylüyor Mehmet Bedri: “Siirt’teki bir Kürt,Cogu Arab Siirtliler tarafından dışlanmıs bir gurup için cahilce şahsiyet sanılmakta, Ama Onlara göre açısından kimdir Mustafa Kemal? Ulusal katliam, Kürtlere katliam yapmış bir insandır.Peki Güneydoguda bunca Kürdü öldürten İmralı canisini Lider sanan bu aşiretin Bu doğrusu da yanlıştır. Dolayısıyla Mustafa Kemal’in Türkler ve Türkiyeliler açısından taşıdığı anlamın Cahil Kürt aşiretleri açısından var olmasını bekleyemeyiz.” Tabii “Kemalist Devrim-1, Teorik Çerçeve” isimli kitabında “Kemalist diye nitelendirilen ATATURK rejimi, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm-Ki ATATURK böyle bir dogma bırakmamıstır-, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt aşiretine ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı.” (s.9) diyen Doğu Perinçek, Mehmet Bedri Gültekin’in Mustafa Kemal’i “Kürtlere katliam yapmış bir insandır” şeklinde tanımlamasına ne der,bu çelişkili tutumu ona hatırlatmakta neden tereddüt eder, bilemem! Ama Doğu Perinçek’in Şeyh Sait’e kıymet atfedenleri, onu Atatürk’ün karşısına dikenleri örneklemek için Diyarbakır’a gitmesine veya Suudi Arabistan’dan Kuveyt’ten, İran’dan örnekler vermesine gerek yok! Şu anda kendisinin vekili olarak İşçi Partisi Genel Başkanlık koltuğunda oturan kişiye baksın yeter! Mehmet Bedri Gültekin 1994 yılında Atatürk ve Şeyh Sait hakkında söylediği bu sözlerden ötürü, bugüne kadar çıkıp en ufak bir açıklama yapmamış, bir düzetmede bulunmamış, Türk milletinden de özür dilememiştir! Çünkü Mehmet Bedri Gültekin’in tavrı ilkeseldir ve 1994’te ne ise bugün de odur. Çünkü Şeyh Sait 1994’te de bugün de aynı Şeyh Sait’tir! Dolayısıyla Mehmet Bedri Gültekin, 1994’te “İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı” olarak bir anlamda “Şeyh Sait’i Atatürk’ün karşısına dikmiştir”! Ama Doğu Perinçek de bu güne kadar bu konuda tek bir eleştiride bulunmamış, bu kişinin “İşçi Partisi Genel Başkan Vekili” olarak görev yapmasını içine sindirebilmiştir! Bu durumda Perinçek’in Aydınlık’taki yazısında ifade ettiği Şeyh Sait hakkındaki değerlendirmelerinde samimi olduğu iddia edilebilir mi? Daha üzücü olan da Atatürk’e yönelik bu alçakça saldırıya ve Ortaçağ şeyhi, karşıdevrimci Şeyh Sait’in “ulusal şahsiyet” şeklinde nitelenip saygı gösterilmesi gereken bir kişi olarak ilan edilmesine İşçi Partisi üyeleri ve taraftarlarından da bir tepki gelmemiş olmasıdır. Doğu Perinçek, “Şeyh Sait’i Atatürk’ün karşısına dikenler, her şeyden önce Kürdümüze müritliği, kulluğu, marabalığı, yanaşmalığı reva görenlerdir” diyor. Ne acıdır ki Atatürk’ü “Kürtlere katliam yapmış bir insandır” şeklinde tanımlayan biri karşısında suskun kalanlar da aslında müritliği, kulluğu, yanaşmalığı, siyasal pratiklerinde sergilemiyorlar mı? Bir tarikattaki müritlikle bir parti üyesi olarak benimsenen bu onaylayıcı tavır arasında ne fark var? Bir ağaya yanaşma ve maraba olmakla, parti lideri ve yöneticilerinin her söylediğini sorgusuz sualsiz benimseyip Cumhuriyet’in kurucusu büyük önder Atatürk’ü “katliam yapmış bir insan” olarak tanımlayanların karşısında boynu bükük bir tavır almak arasında ne fark var? Atatürk’ü “Kürtlere katliam yapmış bir insan” şeklinde tanımlayanlar ve bu konuda bugüne kadar tek bir özeleştiri yapmayanlar, sadece Atatürk’ün itibarını ayaklar altına almaya yeltenmekle kalmıyor, Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet’e bağlılık duygularıyla İşçi Partisi üyesi ve taraftarı olanları da aşağılıyorlar aslında… Ama o partili de, o partinin destekçisi aydın da bu tablo karşında suskun… Çünkü şeyh uçmaz, mürit uçurur…
Topkı, Zavallı Said i Kürdi, bile Cahil Kürt Aşiretlerinden olmadıgını betimlemek için Soyadını bile NURSİ diye degiştirmiş,Hilafeti kaldırana dek ATATURK ün yanında yeralmıs, Üstadlogı Nurcu müritlerinden kaynaklanan bir garibandı.
6.7.2011 Serdar Ant-Güncel Meydan ve Atomer yöney(ODTU)





ZENGİNLERİN HAZLARI…





ZENGİNLERİN HAZLARI…

Serdar Ant

Forbes dergisi “EN ZENGİN 100 TÜRK” listesini yayınladı. Listeye göre HÜSNÜ ÖZYEĞİN, 3 milyar dolarlık servetiyle “en zengin Türk” unvanını korurken, listede ikinci sırada MEHMET EMİN KARAMEHMET 2,9 milyar dolarlık, üçüncü sırada ŞARIK TARA 2,6 milyar dolarlık servetiyle yer aldı.

“En Zengin 100 Türk”ün TOPLAM SERVETİ BU YIL 87 MİLYAR DOLAR oldu. Bu rakam, geçen bir yılda servetlere 31 milyar dolar eklendiğini ve TOPLAM SERVETİN ÖNCEKİ YILA GÖRE YÜZDE 55 ARTTIĞINI gösteriyor.

Geçen yıl 13 olan dolar milyarderlerinin sayısı, bu yıl 28 oldu. Diğer bir ifadeyle TÜRKİYE’NİN 28 DOLAR MİLYARDERİ var bugün… MİLYARDERLERİN SAYISINDAKİ ARTIŞ YÜZDE 100’DEN FAZLA demek ki…

Türkiye'nin EN ZENGİN 25 AİLESİNİN HEMEN HEPSİNİN SERVETİ BU YIL NEREDEYSE 2 KAT ARTARKEN, toplam serveti 1 milyar doları geçen 17 aile var. Türkiye'nin en zengin ailesi, 10 milyar dolarlık servetleriyle Sabancı ailesi oldu.

LİSTENİN İLK 10'UNUN TOPLAM SERVETİ 22 MİLYAR DOLARLA, BİR ÖNCEKİ YILA GÖRE 6,5 MİLYAR DOLAR ARTIŞ GÖSTERDİ. İlk 50 kişi 60 milyar dolarlık servete sahip bulunuyor. Geçen yıl bu rakam 40,7 milyar dolardı.

Çankaya’da “Devlet Zirvesi” yapanlar…
Meclis’te sözde “muhalefet” edenler…
Medyada mangalda kül bırakmayan sözde “yazarlar”…
“Profesör”, “Doçent” vb. unvanlarla sözde “bilim adamlığı” taslayanlar…

Evet, bütün bunlar arasında bu tabloya itirazı olan var mı?

“Zenginlerin hazları, fakirlerin gözyaşları pahasınadır” demiş TOLSTOY…

Yalan mı?

26.02.2010

ŞEHİT!




ŞEHİT!
Serdar Ant

Haberi bu sabah Milliyet gazetesinin internet sayfasında okudum:
“Afganistan’daki Türk Birliği Komutanı şehit!”
Afganistan'da görev yapan Türk Birliği'nin komutanı Kurmay Albay Faruk Sungur ile bir uzman çavuşun geçirdikleri trafik kazasında şehit olduklarını duyuran haber şöyle devam ediyordu:
“Acı haberi dün Mısır yolculuğu öncesi basın toplantısı düzenleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül verdi. Kazanın, Albay Sungur'un bulunduğu aracın Faryab kentinden dönüşü sırasında başka bir kamyonla çarpışması sonucu meydana geldiği belirtildi. Kurmay Albay Sungur'un yanı sıra bir uzman çavuşun da şehit olduğu kazada aracın arkasında oturan bir komutanın da ağır yaralandığı öğrenildi. (www.milliyet.com.tr, 15.7.2009)
Öncelikle şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine başsağlığı dilerim. Ne var ki, karşı karşıya olunan durum başsağlığı dilekleri ya da gözyaşları ile geçiştirilecek gibi değil… Öncelikle sormak gerek:
Türk askerinin Afganistan’da ne işi var? Birisi kurmay albay iki askerimizin kaybı gerçekten bir kaza sonucunda mı gerçekleşmiştir, yoksa söz konusu olan kamuoyundan saklanan bir saldırı mıdır?
Şu anda yapılan resmi açıklama, kurmay Albay Sungur ve uzman çavuşun bir kaza neticesinde şehit oldukları yönünde olduğuna göre, bunu doğru kabul etmemiz gerekmektedir. Sonuçta değerli bir komutanımız ve bir askerimiz şehit olmuştur, diğer bir komutanımız da ağır yaralıdır.
Peki, nedir şehit?
Ferit Develioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat”ı  şehit” sözcüğünü şöyle tanımlıyor:
“şehîd: din veya yüksek bir ülkü uğrunda ölen kimse; savaşta ölen.
Öte yandan halk arasında “şehit” sözcüğü “Vatani görevi yapmakta iken herhangi bir şekilde yaşamını yitirenler” için de kullanılmaktadır.

İyi de Afganistan’da, bir trafik kazasında yaşamını yitirerek şehit olan askerlerimiz, “din uğruna” mı savaşıyorlardı? Ya da Afganistan’da “uğruna ölümün göze alındığı yüksek ülkü” ne idi? Türk Birliği’nin Afganistan’da bulunma nedeninin “vatani görev” olduğu iddia edilebilir mi?
Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine isimli şiirinde Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!” diyordu. Afganistan’da şehit olan askerlerimiz gerçekten “bir hilal uğruna” mı yaşama veda ettiler?
Bu soruları yanıtlarken, Büyük Atatürk’ün 1930 yılında Türk ordusu hakkında söylediklerini anımsamak yaşamsal önemdedir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir.”  

15.7.2009

2 Aralık 2015 Çarşamba

ÖYLE BIRAKMAM ONU




ÖYLE BIRAKMAM ONU


Rıfat Serdaroğlu
28 Kasım 2015
Rifat Serdaroğlu
Ahmet Hakan’ın 4 profesyonel tetikçi tarafından dövülmesi iç ve dış kamuoyunda çok tepki çekince, Can Dündar’ın hesabının görülmesi yargıdaki elemanlarına bırakıldı.
Ne zaman ki “ Özel Yetkili Sulh Ceza Hâkimlikleri nin ” yaratıcısı eski İmam
Bekir Bozdağ tekrar Adalet Bakanı oldu, düğmeye basıldı.
Türk Devletinin Bağımsız Yargısının Yönetimi, AKP ve Erdoğan’ın izni ile Cemaate devredildiği zamanlarda sistem şöyle işlerdi;
Reis, birinin içeri atılması istediğinde derhal bir toplantı yapılırdı. İçeri atılacak kişinin kamuoyundaki konumuna göre suç delili yaratacak ekibe görev verilirdi. Delil yaratacak ekibin Polis ayağını Cemaatin Polis İmamı organize eder ve delil yaratıldıktan sonra, Cemaatin Savcısının emriyle kişinin evine yapılan baskında, ya buzdolabının arkasına ya da yatağın altına itinayla yerleştirilir ve hemen bulunurdu! Hedef kişi gözaltına alınır, Cemaatçi Savcı tutuklama talebiyle kişiyi Cemaatçi Hâkime gönderir ve kişi tutuklanırdı. Kişinin suçsuzluğu anlaşılıp tahliye edilmesi en erken 1-1,5-2 yılı bulurdu.
İntikam alınmış, Reis’e biat etmeyen kişinin burnu sürtülmüş, hayatı karartılmış olurdu…
Bu anlatılanlar, bir mafya filminden nakledilen bir senaryo değildir.
Yazılanların gerçek olduğu, sürekli olarak aldatıldığını-kandırıldığını söyleyen Cumhur’un Başı tarafından defalarca anlatıldı. Cumhur’un Başı, bunu yapanları “Feto Terör Örgütü” olarak ilan etti ve Fethullah Gülen’in bulunduğu yerden çıkartılarak Türkiye’ye getirilmesi için yurtdışında anlaştığı bir hukuk firmasına görev verdiğini açıkladı…
Değerli Okurlar;
Yukarıda anlatılan olayların sürekli yaşandığı, devlet görevlilerinin ve siyasetçilerin mafya liderleri ile iş tuttuğu, yasaların bir zümre lehine çarpıtıldığı, devlet gücünün masum insanları ezmek için kullanıldığı yönetim şekli, DİKTATÖRLÜKTÜR.
Eğer bir ülkede Başbakan, bir suç örgütü ile işbirliği yapıp, örgüt elemanlarının devletin en hassas birimlerine yerleşmelerine izin veriyorsa o Başbakan suç ortağıdır ve dikta eğilimli biridir.
Eğer bir ülkede Cumhurbaşkanı, yazısını beğenmediği bir gazeteciyi şikâyet için yargıya başvurmak yerine, “Böyle bırakmam onu” gibi mafya ağzıyla tehdit ediyor ve yargıyı etkiliyorsa, orada demokrasinin kırıntısı dahi yoktur.
Eğer bir ülkede Yargı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 20 yıl önce suç olmaktan çıkardığı bir konuda gazetecileri yetkisiz olarak zindana atabiliyorsa,
o ülkede hukukun kırıntısı kalmamıştır.
Gidiş, dikta yönetimine doğrudur.
Cumhuriyetimizi dikta yönetimine çevirmek isteyen, demokrasimize kast eden, hayat tarzımızı değiştirip bizleri Ortadoğu karanlığına atmak isteyenlerle mücadelemiz anlayacakları dilde devam edecektir.
Bu vatanı sokakta bulmadık. Bu vatanı kimse bize bağışlamadı. Dedelerimiz kan akıtarak, can vererek bu toprakları VATAN yapıp bizlere bıraktılar. Binlerce yıllık devlet tecrübemiz, 65 yıllık demokrasi tecrübemiz var. Ne Cumhuriyetimizden ne de demokrasimizi yaşatıp geliştirme mücadelemizden asla vaz geçmeyiz…
Türk Milleti de O’nun gerçek niyetini anlamaya başladı. Böyle bırakmaz onu…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
28 Kasım 2015
Rifat Serdaroğlu

.

YAKTILAR ÜLKEMİZİ YAKTILAR!


YAKTILAR ÜLKEMİZİ YAKTILAR!





Rıfat Serdaroğlu

30 Kasım 2015
Rifat Serdaroğlu
Türk Ordusu, 1984 yılından beri dış destekli PKK Narko-Terör örgütü ile savaşıyor.
Ordumuz bu konuda, dünyadaki hiçbir ordunun sahip olmadığı deneyime, bilgiye sahiptir!
Türk Ordusu ve Türk Polisi, kendilerine verilen devlet görevini binlerce şehit, binlerce gazi vermek pahasına başarıyla yerine getirdi!
2002 yılında AKP işbaşına geldiğinde terör örgütü çökertilmiş, inlerinden başlarını çıkaramaz, eylem yapamaz hale getirilmişti. Yapılması gereken
Türk Ordusunun ve Polisinin yaptığı mücadeleyi, ekonomik ve sosyal alanda, demokrasinin standartlarını yükselterek sürdürmek-taçlandırmak
ve ülkemizin o bölgesinde kalıcı barışı sağlamaktı…
Peki, bunlar ne yaptılar?
-Ülkemizi paramparça yapacak bir uluslararası oyun olan BOP ’un piyonu olup, Eşbaşkan olduk bizim görevimiz var, dediler!
-Cemaatle işbirliği yapıp, Türk Ordusunun moral motivasyonunu bozdular.
-Yıllarca teröristlerle mücadele eden kahramanları sahte deliller üretip, zindana attılar!
-Haram parayla kurulmuş Televizyon ve Gazetelerinde, maaşlı tetikçilerine
Türk Ordusuna hakaret yağdırdılar.
-Çözüm Süreci dedikleri ihanet süreci boyunca PKK Narko-Terör örgütünü,
Türk Devletinin muhatabı yaptılar. Defalarca görüştüler. Terör örgütünün şehirlerimizi, sokaklarımızı bomba ve silah deposu haline getirmesine göz yumdular. Dağdaki katillerin, şehirlere yerleşmelerine ve örgütlenmelerine, zavallı insanları soymalarına, öldürmelerine izin verdiler…
Tüm bunları bilerek, isteyerek, planlayarak yaptılar. Türk Devletini çökertip, yerine Federe İslam Devletini kurmak amacıyla kurulmuş terör örgütleriyle iç içe oldular. Ne kadar acemi, ne kadar cahil adam varsa, kendilerine biat etme şartıyla devlette kadro verdiler!
Ülkede her şey karmakarışık olunca da;
Bizi aldattılar, bizi kandırdılar, çok safmışız!
Cemaat kötü, Cemaat hain, Cemaat düşman, Cemaat hırsız…
PKK ile mücadelemiz devam edecek, terörü biz bitireceğiz, falan filan…
Ülkemizi Ortadoğu bataklığına attılar. Devletin hafızasına sahip deneyimli diplomatları dinlemediler, tecrübeli siyasetçiler olarak yazdık, söyledik yine dinlemediler!
Suriye konusunda yapayalnız kaldık. Tıpkı Tunus-Libya-Mısır’da olduğu gibi, yapayalnız!
IŞİD için, “Bunlar asabi genç Müslümanlar, iyi çocuklar” dan, DAİŞ’ de terör örgütüdür, El-Nusra da terör örgütüdür demeye başladılar.
Her şey karmakarışık olunca da;
Esad kötü, Putin kötü, Merkel kötü, tüm dünya kötü, herkes kötü, herkes biraraya geldi ve bizi kandırdı, bizi aldattı…
Yedi sene boyunca, Haram Havuzundan beslenen yandaş medya, devlet sırrı sayılabilecek haberleri sayfa-sayfa verdi. Televizyonlarda konuştular.
Türk Ordusunun kozmik odasını bastılar. Askeri birliklerdeki resmi evrakları gazetelerinde yazdılar Milli Ordumuzu kötülediler.
Bunlardan bir tanesi bile tutuklanmadı!
Ne zaman ki, Can Dündar ve Erdem Gül, MİT Tırlarıyla taşınan silahların haberini yaptılar, resimlediler doğru cezaevine yollandılar.
13 sene ülkeyi yönettiklerini zannettiler, 14 üncü seneye girdik. Bu zaman içinde, ülkenin güney sınırını elek haline getirdiler. Ortadoğu’nun ne kadar katili, sapığı, teröristi varsa vizeler kalktığı için ülkemize girdiler. Polisin kişiye dayalı istihbarat çalışmaları çöktü. Yetmedi 2,5 milyon Suriyeliyi, hiçbir kayıt altına almadan ülkeye kabul ettiler. Kadın ve çocukların dışındakiler potansiyel terörist, tetikçi, hırsız olarak çalışmaya başladılar.
Polis ’in ilk işi kendini korumak haline geldi!
Cumartesi günü de “Takarof” marka Rus yapımı ve Hizbullah Terör Örgütünün simgesi olan bir silahla ve tek kurşunla Diyarbakır Baro Başkanını öldürdüler…
AKP Hükümetinin bizzat kendisi ve Cumhur’un Başı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “Beka Sorunu” haline geldiler.
Bu güzel ülke ve Türk Milleti sizlere ne kötülük yaptı ki, yaktınız ülkemizi yaktınız…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
30 Kasım 2015
Rifat Serdaroğlu

BİRAZDA İÇERİ GİRENLERİ GÖRÜN!



BİRAZDA İÇERİ GİRENLERİ GÖRÜN!


01 Kasım 2015
Rifat Serdaroğlu
Rıfat Serdaroğlu
“Aniden zengin olanı partiden atarım, sokmam onu” dediği halde Davutoğlu, Soylu Süleyman ve Milyonali ’ye rağmen yeni kurulan Bakanlar Kurulundaki yerini korumayı başardı!
MİT Tırları ile silah gönderilmesini resimleyen ve haber yaptıkları için tutuklanan gazeteciler için, “keşke tutuksuz yargılansaydılar” dediği anda, şak diye 2 General, 1 Emekli Albay daha aynı konu için tutuklanıp zindana atıldılar!
Daha dün, “Cemaatçi Savcı ve Yargıçlar Türk Ordusuna kumpas kurdu” diyenler, şimdi “Yargı’nın işidir, kimse karışmasın, biz Yargının işine de dişine de karışmayız, yargı bağımsızdır yahu” demeye başladılar…
Bugünlük MİT Tırları ile neyin nereye gittiğini veya gitmediğini TC Hükümeti Başbakan Yardımcısı eski Ülkücü, yeni Karun Yıldırım Tuğrul Türkeş Bey’e bırakalım.
Benim Sayın Cumhuriyet Savcılarından ve çok güçlü Sulh Ceza Hâkimlerinden bir istirhamım olacak;
Bir an için MİT Tırlarıyla dışarı giden silah-mühimmat-insani yardım olayını lütfen unutun. Çünkü başımızda daha büyük bir dert var!
Sizler biraz da, içeri giren silahlarla- bombalarla- mayınlarla uğraşın!
İçeri giren silahlar, gencecik askerlerimizi-polislerimizi- köy korucularımızı- sivil insanlarımızı öldürüyor, sakat bırakıyor. Bu ağır silahları her nasılsa ele geçiren PKK Narko-Terör örgütü militanları, şehirlerimizde günlerce polisle-askerle savaşıyorlar. Ekmek almaya giden insanları bile acımadan öldürüyorlar!
Sayın Savcılarımız ve Muhterem Yargıçlarımız, milletin kafasına takılan sorular şunlardır;
-Kim soktu bu kadar çok silahı-bombayı bizim içimize?
-Kimse görmedi mi, yoksa görmezden mi geldiler?
-80 Bin adet uzun namlulu ağır silah, ortalama 7 kilodan, yaklaşık 560 ton eder. Mayınlar-bombalarla 1000 ton! Yaklaşık 100 kamyon tehlikeli madde nasıl olur da hiçbir devlet görevlisinin, MİT-Emniyet İstihbarat gibi son derece becerikli kişilerin görev yaptığı kuruluşların dikkatini çekmeden yurda girecek ve fark edilmeden şehirlerimize dağıtımı yapılacak!
İşte bunları da araştırın Sayın Savcılar ve Muhterem Yargıçlar!
Kimlere soracağınız konusunda bazı önerilerim olacak;
-13 senedir Türkiye’yi yöneten ve Türk Milletine sürekli olarak, “PKK Silah bırakıyor, yurtdışına çekiliyor” masalını anlatan Dönemin Başbakanı Erdoğan- Başbakan Davutoğlu- Dönemin Genelkurmay Başkanı Özel Paşa- MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve bu sürede Emniyet Genel Müdürlüğü yapmış kişiler…
-Büyükşehirlerimizi bomba deposu haline getirdiniz diyen MİT Görevlileri!
-Türkiye’ye 80 Bin uzun namlulu ağır silah soktunuz diyen Emniyet Görevlileri!
-Kuzey Irak’ta rafineri sahibi olan ve kaçak petrolü taşıyan sözde işadamları!
-54 Bin insanımızın hayatını ve 400 Milyar Dolarımızı çalan katil Öcalan ile
TC Devleti adına İmralı’da görüşenlerin tamamı!
-Barzani denen adamın Türkiye’deki 80 şirketi ile ticaret yapanların hepsi!
Sayın Savcılar ve Muhterem Yargıçlar;
Dün, oğlu kafasından vurularak şehit olmuş bir baba ile görüştüm. Bana ne dedi biliyor musunuz? “Kendi devletimizin gücü bizim gibi onu seven garibanlara mı yetiyor? Elime silah alıp, insan öldürmeye başlasam, acaba feryadımı duyan olur mu?”
Yaa işte böyle Sayın Adalet sağlamakla görevli ve Türk Milletinin vergilerinden maaş alan değerli insanlar!
Şimdilik bırakın bizden dışarı çıkanı da, dışardan bize girenin peşine düşün. Onları yakaladığınız zaman, zaten diğeri de çözülmüş olacak. Ha gayret…
Sağlık ve başarı dileklerimle
 01 Kasım 2015
Rifat Serdaroğlu

.

DAMAT BERAT PAŞA HÜKÜMETİ



DAMAT BERAT PAŞA HÜKÜMETİ



Rıfat Serdaroğlu

DAMAT BERAT PAŞA HÜKÜMETİ

Yeni yepyeni cedit cepcedit, geçmiş 13 senenin kötülükleriyle hiç ilgisi olmayan hükümetimiz (!) Beştepe ile AK Tepe arasında uzun süren git-gellerden sonra nihayet kuruldu. Vatana Millete Barzani'ye Öcalan'a ve dahi Obama'ya hayırlı olsun. Putin'e hiçbir şey yok!
Allah tuttuklarını altın etsin! "Ulan biz bunlardan daha temiziz be" diye kulis atan Saatçi Zafer ve Amerikalı Egemen hasetlerinden çatır-çatır çatlasınlar!
Yeni Bakanlar Kurulunda en önemli olay, Başbakan Davutoğlu'nun koltuğunu koruyabilmesiydi!
Hele AKP Milletvekillerine "Yolsuzluk yapanı, aniden zenginleşeni partiden atarım" demesinden sonra, milletvekillerinden öyle tepkiler duyduk ki, aha dedik adamcağız gelmeden gidecek galiba!
Milletvekilleri; "Ne diyor bu yahu? Daha yeni geldik. Gücü bize mi yetiyor. Kendisi, hırsızlıktan atılan 4 Bakanla aynı Bakanlar Kurulunda bulunmadı mı? Sıfırlamalar yapılırken sesi niçin çıkmıyordu?"Bu beyanat,Beştepe Sarayının salonlarında ve para kasası olarak kullanılan çelik odalarında çok konuşuldu. Tüm bunlara rağmen Davutoğlu, hiçbir işe karışmamak şartıyla koltuğunu başarıyla korudu. Kendisini kutlarız.
Yılmaz Özdil'in yazdığı gibi, hükümetin kurulduğu ilk 5 günde Rusya ile papaz olduk! İki gazeteci, iki General, bir Albay tutuklandı! İki Polis, bir Asker şehit edildi ve Diyarbakır Baro Başkanı öldürüldü! AKP'nin Türkiye sathına yaydığı binlerce kaçak Kur'an Kurslarından birinde yangın çıktı, 6 çocuğumuz cahil yobazların elinde cayır-cayır yandı. İstanbul-Bayrampaşa'da metroda patlama oldu…
Yani ne kadar uğurlu (!) bir hükümetimiz olduğunu şimdiden görmüş olduk…
Türk Milletine söylenen, "Bakanları seçerken bilgiye-beceriye-bölgesel dağılıma dikkat edildi", lafı var ya tamamen palavradır. Sakın inanmayın!
Doğrusunu ben size söyleyeyim;
-"Devletin sopası" olarak bilinen 4 Bakanlık; İçişleri-Adalet-Maliye-Milli Savunma Bakanlıkları Cumhur'un Başı'nın yüzde yüz adamlarıdır.
  • Yargı'yı Erdoğan'ın emrine veren düzenlemeleri yapan Bekir Bozdağ değil mi?
  • Polis Müdürüne, "Savcının emrini dinlemeyin" diye emir veren Kara Vezir Efkan Ala değil mi?
  • Masak Raporlarının hazırlanmasında, Maliye denetimlerinin işadamlarını korkutup teslim almanın arkasındaki esas isim, dönemin Maliye Müsteşarı Naci Ağbal değil mi?
  • TSK Komuta Heyetinin yeniden düzenlenmesinde (!) önemli rol oynayan kişi İsmet Yılmaz değil mi?
Bu dört Bakan geçmiş uygulamalarında defalarca Yüce Divana gidecek eylemlerde bulunmuşlardır. Kamuoyunun basının ve siyasetçilerin tüm dikkati öncelikle bunların üzerinde olmalıdır…
-Türk Devletinin iki bakanlığı devlet yatırımlarının yaklaşık %70 ini gerçekleştirir. Ulaştırma ve Enerji Bakanlığı!
Cumhur'un Başı birine damadını, diğerine taa Belediye Başkanlığından bu yana "Kara Kutusu-Sırdaşı" olan Kayınço Binali'yi atamıştır. Bundan böylede, aynen 13 senedir olduğu gibi, devletin yapacağı tüm büyük yatırımlarda, Kamu İhale Kurumunun denetimindeki ihale yöntemiyle hak edenler değil, seçilenler-havuz müteahhitleri söz sahibi olacaklar.
Cumhur'un Başı, bunların yanında Milli Eğitim Bakanlığının, "Milli" kısmını yine Nabi Avcı ile kaldırmaya gayret edecek, Öcalan ile görüşmeleri de yine Yalçın Akdoğan kanalıyla yürütecek.
Cumhur'un Başı, Ülkücü Harekete ihanet eden Tuğrul Beye, Milli Görüş Hareketine ihanet eden Numan Kurtulmuş'a, Demokrat Parti Genel Başkanı iken giydiği donunun bile parasını partiye ödeten Soylu Süleyman'a da ihanetlerinin karşılığını verdi. Siyasetin değişmez kuralı "Başkasına ihanet eden, sana da ihanet eder" gerçeğini unutarak…
Gerçi Bilal Oğlanı, Sümeyye kızımızı, Jöleli Yiğit'i, Alo Fatih'i de Bakanlar Kurulunda görmek isterdik ama inşallah bir dahaki sefere!
Yalnız bir dahaki sefere, Ulu Hakan Sedat gibi bir eli Rabia-diğer eli Bozkurt işareti yapabilen AK-Delikanlıyı da kabinede görmek isteriz.
Putin benzeri yakın döğüşte, kara kuşak-yedinci benek sahibi birine kim haddini bildirecek?
Yavaş-yavaş tüm Bakanlar Kurulunu eş-çocuk-akrabadan yaparsak hem binadan tasarruf etmiş oluruz, hem telefon elektrik gibi masraflar azalmış olur, hem de kararname imiş, kanunmuş gibi gereksiz işlerle uğraşmamız oluruz. Vesselam…


Rıfat Serdaroğlu



http://orajpoyraz.blogspot.com.tr/2015/12/rfat-serdaroglu-damat-berat-pasa.html



..