Star etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Star etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2017 Cuma

Osman Can Tabuları Zorluyor ,

Osman Can Tabuları Zorluyor ,


11 Kasım 2008 09:04 

Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, Bilkent Üniversitesi'nde Türkiye'nin tabularına deprem etkisi yapacak açıklamalar yaptı. Başkan Kılıç bile korktu... 


.............. Osman Can: Yargıya artık Kemalist giremez.............  RESMİNİ KOY

14.05.2012 08:49

Anayasa Mahkemesi'nin eski raportörü Doç. Dr. Osman Can, gündemdeki konularla ilgili açıklamalarda bulundu.
Anayasa Mahkemesi'nin eski raportörü Doç. Dr. Osman Can, geçmişte yargıda Kemalistlerin çoğunlukta olduğunu hatırlatarak, "Şimdi işler tersine döndü. Bundan sonra bir tane Kemalist dahi Anayasa Mahkemesi'ne, HSYK'ya gelemez. Bu bir risk" dedi.

Akşam gazetesine konuşan Osman Can, yargıda denge kurulmasını söyledi.

Can, şöyle konuştu:

TOPLUMUN FARKLILIKLARI DEVLETE YANSIMALI


"Adem-i merkeziyetçi bir sisteme geçmemiz gerekiyor. Anayasal düzeni toplumun hizmetine koşulacak, ideolojik referansları olmayan bir aygıt olarak düzenlememiz gerekiyor. Ayrıca etkin ve hızlı karar alabilen bir yürütmeye de ihtiyaç var. Bunu sağladığımız sürece ikisi de fark etmez. Ayrıca yerel ve merkezi yönetimlerde, yasamada, yargıda... toplumun bütün farklılıklarının yansıtılmasını sağlamamız lazım. Mesela toplumda yüzde 20 civarında Kemalist varsa devlet kademelerinde de o civarda Kemalist olmalı.

DENGE TERSİNE DÖNÜYOR


Eskiden Kemalist yüzde 20 iken anayasal düzende yüzde 80 olarak temsil ediliyordu. Şimdi denge tersine dönüyor ve yüzde sıfıra doğru gidiyor. Bu muhtemelen böyle gider. Bu bir risk mi? Evet, risk.

BAŞKANLIK SİSTEMİ VURGUSU


Kemalizm bir düşünce tarzıdır. Yukarıdan aşağıya doğru toplumu adam etme sevdasıdır. Bu Jakobenliktir, İttihatçılıktan gelen bir gelenektir. Şimdi dindar 'Herkes şöyle giyinecek, böyle yapacak' derse bu da Kemalizm'in devam etmesidir, en fazla etiket değişmiş olur. Dolayısıyla önemli olan bu ilişki ve düşünce ağını çökertmek, bunun yerine çoğulculuk üzerine sistem inşa etmek ve kimsenin hayat tarzına, inancına, kimliğine müdahale etmeyen bir devlet oluşturmak gerekiyor. Bunları sağladığınız zaman başkanlık sistemi olabilir.

YARGIÇLAR BAĞIMSIZ HALE GELMELİ


Eğer toplumsal dengeyi yargıçlar dünyasına taşıyabiliyor ve bu şekilde denge sağlayabiliyorsak; yani bir Kemalist, bir milliyetçi, bir liberal, bir muhafazakar, Kürt, belki de bir gayrimüslim... Adaleti orada sağlayabiliriz. Bir de yargıçları kendilerini seçenlerden bağımsız hale getirmeniz gerekiyor. Yani bir emir veremeyecek, onu görevden azledemeyecek, maaş veya özlük güvenceleri ile oynama imkanı olmayacak...

1 KEMALİST BİLE GELEMEZ


Önceden Yargıtay'da Danıştay'da hep Kemalistler çoğunlukta olduğu için sadece Kemalistler geliyordu. Şimdi işler tam tersine döndü. Bundan sonra artık bir tane Kemalist dahi Anayasa Mahkemesi'ne, HSYK'ya gelemez.

Dengenin tersine bozulması Türkiye lehine olan bir şey değil. Tabii ki eski Kemalist düzene göre daha iyidir. Çünkü siyasette sadece varsayalım yüzde 20-30 olan Kemalistler, Yargıtay'da %70, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi'nde 70-%80'in üzerindeydi, ama şimdi hiç olmazsa toplumun %60'ı yargıda %70 olarak temsil ediliyor.

Fakat toplumsal dengeyi devletin bütün kurumlarına olduğu gibi, yargıya da yansıtmamız şart. Yani mevcut HSYK ve Anayasa Mahkemesi yapısının daha demokratik hale gelmesi şart."

Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfınca düzenlenen 'Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler' konulu sempozyumunda konuşan Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can, Türkiye'de yüzyılı aşkın süredir, 1924 Anayasası hariç, 'ferman anayasalarının' yürürlükte olduğunu ifade etti. Can, Türk Anayasası'ndaki değiştirilemez ilkelerin diğer anayasalardaki değiştirilemez ilkelerden, argümanlar açısından oldukça uzak olduğunu kaydetti. 
Konuşmasının Anayasa Mahkemesini bağlamadığını akademik özgürlük kapsamında konuşacağını ifade eden Can, değiştirilemez ilkeler arasında "Milli Marş, devletin dilinin Türkçe" olduğu gibi "ilginç ifadeler" bulunduğunu söyleyen Can, "devletin dili değil, devletin resmi dili" olacağını savundu. 

Bir Anayasa değiştirildiği zaman değiştirilemez maddelerine dokunmanın kaçınılmaz olacağını ifade eden Can, "Çünkü her bir anayasa değişikliği o anayasaya aykırıdır, her bir yasa değişikliği o yasaya aykırıdır ama aykırı olduğu unsuru çıkarır atar" diye konuştu. "Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nin demokratik meşruiyet sorunu var. Türkiye'de yargı mekanizmasının demokratik meşruiyet sorunu vardır" diyen Can, Anayasa Mahkemesi'nin kurucu iktidar karşısındaki konumunun "Anayasa bekçiliği" olduğunu savundu. 

ANAYASA MAHKEMESİ OYUNA GELDİ 


Anayasa'nın aynı zamanda laik bir Anayasa olduğunu, değiştirilemez ilkelerin esnekliğe, işlevselliğe aykırı bir düşünce taşıyacağını ifade eden Can, yalnızca değiştirilemez ilkelerin esas alınmasının, demokratik talepler ile siyasal unsurlar arasında çatışmalara yol açabileceğini de ifade etti. Anayasa Mahkemesi'nin siyasal kararlar alamayacağını, yürütme veya yasamaya neyi yapması gerektiğini dikte edemeyeceğini dile getiren Can, "Bu durum parlamentonun ya da siyasal aktörlerin, kimi siyasal kararların mahkemeye yükledikleri ve mahkemenin de bu oyuna geldiği durumlarda geçerlidir" diye konuştu.

Doç. Dr. Osman Can'dan çarpıcı tespitler 


Anayasa'nın değiştirilmesini reddetmek, onu geçersiz kılmanın en etkili yoludur. 

Anayasa Mahkemesi, 'olağan dışılığı ilan eden bir kurum haline dönüştü. Bu durumda hukuk gider. 

Hukuku tesis edecek olan organ, ihlal ithamıyla suçlanan organdan daha çok hukuksal zemin içerisinde kalmalı. 

Anayasa Mahkemesi, siyasal kararlar alamaz. Yürütme veya yasamaya neyi yapması gerektiğini dikte edemez. 

Sosyal taleplerin karşısına değiştirilemez ilkelerin çıkarılması, anayasanın demokratikliğini ortadan kaldırır. 

Değiştirilemezlik gerekçesiyle güler yüzlü bir Frankoculuk'u korumaya devam edecek miyiz? 

Hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanamaz. Hukuksal normlar için değişmezlik iddiası totaliter anlayışın ürünü. 

Ne kadar cesaretli olabilirim, endişeliyim 

'Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler' konulu sempozyuma Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da katıldı. Kılıç, bu konuyu Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıl dönümünde tartışmayı düşündüğünü belirtti. Kılıç, "Ancak bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim, o konuda biraz endişeliyim. Ama görüyorum ki hem vakfın hem de Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin cesaretle tespit ettikleri konunun ne kadar önemli ve Türkiye açısından ne kadar hayati bir değere sahip olduğunu anlamak mümkündür.'' dedi. 


aktif haber 




***

Genelkurmay, Adalet ve Adil Yargılanma Hakkı



Genelkurmay, Adalet ve Adil Yargılanma Hakkı 


Berat ÖZİPEK 
Star 
17 Mart 2009 

Tarihi bir dönemeçteyiz. Ortada darbe suçlamasıyla yargılanan generaller var, JİTEM’e ve 20.000’e yakın faili meçhul cinayete ilişkin iddialar var. 

Böyle bir ortamda, en büyük sorumluluk TSK’ya düşüyor. Adil yargılamanın gerçekleştirilebilmesi, suçlanan mensuplarıyla ilgili soru işaretleri uyandıracak tutum ve işlemlerden kaçınmasını zaruri kılıyor. 

İşte TSK’ya yönelik eleştiriler de bu noktada belirginleşiyor. 

Önce darbe suçlamasıyla yargılanan bazı generallere seçici bir ‘aile ziyareti’ yapıldı ve dahası bunun ‘kurumsal ziyaret’ olduğu ifade edildi. Ardından Genelkurmay, ‘adil yargılanma hakkı’ ile ilgili ilk basın açıklamasını Ergenekon Davası’ndan yargılananlar için yaptı. Sonra, Ergenekon tutuklularının ısrarla GATA’ya sevk istemeleriyle, kamuoyunda kuşkuyla karşılanan ve ‘GATAkulli’ veya ‘hapishaneden GATA’ya yatay geçiş’ olarak tanımlanan sevkler gerçekleşti. Şener Eruygur’un eşinin ses kaydı, Eruygur, Tolon ve Ersöz paşaların tahliyeleri hakkındaki kuşkuları pekiştirdi. 

Bu kaydın yasa dışı yollarla elde edilmiş olması hukuki bakımdan incelemeyi gerektiren bir suçtu, ama bu hukuk dışılık, söz konusu kayıttaki konuşmanın vahim içeriğini gözardı etmek için yeterli değildi. 

Oysa öyle olmadı. Masumiyet karinesi, yargılanan generallerle mesafeli olmaya ve onlara sahiplenildiği kanaatini doğuracak tutum ve işlemlerden kaçınmaya elbette mani değildi. 

Ama Genelkurmay, bu vahim iddialar karşısında Ergenekon davasında suçlananları himaye ettiğine ilişkin kuşkuları gidermeye çalışmadığı gibi, son olarak bu suçlamaları dile getirenlerle polemiğe girmeyi tercih etti. 

Ne demişti Bülent Arınç? 

‘Emekli orgenerallere ait ses kayıtları ortaya çıktı. Aman Allah’ım neler konuşmuşlar, neler söylemişler. Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar, darbelerle uğraşmışlar’. 

Bu sözler Genelkurmay’ı kızdırmış. 

Genelkurmay İletişim Dairesi Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, ‘Eğer gerçekten bu sözler söylenmiş ise söz konusu kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ilişkin düşünce ve görüşleri çok iyi bilinmektedir’ demiş. 

‘Eğer bu sözler gerçekten söylenmiş ise’ o zaman Arınç’ın düşünceleri çok iyi biliniyormuş. Peki söylenmemiş olsaydı? O zaman çok iyi biliniyor olmayacak mıydı? 

Gürak devamla, ‘aslında bu tip kişilerin ön yargılı, saptırıcı düşünce ve ifadeleri üzerinde fazla durulmasına da gerek yok. Çünkü bu tip konuşmalar hiçbir zaman doğruları değiştirmez’ demiş. 

Sahi kimdir bu ‘TSK ile ilgili görüşleri çok iyi bilinen’, ‘önyargılı’ ve ‘saptırıcı’ fikirlere sahip kişiler? Sakın böyle bir ‘kolektif grup algısı’nın kendisi önyargı olmasın? Tarafsızlık esasına göre çalışması gereken bir kamu kurumu böyle bir algıya sahip olabilir mi? 

Bülent Arınç, konuşmasında gayet açık biçimde, siyasetle darbeyle uğraştığı gerekçesiyle tutuklanan ve yargılanan generallerden söz ediyor. Yani O, suç işlediğini düşündüğü subaylardan söz ediyor, beriki kurum adına O’na cevap veriyor. Ali Bayramoğlu da haklı olarak şöyle soruyor: 

‘Tutuklu ve sanık general ve subayları TSK’yla, kurumla özdeşleştirecek cümleler kuruyor, Genelkurmay Başkanlığı sözcüsü... Ergenekon davası, sözcüsünün savunduğu generalleri mahkum ederse, ne diyecek ordu?’ 

Bir an için Arınç’ın darbecilikle suçlanan generalleri değil TSK’yı eleştirdiğini varsayalım. Böyle bir durumda da, demokratik bir rejimde bir kamu kurumunun, kendisiyle ilgili bir eleştiri getirildiğinde, yapacağı tek açıklama eleştiri konusuyla ilgili olabilir. O kurumun sorumluları da, eleştirenin niyetine ilişkin yargıları ne olursa olsun, ‘ben senin nelerini bilirim’ veya ‘biz sizi biliriz’ gibi bir cevap veremezler. Örneğin onlara ‘sözde vatandaş’ diyemezler veya ‘bu tip kişiler’ diye vatandaşların bir bölümünü ötekileştirici bir dil kullanamazlar. 

Aslında ordu ile ilgili konular hariç, Türkiye’de epeyce anlaşılmış bir durumdur bu. Örneğin Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne yönelik bir yolsuzluk eleştirisine karşı, kurum adına biri çıkıp bu tür bir açıklama yapsa halkı olarak kıyamet koparılır ve sorumlu görevden alınır. ‘Canım ikisi aynı mı? TSK ile o bir mi?’ diye soruyorsanız, demokratik bir hukuk devletinde bunun cevabı ‘evet’tir; orada bırakın kurumları, devletin kendisi de kıyasıya eleştirilir ve kimse de bunu garipsemez. Devlet ve kurumları alıngan olamaz, kurumları rencide etme suçu olmaz, çünkü herkes bilir ki, kurumunun yüzü kızarmaz. 

Tuğgeneral Gürak, ‘Hukuk Fakültesi mezunu bir kişinin yargı kararı olmadan hiçbir kimseyi suçlamaya, dolaylı olarak da bir kurumu hedef almaya hakkı ve yetkisi olmadığını hala anlayamamış olması(nı)’ da eleştirmiş. 

Ne diyelim? Keşke, masumiyet karinesiyle hakkıyla ilgili bu duyarlılık her zaman, mesela 27 Nisan’da da gösterilmiş olsaydı. 

Adil yargılanma hakkı tek boyutla ilgili değildir. Genelkurmay bu tutumuyla ona gölge düşürdüğünün farkında mı bilmiyorum. Ama olmalı. 

Berat ÖZİPEK - STAR 
berat@stargazete.com 


************

Yargıda izini Sürmeye değer bir Şüphe

Yargıda izini Sürmeye değer bir Şüphe 


Mustafa Karaalioğlu
Star 

Mahkeme kararları hakkında hatta kendileriyle ilgili olmayan konular hakkında bile konuşmayan bir Anayasa Mahkemesi Başkanı hatırlıyor musunuz? Bildiğim, hatırladığım başkanların hepsi sürekli konuşurdu, hatta bazıları siyasi parti lideri gibi her mikrofona bir cümle yetiştirirdi. Rejim, laiklik, demokrasi, milli irade, parlamento kararları... 
İçinde bu kelimelerin geçtiği onlarca demeç, bildiri, imzalı imzasız açıklama arşivlerde duruyor. 

Türkiye’de hukuka güvensizlik duygusu yaratan ve sistemin işleyişini zorlaştıran temel faktör de bu tür ‘maksadı aşan’ girişimler olmuştur. Yargı kurumları her fırsatta siyasiler gibi rol üstlenip siyaseti şekillendirmeye kalktıkları için güven duygusu kaçınılmaz olarak zedelenmiştir. Geriye doğru bütün ciddi ve önemli kararlara bakın; tam da bu nedenden dolayı hiçbirinde tatmin hissedemezsiniz. 

Çünkü, pozisyonlar baştan bellidir... Çünkü, yargı temsilcileri bazen muhalefet partisinin, bazen de elle tutulmayan gözle görülmeyen ‘sistem’in sözcüsü olmuşlardır. 

Bugün, Anayasa Mahkemesi’nin başında altına imza attığı kararlarla yargıçlığını ispatlamış değerli bir isim bulunuyor. Haşim Kılıç, az konuşan, demokrat ve kararlarıyla da özgürlükçü bir isimdir. 

Önceki gün konuşması gerekti. Çünkü başkanı olduğu mahkemenin aldığı bir karar Yüksek Seçim Kurulu tarafından yok sayılıyordu. 

Kılıç’ın konuşmaması hata olurdu 

Açalım... Anayasa’ya göre TBMM’nin çıkardığı yasaları denetleme yetkisi sadece Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Mahkeme, nüfusu 2 binin altındaki belediyelerin 
kaldırılmasına dair yasanın iptal istemini reddetti. Yani, anayasal denetim hakkını kullanarak, bu kategorideki belediyelerin kaldırılmasında bir mahsur olmadığına hükmetti. Konu da kapandı. Yıllardır, Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra tartışmalar sürse de konular kapanmıştır. Anayasa hukuku bunu gerektirir. 
367 kararı gibi izi yıllarca silinmeyecek bir hukuk faciasında bile böyle olmuştur. 

Ama bu kez, YSK’nın yönlendirmesiyle devreye ‘ikinci anayasa mahkemesi’ gibi Danıştay girdi. Danıştay, isteyen belediyenin lağvedilmekten kurtulacağını ve 
seçimlere girebileceğine hükmetti, YSK da bu karara uyacağını ilan etti. 

Anayasa Mahkemesi Başkanı bu durumda ne yapacaktı? 

‘Hayırlısı olsun. Biz de bundan sonra yetkimizi Danıştay’la paylaşırız’ deyip olup bitenleri sineye mi çekecekti? 

Sessiz kalıp, başkanı olduğu mahkemenin verdiği kararın çöpe atılışını mı izleyecekti? 

Üyelerinin yangından mal kaçırır gibi mahkemenin yetkisini başka bir kuruma ciro edişine göz mü yumacaktı? 

Kılıç, hem doğru olanı, hem de yapılmasa eksik kalacak olanı yaptı. 

Burada problem, bazılarının geçmiş mahkeme başkanlarına ve aslında işlerine gelen açıklamaları yapan bütün yargı bürokrasisine tanıdıkları imtiyazı Kılıç’tan 
esirgemeleridir. 

Başbakan’ın şüphesi 

Bu da bir yere kadar anlaşılabilir bir şey. Sonuçta bu ülkede takım tutar gibi hakim de tutuluyor. 

Zihin kurcalayan nokta şu... 

Hayatlarında nüfusu 2 binin altında bir belediye merkezi görmeyen ve bu belediyelerin nasıl çalıştığını bilmeyen kişilerin, yüksek yargıdaki çatlağı fırsat bilip koro halinde Danıştaycı olmaları ilginçtir. 

Düğmeye basılmış gibi... 

Düne kadar rejimin yıkılmaz kalesi muamelesi gören Anayasa Mahkemesi’ni önemsizleştiren bu çaba merak uyandırıyor. Bana göre Anayasa Mahkemesi ‘düne kadar’ ne idiyse bugün de aynen o ama anlaşılan bilmediğimiz bir şeyler var. 

Birilerinde artık adrese teslim kararlar alınamayacağı endişesi doğdu da yeni arayışlara mı girdiler? Meclis, bundan sonra çıkardığı yasaları, Anayasa Mahkemesi dışındaki yüksek yargı kurumlarına da mı onaylattırmak zorunda kalacak? 

Sadece belediye yasası değil, Cumhurbaşkanı’nın rektör atama yetkisinde de Danıştay sahneye çıktı. Ve bugüne kadar hiç sormadığı soruları sormaya başladı. 

Başbakan Erdoğan yüksek yargı eksenli karmaşanın ardındaki anlamı ilk okuyan kişi oldu. Şüpheyle şunu söyledi: ‘Yeni bir şey öğrendim. Demek ki, Türkiye’de ikinci bir Anayasa Mahkemesi daha çıktı.’ 

Üç günün manzarası bu şüphenin izini sürmeye değer olduğunu gösteriyor. 

***