4 Mayıs 2015 Pazartesi

Menderesten Para İsteyen Büyükler..




Menderesten Para İsteyen Büyükler..





Haber Kategorisi: Gündem,Haber
Haber Tarihi: Çarşamba, Ocak, 2013
Haber Yazarı: Canip Giriftinoğlu
İzlenme Sayısı: 56752
Haber Yorumu:





Hala inanamıyorum,bu mektupları okudukça şaşkınlıktan dilimi yuttum,bu nasıl bir eyyam,ispiyon,yalakalık,tehdit,yalvarma okuyun bu haberi mutlaka okuyun.Siyasi tavırları var dediğimiz sembol isimlerin acizliklerini, ispiyonculuklarını görün üç kuruş için neler yapmışlar.Bu haber hiç yorum falan istemiyor sadece okuyun.
Habertürk, Menderes’in Yassıada’da yargılandığı “Örtülü ödenek” dosyasına ilişkin çarpıcı belgelere ulaştı. Ünlü yazarların Menderes’e yazdığı mektuplarda bazen yalvaran, bazen üstü kapalı tehdit içeren ifadeler yer alıyor. Necip Fazıl, “Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır” diyor.
1960 ihtilalinden sonra asılarak idam edilen Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un, Yassıada’da yargılanmasına neden olan yazar ve sanatçılara örtülü ödenekten verilen paralarla ilgili belgelere Habertürk ulaştı. Örtülü ödeneğin nereye harcandığı dair belge tutma zorunluluğu bulunmamasına rağmen Menderes, tüm harcamaları Müsteşar Korur’dan kayıt altına almasını istemiş, şahsi harcamaları da kendi banka hesabından karşılanmasını emretmişti.
Örtülü Ödenek Harcamalarının Bulunduğu Kahverengi Bavul,
Darbeden sonra evinde yapılan aramada, örtülü ödenek harcamalarının binlerce makbuzunun olduğu kahverengi bavul bulundu. Açılan bu bavulda, gizli tutulması gereken makbuz ve mektuplar da çıktı. İşte o belgelerden bazıları, örtülü ödenek davasına konu olan yazar ve sanatçılara yapılan yardımlardı. Sanatçılara yapılan yardımlarla ilgili makbuzların yanısıra, o sanatçıların Menderes’e yardım talebiyle yazdığı mektuplar da ortaya çıktı.
Her Şeyimi Uğrunuza Risk Ettim,
Menderes’e gönderilen mektuplar arasında başta Necip Fazıl Kısakürek olmak üzere Peyami Safa, Yahya Kemal Beyatlı, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Cemal Kutay, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mesut Cemil Bey, Yusuf Ziya Ortaç ve ressam İbrahim Çallı’nın mektupları dikkat çekiyor. İşte o mektuplardan bazıları:
Necip Fazıl Kısakürek
21 Ocak 1954
- “Muhterem efendim” diye başlayan mektupta Emniyet Genel Müdürü’ne kovuşturmalarla ilgili gerekli talimatın verilmesini, huzura kabul edilmesini ve kendisine yardım yapılmasını talep ediyor.
26 Aralık 1956
“Müsteşar Bey’den 2500 lira ve ‘Mecmuanı çıkar da görelim ve sonra yardım edelim’ cevabı aldım. İlk defa bir itimatsızlık sezer gibiyim. Ben parayı alır da mecmuayı mı çıkarmam veya çıkarırım da uygunsuz bir istikamet mi tutarım? Ben ki her şeyi uğrunuza riske etmiş, her defa mükemmel eseri vermiş ve bu kadar tecrübe ve çileden geçmiş bir adamım. Şahsım, kalbim ve kalemim her türlü teminatın üzerindedir.
Ben Kararlıyım ve Herşeye Razıyım,
Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır. Bütün bunlara karşı 15 bin lira zarar çarpıtılmış ve daha nice kasıt ve sabotaja karşı yalnız bırakılmış olarak sürünmekteyim. Haftalardır Ankara’nın bu hücra ve münzevi otelinde cinnet buhranları içinde çırpınmaktayım. Bütün istediğim zarara birkaç bin zamla 20 bin lira temininden ibarettir. Bunca muvaffakiyetten sonra uğratıldığım bu hal ve düştüğüm şeref kırıklığı hayatıma mal olabilir. (…) Artık Necip hakkında olmak mı olmamak mı kararı sizi de üzüntüden kurtaracak şekilde verilmeli ve bu iş bitirilmelidir. Ben kararlıyım ve her şeye razıyım.”

14 Ocak 1958

“Ben hastayım. Şekerliyim. Ayrıca çıldırmak üzereyim. Bütün hastane halime acıyor. Bu vaziyette emrin uzaması benim ölüme ve cinnete terk edilmem demektir. Başıma bir hal gelecek olursa Allah’a, Türk Milletine ve “Allah bir” diyenlere karşı hesap nasıl verecektir. Kadiri mutlakın üzerine yemin ederim ki yalan söylemiyorum, mübelağa etmiyorum, rol oynamıyorum,  edebiyat  yapmıyorum.”

14 Haziran 1958

Reklam ve sair ihtiyaçlarım için 10 bin lira lütfedilirse… Ayda 6 bin lire tahsis olunursa… Akis, Kim, Form gibi mecmuacıklarla bütün muhalefet matbuatını saf fikirle çürütücü, muazzam bir içtimai ve edebi, ideoloji, bina edici kaalara ve yüreklere nüfuz edici bir mecmua kuracağıma emin olunabilir. Bu da olmazsa tam altı aydır bir tek yardım görmeyen beni vazife günüme kadar her ay muayyen ve mukarrer bir mikyas altında kurmaktan ve göz yaşları içende yalnız ibadet ve mücerret eserler kaleme almaya terk etmekten başka iş kalmaz.”

Orhan Seyfi Orhon:

‘Kalemimizi bu hizmette kullanmaya hazırız’
“Yusuf Ziya Ortaç ile Akbaba’yı 1954 seçimlerini sonuna kadar muhalefetin hiciv, istihza ve tarizlerini aynı silahla hem çok daha incelik ve zerafet le karşılayan bir mizah dergisi olarak çıkarmayı kabul ediyoruz. Akbaba, iktidarı destekleyerek muhalefete hucum edeceği için kazançlı bir iş olmaz. Bu gazeteye konması kararlaştırılan parayı Akbaba’yı 1954 seçimlerinin sonuna kadar çıkarmak için kullanacağız. Şayet Akbaba, partice çıkarılırsa matbaa, kağıt ve diğer masraflar temin edilirse biz kalemimizi bu hizmette kullanmaya hazırız.”

Yusuf Ziya Ortaç:

’2 bin dolar bulup arabacık getiremedim’

(Müsteşar’a yazdığı mektupta Ortaç, Almanya’da okuyan oğlu için para istiyor)
“Almanya’da tahsil gören oğlum bu sene yurda gelmedi. İmtihanları var. Elbiseleri, pantosu, iskarpini kalmamış. Kendisine 2500 lira göndermek niyazındayım. Ben de 15 gün içinde İsviçre’ye gideceğim. Miktar söylemeyeceğim. Bunu senin kardeş delaletinle benim aziz başvekilimin takdir ve tensiplerine bırakıyorum.”
“Üzelecek bir şey söyleyeyim mi? Bizim meşhur otomobil iki aydır garajda. Otomatik vitesli olduğu için kullanması zor. Param parça ettiler, şimdi Amerika’dan yedek parça bekliyorum. (…) Ben 2 bin dolar bulup bir arabacık getiremedim. Kırılıyorum… Amma o kadar darılamıyorum.”
‘Hürriyet yüzde 99.5 muhalefetin malı oldu’
- (İktidarın tek gazetesi Zafer’dir. hem de hiç kafi değildir. Çünkü katıksız hükümet ve parti organıdır, bir Ankaragazetesidir, efkarı umumiyeyi yapan ise İstanbul gazeteleridir. Hürriyet Gazetesi yüzde 99.5 muhalefetin malı olmuştur. Terzi İzzet Apartmanı’nda yapılan toplantılardan konuşulan mevzulardan, alınan kararların hepsi bence malumdur. Sedat Simavi’nin oğlu Haluk da burada ağa düşürülmüştür. Mutlaka işin büyüklüğüne nazaran küçük bir fedakarlığa katlanılmalı ve hemen şimdi İstanbul’a bir gazete kurulmalıdır. Bunu da ben yaparım.”

Peyami Safa:

‘Müşkül durumdayım’

(O dönem Milliyet’te yazan piyami Safa, Müsteşar’dan, eşinin yurt dışındaki tedavisi için döviz istiyor)
Başvekil efendiyi rahatsız etmekten çekiniyorum. Bana olan teveccühünü kaybettiğim zannı ve endişesi içindeyim. (…) Bu müşkül durumumda bana yine bir kardeşlik yapmanı ve meseleyi münasip gördüğün kanaldan halletmeni ehemniyetle rica ederim.

From: canikiz@yahoo.com
Date: Wed, 2 Jan 2013 05:19:13 -0800
Subject: [Ozel-Buro-Istihbarat] Menderesten Para Isteyen Buyukler

*
**
YORUM, AKİS, AÇIKLAMA VE KATKILAR:

"Menderesten Para İsteyen Büyükler" 
& "Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar"

To: gercek.demokrat@hotmail.com [Mustafa Nevruz Sinaci] :
From: canikiz@yahoo.com - Date: Sat, 5 Jan 2013 02:56:20 -0800
Subject: [OzgurGundem] Re: Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar
*
Sevgili Cetiner,
Ben bu konuyu gectigimiz hafta gruplara tasidim ve kimse pek ilgilenmemisti. Oldukca onemli bir konu aslinda. Simdi sende bir Cumhuriyet yazarindan konuyu buraya tasimissin. Yanliz ortada bir sorun var, bu yazar bu konuyu sanki havada bulmus gibi yazmis, oysa bu konunun arastirmasini yapip yazan kisi Tarihci Ayse Hur, fakat Cumhuriyet gazetesi yazari herseyden bahsediyor ama asil arastirmayi yapandan bahsetmiyor ve tum parsayi kendine toplamaya calisiyor. Bu yazar serefsizligidir. Madem o kadar meraklilar neden o zaman kendi gazetelerinin kurucusu Yunus Nadi'nin Ikinci Dunya Savasi sirasindaki Hitler hayranligini bosu bosuna yapmadigini bunun icin Almanlardan aylik maas aldigini yazmiyorlar. Tarihci Ayse Hur bunu da acikladi, hatta bu arastirmayi Amerikan kaynaklarindan yapip yayinlayan Rifat Bali'nin adini da zikretti. Durust olabilmek lazim. Kisiyi severiz sevmeyiz o ayri bir sey ama yapilan ise verilen emege saygi duymak lazim. Turkiye'de olmayan bu ne yazik ki.
Gecen aksam HaberTurk Tv'de Balcicek Pamir'in programinda Ayse Hur'u tv'de izledim, o da bu durumdan yakiniyordu Ataturk ile ilgili tabulari yikarken Islamci kesim beni el ustunde tutuyordu ki bu beni cok rahatsiz ediyordu ama ne zaman ben cikip onlarin kutsallarina dokununca beni yerden yere vurmaya basladilar diyor. Necip Fazil'in kokain kullandigi, kumarbaz oldugu, devletten tirtikladigi paralar ile bile kumar oynadigi, tovbe ettigini soyledigi zaman dahi aliskanliklarindan vaz gecmedigini tek tek anlatti. Nazim konusuna da degindi hapis yatma konusunda ne Said Nursi nede Necip Fazil Nazim'in eline su dokemez dedi. Said Nursi'nin toplamda 3 yil 6 ay kadar, Necip Fazil'in da yaklasik 2 ayri zamanda 26 ay kadar hapis yattigini en son goz altina alinisinin 1951 yilinda bir kumar baskininda oldugunu anlatti. Bunun yani sira Necip Fazil'in zannedildigi gibi anti militarist degil tam tersine militarist biri oldugunu hem 27 Mayis'a hemde 12 Eylul'e ovguler duzdugunu, cikarttigi Buyuk Dogu'nun 6 ve 9 ncu sayilarinda da bunlari acikcana yazdigindan bahsetti.
*
http://mns06.blogspot.com/2013/01/menderesten-para-isteyen-buyukler.html
*
Yanisira Kurdlere karsi yapilan haksizliklari anlatirken Kurdler beni cok seviyordu, ama Kurd milliyetciliginin carpikliklarini anlattigimda beni iclerine yerlestirilmis bir Truva ati oldugumu iddia edenler bile cikti. Ermeni techiri ile ilgili yazdigimda Ermeniler beni goklere cikarttilar ama Ermenler'in yaptiklarini yazinca beni tehdit bile ettiler dedi.
Ayrica, su anda Islami konular ustunde calistigini yakinda o konulardaki tabularida yikacagini da acikladi. Bekleyelim bakalim...
O yuzden sevgili Cetiner, aykiri sese sevmesek de daima kulak vermek lazim.:)
Saygilarimla
Can Ikiz


From: Cetiner Calis <caliscetiner@gmail.com>
Sent: Saturday, January 5, 2013 9:29 AM
Subject:  Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar
*
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=390422&kn=47&ka=4&kb=5&kc=47

Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar


Çizme’de bir süre önce örtülü ödenekten Mussolini’nin finansman sağladığı aydınların listesi yayımlandı...
Şair Sibilla Aleramo’ya 168 bin liret...
Alfonso Gatto’ya 24 bin liret…
Giuseppe Ungaretti’ye 144 bin liret…
Bunlar büyük şairlerin listesi.
Gazetecilerinki farklı.
Bayağı restoran mönüsü gibi…
Değişik yemek fiyatları gibi, tüm yazarların, sanatçıların etiketi değişik.
Gazeteci tarifesi genelde şairlerden daha geniş kitlelere hitap ettikleri için olsa gerek çok daha yüksek!
Gazeteciler, şairler, sanatçılara Mussolini faşizminin biçtiği bu parasal rayiçler, iki yıl kadar önce Çizme’de, “Mussolini’nin entelektüelleri-faşizmin finanse ettiği kültür” adıyla çıkan bir kitapta, enine boyuna masaya yatırıldı.
Aydın-iktidar kodları
Giovanni Sedita isimli bir tarihçinin imzasını taşıyan kitap, aydın-iktidar ilişkisinin gen haritasını betimlediği için ilgi çekmişti.
2010 güzünde basılan kitap; aydınları iktidara çeken öğeleri irdeleyip aydın biyografilerinin bilinmeyen yönlerini teşhir ederken, faşizmin militan kamuoyu inşasında kullandığı yöntemlere ışık tuttuğu için değerli bulunmuştu.
Mussolini’nin aydınları, Menderes’in aydınları gibi, kendi adlarına mektup yazıp “Duçe”den tek tek yardım dilenmek durumundaydı…
“Duçe” de Menderes gibi, sanatçıları peşiden koşturarak bizzat satın aldığının bilinmesini istemiyordu…
Bu sebeple onları doğrudan maaşa bağlamak ya da çıkardıkları dergilere şeffaf “sübvansiyonlar vermek” yerine, “bireysel taleplere bağlı devreye sokulan” örtülü ödenek” yöntemini yeğlemişti…
“Duçe” de tıpkı gene Menderes gibi, aydınlara akıtılan paraların dökümünü tutmuştu.
Tıpkı bizde ortaya çıkan kayıtlarda şimdi belgelenmiş olduğu gibi; 1932-43 yılları arasında Mussolini faşizmi de İtalya’da 906 aydın, 387 gazete, dergi ve ajansa o dönemde gizlice 600 milyon liret dökmüştü...
Benzerlikler bu kadar. Gerisi çok farklı…
İtalya’da “faşizm dönemi” çoktan bitmiş, kapanmış olduğu için, çalışmayı yapan tarihçiye kimse; “Ne ayak? Ne iş? Senin hesabın, maksadın ne” misali sorular sormuyor.
Necip Fazıl’ın konu edilmesiyle bizde derhal komplocular devreye girdi.
Bilgiyle doğrudan ilgilenmeyen; sadece hizmet ettiği dava ve araçsallaştırma değerine iltifat eden çevreler hemen “Necip Fazıl neden karalanıyor!” diye ateş püskürdüler; “Bu itibarsızlaştırma kampanyasının hedefi ne? Hedef NFK’yi gözden düşürmek mi? AKP’yi vurmak mı?” diye akla ziyan soruları sıraladılar…
Yetmedi…
NFK’nin mektupları etrafında bir “kumar” tartışması bile çıktı…
“Necip Fazıl, Başbakan’dan paraları dergi için değil, kumar oynamak için istemiştir” diyen bir tarihçiye sosyal medyada savaş açıldı…
Oysa ki şair, “Benim geçmişim çöplük, karıştıran köpektir” dememiş miydi? Ardından Yassıada’da çıkıp, “Evet, örtülü ödenekten para aldım ve aldığımdan ziyade neden, ne yüzden aldığım mühimdir” itirafında bulunmamış mıydı?
Neden aldığı önemli mi?
“Örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları gibi vicdan kiracısı olarak para almadım. Bunlardan hiçbirisini yapmadım.1943’ten 1960’a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana süründürülen mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolu’cu, ahlakçı bir idealin himayesi yolunda para aldım ve bunu fikirler için yaptım” diye kendisini savunmamış mıydı?
İktidarla akçeli ilişkilere, AKP hükümetinin de takipçisi olduğu “dava” uğruna girdiğine göre mesele yoktu. “Üstat” tartışılamaz ve hâşâ yargılanamazdı…
Türkiye’de, İtalya’dan farklı olarak, tarih tamamlanmamış bir “hesaplaşma” havasında süregittiği için, konuya yalınkat “iktidar-aydın” ilişkisi içinden bakılamıyor.
İtalya gibi bu utanç sayfasını kapatmış bir ülke penceresinden baktığınızda halbuki; aydının iktidara her ne gerekçeyle olursa olsun (ister kumar, isterse yüce fikirler!) kalemini kiralaması, hoş görülemez ve geçiştirilemez patolojik bir durum sayılıyor.
Bizde durum farklı.
Ana akım medyada kalem oynatan aydınlar hâlâ; “Necip Fazıl; ‘Başvekilden para dilenen adam’a indirgenemez” güzellemeleri döşeniyorlar:
“O kafiyelerin efendisi, çok iyi bir şairdir. Necip Fazıl sanatıyla kendisini affettirir” diyerek ahkâm kesiyorlar.
Mussolini’ye hizmet eden kalemler de “sanat” yönü güçlü aydınlardı.
Bu, onları tarihin yargısından kurtarmaya yetmedi.
Hamasetten arınıp dinç dimağla etrafa bakarsak, kalemini satan aydınlar hakkında tarihin verdiği yargının ne olduğunu görürüz. (http://mns06.blogspot.com/2013/01/menderesten-para-isteyen-buyukler.html)
5 Ocak 2013 - Cumhuriyet

***

To: SiyasetMeydani@yahoogroups.com; desifre@yahoogroups.com; ozgur_gundem@yahoogroups.com; ozgur_dusunceyi_savunanlar@yahoogroups.com; sanalsiyaset@yahoogroups.com
From: canikiz@yahoo.com; Date: Sat, 5 Jan 2013 03:52:14 -0800
Subject: [OzgurGundem] Re: [SiyasetMeydani] Re: Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar
Sayin Simsek,
Nerede benim yazim? Ben mi gonderdim Cumhuriyet'te cikmis olan yaziyi?
Ayrica, Necip Fazil mahkeme de oyle ifade vermisse bu onun dogru soylediginin kaniti olur mu? Daha bunun bile farkinda degilsin. Kanit belgeler ile olur. Meslegi tarihci olan Ayse Hur, meslegini de riske atarak yaptigi arastirmanin sonuclarini acikliyor, belgelerini de sunuyor. Eger  varsa soyliyecek bir seyi olan, gitsin ona soylesin kolaysa.
Anlasilan zemzem bidonda durdugu gibi durmuyor...
Can Ikiz
*********************
From: ahmet dogan Simsek <ahmetdogan.simsek@gmail.com>
To: SiyasetMeydani@yahoogroups.com
Sent: Saturday, January 5, 2013 1:21 PM
Subject: Re: [SiyasetMeydani] Re: Necip Fazıl ve Kalemini Satan Aydınlar
 *
Necip Fazılın Yassı ada yargıcı Salim Başola bu konuda verdiği cevabı zamanıkısıtlı olanlar için.Yazının son bölümünde kırmızıya çevirerek belirginleştirdim. Ahmet Doğan Şimşek
Yazının kısa yolu
http://www.takvim.com.tr/Yazarlar/erandac/2013/01/05/tokat-gibi-cevap

Tokat gibi cevap

27 Mayıs darbesinin üzerinden 52 yıl geçti. Başbakan Adnan Menderes ile Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idamının acısı hâlâ tazeliğini koruyor.
Türk halkı, onlarca yıldır bu aziz insanları şükranla hayır duaları ile anmaktadır. Onları idama gönderenler ise hiçbir dönemde bu cinayetin vebalinden, bu utançtan kurtulamamışlardır.
Türk milleti kendi iradesiyle göreve getirdiği bu masum insanların katledilmesini her zaman lanetle anmıştır.
Tesellimiz yarım asırdır dinmeyen bu acının boşa gitmemiş olmasıdır.
Menderes'in demokrasi mirasının çok güçlü olması dolayısıyla, hiç bir darbe, halkın demokrasiye olan inancını kıramamaktadır.
27 Mayıs darbesiyle kurulan Yassıada mahkemelerinde yaşanan hukuk katliamı da tarihe kara bir leke olarak geçmiş bulunuyor.
Bu bağlamda, bir taraftan darbeciler yargılanırken, birer birer mahkemeler önüne çıkarken, diğer yandan TBMM'nin, "Yassıada kararlarının yok sayılması, verilen kararların iptali, yassıada mahkemelerinin insanlık suçu işlediğine" yönelik kararını görmek için sabırsızlanıyoruz.

ÜSTADIN TARİHİ ÖNGÖRÜSÜ

Üstat Necip Fazıl'ın bazı mektuplar üzerinden isminin yıpratılması çabaları sürerken, onun yıllar önce Yassıada mahkemelerinde yaptığı tarihi öngörüler içeren konuşmasını bu vesile ile tekrar hatırlayalım. Dava konularından biri de 'örtülü ödenek'ti. Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur, örtülü ödeneği amacına uygun olarak kullanmamakla insafsızca suçlanıyordu.
Merhum Menderes, mecburiyeti olmamasına rağmen Korur'dan yapılan tüm harcamaları kaydetmesini istedi ve hepsi de kaydedildi. Menderes'in emriyle tutulan bu kayıtlar, Yassıada'da önüne konuldu ve aleyhinde delil olarak kullanılmaya kalkışılmıştı. Bu davayı ilginç hale getiren unsurlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge, Mithat Perin gibi dönemin ünlü yazar ve gazetecilerinin de şahit olarak dinlenmesiydi. Örtülü Ödenek Davası'nı başlatılınca, Menderes ödenek harcamalarının önemli bir kısmı Milli Emniyet Teşkilatı'na verildiğini söylüyordu. Teşkilatın bir kısım paralarının (Daha önce yapılmış anlaşmalar uyarınca) Amerikalılar tarafından karşılanmasından rahatsız olduğunu, bu duruma son vermek için örtülü ödenekten para aktarıldığı belirtiyordu. Davanın önemli duruşmalarından biri de Necip Fazıl'ın şahit olarak dinlendiği oturumlardı. Hâkim Başol, 'gerici birine' bu paranın neden verildiğini soruyor, Menderes'te Necip Fazıl'ın bir vatansever olduğunu Başol'un yüzüne bir şamar atarcasına vurguluyordu. ...Ve ünlü şair Necip Fazıl, güçlü hitabetiyle Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol'un "Örtülü ödenekten size yardım yapılmış" sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
Evet, örtülü ödenekten para aldım.

Ne aldığımdan ziyade, ne yüzden aldığım önemlidir. Ben methiyeci, kasideci, Eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları gibi vicdan kiracısı olarak para almadım. Ve bunlardan hiçbirisini yapmadım. 1943'ten 1960'a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana sürdürülen milliyetçi, Anadolucu, ahlakçı bir idealin himayesi yolunda para aldım ve bunu bir fikir hakkında en doğal şekilde kullandım. Menderes'le ilk temasım 1951'de İzmir'de başlar. Başbakan Menderes, İzmir de Müslümanlara yönelik önemli bir konuşma yaptı. O zaman ümidimizin mihrakı (odağı) olarak gözümüze Menderes'i getirdik. 1952 de Ankara'ya gittim. Günlük Büyük Doğu'yu kurdum. Dava uğruna yazılara başladım.
Başol: İdealiniz nedir?
Kısakürek: Garb'ın (Batı'nın) bütün olumlu bilgilerini rönesans anlayışı içinde almak ve Şark'ın ruhunu aynen korumak, bu inanca sahip etmek ve din aslına sahip etmek, bütün gerçeği idrak etmek (anlamak), dinin paklığını ve saffetini (temizliğini), asaletini, Garb'ın büyük kafasında tekâmül ettirmek ve bu ruha tatbik etmektir.
SONUÇ: Üstat Necip Fazıl'ın, tarihi öngörüsüne tekrar ve tekrar bakalım.
Yüzyıllar boyu edinilen tecrübeler getirir asilliği. Türkiye, dev gibi yıkılan bir devrin ardından avucundaki asalet(asillik) pırıltıları ile soylu İslam tarihinden beslenerek geleceğin küresel aktörlüğüne yürümektedir.



.


TRAJİK BİR HİKAYE "Menderes’le ilk karşılaşma ve Londra’daki uçak kazası"





TRAJİK BİR HİKAYE 

"Menderes’le ilk karşılaşma ve Londra’daki uçak kazası" 





14. Dönem Bursa Milletvekili
Av. Ertuğrul MAT
Menderes’le ilk karşılaşma ve Londra’daki uçak kazası

Ertuğrul MAT




17 Şubat 1959 tarihinde Londra’da Kıbrıs konusunda nihai anlaşma imzalanacaktı. İstanbul’a gelen Yavuz ve Erol’la İstanbul Vilayeti’ ne gittik. Menderes oradaydı. Yanında İstanbul Valisi Ethem Yetkiner ve İstanbul Belediye Başkanı Kemal Aygün vardı.
Özel Kalem Müdürü Muzaffer Ersü’ yü görüp, Başbakan’la görüşmek istediğimizi söyledik. Ersü Ankara’dan Yavuz’u tanıyordu. Menderes’in yanına girdi ve “Gençler size hayırlı yolculuklar dilemek istiyorlar” diye arz edip, biraz sonra üçümüzü Menderes’in yanına götürdü.
Ben ve Erol, Menderes’le ilk defa karşılaşıyorduk.
Çok heyecanlıydık.
Menderes bizi ayakta karşılamış,, ellerimizi sıkıp yer göstermiş, hatta masanın kenarından iskemle çekip oturmamıza yardım etmişti. Nezaketi, bizi adeta büyülemişti..
Yavuz İstanbul’a gelmeden Ankara’da bir basın toplantısı yapmış ve üniversite gençliğinin hükümetin başarısını alkışladığını söylemişti. Bunu bilen Menderes, bize gençlere iltifat edip, çay ikram etmişti.
Yavuz, bu sırada daha önceden planlamadığımız bir şey yaptı. Büyük bir rahatlıkla, “Beyefendi, yarın bizi de Londra’ya götürseniz, dosta düşmana üniversite gençliğinin size desteğini gösterseniz olmaz mı?” demiş, bu talep Menderes’in de hoşuna gitmişti..
Melih Esenbel’in hayatımızdaki rolü ve Londra’daki uçak kazası
Menderes, zile basmış ve içeriye giren Muzaffer Ersü’ye, “Melih Bey’e söyleyiniz gençler de bizimle Londra’ya gelecek, gereğini yapsın” demişti..
O zamanlar Avrupa’ya gitmek, gençler için bir hayaldi. Belli etmemeye çalışıyorduk, ama sevinçten havaya uçacak gibiydik. Avrupa’ya gitmek, hem de Menderes’le. Bu hayallerin bile ötesindeydi. Biraz sonra, içeriye uzunca boylu, gözlüklü şık giyimli bir bey girdi. Gelen Hariciye Vekâleti Genel Sekreteri Melih Esenbel’di.
“Beyefendi, gençleri de götürmemiz konusunda emir buyurmuşsunuz. Heyette bulunanların listesi bütün taraflara tebliğ edildi. Bu ilaveler, bazı tereddütlere sebebiyet verebilir. Müsaade buyurursanız, bir ay sonra bir harp gemisiyle İspanya’ya gideceğiz, gençleri o zaman götürelim” dedi.
Günün şartlarına göre, makul bir itirazdı ve Londra hayalimiz İspanya hayaline dönüşmüştü.
Menderes’in yanından ayrıldık, Vilayet binasından Cağaloğlu’na çıkışın hemen solundaki ilk binanın altındaki Fettah’ın esnaf lokantasına oturduk. Tabii, konu Melih Esenbel’di ve doğrusunu isterseniz, kendisinden pek saygılı bir üslupla bahsetmiyorduk.. Ertesi sabah, Özdemir Evliyazade ile birlikte Yeşilköy Hava Meydanı’na gidip Menderes’i uğurladık. Sonra, öğle yemeğini yiyip, Erolların evine gittik.
Eve gelip radyoyu açtığımızda, haberlerden, Menderes’in uçağının Londra Havaalanı’na iniş yaparken sis yüzünden düştüğünü, 35 kişilik heyetten 15 kişinin öldüğünü öğrendik. Ölenler arasında, Devlet Bakanı Server Somuncuoğlu, Eskişehir Milletvekili Kemal Zeytinoğlu, Sakarya Milletvekili Rıfat Kadıoğlu, meşhur gazeteci Nimet Arzık’ ın eşi ve Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şerif Arzık , Menderes’in Özel Kalem Müdürü Muzaffer Ersü ve Türk Hava Yolları Genel Müdürü Abdullah Parla da vardı.
Menderes kazayı ufak tefek sıyrıklarla atlatmıştı: Çanakkale Milletvekili Emin Kalafat da sağ kurtulmuştu ama vücudunda kırılmamış kemik kalmamıştı. Menderes bir ağacın altına oturmuştu. O civarda bulunan “Newgate-Chaffold çiftliği” çalışanlarından Bailey koşup kaza mahalline gelmişti. Ayağa kalkan Menderes’in kendisine “I am the prime minister of Turkey” (Ben Türkiye Başvekiliyim) demesi ertesi günkü bütün dünya gazetelerinde yer almıştı.
Erol’un evinde radyodan bu haberi duyunca şoka girdik. Erol günlerce,bu şoku atlatmak için, sakinleştirici ilaç alacaktı.. “Bizi de götürseydi, mutlaka önde oturacak ve ölecektik.” Diye tekrarlayıp duruyor ve ”O gün Melih Esenbel için neler söylemiştik. Artık, Melih Bey’i manevi pederimizdir.” Diye ilave ediyordu..
Londra’daki uçak kazasından 18 yıl sonra Washington Büyükelçisi Melih Esenbel tatilini geçirmek ve istişarelerde bulunmak için Ankara’ya gelince, Ereğli Demir Çelik yönetim kurulu, Amerikan bankalarından büyük bir kredi almalarına yardımcı olan Melih Bey şerefine büyük bir kokteyl tertip etmişti.
Ben de, milletvekili seçilmiş,1966/1968 yılları arasında Erdemir’de murakıplık yaptığım için, ben de kokteyle davet edilmiştim… Kokteylde, sohbet imkânı bulduğumuz zaman, Melih Bey’e Londra uçak kazasından bir gün evvel İstanbul Vilayeti’nde yaşanan olayı hatırlatınca, ikimizin de gözleri buğulanmıştı..





Menderes uçak kazasından sonra, 22 Şubat 1959 da Türkiye’ye dönmüş, yer yerinden oynamıştı. Sanki bütün Türkiye İstanbul’a gelip, şimdi E-5 denilen yolun iki tarafını Topkapı’dan Yeşilköy Hava Meydanı’na kadar doldurmuştu. Erol, Yavuz ve Eyüp’le birlikte Yeşilköy’e koşmuş; ama kalabalıktan apron’a girememiştik.
Ertesi gün İstanbul Kulüp’te Özdemir Evliyazade, “Biliyor musunuz, dayım beni Yeşilköy’de görür görmez, ‘İyi ki çocukları götürmemişiz, ölümlerine sebep olacaktık’ dedi. ‘Nerelerde?’ diye sizi sorunca ‘Buradaydılar, ama kalabalığı yarıp size ulaşamadılar’ cevabını verdim” demişti..
Bu Özdemir Evliyazade,27 Mayıs ihtilalinden sonra, kendisini kurtarmak için, Yassıada’da dayısı aleyhine şahitlik yapmış, içimizi kanatmıştı. .Bunu duyunca, beraber çektirdiğimiz resimleri yırtmış, O’nu da ,hayatımızdan çıkarıp atmıştık..

Bir daha hiçbir araya gelmedik.

Kazadan sonra, Emin Kalafatoğlu aylarca Londra’da tedavi görmüş, hemen hemen vücudundaki bütün kırık kemikler platin çubuklarla birleştirilmişti. Uçak kazasından kurtulan Emin bey, Yassıada’da idama mahkûm olmaktan kurtulamamıştı..
İntihara teşebbüs eden Menderes hariç,14 idam mahkûmu, bir hücum bota bindirilmiş, hepsinin elleri arkadan kelepçelenmişti. Emin Kalafat, vücudundaki bütün kemikleri platinlerle takviye edilen bir insanın ellerinin arkasından bağlanmasının verdiği acıyla, “Bir an evvel assalar da bu acılardan kurtulsam” diye dua ederken.; Fatin Bey, Celal Bayar’ın sorusu üzerine Ortak Pazar’a dâhil olmanın faydalarını sanki bir üniversitede konferans verircesine anlatıyor; biraz ötede, hafız olan Agâh Erozan kısık bir sesle Kuran okuyordu…(Ankara, 29 Nisan 2014)


.


30 Nisan 2015 Perşembe

ÇOCUK HAKLARI GÜNÜNDE ÇOCUKLARIMIZ...




ÇOCUK HAKLARI GÜNÜNDE ÇOCUKLARIMIZ...





Satır içi resim 1


Bugün 20 Kasım…

Dünya Çocuk Hakları Günü…

Demokrasinin her alanda şaha kalktığı, nurlu ufuklara doğru durmadan yol alan ülkemizde çocuklar da bu gelişimden paylarına düşeni alıyorlar tabii… Çocuk Hakları Günü nedeniyle bugün gazetelerde yer alan ilgili haberleri okuyunca ülkemiz çocuklarının ne kadar “şanslı”(!) olduğunu bir kere daha gördüm.

Örneğin İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü nedeniyle yayımladığı basın açıklamasında 2013’te 55 ÇOCUK İŞÇİNİN HAYATINI KAYBETTİĞİNİ duyurmuş!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de geçen hafta yanıtladığı bir soru önergesinde 2012’de yapılan teftişler sonucu işyerlerinde 5 960 ÇOCUĞUN ÇALIŞTIĞININ TESPİT EDİLDİĞİNİ belirtiyordu.

75 milyonluk ülkede, koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti, ne yapsın, ancak 5 960 çocuğun çalıştığını tespit edebilmiş!

İşte bu çocuklardan 55’i de iş kazalarında yaşamını kaybediyor! Bu ölümleri TESPİT ETMEMEK mümkün değil tabii… Ortada bir cenaze var en nihayetinde!

Ne var ki CHP İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel’in hazırladığı rapora göre “6-17 yaşları arasındaki çocukların yaklaşık YÜZDE 6’sı sokak işçiliği, küçük ve orta işletmelerde de ağır ve tehlikeli işler ile tarımda ücretli olarak çalıştırılıyor.”

CHP’li Yüksel’in tespit edebildiğini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın daha tespit bile edememesi de ülkemizde çocuklara ne kadar önem verildiğinin bir başka göstergesi…

ABD’deki IOWA Üniversitesi Çocuk Koruma Program Direktörü Prof. Dr. Resmiye Oral ise Türkiye’deki çocukların EN AZ YÜZDE 20’SİNİN 18 YAŞINDAN ÖNCE CİNSEL İSTİSMARA MARUZ KALDIĞINI söylüyor. Türkiye'de tahmin edilen çocukluk çağı cinsel istismarı 3 KIZ ÇOCUĞUNDAN BİRİ, 5 ERKEK ÇOCUĞUNDAN BİRİ şeklinde…

Türkiye’de 2013 yılı Mayıs ayı verilerine göre 12-18 yaş arasındaki 2 000 ÇOCUK CEZAEVLERİNDE bulunuyor. Bunlardan 200’ü hükümlü…

Yukarıdaki şu birkaç veri, ülkemizde çocukların mahkûm olduğu tablonun sadece küçük bir parçası… Ama Başbakan, her önüne gelenin yakasına yapışıp “EN AZ 5 ÇOCUK” yapmalarını istiyor!

Birkaç yıl önce “en az 3 çocuk” diye başlayan Erdoğan, en sonunda çıtayı 5’e kadar yükseltti!

Bu durumda Erdoğan’ın öğüdüne uyup “EN AZ BEŞ” çocuk yapan bir çift, yukarıdaki verilere göre çocuklarından EN AZ BİRİNİN CİNSEL İSTİSMARA UĞRAMASIriskini de daha en baştan kabullenmek zorundadır. Hele çocuklar kız ise, bu daha büyük bir olasılık… Yetersiz beslenmeyi, eğitimsizliği, şiddete maruz kalmayı, çalışma yaşamına erken başlamayı ve iş kazalarını ise hiç saymıyorum.

Ama çocuklarınızın okul parasını ödetecek zengin bir işadamı bulursanız, o zaman başka tabii… En az beş çocuk yapmayı kafaya koyan yeni evliler, bu zengin işadamını nasıl bulacakları konusunda sevgili Başbakanlarından tavsiye alabilirler! Ne de olsa bu konuda en deneyimli olan o!

SERDAR ANT
20.11.2013


..


DERSHANELERİ KAPATMAK ÇÖZÜM MÜ?




DERSHANELERİ KAPATMAK ÇÖZÜM MÜ?


Dershaneler kapatıldığında eğitimde eşitlik sağlanacak mı?

Üniversite sınavlarına hazırlık amacıyla sadece devlet liselerine giden öğrenciler değil, Galatasaray Lisesi, Robert Kolej, Saint Joseph Lisesi gibi özel okulların öğrencileri de dershaneye gidiyor. Demek ki dershanelerin varlığı, devlet okulları ve özel okullardaki eğitimin kalite farkıyla ilgili değil. Türkiye’de devlet okullarına göre daha “nitelikli” eğitim verilen özel okulların öğrencileri de dershaneye gittiğine göre onların da böyle bir kuruma ihtiyacı olduğu açıktır.

Çünkü asıl sorun, ister “özel” olsun ister “devlet okulu”, milli eğitime bağlı bütün okullardaki EĞİTİM SİSTEMİYLE, YAPILAN MERKEZİ SINAVLAR ARASINDAKİ UYUMSUZLUKTUR. Milli Eğitimin Bakanlığı’nın müfredatı, öğrencileri sınavlara hazırlamak için yetersiz olduğundan, daha doğrusu böyle bir amacı içermediğinden, dershaneler bu açığı kapatıyorlar işte... O zaman yapılması gereken dershaneleri kapatmak değil, milli eğitimin kendine çeki düzen vermesi ve eksikliğini gidermesidir. Eğer bu gerçekleştirilebilirse, dershaneler zaten gereksiz kurumlar haline gelecektir.

Örneğin bir özel okulda bir sınıftaki öğrenci sayısı ortalama 15-20 arasındadır. Devlet okullarında bu sayı, en iyi koşullarda bile özel okuldakinin iki katıdır. Oysa birçok dershane, 8-10 kişilik sınıflarda öğrencilere eğitim vermektedir.

Bunun ötesinde dershanelerin esas olarak yanıt verdiği talep, öğrencilerin uygulama eksiklikleridir. Bu anlamda dershanelerin bir tür tamamlayıcı işleve sahip olduğu söylenebilir. Örneğim matematik dersini öğrenci kendi okulunda öğrenir. En azından dersin teorik kısmını öğrendiğini varsayalım! Gerçi dershanede de öğrenciye “teorik” olarak matematik anlatılır, ama öğrenci dershanede esas olarak okulda öğrendiklerinin PRATİĞİNİ yapar, bu alanda yetkinleşir. Gerek üniversite sınavları gerek SBS sınavları test sınavları olduğundan ve bir öğrencinin herhangi bir soruyu çözmesi için en fazla 40-50 saniye zamanı bulunduğundan, dershaneler bu bakımdan milli eğitime bağlı okulların sağlayamadığını öğrenciye vermektedir: hız ve pratiklik…

Dershaneler kapatıldığında ortaya çıkacak belli başlı sonuçlar muhtemelen şunlar olacaktır:

Öncelikle özel derse talep artacaktır. Bu alandaki arz-talep dengesizliği özel ders saat ücretlerini etkileyecek, sonuçta bu durum, daha varlıklı olanları avantajlı kılacaktır. Diğer bir ifadeyle dershanelerin kapatılması, eşitliği sağlamak yerine tam tersi bir sonuç doğuracaktır.

Ayrıca dershane sektörünün kayıt dışına kayması gibi bir sonucun ortaya çıkması da yüksek olasılıktır. Muhtemelen bu tür bir yasaklamayı “by-pass” eden girişimler gündeme gelecektir.

Dahası, üniversite sınavı ve benzer merkezi sınavlarda sıfır çekenlerin sayısı çok daha artacak, eğitimdeki başarı oranı da düşecektir.

Bugün eğitimin sorunu dershanelerin varlığı değildir. Dershaneler olsa da olmasa da öğrencileri iyi eğitemiyoruz. Sistem baştan aşağı hatalarla doludur. Bugün Türk eğitim sisteminin hali, sadece boynu değil, hiçbir yeri düzgün olmayan bir deveden farklı değildir ne yazık ki… Dershaneler üzerinden göz boyamaya yönelik değişiklikler yaparak hiçbir şey iyileşmeyecek, aksine daha da kötüleşecektir!

Oysa 11 yıldır iktidarda olan AKP, bu süre içinde 5 Milli Eğitim Bakanı değiştirmiştir. Şu anda görevde olan bakan, 11 yıl içinde bu makama oturan beşinci kişidir. Dahası, her gelen bakan da eğitim sisteminde bir şeyleri “değiştirmiştir” sözümona…

Dünyanın hiçbir ülkesinde mili eğitim gibi temel bir alanda bu kadar ciddiyetsizlik sergilendiği görülmemiştir.

Serdar Ant
16.11.2013

..

NE DERSİNİZ.?



NE DERSİNİZ?
Serdar Ant
22.9.2013   




Pazar sabahı Aydınlık gazetesini aldım elime… Önce şöyle bir göz atıyorum, ne var, ne yok diye… Genelde bildiğimiz türden haberler…  Sayfaları hızla çevirdim, ilgimi çeken bir şey varsa önce onu okuyacağım. Gazetenin arka sayfasında tam bir sayfa reklam var. Hani “iyi para kazanmışlardır bu reklamdan”  diyeceğim, ama sözkonusu olan Ulusal Kanal’ın reklamı olunca, bu yargıya varmak pek kolay olmuyor. Zira Aydınlık ceketin bir cebiyse, Ulusal Kanal diğer cebi… 20 sayfalık gazetenin her sayfasında Ulusal Kanal reklamı olsa ne yazar ki? Aydınlık’a beş kuruşluk katkısı olmaz. Bir cepten çıkan para, diğer cebe girer, o kadar…
Hem zaten Aydınlık, reklam gelirlerinden esas parayı devletten kazanıyor. Türlü çeşit resmi ilan, her gün sayfa sayfa yayınlanıyor gazetede… Erdoğan ve AKP iktidarı, kendisi aleyhine yazı yazan yazarların kovulmasını sağlayacak kadar çeşitli medya organları üzerinde bir baskı kurmuşken, iktidara “muhalefette”(!) en ön safta yer alan Aydınlık’ta, böyle her gün sayfa sayfa resmi ilan yayınlanmasının hiçbir garip yanı yok tabii… Parasıyla değil mi canım? Devlet de parayı veriyor, düdüğü çalıyor işte!
Ne yalan söylemeli, Aydınlık gazetesi de, devletten akan bu resmi ilan gelirlerinin karşılığını veriyor zaten. AKP içinde alttan alta süren Erdoğan-Gül mücadelesinde, Cumhurbaşkanı Gül aleyhine yapılan sözde “haberler”, herhalde en çok Erdoğan’ın işine yarıyordur. Mesela Aydınlık sayfalarından servis edilen, Gül-Gülen ikilisi ile Kılıçdaroğlu’nun iktidarın yenilenmesi (restorasyonu) için anlaştığı türünden senaryolar, AKP içindeki parti içi iktidar mücadelesinde Erdoğan’ın arayıp da bulamadığı türden bir “silah” işlevine sahip olmuyor mu? Bir düşünsenize… “Büyük Usta’ya karşı Kılıçdaroğlu ile el altından işbirliği yapan Gül…”   Ne ihanet!
Bunun dışında Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın Erdoğan’a yönelik keskin muhalif söyleminin zerre kadar önemi yok. Bu türden muhalif saldırıların AKP saflarında kimseyi zerre kadar ikna etmeyeceğini herkes gibi Erdoğan da gayet iyi biliyor. Ama sanki Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi eleştirirmiş gibi görünse de aslında el altından Gül-Gülen takımını hedef alan şu yukarıdaki senaryo, Erdoğan’ın parti içi rakiplerine karşı kullanabileceği iyi bir koz oluyor. “Ustaya karşı ana muhalefetle işbirliğine yönelmiş hainler” edebiyatı, Erdoğan’ın parti içi iktidar mücadelesinde, kendi saflarını sağlamlaştırmasına yarayacak bir psikolojik savaş senaryosu olarak piyasaya sürülüyor. Böylece, Aydınlık’a akan devletin resmi ilanlarının karşılığı da ödenmiş oluyor. Kısacası parayı veren düdüğü çalıyor!
Neyse, konumuz Erdoğan’ın Aydınlık’ı nasıl öttürdüğü değil. Geçerken kısa bir anımsatma yapayım dedim, o kadar. Ben asıl şu Ulusal Kanal reklamından bahsetmek istiyorum.  
Reklamda Ulusal Kanal’da önümüzdeki dönemde yayınlanacak kimi programlar ile yayıncıları tanıtılıyordu. Sabahattin Önkibar, Can Ataklı, Nurzen Amuran, Nihat Genç, Eren Erdem, Teoman Alili gibi isimler, zaten çoğu Ulusal Kanal izleyicisinin yabancısı değil… İşte bu reklama şöyle bir göz gezdirirken, Pazar günleri saat 16:15’te yayınlanacak “Ne Dersiniz?” isimli bir programın duyurusunu da gördüm. Programı yapan ve sunan kişi de Birsen Temir…
Peki, kimdir bu Birsen Temir?
Açıkçası ben de birkaç ay öncesine kadar bu kişiyi tanımıyordum. Ankaralı olmadığım için siyasal kulisleri izleme imkânına da sahip değilim. Dahası, siyasetle ilgim de sıradan bir vatandaşın ilgisi düzeyinde sayılır. Öyle içeriden bilgiye (inside information) sahip olmamı sağlayacak haber kaynaklarım da yok. Ama Suay Karaman sağolsun, beni Birsen Temir konusunda geçtiğimiz yıl bilgilendirmişti! İşte bu ismi de oradan anımsıyorum.
Suay Karaman, böyle şeyleri kendi yazmaz, yazamaz! El altında bu tür bilgileri sağa sola yayar, sonra da köşeye çekilip seyreder. Bu bakımdan çok akıllıdır! Bir zamanlar da İşçi Partisi hakkındaki yazılarımı İşçi Partililere gönderdiğini söylemişti bana… Oysa benim kendisinden böyle bir talebim yoktu. İşçi Partililerin de“aman Suay, Serdar’ın yazılarını bizimle de paylaş. Yazdıklarıyla bizi irşat ediyor!” dediğini sanmıyorum. Ama durum bu olmasına rağmen, benim yazılar o kesime Suay Karaman tarafından servis ediliyormuş! Ben de onun yalancısıyım. Kendisine teşekkür ederim bu hizmeti için… Tabii şu Birsen Temir hakkındaki bilgileri herhangi bir yazısında kullanmadığı halde, benimle paylaşmak “yüce gönüllülüğünü” gösterdiği için de ayrıca Suay Karaman’a teşekkür ediyorum! İnsanın Suya Karaman böyle bir “haber kaynağı” olsun, herhangi bir çok satışlı gazetenin Ankara temsilciliği garanti vallahi…
Şimdi gelelim Ulusal Kanal’da program yapacak olan Birsen Temir’e… “Haber kaynağım” Suay Karaman, bu konuda bana gönderdiği e-postada aynen şöyle diyor:
“Ulusal Kanal'da Alpaslan Işıklı ve Yıldırım Koç'un programları kaldırılırken, bu bayana program yaptırılıyor. Bu işte bir tuhaflık yok mu?”
Bilmem, sizce var mı bir tuhaflık?
Sonra da şöyle bir kronoloji vermiş Birsen Temir ile ilgili olarak:
“BİRSEN TEMİR (Tarih Öğretmeni):
2007 yılında Mehmet Ağar'ın DP'siden milletvekili adayı.
2009 yılında Murat Karayalçın'a destek çalışma grubunda… (Ben burada tanıdım bu mümtaz şahsiyeti)
2010 yılında ALEVİ KADINLAR BİRLİĞİ Başkanı.
2010 yılında EŞİTLİK VE DEMOKRASİ PARTİSİ kurucusu. (Etnik ve mezhepsel bir parti)
2011 yılında CHP Milletvekili aday adayı.
2011 yılında CHP Çankaya İlçe Delegesi.
2012 yılında CHP Ankara Kadın Kolları Başkanlığına aday oldu, ama kazanamadı.
2012 yılında ADD Genel Merkez Denetleme Kurulu üyesi.
2012 Eylül ayında ULUSAL KANAL'da program yapmaya başladı.
2012 Ekim ayında Cem Vakfı Ankara Şubesi Kadın Kolları Başkanı oldu.”

En sonunda da Suay Karaman şu yorumu yapmış:
“Bakalım, bu hızlı ve zikzaklı yükseliş nereye varacak?”
Vallahi konunun “uzmanı” Suay Karaman olduğuna göre, sorduğu soruyu neden yanıtlamaktan kaçınmış orasını pek anlayamadım. Ama mevcut manzara şu ki, Birsen Temir’in Mehmet Ağar’ın Demokrat Partisi’nde başlayan ve birçok kapı dolaştıktan sonra Ulusal Kanal’a uzanan yolculuğu devam ediyor. Herhalde Birsen Hanım da Evliya Çelebi gibi rüyasında hazreti, peygamberi görüp “şefaat ya Resûlullah” diyecek yerde heyecandan “seyahat ya Resûlullah” demiş olacak ki, hâlâ dolaşmaya devam ediyor!
Eh bugünlerde Ulusal Kanal da Mevlevi tekkesine döndü. Yakında Rasim Ozan Kütahyalı ve muhterem eşi Nagehan hanımefendi de Ulusal Kanal’da programa başlarlarsa hiç şaşmam doğrusu… Malum televizyonculukta Nagehan Alçı’ya ablalık eden Nazlı Ilıcak ile geçen sene Ulusal Kanal’da söyleşi yapılmıştı. Rasim Ozan Kütahyalı da Ulusal Kanal’ın yeni haber sunucusu ve Aydınlık’ın yeni yazarı Ümit Zileli’nin Beyaz TV’den eski program arkadaşı olduğuna göre… Neden olmasın?
Kütahyalı ve Alçı, eğer günün birinde iktidarla “papaz” olurlarsa, Ulusal Kanal’da yerleri hazır…
Serdar Ant
22.9.2013   


AYDINLIK’IN İKİ “ARTİSTİ”…




AYDINLIK’IN İKİ “ARTİSTİ”…



Serdar Ant
23.9.2013

Dün akşam televizyonda kanallar arasında geziniyor, “ne var, ne yok” diye bakıyorum. Ulusal Kanal’da bir reklama rastladım. Yeni yayın döneminde, Ulusal Kanal’da akşam 19:00’daki haberleri artık ÜMİT ZİLELİ sunacakmış! Herhalde Zileli’ye Aydınlık’taki köşe yazarlığı yetmedi. Cumhuriyet’ten ayrılıp Aydınlık’a geçerken, bir de bunu şart koştu:
“Ulusal Kanal’da haberleri de sunarsam gelirim!”
Böylece medya dünyası Ali Kırca, Uğur Dündar, Reha Muhtar’dan sonra yeni bir “anchorman” daha kazandı:

ÜMİT ZİLELİ…   

Ama bu “anchorman” diğerlerinden biraz farklı. Çünkü o bir “DEVRİMCİ”!
Ulusal Kanal’daki reklam da Ümit Zileli’nin fiyakalı laflarıyla bitiyordu:
“UNUTMAYIN, HALK DEVRİMİ BU KANALDAN İZLEYECEK!”
“Artist!” dedim kendi kendime ve gülerek kanal değiştirdim. Madem film seyredeceğiz, bari kaliteli olanını izleyelim, değil mi?
Ama ne gezer… Televizyonda reklamdan bol ne var? Bir başka kanalda da Finansbank reklamı… Ama burada ilgi çekici olan reklam değil, reklamın yıldızı…

TUNA KİREMİTÇİ…

“Antiemperyalist”, “solcu”, “emekten yana”, “ilerici” ve “Kemalist” Aydınlık gazetesinin yazarı Tuna Kiremitçi, Finansbank reklamında… İzleyin:

Peki, “antiemperyalist”, “solcu”, “ulusalcı” ve “Kemalist” Aydınlık’ın reklam yıldızı yazarı Tuna Kiremitçi’nin reklamında oynadığı Finansbank kimin?
Ortaklardan biri yunan Nation Bank of Greece… 2012 yılı itibari ile Finansbank hisselerinin yaklaşık 94%’lük payı Yunan bankaları sahipliğindedir. Finansbank’ın 5% hissesinin sahibi ise Dünya Bankası Grubu bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Finans Kurumu "International Finance Corporation" (IFC).
Yine basında yer alan kimi haberlerde iddia edildiğine göre Finansbank’ın büyük ortağı olan bu Yunan bankasının tanıtım kitaplarında Ege ve Marmara bölgesinin bir kısmı Yunan toprağı olarak gösteriliyor!
Ama siz bu tür şeylere kafanızı hiç takmayın ve “edebiyatı bilene bırakıp TC kimlik numaramızı 5030’a kısa mesajla gönderin”!
Sonra ne mi olacak?
“Devrim” değil tabii ki!
Vakti geldiyse nakdi cebinde… Günde 2 TL’den başlayan taksitlerle kredi…
Pazarlayan da Aydınlık’ın diğer “artisti” Tuna Kiremitçi…
Biri reklam filmlerinde “devrim” pazarlamasıyla artistlik yapar, diğeri Finansbank gibi Yunanistan kökenli tefeci sermaye kuruluşlarının reklamlarında…
Sonra hiç utanıp sıkılmadan “solcu” ve “antiemperyalist” geçinen Aydınlık’taki köşelerinde atıp tutarlar… Bu ülkenin kimi yurtseverleri de bu “artistleri” koyun gibi izler.
Bilmem ki kime kızmalı?
Bu çapsız “artistlere” mi, yoksa onları el üstünde tutan “koyunlara” mı?


Serdar Ant
23.9.2013



..