Osman Can etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osman Can etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2017 Cuma

Osman Can Tabuları Zorluyor ,

Osman Can Tabuları Zorluyor ,


11 Kasım 2008 09:04 

Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, Bilkent Üniversitesi'nde Türkiye'nin tabularına deprem etkisi yapacak açıklamalar yaptı. Başkan Kılıç bile korktu... 


.............. Osman Can: Yargıya artık Kemalist giremez.............  RESMİNİ KOY

14.05.2012 08:49

Anayasa Mahkemesi'nin eski raportörü Doç. Dr. Osman Can, gündemdeki konularla ilgili açıklamalarda bulundu.
Anayasa Mahkemesi'nin eski raportörü Doç. Dr. Osman Can, geçmişte yargıda Kemalistlerin çoğunlukta olduğunu hatırlatarak, "Şimdi işler tersine döndü. Bundan sonra bir tane Kemalist dahi Anayasa Mahkemesi'ne, HSYK'ya gelemez. Bu bir risk" dedi.

Akşam gazetesine konuşan Osman Can, yargıda denge kurulmasını söyledi.

Can, şöyle konuştu:

TOPLUMUN FARKLILIKLARI DEVLETE YANSIMALI


"Adem-i merkeziyetçi bir sisteme geçmemiz gerekiyor. Anayasal düzeni toplumun hizmetine koşulacak, ideolojik referansları olmayan bir aygıt olarak düzenlememiz gerekiyor. Ayrıca etkin ve hızlı karar alabilen bir yürütmeye de ihtiyaç var. Bunu sağladığımız sürece ikisi de fark etmez. Ayrıca yerel ve merkezi yönetimlerde, yasamada, yargıda... toplumun bütün farklılıklarının yansıtılmasını sağlamamız lazım. Mesela toplumda yüzde 20 civarında Kemalist varsa devlet kademelerinde de o civarda Kemalist olmalı.

DENGE TERSİNE DÖNÜYOR


Eskiden Kemalist yüzde 20 iken anayasal düzende yüzde 80 olarak temsil ediliyordu. Şimdi denge tersine dönüyor ve yüzde sıfıra doğru gidiyor. Bu muhtemelen böyle gider. Bu bir risk mi? Evet, risk.

BAŞKANLIK SİSTEMİ VURGUSU


Kemalizm bir düşünce tarzıdır. Yukarıdan aşağıya doğru toplumu adam etme sevdasıdır. Bu Jakobenliktir, İttihatçılıktan gelen bir gelenektir. Şimdi dindar 'Herkes şöyle giyinecek, böyle yapacak' derse bu da Kemalizm'in devam etmesidir, en fazla etiket değişmiş olur. Dolayısıyla önemli olan bu ilişki ve düşünce ağını çökertmek, bunun yerine çoğulculuk üzerine sistem inşa etmek ve kimsenin hayat tarzına, inancına, kimliğine müdahale etmeyen bir devlet oluşturmak gerekiyor. Bunları sağladığınız zaman başkanlık sistemi olabilir.

YARGIÇLAR BAĞIMSIZ HALE GELMELİ


Eğer toplumsal dengeyi yargıçlar dünyasına taşıyabiliyor ve bu şekilde denge sağlayabiliyorsak; yani bir Kemalist, bir milliyetçi, bir liberal, bir muhafazakar, Kürt, belki de bir gayrimüslim... Adaleti orada sağlayabiliriz. Bir de yargıçları kendilerini seçenlerden bağımsız hale getirmeniz gerekiyor. Yani bir emir veremeyecek, onu görevden azledemeyecek, maaş veya özlük güvenceleri ile oynama imkanı olmayacak...

1 KEMALİST BİLE GELEMEZ


Önceden Yargıtay'da Danıştay'da hep Kemalistler çoğunlukta olduğu için sadece Kemalistler geliyordu. Şimdi işler tam tersine döndü. Bundan sonra artık bir tane Kemalist dahi Anayasa Mahkemesi'ne, HSYK'ya gelemez.

Dengenin tersine bozulması Türkiye lehine olan bir şey değil. Tabii ki eski Kemalist düzene göre daha iyidir. Çünkü siyasette sadece varsayalım yüzde 20-30 olan Kemalistler, Yargıtay'da %70, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi'nde 70-%80'in üzerindeydi, ama şimdi hiç olmazsa toplumun %60'ı yargıda %70 olarak temsil ediliyor.

Fakat toplumsal dengeyi devletin bütün kurumlarına olduğu gibi, yargıya da yansıtmamız şart. Yani mevcut HSYK ve Anayasa Mahkemesi yapısının daha demokratik hale gelmesi şart."

Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfınca düzenlenen 'Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler' konulu sempozyumunda konuşan Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can, Türkiye'de yüzyılı aşkın süredir, 1924 Anayasası hariç, 'ferman anayasalarının' yürürlükte olduğunu ifade etti. Can, Türk Anayasası'ndaki değiştirilemez ilkelerin diğer anayasalardaki değiştirilemez ilkelerden, argümanlar açısından oldukça uzak olduğunu kaydetti. 
Konuşmasının Anayasa Mahkemesini bağlamadığını akademik özgürlük kapsamında konuşacağını ifade eden Can, değiştirilemez ilkeler arasında "Milli Marş, devletin dilinin Türkçe" olduğu gibi "ilginç ifadeler" bulunduğunu söyleyen Can, "devletin dili değil, devletin resmi dili" olacağını savundu. 

Bir Anayasa değiştirildiği zaman değiştirilemez maddelerine dokunmanın kaçınılmaz olacağını ifade eden Can, "Çünkü her bir anayasa değişikliği o anayasaya aykırıdır, her bir yasa değişikliği o yasaya aykırıdır ama aykırı olduğu unsuru çıkarır atar" diye konuştu. "Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nin demokratik meşruiyet sorunu var. Türkiye'de yargı mekanizmasının demokratik meşruiyet sorunu vardır" diyen Can, Anayasa Mahkemesi'nin kurucu iktidar karşısındaki konumunun "Anayasa bekçiliği" olduğunu savundu. 

ANAYASA MAHKEMESİ OYUNA GELDİ 


Anayasa'nın aynı zamanda laik bir Anayasa olduğunu, değiştirilemez ilkelerin esnekliğe, işlevselliğe aykırı bir düşünce taşıyacağını ifade eden Can, yalnızca değiştirilemez ilkelerin esas alınmasının, demokratik talepler ile siyasal unsurlar arasında çatışmalara yol açabileceğini de ifade etti. Anayasa Mahkemesi'nin siyasal kararlar alamayacağını, yürütme veya yasamaya neyi yapması gerektiğini dikte edemeyeceğini dile getiren Can, "Bu durum parlamentonun ya da siyasal aktörlerin, kimi siyasal kararların mahkemeye yükledikleri ve mahkemenin de bu oyuna geldiği durumlarda geçerlidir" diye konuştu.

Doç. Dr. Osman Can'dan çarpıcı tespitler 


Anayasa'nın değiştirilmesini reddetmek, onu geçersiz kılmanın en etkili yoludur. 

Anayasa Mahkemesi, 'olağan dışılığı ilan eden bir kurum haline dönüştü. Bu durumda hukuk gider. 

Hukuku tesis edecek olan organ, ihlal ithamıyla suçlanan organdan daha çok hukuksal zemin içerisinde kalmalı. 

Anayasa Mahkemesi, siyasal kararlar alamaz. Yürütme veya yasamaya neyi yapması gerektiğini dikte edemez. 

Sosyal taleplerin karşısına değiştirilemez ilkelerin çıkarılması, anayasanın demokratikliğini ortadan kaldırır. 

Değiştirilemezlik gerekçesiyle güler yüzlü bir Frankoculuk'u korumaya devam edecek miyiz? 

Hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanamaz. Hukuksal normlar için değişmezlik iddiası totaliter anlayışın ürünü. 

Ne kadar cesaretli olabilirim, endişeliyim 

'Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler' konulu sempozyuma Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da katıldı. Kılıç, bu konuyu Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıl dönümünde tartışmayı düşündüğünü belirtti. Kılıç, "Ancak bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim, o konuda biraz endişeliyim. Ama görüyorum ki hem vakfın hem de Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin cesaretle tespit ettikleri konunun ne kadar önemli ve Türkiye açısından ne kadar hayati bir değere sahip olduğunu anlamak mümkündür.'' dedi. 


aktif haber 




***

Vesayete Bir Kere Boyun Eğerseniz


Vesayete Bir Kere Boyun Eğerseniz 


Ekrem DUMANLI 
27 Ekim 2008 07:03 
Zaman 


Hafta içinde Anayasa Mahkemesi (AYM) çok tartışılacak bir gerekçeli kararı açıkladı. Tartışmalı; çünkü kamu vicdanına da sığmıyor bu karar; hukuk kurallarına da. 
O yüzden onlarca makale yazıldı, AYM gibi çok önemli bir kurum yerden yere vuruldu. 

Yargının bu kadar sık tartışıldığı bir dönem hiç yaşanmamıştı. Yükselen siyasî tansiyonun da bunda payı var; ancak yargıyı tartışmanın tam göbeğine yerleştiren bizzat yargının kendisidir. Yargı, laiklik gibi tam bir uzlaşma sağlanamayan bir kavramı 'yaşam biçimi' olarak dayatıyor ve diğer yaşam biçimlerini tehdit olarak algılıyor. Yargı bu mantıkla hareket ederse adalet sağlanabilir mi? Hatalar zinciri o kadar açık ve o kadar rahatsız edici ki, AYM Başkanı Haşim Kılıç bile yapılana tahammül edemiyor ve bir hukuk manifestosu mahiyetinde itirazlar yapıyor. Bir mahkeme kendisiyle bu kadar çelişir mi, kendini imha edecek yanlışları peşi peşine yapar mı? 

Mesele sadece bir hukuk tartışması değil; bir özgürlük mücadelesine dönüşmüştür. Başörtüsü düşmanlığı 'öteki'ni yok etmeye yönelen faşizan bir eğilim haline gelmiştir. En azından görüntü budur. 'Yaşam biçimi' dayatması hangi renk ve hangi görüntü altında yapılırsa yapılsın, varacağı son nokta faşizmdir. Uzun zamandan beri birileri 'çoğunluk diktatoryası'ndan bahsediyordu. Şimdi bu kara propagandanın aslî sebebi anlaşıldı. Demek ki demokrasi ve sandık üzerine düşürülen 'çoğunluk diktatoryası' gölgesiyle yürütülen kara propaganda 'azınlık diktatoryası'nı gizlemek içinmiş. 

'Ergenekon terör örgütü'ne üye olmaktan tutuklu Doğu Perinçek ve adamları mahkemede bas bas bağırıyor ve 'Bizi AYM yargılasın' diyor. Niçin? Kendi düşünce dünyasını Mahkeme'nin içtihatlarına yakın buluyor. 'Biz siyasî partiyiz.' demeleri sadece bir kılıf. Dikkatle bakıldığında AB üyeliğinden özelleştirmeye kadar iki damar arasında bir paralellik görülüyor. Maalesef görüntü budur. Bir başka üzücü manzara da şu: AYM'nin hemen her konuya yaklaşım biçimi ile çağdışı siyaset anlayışından çok uzak CHP'nin keskin yaklaşımında ürkütücü bir benzerliğe rastlanıyor. 

Gerekçeli karardaki düşünceler, bunun en bariz misalidir. CHP ne diyorsa AYM onu tasdik ediyor. Toplumdaki algı budur. O yüzden AYM bir adalet mekanizması gibi düşünülmüyor; CHP'nin Parlamento'da yapamadığı muhalefeti yargı yoluyla yapmaya çalışan bir kurum gibi algılanıyor. Çünkü gerekçeli karar aynen CHP ağzıyla yazılmış. Akıl tutulması bu olsa gerek. Bu manzara yanlış! AYM, harakiri yapıyor. Sadece kendi saygınlığını tehlikeye atmakla kalmıyor; aynı zamanda bu ülkedeki adalet kavramını imha edecek algılara sebep oluyor. Çok açık bir şekilde yetkisini aşan AYM, yargı yoluyla kurulmak istenen bir diktatörlük algısına neden oluyor. Demokrasimiz adına korkunç bir hata, affedilmez bir yanılgı. 

Pek çok aydının da açıkça ifade ettiği gibi AYM'nin 'Meclis'in yetkisini gasp etmesi' sonuçta bir vesayet sistemini dayatıyor. Buna 11 üyeli bir mahkemenin hakkı var mı? Olmaz, olamaz; olursa bu adaletsiz düzene 'juristokrasi' adını verenler haklı bir tespitte bulunmuş olur. Bu, Türkiye'ye verilecek en büyük zarardır; bunun altından kimse kalkamaz... 

Türk medyası, yargı vesayetine boyun eğmeyeceğini çok net bir şekilde ifade etti. Toplumdaki talep de budur. Medya daima özgürlüklerin yanında yer almalı. Bugün başörtüsü konusunda eğilip bükülenler, yarın diğer özgürlük taleplerinde de dimdik duramayacaklar. Bugün aşırı laikçilik hesabıyla AYM karşısında kem küm edenler, yarın kendi özgürlükleri kısıtlandığında da bir şey diyemeyecekler. Daha kötüsü; varlık sebebini ve gücünü temel hak ve özgürlükleri savunmaktan alan aydınlar (ve tabii ki gazeteciler) bu sınavdan geçemezse bir daha hiçbir sınavdan geçemeyecek. Çünkü bir defa vesayet sistemine boyun eğenler, bir daha özgürlük mücadelesi yapamaz! 

''Anayasalarda değiştirilemez hükümlerin olması demokrasi açısından kabul edilemez" 


***

10 Kasım 2008 21:45 

Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can, Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nin büyük bir sorunu olduğunu söyledi. 

Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfınca düzenlenen ''Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler'' konulu sempozyum, Bilkent Otel'de başladı. 

Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Gürzumar, Türk ve Alman anayasalarının ''değiştirilemez'' hükümler içerdikleri için birbirlerine benzerlik gösterdiklerini söyledi. Her iki anayasanın da anayasa yargısını düzenlediğini ve yargılama faaliyeti için anayasa mahkemesinin kurulmasını öngördüğünü ifade eden Gürzumar, iki mahkemenin özdeş sayılamayacağını ancak kuruluş görevlerinin benzerlik gösterdiğini anlattı. 

Gürzumar, Türk ve Alman anayasaları arasındaki benzerliklerin metin üzerinde kaldığını, tarihsel, toplumsal, kültürel özellikler nedeniyle uygulamada farklılıklar yaşandığını kaydetti. 

Sempozyumun birinci oturumunda konuşan eski Federal Alman Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Winfried Hassemer sunduğu bildiride, hem Türk hem Alman anayasalarının çok mobil olduğunu, siyasi konulara girebildiklerini, medyada çokça yer aldıklarını söyledi. Her iki anayasanın da çok güçlü şekilde gözetim altında tutulduğunu ifade eden Hassemer, şunları söyledi: 

''Anayasalarda değiştirilemez hükümlerin olması demokrasi açısından kabul edilemez. Değiştirilemez hükümler yasaların uyum sağlayabilirliğini yok eder, böylelikle sosyal uyum gerçekleşemez. Oylanamaz bir şeyi ortaya koyarsak demokrasi sona ermiştir. Yine de değiştirilemez ilkelerin haklılığının bulunduğunu düşünüyorum. Toplum içinde bu normların yeri vardır. Bazı normlar istikrarlıdır, süreklidir.'' 

Bir anayasa değişikliği yapma çoğunluğu olunca anayasayı değiştirme çabası içine girildiğini, ancak çoğu zaman bunda hata yapıldığını dile getiren Hassemer, ''Çoğunlukla kimseye sormama hatası yapılıyor. Değişiklik anayasaya uygun mu değil mi bakılmıyor. Yasakoyucu çok yerde bu hatayı yaptı. Hükümet tarafından kötüye kullanılarak yapılan anayasa değişiklikleri de oluyor'' dedi. 

-  RAPORTÖR CAN: '' KONUŞMAM  ANAYASA MAHKEMESİ'Nİ  BAĞLAMAZ ''- 

Aynı oturumda sunum yapan Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can da yapacağı konuşmanın Anayasa Mahkemesini bağlamayacağını, akademik özgürlük kapsamında konuşacağını söyledi. 

Türkiye'de yüzyılı aşkın süredir, 1924 Anayasası hariç, ''ferman anayasalarnın'' yürürlükte olduğunu ifade eden Can, Türk Anayasası'ndaki değiştirilemez ilkelerin diğer anayasalardaki değiştirilemez ilkelerden, argümanlar açısından oldukça uzak olduğunu kaydetti. 

Değiştirilemez ilkeler arasında ''Milli Marş, devletin dilinin Türkçe'' olduğu gibi ''ilginç ifadeler'' bulunduğunu söyleyen Can, ''devletin dili değil, devletin resmi dili'' olacağını savundu. 

Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri ile diğer maddeler arasında hiyerarşi kurulamayacağını ileri süren Can, bu maddeler arasında soyut ve somutluk ilkesi bulunduğunu, değişebilir normların, değiştirilemez maddelerin somut hali olduğunu anlattı. 

Bu nedenle bir Anayasa değiştirildiği zaman değiştirilemez maddelerine dokunmanın kaçınılmaz olacağını ifade eden Can, ''Çünkü her bir anayasa değişikliği o anayasaya aykırıdır, her bir yasa değişikliği o yasaya aykırıdır ama aykırı olduğu unsuru çıkarır atar'' diye konuştu. 

Türk Anayasası'nda ilk 3 madde dışındaki bütün maddelerin, demokratik kurucu iktidarların tasarrufuna bırakıldığını söyleyen Can, ''1982 kurucu iktidarı dahi 1982 Anayasası'nın demokratik bir dönüşüme kapalı olmasını arzulamadılar'' diye konuştu. 

-'' ANAYASA BEKÇİLİĞİ ''- 

Anayasa Mahkemesi'nin hiçbir zaman kaynağını Anayasa'dan almadığı yetkiyi kullanamayacağını, her düzenleyici normun bu takdir yetkisine işaret ettiğini anlatan Can, Anayasa Mahkemesi'nin yasama organı karşısında yasanın koruyucusu olduğunu kaydetti. 

Can, ''Basit parlamento çoğunluklarının Anayasa'ya aykırı eylemleri olabilir, bunu sürekli yaşıyoruz, mümkündür'' dedi. 

''Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nin demokratik meşruiyet sorunu var. Türkiye'de yargı mekanizmasının demokratik meşruiyet sorunu vardır'' diyen Can, Anayasa Mahkemesi'nin kurucu iktidar karşısındaki konumunun ''Anayasa bekçiliği'' olduğunu savundu. 

Anayasa'nın aynı zamanda laik bir Anayasa olduğunu, değiştirilemez ilkelerin esnekliğe, işlevselliğe aykırı bir düşünce taşıyacağını ifade eden Can, yalnızca değiştirilemez ilkelerin esas alınmasının, demokratik talepler ile siyasal unsurlar arasında çatışmalara yol açabileceğini de ifade etti. 

 - ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI KILIÇ - 

Açılışta konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da sempozyumun konusunu Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıl dönümünde konu olarak tespit etmeyi düşündüğünü belirtti. Kılıç, ''Ancak bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim, o konuda biraz endişeliyim. Ama görüyorum ki hem vakfın hem de Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin cesaretle tespit ettikleri konunun ne kadar önemli ve Türkiye açısından ne kadar hayati bir değere sahip olduğunu anlamak mümkündür'' dedi. 

haber 10


***

10 Haziran 2016 Cuma

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU 35.Cİ MADDE DEĞİŞTİ.. İŞTE TARİHÇESİ..


TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU 35.Cİ MADDE DEĞİŞTİ..

İŞTE TARİHÇESİ..





  35 Cİ MADDENİN TARİHÇESİ..

Osman Can

CHP’nin 27 Mayıs Darbesi’nin ürünü olan 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesi için harekete geçmesi ve hatta bir teklif hazırlamış olması, herhalde gelmiş geçmiş tüm darbecileri biraz şaşkınlıkla da olsa çok sevindirmiş olmalı. Çünkü darbecilik mertebelerinin ötesinde belki de ilk defa olarak “darbeleri 35. maddeye dayanarak yaptıkları” yönündeki şakalara ciddi hukuksal yorum muamelesi yapıldığını görmüş oldular. Bir darbeci için bundan daha büyük bir “başarı” olabilir mi? Ortada bir anayasa ve sayısız yasalar üzerinde yükselen bir hukuk düzeni var. O hukuk düzenini alaşağı ediyorsunuz. Ve en alt sıralarda yer alan bir maddeye (35. madde) işaret ederek darbeyi hukuk düzeninin verdiği yetkiye dayanarak yaptığınızı söylüyorsunuz. Hadi buraya kadarki durum için “karargâh hukukçusu” olmayan herhangi bir hukukçu ortaya çıkıp rahatlıkla “çok şakacısınız paşam” diyebilir ve karşılıklı gülüşülebilirdi. Ama asıl gülünç olan şey bundan sonra başlıyor. Birileri çıkıp, mevcut şaka ortamının kaldıramayacağı bir ciddiyetle “tabii ki paşam siz bu darbeleri 35. maddeyi dayanak alarak yaptınız. Bundan sonra darbe olmaması için bu maddeyi kaldıralım olur mu?” diyebiliyor ve herkese “uzlaşma” teklif ediyor!

Bu durumda önümüzde iki seçenek kalıyor. Ya darbeci paşalarla yaptığımız şaka yollu konuşmaların yarattığı eğlenceye devam etmek veya suratımızı biraz asıp kendimize ciddi bir görüntü vererek hemen diğer siyasi aktörlerle “darbeye karşı uzlaşma” yoluna gitmek. Tabii ki uzlaşma sürecinin bir anında kendimizi tutamayıp kahkahalarla gülmeye başlamaz isek…

Bence, her iki yolu da tercih etmeden doğru dürüst bir tartışma alanı açmak üzere üçüncü bir seçenek oluşturmak zorundayız. Bir kere, darbelerin 35. madde dayanak alınarak yapıldığını söylemek darbelerin aslında hukuksal temellerinin olduğunu iddia etmek demektir, teklif gerekçesinde aksini iddia etseler de durum değişmiyor. Yani şu denmiş olacak: Bugüne kadar yapılan darbeler 35. Madde’ye dayandığı için meşru idi. Ve 35. Madde olmasaydı ordu zaten darbe yapmazdı. Daha da kötüsü şu sıralarda görülen darbe yargılamalarının aslında yanlış olduğu, çünkü darbe hazırlıklarının 35. Madde’nin verdiği yetkiye dayanılarak yapıldığı ve yasadışı olmadığı Meclis’e söyletilmiş olacak. Çünkü Meclis bu yasayı değiştirdiğinde, bu yasanın darbenin hukuksal gerekçesi olduğunu kabul etmiş olacak. Yasama iradesi bunu diyorsa artık herkes susmalı, değil mi?

Oysa 35. Madde ait olduğu hukuk sistemiyle birlikte, darbeye meşruiyet sağlayacak bir kural olamaz. Eğer darbeci paşalar “yok kardeşim biz bu darbeyi Kara Avcılığı Kanunu’nun 7. maddesine dayanarak yaptık” demiş olsalardı -ki bunu da söyleyebilecek durumdalardı- bu kez bu madde de mi değiştirilecekti acaba? “Cumhuriyeti koruma ve kollama” ifadesine bakarak darbe yetkisi türetmek mümkün ise, “Cumhuriyet” Savcılarının da darbe yapma yetkisi olduğunu kabul etmek gerekir. Hele hele Mahmut Esat Bozkurt üstatlarının sözlerine bakılırsa mesele de kalmaz. Böyle bir hukuk yorumuyla Türkiye’de her gün darbe yapmak, 70 milyonu bugün hain, ertesi gün kahraman ilan etmek mümkün!

Diğer yandan 35. madde içindeki “kollamak” sözcüğü, “korumak” sözcüğünün bir ayrıntısıdır ve kollamak sözcüğü kaldırılsa dahi “korumak” sözcüğü üzerinden aynı sonuçlara gitmek mümkündür. CHP’nin buna yönelik önerisi de zaten bu durumun içinden doğru dürüst bir biçimde çıkmayı sağlamadığı gibi daha da tehlikeli sonuçlar üretecek bir yasal metne dönüştürecektir. “Kollama” kavramının yerine “parlamenter demokrasi” ibaresini yerleştirir iseniz, kollama yapma görevine son derece somut bir anlam vermiş olursunuz ve daha tehlikeli sulara yelken açarsınız:

İlk olarak darbeyi hukuksallaştırır ve böylece meşrulaştırırsınız. İkinci olarak orduya, bu defa iktidarın parlamenter demokrasiye uygunluğunu ölçmebiçme, siyasi partilerin ve diğer devlet organlarının parlamenter demokrasi sınırları içinde mi yoksa dışında mı kaldığı değerlendirme imkânını sunmuş olursunuz. Herhalde bundan sonra “parlamenter demokrasiye aykırılık” nedeniyle yapılan darbeler çağını başlatmış oluyoruz! Yani kötü darbeler “out”, iyi darbeler “in”! 27 Mayıs’a “devrim”, 12 Eylül’e “darbe” diyenler için şaşırtıcı değil. Bu tür bir darbe karşıtlığına şapka çıkarılır.

İnsanın aklına, Anayasa Mahkemesi’nin referandum paketini iptal etmemesinin yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle, Mahkeme’nin rolünün Ordu’ya verilmek istendiği gibi bir acayip fikir gelmiyor değil. Yani bir bakıma 27 Mayıs ideolojisini sisteme yeniden yükleyelim hesabı.

Diğer yandan artık referanduma gideceği belli olan bir anayasa değişikliği paketi tartışmasının hemen üzerine gelen CHP’nin bu trajik “yasama performansı”nın mevcut değişiklik paketi tartışmalarımıza çok önemli ve verimli bir gündem açtığı da tartışmasızdır. CHP, anayasa değişiklik paketinin birkaç madde hariç diğer tüm madde tekliflerinin bir “göz boyama” amacı taşıdığını propagandasının ana unsuruna dönüştürmemiş miydi? Böyle bir propaganda yürüten bir partinin daha ciddi bir “yasama performansı” göstermesini beklememiz doğru olmaz mı? Geçici 15. maddenin değiştirilmesinin “hiçbir işe yaramayacağı”nı söyleyen CHP değil miydi? Böyle bir iddiaya sahip olan bir partinin “işe yarar bir yasa yapma pratiğine” girişmesini beklemek hakkımız değil mi? Peki bu yasama performansı ile CHP’nin sözlüğünde uzlaşmanın ne anlama geldiği konusunda ciddi ipuçları elde edilebileceğini söylesek ne dersiniz? Hiçbir siyasi tarafın ilgi ve alakasının konusu olmayan, hiçbir ciddi hukuksal mülahaza kıymeti bulunmayan, hiçbir tarihsel meseleye dokunma kapasitesi içermeyen bir noktada talep edilen uzlaşmanın bir “uzlaşma oyunundan” başka bir anlamı olabilir mi? Hayati önemdeki hiçbir konuda uzlaşmaya yanaşmadan uzlaşmacı görünmenin akla ziyan yolu da bu.

Mevcut Anayasa değişiklik paketini üstlenenlerin “yasal-anayasal performansları” ile CHP’nin yasalanayasal performansı arasındaki derin fark yalnızca bir hayal kırıklığına işaret ediyor. CHP’nin mevcut anayasa değişiklik paketine yönelik eleştirilerinin ne kadar temelsiz, karşılığı olmayan bir itiraz olduğu ortaya çıkmaktadır. Mevcut paketi yetersiz ve dahası yanlış, antidemokratik, göz boyamacı ve hatta komplocu bulanların daha ilk yasama girişimlerinde bu kadar zayıf, yetersiz ve daha ötesi gülünç bir pratiğe dalmalarına gönlümüz razı değil.

2010 Türkiye’sinde CHP’nin demokrasiyi içselleştirmesi, onun AKP’den daha derinlikli, daha demokratik, daha militarizm karşıtı, kısacası daha “sol” bir programla ortaya çıkmasıyla mümkündür. AKP’nin atmadığı demokratikleşme adımlarını atarak yapabilir, örneğin Yüksek Askerî Mahkemelerin tamamının kaldırılmasını talep edebilir, hiçbir önkoşul olmaksızın tüm renklerin temsiline imkân sağlayacak resmi ideolojisi olmayan bir anayasa yapım süreci için çalışma başlatabilir, Yüksek Yargı’nın ideolojik kararlarına, HSYK’nın ideolojik silah görüntüsüne AKP’den önce tepki koyabilir, geçmişiyle hesaplaşabilir, yargının demokratikleşmesi için atılan adımları yetersiz görerek, neden daha ileri bir adım atılmadığının hesabını sorabilir. Her şeyden önce darbe karşıtı olduğunu iddia ederken, tüm darbeci ve militarist akademik, yargısal ve politik kişiliklerle arasına mesafe koyabilir, bu saydıklarımız batıda “sol” düşüncenin alfabesi niteliğindedir. Yalnızca “aş” ve “iş” söylemiyle “sol” olunsaydı, Avrupa’daki aşırı sağcı ve Neonazi partilerin tamamı “sol” partiler olurdu. Darbecilerin savunduğu tüm etnisist, militarist, totaliter ve şoven tercihlerini sahiplenirken, diğer yandan “darbeye karşı” gibi durmanın gülünç olduğunu görmelidir.

Hadi bunlar zor diyelim. Sırf darbeye zemin hazırladığı varsayılan yasal düzenlemelere ilişkin biraz daha anlamlı şu adımları atarak, teklif metnini buna göre güncelleyebilir:

211 Sayılı TSK iç hizmet yasasının benzer içerikli 2. Maddesi değiştirilebilir, yalnızca “vatan savunması” ibareleri bırakılabilir.

35. Maddesini “Yurdu, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne mutlak sadakat içinde savunmak” biçiminde değiştirebilir.

39. Maddesini “Demokratik Cumhuriyete sadakat ve yasalara ve Anayasa’ya mutlak itaat” biçiminde değiştirebilir.

43. Maddedeki “her türlü siyasi tesir ve düşüncenin dışında ve üstünde” ibarelerinden “üstünde” ibaresini çıkarabilir.

Ve tüm bu önerilerin, “Darbeci, Darbe yapmadan önce kanunları açıp bakmaz” kuralı nedeniyle “Komik” kalmaması için, şu adımları atabilir:

1.Genel Kurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasını,

2.Ordunun yapılanmasının ve teknik nitelikte olmayan tüm karar süreçlerinin sivil denetime açılmasını,

3.Askerî ve kurmay eğitimin Avrupa standartlarında demokratik itaat bilincini yaratacak şekilde değiştirilmesini,

4.Onları toplumdan soyutlayan, toplumdan yabancı bir gerçeklik üretmelerine imkân sağlayan lojman ve sosyal tesis uygulamalarına son verilmesini, bu bağlamda askerî alanlar dışında üniformayla dolaşılmasının yasaklanmasını,

5.Demokratik iradenin dışında “özel gündem ve politikalar” oluşturabilmelerinin engellenmesini,

6.Tayin ve terfilerin objektif kriterlere göre yapılmasını, ideolojik gerekçelerle ayrımcılık yapılmamasını ve militarizmi sonlandıracak daha nice adımların atılmasını isteyebilir, istemek zorundadır da.

Bir de Anayasa Mahkemesinin dahi “ Cumhuriyetin niteliklerine “ uygun ” gördüğü Anayasa değişiklik paketine, 27 Mayıs’a dönüş arzusu dışında neden “ Hayır ” dediğini halka açıklamak zorundadır.

Türkiye’nin “ Şaka ” larla geçirecek zamanı yok zira.



Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

http://www.derindusunce.org/2010/08/01/35ci-madde-hakkinda/

...