demokrat partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
demokrat partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2019 Pazar

Türkiye’de Liderler ve Demokrasi, Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963 BÖLÜM 2

Türkiye’de Liderler ve Demokrasi,  Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963  BÖLÜM 2



Türkiye II. Dünya Savaşı sonrası yıllara bu koşullarda gelmiş, bu yılların dinamikleri ülkenin belli bir değişim sürecine girmesini gerekli kılmıştır. Tarih incelemelerinde “gereklilik” ya da “zorunluluk”, rahatlıkla kullanılmaması gereken kavramlardır, ama burada artık gereklilik ya da zorunluluk olarak ifade edebileceğimiz bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Türk tarih yazımında içsel ve dışsal dinamikler meselesi çok tartışılır.

Türkiye’nin çok partili siyasal yaşama geçişinde içsel dinamikler mi, dışsal dinamikler mi etkili olmuştur? Ben bu tartışma konusunu da abesle iştigal olarak kabul ediyorum. Bir toplumun bu kadar köklü değişimler geçirmesi sadece içsel ya da sadece dışsal dinamikler tarafından belirlenemeyecek kadar ciddi bir meseledir. II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan gelişmeler üzerinde hem içsel hem de dışsal dinamiklerin rolü olmuştur. Yeni kurulan dünya düzeni artık tek partili bir Türkiye’yi kendi içine kabul etmeye razı ve hazır değildir.

Türkiye’nin kendine çeki düzen vermesi lazımdır ve ilk konu da çok partili siyasal yaşama geçmektir. İçsel dinamikler açısından bakıldığı zaman ise uzun yıllar süren tek parti döneminin geniş toplumsal kitlelerde doğurmuş olduğu huzursuzluklar daha önce değişik biçimlerde ifade edilme olanağını bulmuştu. Serbest Fırka olayında geniş toplumsal kesimlerin bu partiye yönelişini biliyoruz. II. Dünya Savaşı döneminde hem geniş toplumsal kitlelerin bir yoksulluk süreci içerisine girmeleri, hem de belli ellerde sermaye birikiminin oluşması; bu toplumsal kesimlerin de kendi çıkarları doğrultusunda taleplerde bulunmaları
sonucunu doğurmuştur. Yeni gelişen ve sermayenin ellerinde biriktiği kesimler artık iktisadi yaşam üzerinde daha fazla belirleyici olmayı, daha fazla söz hakkını isterken; Demokrat Parti büyük ölçüde bu kesimlerin temsilcisi olarak siyasal yaşama atılacaktır. Geniş kitlelerin içinde bulunduğu kötü çalışma ve yaşama koşullarının da herhalde biraz rehabilite edilmesi gerekiyordu. 

Sosyal huzursuzlukları engellemek artık mümkün değildi; perişan olmuş
milyonlarca insandan oluşan bir kitlenin durumu rehabilite edilmeliydi. Böyle bir
rehabilitasyon savaş sonrasında sosyal düşünceler, akımlar aracılığıyla bütün Batı toplumlarında, İngiltere başta olmak üzere yaşanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin de bu içsel dinamikler açısından bakıldığı zaman belli bir değişim sürecine zorlandığını söyleyebiliriz.

Bu koşullarda Türkiye çok partili siyasal yaşama geçiş yolunda önemli adımlar
atmıştır. Hukuksal açıdan bakıldığı zaman ilk aşama Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partilerin kurulmasına engel olan Cemiyetler Kanunu’nun değiştirilmesi ve oradaki ön izin sisteminin kaldırılmasıdır. Bu değişiklik 1946 yılının Haziran ayında yapılır, ama Demokrat Parti 1946’nın Ocak ayında çoktan kurulmuş durumdadır. Değişen toplumsal koşullar, hukuksal düzenlemeyi beklemeden, Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partilerin kurulmasını mümkün hale getirmiştir artık. Cemiyetler Kanunu değiştirilir, bu arada
sınıf esasına veya adına dayanan cemiyet kurma yasağı da kaldırılır. Bu da sendikaların ve sınıf esasına dayalı siyasal partilerin kurulmasını mümkün kılar. Hemen sendikalar ve sol siyasi partiler kurulmaya başlanır.

Şu noktayı çok açık bir biçimde ortaya koymak gerekir: Türkiye’nin 1946 yılında
geçtiği düzen Batılı anlamda çok partili, çoğulcu bir siyasal rejim değildir. Daha sonraki yıllardaki uygulamalar izlendiği zaman, bunun belki bir çoğunlukçu sistem olarak değerlendirilebileceği, bu çoğunlukçu sistemin iki temel siyasal partisi olan Demokrat Parti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin de aslında rahmetli Bülent Tanör’ün deyimiyle “ikiz partiler” olduğu, yani birbirinden çok da farklı olmadığı belirtilmelidir. Osmanlı Bankası’nın çatısı altında hatırlamadan edemedim; bir zamanlar bankanın bir reklamı vardı: “Yok birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı Bankası’yız.” Bu ifade, hem benzerliği hem de farklılığı vurguluyordu, çok derin bir biçimde. 

Aynı şekilde Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti’nin de en azından çalışma hayatına, temel sorunlara ilişkin bakışları açısından aralarında ciddi bir fark yoktur. Demokrat Parti de tek parti döneminin halkçılık ilkesi çerçevesinde yoğunlaşan sınıfların yokluğu ve sınıf mücadelelerinin olmaması gerektiği, hatta
engellenmesi gerektiği düşüncesine sahip yöneticilerden oluşmuştur. Bunun aksini beklemek zaten yanlış olur; Demokrat Parti’nin yöneticileri Cumhuriyet Halk Partisi’nin eski yöneticileridir. Celal Bayar İş Yasası çıkarken iktisat vekili, Cemiyetler Kanunu çıkarken başvekildir. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin sınıflara yönelik bakış açısının Demokrat Parti’den farklı olması elbette beklenemez, ama farklılık yoktur demek de mümkün değildir. Demokrat Parti’nin ortaya çıkış sürecinde şöyle farklılıklar vardır: Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalefetini ve kendi varlığını bir yerlere dayandırmak durumundaydı. Demokrasi, partinin kendisini ifade etmesinin temel zeminlerinden biri,
liberalizm de bir diğeri olmuştur.

Demokrasi anlayışı elbette temeldeki bütün benzerliklere karşın Demokrat Parti’nin çalışma hayatına ilişkin olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nden farklı bazı noktalara varmasına da yol açmıştır. Örneğin Cumhuriyet Halk Partisi çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra dahi işçilere grev hakkının tanınmasını şiddetle reddederken, Demokrat Parti 1949 yılında grev hakkını programına almıştır. Çünkü sizin kendinizi oturtmak istediğiniz zemin eğer demokrasi ise böyle bir zeminde grev hakkına yer vermemek elbette olmaz. Geniş kitlelerin oylarını alabilmek ihtiyacıyla da grev hakkı parti yöneticileri tarafından savunulmuştur.
Şimdi tekrar 1946 yılına dönecek olursak, Cemiyetler Kanunu değişmiş, hızla
sendikalar ve sol siyasal partiler kurulmaya başlanmıştır. Bunların içinde özellikle ikisi, Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi önemli ve işçi hareketi içerisinde de etkindir. Bu iki partinin yönlendirdiği sendikalar kurulur, yöneticiler tekrar aynı kuşkular ve paranoya içerisinde bunu gözler. Evet, Türkiye’de çok partili siyasal yaşama geçilmiştir, ama bu her şeyin değişeceği anlamına gelmemektedir. Tek parti döneminden kalan korku ve kontrol etme kaygısıyla bütün toplumsal yaşamı kontrol eden Cumhuriyet
Halk Partisi bu kontrolü elinden kaçırmak istememektedir; ama bu kontrolün eski araçları artık geçerli değildir. Yasalardaki yasaklar geçersizdir artık, çok partili hayata geçilmiştir.
Yeni geçilen çok partili hayata uygun daha yumuşak, rafine, ama iktidara kontrol olanağını veren araçlar yasalaştırılacaktır. Bu araçlar yasalaşmadan önce gene otoriter bir biçimde 1946 yılının Aralık ayında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı bir tebliğle biraz önce ismini verdiğim iki siyasal partiyle o bölgedeki sendikaların büyük bölümünü ve bazı sendikal yayın organlarını kapatır. Daha sonra, biraz önce söylediğim daha rafine bir aygıt yaratmak kaygısı 1947 yılında bir Sendikalar Yasası çıkartılmasına neden olur. Bir sendikalar yasası çıkartılır,
çünkü bir otorite boşluğu vardır orada. Sendikalar kurulur, ama devletin sendikalar üzerinde kontrolünü sağlayacak mekanizmalar yoktur. Sendikalar Yasası çıkartılır, sendikaların kuruluşları ve faaliyetleri düzenlenir, ama bu yasa devlete sendikalar üzerinde çok etkili denetim mekanizmaları sağlar. Sadece yargısal denetim değil; geniş, güçlü ve derin bir idari denetim olanağı da sağlanır. Sendikalar Yasası’nda sendikalara mutlak olarak bir siyaset yasağı getirilir; siyasi faaliyet içerisine giremeyeceklerdir, çünkü mutlak anlamda bir yasak vardır; ayrıca sendikal örgütlerin Batı’daki benzerleriyle ilişki içerisine girerek kontrol dışına çıkmalarını engellemek için uluslararası kuruluşlara üyelikleri konusu Bakanlar Kurulu’nun iznine bağlanır. Sendikal hareketler üzerine çok ciddi sınırlamalar getiren bir yasayla Türkiye çok partili hayata başlar ve sendikalar 1963 yılına kadar bu yasanın demir cenderesi içerisinde
üyelerinin haklarını korumaya çalışırlar.

Bildiğiniz gibi 1950’de bir iktidar değişimi gerçekleşir. 1950’ye kadar Cumhuriyet
Halk Partisi’nin çalışma hayatına ilişkin bakışında çok fazla bir yumuşama olduğunu söylemek mümkün değildir. Çok partili yaşama geçilmiştir, Demokrat Parti’nin rekabeti söz konusudur ki çok ciddi bir rekabettir bu; Demokrat Parti diğer toplumsal kesimler içerisinde olduğu gibi işçi kesimi içerisinde de herhangi bir çaba göstermeye gerek kalmaksızın benimsenir. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti yönetimine muhalif olan bütün toplumsal kesimler Demokrat Parti’ye kendiliğinden yönelir. 1950’de iktidar değişir, Demokrat Parti iktidara gelir. Demokrat Parti ilk yıllarında çalışma hayatına ilişkin daha sonraki yıllarda, özellikle 1955’ten sonraki uygulama ve görüşlerine göre çok daha esnek ve
hoşgörülü bir yaklaşım içerisindedir, ama daha sonra yavaş yavaş parti programında da yer alan grev hakkı konusundaki tartışmalar rafa kaldırılır.


Demokrat Parti zaman içerisinde değişik toplumsal kesimlerin muhalefetine karşı
bastırma girişimleri gösterirken; üniversiteler, basın, yargı organları, kendisine muhalif olan bütün toplumsal örgütlerin ve katmanların sesini kısmaya çalışırken aynı şekilde işçi hareketinin, işçi sendikalarının seslerini kısmak için gerekli uygulamalar da, yasanın devlete vermiş olduğu bütün olanaklar ve özellikle idari denetim mekanizmaları kullanılarak yerine getirilmiştir. Bu demek değildir ki Demokrat Parti döneminde işçiler lehinde düzenlemeler yapılmamıştır; toplu ilişkilere değgin olarak otoriter eğilimler içerisine girilirken, bireysel ilişkiler alanında Cumhuriyet Halk Partisi döneminin özellikle son yıllarında olduğu gibi
koruyucu önlemler alınmaya devam edilmiştir. Üstelik 1950’li yıllardaki bu koruyucu önlemler 1930’lu, 1940’lı yıllarla karşılaştırılamayacak kadar yoğundur. Öğle Dinlenmesi Kanunu, Yıllık Ücretli İzin Kanunu çıkartılmış, kamu kesiminde çalışanlara yılda bir maaş tutarında ilave ödeme yapılmasına ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bir başka açıdan, sosyal güvenlik alanında çok önemli yasalaştırma çabaları vardır. 1945 yılında kurulan İşçi Sigortaları Kurumu ve o kurum çerçevesinde yürütülen değişik sigorta kolları 1950’li yıllarda hızlanarak devam ettirilmiştir.


Burada kritik bir saptama yapmak gerekir. Acaba 1950’li yıllarda Demokrat Parti
yerine Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda olsaydı, aynı düzenlemeler yapılır mıydı? Benim kanaatim büyük ölçüde olacağı yönünde; bunu salt Demokrat Parti’ye artı olarak yüklememek gerekir, çünkü dönemin getirdiği koşullar da söz konusudur. Artık çok partili hayata geçilmiştir, kitleler oy kullanmaktadır, toplumsal örgütler 1930’larla 40’larla karşılaştırılamayacak kadar çok ve etkindir; dolayısıyla bunun Demokrat Parti’den çok, dönemin değişen koşullarına bağlanması gereken bir gelişme olduğunu düşünüyorum.

Bütün bu gelişmelerin geniş kitlelerin çalışma ve yaşam koşullarındaki ilerlemeyle de örtüştüğünü görüyoruz. Gerek kamu kesiminde gerekse özel kesimde işçi olarak çalışanların satın alma güçlerinde ve yaşam düzeylerinde önemli artışlar olmuştur. 1950’li yıllar tekil düzeyde bir işçi ya da bir işçi ailesi açısından çok da olumsuz yıllar değildir. Sosyal güvenlik önlemleri geliştirilmiş, reel ücretlerde, satın alma gücünde artışlar olmuştur. Dolayısıyla işçi
kesiminin en azından gelir düzeyi açısından 1950’li yılları kazançlarla kapattığından söz etmek mümkün olabilir. Aynı şey memurlar açısından geçerli değildir; memurlar bu yıllarda reel gelir kaybına uğramış, maaşların satın alma gücü zannediyorum % 25-30 dolaylarında azalmıştır. Bu, Demokrat Parti’nin tek parti döneminin yönetim aygıtı olarak gördüğü memurlara karşı takındığı olumsuz tavırdan kaynaklanmaktadır. Çünkü Demokrat Parti kurulduktan sonra bütün toplumsal kesimleri kucaklamaya çalışırken, hepsine yönelik sıcak
mesajlar verirken; tek parti yönetiminin aygıtı olarak nitelendirdiği kamu bürokrasisi ve özellikle üst düzey bürokratları oklarına hedef saymıştır. Bir açıdan, bu antipatinin memur kesiminin 1950’li yıllarda gelir kaybı üzerinde rol oynadığını düşünebiliriz. Tabii tek faktör bu olamaz; devletin bütçe olanaklarının sınırlılığı, memur maaşlarının belli dönemlerde yasalarla düzenlenmesi gerekliliği, piyasaya çabuk ayak uyduramaması gibi nedenlerden dolayı işçi kesiminin yaşam standartları gelişirken, 1950’li yıllarda memur kesiminin yaşam
standartlarında bir gerileme ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur.

Çalışma hayatı açısından Demokrat Parti yıllarını özetlemek gerekirse, yasalaştırmalarla özellikle bireysel düzeyde işçilere tanınan hakların ciddi ölçüde geliştiği, ama toplu haklar, yani sendika hakkı, toplu pazarlık hakkı üzerinde ciddi sınırlamaların, otoriter eğilimlerin gözlendiği bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. 

Sendikaların DemokratParti döneminde yeterli ölçüde gelişme olanağına kavuşamamasının tek sebebi tabii ki partinin baskıları değildir; sendikalar bir taraftan Demokrat Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında parsellenirken ve sendikal hareket iktidardan baskı görürken, diğer taraftan da sendikal hareketin gelişmesi için gerekli toplumsal, kültürel, eğitsel koşullar bulunmamaktadır. Birinci, ikinci kuşak işçilerin gelir ve eğitim düzeyleri düşüktür, liderlik kadroları yoktur. 

Bütün bunların üzerine bir de yönetimlerin baskısı eklendiği zaman, 1950’li yılları bazı olumlu gelişmeler olmakla beraber sendikaların varlıklarını koruma yönünde çaba gösterdikleri ama çok fazla gelişmedikleri bir dönem olarak nitelendirmek mümkündür.

Daha sonra 27 Mayıs İhtilâli’yle gelen ve 1961 Anayasası ile açılan yeni dönem sadece çalışma hayatında değil, Türkiye’nin siyasi ve iktisadi hayatında da önemlidönüşümlerin belirleyicilerinden biri olarak çok büyük açılımlar getirmiştir. 1936’dan 1963’e kadar Türkiye’de emek tarihi açısından belirleyici olan 1936 tarihli İş Kanunu ve onun grev - lokavt yasağı rejimidir. 1947’de Sendikalar Yasası çıkmış, sendikalar faaliyete geçmiştir, ama grev hakkının olmadığı bir hukuksal yapı içerisinde sendikalar devletle ve işverenle ilişkilerinde çalışma hayatını olumlu yönde etkileyici kazanımlar elde etme şansına sahip değillerdir. 

Kısacası Türkiye’de emek tarihinin omurgasını 1936 yılından 1963’e kadar 1936 tarihli İş Yasası çizmiştir. 
Bunun için İş Yasası Türkiye’nin salt emek tarihini değil, siyasi ve iktisadi tarihini algılama, anlamlandırma açısından da önemli bir olgu olarak karşımızda durmaktadır.


http://www.obarsiv.com/cagdas_turkiye_seminerleri_0809.html


***

Türkiye’de Liderler ve Demokrasi, Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963 BÖLÜM 1

Türkiye’de Liderler ve Demokrasi,  Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963  BÖLÜM 1




Prof. Dr. Ahmet Makal
18 Ekim 2008



Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi'nde yapılan konuşma metni, kişisel kullanımları için web sayfamıza konulmaktadır. Bu konuşma metinleri, ticari amaçlarla çoğaltılıp dağıtılamaz veya Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi'nin izni olmaksızın başka kurumlara ait web sitelerinde veya
veritabanlarında yer alamaz.

1 Türkiye’de Çok Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1946-1963 Prof. Dr. Ahmet Makal 18 Ekim 2008

Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi'nde yapılan konuşma metni, araştırmacıların kişisel kullanımları için web sayfamıza konulmaktadır. 
Bu konuşmametinleri, ticari amaçlarla çoğaltılıp dağıtılamaz veya Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi'nin izni olmaksızın başka kurumlara ait web sitelerinde veya veritabanlarında yer alamaz.



1946-1963 yılları arasında Türkiye’de çalışma hayatındaki gelişmeleri değerlendirmeden önce kısaca tek parti dönemini özetlemekte fayda vardır; çünkü çok partili dönemdeki bütün değişimler tek partili dönemdeki zeminde meydana gelen değişiklikler üzerine oturmaktadır. 

Nedir tek partili dönemde olan? İktisadi açıdan bakıldığı zaman 1930 öncesi izlenen liberal iktisat politikalarının, yani özel kesime ağırlık veren iktisat
politikalarının başarısızlığı 1930’lu yıllarda devletçi iktisat politikalarına geçilmesini gerektirmiş, devlet özellikle iktisadi devlet teşekkülleri aracılığıyla yoğun bir biçimde Türkiye’nin sanayileşme çabalarına katkıda bulunmuştur. 

Bu döneme iktisadi açıdan bakıldığı zaman önemli bir büyüme oranı yakalanırken, çalışma hayatı açısından önemli sonuç, bir işçikitlesinin ortaya çıkması ve büyük sanayi kuruluşlarında toplanması olmuştur.

1930’ların Türkiye’si, 1920’lere göre, sanayileşme çabaları ile bunun çalışma hayatına yansıması ve bir ücretli emek olgusunun ortaya çıkması açısından ciddi 
ölçüde farklılaşır.

1930’lu yılların ortalarında sadece İş Yasası’na tâbi işçi sayısı 300 bine yaklaşmıştır. 1930’lu yılların sonu ile 40’lı yılların başında Türkiye’de, İş Yasası’na tâbi olmayanlar da dahil edildiği zaman 500 bin dolaylarında ücretli işçi vardır, ki bu çok önemli bir gelişmedir. Tabii ki bu çok önemli gelişmenin çalışma hayatında da önemli yansımaları olacak ve giderek gelişen çalışma hayatını organize etmek gerekliliği devletin karşısına bir sorun olarak çıkacaktır. 
1920’lerde bu tür gereklilikler yoktu; az sayıda işçinin olduğu, sosyal sorunun bütün boyutlarıyla hissedilmemiş olduğu bir tarım ülkesinde çalışma hayatına ilişkin kapsamlı düzenlemelerin devlet tarafından yapılmasına elbette ihtiyaç duyulmamak taydı, ama artık durum değişmiştir. Ortaya çıkabilecek sorunlar düzenlenme ihtiyacını doğurmaktadır. Bu noktada ise devletin Türkiye’de çalışma hayatının gelişmesine ilişkin korkuları vardır. Bu korkular büyük ölçüde Batı Avrupa toplumlarının endüstrileşme deneyiminin sonuçlarından kaynaklanır. Çünkü biliyoruz ki; Fransa’da, İngiltere’de, diğer Avrupa ülkelerinde yüzyıllarca süren kanlı sınıf savaşımları olmuştur. Tabii ki Batı’daki gelişmeler konusunda bilgisi olan Cumhuriyet yöneticileri “Acaba bizde de sanayileşme sonuçta bu tür kanlı sınıf savaşımlarını getirir mi?” korkusu içerisine girmişlerdir. Bunu bir paranoya olarak da değerlendirmek mümkündür. 

Niyazi Berkes bir kitabında “Bir yandan endüstrileşmek isteniyor, öbür yandan sanki Türkiye baştan başa işçileş miş de hani bugün yarın proleter ihtilâli kopacakmış gibi, bir işçi korkusu, bir emekçi düşmanlığı körükleniyordu” der.

Acaba II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yaşanan ve zaman zaman şiddet de içeren işçi hareketleri de bu korkuyu biraz pekiştirmiş midir? Bu işçi hareketleri, herhalde Batı Avrupa serüvenine ilişkin algıları pekiştirici yönde rol oynamıştır. Cumhuriyet yöneticilerinin kafasında, gereken önlemleri alarak Türkiye’de sınıf mücadelelerinin ortaya çıkmasına engel olma düşüncesi vardır; ancak buna teorik bir çerçeve de lazımdır. Bu teorik çerçeveyi de, Batı Avrupa’dan Osmanlı İmparatorluğu’na, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine sarkan ve dayanışmacı bir sosyolojik anlayış çerçevesinde şekillenen halkçılık ilkesi
sağlamaktadır. Nedir bunun özü? Türk toplumunda çıkarları birbirleriyle çelişen farklı toplumsal sınıflar yoktur, çıkarları birbirleriyle uyumlu ya da uyumlaştırıla bilecek olan, farklı işlerde çalışan değişik meslek erbabı vardır. Bu düşünce Ziya Gökalp’te açıkça ifadesini bulur. Atatürk’ün 1920’li yıllarda, özellikle 1923’te Türkiye’nin birçok yerinde yaptığı konuşmalarda da bu tarz bir sınıfsal analiz görülmektedir. Bu sınıfsal analiz, yani Türkiye’de toplumsal sınıfların olmadığı, ancak değişik meslek erbabının bulunduğu ve bunların çıkarlarının da birbirinden farklı olmadığı düşüncesi aynı zamanda tek parti yönetimine de mesnet kılınmaya çalışılmaktadır. Madem ki Batı’da olduğu gibi farklı toplumsal sınıflar
yoktur, o zaman Batı’da olduğu gibi farklı toplumsal sınıfların çıkarlarını temsil edecek siyasal partilere de gerek kalmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi bütün toplumun, bütün meslek erbabının çıkarlarını temsil edebilecektir. O zaman Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partilere de gerek yoktur.

Türkiye iki defa çok partili siyasal yaşama geçmeyi denemiş, bunlar başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Tek parti yönetiminin katılaşmasında da bu iki başarısızlık herhalde önemli bir rol oynamıştır. 1930’lu yıllarda gelişen çalışma hayatını düzenleme ihtiyacı ortaya çıktığı zaman halkçılık ilkesi, yani farklı toplumsal çıkarlara sahip olan sınıfların var olmayışı, çıkarların uyumlaştırıla bileceği düşüncesi çerçevesinde yasal düzenlemeler yapılarak bu tür hareketlerin yolu kesilmeye çalışılmıştır. Bunun en büyük aygıtı, ki bu hakikaten çok gelişkin
bir aygıttır, 1936 tarihli İş Yasası’dır. Tarih incelemelerinde hiçbir şey hiçbir şeyi bire bir yansıtmamakla birlikte, İş Kanunu döneminin koşullarını çok büyük ölçüde yansıtan bir yasa olmaktadır. Bu yasa işçi-işveren mücadeleleri, grev ve lokavtı açık bir biçimde yasaklamıştır.

Yasanın 72. maddesi aynen şöyledir: “Grev ve lokavt yasaktır.” Halbuki 1909 yılında Meşrutiyet sonrasında işçi hareketleri engellenmeye çalışılırken çıkartılan Tatil-i Eşgal Kanunu çok daha rafine düzenlemeler yapmaktadır. Dolaştırarak, incelterek, zarif düzenlemelerle işçi hareketlerini engellemeye çalışmaktadır; 1930’ ların ortasında ise artık buna da gerek duyulmamakta, açık bir biçimde grev ve lokavt yasaklanmakta, yani farklı toplumsal sınıflar arasındaki iş mücadelesi yolları yasal olarak tıkanmaktadır. Bu dönemde Tatil-i Eşgal Kanunu’nun sınırlamaları dışında hukuken sendika kurmak, işçilerin
sendikalarda örgütlenmesi yasak değildir, ama fiili bir durum vardır. Nasıl ki Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partilerin kurulması da yasak değildir ama bu tür siyasi partilerin kurulmasının önünde fiili bir engel vardır, sendikalar konusunda da bir düzenleme yapılmamakta, bir işçi temsilciliği kurumu düzenlenmektedir. İşçi temsilcilerinin görevi işçi işveren uyuşmazlıklarını çözmektir; ama sonuçta bu da devletin başat olduğu hakem kurullarına ve mahkemelere ihale edilmektedir. Dolayısıyla devlet 1930’larda çalışma
hayatının iki tarafını, işçi ve işveren tarafını eliyle arka tarafa itmekte, kendisi ön plana çıkmakta ve aşağı yukarı çalışma hayatına ilişkin bütün belirlemeleri de üstlenmektedir.

Kanaatimce tarih incelemelerinde en büyük hendikaplar dan biri, bir dönemi siyah ya da beyaz olarak görme alışkanlığımızın varlığıdır. Genellikle bir dönem salt olumlu yönleriyle ya da salt olumsuz yönleriyle ele alınır. Tek parti dönemi de bunun en fazla yapıldığı dönemdir; siyasal angajmanlarımıza göre ya yüceltilir ya da yerin dibine batırılır. Ben her dönemi artılarıyla ve eksileriyle değerlendirmenin uygun olacağı kanaatindeyim. Bu sadece tek parti dönemi için değil, Demokrat Parti dönemi için de geçerlidir. Genellikle Türk aydınında Demokrat Parti dönemini aşağı yukarı bütün boyutlarda küçümseme ya da yok
sayma gibi bir eğilim vardır; ama Demokrat Parti dönemi de ak ya da kara değildir. Örneğin çalışma hayatı açısından bakıldığı zaman orada da birçok olumlu gelişme söz konusudur.

Çalışma hayatına ilişkin otoriter önlemler getiren İş Kanunu bireysel alanda bakıldığı zaman işçiyi koruyucu önlemler de içermektedir. 

Tek parti döneminde her ikisi, yani otoriter eğilimlerle koruyucu düzenlemeler bir arada var olmaktadır. 

Bence tek parti döneminin özü ancak bu ilk bakışta çelişkili gibi görülen durumdan hareketle kavranabilir. Buradan çözümlemelerimizi sürdürdüğümüz zaman, bu dönemin hem olumlu hem de olumsuz yönlerinin olduğunu saptayabiliriz. Olumluklar daha çok bireysel alanda, yani tekil düzeydeki
işçiyi koruma anlamında; otoriter eğilimler ise daha çok toplu ilişkiler alanındadır.

Bu dönemde henüz Cumhuriyet Halk Partisi dışında siyasal partilerin kurulmasının ya da sendikaların kurulmasının önünde hukuki bir engel yoktur, bu tür faaliyetleri engelleyen fiili bir durum vardır. 1938 yılında da meşhur Cemiyetler Kanunu çıkartılarak bu fiili durum hukuki hale dönüştürülmüştür. Sınıf esasına veya adına dayanan cemiyetler kurulması açık bir biçimde yasaklanarak hem sendikaların hem de bu esasa dayalı siyasal partilerin kurulması engellenmiştir; çünkü o dönemde siyasal partiler de Cemiyetler Kanunu’na tâbi birer cemiyettir. Cemiyetler Kanunu derneklerin kuruluşunda bir ön izin, tescil sistemi getirmiştir.

Buna göre, bir dernek ancak mülki idare amiri tarafından tescil edildikten sonra faaliyette bulunabilecektir. Tabii bu koşullarda daha önceki fiili durum, hukuki bir nitelik de kazanmış oluyor.

1946 yılına, yani çok partili yaşama geçilinceye kadar Türkiye’de gerek Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki siyasal partilerin kurulması, gerekse sınıf esasına dayalı sendikaların kurulması olanaksız durumdadır. II. Dünya Savaşı yılları bütün toplum açısından gerileme yıllarıdır. Gayrisafi milli hasıla % 60’lara düşmüş, milli gelirin dağılımında savaş koşullarının getirdiği bozulmalar baş göstermiştir. Bazı ellerde savaşın getirdiği olağanüstü ortamda haksız
kazançlardan oluşan servet birikimleri sağlanırken; gelir dağılımı daha da bozulmakta, bazı kesimler zarar görürken, bazı kesimlerin gelirlerindeki düşme milli gelirdeki kayıptan da fazla olmaktadır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

15 Şubat 2018 Perşembe

ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYAT, PARTİLERİN SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA GÖRSELLERİ BÖLÜM 6

ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYAT, PARTİLERİN SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA GÖRSELLERİ BÖLÜM 6


İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri 
gözlemlen mektedir. Fakat bu tekrarın her zaman aynı yelpazedeki partiler tarafından yapıldığı söylenemez. Yine bazen partilerin seçmenin algısını ve
reflekslerini harekete geçirebilecek sloganlar ve görseller de ürettikleri görülmektedir.
Her durumda seçim kampanyalarında kullanılan bildirge, beyanname
ve sloganlar çok partili demokratik yaşamın olmazsa olmazıdır denilebilir
ve partiler bu sayede kendilerini hedef seçmen kitlesine tanıtmakta ve bir
bakıma seçmen tarafından beğenilmeye çalışmaktadır.

Son Not:


Yrd. Doç. Dr. İsmail KÖSE, Erciyes Üniversitesi İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.





Tablo 1: 1946-2011 Yılları Arasındaki Çok Partili Siyasi Dönemde TBMM’ye Girebilen Partilerin Aldıkları oy oranları ve kazandıkları milletvekillikleri


İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: 
Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri,

Tablo, metin içindeki atıflarda ve Kaynakça’da sayfa numaraları, yayın yılları ile diğer ayrıntıları belirtilen, TUİK Verileri, Milliyet, Cumhuriyet, 
http://www.secim-sonuclari.com,
Resmi Gazete, TBMM Tutanak Dergisi vd. kaynaklardaki veriler karşılaştırılarak hazırlanmıştır.
Sıralama ölçeği alfabetiktir.
Yüzde oranlarındaki küsuratlar en yakın üst ya da alt rakama yuvarlanmıştır. Örneğin %35,6 şeklindeki oran %36; %35,4 şeklindeki oran %35 şeklinde kaydedilmiştir.

M: Milletvekili, 
X: seçime girmedi, 
-: Meclis’e giremedi ya da %10 Ülke Barajını geçemedi.

SİYASİ PARTİLERİN SEÇİM SLOGANLARI; (30 Mart 2014 Yerel Seçimleri) Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)


“Evi Olmayana Bedava Arsa”
“Yapacaklarımız: Engelliler Planlama Kurulu,
 Ücretsiz Sağlık Hizmeti, Belediye Spor Okulu”
“Ankara’nın Yeni Yüzü, Yeni Gücü”
“Üretken Belediyecilik, Ayrıştıran Değil,
 Birleştiren Belediyeciliktir”
“Artık Yeter! Şimdi Söz Senin Kadıköy”



DİPNOTLAR;

1 Rauf Orbay ve Refet Bele Cumhuriyet ilan edilmeden dört gün önce ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol ile yaptıkları görüşmede bu durumu 
   açıkça ortaya koymuşlardır.
2 Bkz. DP Seçim Görseli, EK-I
3 Bkz. CHP Seçim Görseli, EK-II.
4 Bkz. Tablo-I.
5 Bkz. Tablo-I.
6 Bkz. Seçim görselleri EK-III.
7 6-7 Eylül Olayları ile ilgili olarak bkz. M. Hulus Dosdoğru, 6-7 Eylül Olayları, Bağlam Yayınları,İstanbul 1993.
8 Bkz. CHP Seçim Görseli EK-III.
9 Bkz. Seçim görselleri EK-V.
10 Bkz. Seçim görselleri EK-V.
11 Bkz. DP Seçim Görseli EK-IV.
12 Bkz. Seçim Görselleri EK-V.
13 Bkz. Tablo-I.
14 Bkz. Seçim Görselleri EK-VI.
15 Bkz. Seçim Görselleri EK-VI.
16 Bkz. Tablo I.
17 Bkz. Tablo I.
18 Bkz. Seçim Görselleri EK-III ve EK-V.
19 Bkz. Seçim Görselleri EK-V.
20 Bkz. Tablo I.
21 Bkz. Seçim Görselleri, EK-VI.
22 Bkz. Seçim Görselleri, EK-VII.
23 Bkz. Seçim Görselleri, EK-V.
24 Bkz. Seçim görselleri, EK-VII.
25 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IV.
26 Bkz. Tablo-I.
27 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IV.
28 Bkz. Seçim Görselleri, EK-VIII.
29 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IV.
30 Bkz. Seçim görselleri, EK-V.
31 Bkz. Tablo-I.
32 Bkz. Tablo-I.
33 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
34 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
35 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
36 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
37 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
38 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
39 Bkz. Tablo-I.
40 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
41 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
42 Bkz. Tablo-I.
43 Bkz. Tablo-I.
44 Bkz. Seçim Görselleri EK-IX.
45 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IX.
46 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IX.
47 Bkz. Tablo-I.
48 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IX.
49 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IX; Ayrıca bkz. DP Seçim Görseli EK-I.
50 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IX.
51 Bkz. Seçim Görselleri, EK-IX.
52 Bkz. Tablo-I.
53 Bkz. Seçim Görselleri, IX.
54 Bkz. Seçim Görselleri, IX.
55 Bkz. Seçim Görselleri, IX.
56 Bkz. Tablo-I.
57 IRA ve Sinn Féin ile ilgili bilgi için bkz. Kieran McEvoy, “Law, Struggle, and Political

KAYNAKÇA


ADALET PARTİSİNİN ANA GÖRÜŞÜ (1963). [TBMM] Genel Kurul[und]a İncelenmek
Üzere. İzmir: TBMM Kütüphanesi.
ADALET PARTİSİ 1973 SEÇİM BEYANNAMESİ (1973). Ankara: TBMM Kütüphanesi.58
ADALET PARTİSİ SEÇİM BEYANNAMESİ (1977). Ankara: TBMM Kütüphanesi.
AKP SEÇİM BEYANNAMESİ 2002. (2002). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 2002-
2429.
ALBAYRAK, M. (2004). Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960). Ankara:
Phoenix Yayınevi.
ANADOL, C. (2004). Türkiye Siyaset Tarihinde Demokrat Parti. İstanbul: Yeni Kuvayı
Milliye Yayınları.
ANAVATAN PARTİSİ 6 KASIM 1983 SEÇİM BEYANNAMESİ (1983). Ankara: TBMM
Kütüphanesi.
ANAP 29 KASIM 1987 SEÇİM BEYANNAMESİ (1987). Ankara: TBMM Kütüphanesi,
No: 88-704.
ANAVATAN PARTİSİ SEÇİM BEYANNAMESİ (Ekim 1991). Ankara: TBMM Kütüphanesi,
No: 91-3941.
ANAP SEÇİM BİLDİRGESİ ve TÜRKİYE SÖZLEŞMESİ (1995). Ankara: TBMM Kütüphanesi,
No: 99-941.
ARMAOĞLU, F. (b.t.y.). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995). İstanbul: Alkım Yayınevi.
BAŞAR, A. H. (Haziran 1964). 27 Mayısın Nedeni. Barış Dünyası, C. 3, S. 25.
BURGAÇ, M. (Bahar 2013). 1946 Genel Seçimlerinde Propaganda. Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIII/26, 163-184.
ÇAYHAN, E. (1997). Dünden Bugüne Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri ve Siyasal Partilerin
Konuya Bakışı. İstanbul: Boyut Yayınları Araştırma Dizisi 5.
C.H.P. PROGRAMI (1935). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 110/1936.
C.H.P. PROGRAMI (1969). Ankara: [TBMM Kütüphanesi, No: 76-1700.
CHP 2002 SEÇİM BİLDİRGESİ (2002). Ankara: TBMM Kütüphanesi.
CHP İSTANBUL İL KONGRESİ 1968 (12-13 Ekim 1968). Ankara: Spor ve Sergi Sarayı.
CUMHURİYET HALK PARTİSİ PROGRAMI (27-30 Kasım 1976). Ankara: TBMM Kütüphanesi, 74-1103.
CUMHURBAŞKANLIĞI TARİHİ, 1923-2005 (2005). Ankara: Cumhurbaşkanlığı Yayını.
DAGMCA - DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ CUMHURİYET ARŞİVİ (3
Temmuz 1946). “C.H.P. Genel Sekreterliği Yüksek Katına”. Elazığ.
DSP SEÇİM BİLDİRGESİ (1999). Ankara: TBMM Kütüphanesi. No: 99-941.
DUMAN, D., & İPEKŞEN, S. S. (Yaz 2013). Türkiye’de Genel Seçim Kampanyaları
(1950-2002), Turkish Studies, s. 8/7. 117-135.
58 TBMM Kütüphanesindeki resmi belgelere (19 Mart 2014), http://www.tbmm.gov.tr/develop/
owa/e_yayin.liste_q?ptip=SIYASI%20PARTI%20YAYINLARI, adresinden erişildi.
İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri
DYP 1987 SEÇİM BEYANNAMESİ (1987). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 88-21.
DYP SEÇİM BİLDİRGESİ (1991). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 91-4305.
DYP 1946’DAN 21. YÜZYILA II. DEMOKRASİ PROGRAMI (2000). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 2000-23.
ECEVİT, B. (1999). “Türkiye Yunanistan İlişkileri ve Kıbrıs” konulu konuşması. Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi, s. 1-2, No: 367, C. 39. 1-25.
FAİK, B. (15 Mayıs 1950), Dünkü Seçimden Bazı Notlar. Milliyet. 
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=bedii%20faik%20D%C3%BCnk%C3%-BC%20Se%C3%A7imden%20Baz%C4%B1%20Notlar,&isAdv=false     
adresinden erişildi.
FP SEÇİM BEYANNAMESİ (1999). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 88-97.
GERMEN, A. (12 Temmuz 1955). Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Sebepleri. Ulus, No:16965.
GÜVEN PARTİSİ SEÇİM BEYANNAMESİ (1969). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 1969-6193.

http://bianet.org (20 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr (20 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://gazeteler.ankara.edu.tr (20 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://www.cumhuriyetarsivi.com (24 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://www.resmigazete.gov.tr (22 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://www.resmigazete.gov.tr (21 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://www.secim-sonuclari.com (23 Mart 2014) tarihinde erişildi.
http://www.tbmm.gov.tr (25 Mart 2014) tarihinde erişildi.
İNÖNÜ, İ. (18 Mart 2014). http://www.ismetinonu.org.tr/tek-dereceli-ilk-secimler.html adresinden erişildi.
KARACAN, A. N. (17 Mayıs 1950). Halk Partisi Ektiğini Biçmiştir. Milliyet. http://gazetearsivi.
milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=Karacan,%20Halk%20Partisi%
20Ekti%C4%9Fini%20Bi%C3%A7mi%C5%9Ftir,&isAdv=false adresinden erişildi.
LIBRARY OF CONGRESS MANUSCRIPT DIVISION (LCMD) (25 Ekim 1923). The
Papers of Mark L. Bristol-V War Diary. Washington: Library of Congress.
McEVOY, K. (Aralık 2000). Law, Struggle, and Political Transformation in Northern
Ireland, Journal of Law and Society, C. 27, No. 4. 542-571.
MHP SEÇİM BEYANNAMESİ (1995). Ankara: TBMM Kütüphanesi.
MHP SEÇİM BEYANNAMESİ (1999). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 85-3130. Milliyet.
NADİ, N. (29 Nisan 1950). C.H.P. Seçim Beyannamesi. Cumhuriyet. https://www.
cumhuriyetarsivi.com/secure/sign/buy_page.xhtml?page=5762406 adresinden erişildi.
NARA (National Archives and Records Administration), (26 Ekim 1949), İstanbul:
ABD Başkonsolosluğu, Baldwin’den Berkins’e, Kutu 1.
REFAH PARTİSİ SEÇİM BEYANNAMESİ (Ekim 1991). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 91-3939.
REFAH PARTİSİ SEÇİM BEYANNAMESİ (1995). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 91-3939.
SEÇİM SONUÇLARI (20 Mart 2014). http://www.secim-sonuclari.com, adresinden erişildi.
SHP TÜZÜK (1985). Ankara: TBMM Kütüphanesi, No: 86-906.
SHP SEÇİM BİLDİRGESİ (1991). Ankara: TBMM Kütüphanesi.
SOUTER, D. (Temmuz 1984). An Island Apart: A Review of the Cyprus Problem, Third World Quarterly, s. 6, No: 3. 657-674.
TÜRKİYE GAZETESİ (1990).
TBMM DİPLOMASİ VE PROTOKOL MÜDÜRLÜĞÜ (Aralık 1996). Ankara.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ZABIT CERİDESİ-GİZLİ CELSE ZABITLARI
[TBMMZC-GCZ] (20 Eylül 1923). Ankara: C. II, D. I, İçtima Senesi: III.
TBMMZC-GCZ (24 Eylül 1923). Ankara: C. II, D. I, İçtima Senesi: I.
TBMM TUTANAK DERGİSİ (26 Mayıs 1950). Ankara: D. IX, C. I. İkinci Birleşim.
TBMMZC (5 Temmuz 1954). Ankara: D. X, C. 1, On Yedinci İnikat.
TCRG [T.C. RESMİ GAZETE] (15 Ağustos 1946). TBMM Kararı, S. 6386, K. No: 1504.
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/6386.pdf adresinden erişildi.
TCRG (20 Temmuz 1961). Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, S. 10859. http://
www.resmigazete.gov.tr/arsiv/10859.pdf adresinden erişildi.
TCRG (9 Kasım 1982). Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, S. 17863-Mükerrer,
Kanun No: 2709. http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/17863_1.pdf adresinden erişildi.
TCRG (6 Temmuz 1993). Ankara: S. 21629. 
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/21629.pdf&main=
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/21629.pdf adresinden erişildi.
TCRG (17 Ekim 1995). Ankara: S. 22436. 
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22436_1.pdf&main=
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22436_1.pdf adresinden erişildi.
TCRG (3 Ocak 1996). Ankara: S. 225112 Mükerrer. 
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22512_1.pdf&main=
http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/22512_1.pdf adresinden erişilmiştir.
TCRG (30 Temmuz 2007). Mükerrer, S. 26598, K. No: 739. 
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/07/20070730M1.htm/20070730M1.htm&main=
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/07/20070730M1.htm adresinden erişildi.
TCRG (23 Haziran 2011). S. 27973, K. No: 739. 
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/06/20110623.htm/20110623.ht186
İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişimm&main=
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/ 2011/06/20110623.htm adresinden erişildi.
TÜİK – TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU (Haziran 2012). Milletvekili Genel Seçimleri.1923-2011. 
http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=KitapDetay&KT_ID=12&KITAP_ID=152.htm adresinden erişildi.
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ SEÇİM BİLDİRİSİ (1963). İstanbul: TBMM Kütüphanesi,76-196.
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ PROGRAMI (1964). İstanbul: TBMM Kütüphanesi, 76-193.
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ SEÇİM BİLDİRGESİ (1977). Ankara: TBMM Kütüphanesi,1977-572.
WALZ, J. (16 Eylül 1960). Greek Patriarch at Turkish Trial. New York Times.


http://aves.ktu.edu.tr/YayinGoster.aspx?ID=9840&NO=29



***

ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYAT, PARTİLERİN SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA GÖRSELLERİ BÖLÜM 5

ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYAT, PARTİLERİN SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA GÖRSELLERİ BÖLÜM 5



2002 GENEL SEÇİMLERİ, İKİ PARTİLİ MECLİS YAPISI ve 2011 SEÇİMLERİNE GİDEN SÜREÇ

18 Nisan 1999 tarihinde yapılan genel seçimlerden sonra, DSP-MHP-ANAP
Koalisyon Hükümeti kurulmuştu. Söz konusu hükümet aslında son on yıldaki
zorlama koalisyonların ve 1975 sonrasındaki Milli Cephe hükümetlerinin tipik
bir örneğiydi. Tek farkla, DSP Lideri Bülent Ecevit liderliğinde kurulmuş olan
Koalisyon, Milli Cephe hükümetlerinin daha geniş bir politik polarizasyona
yayılmış formuydu. Bu durum, seçmenin ilk seçimde 12 Eylül sonrasındaki reflekslerini harekete geçirerek 2001 yılında kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin (AK Parti) ezici bir çoğunlukla tek başına iktidara gelmesini sağlamıştır.
AK Parti’nin Meclis aritmetiğini tamamen değiştiren seçim başarısında,
%10’luk ülke barajını AK Parti ile CHP’nin geçebilmiş ve AK Parti’nin oyların
çoğunluğunu aldığı için milletvekilliklerinin de kahır ekseriyetini elde etmiş olmasından kaynaklanmıştı. 2002 seçimleri ile 12 Eylül sonrası kurulan partilerin
hemen hepsi Meclis dışında kalarak, iki yeni parti AK Parti ve CHP Meclis’te
temsil hakkı elde etmiştir. Başka bir deyişle 2002 yılında seçmen istikrarlı ve
özgürlükçü bir yönetim talebini sandığa başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
Başkanlık sisteminin uygulandığı meclis örneklerinde olduğu gibi, 1946
sonrasında tarihinde ilk defa AKP temsilinde merkez sağ ve CHP temsilinde
merkez sol parti olmak üzere iki partinin iktidar ve muhalefet hakkı kazandığı
Meclis aritmetiğinin oluşmasında 28 Şubat sonrasında kendisini her yerde
baskıcı bir şekilde hissettiren askeri vesayete karşı oluşan seçmen reflekslerinin
yanında seçim kampanyalarının ve görsellerinin de etkisi büyüktür.
AK Parti ve CHP’nin seçim bildirgelerine bakıldığında, AK Parti’nin Seçim
Beyannamesi’nin başlığında “Her Şey Türkiye İçin” sloganının tercih edildiği
görülür. Seçim Beyannamesi’nde ayrıca “AK Parti Demokrattır”, “AK Parti
Muhafazakârdır”, “AK Parti Yenilikçi ve Çağdaştır” ara başlıkları tercih edilmiş,
ilerleyen sayfalarda özgürlük alanlarının genişletileceği kaydedilmişti
(AK Parti Seçim Beyannamesi, 2002, ss. 1-21). CHP’nin Seçim Bildirgesi’nde
ise, “Güzel Günler Göreceğiz!” başlığı tercih edilmişti. Bu slogan Edip Akbayram’a ait türkünün ilk dizesiydi. Bildirge’nin girişinde, “Türkiye’nin bir
yol ayrımında olduğunun, 3 Kasım’da krizden çıkılacağının” altı çizilmişti
(CHP Seçim Bildirgesi, 2002, ss. 1-3).

Seçim görsellerinde ise, AK Parti’nin en önemli sloganı “Adalet için, Kalkınma
için, İstikrar için, Türkiye için, Tek başına İş başına” şeklindeydi. AK Parti’nin hemen hemen tüm görsellerinde 2002 yılında siyaseten yasaklı olan R. Tayyip Erdoğan’ın resmi yer almaktaydı.45 



CHP’nin seçim görsellerinde de İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, 
Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri Deniz Baykal merkezli bir tema işlenmişti. 
Gazetelerde yayınlanan bir görselde, “Ocağınıza İncir Ağacı Dikilmesin, Gizli Saklısı Olan Değil Dürüst Olan Kazansın”, “Çekil Aradan, Din de Bizim Devlet de Bizim Millet de Bizim” ve Atatürk’ün “Benim İki Eserim Vardır; Biri Türkiye Cumhuriyeti diğeri, Cumhuriyet Halk Partisi’dir ” sözü yer alıyordu. Son görselde Atatürk’ün portre resmi kullanılmıştı.46 2002 yılı genel seçim kampanyası çok renkli bir kampanyadır ve partiler kampanyaları esnasında müzikler ile birlikte çok sayıda slogan ve görsel kullanmışlardır.

Seçimler Sonucunda, 
AK Parti; 363 milletvekilliği; 
CHP; 178 milletvekilliği
kazanmıştır. 
DYP, MHP, GP, DEHAP, ANAP, SP, %10’luk ülke barajının altında
kalarak Meclis’e girememiştir. 
(TÜİK, 2012, ss. 4, 93; Seçim Sonuçları, 2014). 47 

Seçim sonuçlarına bakıldığında kampanyaların ne kadar sandığa yansıdığının
tartışılabileceği bir durum ortaya çıkmıştır. Çünkü seçimlerde parlamentoya
sadece iki parti girebilmiş, AK Parti aldığı oy oranı ile asimetrik çoğunluk ta olabilecek sandalye elde etmiştir. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra ilk defa parlamento demokratik yollarla merkez sağ ve merkez sol olmak üzere
iki partili bir yapıya kavuşmuştur.

Uzun süre devam eden işlemez koalisyonlardan sonra kurulabilen tek parti
hükümetine rağmen 2002-2007 yılları arasındaki dönemde de askeri vesayetin
etkilerinin devam ettiği görülür. Fakat yine de ilk beş yıllık AK Parti iktidarı döneminde etkisi yadsınamaz bir normalleşme ile ekonomik büyüme
ve istikrar sağlanmıştır. 2007 seçimlerine bu şartlar altında girilmiş ve bu seçimlerde Meclis’teki temsil yelpazesi biraz daha genişlemiştir.
2007 seçimlerinde AK Parti’nin en önemli sloganı “Milletin Adamları” görselidir.
Görselde, Tayyip Erdoğan öncesindeki iki merkez sağ lider olan Adnan
Menderes ve Turgut Özal ile birlikte Tayyip Erdoğan’ın resmi yer almaktaydı.
Adnan Menderes’in resmi askeri vesayete karşı çıkışın bir sembolüydü
ve Turgut Özal, Özallı yıllarda elde edilen kalkınma hamlesine bir göndermeydi.
48 Kolaylıkla görülebileceği gibi merkez sağın diğer bir önemli figürü
AP’nin ve daha sonra DYP’nin Genel Başkanı Süleyman Demirel AK Parti’nin
afişinde yer almamaktaydı. Bu tercihin nedeni TSK tarafından 28 Şubat muhtırası verildiğinde Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı olması ve 28 Şubat örtülü darbesini açıktan desteklemesiydi. 2007 yılında AK Parti’nin diğer en önemli seçim sloganı “ Durmak Yok Yola Devam ” ve “ Yeter Karar Milletindir ” şeklindeydi. Kolaylıkla anlaşılabileceği gibi AK Parti ’nin Milletli sloganı DP’nin 1950 yılında kullanmış olduğu “ Yeter, Söz Milletindir” sloganından yararlanmıştı. Görsellerde ise yine AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan’ın cephe resmi öne çıkartılmıştı.49

CHP’nin en önemli sloganı ise, ”Cumhuriyet Kazanacak! Halk Kazanacak!”
şeklindeydi. CHP’nin diğer sloganı yolsuzluk söylentilerine yönelikti
ve “CHP İktidarında Halkı Ezdirmeyeceğiz! Ülkemizi Soydurmayacağız,
Devletimizi Böldürmeyeceğiz” şeklindeydi.50 Görselde Başbakan Erdoğan’ın
resminin bir gemi içinde yer alarak yolsuzluk söylentilerine gönderme yapılmış
olması şikâyet konusu olmuş fakat YSK görselin kullanılmasına izin
vermiştir. 2002 seçimlerinde Meclis dışında kalmış olan MHP 2007’de tekrar
Meclis’e girebilmeyi başarmıştır. MHP’nin seçim görsellerinde işlenen ana
tema; “Tek Başına İktidar”, “60. Hükümet Milliyetçi Hareket”, “Devletin Başına
Devlet Gelecek”, “Umudunuzu Yitirmeyin MHP Geliyor” şeklindeydi.51
Her ikisi de hemen hemen aynı tabana hitap ettiği için sloganlardan da anlaşılabileceği gibi 2007 seçimlerinde MHP ile AK Parti arasında seçmenin oyunu kazanabilmek için yoğun bir yarış yaşanmıştır.
2007 yılında MHP’nin ve AK Parti’nin seçim kampanya ve sloganlarının
seçmenin beğenisini kazandığını söylemek mümkündür. Çünkü 2007 seçimleri
sonucunda MHP; 70 milletvekilliği kazanmış ve Meclis’e girebilmiştir. AK
Parti ise oyunu %13 artırarak 341 milletvekilliği kazanmıştır. 2007 seçimlerinde
CHP durağan bir seyir izleyerek oylarını %1 artırabilerek 112 milletvekilliği
kazanmıştır. Bunlara ek olarak 2007 seçimlerinde Meclis’e 26 bağımsız
milletvekili girmiştir52 (TÜİK, 2012, ss. 4, 93; TCRG, 2007).

65 yıllık çok partili Türk siyasal sisteminde ele alınacak olan son seçimler
2011 seçimleridir. 2007 seçimlerine AK Parti yine dört yıl süren tek parti
iktidarından sonra katılmıştır ve bu seçimlerde de Meclis yapısı çok fazla
değişmemiştir. 2011 seçimlerinde AK Parti’nin merkez sağdaki tabanını
daha geniş bir zemine yaymaya çalıştığı görülür. Bu seçimlerde kullanılan en
önemli sloganların başında “Büyük Millet, Büyük Güç, Hedef 2023” gelmekteydi.
Önceki seçimlerde olduğu gibi, “Durmak Yok Yola Devam” sloganı da
kullanılmıştır.53 CHP, 2011 seçimlerine genel başkan değişikliği ile girmiştir.
Seçimlerde kullanılan en önemli sloganların başında “Özgürlüğün ve Umu-

İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri dun Ülkesi Herkesin Türkiye’si” ve “Herkes İçin CHP” şeklindeydi.54 Son on yılın en renkli ve canlı seçim kampanyası 2011 yılında yaşanmıştır. MHP’nin ağırlıklı sloganı “Ses Ver Türkiye” şeklindeydi.55 MHP, milliyetçilik vurgusu yüklü bu sloganı ile 2007 yılında elde etmiş olduğu seçim başarısını daha ileri, hatta tek başına iktidar düzeyine taşımayı hedeflemişti.
12 Haziran 2011 günü yapılan seçimlerde, Meclis’te temsil edilen iki parti oylarını artırarak AK Parti; 327, CHP; 135 milletvekilliği kazanmıştır. AK Parti’nin
oyları ortalama %3, CHP’ninkiler ise %5 artmıştı. MHP’nin oyları ise %1 azalmıştı ve milletvekilliği sayısı 53’e düşmüştü. 2007’de 25 sandalye kazanan bağımsızlar bu sefer 35 sandalye kazanmayı başarmıştır56 (TÜİK, 2012, ss. 4, 93; TCRG, 2011).
Sonuçlardan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi MHP’nin sloganları seçmen
üzerinde istenilen etkiyi yaratamamış ve MHP tabanından AK Parti’ye
oy gitmiştir. 2007 ve 2011 seçimlerindeki diğer önemli gelişme, 2002 seçimlerinde %10 ülke barajını geçemediği için Meclis dışında kalan Demokratik
Toplum Partisi’nin (DTP) 2007 seçimlerine bağımsız adaylarla katılarak Meclis’te
grup kurabilecek milletvekilliği elde edebilmiş olmasıdır. Etnik kökene
dayalı bir politika takip eden ve söylemleri Kuzey İrlanda Kurtuluş Örgütü
IRA’nın sözcülüğünü yapan Sinn Féin57 ile örtüşen DTP 2008 yılında Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılmış ve 2011 seçimlerine DTP’nin yerine kurulan
ve aynı söylemleri devam ettiren Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) alarak
yine bağımsız adaylarla katılmıştır.

SONUÇ


Türk Siyasi hayatının 1946 yılı ile 2011 yılları arasındaki yaklaşık 65 yıllık
çok partili kesitine bakıldığında seçmen üzerine uygulanan baskının sandığa
güçlü bir sağ iktidar olarak yansıdığı görülmektedir. 65 yıllık bu kesit içinde
Türk Silahlı Kuvvetleri iki kez fiilen (1960, 1980) ve iki kez de dolaylı yoldan
(12 Mart 1971, 28 Şubat 1997) ülke yönetimine müdahale ederek askeri vesayetin devamını garanti altına almaya çalışmış ve Türk demokrasisine olumsuz etkileri on yıllarda giderilebilen zararlar vermiştir. Buna rağmen askeri
darbelerden istenilen uzun erimli sonuçlar elde edilememiştir. Çünkü darbe
sonrası yapılan seçimlerde Türk halkının kedisine dayatılmak istenilen siyasi
konumlanmayı ve idare biçimini reddettiği görülmektedir.

Transformation in Northern Ireland”, Journal of Law and Society, C. 27, No. 4 (Aralık 2000).
Açık oy gizli tasnifin uygulandığı 1946 seçimleri dahil edilirse, 65 yıllık çok
partili siyasi hayat dönemi içerisinde 17 genel seçim yapılmış ve 1950 yılından
itibaren siyasi partiler seçmeni etkilemeye yönelik propaganda faaliyetleri yürütmüşlerdir.
61 yıllık dönemi kapsayan bu zaman kesiti içerisinde aynı siyasi
yelpazedeki partilerin DP ile AK Parti örneğinde bariz olarak görüldüğü gibi
benzer sloganlar ile görselleri kullanarak seçmen reflekslerini başarılı şekilde
hayata geçirdikleri gözlenmektedir. Seçim propaganda görselleri, sloganlar
ve seçim beyannameleri, içinde bulunulan siyasi ve ekonomik şartlara göre
şekillenmiş, partiler seçmene güven, istikrar ile ekonomik kalkınmaya yönelik
vaatlerde bulunmuşlardır. Askeri vesayetin sonlandırılacağına yönelik
seçim propaganda görsellerinin, sloganlarının ve beyannamelerinin de üstü
kapalı olarak seçmenin beğenisine sunulduğu görülmektedir. 61 yıllık siyasi
hayat içinde kendisini kapalı ya da açık hissettirsin, askeri vesayetin etkinliği
azalmakla birlikte tehdit unsuru olma durumunu 2010’lu yıllar gibi çok yakın
bir tarihe kadar devam ettirmiştir.

İki defa fiilen, iki defa da dolaylı olarak sekteye uğrasa da 65 yıllık çok partili
siyasi hayatta 1973 yılında CHP’nin elde ettiği 185 sandalye sayısına ulaşan birinci parti olma durumu hariç merkez sağ seçmenin askeri vesayetin aksi istikamette bir tutum takındığı ve kendisini, özgürlük, ekonomik gelişmişlik ile istikrar sağlayacağına inandırabilen merkez sağ partileri iktidara taşıdığı görülmektedir.
1946 yılı sonrasında çok partili Türk siyasal sistemine bakıldığında merkez
sağ oyları temsil eden partilerin 1950: DP, 1965: AP, 1983: ANAP, 2002:
AK Parti, usulüne göre yapılmış adil seçimlerde hiçbir partinin ulaşamadığı
oy oranlarına ulaşabilen bu dört merkez sağ partinin en önemli özelliği, her
üçünün de askeri vesayet ve dikta rejimleri sonrasında %50’lere yaklaşan oy
miktarları ile TBMM’ye girebilmiş ve muzaffer konumlarını birkaç seçim sürdürebilmiş olmalarıdır. Bu başarıda, seçim propaganda görselleri, sloganlar
ve seçmenin güvenini kazanan söylemlerin yadsınamaz payı vardır.
1946 ile 2011 yılları arasındaki 65 yıllık çok partili Türk siyasal hayatının
en önemli iki özelliğinden biri, bu dönemde belli aralıklarla fiili ya da dolaylı
olarak siyasete yön vermeye çalışan askeri müdahaleler ile kurulan militarist
vesayet rejimleridir. İkincisi ise, her askeri müdahale sonrası karizmatik
liderler idaresindeki merkez sağ partilerin dik bir açı ile yükselen ve lider
sonrasında yine aynı şekilde düşen başarı çizgisidir.

Seçim kampanyaları siyasi partilerin kendilerini halka, başka bir deyişle
seçmene beğendirmek için uyguladıkları tüm görsel, işitsel ve duygusal çalışmalardan oluşmaktadır. Seçim kampanyalarında kullanılan özellikle propagandaların zaman zaman partiler tarafından farklı formlarda tekrarlandığı

6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYAT, PARTİLERİN SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA GÖRSELLERİ BÖLÜM 4

ÇOK PARTİLİ SİYASİ HAYAT, PARTİLERİN SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA GÖRSELLERİ BÖLÜM 4



12 EYLÜL DARBESİ’NDEN 28 ŞUBAT MÜDAHALESİNE KADAR GEÇEN SÜREDEKİ SEÇİM BEYANNAMELERİ ve PROPAGANDA ÇALIŞMALARI (1980-1997)

1977 seçimlerinden sonra beklenilen siyasi istikrar bir türlü kurulamamış ve
sokak olayları önlenemez bir hal almıştı. Bu gelişmeler TSK’nın 27 Mayıs geleneğini takip ederek yönetime el koyması için gerekli şartların oluşması anlamına geliyordu. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ayak sesleri 27 Aralık 1979 tarihinde, başka bir deyişle askeri darbeden yaklaşık sekiz ay önce Cumhurbaşkanlığına gönderilen muhtıra nitelikli mektupta görülür. Mektuba Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından aynı gün düşülen “27.XII. 79, K.’larla birlikte görüşmek [görüşerek] ve ondan sonra harekete geçmeyi uygun görüyorum, 1 Ocakta onlarla görüşeceğim, 2.I.80 [2 Ocak 1980]” tarihli derkenar ile mektup işleme konulmuştur (Cumhurbaşkanlığı Tarihi, 2005, s. 222). Söz konusu derkenar notuna rağmen darbe niyetlerini açıkça dile getiren TSK komuta kademesinin asli görevlerine dönmelerini sağlamak mümkün olamamıştır.
Bu bildiriden sekiz ay sonra, 12 Eylül 1980 tarihinde TSK, emir komuta
zinciri içinde darbe yaparak Anayasal sistemi askıya aldı (Milliyet, 1980, s. 1).
Darbe ertesinde bıçak gibi kesilen sokak çatışmaları, TSK’nın bu hareketleri
kışkırttığı kuşkusunu doğurdu (Milliyet, 1980). Darbeden sonra yapılan ilk
eylem olağanüstü hal uygulamasının yürürlüğe konulması ve siyasi partile-

İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görsellerinin yasaklanarak parti liderlerinin tutuklanması oldu (Hürriyet, 12/09/1980. s. 1). 

Darbecilerin, 27 Mayısçıların takip etmiş olduğu yönteme benzer olarak
diğer ivedilikli düzenlemesi yeni bir anayasa yazımı için çalışmaların başlatılmasıdır.
Yeni anayasa 7 Kasım 1982 tarihinde referanduma sunularak kabul
edilmiştir (TCRG, 1982).

12 Eylül Darbesi sonrasında ilk genel seçimler darbeden üç yıl sonra, 6 Kasım
1983 tarihinde yapılmıştır. Seçimlere katılım Milli Güvenlik Kurulu (MGK)
iznini bağlıydı. Bu nedenle Süleyman Demirel tarafından kurdurulmuş olan
Büyük Türkiye Partisi (BTP) ve Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat
Parti (SODEP) MGK tarafından veto edilerek seçimlere katılmalarına izin verilmemiştir.



Seçimler, Turgut Özal liderliğinde kurulan Anavatan Partisi’nin
(ANAP) kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Bu seçimlerde ANAP %45’lik oy oranı
ile 211 milletvekilliği kazanmıştır. Turgut Özal, 24 Ocak 1980 tarihinde alınan
ekonomik kararların teknisyen kurulunu idare etmişti. Seçimlerde ikinci parti,
117 milletvekilliği kazanan Halkçı Parti (HP) ve üçüncü parti 71 milletvekilliği
kazanan Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) olmuştur.32 Her iki parti
de ANAP ile benzer olarak 12 Eylül Darbesi sonrasında kurulmuştu. MDP,
emekli generaller tarafından kurulmuştu ve MGK tarafından destekleniyordu
(TÜİK, 2012, ss. 4, 93; Milliyet, 1983, s. 1). Buna rağmen merkez sağın oylarını
almayı başarmış olan ANAP seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır.
1983 seçimlerini tam anlamıyla demokratik seçimler olarak kabul etmek
olanaksızdır. Çünkü seçimlere sadece MGK’nın izin verdiği partiler katılabilmiş
ve askeri vesayet seçimlerin her aşamasında varlığını hissettirmiştir. 1983
seçimleri öncesinde ANAP’ın açıklamış olduğu Seçim Beyannamesi’nde, “milliyetçi, muhafazakâr, sosyal adaletçi ve rekabete dayalı serbest pazar ekonomisini esas alan” bir parti olduğu belirtilmiştir. Seçim Beyannamesinde ayrıca, 1983 seçimlerinin demokrasiye geçiş için bir fırsat olduğu da vurgulanmıştı (ANAP 6 Kasım Beyannamesi, 1983, ss. 9, 13). Mİlliyet gazetesinde yayınlanan seçim görselinde ise; “Kaşıkla Verip Kepçeyle Almak, Vatandaş Türkiye’nin Çözümlenemeyecek Hiçbir Sorunu Yoktur… Oyunu ANAP’a Ver” şeklindeydi. ANAP’ın diğer sloganı ise, “Konut Sıkıntısını Çözeceğiz” şeklindeydi (Milliyet, 1983, s. 7). MDP’nin seçim sloganı; “Türkiye İçin Evet, Dün Ne İçin Evet Dedikse Bugün de Onun İçin Evet” şeklindeydi.33 MDP, seçim görselinde halkın milliyetçi duygularına hitap edilerek askeri idareye onay istemekteydi.

“Bu Devleti Kolay Kurmadık, Bu Ülkeyi Sokakta Bulmadık… MGK’ya Evet”
MDP’nin seçim sloganları arasındaydı.34 (Milliyet, 1983, ss. 1, 8).

Seçimlerden sonra Turgut Özal liderliğindeki ANAP tek başına iktidar olmuştur.
ANAP’ın ilk döneminde askeri vesayet varlığını devam ettirmiş fakat
ekonomide liberal uygulamalar yürürlüğe konulmuştur. Dört yıl sonra, 29 Kasım
1987 tarihinde yapılan genel seçimlere bu defa MGK’nın bir önceki seçimde
veto ettiği partiler de katılabilmiştir. 1987 seçimleri Türk siyasi hayatında
%93.3’lük oranla katılımın en yüksek olduğu seçimlerdir.35 Seçimler sonucunda
sadece üç parti, ANAP, SHP ve DYP Meclise girebilmeyi başarmıştır. MSP’nin
devamı olan Refah Partisi (RP) ile MHP’nin devamı olan Milliyetçi Çalışma
Partisi (MÇP) barajın altında kalarak Meclis’e girememiştir. Seçimlerde ANAP
oylarını artırarak milletvekili sayısını 292’ye çıkartmıştı. SHP; 99, DYP ise 59
milletvekilliği kazanmıştı36 (TÜİK, 2012, ss. 4, 93; Milliyet, 1987, s. 1).
Seçim Beyannamelerine bakıldığında, 1987 seçimleri öncesinde SHP’nin
tüzüğünde; “Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda, Türk Ulusu’nun bağımsızlığını, ülkesi ile bölünmez bütünlüğünü…” korumayı amaçladığı kaydı
yer almaktaydı (SHP, Tüzük, 1985). DYP’nin Seçim Beyannamesinde; “Büyük
Türkiye Programı Hürriyet, Güvenlik ve Refah İçin El Ele” sloganı kullanılmıştı
(DYP Seçim Beyannamesi, 1987). ANAP’ın seçim Beyannamesinde
ise; dört yıllık ANAP iktidarı döneminde yapılan çalışmaların altı çizilerek
“Türkiye ANAP Döneminde Çağ Atlamıştır” sloganı kullanılmıştı (ANAP Seçim
Beyannamesi, 1987, s. 5). Seçim öncesinde ANAP’ın seçimden bir gün
önceki sloganlarından bir tanesi; “Yarın Çağ Atlayan Türkiye’nin Eteğinden
Çekmelerine İzin Vermeyin” şeklinde iken, SHP’ninki; “Yarın Bu Dönemi Bitirelim” şeklindeydi ve görselde limon sıkan bir el vardı. DYP’nin seçimden
bir gün önce yayınlamış olduğu seçim görselinde “Asgari ücrete zam yapılacağı,
emeklilik yaşının kısaltılacağı, köylülerin borçlarının faizlerinin silineceği” vaat edilmişti.37

1990’lı yıllar dünyada önemli değişimlerin yaşandığı yıllardır. Bu yılların en
önemli gelişmesi ve dünya siyasi yapısını derinden etkileyen en önemli olayı
Komünist Blok’un çökmesi sonrasında Soğuk Savaş’ın sona ermesidir. Kendisine
bağlı cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazanmaları ile 21 Aralık 1991’de Sovyetler Birliği resmen ortadan kalkmıştır. Komünist Blok’un çökmesinden sonra uluslararası ortam yeniden yapılanmaya başlamıştır 
(Armaoğlu, bty, s. 885).

1990-2001 döneminin diğer önemli olayı 1 Ağustos 1990 tarihinde Irak’ın
Kuveyt’i işgal etmesidir. İşgal sonrasında soruna barışçıl çözüm bulunamaması
üzerine 17 Ocak 1991’de ABD’nin öncülüğünde I. Körfez Savaşı başlamış

İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri ve Irak yoğun bombardımanlar sonucunda yenilgiye uğramıştır. Savaştan sonra ABD ve müttefikleri Irak’a karşı ağır ekonomik ve sosyal yaptırımları uygulamaya koymuşlardır. Körfez Savaşı sonrasında Tiananmen Olayları sebebiyle
kötüleşen Çin-Batı ilişkileri düzelmeye başlamıştır.

Dünyadaki bu gelişmelerden Türk dış politikası doğrudan etkilenmiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ve
akraba topluluklar bağımsızlıklarını kazanmışlar, bunun hemen akabinde
Türkiye, yeni kurulan devletlerle yakın ilişkiler geliştirmeye başlamıştır. Türkiye’nin ikinci etkilendiği alan ise, Doğu Avrupa’da bağımsızlığını kazanan
devletler ve AB’nin bu devletlere artan ilgisi olmuştur. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra AB, yakın çevresi Doğu Avrupa ile Soğuk Savaş süresince
Sovyet idaresinde kalmış devletlerle yakın ilişkiler kurma yoluna gitmiş,
Türkiye’yi önceliklerinin sonuna doğru itmiştir. AB’nin ilgisinin bu yeni devletlere
yönelmesi, AB ile ilişkilerde Türk dış politikası için olumsuz bir gelişme
olurken, yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri için olumlu bir gelişme olmuştur.
Söz konusu gelişmelerin etkisi altında, 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan 12
Eylül sonrasının üçüncü genel seçimlerinde ANAP büyük bir hezimet yaşarken,
DYP birinci parti konumuna yükselmiş, bir önceki seçimde Meclis dışında
kalmış olan RP ve DSP de Meclis’te temsil hakkı elde etmiştir. Seçim öncesinde
renkli bir kampanya dönemi yaşanmıştı. ANAP’ın en önemli seçim sloganı
“Türkiye’de Hızlı Gelişmenin Devamı İçin Siyasi İstikrar Şartsa… Mesut
Yılmaz” idi. Bilindiği gibi Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olması ile ANAP
Genel Başkanlığına Mesut Yılmaz seçilmişti. DYP’nin en önemli sloganları
arasında “Türkiye’de İlk Kez DYP İktidarı İle Zam Değil İndirim Yapılacağı”
belirtilmekteydi. SHP ise sol oyları bir araya toplamaya çalışarak, “Türkiye
İçin, Sosyal Demokratlar İçin Yol Ayrımı” sloganını kullanmıştı. RP’nin seçim
propagandası “Refahın Adil Ekonomi Düzeninde Enflasyon Yok” şeklindeydi.
DSP ise, “Ulusal Birlik İçin Evetler Güvercine” sloganını tercih etmişti.38
Hiçbir partinin tek başına hükümet kurmak için gerekli çoğunluğu sağlayamadığı
seçimlerde, 1983 yılından buyana devam eden ANAP iktidarı sona ermiştir. Seçimler sonrasında DYP ile SHP arasında, DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel Başbakanlığında Koalisyon Hükümeti kurulmuştur.

1991 yılı seçimleri öncesinde siyasi partilerin yayınlamış oldukları seçim
beyannamelerine bakıldığında, RP’nin 1991 Seçim Beyannamesi’nde; “İnsanlık
ve Türkiye, Hak ve Batıl ve Mutluluk ve Zulüm Mücadelesinin Neresindedir”
sloganını kullanılmış ve seçim “asrın değil asırların en mühim olayı” olarak nitelenmişti. Beyanname’nin ilerleyen sayfalarında bir tarih diyagramı çizilerek “MS. 2000 Adil Düzen” yazılmıştı (RP Seçim Beyannamesi, 1991, ss. 3, 5). 

Refah Partisi söz konusu sloganı ile merkez sağ seçmenin kendi partisi
altında toplanmasını amaçlamıştı. 1991 seçimlerinde Meclis’e girebilecek
yeterlilikte oy aldığı dikkate alınırsa, RP’nin kamplaştırıcı sloganlarının seçmen
üzerinde etkide bulunduğu görülmektedir. SHP’nin Seçim Bildirgesi’nde
ise, “Onurlu, Sağlıklı, Varlıklı Bir Türkiye Kurmak İçin Halkımızdan Bize
Tek Başımıza İktidar Görevi Vermesini İstiyoruz” sloganı kullanılmıştı (SHP
Seçim Bildirgesi, 1991, s. 3). ANAP’ın Seçim Beyannamesi’nde “Ekonomisiyle
Dünya Rekabet Sisteminde Ben de Varım Diyen Bir Türkiye”, “Demokrasisiyle
Balkanlara, Orta Asya’ya ve Orta Doğu’ya Örnek Bir Türkiye”, “Örnek ve
Önder Türkiye İçin Elele” sloganları tercih edilmişti (ANAP Seçim Beyannamesi,
1991, ss. 7, 8). Fakat ne bu sloganlar ne de seçimlerin bir yıl öne alınması
ANAP’ın seçimlerde hezimet yaşamasını engelleyememiştir.39

1991 seçimlerinin galibi, her ne kadar tek başına iktidar olamasa da Süleyman
Demirel liderliğindeki DYP’dir. DYP’nin Seçim Bildirgesi’nde önce
dünyada son on yılda meydana gelen gelişmeler değerlendirilmiş ve sonra
temel misyonun “Demokrat Büyük Türkiye” olduğu belirtilmişti (DYP Seçim
Bildirgesi, 1991. ss. 1-19). DYP’nin 365 sayfa gibi hemen hemen diğer partilerin
seçim beyannamelerinin iki katı hacimdeki seçim bildirgesinde vaat ettikleri
ve misyonu ile elde etmeyi amaçladığı oylar büyük oranda parlamento
aritmetiğine yansımıştır.

MUHAFAZAKÂR SAĞIN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ ve 28 ŞUBAT MUHTIRASINA GİDEN SÜREÇ


1990’lı yıllardan sonra muhafazakâr sağın yükselişi, iktidara gelişi ve demokratik
olmayan usullerle, başka bir deyişle askeri ve bürokratik müdahale ile iktidardan
uzaklaştırılışı esnasında takip edilen metot ve bu süreç üzerinde özellikle
durmak gerekir. Süreç aslında Kenan Evren’nin Cumhurbaşkanlığı görevinin
sona ermesi ve askeri vesayetin en azından fiili olarak bitmesi ile başlamıştır.
1993 yılının Türk siyaseti açısından en önemli gelişmesi Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın bir kalp krizi sonrası hayatını kaybetmesi olmuştur. 
Özal’ın vefatından sonra DYP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel TBMM’de yapılan oylamada Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 
Demirel’in Cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden sonra Haziran ayı içerisinde yapılan DYP Kongresinde Tansu Çiller DYP Genel Başkanlığına seçilmiş ve SHP ile Koalisyonu devam ettirerek Başbakan olmuştur (Çayhan, 1997, s. 380). Tansu Çiller, Türk siyasi hayatındaki ilk kadın başbakandır. 5 Temmuz 1993’te TBMM’de yapılan oylamada DYP-SHP Koalisyon Hükümeti 247 oyla güvenoyu almıştır (TCRG, 1993). DYP-SHP Koalisyon Hükümeti Kasım 1994’te SHP’nin CHP ile birleşmesi sonucu DYP-CHP Koalisyon Hükümeti’ne dönüşmüştür. 
Temmuz 1992’de MÇP’den (1993’te adını değiştirerek MHP adını almıştır) ayrılan milletvekilleri 1993 Ocak ayı içerisinde Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) kurmuşlardır.
1995 yılına gelindiğinde Hükümet’teki koalisyonun iki ortağı DYP ve CHP
arasındaki anlaşmazlıklar sonucunda 20 Eylül’de DYP-CHP koalisyonu sona
ermiştir. ANAP’ın DYP ile koalisyon, DYP’nin de RP ile koalisyon kurmak istememesi sonucu hükümet bunalımıyla karşı karşıya kalınmıştır. DYP lideri Tansu Çiller son çare olarak, DSP, MHP ve MP ile azınlık hükümeti kurmuştur.
Azınlık jükümeti TBMM’den güvenoyu alamamıştır (TCRG, 1995, s. 1). Bunun
üzerine DYP ve CHP 1995 tarihinde genel seçimler yapılması şartıyla yeni
bir Koalisyon Hükümeti kurmuşlardır. 24 Aralık 1995 genel seçimlerine bu
şartlar altında gidilmiştir.

12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında dördüncü genel seçimler, Darbe’den 15
yıl sonra; 24 Aralık 1995 tarihinde yapılmıştır. Bu seçimlerin oluşturmuş olduğu
parlamento aritmetiğinin 12 Mart benzeri bir muhtıraya neden olacağı ve Türk siyasal sistemini tekrar büyük bir savruluşa iteceği, seçimler öncesinde
tahmin edilebilen bir durum değildi. Fakat 12 Eylül sonrasında, yerleşik
devlet bürokrasisi karşısında meşruiyet sorunu yaşayan partilerin başında
RP geliyordu. RP’nin 1991 ve 1995 seçimlerinde artarak devam eden yükseliş
trendi iktidarı sivillere yeni devretmiş olan ve askeri vesayeti devam ettirme
kararlılığını sürdüren TSK için kabul edilebilir bir durum değildi. Bu nedenle
askeri erkan siyasi yaşamı yine namlu ile düzene koyma denemesine girişmiştir.
Bu girişimin sonuçları ciheti askeriye tarafından da öngörülemeyecek kadar geniş çaplı olacaktır.

1995 Seçimlerine tüm siyasi partiler yoğun bir faaliyet ile hazırlanmışlardır.
1993 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü TBMM’deki siyasi partilerde de lider değişikliklerine neden olmuştu. Seçimlere bu şartlar altında girilmiş fakat ANAP bir türlü eski günlerine dönmeyi başaramamıştır.
Seçim görsellerine bakıldığında, ANAP’ın en önemli seçim sloganlarından bir
tanesi; “Enflasyonu %150’lere Çıkartanları Süpür Gitsin” şeklindeydi.40 Slogan
son dönem Çiller Hükümeti’nin başarısız ekonomi politikalarını eleştirmekteydi.
DYP’nin seçim sloganı; “Yarınlarımız İçin Ya Karanlık… DYP’ye Verilen Her Oy Karanlığı Kovacaktır”, şeklindeydi. RP’nin seçim sloganı, “Terör Yarası Refahla Sarılacak” şeklindeydi. DSP, “Ulusal Birliğin İnançlara Saygılı Laikliğin Hakça Bir Düzenin Ve Güçlü Bir Türkiye’nin Güvencesi

DSP” şeklindeydi. MHP’nin seçim sloganı ise; “Türkiye’yi Harekete Geçireceğiz”
şeklindeydi. CHP ise, “Hayatı -Sağa- Kaymış Bir Türkiye İstemiyorsanız
Bütün Oylar CHP’ye” şeklindeydi.41 
Seçim beyannamelerinde ise, RP, “ 25 Aralık Sabahı Türkiye Yeniden Doğacak ” sloganını tercih etmişti (RP Seçim Beyannamesi, 1995, s. 1). MHP’nin Seçim Beyannamesi’nde ise, “ MHP Büyük Hedeflerin Partisidir MHP Türkiye’ yi Harekete Geçirecek Parti’dir, Biz Milliyetçiyiz Sözümüzün Eriyiz, Biz Türkiye Sevdalısıyız” sloganı vardı 
(MHP Seçim Beyannamesi, 1995, s. 1). 
ANAP’ın Seçim Bildirgesi’nde, “ Türkiye Bugün 21. yüzyılın Dünyasındaki
Yerini Belirleme Aşamasındadır ” şeklinde bir slogan tercih edilmişti (ANAP Seçim Bildirgesi, 1995, s. 5).

Sloganların, renkli kampanyaların ve karşılıklı iddiaların neticesinde 24
Aralık 1995 tarihinde yapılan seçimlerde beklenmedik şekilde RP birinci parti
olmuş fakat tek başına iktidar için gerekli çoğunluğa ulaşamamıştır. Bu durum,
uzun süren koalisyon hükümetlerinden sonra yeni bir siyasi krizin habercisiydi.
Seçim sonucunda 
RP; 158, 
DYP; 135, 
ANAP; 132, 
DSP; 76, 
CHP; 49 Milletvekilliği kazanmıştı 
(TÜİK, 2012, ss. 4, 93; TCRG, 1996, s. 1). 42

 Birinci parti olmasına rağmen hem merkez sağ hem de merkez sol partiler RP ile kurulacak bir koalisyon hükümetine temkinli yaklaşıyorlardı  (Milliyet, 1995, s. 1). 

RP, ayrıca AB karşıtı Söylemleriyle biliniyordu.


Seçimler sonrasında ANAP ile DYP arasında, başbakanlık ANAP Genel Başkanı
Mesut Yılmaz ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller tarafından dönüşümlü
olarak yapılmak üzere, Mart ayında Koalisyon Hükümeti kuruldu. Fakat iki lider
arasında derin anlaşmazlıklar vardı ve yürümeyeceği baştan belli olan Koalisyon
Hükümeti Haziran ayı içerisinde sona erdi. ANAP-DYP Koalisyon Hükümeti’nin
sona ermesinden sonra DYP ve RP arasında Temmuz ayı içerisinde, yine başbakanlığın dönüşümlü olacağı Koalisyon Hükümeti kuruldu. RP-DYP
Hükümeti 1997 Haziran ayı içerisinde TSK’nın dolaylı fakat fiili sayılabilecek
müdahalesi ile sona ermiş yerine ANAP lideri Mesut Yılmaz Başbakanlığında, ANAPDSP- DTP Koalisyon Hükümeti kurulmuştur. Buna ek olarak 1998 Ocak ayı içerisinde
Anayasa Mahkemesi RP’yi kapatmıştır (TCRG, 1998, ss. 17-18).
ANAP-DSP-DTP Koalisyon Hükümeti 1998 yılı Kasım ayı içerisinde sona
ermiştir. DSP lideri Bülent Ecevit Başbakanlığında 1999 Ocak ayı içerisinde bir
Azınlık Hükümeti kurulmuştur. Görüldüğü gibi, askeri vesayetin en azından
fiilen sonra ermesinden sonra Türk siyasal hayatının 1991-1999 yılları arasındaki
on yıllık dönemi çalkantılı bir dönem olmuştur ve 1997 yılında 12 Mart Muhtırası’ na benzer bir askeri müdahale yaşanmıştır. 

İletişim ve Diplomasi / Siyasal İletişim İ. Köse: Çok Partili Siyasi Hayat, Partilerin Seçim Beyannameleri ve Propaganda Görselleri


Bu dönemde kurulan ve yapı itibarıyla 1975-1980 yılları arasındaki Milli Cephe hükümetlerine benzeyen zorlama koalisyonlar bir türlü istikrarın sağlanmasının yolunu açamamıştır. Söz konusu şartlar altında erken seçim kararı alınarak 18 Nisan 1999 tarihinde genel seçimler yapılmıştır.

18 Nisan 1999 tarihinde yapılan genel seçimlerde, DSP; 136, MHP; 129, Fazilet
Partisi (FP); 111, ANAP; 86, DYP; 85 milletvekilliği almıştır43 (TÜİK, 2012,
s. 4, 93; TCRG, 1999). 18 Nisan seçimlerinde RP’nin kapatılmasından sonra
kurucularının ağırlıklı olarak RP yöneticilerden oluştuğu FP önemli oranda gerileme yaşayarak seçimlerden üçüncü parti olarak çıkmıştı. Seçimlerden sonra
DSP-ANAP-MHP Koalisyon Hükümeti kuruldu. 
Siyasi yelpazenin zıt polarizasyonların da yer alan bu zorlama koalisyonun da ömrü uzun olmamıştır.
1999 seçimleri öncesinde yapılan kampanya çalışmaları aslında 1997 Askeri Müdahalesinin gölgesinde gerçekleşmiştir. Seçim öncesinde; DSP’nin en önemli sloganı “Hakça Düzen İçin Demokratik Solda Köylü İşçi Girişimci El Ele” şeklindeyken, MHP’nin sloganı İddiamız Büyüktür ve Talip Olduğumuz Sorumluluğun Farkındayız. Çünkü Hedefimiz, Lider Ülke Türkiye’dir” şeklindeydi. MHP’nin diğer sloganı; “Ürkek Değil, Erkek” şeklindeydi. MHP bu sloganı ile FP’nin 28 Şubat sürecindeki başarısızlığına gönderme yaparak, seçmeni FP’nin yapamadığını kendisinin yapacağına inandırmayı amaçlamıştı. FP’nin sloganı ise, “ Fazilet’e Verilmeyen Her Oy, Yolsuzluk, Haksızlık, Baskı, Rüşvet, Hayat Pahalılığı Olarak Geri Dönebilir!” şeklindeydi. DYP, “Devletle Milleti Barıştıracağız” şeklinde bir slogan kullanmayı uygun görmüştü. ANAP ise, “ Yarın Kullanacağınız Oy 1 Gün İçin Değil, 5 Yıl İçindir ” şeklindeydi.44 
Sloganlardan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi seçim öncesi kampanyalarda, ekonomik sorunlardan ziyade, meşruiyet ve kendisini her alanda hissettiren askeri vesayet sorununun aşılmasına önem verilmiştir.

Seçim Beyannamelerinde ise; RP’nin yerine kurulmuş olan FP’nin sloganı
“Gün Işığında Türkiye” şeklindeydi (FP Seçim Beyannamesi, 1999). Sloganda
üstü kapalı olarak askeri vesayetin oluşturmuş olduğu baskıcı rejimin FP ile
sona erebileceği anlatılmak istenmişti. DSP’nin Seçim Bildirgesi’nde, “Dürüst
Yönetim, Hakça Düzen Ulusal Birlik, İnançlara Saygılı Laiklik” sloganı tercih
edilmişti (DSP Seçim Bildirgesi, 1999). MHP’nin Seçim Beyannamesi’ndeki
slogan şu şekildeydi, “Lider Türkiye’ye Doğru” (MHP Seçim Beyannamesi,
1999). DYP’nin sloganı ise, “Yeter Hak Milletin Olacak” şeklindeydi (DYP,
1946’dan 21. Yüzyıla II. Demokrasi Programı, 2000). Görüldüğü gibi seçim
görsellerinin benzeri olarak seçim beyannameleri de üstü kapalı olarak askeri
vesayetin sonlandırılmasını öncelikleri arasına almışlardı.

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***