Yeni Dünya Düzeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni Dünya Düzeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2020 Cuma

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 2

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 2




KÜRT İSYANCI’NIN İNGİLİZLERDEN İSTEDİKLERİ:

Seyit Abdülkadir:(1880 Mahri’li Şeyh Abdullah isyanını çıkaran Şeyh Abdullahın 
oğlu. Medine’ye sürüldü.1908 (Meşrutiyetin İlanı) ihtilalinden sonra İstanbul’a 
döndü.Ayan azası seçildi.Şeyh Sait İsyanından önce bir İngiliz temsilci 
zannettiği Emniyet mensubundan istediği ise :Kürt Krallığı,İngilizlerle 
İşbirliği,Akdeniz’e açılan bir çıkış kapısı,ve 250.000 peşin Altın idi.)
Kürt İsyanlarına aşağıdaki Türk isyanları da eklendi;

“25 Kasım 1925’de Şapka Kanunu'nun çıkmasıyla birlikte Rize, Trabzon, Gümüşhane, Giresun, Samsun ve Tokat, Amasya, Erzurum, Sivas , Maraş, Kırşehir, İzmir-Menemen, Kayseri'de sert direnişler yaşandı.

Şapka gerekçesiyle çıkarılan bölücü ve gerici isyanların bastırılmaları 
sonucunda , başta Erzurum İskilipli Atıf Hoca olmak üzere, Rize'de 8, Maraş'ta 
7, Erzurum'da 4, Sivas'ta 3, İskilip'te 2, Menemen'de 28 olmak üzere, diğer 
yerlerle birlikte toplam 78 kişi idam edildi. Çünkü bu isyanlar yeni kurulan 
devleti yıkmayı ve Sevr planını uygulamanın önünü açmak için dış destekli olarak çıkarılmışlardı.Daha Atatürk zamanında 25 Kasım 1925’de çıkan Şapka Kanunu’na tepki bahanesi ile o zamanki adı Potomya olan Güneysu ilçesinde 28 Kasım 1925’de Laz’lar isyan çıkarırlar.

"Vergi de vermicuuuk askere de gitmicuuk " diye gösteri yapan bu insanların 
askeri karakolları basmaları üzerine isyan alevlenir.İsyan şiddetlenince,yani 
Güneysu dışına da yayılınca ortaya “Lazistan veya Pontus Rum Devleti “ 
mırıltıları da yayılıverir.

Bunun üzerine, o zaman ki Lazistan Vilayeti Valisi Mehmet Hurşit Bey isyanı 
Ankara’ya bildirir.(Bölge Lazistan Vilayeti,Rize Kazası olarak geçer.)
Bu bilgi üzerine rahmetli Atatürk,I.Dünya Savaşında Almanlardan miras kalmış 
Hamidiye zırhlısını gönderir.Rize üzerine toplar yağmaya başlayınca "Atma 
Hamidiye atma ,askere de gidicuuuk vergi de vericuuk" dedikten ve isyancıların 
elebaşları yakalanıp cezaevlerine konulduktan sonra top atışları durdurulur.
Bazı tarih kayıtlarına göre de ülke yararı açısından bu sözler “Şapka da 
takacağuk vergi de vereceğuk” şeklinde yumuşatılarak da verilmektedir.
İsyan sonucunda kurulan İstiklal mahkemelerinde 143 kişi yargılanır ve 
sanıklardan 14’ü On beş 22’si On, 19’u Beş yıla mahkum edilirken 8 idam cezası 
çıkar ve çok sayıda insan Sinop ve Adana cezaevlerine hapsedilirler.Lazistan 
veya Pontus Rum Devleti kurma isyanı da böylece bastırılmış olur.

İsyanda yer alanların büyük kısmı da Şapka Kanununa karşı çıkan gerici hocaların kışkırttığı Türklerdir.Ama "dönme Rumlar”da çoğunluktur.
Amaç,kafa karıştırarak,isyandan bir Pontus Devetli çıkarmaktır.
Oysa, şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası, kanuna göre, üç aya kadar hafif hapisti.

Çünkü bu isyanların ardında Padişahlığı geri getirmek isteyen İngiliz 
mandacıları ile dönme Rum ve Ermenilerin de işbirliği vardı.Amaçları asla 
şapkayı protesto etmek değildi.

Bu isyanların birer “bağımsızlık savaşı” olduğunu ise,ABD’nin “Amerikan Dış 
Politika Milli Kurulu” ajanlarından David L.Phillips’e hazırlattığı 15.Ekim 2007 
tarihli “Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) Silahsızlandırılması,Tasfiyesi ve 
Topluma Kazandırılması (DDR Projesi)”nde şöyle itiraf edilmektedir;
“I.Dünya Savaşının ardından şartları itilaf devletlerince konulan 1920 deki Sevr 
Antlaşması Türkiye’yi mevcut topraklarının 1/3’ne indirmiş ve Kürtlerin 
kendilerine ait bir devlet kurmaları için söz vermiştir.
Antlaşmayı ret eden Atatürk,Türkleri “özgürlük savaşı” için toplayarak,1923’de 
Sevr’in yerine Lozan antlaşmasının yerleştirilmesine yöneldi.
Cevaben,1925’de,bağımsız bir vatan kurmak amacı ile Kürtler bir isyan 
çıkardılar. İsyan,zalimce bir şekilde bastırıldı ve elebaşıları Diyarbakır 
meydanında asıldılar.

İsyanlar serisinin 1937’de sonuçlanması ile,Türkiye Kürtlerinin varlıkları 
“onlar dağ Türkleridir” diye adlandırılarak inkâr edildiği zalimce bir politika 
(!) benimsendi.” 

http://adilyargic.blogspot.com/2009/08/akpnin-acilim-emri-ncafpden-tercume.html

Aslında,bu cümlede de apaçık bir çarpıtma vardır.Lozan Antlaşması ile çizilen 
harita,kuzeyden inecek SSCB tehdidini önleyemeye uygun olduğundan büyük 
devletlerce kabul edilmişti ve Kürtlere "ayrı devlet kurmalarının zamana uygun 
olmadığı belirtilmişti.

Atatürk'ün,"Misak-ı Milli Haritası" ve kendi doğum yeri olan Selanik'i bu 
sınırlara katma çabaları olmasaydı,Kürt isyanlarının çıkmayacağı inancında 
olduğumu belirteyim.
Kürt ve diğer gerici isyanlar bu huzursuzluktan dolayı çıkarılacaktır.

Devlet,son 200 yıldır karşılaşmadığı kadar çok iç isyanla karşılaşmış ve 
isyancıların bütün umutlarını toprağa gömmüştür.
Kürdistan,Pontus Rum, Büyük Ermenistan gibi devletler kurup onların başkanları olma hayalleri, maiyetlerine vaad ettikleri yüksek mevki umutları hepsi "idam sehpalarında" son bulmuştu. Henüz "üç yaşında" olan genç cumhuriyet mucizevi bir başarı ile faşist feodal isyanları da isyancıları da bitirmişti.
Kurtuluş savaşının daha başlarından beri,küçük çaplısından,Atatürk’e suikast 
hazırlayan “Ali Galip” olayı olarak da bilinen,Dersim Koçgiri İsyanı ile 
başlayan Mustafa Kemal Atatürk’ü tasfiye etme çabalarının,en tehlikelileri 1925 
Şeyh Sait,Rize,Çorum,Konya,Sıvas Şapka Kanunu isyanları,devletin bölgeye 
yol,okul yapmasından,köylülere ev vermesinden korkan aşiret reislerinin 
Patrikhane-İngiltere ve diğerleri işbirliğinde çıkartılan 1937-38, I.ve II. 
Dersim isyanları ile sürmüştür.

Erciyes Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyeleri’nden Prof. Dr. Metin 
Hülagü’nün “İngiliz Belgeleriyle Vahdettin ve Osmanlı Hanedanı” adlı kitabında 
Atatürk’e ölümüne kadar sadece İtalya ve Almanya’nın “19” kez suikast 
düzenlediğini,bu ülkelerin İsmet İnönü ile çalışmak istediklerini yazmaktadır.
Bu isyanların hepsinin arkasında da İngiltere,Almanya,İtalya yani Amerika 
vardır.Çünkü ABD halen Lozan antlaşmasını tanımadığı gibi İngiltere de 
Türkiye’yi “Saltanat rejimi” içinde görmek istiyordu.
İtalya ve Almanya ise,ABD’den aldıkları desteklerle,İngiltere,Fransa ve 
Rusya’nın sömürgelerine ortak olmak,Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun 
İ.S.950’den beri “Taç Giydiren” milletleri olarak haklarını istiyorlardı.
Alamayınca da Amerika I.Dünya savşında olduğu gibi gene el altından onları 
kışkırtıyordu. Amacı da ,Alman ve İtalyan faşistlerini dünyaya hükümran etmek 
değildi elbet.

Amerika'nın İtalya ve Almanya'ya I.ve II.Dünya savaşlarında para yardımı 
yaptığı, 15.mayıs 1919-İstiklal Harbi Gazetesi'nin haberinde;ABD başkanı 
Willson-İngiltere başbakanı Lloyd George arasında geçen konuşmaların yer aldığı metinde, İtalyan'ların Anadolu'daki işgallerini durdurmak için 
"İtalyanlara,buraları işgal etmeleri ve oralarda durmaları için gereken parayı 
vermeyeceğimiz günler gelebilir" sözünde apaçık ifade edilmektedir.
Ayrıca,Anadolu'ya yapılacak bir Yunan İşgali'nin İtalyan işgallerini 
durdurabileceğini iddia etmektedir.

Yunan işgali de bu konuşmadan "4" dört gün sonra başlayacaktır.

Onlara,Avrupa haritasını yerle bir ettirerek kendisini “kurtarıcı,özgürlük 
meleği” havasında dünya milletlerine kabul ettirmek ve dünyayı tek başına 
yönetmekti.
Almanlar,II.Dünya savaşı sonrasında dümeni anlayacaklar ve “Amerika sahte 
liberaldir. Avrupa'yı kendisi yönetmek istiyor” diyeceklerdi.
İşte,bu sinsi kumpasların ortasında kurulan fesat örgütlenmleleri içinde yer 
alan “yerli mandacı işbirlikçiler” Atatürk’ü öldürerek tarihe gömecek,devleti 
manda edecek kumpaslara alet oldular.
Bunların başında,Cumhuriyetin ilanı sonrası “Tekke ve zaviyelerin 
kapatılması,şey,pir,efendi, hoca,bey gibi sıfatların yasaklanmaları,toprak 
ağalarının topraklarının köylüye dağıtılması,” yani "köleciliğin kaldırılması” 
davası vardı.
Nasıl olurdu da,28 Ekim 1923’de Sultanahmet Avratpazarında (At meydanı-Hipodrom, Dikilataşın cıvarı) dünyanın parası verilerek satın alınan bir köle,29 Ekim sabahı “özgür vatandaş” olabiliyordu.Hem de,ağalar,şeyhler,pirler de sıfatlarını kullanamıyor,din adamları dini kıyafetlerle dolaşamıyordu?
Onlar bunun için mi savaşmışlardı?
Sen savaş,gazi ol,şehitler ver,Mustafa Kemal de tutsun seni bir yarıcı 
marabayla,ameleyle aynı kefeye koysun.
Akıl alır iş değil di bu!

Üstelik hilafet de kaldırılıp,padişahın da dışarı sepetlenmesi de olur şey 
değildi yani!

İşter Atatürk’ü “kahramanlık’tan kurtulunması gereken bir engel” konumuna 
düşüren nedenlerin başı bu olaylardı.
Bir de Lozan’da Selanik, Hatay ,üstelik İngiltere’nin 1946’larda bile 
“Velinimetimiz” diye tarif ettiği, Musul-Kerkük gibi petrol kaynaklarını da 
“Misak-ı Milli” adını verdiği bir bahane ile sahiplenmek istemesi,petrol işleme 
rafinerisnden bile haberi olmayan bir Türkiye için fazla ukalaca (!) bir istekti.

Hemen bu adam değiştirilmeliydi!!!
Atatürk’ün reformları ile prestijleri yerle bir olan ağa,şeyh,hacı hoca tayfası 
için de böyle bir fırsat bir daha ele geçmezdi.
Atatürk,İsmet paşa’yı her iktidardan alışında bir Kürt İsyanı çıkmasından 
şüphelenmiş,İsmet paşa’nın Atataürk’ün el attığı ticari şirketlere rakip 
şirketler kurması da aralarındaki muhalefeti iyice körüklemişti.
Ayrıca Atatürk,İsmet paşa’nın sinsi komplolarla kendisini “yalnızlaştıran” bir 
siyaset içinde olduğundan da kuşkulanıyor gibiydi.
İşte İsmet Paşa'nın bütün görevlerinden alındığını yazan gazate ve yasa metni
Büyütmek için gazeteyi tıkla.

1937’de tekrar başlatılan II.Dersim isyanı sonrasında Atatürk İsmet paşa’yı Kürt 
isyanları ile alakalı görür ve İstanbul Büyük Ada’ya zorunlu ikamete mahkum 
eder.Celal Bayar’a başbakanlığı verir.
Atatürk İsmet paşa’yı CHP Genel başkanlığından ve bütün görevlerinden alır ve 
Büyük Ada’ya İstanbul’a gönderir. Hükümet de parti de Celal BAYAR’dadır.
Bu olaydan sonra,Atatürk’ün ölümüne 18 gün kala bitirilecek olan II.Dersim 
İsyanı tekrar ateşlenir, ama bu defa İsmet paşa davet edilmeden isyan 
bastırılır.

Ama bu olaydan sonra sağlığında yavaş yavaş bozulmalar başlar,kısa sürede 
yatalak hale gelir ve Ankara’ya gidemez olur.
Bir ara Atatürk’e “İsmet paşa’nın trafik kazasında öldüğünü “ yazan bir gazete 
bile gösterilir.(Kaynak Murat Bardakçı-Habertürk -Tarihin Arka Odası prg.)
İşte bu dönemden sonra Atatürk’ün sağlığı bozulmaya başlamıştı.Hepsi yetim 
Ermeni olan evlatlık kızlarından,Dersim isyanı bombacısı pilot Sabiha GÖKÇEN’in 
arasının İsmet paşa ile oldukça iyi olduğu da bilinen bir gerçekti.
O kibarcık elleriyle Atatürk’e ilaçları o mu veriyordu acaba?
Bunu asla öğrenemeyecğiz.Ama,adına Hava Limanı kurulan,en fazla yüceltilen tek o olduğuna göre, sömürgeci devletler onu böyle ödüllendirmişlerdi sonunda. 
Ve,Atatürk devleti yönetemeyecek derecede,hasta,ölüm döşeğindedir.
Yukarıdaki NCAFP raporunda da görüldüğü gibi buisyanların,suikastlerin,deikodu 
ve aslı astarı olmayan uydurma iftiraların hepsi dış kaynaklıdır ve Atatürk’ün 
ölümünün ardından, büyük devletlerin tercihi olan İsmet paşa’nın idareyi alması 
ile isyanlar bıçakla kesilircesine kesilecektir.
Çünkü,İsmet paşanın ilk işi,daha 1921 Koçgiri İsyanında suikast hazırlayan,  Dersim bölgesi dönme Ermenilerini onun partisi CHP’ye ve bütün devlet 
kurum ve kuruluşlarına doldurmak olacaktır.
Ama,şimdi bu aşamanın başlangıcına dönelim;
Şimdi... 10.Kasım 1938'de Atatürk öldü, 11.Kasım 1938'de İnönü yeni 
Cumhurbaşkanı seçildi ve hemen ardından CHP’nin olağanüstü kurultaylarından biri daha toplandı.

Kurultaya,doğal olarak Atatürk'ün "Genel Başkan" olarak atadığı Celal Bayar 
başkanlık ediyordu.

Kurultay’da,darbeci İsmet paşa, Atatürk'ü “Ezeli Başkan”, kendisini 
“Ebedi-Değişmez Başkan” seçtirdi.

Aynı kurultay'a "Genel Başkan" olarak giren Celal BAYAR, “değişmez genel başkan vekiliğine” indiriliyordu.

Oysa yapılan darbeye kadar,başbakan ve CHP genel başkanıydı.
Bir anda gelen darbe ile İsmet paşa onu önce “”değişmez başkan vekilliğine” 
ardından 11.Kasım 1938’deki bu ilandan 75 gün sonra,25.Ocak.1939’da 
başbakanlıktan da azil edecektir. 

Çünkü, Celal, liberal ekonomici ama karma ekonominin mucidi,Türk ve Atatürk’ü de seven biridir.

Oysa İsmet paşa’yı iktidar eden Alman entrikalarıdır.Ona,”sol” gibi 
görünecek,Nasyonal Sosyalist siyaset uygulayacak,Ermeni-Rum,Yunan-Kürt 
işbirliğinde yürüyecek,onun sayesinde adam olmuş bir adam lazımdır.Bu bilgiler 
ışığında İsmet paşa’nın,ilk Ermeni başbuğumuz olduğunu görüyoruz.
Ve bu sıfat aynı Kurultay’ın Milli Şef’e bağlılık mesajında şöyle yer almıştı:
“Partimizin değişmez genel başkanlığına intihap olunan, Türkiye Cumhuriyeti’nin 
büyük Reisicumhuru ve kahraman Türk Ordusu’nun yüce başbuğu, Milli Şef İsmet İnönü’ye Büyük Kurultay’ın yürekten sevgi ve bağlılığının arzına karar 
verilmiştir.”

Pekiiii... Milli Şef’e bağlılık mesajını kim okumuştu?
Kırım Tatarı,İzmir Amerikan Koleji mezunu,Amerikan hayranı,liboş Adnan Menderes!
İsterse okumasın,meclis silahlı askerlerle çevrili.

II.Dünya Savaşı Haritası 1939-45

1943 yılına kadar Hitler’in galip çıkacağını düşünerek “Türk Milliyetçiliği 
ideolojisini” Alman Büyükelçisi Von Papen ile oluşturan,Kıbrıs’lı Rum dönmesi 
olduğu için Harp Okuluna, hatırımda kaldığı kadarı ile aşırı ricalar üzerine 
Fevzi Çakmak’ın torpili ile alınan,Alpaslan Türkeş’i de onunla “kanki” yapan,Köy 
Enstitülerini Hitler’in SS kamplarına göre düzenleyen İsmet İnönü 1943’de Sovyet ordusu karşısında bozguna uğrayan Alman ordusunun yarattığı şaşkınlığı da uzun sürmemiştir.

İlk işi Sovyetleri memnun etmek için 1944’de Nihal ATSIZ ve Alpaslan Türkeş’i 
tutuklatıp el ve ayak tırnaklarını söktürmek,olmuştur.

Ama,aralarında gene şike vardır.1947’de,İsmet paşa onu ABD’ye “Darbeci Kursuna” gönderecektir. 1955’de de Amerikan Harp Akademisini bitirecektir.
Önce Kıbrıs’ta görev alacak ,sonra 1960-1980 dönemleri için de “solcu avına” 
adam yetiştirecektir.İlk yetiştireceği ülkücüler,Abdullah Çatlı gibi Dersim 
kökenli Alevilerden olacaktır.İlginçtir Abdullah Öcalan’da dahil solcular da 
aynı kökenli olacaktır.

Hatta meşhur Susurluk olayına adı karışan,kazada ölen Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ’ın ve A.Çatlı'nın Alevi olmaları ve yaralı kurtulan toprak ağası Sedat Bucak da,ilginçtir ki,1963’de İsmet İnönü’ye “Federasyon neden Türkiye’de tatbik edilmesin” diye mektup yazan,Türkeş ve arkadaşlarının Sıvas’ta kampa topladığı,daha sonra batı Anadoluya sekiz vilayete dağıttığı, kurtuluş savaşında Atatürk’e asker de vermedikleri bilinen “55” Kürt toprak ağası içinden Mustafa Remzi Bucak’ın da nesidir acaba?

Her yer şike dolu.

II.ŞİKE (Muvazaa) 

İsmet İnönü-Celal Bayar Şikesi.Bu olay,günümüze kadar CHP-Sağ partiler şikesi 
olarak sürecek olan şikenin başlangıcıdır.CHP’nin iktidar edilmeme sebebi bu 
şikedir.

1943 yılında Adana-Yenice tren istasyonunda bir tren vagonunda İngiltere 
Başbakanı Winston Churchill’in,savaşı Amerika’nın girmesi ile I.Dünya savaşında 
olduğu gibi yine kendilerinin kazanacağını,İsmet’in savaşa girmesi halinde 
Türkiye’nin mahvolacağını söyleyerek korkutması üzerine İsmet paşa sadece 
talimatları yerine getirmiştir.

Verilen talimatlardan en önemlisi “Serbest Fırka” dır.Yani CHP’ye muhalif siyasi 
partilerin oluşturulmasıdır.

İsmet İnönü Paşa da Churchill’den aldığı aldığı talimat gereği “Serbest Fırka” 
ortamını kurmak için devletin kurucularından olan Celal Bayar ile gizlice Pembe 
Köşk de 1945’de buluşur ve yeni oluşumu halka sevdirip,İsmet Paşa korkusu 
olmadan rahatça oy verilebilecek bir muhalif parti yaratma planı üzerinde 
çalışmalar başlatırlar.

İsmet İnönü’nün Milli Şef iktidarını “Diktatörlük” olarak yorumlayan ABD’nin 
İsmet Paşanın Churchill tazyiki ile müracaat ettiği “NATO”dan aldığı “ret” 
cevabı üzerine gene Churchill’in tavsiyesi ve 1946’da “dörtlü takrir dümeni” ile 
kurulan İngiliz hayranı İsmet paşa-Celal Bayar-Adnan Menderes şikesi sayesinde Demokrat Parti’yi kurulur.

Demokrat Parti'nin iktidar olacağı 1950 seçimlerine kadar,iktidarı kaybetmek 
istemeyen İsmet İnönü,başlattığı manda olma hazırlıkları ile ,cumhuriyetin bütün kazanımlarını geriye itiyor ve devleti “Sünni Rejime” geçiriyordu;

Amerikan yardımının sürmesini sağlamak için 1947’de, okullarda din dersi 
okutulması, son sınıflara seçmeli din dersi konulması, İmam-Hatip meslek 
okulları açılması ve Yüksek İlahiyat Fakültesi açılması yönünde yasalar 
çıkartılmış ve bu yasaların çıkartılmasından üç ay sonra da yukarıda sözünü 
ettiğimiz yardım anlaşması Amerikan Kongresi’nde kabul edilmiştir. 
Bir noktayı daha vurgulamak gerekiyor. Bunun için de 16 Şubat 1947 tarihli Ulus gazetesinin haberine bir göz atalım:

“...Okullarda din dersi okutulması ve dini meslek okulları açılması işini 
incelemek üzere seçilen parti komisyonu toplantılarına başlamıştır. Komisyon 
başkanlığına B. Tahsin Banguoğlu, katipliğine B. Sedat Pek seçilmişlerdir. 
Cumartesi ve pazar toplantı yapan komisyon şu kanunları ele almıştır.

Okulların son sınıflarına ihtiyari olarak din dersi konulması .
İmam-Hatip ve vaiz yetiştirmek üzere orta dereceli okulların açılması .
Yüksek din adamları yetiştirmek üzere üniversitelerimizde İlahiyat Fakültesi açılması. 

Bununla da yetinilmemiş ve 1926’da 677 sayılı yasa ile kapatılan tekke ve 
zaviyelerin yeniden ziyarete açılmasını öngören yasa 1 Mart 1950’de TBMM’de 
kabul edilmiştir. (Tutanak Dergisi XXXV/1, s.177. Aktaran Cengiz Özakıncı, İrtica 1945-1999)

Cemal Kutay (90 yaşında Atatürkçü olup çıktı) 1946 yılında devletin de 
desteklediği Millet Dergisi’ni yayınlamaya başlar. 2 Ocak 1947’de bir “Açık 
Mektup” yayımlar. Okuyalım bu “Açık Mektup”u.

Mektubun başlığı şöyle: “Bu memleketin bütün ana-babalarına ithaf. Türk 
Gençliği’nin manevi inşaası” 

“Önümde Amerikan liselerinde daha dinamik ve pratik olmak iddiasıyla hazırlanmış ve büyük alakayı çekerek senatoda taraf bulmuş müfredat programı var... Vicdan hürriyetine saygının ve insan haklarının vatanı olan Amerika’da, ailelerle okul elele vererek yeni yetişenin manevi cephesini inşa ediyorlar... Anneler!... 
Babalar!... Vicdan hesaplaşması döneminiz gelmiştir. Yavrularınıza ebedi ve tek 
Allah fikrini telkin ediniz. Allahsız bir nesil yetiştirmeyiniz! Gençliği 
Allahsız ve dinsiz yetişmekten kurtarmalıyız!...” (Cemal Kutay, Türkçe İbadet 2)

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 1

Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez: CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI BÖLÜM 1



Tacı Haine Giydiren Milletin Kanı Dinmez..,

Çanakkale Savaşının ardından 1918'de Yıldırım Orduları Komutanlığını, Alman Liman Von Sanders'ten devir alan Atatürk, madalyaları ile çekilmesine izin verdiği resminin altına Osmanlıca Hz.Muhammed'e saygı için şunu yazdırır; 
“ Bir gaza ettik ki hoşnud eyledik peygamberi!!!” Bu resmin çekilişinden 5 yıl 
sonra,bitirilmiş bir imparatorluktan da bağımsız bir devlet çıkaracaktır. 

Vatan-Millet davası,hiçbir kurum veya kuruluşa havale edilemez,milletçe 
sahiplenilmedikçe hiç bir dava milli değildir.
Davasına sahip çıkmayan halk da millet değil sürüdür.
Adilyargıç / Keykubat.

Bloga,darbeci,cuntacı,işbirlikçi dönmeler,ayrılıkçı faşist veya kökten dinciler, bilip de susanlar, aklen ergenliğe ulaşmamış, din,tarih konularında okul bilgilerini bile öğrenememiş, hayatında bir kez olsun Türkçe Kuran bile okumamış,yaşı "40"ın altıda olanların girmeleri sakıncalıdır.

Bu uyarı sonradan tuhaf soruların sorulmasını engellemek, araştırma,sorgulama 
yetenekleri gelişmemiş olanların dengelerinin korunması amacı ile konulmuştur.

Atatürk'çü,solcu,din dahil her şeyi sorgulayan,iftira,yalan yazı içermeyen,ırk 
ayırımcılığı yapmayan, eleştirinin ayarını kaçırmayan,yazarının bilgisi ile 
sınırlı bir blogdur.

Başka yazılarda ve bu blogda okuyacaklarınıza, araştırmadan soruşturmadan hiç bir şeye inanmayınız.

Hala okumak istiyorsanız buyurunuz.
Saygılar, Sevgiler.


CHP MUVAZAALARI ve BAYKAL'ın İSTIFASI 

CHP - ŞİKELERİ ve BAYKAL’IN İSTİFASI 

12 Mayıs 2010 Çarşamba

I.ŞİKE- (Muvazaa)

ATATÜRK’Ü SAF DIŞI ETME ÇALIŞMALARI

1789 Fransız Devrimi ardından yayılan Napolyon ordularını bozguna çıkarmak 
amacıyla İngiltere ve müttefiki olan Avrupa’nın feodal güçleri,başta 
İspanyollar,İtalyanlar olmak üzere tüm Avrupa’da “Etnik Milliyetçiliği” 
körükleyerek Napolyon ordularını 15 yılda bitirmeyi başarırlar.
Ancak,iyi maya tutan bu etnik milliyetçilik,20.yy.başında Rus Çarlığı,Avusturya 
Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarını tarihe gömecektir.
İşte o gömülme anının son anlarında,işgal altındaki ülkemizde azınlıklar ile 
işgalci güçler arasında müthiş şikeler,işbirlikçilikler yaşanmaktadır.

Sevr Antlaşması Haritası-Büyütmek için haritayı tıkla.

17-20 Nisan 1920 tarihlerinde Sadrazam Damat Ferit Paşa, Anadolu'da barış 
anlaşması şartlarını kabul etmeyen Mustafa Kemal'i durdurmak için İngilizlere, 
Kürtleri kullanmayı önermiştir.

Amiral de Robbeck, Lord Curzon'a Ferit Paşa ile görüştüğünü açıkladı. Robbeck, 
Ferit Paşa'nın, anlaşma şartlarına uygun olarak ayrı bir Kürt devleti kurulması 
için Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı kullanmayı önerdiğini açıkladı.

“Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp bağımsız olmalıdır. Ermeniler ile 
Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Klübü Başkanı Seyit 
Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa hizmetimizdedir.”

— Amiral John de Robbeck,İngiliz Yüksek Komiseri,26.Mart 1920, İstanbul
Paris Barış Konferansında 1919 yılı Ocak ayında, Osmanlı delegelerinden Ermeni 
Boghos Nubar Paşa ile Kürt Şerif Paşa bağımsız bir Ermeni ve Kürt devleti 
konusunda anlaşmışlardı. Cemiyet başkanı Âyan'dan Seyit Abdülkadir de Boghos Nubar Paşa ile anlaştıklarını İngiliz Yüksek Komiserliği Danışmanı Hohler ile görüşmesinde anlatır. Ancak Abdülkadir, İngilizlerden kendilerine sunulandan 
daha fazlasını istemektedir. Bu uğurda Mustafa Kemal'i yok etme hareketine 
yardım edeceklerini açıklar. 

İngiliz politikası, doğuda bağımsız bir Kürdistan ve Ermenistan devleti 
kurulmasını amaçlıyordu. Bu sayede hem bolşevikler ile aralarında bir tampon 
bölge oluşturmayı, hem de mütareke şartlarını kabul etmeyen Kemalist milliyetçi 
güçleri meşgul etmeyi ve durdurmayı hedefliyordu. İngilizler, tarihte yaşanmış 
olaylar nedeniyle Ermeniler ile Kürtleri biraraya getirebilmenin zorluğunun 
farkına vardılar. Zira bazı Kürtler, Ermeni egemenliğine razı olmaktansa 
Türkleri tercih edeceklerdi. 23.Eylül 1920 tarihinde İngiliz dışişleri tercümanı 
Ryan raporunda, Kürtleri Türklere karşı kullanmanın çıkarabileceği ters 
sonuçları rapor eder.

I.DÜNYA SAVAŞININ SONUÇLARI ARASINDA,09.Kasım 1918’de bir darbe ile tahttan indirilen Alman imparatoru Kayzer II.Wilhelm İsviçre'ye sürülmüş,iki gün sonra 11. Kasım.1919’da Almanya teslim olmuştur ve Alman Başkomutanı Cumhurbaşkanı olmuştur.

Bu olaydan 56 gün sonra 05.Ocak 1919’da Almanya’da Amerikan destekli ilk Faşist parti kurulmuştur.11.Şubat’ta Cumhuriyetçi yönetim hükümeti devr alır.

Faşist Parti’nin ilanından altı gün sonra Berlin’de Komünistler feci şekilde 
bastırılmışlar dır. 

23 Şubat 1919’da İtalya’da Faşist Partinin kurulmasını, Almanya’nın, Letonya, Litvanya gibi ülkeleri da yanına alarak “Anti Komintern Pakt” ülkelerini oluşturması izleyecektir.
Yani, SSCB’ye ilk duvarı sınırdan örecektir.
I.Dünya Savaşı Ortadoğu'da İngiliz toprakları.(Kırmızı)

Rusya’da bir savaş kazası olarak ilan edilen Sosyalist idare sistemine halkın 
özentisinin önlenmesi için ABD, Almanya ve arkasından bütün küresel kontrol 
alanına girecek Avrupa ülkelerinde “Nasyonal Sosyalizm’i” destekleyecektir.
Nasyonal Sosyalizm,sosyalizm’in evrensel kardeşlik ilkesinden arındırılmış, 
milliyetçi,ırkçı, kafatasçı hale getirilmiş şeklidir.Özellikleri aynen sosyalizm gibidir.

Sosyal devlet,eşitlik,ücretsiz eğitim-sağlık hizmetleri, emeklilik,çalışma saatlerinin düzenlenmesi, kadın-erkek eşitliği,çağdaş medeni hukuk,her 
vatandaşın haklarının anayasa ile korunması gibi ilkeleri de içermektedir. Sosyalizmi kendi milletine uygulama şeklidir. 
Ama,özel mülkiyetin,burjuvazinin korunması şartıyla.

Yani, bu ”Faşizm’dir.”

Alman hukukunun örnek hukuk olma nedeni de SSCB’ye komşu olması nedeniyle,halkın SSCB’ye özenmesine sebep olacak haklar ve özgürlüklerin en aza indirilmesi gayretidir.

Bu işlem Türkiye'de 1924'e kadar uzamasının sebebi de,SSCB’ye batıda sağlam bir set çekmekle meşgul olmalarından hem de bize biçilen paylaşım,idare konularında fikir birliği oluşturamama sonucudur.

İlk dayatma ile ”Türk Milliyetçiliği” kavramının oluşturulması sağlanmıştır.
Böylece,asırlardır “din kardeşliği” ilkesinde birlikte sorunsuz yaşayan Müslüman 
halk’ın içinde “kökene dayalı ayrılıkçılık tohumları” ekilecek,günümüzün “mikro 
milliyetçilik” ile açıklanan,Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilciliğini 
yaptığı ülkemizi 36 parçaya bölme projelerine analık edecektir.
Çünkü,Türklerde hiçbir zaman “Türklük” kavramı öne çıkarılmamış aksine 
bastırılmıştır. Benim annem bile bundan iki yıl önce bir konuşmamda “Türk” 
dediğimi duyar duymaz;

-“Oğlum,biz Türk’üz ama Türk demeyecekmişsin çok günahmış,Müslümanım 
diyecekmişsin” diyerek beni uyarmıştı.Validem,1927 doğumludur.
Milliyetçilik kavramı,Sultan Abdülmecit döneminde(1789 Fransız Devriminden sonra olmasına dikkat ediniz) ilk “Türk Dili-Tarihi-Milliyetçiliği” araştırmaları,ilk 
defa Türklere özgü okul ilk okul kitaplarını kaleme almış,Nuruosmaniye’de ilk 
örnek eğitim veren okul açmış, Mecelle’nin (İlk Osmanlı Anayasası) yazarı, 
Sabetayist dönme olduğu öne sürülen, Ahmet Cevdet paşa (1822- 1895-Kavaid-i 
Osmaniye adlı kitabı ile Türkçe’nin ilk kez bilim dili olduğunu kanıtlamıştır. ”Herkesin anlayacağı surette,bir risale (Büroşur-dergi) yazıp 
Takvim’ül Edvâr tesmiye ettim ve Lisan-ı Türkî ilim lisanı olamaz diyenlere 
lisanımızın her şeye kabil olduğunu ve bu lisan ile her fenden,güzel eserler 
yazılabileceğini tasdik ettirdim”. Diyerek,verdiği eserin önemini –Maruzat’ında 
dile getirmiş,Şark’taki Türklerle ilgilenmemiz konusunu da önemle ileri sürmüş 
şuurlu bir Türkçüdür.Günümüz Türkçülerinin çoğunun ondan bir haberleri olmasa da bu böyledir.

Türkçe hakkındaki diğer eserleri,Medhal-i Kavaid,Kavaid-i Türkiyye,Belagat-ı 
Osmaniyye’ dir. ), tarafından,eğitimde dışa bağımlılığı ortadan kaldırmak amacı 
ile başlattığı çalışmalarında görmekteyiz.

Cumhuriyet döneminde de başta “Kürt Milliyetçiliği” konusunda yazan ve Kürt 
Milliyetçisi olduğu iddia edilen Ziya GÖKALP (1876-1924) tarafından 
şekillenecektir.

Turancı Enver Paşa, Gagavuz Türk’ü Hıristiyan dönmesi,Talat Paşa Müslüman 
Arnavut, Cemal Paşa’nın da Gürcü Hıristiyan devşirmesi olduğu iddia edilir.

Daha o zamanlarda Atatürk’ün Boşnak,Sırp,Yahudi kökeni hakkında konuşulup 
yazıldığını biliyoruz.

Malum,henüz bir şey olmayan birini kimse bilmek bile istemez ama,bir başarıya 
imza atıp da kamuya mal olduğu zaman,seyahat için geçtiği yollarda bulunan 
köy,şehir halkları bile bu şahsın kendisinden olduğunu iddia etmeye başlar.
Atatürk’ün adı ile anılan bir çok kasabanın olması (Kemal paşa,Mustafa Kemal 
Paşa gibi) buna en güzel örnektir.

Farz edelim ki bu böyle olsun ki,o zaman “Türk Milliyetçiliği ve Turancılık ” 
kavramlarını yaratanların içinde bir tane TÜRK yoktur.
Böyle olunca da Türk Milletine de “soykırımcı” demek de hak etmediği,apaçık bir 
hakarettir.

Olay tamamen amacı “Sosyalizm’i engellemek” olan İngiliz-ABD 
koalisyonunun,kendileri dışında dayattığı devletleri parçalamak için teşvik 
ettikleri "milliyetçiliğin",Osmanlı'yı da kendi nefsi müdafaasını oluşturma 
fikrine itmesinden başka bir şey değildir.

Her zaman hatırda tutmamız gereken,Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmış,tarihe 
gömülmüş bir imparatorluktan güç bela kurtarılmış bir devlet olmasıdır.
Yeni kurulan bir devleti de egemen güçlerin bazı isteklerine uyum sağlamadan 
dünya siyaset arenasında yaşatmanın da imkanı yoktur.
Bunu unuttuğumuz an tarihimizi kötüleyen her fikre,işbirliğine kolayca hizmet 
ederiz.

İlginç ama gerçek budur.

1918 tarihli Willson ilkelerinin 1.maddesi gereği Laik Demokratik sistem" 
Osmanlı'dan ve diğer büyük devletlerden boşalan alanlarda kurulacak devletlerde Amerikan şartı" olduğu için benimsenmiştir.

19. yy.İngiliz İmparatorluğu

Daha sonra Amerika bu ilkesinin arkasında durmayınca,İngiltere bunu ret etmiş ve Afganistan'da Topal Molla olayını başlatırken Türkiye'de de Şeyh Sait ve 
Dersim,Kars, Hakkari ve diğer isyanları başlatmıştır.Ama İran'da,26 Ekim 1923'de Monarşik Cumhuriyet rejimini de,Farsi kökenli olduğunu iddia ederek tahta geçirdikleri Şah Rıza Pahlevi diktasını da aynı ilke çerçevesinde kurmuşlardır. 
Türkiye'de ilan edilen Cumhuriyet rejimi ile aralarında sadece "3-üç" gün olması 
dikkat çekicidir.
Atatürk Laik-Cumhuriyet yapılanmasını Fransız Devriminden örnek alarak bir 
yenilenme olarak gördüğü için halkın "kültürel özgürlüğe" kavuşması şartı olarak gördüğü için de koruma yoluna gitmiştir.
Batılı devletlerin ve işbirlikçileri olan,kurtuluş savaşına yardım bile 
göndermeyen,ayrılıkçı feodal,faşist Kürt ağaları ile şeyh ve pirlerinin 
Atatürk’e kızgınlıklarının başında onun Ulusalcılık ilkesine dayalı Cumhuriyeti 
kurma başarısı,ardından tekke ve zaviyelerin kapatılması,efendi,şeyh, 
pir,ağa,bey,maraba gibi sosyal sıfatların yasaklanması,kılık kıyafet 
devrimi,köleciliğin kaldırılması gelir.
Ona olan düşmanlıkları,ölümü ile de bitmeyecek,bu yüzden ilelebet 
sürecektir.Kürtler arasında "kölecilik",Atatürk'ün sağlığında çıkarılan 28 
faşist Kürt isyanı ve diğer gerici ayrılıkçı Rum siyanları yüzünden halen 
sürmektedir."15" yıllık iktidarı işbirlikçi faşist Kürt ve Rum isyanları ile 
geçen Atatürk,Kürtler'de köleciliği kaldırmaya fırsat bulamamıştır.
Ardından gelen işbirlikçi İsmet paşa ve faşist Kürt feodallerinin tam kadro yer 
aldığı Menderes ve diğer hükümetler tarafından da faşist Kürt Feodalitesi resmen kutsanmış,korunmuş, palazlandırılmıştır.

İsmet paşa’nın İngilizlerle tanışıklığı,Yemen’de görev yaptığı yıllara kadar 
uzanmaktadır. Yemen dönüşünde,Diyarbakır’da yaptığı görev sırasında da 1917 
Devrimini hazırlayan Rus kadroları ile tanışma fırsatı olmuştur.
Ama,İsmet paşa’yı etkileyen güç daima İngilizlerdir.O,"güçlü erkekle çiftleşmek 
isteyen dişi hayvanlar" gibi daima güçlüden yana olmuştur.
Onun bu özelliği SSCB'nin atom silahı yaparak "güç dengesini" eşitlemesinin 
ardından ABD'nin geliştirdiği ve Türkiye'yi kendi haline bırakacağından korktuğu 
savunma stratejisi değişikliğine kadar yani 1970'lere kadar sürecektir.
1970'de Abdi İpekçi'ye ,ABD üsleri ve ABD'nin NATO savunma stratejisini 
"Topyekün Mukavemet" kavramından "Esnek Mukavamet" kavramı şeklinde değiştirmesi konularında bir araştırma yaptırır.(Kaynak 22.5.1970 tarihli Milliyet Gazetesi Abdi İpekçi'nin İncirlik Araştırması başlıklı dizi yazıları.)

İlk defa ölmesine iki yıl kala,bu yüzden "ABD Karşıtı" olmaya başladıysa da 
artık tren varacağı istasyona varmıştır,iş işten geçmiştir.

İşte,İsmet paşanın şansı olan bu sihirli güçler,,1919 Mondros mütarekesinden 
sonra,onu birden zamanın genelkurmay başkanı olan Fevzi Çakmak paşa’nın 
yaverliğine taşıyacaktır.
Atatürk Anadolu’ya 19.Mayıs 1919’da geçtikten çok sonra İsmet paşa,Fevzi Çakmak ve İstanbul hükümetinde görevli Kürt Teali Cemiyeti üyesi bazı “faşist Kürtçü” paşaların da telkinleri ile Atatürk’e “göz kulak olması” için gönderilmiş olduğu inancı bende oluşmuştur..
I.İnönü savaşına,”ordu yönetme tecrübem yok” diye itiraz eden İsmet paşayı Fevzi Çakmak ile Atatürk’ün,İsmet paşayı adeta “”ite kaka” razı ettiklerini Ş.Süreyya Aydemir,İsmet paşa’nın 1965'de yazdırdığı “TEK ADAM” adlı kitabında anlatır.Şimdi,Kürt isyanlarına bir bakalım;

1- Kurtuluş Savaşı süresince çıkan isyanlar;

01-1919-22, Simko (Ismail Ağa) İsyanı
02-1919-11 Mayıs, Ali Batı İsyanı
03-1919-21 Mayıs, Mahmut Berzenci İsyanı
04-1921-6 Mart Dersim- Koçgiri İsyanı

2-Cumhuriyet dönemi İsyanları;

05- Mart.06.1924-İsmet paşa başbakanlık’tan alınır.
05-1924-Nisan Eylül,Hakkari Beytüşşebap İsyanı.
06-1924-Eyl.12 Nasturi İsyanı-İngilizler Hakkariyi isterler.İngiliz destekli isyandır.
06- Ksm.22.1924 Görevden alınır.Üç ay sonra,
07--1925-13 Şubat, Lice-Muş,Van-Elazığ Şeyh Said İsyanı-İngilizlerin Türkiye’ye sormadan . Hakkari sınırını çizmelerine karşı Atatürk’ün savaşa kalkıştığı 
      sırada çıkar.
08-1925-10 Haziran, Nehri İsyanı (Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septi’nin talebeleri.Koçgiri . İsyanını çıkaranlar.)
09-1925-7 Ağustos, Reşkotan-Raman İsyanı
10-1925.Kasım-1. Sason İsyanı
11--1926-16 Mayıs, 1.Ağrı İsyanı
12-1926-21 Ocak, Hazro İsyanı
13-1926-7 Ekim, Koçuşağı İsyanı
14-1927-26 Mayıs , Mutki İsyanı
15-1927-13 Eylül 2.Ağrı İsyanı
16-1927-7 Ekim Bıcar İsyanı
17-1929-6 Temmuz, İt Resul İsyanı
18-1929-20 Eylül, Tendürek İsyanı
19-1930-26 Mayıs, Savur İsyanı
20-1930-20 Haziran, Zilan (Zeylan) İsyanı
21-1930-21 Temmuz, Oramar İsyanı
22-1930-7 Eylül, 3.Ağrı İsyanı
23-1930-24 Ekim, Dersim-Pülümür İsyanı
24-1930- Eylül, 2. Mahmut Berzenci İsyanı
25-1931- Kasım, Şeyh Ahmet Barzani İsyanı
26-1937- Ocak, 2. Sason İsyanı
27-1937- 21 Mart,I. Dersim İsyanı
28- 1938 I.ve II.Dersim isyanları

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

7 Eylül 2016 Çarşamba

“Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam”


 “Sözümü Tutamadım, Artık Yaşayamam”



Turhan Feyizoğlu





Petrol, günümüz sanayisinin en önemli hammaddelerinden birisi olma özelliğini koruyor. Birçok savaşın nedeni, dünya kamuoyuna sunulanın veya gösterilenin aksine tamamiyle farklı nedenlerden çıkmıştır. Savaşların hemen hepsinin kökeninde ekonomik çıkarlar yatmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ana nedenlerinden birinin, Orta Doğu’daki petroller üzerinde İngiltere ile Almanya’nın rekabeti olduğu bilinen bir gerçektir. Savaş sonrasında Türkiye, ya da o dönemdeki varlığıyla Osmanlı İmparatorluğu petrol bölgelerini çeşitli nedenlerle kaybetmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde petrol konusu nasıl gelişti kısaca göz atalım.
Türkiye’de ilk Petrol Kanunu, 1926 yılında kabul edildi. 1933 yılına kadar önemli bir gelişme olmadı. 1933 yılında, petrol arama girişimlerini düzenlemek amacıyla “Petrol Arama ve İşletme İdaresi” kuruldu. Bu teşkilat eliyle ilk sondaj işlemi, 1934 yılında yapıldı. 1935 yılında, her çeşit maden arama çalışmalarını bir elden yürütmek amacıyla, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kuruldu. Petrol Arama ve İşletme İdaresi de bu kurum içinde Petrol Grubu Direktörlüğü adıyla çalışmalarına devam ettirildi.
Petrol Arama ve İşletme İdaresi’nin yaptığı çalışma sonucu ilk petrole, 1940 yılında, Raman bölgesinde, 1951 yılında da Garzan’da rastlanmıştı.
7 Mart 1954 tarihinde kabul edilen 6327 sayılı kanunla Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) kuruldu.

Gittikçe artan sayıda sondaj çalışması sonucu Türkiye, petrol tekellerinin pazarı olmaktan çıkmaya başlamıştı.
Türkiye’nin tüketici olmaktan üretici olmaya geçmeye başlaması uluslararası petrol tekellerini rahatsız etmiş, bunun önlenmesi için açık-gizli her türlü yol denenmiş ve denenmeye günümüzde de devam edilmektedir.
Uluslararası petrol tekellerinin engellemelerini kırmak amacıyla Türk kamuoyu da, gerekli tepkisini zaman zaman göstermiştir. Bazı dergi ve gazetelerin konuya duyarlı yaklaşması sonucu, 1963 yılından itibaren kamuoyunun tepkisi ortaya çıkmıştı.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) da, 1965 yılında, daha fazla sayıda kuyu açabilmek ve daha fazla petrol çıkartabilmek için çaba harcamaya başladı. Fakat bu konuda uluslararası petrol şirketleri tarafından çeşitli engeller olduğunu görünce, sorunu, kendisini destekleyebilecek örgütlere götürerek yardımlarını istedi.
TPAO’nun daha fazla kuyu açarak petrol çıkartma isteğini dönemin bazı öğrenci örgütleri destekledi ve sorunu ulusal bir anlayışla sahiplendi.
İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (İTÜ-ÖB), yaptığı çalışma sonunda şu tesbite varmıştı:
“Türkiye’de 11 yabancı şirket ve 1 yerli petrol şirketi olan TPAO vardır. 11 yabancı şirket her biri sekizer kuyu açarak toplam 88 kuyu, TPAO ise ancak sekiz kuyu açabiliyor. TPAO, daha fazla kuyu açmak istemekte, fakat zamanın hükümeti buna izin vermemektedir. 11 yabancı petrol şirketinin çıkarttığı petrol TPAO’nun çıkarttığı petrol kadar ancak olmaktadır. 11 yabancı petrol şirketi, Türkiye’de petrol üretmek değil, petrol bölgelerini üretime kapatmak için çalışma yapmaktatır. Ayrca, ürettikleri petrolü de Türkiye’ye, Avrupa ülkelerine sattıkları petrolden % 35 daha fazla pahalıya satmaktadır.”
İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (İTÜ-ÖB), elde ettiği bu bilgileri kamuoyuna duyurmak amacıyla, 13 Ocak 1965 günü, bir basın toplantısı düzenleyerek kamuoyuna açıklamış, bunun ardından “Milli Petrol” başlığı altında bir kampanya başlatmıştı.
Sokaklara, “ Vatandaş yerli petrol kullan ”, “ Petrolünü Petrol Ofis’ten al ”, “ Yabancı petrole hayır ”, “ Petroller millileştirilecektir ”, “ Kahrolsun Yabancı Petrol Şirketleri ” gibi savsözler yazılır.

Kampanyaya, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği (ODTÜ-ÖB) de katıldı.

“Milli Petrol” kampanyası, toplumun değişik kesimlerince olumlu tepkiler aldı ve kamuoyunca benimsendi. Bu nedenle sorun, kampanyanın dışına taşmış ve gerçekleştirilmesi gereken bir amaç haline dönüşmüştü. Bu amacın gerçekleşmesi için de 19 Aralık 1966 günü, kurulduğu resmen kabul edilen ve şimdi bazı kişilerce çoktan unutulan bir dernek faaliyete başladı.
19 Aralık 1966 günü kurulan derneğin, 2 Ocak 1967 günü gazetelerde yayınlanan tüzüğünde özetle şu bilgiler yer almaktadır:
Derneğin ismi, “Türkiye’nin Petrol ve Madenlerini Koruma Derneği”dir.
Derneğin adres merkezi, Ankara’da Yenişehir, Adakale Sokak, 28 numaradaydı.
Derneğin amacı şöyleydi:


A) Türkiye’nin Petrol ve Madenlerini Koruma Derneği’nin başta gelen amacı, petrol ve maden kaynaklarımızın egemenliğimize, milli güvenliğimize ve yurt ekonomisine en uygun bir şekilde bulunup geliştirilmesine, değerlendirilmesine ve memleketin petrol ve maden ihtiyacının yurt ekonomisine ve Milli Savunma ihtiyaçlarına en uygun surette karşılanmasına hizmet etmektedir.
B) Dernek, yukarıdaki ana amacın yanında, iktisadi hayatın kilit noktalarını teşkil eden sinaî müesseselerin memleket yararına kurulmasını ve işlemesini sağlama amacıyla da hukuki imkânların müsaadesi oranında gereken işlem ve eylemlerde bulunur.”

Dernek bunun için, ne yapması gerektiğini tüzüğündeki üçüncü maddesinde şöyle açıklamıştır:

“ 
A) Özellikle Türkiye’nin petrol ve maden, kaynak ve rezervlerine, petrol ve maden alanındaki ihtiyaçlarına manevi bekçilik yapmak amacıyla kurulan Derneğin, amacına ulaşabilmek için faydalanacağı araçların başlıcaları, incelemeler yapmak ve yaptırmak, tartışmalar, toplantılar, konferanslar, kongreler, eğitici kurslar, geziler düzenlemek, makale, gazete, dergi, broşür, kitap bastırmak ve dağıtmak, burslar vermek, aynı amaçla fotoğraf yayınları yapmak, sergiler hazırlamak, filmler çevirmek, çevirtmek ve oynatmak, radyo yayınları yaptırmak ve bunlara benzer faaliyetlerde bulunmaktadır.

B) Dernek, gerek petrol ve maden alanındaki tesislerin, gerek memleketin kilit noktasındaki sinaî teşebbüslerin memleket yararına işlemesini sağlamak amacıyla ilgili müessese ve teşebbüslerde pay sahibi ve bu alandaki derneklere üye olabilir.”

Tüzüğün 4. maddesinde derneğin kurucuları soyadına göre sırasıyla şöyleydi:

Hilmi Akın (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi), 
Yücel Akıncı (Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı), 
Prof. Muammer Aksoy (SBF öğretim üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu üyesi), 
Prof. Dr. Muzaffer Aksoy (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi), 
Prof. Dr. Haydar Arseven (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi), İffet Aslan (Yazar-gazeteci), 
Doğan Avcıoğlu (Gazeteci, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu üyesi), 
Orhan Birgit (Yazar, İstanbul milletvekili), 
Doç. Dr. Tuncer Bulutay (SBF öğretim üyesi), 
Doç. Dr. Turgut Cansever (Yüksek mühendis-mimar), 
Behçet Kemal Çağlar (Şair), 
İbrahim Çamlı (Yazar-gazeteci, İstanbul Petrol Rafinerisi A. Ş. Basın Müşaviri), Rauf Çapan (Avukat), 
Ali İhsan Çelikkan (Milletvekili), 
Özer Derbil (Avukat, Türkiye Petrolleri eski Genel Sekreteri ve Petrol Ofisi eski Genel Müdür Muavini), 
Prof. Dr. Lütfi Duran (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi), Cengiz Ekinci (Milletvekili), 
Bülent Ecevit (Yazar, Zonguldak Milletvekili), 
Fikret Ekinci ( Yazar, Hukukçu), 
Mehmet Erdemir (Yüksek Elektrik Mühendisi, Etibank Müşaviri), 
Refik Erduran (Yazar, Milliyet’te gazeteci), 
Muammer Ertem (Manisa Milletvekili), 
Numan Esin (Eski Milli Birlik Komitesi üyesi), 
Gökhan Evliyaoğlu (Yazar, Gazeteci, Eski Milletvekili), 
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu (Kayseri Milletvekili, Kurucu Meclis Üyesi), 
Hüseyin Günday (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı İkinci Başkanı), 
Ecvet Güresin (Yazar, Cumhuriyet’te gazeteci), 
Suphi Gürsoytrak (Tabii Senatör), 
Recai İskenderoğlu (Diyarbakır Milletvekili), 
Prof. Dr. Enver Ziya Karal (Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı), 
Suphi Karaman (Tabii Senatör), 
Arslan Başer Kafaoğlu (Devlet Planlama Teşkilatı eski uzmanı, Türkiye Petrolleri eski Mali Müşaviri), 
Kâmil Karavelioğlu (Tabii Senatör), 
Ahmet Güryüz Ketenci (Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı), 
Doç. Dr. Metin Kıratlı (SBF öğretim üyesi), 
Sadi Koçaş (Senatör), 
Sami Küçük (Tabii Senatör), 
Prof. Aziz Köklü (SBF Öğretim Üyesi), 
Alp Kuran (Hukukçu, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı Başkanı), 
Doğan Nadi (Yazar, Cumhuriyet’te Gazeteci), 
Nadir Nadi (Yazar, Gazeteci, Senatör), 
Hüdai Oral (Denizli Milletvekili), 
Faruk Önder (Konya Milletvekili), 
Muzaffer Özdağ (Milletvekili, Milli Birlik Komitesi Üyesi), 
Doç. Dr. Çetin Özek (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi), Mehmet Özgüneş (Tabii Senatör), 
Prof. Ragıp Sarıca (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi), 
Prof. Bahri Savcı (SBF Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi), İlhan Selçuk (Yazar, Cumhuriyet’te Gazeteci), 
İlhami Soysal (Yazar, Akşam’da Gazeteci, Kurucu Meclis Üyesi), 
Doç. Dr. Mümtaz Soysal (SBF Öğretim Üyesi), 
Dr. Atilla Sönmez (SBF öğretim üyesi), 
Prof. Dr. Cahit Talas (SBF Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Üyesi), 
Dr. İhsan Topaoğlu (Türkiye Petrolleri Genel Müdürü ve İPRAŞ İdare Meclisi Başkanı), 
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu Üyesi), 
Halil Tunç (Türk-İş Genel Başkanı), 
Haydar Tunçkanat (Tabii Senatör), 
Dr. Baran Tuncer (SBF öğretim üyesi), 
Seyfettin Turan (Yazar), 
Melih Tümer (İktisatçı), 
Muhtar Uluer (Eski Sanayi Bakanı), 
Hayrettin Uysal (Milletvekili, öğretmen, TÖDMF Genel Başkanı), 
Tahsin Yalabık (Yüksek Maden Mühendisi, Etibank Genel Müdürü), 
Prof. Fehmi Yavuz (SBF Öğretim Üyesi, Kurucu Meclis Üyesi), 
Ahmet Yıldız (Tabii Senatör), 
Lebit Yurdoğlu (Milletvekili, Eski Köy İşleri Bakanı).

Yönetim Kurulu üyeleri de şöyledir:

 Muammer Aksoy, İffet Aslan, Özer Derbil, Mümtaz Soysal, Cahit Talas, İhsan Topaloğlu, Tahsin Yalabık.

1977 yılına gelindiğinde, Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı petrol şirketleri, üretimi kısarak, iç pazarda büyük bir sıkıntı yaratmıştı.
Dönemin Başbakanı, bu sıkıntıyı, “ Petrol vardı da biz mi içtik? ” şeklinde açıklamıştı.

“ Aman petrol, canım petrol ” diye bir şarkı bestelenmiş, hatta bunu söyleyen şarkıcı, bu şarkıyla uluslararası bir şarkı yarışmasına da katılmıştı.
1978’e gelindiğinde Türkiye’de petrol sıkıntısı had safhaya varmıştı.
Petrol krizi olmasına rağmen her ne hikmetse en büyük petrol rafinerisi olan ATAŞ rafinerisinde, 21 Haziran 1978 günü grev kararı alınmıştı. Bunun yanısıra, Rusya’nın Türkiye’de petrol arayacağını açıklaması üzerine Batılı yabancı petrol şirketleri, Türkiye’de benzin satışını 24 Haziran 1978 tarihinden itibaren durdurmuştu.
ABD, petrol üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla, önemli bir petrol üretim sahası olan Irak’a yönelik bir savaş planlamış, değişik bahaneler uydurarak bunu uygulamıştır.
ABD Enerji Bakanı Spencern Abraham, 21 Eylül 2002 Cumartesi günü yaptığı açıklama, “ABD’nin petrol için yalvarmayacağını” ifade ederek, “Üreticiler işleri nasıl kendi bildikleri gibi yürütüyorlarsa, ABD’de de öyle yapacak” demişti.
ABD’nin Irak ile girmek istediği savaşa dünya kamuoyu “hayır” demiş ve bu konuda savaş karşıtı büyük gösteriler yapılmıştı.
28 Eylül 2002 Cumartesi günü, Londra’da yapılan ve 350 bin kişinin Irak’a saldırıya karşı çıktığı gösteride bir konuşma yapan Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone, “Bütün bunlar petrol için... Bunu anlamıyacak kadar aptal insan yok İngiltere’de” demişti.
ABD ve İngiltere, “ Bir Damla petrol, İnsandan daha değerlidir ” anlayışıyla hareket ediyor.
Irak’da 100 binin üzerinde sivil öldürüldü ABD, İngiltere ve işbirlikçileri tarafından.

Yeni Dünya Düzeni ” adı altında, emperyalist güçler tarafından çapulculuk, yağma, talan, soykırım devam etmekte.
Türkiye’nin Petrol ve Madenlerini Koruma Derneği ” nin kuruluşunun üzerinden yaklaşık 39 yıl geçti.

Şimdiki duruma kısaca bir bakalım.

Petrolün MillileştirilmesiP ” eyleminden, petrol dahil herşeyin özelleştirilmesi kararlarının alındığı, ayrıca, Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren bir savaş ortamı içindeyiz. Türkiye’nin en büyük kamu kuruluşu olan TELEKOM özelleştirildi. TÜPRAŞ, özelleştirildi. ERDEMİR, özelleştirilmeye çalışılıyor.
11-12 Ağustos tarihli gazetelerde yer alan bazı bilgilere göre, AKP hükümetinin Maliye Bakanı ve Özelleştirmeden Sorumlu Bakanı Kemal Unakıtan, Mustafa Kemal döneminde kurulan ve adını Mustafa Kemal’in verdiği “Sümerbank” kuruluşu için “Sümerbank’ı bitirdik. Biz, yakında adını bile tarihten sileceğiz.” açıklamasını yapmış.
Özelleştirme denilen konuda o kadar pervasızca hareket ediliyor ki, ekonomi sektörünün önde gelen kuruluşlarından Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu bile bundan rahatsızlık duymuş ve özetle şu açıklamayı yapmıştı:
“Küresel oyuncu mu olacağız, yoksa taşeron mu: Eğer küresel oyuncu olacaksak, Turkcell, Erdemir, Tüpraş gibi şirketler ülkemizin küresel oyuncu olmasında rol alacak şirketlerdir. Global dünyada gücünü birleştirmezsen büyüyemezsin; büyüyemezsen yok olmaya, taşeron, amele olmaya mahkûmsun.”
Tarih yazılmış. O tarih kanla, onurla yazılmış. Kimse silemez. Silinir.
Buna iki yiğit ve onurlu insandan bahsederek örnek vermek istiyorum.
Birinci Dünya Savaşı ile Türk Milli Kurtuluş Savaşı, insanı duygulara boğan nice kahramanlıklara, fedakârlıklara, cesaretlere, yiğitliklere sahne olmuştu.
Bu isimsiz kahramanlardan bir tanesi Süleyman Askeri’dir. Süleyman Askeri, Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Prizren’de 1884 yılında doğdu. 1902’de Harb Okulu’nu bitirdi. İttihat ve Terakki üyesiydi. 1909-1911 yıllarında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Bağdat’ta jandarma komutanlığı görevinde bulundu. 1912’de Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Trablusgarp’ta ve Bingazi’de Mustafa Kemal’in emrinde İtalyan emperyalist güçlerine karşı gerilla savaşı yaptı. 1913’te Enver Bey’in komutasındaki 10. Kolordu Kurmayında çalıştı.
Emperyalist güçlerin Edirne’ye saldırdığı dönemde Edirne’nin kurtarılmasında büyük çabalar gösterdi. Emperyalist işgalci güçlere karşı Batı Trakya’da kurulan Türk Devleti’nin yöneticisi olarak gerilla savaşı uyguladı.
1914’te Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde olan Basra’da valilik ve merkez komutanlığı yaptı. İngiliz emperyalizmine karşı direndi ve Teşkilatı Mahsusa adına gerilla birlikleri oluşturdu. Basra’nın güneyinde Şuaybiye çatışmasında yaralandı. Emperyalist İngiliz güçlerine ve uşaklarına esir düşmemek için Süleyman Askeri, Nisan 1915’te, intihar etti. Nuri Conker’in kayınbiraderiydi.
İkinci örnek Türk Kurtuluş Savaşı’ndan... Ankara’da, Meclis’ten olağanüstü yetkiler almış olan Mustafa Kemal, 22 Ağustos 1921’de, tüm cephedeki askerlere, emperyalist işgalcilere karşı hücum emri verdi. Başkomutan Mustafa Kemal, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Batı Cephesi komutanı İsmet İnönü, 26 Ağustos 1921 tarihinde sabaha karşı saat 03.30’de Afyonkarahisar’ın Kocatepe mevkii’nin yanındaki çadırlı ordugahta bulunuyor, savaşı yönetiyorlardı.
Bu cephede gizlice konuşlandırılmış 200 top vardı ve verilen emirle topçu ateşi başladı.
Saat 09.00’da 23. Tümen Belentepe’yi işgalci emperyalist güçlerden ve onlara hizmet eden Yunanlı uşaklarından kurtararak ele geçirdi
Aynı saatlerde Yarbay Salih Omurtak’ın komutasındaki 61. Tümen, Kazuçuran mevkiini emperyalist işgalci güçlerden ve onlara hizmet eden Yunanlı uşaklarından kurtararak ele geçirdi. Süvari tümen, emperyalist işgalci güçlerin askerlerine doğru ilerliyordu ve emperyalist işgalci güçlere hizmet eden Yunan askeri cephesinin gerisine sızmak üzereydi.
Çiğiltepe karşısındaki durum ciddiyet arzediyordu. Bu tepe karşısındaki 57. Tümen nedense bir türlü ilerleyememişti.
Mustafa Kemal, bu tümenin komutanı Albay Reşat Paşa’yı telefonla aradı.
“- Reşat Paşa, hâlâ hedefinize ulaşamadınız. Bir sorun mu var?”
“- Yarım saat sonra ulaşacağız efendim. Söz veriyorum.”
“- Peki, size güveniyorum.”
Yarım saat dolalı hayli olmasına rağmen Çiğiltepe düşmemişti. Mustafa Kemal, Albay Reşat Paşa’yla konuşmak istedi. Telefona Üsteğmen Bozkurt Kaplangı, çıktı.
“- Albay Reşat Paşa’yı istemiştim.”
Üsteğmen Bozkurt Kaplangı, ağlamaklı:
“- Reşat Paşa, az önce intihar etmiş efendim. Size bir açıklama bırakmış.”
“- Oku.”
“- Peki okuyorum: Yarım saat içinde size o mevzii almak için söz verdiğim halde sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.”
Üsteğmen Bozkurt Kaplangı, Başkomutan Mustafa Kemal’in sözlerini ağlayarak dinledi.
“Başkomutanlık Meydan Savaşı”, zaferle sonuçlandı.
Türk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması Subay Süleyman Askeri ve Albay Reşit Paşa gibi onurlu milliyetçilerin bu tür davranışları sayesinde olmuştu.
Onlar ve onun gibi yiğitler, bizim kahramanlarımızdır.
Tarih ve Türk toplumu onları hiçbir zaman unutmayacak.
Subay Süleyman Askeri ve Albay Reşit Paşa gibi yiğit ve onurlu insanlar, Türk toplumunda her zaman var ve hazır.

http://www.turksolu.com.tr/ileri/26/feyizoglu26.htm


..