Siyasi Partiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyasi Partiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2019 Cuma

28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 1


28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 1



Bugün 2 Haziran 2010... 28 Şubat sürecini yazmaya 1997 yılında niyetlenmiştik. Ancak aradan geçen 13 yıl içinde bir kaç paragraftan başka bir şey yazamamıştık.

Ne zamanki 31 Mayıs 2010 gecesi 0:30 sularında İskenderun'daki deniz üssüne PKK'lılar saldırıp 6 askerimizi şehit, 7 askerimizi gazi ettiler... ne zamanki aynı gece sabaha karşı 4:30 sularında siyonist İsrail devleti, denizden ve karadan abluka altında tuttuğu, 1,5 milyon insanı açlığa ve sefalete mahkûm ettiği Gazze'ye insanî yardım malzemesi götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırdı... ne zamanki Türk milleti ayaklandı.. ve ne zamanki ülkemizde basın-yayın organlarının köşelerini, ekranlarını parsellemiş olan Yahudi dönmeleri İsrail'in avukatlığına soyundu... İşte o zaman 28 Şubat sürecinin bizi hangi noktalara getirdiği ayan beyan ortaya çıktı! Biz de ne yazacağımıza karar verdik. Şimdi başladığımız bu yazıyı kimbilir ne zaman, kaç yıl sonra bitireceğiz... Bu yazı ile henüz tamamlanmamış olan "Özal Sonrası Karmaşası" yazısının da devamını getirmiş oluyoruz... Bu aynı zamanda bir kronoloji olacak.

Şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir!

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır!.. Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur!

Öte yandan, şunu da belirtmek isteriz ki, TÜRK ORDUSU ülkedeki en eğitimli ve en vatanperver kesimdir. Bu yüzden sivil iktidarın gaflet, dalâlet ve hatta hiyanet içinde bulunduğu dönemlerde elbette ki müdahale hakkı vardır ve ilerde de müdahale edecektir. Bunu "darbeler dönemi kapandı," ifadesi önleyemez, sivil hainlere bununla fırsat verilemez!.. Ama 28 Şubat darbesi bu tarzda bir müdahele değildir. Ordu içindeki gayrımüslim hainlerin sivil hainlerle elele verip TÜRKİYE'yi İsrail'e ve Amerika'ya "koşulsuz bağlama" teşebbüsüdür!

Cereyan eden olayları anlamak için. sonra, mason DEMİREL'in yerine Amerikan pasaportlu TANSU ÇİLLER'in gelmesine, hatta 12 Eylül 1980'e dönmek gerekir.

1991 Erken seçimler sonucunda DYP-SHP koalisyonu halinde 49. Hükûmet kuruldu ve afla siyasî hayata dönen mason Süleyman Demirel
7. defa Başbakan oldu. 30 Kasım 1991 günü 164'e karşı 280 oyla güvenoyu aldı... Mason Demirel "Ekonomiyi 500 günde düzeltirim," demesine rağmen bir halt edemeyince, Turgut Özal'ın vefatı üzerine 15 Mayıs 1993'de Cumhurbaşkanlığı makamına kaçtı!.. Zaten Özal da 1985-1987 yıllarını boşa geçirip, "atılım" iddialarını sürdüremeyince, ve 1989 Yerel seçimlerde oy oranı % 21.80'e inip 3. parti durumuna düşünce, Kenan Evren'in ayrılmasıyla Cumhurbaşkanlığı makamına kaçmış, ama partiyi ve ülkeyi yönetme hırsından vazgeçmediği için, yerine dürüst ama silik bir kişilik olan Yıldırım Akbulut'u Başbakan seçtirmişti. (47. Hükûmet, 9 Kasım 1989) Bu hükümetin yıkılmasıyla 23 Haziran 1991'de Mesut Yılmaz başkanlığında 48. Hükûmet kurulmuş idi. ANAP 1983'den beri iktidarda idi. 1991'de düştü.

25 Haziran 1993'de mason Demirel'in Cumhurbaşkaı olması ile boşalan Doğruyol Partisi Başkanlığına seçilen Tansu Çiller liderliğinde SHP ile koalisyon devam etti, 50. Hükûmet kuruldu.

5 Ekim 1995'de ikinci defa Tansu Çiller başkanlığında 51. Hükûmet kuruldu. 13 Ekim 1995'de 230 red oyu ile güvenoyu alamadı, düşürüldü.

30 Ekim 1995'de 52. Hükûmet Tansu Çiller'in başkanlığında Doğruyol Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi ortaklığı ile kuruldu. 5 Kasım 1995'de 174'e karşı 243 oyla güvenoyu aldı. 26 Aralık 1995'de yapılan erken seçimler sonucunda istifa etti.

İddiaya göre, 80'li yıllardan beri devam eden, ve ordu içinde stratejik konumları ele geçirerek örgütlenmeye çalışan, ve bir darbe ile Suriye tipi bir azınlık iktidarını hedefleyen Atatürkçü maskeli alevî mezhepçi, ve de Kürtçü bir cuntasal yapılanma vardı. Bu iddia çeşitli kaynaklarca dile getirilmişti. (Aksiyon, 1 Kasım 1997) İddiayı kanıtlayabilecek deliller elimizde olmasa da, olayı 1980'lere kadar götüremezsek te, bir takım tuhaf olaylar gözden kaçmıyor.

Çiller'in başında olduğu hükûmet, Avrupa Birliği'ne girmeden Gümrük Birliği'ne girmek gibi bir takım vahim hatalar yapmasına rağmen (6 Şubat 1995), terörle mücadeleye hız vermiş, 1993-1996 yılları arasında sadece dağlardaki teröristler değil; şehirlerdeki işadamı kılıklı eşkiya da temizlenmişti. Kumarhaneler kralı Ömer Lütfi Topal, ihalelere fesat karıştıran mafya babası Nabi İnciler (İnci Baba... ki, mason Demirel bu herifi yanına alıp TBMM binasına getirmiş, bazı kişiler de herifin elini öpmüştü!) , tefeciler kralı Yahudi Nesim Malki temizlenenler arasında idi. Aynı dönemde Ermeni terör örgütü ASALA'nın lider kadrosu da yok edilmiş, örgüt çökertilmişti.

1995 yılında Başbakan Tansu Çiller'in talimatıyla Suriye'de barınan Abdullah Öcalan'a yönelik bir suikast girişimi bile söz konusu olmuştu. Daha sonra kamuoyunda 'Yeşil' kod adı ve Mahmut Yıldırım adıyla tanınan kişinin de katıldığı iddia olunan bu girişim, Öcalan'ın üzerine sürülen bomba yüklü aracın tam hedefi bulamamasıyla başarısız olmuştu. PKK'nın ağırlıkla Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bu saldırıyı önceden haber aldığı, hatta suikastın sonuçlarından emin olmayan başka devlet kurumları tarafından dolaylı olarak uyarıldığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu.

Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmuştu. Ama birileri Necmettin Erbakan'ın Başbakan olmasını istemiyordu!..

Seçim sonrasında zorlama ile Anavatan Partisi ile Doğruyol Partisi Mesut Yılmaz başkanlığında 53. Hükûmet'i kurdular ve 207'e karşı 257 oyla güven oyu aldılar. Ancak Refah Partisi'nin güven oylaması hakkında Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru haklı görülerek, güven oylaması geçersiz sayıldığından, hükûmet dağıldı. Refah Partisi 27 Mayıs 1996 günü Mesut Yılmaz aleyhine gensoru önergesi verdi. Önergenin kabulu üzerine Başbakan Mesut Yılmaz 6 Haziran 1996'da istifasını sundu.

Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında Necmettin Erbakan'ın başkanlığında 54. Hükümet (Refahyol hükümeti) kuruldu, ve 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başardı.

Birden her şey değişti... Sözde Atatürkçü aydınlar, medyayı elinde tutan mason ve dönmeler, iş dünyasının ileri gelenleri, bürokrasinin tepesindeki gayrı Türkler, gayrı müslümanlar bu gelişmeden son derece rahatsız oldu.

3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasını fırsat bilinerek Hükûmet ile birlikte milliyetçiler, Ülkücüler, Türkçüler ve müslümanlar hedefe konuldu... Ülkücü Abdullah Çatlı, İstanbul Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Kürt asıllı olmasına rağmen Devlet yanlısı aşiret reisi ve milletvekili Sedat Bucak'ın bir arada bulunması bahane edilerek, sözümona yasadışı polis-mafya-aşiret ilişkileri ortaya çıkmış oldu! Devlet'in hem Ermeni terörü, hem Kürt terör ve bölücülüğü ile uğraştığı unutuldu. Mason ve dönme medya mensupları, gazetelerde ve televizyon kanallarında günlerce konuyu işledi. O kazada Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ,ve Gonca Us adlı bir kadın ölmüş, Sedat Bucak ise ağır yaralanmıştı. Olay üzerine Abdullah Çatlı'ya sahte kimlik verdiği iddia edilen Mehmet Ağar İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etti. (8 Kasım 1996) Yerine Meral Akşener getirildi. Muhalefetteki Mesut Yılmaz olaydan yararlanmak isteyerek Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesini kurcalamaya başladı. Ancak 24 Kasım 1996'da Macaristan'da kumar oynamaya gittiği Hilton Oteli'nde Veysel Özerdem tarafından yumruklandı, burnu kırıldı.

Bu dönemde Tansu Çiller'in "Bu ülke uğruna, millet uğruna, devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidirler," demesine rağmen, inanılmaz görünür ama, basın-yayın organlarının tepesinde bulunan Ermeni ve Yahudi asıllı kişilerin başlattığı medyatik beyin yıkama sonucunda, KORKUT EKEN , AYHAN ÇARKIN gibi Özel Tim'in kahramanları binbir bahane ile hapse atıldı. Çiller döneminde temizlenen Kürt mafya ve PKK destekçisi Kürt işadamlarının, hatta öldürülen Ermeni teröristlerin intikamı alındı. 1993-1996 arasında iyice çökertilmiş olan terörist örgütler adeta savunuldu, güçlenmiş olan milliyetçilik duygular, insanımızın kendisine olan güveni sarsıldı.

Hükûmet 20 Aralık 1996'da kumarhanelerin kapatılmasını kararlaştırıldı... Kimsenin hatırlamak istemediği husus, bu kumarhanelerin çoğunun müslüman kisveli Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde açıldığı, Sait Halim Paşa Yalısı'nın kumarhaneye döndürüldüğü (Sait Halim Paşa Yalısı, içindeki çok değerli eşya ve tablolar birer birer çalındıktan sonra kundaklandı, kül oldu. Çalınan mallar sonradan haraç mezat açık artırmalarda satıldı) , pek çok otele "tek kollu canavar" denilen kumar makinelerinin konduğu, pek çok ailenin de kumar yüzünden dağıldığı idi. Bu kumarhanelerde 20.000 kişi çalışıyor ve eski parayla 164 trilyon lira vergi ödüyorlardı. Kazandıkları parayı, kaçırdıkları vergiyi siz düşünün!.. Ama haram paradan yarar gelmediği için, 1994 ekonomik krizinde dolar 15.000TL'den 45.000 TL.ye fırladı. Ülke bir kere daha sarsıntı geçirdi!.. Turgut Özal'ın marifeti sadece kumarhane açmak değildi. Bankerler aracılığı ile ribayı, faizi de meşrû hale getirmiş, bankerlerin batması ile yine binlerce aileyi perişan etmiş, ocaklar söndürmüştü. Halbuki İslâm'da kumar da, faiz de haramdı!

11 Aralık 1996’da, Atina’da Türk-Yunan işadamları toplantısı düzenlendi. ABD’nin Atina Büyükelçiliği’nde yapılan toplantıda 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan aktörlerin hemen hepsi vardı. Askerler, patronlar, işçi sendikalarının liderleri vardı. Aynı gün Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerinde tam sayfa ilanlar başladı, ‘Yarın Türkiye Başka Bir Türkiye Olacak’ diye... Bu ilanlar 21 Aralık’a kadar 10 gün süreyle Refahyol’a karşı verildi.

22 Aralık 1996'da Ertuğrul Özkök'ün meşhur "Bu defa sivil kuvvetlerler halletsin" köşe yazısı yayımlandı. Bu ifadeyi dönme Oramiral Güven Erkaya kullanmış, "eski sosyalist-yeni dönek" Ertuğrul Özkök hemen manşete taşımıştı.

O dönemde birtakım zıpçıktılar sözümona yolsuzluklar ile mücadede İtalya'daki "beyazeller" hareketini örnek alarak, "aydınlık için bir dakika karanlık" uygulamasını başlattılar. Arkalarında yine hükûmetten rahatsız işadamları ve onların emriyle hareket eden mason-dönme satılmış medya mensupları vardı! Sözümona elektrikler bir dakika kapatılırsa, ülkeye aydınlık günler gelecek, yolsuzluklar sona erecekti!.. İlerde açıklayacağımız gibi, yolsuzluklar bitmedi, Refah-Yol hükûmetinin yıkılmasıyla, Pontuslu Mesut Yılmaz hükûmetiyle birlikte inanılmaz boyutlara ulaştı. Kardeşi Turgut Yılmaz iyiden iyiye zenginleşti.

İş Susurluk'la bitmedi... Sözümona irticaî faaliyetler ülkeyi sardı. Aczimendiler diye sarıklı cüppeli, eli sopalı 40-50 kişilik bir grup ortalıkta dolanmaya başladı.

REFAH-YOL Hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın özel danışmanlığını da yapan gazeteci İlnur Çevik, "Asker'in daha Refah-Yol’un ilk gününde darbe yapmayı kafasına koyduğunu" belirtir... Kastettiği Silahlı Kuvvetler'in tepesine çöreklenmiş olan mason-dönme generallerdir. Bunun için özellikle medya üzerinden her türlü psikolojik harp tekniklerinin kullanıldığına işaret eder. Müslüm Gündüz ile basılan Fadime Şahin´in bizzat Genelkurmay tarafından kullanıldığını, Aczimendilerin ise eylemlere askeri cemselerle getirilip götürüldüğüne şahit olduğunu anlatır. (Star gazetesi) Biz Fadime Şahin'in öyle iddia edildiği gibi bir telekız, bir fahişe olduğuna inanmıyoruz. Bu gibi kişiler ve olaylar iskambil kâğıdı gibidir. Siyasîlerin eline geçince koz olarak kullanılır. Saf bir aile kızı olan Fadime Şahin de sahte şeyhler tarafından kandırılıp ortalıkta dolanmaya başlayınca Yahudi dönmesi Çevik Bir takımına yem olmuştur.

28 ŞUBAT sürecinin Refah-Yol hükûmeti kurulmadan başladığına işaret eden İlknur Çevik, dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri dönme Orgeneral Erol Özkasnak’ın Erbakan’ın istifa ettiği 18 Haziran 1997 tarihinden iki gün önce kendisini karargâha çağırdığını söyler ve orada Özkasnak ile yaşadığı diyaloğu şöyle anlatır:

- "Özkasnak beni çağırdı; 'Bunlar rezalet, yerini iyi belirle,’ dedi. Ben de ‘Yerim orası,’ diye karşılık verdim. Bunun üzerine hiddetle 'Biz bunları kılıçtan geçireceğiz. Bir gün askere süngü tak, deyip üzerlerine salacağım,’ dedi. Ben de 'Bu ordunun içindeki askerin beşte üçü dinî hassasiyetleri olan insanların çocukları. Sen süngü tak, yürü, dediğinde asker senin üzerine yürürse, o zaman ne olur?’ diye sordum. Bunun üzerine bana 'Demagoji yapma,’ dedi ve kapı önüne koydu."

Sonradan "Postmodern darbe olmasaydı, 1999 seçimlerinde bu netici alınamazdı," diyen dönme Orgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat döneminde medyayla ilişkileri yürüten, Refah-Yol hükûmeti aleyhine sert ve yıkıcı manşetler atılmasını sağlayan kişi idi!

İlknur Çevik, 28 Şubat sürecinde her türlü psikolojik harp tekniğinin yanısıra, provokatif eylemlerle sürece katkı yapıldığını söyler:

- "Askerler sistematik bir şekilde sivilleri kullanarak darbenin şartlarını hazırladılar. Psikolojik Harp Dairesi’nin başındaki Orgeneral Fevzi Türkeri, STK’lar, yargı ve medyaya brifingler verdi."

Çevik, şahit olduğu bir olayı anlatırken, o dönemde yürütülen psikolojik harekat ve provokasyonların boyutunu da gözler önüne serer:

- "Ankara´da Bediüzzaman mevlidi vardı. O toplantıyı Aczimendiler bastı. Sonra sözde gözaltına alındılar. Ama bunlar, beş yüz metre ötede askerî cemselere alınıp götürüldüler. Yani Aczimendiler Kocatepe’ye cemselerle getirildi, cemselerle götürüldü."

Tekrar belirtelim, bunları yapanların Türk Ordusu'nun bütün fertleri değil; Menderes'ten beri Amerikanlaşan, Üst Kademe'yi neredeyse tümden ele geçiren TÜRK olmayan Dönmeler'dir. Onların da İslâmiyet'e olan tepkileri, aşırı "lâik" davranışları ortadadır, çünkü müslüman değillerdir.

Sahte şeyh Ali Kalkancı ile kandırdığı Fadime Şahin adlı kızın maceraları gazete sayfalarını, televizyon kanallarını günlerde doldurdu. Hasan Cemal Güzel'in tabiriyle, "Kurt kuzuyu yemeye kararlıydı." Burada "kurt", sadece TSK'nın mason-dönme generalleri değil, mason-dönme medya, mason-dönme yargı mensupları, Avrupa ve Amerika'ya göbekten bağlanmış işadamları idi.

Gidişatı tam değerlendiremeyen dönemin başbakanı Necmettin Erbakan da , Çankaya'ya cami yaptırma, Libya seyyahati, tarikat şeyhleri ile yemek gibi olaylarla adeta ateşin üzerine benzin dökmekte, 28 Şubat sürecini tetiklemekte ve hızlandırmakta idi.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

25 Haziran 2016 Cumartesi

Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler




Seçimler Yaklaşırken Güneydoğu Anadolu ve Siyasi Partiler



Yazar: Ümit Özdağ
22 OCAK 2015 PERŞEMBE

              Haziran 2015 seçimlerine hızla yaklaşıyoruz. Eğer Cemil Bayık’ın şekillendirmeye çalıştığı isyan politikası bölgesel koşullar elverir de gerçekleşir ise muhtemelen seçimler 6 ay kadar ertelenir. Bu ihtimalin hiç küçük bir ihtimal olmadığını göz önünde tutmalıyız. Ancak PKK, Irak ve Suriye’de IŞİD ile yaşanan çatışmalar başta olmak üzere Türkiye’nin güneyinde cereyan eden çatışmaların içine çekilir ise insan kaynaklarını bu çatışmalarda kullanacağı için Türkiye içinde isyan çıkarması çok zorlaşacak.  İsyan ihtimalinin dışında seçimlerin yaklaştığı bu aylarda Güneydoğu Anadolu’da üç parti var. PKK/HDP, Devlet Partisi/AKP ve HÜDA-PAR. Bu üç partinin de özelliği silahlı güçlerinin olması. AKP devlet güvenlik güçlerini kullanırken, HDP-PKK, HÜDA-PAR ise eski Hizbullah yapılanmasının temelleri üzerine inşa ettiği silahlı yapılanması ile siyaset yapıyorlar. Özetle, Güneydoğu Anadolu’da siyaset silaha dayanılarak yapılmaktadır.

              Silahlı gücü olmayan CHP ve MHP’nin Güneydoğu Anadolu’da önemli bir etkinliği yok. Her iki partinin tabanı da kendilerini devlet partisi AKP’nin tabanı içinde ifade ediyorlar. Güneydoğu Anadolu’da mevcut şartlarda CHP ve MHP’nin siyaseten etkin olmaları da mümkün değil. Devlet Partisi/AKP’nin devlet güvenlik güçlerinin desteğine rağmen Hakkari ve Şırnak’ta siyaset yapamadığı düşünülür ise CHP ve MHP’nin değil siyaset yapması parti teşkilatı mensuplarının hayatta kalması bile ne yazık ki mümkün değildir.   

              Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesindeki HDP dışındaki tek parti olmakla haksız bir şekilde övünen ve muhalefeti Fırat’ın ötesine geçememekle suçlayan AKP aslında AKP’ye gönül verenlerin değil, Türkiye Cumhuriyetine bağlı olanların oylarını verdiği partidir. Kendi partilerinin şansı olmadığına inanan MHP’li ve CHP’liler de çoğu kez AKP adaylarını desteklemektedirler. İktidardan AKP’nin gitmesi ve CHP veya MHP’nin gelmesi durumunda bu iki partinin de Güneydoğu Anadolu’dan alacakları oy AKP’nin aldığı oydan daha az olmayacaktır. Üstelik AKP bütün devlet imkanlarını kullanmasına rağmen Hakkari ve Şırnak’ta siyaset yapamaz ve bir çok ilçe teşkilatını ancak ve zor bela açık tutarken nasıl CHP ve MHP’den bu bölgede siyaset yapmasını talep edebilir? Ayrıca ne yazık ki bazı somut olaylar, AKP’nin bu bölgede CHP veya MHP’nin kazanmasından ise HDP’nin kazanmasını istediğini göstermektedir. Tunceli’de CHP üzerindeki PKK baskılarına devlet güvenlik güçlerinin kayıtsız “bırakılması” böyle bir yaklaşımın sonucudur. Bütün bunlardan çıkan sonuç muhalefet partileri için Güneydoğu Anadolu’dan oy beklemenin 2015 seçimlerinde gerçekçi olmadığıdır. Bu seçimlerde muhalefet kökteki güneşi de vermeyi vaat etse alabileceği bir sonuç yoktur. İki muhalefet partisi için de Güneydoğu Anadolu siyaseti ancak sağlam teşkilat altyapısını korumak ile sınırlı kalmak zorunda görünmektedir.

              Hizbullah kökenli HÜDA-PAR ise 1990’ların başından itibaren PKK için hem bir bela hem bir korku kaynağı olmuştur. Bugün de HÜDA-PAR PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da kurmak istediği hegemonyaya çatışarak direnmektedir. Cizre’de yaşananlar bunun en somut örneğidir. 6-8 Ekim olaylarında HÜDA-PAR kendisine yapılan saldırılara aynı sertlikle cevap vermiştir. HÜDA-PAR’ın sert cevabı PKK/HDP’nin  geri adım atmasına ve Selahattin Demirtaş’ın televizyon kameraları önünde terlemesine neden olmuştur. HÜDA-PAR’ın silahlı gücü önümüzdeki dönemde hızla yükselecektir. Çünkü AKP tarafından ortada bırakılan köy korucuları için üç seçenek kalmaktadır: 1) PKK’ya teslim olmak, 2) PKK’ya direnmek ve infaz edilmek ve 3) HÜDA-PAR çatısı altında yeniden örgütlenmek. Ancak HÜDA-PAR da kendisini yeterince güçlü hissettiği zaman silahını devlete döndürecektir.
              Sonuç olarak 2015 genel seçimleri Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve bütünlüğünü sürdürme seçimi olma özelliğini taşımaktadır. Ancak Türk Milletinin çok büyük bir bölümünün bu durumun farkında olduğunu söylemek mümkün değildir. Kadir Has Üniversitesi tarafından 4-14 Aralık 2014 tarihleri arasında yaptırılan araştırmadan vatandaşın % 63’ünün işsizlik, ekonomik kriz ve pahalılığı en büyük sorun olarak gördüğü anlaşılmaktadır. “Terör” ulaşılan aşamada Türkiye’nin bölünmesini ancak % 14’lük bir kesim en büyük sorun olarak görmektedir. Bu ise Türkiye’nin bütünlüğünün korunmasını daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü vatandaş en büyük tehlikenin ne olduğunu anladığında tehlike evin kapısını çalmış değil, açmış olacaktır.   


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2015/01/22/7994/secimler-yaklasirken-guneydogu-anadolu-ve-siyasi-partiler

..