Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2021 Perşembe

Biden ve Türkiye BÖLÜM 1

Biden ve Türkiye BÖLÜM 1 



Joe  Biden ve Türkiye, Prof.Dr.Sait Yılmaz, KIBRIS, ECEVİT, Yunan ve Ermeni lobisi,


Prof.Dr.Sait Yılmaz 
27 Aralık 2020 


Giriş.. 

Joe Biden, 20 Ocak‟ta ABD başkanlık görevini devralmayı beklerken, ABD dış politikası tıpkı Türkiye ile ilişkilerinde olduğu gibi gerçek bir yol ayırımında. Biden, 
Türkiye‟ye karşı hangi politikayı izlerse izlesin hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. ABD, büyük güç mücadelesi dönemine giriyor ama askeri bir çatışma dönemine henüz girmek istemiyor. 

Temel amacı, Rusya ve Çin etkisi ile mücadele ederken, kendi gündemini uygulamak ve eski güçlü konumuna dönmek. Trump, başkanlığı döneminde Amerikan Savunma Bakanlığı, Dışişleri ve istihbaratını dikkate almadı, ABD‟nin ittifaklarını zayıflattı, düşmanlarının önünü açtı ve Amerikan değerlerini hiçe saydı. Şimdi bu hataları gidermek Biden‟ın ana görevi oldu. 
Joe Biden, ülke içinde pandemi, ekonomik çöküş, ırkçı kutuplaşma yanında Amerikan demokrasisi ve birliğinin sorgulandığı bir dönemde başkan oluyor. ABD için dış politikada şu anda en önemli zorluklar; Çin, Rusya, Kuzey Kore, İran yaptırımları ve iklim konusu. Bu beşliden sonra altıncı olarak Türkiye geliyor. Çünkü Türkiye bu beşlinden ikisine doğrudan etki ediyor; Rusya ve İran. Diğer bir etkisi ise sekiz ya da dokuzuncu sırada olan terörizmle mücadele alanında. Kariyerini Türkiye düşmanlıkları üzerine yapmış, Yunan ve Ermeni lobisine yakın ve Kürt sempatizanı Biden‟ın Türkiye ile ilgili pek dostane olmayan niyetleri var. Bu makalede, önce Biden‟ın jeopolitik oyun planını sonra ABD-Türkiye ilişkilerinin yakın geleceğini inceleyeceğiz. 

Biden ve Küresel Jeopolitik.. 

2014 yılında Rusya‟nın Ukrayna müdahalesi ile Soğuk Savaş Sonrası dönemin de sona erdiğini ve büyük güç çekişmelerine yani jeopolitiğe geri döndüğümüzü söylemiştik. Nitekim o dönemde NATO, Rusya‟yı tekrar düşman listesine koydu ve ittifakın uzun zamandır atıl kalan çarkları Rusya için dönmeye başladı. Bunun sonuçlarını Doğu Avrupa‟da halen devam eden NATO alt yapı çalışmaları ve tatbikatları ile izliyoruz. Geçen dönemde NATO, siber güvenlik ve uzay gibi konuları da eylem planına dâhil etse de jeopolitik alanda ikinci düşman ülke olarak Çin‟i belirlendi. Hatta Çin, Rusya‟nın önüne geçiyor ve NATO, temel olarak Çin karşıtı bir örgüt olmaya dönüşüyor. Özetle, NATO‟da çalışanlar mutlu, aradıkları düşmanı buldular ve bu uzun vadeli bir iş. Ama ittifakta çarklar iyi çalışmıyor, önemli kabiliyet ve motivasyon eksikliği var. Bu konuya daha sonra döneceğiz. 

ABD‟nin etrafındaki aktörlerin durumu şu şekilde kategorize edilebilir; 

- Cüretkâr ve diğer ülkelerden nefret eden Çin ve Rusya gibi rakip büyük güçler, 
- NATO gibi kafası karışmış, belirsizlikler ve zorluklar içinde ittifaklar, 
- Sürekli artan bir şekilde kırılganlık eğilimindeki uluslararası toplum, 
- Etkili bir barış ve güvenlik mekanizması olmaktan çok uzak ve sadece uluslararası tartışmalara platform olan Birleşmiş Milletler. 

Çin tehlikesi, çok ciddi olduğu kadar çok da karmaşık. Çin, halen satın alma gücünde ABD‟yi geçti, askeri harcamaları ABD‟den daha hızlı artıyor, yeni ileri teknolojiye liderlik ediyor ve dünya genelinde siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştiriyor. Amerikalılar bu gelişmeler karşısında iki sorunun cevabını arıyor; 

(1) ABD, Soğuk Savaş‟ın başından beri elinde tuttuğu küresel hegemonya konumunu yeni dönemde hangi ölçüde sürdürebilir? 
(2) Çin‟in gerçek emeli nedir; dünya lideri olmak ve Amerika‟nın yerini almak mı? 
ABD, Asya-Pasifik‟te askeri kabiliyetlerini geliştirmeyi ve ülkesinin üretim kapasitesi ve know-how‟unu koruma ihtiyacı duyuyor. Çin ile rekabet şimdilik yeni bir soğuk savaş olsa da sıcak çatışmaya dönüşme potansiyeli de var. 

ABD, Çin‟e karşı şimdilerde şu kozları kullanıyor; Çin Komünist Partisi‟nin (ÇKP) otoriter bir rejim kurduğu, Doğu Türkistan‟da Uygurlara karşı soykırım yaptığı ve Çin‟den gelen virüs. Bunlar doğru olsa da hikâyenin sadece bir kısmı. ÇKP aynı zamanda entelektüel ve bireysel özgürlüklere müsaade eden bir pazar ekonomisi kurmuş durumda. Çin, İran gibi ideolojik militan bir devlet değil, diğer ülkelere ideoloji ihraç etmiyor. Hong-Kong‟daki protestolar Çin‟in otoriter baskısı kadar İngiltere‟nin kontrolündeki dönemden kalma bazı tarihsel konulardan kaynaklanı yor. Güney Çin Denizi‟ndeki Çin askeri faaliyetlerini endişe ile karşılayan ABD, Deniz Hukuk Sözleşmesi‟ni kendisi de onaylamadığı için gerçekçi değil. 

Rusya farklı kategoride bir rakip, ABD ile aynı ligde değil. Putin, ABD‟ye meydanı bırakmakta isteksiz. Az ya da çok dünyayı veya en azından kendi yakın çevresini yönetmek istiyor. Her ne kadar ABD baskısına boyun eğmeyeceği görüntüsü verse de ABD ve NATO ile sürekli karşı karşıya gelmek istemiyor. Bu yüzden, ABD yaptırımları altında iken bile silahların kontrolü ve iklim değişikliği gibi başka alanlarda işbirliği için kapıları açık tutuyor. 

ABD için Rusya‟yı düşman listesinden çıkararak, Çin‟e öncelik vermek ciddi bir seçenek gibi dursa da, ekonomik olarak zayıf ama nükleer gücü olan, askeri müdahaleleri seven bir ülke olarak Ruslar, her zaman tetikte olunması gereken bir ülke. Hâlihazırda Ruslardan gelen üç tehlike var; 

(1) ABD ve Rus askerlerinin karşı karşıya olduğu Suriye ve etrafındaki denizlerde sıcak çatışma olasılığının daha büyük bir çatışmayı tetikleme riski. 
(2) Rus elitinin Batı‟ya karşı sert güç kullanma eğilimi. 
(3) Çin ve Rusya ittifakı; bu yakınlaşma şimdilik taktik olarak görülüyor. İki ülke de aslında ABD ile işbirliğini ona karşı bir ittifaka tercih eder. Ancak, ABD‟ye olan 
güvensizlikleri bu iki ülkeyi ittifaka zorluyor. 

Bütün bunlar, ABD‟yi yeni tür bir ittifak ve müttefik anlayışına zorluyor. Uluslararası olaylar ve aktörleri siyah ve beyaz olarak görmek, NATO gibi küresel ittifak şebekelerine bel bağlamak yerine; ABD bundan sonra kendine konjonktürel vasıtaları tercih edecektir. 

Biden’ın Muhtemel oyun kitabı.. 

Biden, realist bir oyuncu olmak istiyor; güç artırmak ve güç dengelerine oynamak1. Bu anlayışla Çin‟in de kendisi gibi düşündüğünü varsayıyor. ABD yeni dönemde, Asya‟ya hükmettiği yolla Batı yarımküreye de hükmetmek; Çin‟den İran Körfezi‟ne büyük bir deniz yolu inşa etmek ve büyük bir güç projeksiyonu geliştirmek peşinde olacak. 

Biden, ABD‟nin Avrupa ve Asya‟daki müttefiklerine Trump sonrasında onları destekleyeceği sözünü verdi. Ancak, Çin ve Rusya‟nın artan bir şekilde saldırgan bir rakip olduğu dünyada bunu yapabilir mi ya da bu ABD‟nin mutlak çıkarlarına uygun olur mu? Sorulması gereken diğer önemli bir soru; Amerika‟nın çıkarları nelerdir ve ABD dış politikasının amacı nedir? 

Biden yönetimi, Trump sonrasında Amerika‟nın hegemonik liderliğini yenilemek ve “uluslararası liberal düzen” adını verdikleri kendi kurgularını dayatmayı hedefliyor lar. Bunu da savaşa gerek olmadan yani barış ortamı içinde uygulayacakları yöntemlerle sağlamak istiyorlar. Korktukları konular; nükleer silah kullanma riskinin artması, ABD politikalarına karşı artan direnç ve yapılacak müdahalelerin eskisi gibi cezasız kalmama ya da pahalıya mal olma olasılığının yüksek olması. 
Amerikan politika yapıcıları hala eski analitik kavramlarla düşünüyorlar; demokrasi, liberal uluslararası düzen, ittifaklar, saldırgan, dezenformasyon. Ancak, bunlar artık yaşanan uluslararası gelişmeleri açıklamakta ya da NATO ile diyaloga yön vermekte yetmiyor. NATO hala ABD dış politikasının vazgeçilmez bir vasıtası olarak görülüyor. Şu sorunun cevabı aranıyor 2; 

- Ortak çıkarların gerçek olmadığı yerde ittifaklar sanal mıdır? 
- NATO‟nun genişlemesi ABD-Rusya ilişkilerini zehirlemeye devam edecek mi? 
- Rusya‟nın komşularına güvenlik sağlamanın mutlak faydası nedir? 
- Rusya‟yı sürekli provoke etmenin bedeli bir nükleer çatışma olabilir mi? 
- Çin ve Rusya‟yı kendi yolundan gitmekten alıkoyacak bir kurgu var mı? 

Yeni başkan Joe Biden, ABD‟nin dünya liderliği için yeterli kabiliyete tamamen sahip olduğunu düşünüyor. Onu destekleyenler ABD liderliğine dünyanın büyük bir bölümünde ihtiyaç olduğu ve buyur edileceği varsayımında bulunuyor. Gerçekçi olanlar ise ABD gücünün sınırlı olduğunu, bunu zorlamanın çok büyük risklere girmek olacağını itiraf ediyor. 
 Çözüm olarak Çin ile dişe diş bir rekabete girmemek ve Rus sınırlarından uzak durmak ciddi bir alternatif olarak düşünülüyor. Bu aynı zamanda, ABD‟nin kurucusu George Washington‟un da politikası idi; daimi ittifaklardan uzak durmak, Avrupa‟nın işlerine müdahil olmamak. 
 ABD, küresel bir hegemon olmak yerine Rusya gibi bölgesel bir hegemon olmayı da tercih edebilir. 20. Yüzyılda Nazi Almanyası, emperyal Japonya ve Sovyetler Birliği buna örnek verilebilir. Bölgesel bir hegemon olarak ABD, başka bir ülkenin küresel bir hegemon olmasına karşı koyma stratejisi izleyerek, daha akıllı ama daha az masraflı bir seçeneği tercih edebilir. 

Amerika dünya polisliği yerine başka bir liderlik modeli de seçebilir. Bu yönde, hala ABD‟nin demokrasi yayma misyonu ilk akla gelen oyun; yani kasabanın tek oyunu olmaya devam ediyor. Bu amaçla, NED, USAID ve dış yardımlar yeni projeler içinde devreye girecek. Radio Free Europe ve Voice of America için yeni düzenlemeler yapılacak. 
John Mearsheimer gibi bunun karşısında olanlar ise ABD‟nin artık tek kutuplu değil, çok kutuplu bir dünyada yaşadığını ve Çin gibi bir aktör ile baş ederken demokrasi yayma yerine, büyük güç politikalarına odaklanılması gerektiğini savunuyor. Zaten demokrasi yayma projelerinden ortaya çıkan resim de hiç iyi değil. „Demokrasi‟ iddiası olmayacağına göre başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmek için ABD‟nin yeni bir hikâye bulması lazım. 
2021 yılına İran ile yapılacak nükleer pazarlıklar damga vuracak. İran, yapılan anlaşma gereği olan ABD‟nin yükümlülüklerini yerine getirmediğini düşünüyor. İran ile ilgili görüşmelere İsrail de müdahil olmak isteyecek. Ancak, ABD‟nin uzun vadeli önceliği Çin olacak. 
 Amerikalı planlamacıların bir kısmı Rusya ile geçici bir anlaşma yaparak, tüm kaynakların Çin ile mücadeleye ayrılması hesabını yapıyorlar. Böylece kazanılan zamanda ABD‟nin içini düzenleme imkânı da olacak. Ancak, Rusya‟nın Doğu Avrupa‟da yarattığı huzursuzluk ve işgaller nasıl çözülecek? Rusya ile Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz‟de yaşanan gerilimler nasıl aşılacak? Bu bölümde işin içinde Fransa ve İtalya da var. 

Biden, NATO ve Avrupa..
 
 Türkiye‟nin Ortadoğu‟da Suriye ve Irak‟da devam eden askeri aktivizmi daha sonra Libya ve Doğu Akdeniz‟e yayıldı. Son birkaç aydır ise Dağlık Karabağ savaşına Türkiye‟nin askeri katkısı konuşuluyor. NATO son dönemde Doğu Akdeniz‟de Türkiye ve Yunanistan için çatışmayı önleme mekanizması kurmuş gözükse de askeri gerilim yüksek. Batılılara göre Ankara‟nın 2020 yılı karnesinde şunlar yazılı 3; 
 - Libya‟daki sivil savaşa silah, drone ve Suriyeli paralı asker göndererek müdahale etmek ve güç dengesini Tripoli hükümeti lehine çevirmeye çalışmak, 
 - BM tarafından Libya‟ya silah ambargosunu denetleme görev tanımı yapılmış Avrupa Birliği misyonuna ait Fransız ve Alman gemilerinin Doğu Akdeniz‟de Türk kargo gemilerini denetlemesine mani olmak, 
 - Dağlık Karabağ‟ın ele geçirilmesinde Azerbaycan‟a yardım ve teşvik etmek, 
 - Suriye‟nin kuzeyinde Suriye Silahlı Kuvvetleri ile mücadele eden Kürt (YPG) güçleri ile çatışmak, 
 - Göçmenleri Yunan sınırına taşıyarak onlara Avrupa‟ya gitmeleri için baskı yapmak, 
 - Yunanistan ve Kıbrıs‟a ait münhasır ekonomik bölgelere silahlı gemilerle desteklenen araştırma gemisi göndermek, 
 - ABD ve NATO‟nun ikazlarına rağmen Rus hava savunma sistemlerini almak ve test etmek, 
 - Suriye‟deki YPG/PKK “terör örgütü” olarak kabul edilmediği için NATO‟nun 
Polonya ve Baltık ülkelerine yönelik savunma planlarını bloke etmek, 
 - Paris‟teki Hz. Muhammed‟e yönelik karikatür krizi sonrası Müslüman dünyasını Fransız mallarını boykota çağırmak. 
 
Biden dönemi üçüncü bir Obama dönemi olmayacak. Çünkü iki Obama döneminde Amerika‟nın lider olduğu tek kutuplu bir dünya vardı ve ortam her türlü Amerikan 
aptallığını kaldırıyordu. Biden, keskin bir şekilde Çin‟e odaklanacak ve bundan Rusya ile ilişkiler de etkilenecek. Rusya, Çin‟den bir tehlike hissetmedikçe ABD ile bu ülkeye karşı işbirliği yapmayacaktır. Ancak, NATO; Rusya‟ya doğru yaklaştıkça Çin‟i tercih edecektir. ABD politikaları Çin ve Rusya‟yı normal olmayan bir ittifaka itiyor. Çin, diplomasi mahareti ile Rusya‟yı en iyi arkadaş yaparken, ABD‟siz de ekonomide başarılı olamaz. 

 ABD muhtemelen Ortadoğu‟da yeni bir strateji uygulayacak ve bu küresel stratejinin yani Çin ve Rusya gibi büyük güçlere yönelik stratejinin bölgesel seviyede uygulamasını içerecek. Sadece Ortadoğu‟da terörle mücadele değil, bölge ülkelerinin Çin ve Rusya‟ya yakınlığı da sınanacak. Çin, Rusya, İran, Irak ve Suriye‟yi hedef tahtasına koyan ABD için Türkiye, anahtar bir konumda olacak. 
Türkiye, Çin‟in İpek ve Yol Projesi ile Rusya‟nın güneye inme stratejisinin önünde önemli bir engel olabilir. Ancak, ekonomik zorluklar içindeki Ankara, bu aralar Çin‟den yatırım ve finansal yardım almak peşinde. Türkiye‟deki dış doğrudan yatırımların %1‟i Çin‟e ait ve 61.499 yabancı şirketin sadece 960‟ı Çin şirketidir 4. Üstelik Türkiye de Çin‟in İpek ve Yol Projesi‟nin kendi çıkarına olduğunu düşünüyor. Huawei‟nin 5G teknolojisi konusunda Washington‟a kulak asmıyor. Çin‟in Uygur Türklerine yaptığı baskılar karşısında genellikle sessiz kalıyor. 

 NATO, Çin‟e karşı bir ittifak olarak yeniden doğarken durumu hiç de iyi değil. NATO, Afganistan‟dan beri “alan dışı” harekât yapmıyor, yapamıyor. Sebep ülkelerin eksikleri ve gönülsüzlükleri. İtalyanlar, 2009‟da Afganistan‟dan Taliban ile anlaşarak çekilmişlerdi. 2011 yılındaki Libya operasyonuna ise 28 NATO ülkesinden 8‟i katılmıştı. 

Şimdi bu NATO, oyun alanına bir fil yani Çin‟i alır mı? Stoltenberg‟in gerekçesi diplomatik; “Çin bizimle aynı değerleri paylaşmıyor.” Ama Avrupa ülkelerinin Çin ile mücadele etmek için motivasyonları yok. Askeri vasıtalar da önemli eksikler var, ülkelerin desteği az ve kamuoyları ekonomi ve pandemi ile meşgul. 
 Türkiye, ABD‟den sonra NATO içinde en büyük orduya sahip; İngiltere ve Fransa‟dan daha fazla asker, tank, topçu ve savaş uçağı var. Sayıca daha büyük deniz kuvvetlerine sahip. 

Türk ordusu, 100‟den fazla askeri amaçlı havaalanı ile dünyada en büyük dokuzuncu ordu 5. 
 Türkiye‟nin kaybedilmesi öncelikle NATO çerçevesinde Türkiye‟nin etrafında devam eden askeri ve istihbarat işbirliğini sekteye uğratacak, başta İncirlik olmak üzere Türkiye‟deki bazı Amerikan askeri varlığı Yunanistan‟a taşınacak. 


***

Türkiye-Japonya Dostluğu; Trajik-Romantizm

Türkiye-Japonya Dostluğu; Trajik-Romantizm 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
11 Ocak 2019 


Tarih 18 Mart 1985.. 

İran-Irak Savaşı devam etmektedir. ABD’nin desteğini arkasına alan Saddam, pilot ve yedek parça yokluğundan havalanamayan İran Hava Kuvvetleri’nin zafiyetinden istifade etmek için hava saldırılarına başlayacağını ve İran üzerinde uçan sivil uçakları da vuracağını açıklamıştır. 

Saddam, 48 saat süre verir ve İran’da yaşayan tüm yabancıların ülkeyi terk etmesi çağrısında bulunur. İran’daki misafir ülke vatandaşları can havli ile kendi ülkelerinden gelen uçaklarla ülkeyi terk eder. Ama Japonya uçak gönderemez ve uçaklarda yer bulamayan 215 Japon Tahran’da mahsur kalır. 

Durum Japonlar için son derece umutsuz bir halde iken; Ankara, Türkler ve Japonlar için ayrı ayrı olmak üzere iki uçak gönderir. Ancak, Japonlar tek uçağa sığmayınca, Türk yolcular önceliği verir ve iki uçak ta Japonları Ankara’ya taşır. Tabii, arkasından Tahran’daki Türkler de tahliye edilir. 

Buraya kadar durumu izleyen Japon Hükümeti ve halkı, Türkiye’nin bu ani yardımına bir anlam veremez ve Ankara’ya teşekkür ettikten sonra bu jestin nedenini sorar. 
Çok ilginç bir cevap alır; Türkiye, 1890’da Oshima Adası açıklarında batan Ertuğrul Fırkateyni’ne Japon hükümeti ve halkının yardımını unutmamıştır. Bu durum, Japon halkını çok etkiler. Bu noktadan sonra iki ülkenin trajik-romantik dostluğu daha da artacaktır. 
 Ertuğrul Fırkateyni’nin gönderiliş amacı Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki 
ilişkileri daha da kuvvetlendirmek ve Japon İmparatoru'nun yeğeni Prens Komatsu’nıun 1887 yılında İstanbul'a yaptığı ziyareti iadeydi. 
Dönüş yolunda fırtınaya yakalanarak Pasifik Okyanusu’na gömülen gemide, firkateyn komutanı Tuğamiral Osman Paşa da dâhil olmak üzere 527 (609 kişiden 13’ü kazadan önce koleradan vefat etmişti) denizcimiz şehit olmuş, sadece 69 kişi sağ kurtulabilmişti. 
 Japon makamları ve yakın adadaki köylüler, faciadan sonra kurtulanların sağlıklarına kavuşmaları ve en iyi şekilde barınmaları için olağanüstü bir ilgi göstermişti. Japon Hükümeti, kazazede personelimizi ve şehitlerin olay yerinden toplanabilen eşyalarını iki gemi ile İstanbul'a gönderir. 
 Türk Japon ilişkilerinde dostluğu perçinleyen üçüncü trajik olay, 17 Ağustos 
1999’ daki Marmara depremi ile yaşanır. Japonlar, deprem bölgesine yardım gönderen ilk ülke olmakla kalmaz, Deprem kurtarma çalışmalarının sonuna kadar da kalırlar yani son ayrılan ülke olurlar. 

Japonlar, Marmara depreminde ilk ve en fazla yardımı sağlayan ülke de olmuştur. 
Askeri gemilerle Adapazarı’na 1000 konutluk prefabrik ev temin ederler. Japon kaptan, “İran’da 215 Japon vatandaşının kurtarılmasından sonra sıra bizde der” ve toplanan yardımları İstanbul’a kadar getirir. 

Japon halkı bağış kampanyası başlatmıştır. Japonlar depremde anne ve babalarını 
kaybeden çocuklara Türk-Japon Vakfı aracılığı ile verilmek üzere 2 milyon dolar civarında burs sağlar. O dönemde müttefikimiz ABD yönetimi sadece işe yaramaz birkaç bin çadır önerir ve Birinci Ordu Komutanlığı reddeder. 
    Türk-Japon İlişkilerinde kader ağlarını örmeye devam etmektedir. Bu sefer, 11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın doğusunda 9.1 şiddetinde büyük bir deprem meydana gelmiştir. 
    Türkiye derhal Bursa Akut kurtarma ekibini gönderir ve Japonya’ya yardım ekibi gönderen ilk ülke olur. 
    Tsunami nedeni ile bölgedeki nükleer santralin de zarar görmesi üzerine, radyasyon korkusu ile diğer ülkelerin kurtarma ekipleri aniden Japonya’dan kaçarlar. Ancak, Türk kurtarma ekibi kişisel korunma kıyafetleri ile felaket bölgesinde sonuna kadar kalır ve son ayrılan ekip olur. 

Türk-Japon ilişkilerinde son 30 yılda trajik olmayan güzel gelişmeler de yaşandı. 
Bunların çoğu Japonya’nın Türkiye’deki büyük alt-yapı projelerine verdiği destek (uzun dönemli kredi) ile ilgilidir. Bunlar arasında, Boğaz Köprüsü ve Marmaray Projesi başta gelmektedir. 

Coğrafya ülkelerinin kaderini belirler. Bundan kastedilen genellikle ülkelerin 
komşuları veya yakın coğrafyasıdır. Türkiye ve Japonya ise dünyanın iki ucundaki ülkelerin dostluğuna örnek teşkil ediyorlar. 
Dünyada yaklaşık 7.5 milyar insan yaşamakta ve bunun sadece 882 milyonluk kısmı deprem bölgesinde yaşamaktadır. Deprem ülkeleri içinde başı Japonya ve Türkiye çekmektedir. Bu ortak tehdit, Japonya ve Türkiye’yi kurumsal olarak da bir araya getirdi. 
Zaten yukarıda anlattıklarımızın genel çerçevesini Japon Yardım Kuruluşu JICA’nın 
Esenyurt Üniversitesi’nin düzenlediği Doğal Afet Semineri’nde verdiği bilgilerden öğrendik. 
Japon Anayasası’nda “Ancak dünyadaki diğer insanlar refah içinde ülkenin güvenlik içinde olacağı” yazılı. Bu yüzden her gereken her yerde fakirlikle mücadele ediyor, projeleri destekliyor. Örneğin İstanbul’un Anadolu yakasında içme suyunu projesini destekliyor, Türkiye’deki 3.5 milyon Suriyeli göçmen için maddi yardım yapıyor. 
Japonya, Kültürel olarak da hümanist ve insanlığa dost bir ülke. 
Bu kültürü bir örnek ile açıklayalım. Şu anda dünyada teknolojik olarak en öne çıkan proje; Robotlar ve Yapay zekânın birleştirilmesi çalışmaları. 
Peki, ülkeler bunu hangi amaçlar ile kullanmak istiyor; 

- Amerikalılar, yeni bir tür Savaşçı ve Silah olarak geleceğin savaşlarında, kullanmak istiyor; 
- Almanlar, Robot işçi olarak geleceğin (Karanlık) fabrikalarında, kullanmak istiyor; 
- Japonlar ise yaşlılara ilaç versin diye huzur ve bakım evlerinde. kullanmak istiyor; 
    Türkiye ve Japonya, Uluslararası dostluk bakımından iki örnek ülkeyi temsil ediyor. 

   Umarız bu dostluk dünyaya örnek olur ve artık daha çok insanlığa birlikte hizmet etmek için geliştirilen ortak projelerle devam eder. 


***

15 Kasım 2020 Pazar

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 4

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 4


Galaktika, Gök Halkı,  Prof.Dr.Sait Yılmaz,Mısır,Hermes,Hz İbrahim,Tevrat,Sümerler, İncil, Adem, Havva,Mitoloji, efsaneler, dinler,

Kozmik sırlar.. 

Kozmik miras, yaklaşık M.Ö. 11.000’de Mısır ve Sümer kültürleri vasıtasıyla 
Atlantis’in çöküşünden gelen çok boyutlu anılarla ilgilidir 30. Grek ve Roma dünyalarında Mısırlıların ilk formel dinsel kültü örgütleyen kişiler olduğu inancı yaygındır. Dünya üzerindeki tüm dinler Tufan Öncesi Atlantis ve Mu Kültürleri’nden kaynaklanmıştır. Ortak özelliği, köken olarak “Sirius Kültürü”ne bağlı olmalarıdır 31. Bu bilgi bir zamanlar sadece inisiyatik mabetlerde eğitilen rahiplere aktarılırdı. Daha sonra insanlığın aşamalı aşağıya inişi süresince ve özellikle de son 2000 yıldır geniş halk kitlelerinden tamamıyla gizli tutulmuş bir bilgidir. 
“Sirius” bir yıldız ismi olmakla birlikte, galaktik varlıkların bulunduğu kozmik yönetici bir mekanizmanın burada olduğu düşünülmektedir. Siriyusyen kökenli bilgiler insanlara uygun semboller kullanılarak habercilik vazifesi görecek bir varlıkla, zamanı geldiğinde aktarılmıştır 32. Yaklaşık M.Ö. 11.000’de Büyük Piramidin inşa edilmesinden 200 yıl sonra, Lemurya ve Atlantis’ten gelen ölümsüzler bu bilgiyi getirdiler. Tanrı Thoth, gizli bilgilere sahipti ve bu bilgileri Atlantis’ten getirmişti. Kaos ile birlikte Anunnaki kısmen açık olan Galaktik portalı kapattı. İnsanlığın beş adet yüksek dünyasal ışını geri çekildi ve insan hayatı 
savaşa ve kaosa düştü. 

Birçok gelenek, hatta Maya efsanesi Quetzacoatal ile Thoth (Enoş), şimdiki zaman 
döngüsünün sonu olan, “Zamanın Sonunda” bu bilginin geri döneceğini söyler. Mısır’daki ve dünyanın diğer bölgelerindeki olağanüstü keşifler sadece ileri bir teknolojiyi değil, bizim şimdiki durumumuzun ötesine tekamülsel yolu tanımlar. Yeniçağ düşünürleri, bu medeniyetlere ait eski bilgileri açtıkları yeni bir pencereden bize anlatmakta ve bir evrimin başlangıcı olarak değerlendirmektedir ler. Bu anlatıma göre; milattan takriben 60.000 yıl öncesine uzanan Mu ve Atlantis medeniyetlerinin galaktik insanları var33. Yarı beden, yarı ruh olan bu varlıkların o günün dünyasında inanılmazları nasıl başardıklarını ezoterik kitaplardan 
öğreniyoruz. Bu kitaplarda, iki bedenden oluşan bu insanların zaman zaman, fiziksel bedenlerinden çıktıklarını ve ruhsal beden olarak hareket ettikleri yazılıyor. 

Galaktik varlıklar ile atalarımız aynı idi ama ortak DNA’nın bir parçası insan ırkını 
geliştirdiler. Ölümden sonra yükseldiğimizde galaktik insanlar (fiziksel melekler) olarak, galaksimizdeki, evrenimizdeki ve ötesindeki bütün sezgisel yaşam formları ile etkileşim halinde bulunabileceğiz. İlk olarak, 12 sarmallı RNA/DNA sistemi, bedenimizin 2-sarmallı sisteminin yerine yerleştirilmiş olacak. Bedenimizin 7 çakralı sistemini, 13 çakralı sisteme yükseltmiş olacağız. Ayrıca beynimizin yüzde 10’unun veya 20’sinin yerine 100’ünü bilinçli olarak kullanacağız. Tam bilinçlilik halimiz geri dönecek 34. Bu, neden burada olduğumuzun, gelecekte ne yapacağımızın ve geçmiş yaşamlarımızın ne olduğunun farkındalığıdır. 
Parmaklarımızın ucunda ya da daha doğrusu beyin reseptorlerimizde (uyarıcı) evrensel bilgiye ve süper-insan gücüne/kabiliyetine sahip olacağız. 
Yaşamın ilk amacı, herhangi bir dünyanın (gezegenin) var olabilmesi için gerekli özel enerjileri tezahür ettirmektir. İkinci amaç ise belirli yaşam-formları olan çeşitli enerjileri canlandıracak ve bilinçte sürekli bir gelişme meydana getirmelerini sağlayacak şekilde davranmaktır 35. Her birimiz bir ışık, sevgi ve bilinç koruyucusu ve bu büyük koruyuculuk üçgeninin bir parçasıyız. Gezegeniniz şu anda yeni bir Altın Çağ’ın eşiğinde bulunuyor. Bu çağ, Dünya insanlarını ihya edecek ve gerçek yuvalarına buyur edecektir. 
Birçok yaşam evvel kaybettiğimiz dünya dışı güçlerimizi yeniden kazanacağız. Bazı insanlar geldikleri yıldız sistemlerine yeniden ziyarette bulunabilecek ya da geri dönebilecek. 
Bazıları Mars, Venüs ve asteroit kuşaktan tekrar oluşturulacak olan Maldek’te yeniden yerleşimin sağlanmasına yardım edecek 36. Ancak, çoğunluk Altın Çağ’ın yaratılmasına yardım etmek için dünyada kalacak 37. Olağanüstü (yüzeyde görünüyorlarmış gibi) kristal şehirlerde yaşayacağız. Yüksek boyuttaki varlıkların diğer gezegenlerde yaşadıkları şehirler gibi. Yakında onlarla tanışacağız 38. 

Tanrı ve Galaktika (Gizli Öğreti).. 

 İnsanlık üçüncü kök-ırkına ulaşmıştır; bu, insan yaşamının başlangıcını sembolize eder. 
Dördüncü Atlantis Irkı’ndan önce gelen insan, fiziksel olarak dev bir maymun gibi gözükse de yine de düşünen ve konuşan bir insandı. “Lemuryan Atlantisliler” çok yüksek seviyede bir ırktı 39. Madde ile ruh arasında uygun bir dengeye ulaşmış Zekalar, bizim şimdi olduğumuz gibi Dördüncü Devrin Dördüncü Kök Irkı’nın ortasından bu yana gelenlerdir. Her varlık kendisi için, kişisel tecrübe yoluyla ilahi varlık olma peşindedir. Nefes bir taşa dönüştü; taş bir bitkiye; bitki bir hayvana; hayvan bir insana; insan bir ruha; ve ruh, bir tanrıya. 

Akıldan doğanlar, gözcüler, mimarlar, yaratıcılar, hepsi hangi formda olursa olsun, diğer dünyalarda insandılar 40. 

Göksel varlıkların her biri, mevcutta değilse de bir geçmişte ya bir insandı ya da gelecek bir döngüde insan olmaya hazırlanmaktadır. 
Kozmik tarih, iki daha yüksek grubun, diğer adlarıyla Gözcüler ya da Mimarlar’ın, çoğu ve çeşitli ırkları, ilahi krallar ve liderler ile donattığını söyler. İnsanlığa sanatlarını ve bilimlerini öğreten ikincisidir, önceki ise alt Krallıklardaki araçların dan yeni kurtulup enkarne olmuş (bu yüzden de kendi ilahi orijinlerin hep biriktirdiklerini kaybetmiş)- Monadlara ilam veren, yüksek dünyaların büyük ilahi ruhlarıdır. Gözcüler, dünyaya indiler ve -kendileri olan- insanlar üzerinde hüküm sürdüler 41. Hüküm süren krallar, önceki Devir’lerde, Yeryüzü ve diğer dünyalar daki döngülerini bitirmişlerdir. Gelecek manvantara’da (gelecek bir döngüde) bizim gezegenimizden daha yüksek sistemlere doğmuş olacaklardır; onlar bizin insanlığımızın Seçilmişleri, geleceğin Öncüleridir. 

Resim 7: Cédkhonsuiefankh Cenaze Papirüsü (Kahire Müzesi) 
 
https://beyinsizler.net/wp-content/uploads/2017/09/The-Aliens-Built-The-Pyramids-768x486.jpg 

Yaşadığımız dünya, Yedi dönemli doğada, yedili evrim döngüleri içinde ilerler; 
Spiritüel ya da İlahi; psişik ya da yarı-ilahi; entelektüel, tutkusal, içgüdüsel ya da bilişsel; yarıcismani ve tamamıyla maddesel veya fiziksel doğar. Bütün bunlar evrimleşir ve döngüsel olarak ilerler, birinden diğerine geçerek, merkezden uzaklaşan ve merkeze yaklaşan ikili bir yolda, biri en yüksek özlerinde, yedisi diğer suretlerinde. En düşüğü, elbette, bizim fiziksel duyumuza bağlı olan ve hizmet edendir. Buraya kadar, ayrı ayrı, insan, hayvan ve bitki hayatı için, her 
biri, daha yüksek makrokosmosunun mikrokosmosudur. Aynı durum, periyodik olarak tezahür eden sayısız hayatların, Tek Hayat’ın kendini ifade edişlerinin kolektif gelişim amaçları sebebiyle Evren için de geçerlidir; sonsuz Evren’deki her kozmik atom, şekilsiz ve dokunulmaz olandan, yarı-dünyevi olanın karışmış doğaları yoluyla, aşağı tam nesildeki maddeye geçer, sonra, her yeni periyotta, son amacın daha yakınına doğru yükselerek tekrar geri döner, 
nihayetinde tek BÜTÜN olduğu o plana ulaşabilir 42. 

 Galaktika’da Yaratılış 

İnsanlık bir deneydir. Yaradılış içinde yer alan her şey gibi insanlık da tasarlanmış tır. İlk Yaratıcı, evrene kendi uzantısı olan yaşam enerjileri ve özleri getirdi, kendi uzantılarına, sahip olduğu armağanları bağışladı. Yeteneklerini isteyerek ve özgürce verdi. Ancak, birçok başka evren ve evren tasarımları var. İlk Yaratıcının “yaratıcı tanrılar” olarak adlandıracağımız uzantıları, kendi hiyerarşilerini yarattılar. Ortaya çıkan her hiyerarşi, varlığına kendi özünü bağışlayacağı ve bu evrenin gelişimine yardımcı olacak başka bir düzen yarattı. 
Sonunda bu galaktik sistemlerin birinde Dünya’yı tasarlayan bir plan oluştu 43. 
 
Yaratıcı-tanrılardan bazıları usta genetikçilerdi. Yarattıkları düzen içinde yaşam 
yaratmak üzere molekülleri -kimliğin, frekans ve elektrik yükünün şifrelendiği molekülleri birbirine bağlayabiliyorlardı. Duyarlı birçok uygarlık, bu gezegende temsil edilmek için DNA’larını verdiler. Genetik ustaları da DNA çeşitleriyle oynayarak kimi insan, kimi hayvan olan çeşitli türler tasarladı. Dünya üzerinde belki beş yüz bin yıl önce çok ileri uygarlıklar geliştiren insan türleri bulunuyordu. Onların yanında Lemurya ya da Atlantis olarak adlandırdığınız uygarlıklar bile çağdaş sayılır. 

Üç yüz bin yıl önce gelen yeni sahipler, İncil, Babil ve Sümer tabletleri gibi metinlerde sözü edilen olağanüstü varlıklardı. Dünya’ya geldiler, yerli insan türünü yeniden düzenlediler. 

Beslenmek ve güçlerini sürdürmek üzere DNA’nızı ancak sınırlı bir dalga boyunca belli frekansları yaymaya elverişli olacak şekilde değiştirdiler. Bir dizi duyarlı uygarlığın vermiş olduğu oniki DNA iplikçiğine sahip ilk insanlar, olağanüstü varlıklardı. Yeni sahipler, farklı - iki iplikçikli, çift sarmallı- DNA ile yeni insan çeşitleri yarattılar. İnsan türünün özgün DNA’sını alıp çözdüler. Özgün DNA kalıbı insan hücrelerinde kaldı ama işlevini yitirmişti artık, aslından ayrılmış, koparılmıştı. 

 İnsan kılığına girmişsiniz ve bir sürece gerçekleşme izni veriyorsunuz. Şifrelenmiş durumdasınız. Frekans olarak kimliğiniz, elektronik titreşimler yayan bedensel, zihinsel, duygusal ve ruhsal bedenlerinizin toplamıdır. Kendi frekansınızı yaşadıkça, herkesi, gittiğiniz her yeri etkilersiniz. Şu anda yaptığınız da bu. İnsan türünü etkileyen frekansı değiştirme planı, DNA ve ışığın şifrelendiği iplikçiklerin yeniden düzenlenmesini gerektirir. Onuncu, on birinci ve on ikinci çakralarınız kendiliğinden açılmaya başladığında yaşamlarınızda pek çok gezegen dışı enerji belirecek. Bu enerjiler, aranızda yüksek frekansları yakalayabilenler arttıkça gezegen üzerinde etkisini gösterecek. Onuncu çakra güneş sistemiyle, on birinci galaksi, on ikinci ise evrende bir yerle bağlantılıdır. Bu frekansları aldıkça dünyanın büyük kısmını şoke edecek kadar şaşırtıcı bilgiyi gezegene getireceksiniz. 

Özetle, Dünya üzerindeki insanlık, hayatı deneyimlerimiz bakımından evrimsel bir 
değişim işleminden geçiyor. Galaksimizdeki ve evrenimizdeki diğer birçok yıldız 
sistemlerindeki, hatta diğer evrenlerdeki medeniyetlerle etkileşim içinde olacak galaktik bir medeniyet haline gelmekteyiz. Bu, korkuya ve rekabete dayalı bir toplumdan, sevgiye, barışa ve uyuma dayalı bir topluma dönüşmek bizim gerçek kaderimiz. Biz gerçekten insan olmayı deneyimleyen ruhsal varlıklarız. Diğer dünyalarda, boyutlarda ve realitelerde var olan biz olan başka formlarımız bulunmaktadır. Aslında, büyük bir amnezi (hafıza kaybı) problemi olan 
fiziksel melekleriz 44. Yükseliş sayesinde, hepimizin birbirimize bağlı olduğumuzu, evrendeki diğer bütün yaşam formlar ile BİR olduğumuzun farkına varırız. Her şey bir Yaratıcıdan gelmektedir. Bu hiyerarşi sevgiyle çalışır, sizin gerçek kimliğinizi korur ve bilincin evrimsel sıçramaya hazır olduğunu anlamak için gezegene ayarlanan zaman mekanizmalarından bakabilme yeteneğine sahiptir. 

Sonuç;

Galaktik Dünyaya Yolculuk.. 

 Dünya kendisini dönüştürüyor ve pek çok dünyayı bütün bu dünyaların varoluşunu sağlayabilecek kadar iyi temellenmiş tek bir dünyada birleştirmeyi ve deneyimi anlaşılır kılmayı istiyor. Devam eden bir toplanma var, seçilmişlerin toplanması. “Seçilmiş” olanlar, yücelişi anlayanlar ve içindeki kozmik bilgiye ulaşanlardır. Tek başına seçilmiş olmak, sizin doğrudan saflardan öne çıkıp yapılması gereken görevi yerine getirmeniz anlamına gelmez. Sizi başkası değil, kendiniz seçiyorsunuz. Şimdi, harekete geçme zamanıdır. Dünya bir boyutsal 
çarpışmaya doğru ilerliyor. Bu seksen yılın içinde birçok boyut ya da olasılık kesişecek. Bu gerçekliklerden kimi, herkesin bilincin başka bir paradigmaya tekmelenmesi için gereksindiği şok düzeyine bağlı olarak şok yaratacak. Dünya yalnızca ulusal düzeyde olmayan birçok şokla yüz yüze. 
 Tanrının uzantıları olan varlıklar, insanoğlunun düşüncesini kendi ihtiyaçlarına göre yeniden işledi. İnsanın içindeki bilgi frekansını kesintiye uğrattı, DNA’sını değiştirdi ve bilgisizlik içinde bırakılmanız için çifte sarmalı verdi. Erişim frekansınız kapatıldı. Bilinciniz tarihinize açıldıkça eski gözlerinizi açmayı öğreneceksiniz. Kendini çok eski zamanlarda bu gezegende ifade eden muhteşem bir özünüz vardı ve şu anda algıladığınızdan çok daha fazlası devam etmektedir. İçinizdeki eski gözleri açtığınızda kişisel tarihinizin bütünüyle ilişki kurabilecek hale gelmekle kalmayacak, gezegenin, galaksinin ve evrenin tarihi ile de ilişkinizi 
kurabileceksiniz. Halen bulunduğunuz dört boyutlu yaşamdan daha fazlasına ve belki onbirinci boyuta çıkacak, işte o zaman gerçekten, tanrılarınızın kimler olduğunu ortaya çıkaracaksınız. 

Yaratıcı kozmik ışınlardan gelen frekansları almayı öğrendikçe tanrılarla karşılaşmaya hazır hale geleceksiniz. 

Ancak, sıçramayı herkes gerçekleştirmeyecek çünkü herkes uyum içinde çalışmak isteyen frekansta titreşmiyor. 
 Şu anda yaşanan kaos sadece hızlanan değişimin bir parçası. Görünmeyen (daha çok ruhsal âlemler ya da Cennet olarak kabul edilen) olduğu kadar, çoğu insanın bir tek onun var olduğuna inandığı görünen bir evrende yaşıyoruz. Hakikat bizden saklandı, böylece en sonunda kim olduğumuzu hatırlayacak, keşfedecektik. 

Hakikat, uzaydaki ve ruhsal âlemdeki diğer kardeşlerine yakından bağlı, evrensel bilginin ve zekânın ölümsüz varlıkları olmamızdır. 

Aslında şu andaki dünyamızın birer parçası olanların hepsi gerçekten bir illüzyon. Koca bir hologramın içinde yaşıyoruz. Evrenimiz yaşam ile çeşitli tekâmül seviyelerinde birlikte çalışmakta. Bizler çok ya da az alt seviyedeyiz fakat “yukarı”ya doğru çok büyük bir ilerleme gerçekleştireceğiz. 

Kozmik inisiyasyonlarınız vasıtasıyla, Ölümsüzlük genlerinizi hayata geçirme yeteneğine sahipsiniz. Şu an dünyada yapmamız gereken Tanrı’yı daha çok hissetmek için dinlerin yaptığı gibi “korku” değil, “sevgi” frekansını harekete geçirmek, daha çok sevmek. 

Ölmeden önce yukarıda buluşmak için mümkün olduğu kadar çok seven 
biriktirmek. 

Neler olacak? 
Ne kadar zamanınız kaldı? 
Bunu da başka bir makaleye bırakalım.. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

30 Sheldon Nidle, Galactic Federation, Sananda, 
https://sananda.website/the-galactic-federation-via-sheldan-nidle-october-2nd-2018/: Anrita Melchizedek, Elders, Sananda, https://sananda.website/the-elders-via-anrita-melchizedek-november-11th/ 
31 Sirius Temple of Ascension, Our Extraterrestrial Connections, http://siriusascension.com/extraterrestrials.htm 
32 Yani vahyin belli bir bölümü çok önceden hazırlanarak tespit edilen Siriusyen bilgilere dayanır. Bu aktarımda 
postacılık yapan varlık Kur’an-ı Kerim’de Cebrail olarak isimlendirilmiştir. 
33 Hürriyet, Yarı Beden, Yarı Ruh Olan Galaktik İnsanlar, Discover Magazine Vol. 25. (Kasım 2004). 
34 Sandra Ingerman, Hank Wesselman, Awakening to the Spirit World: The Shamanic Path of Direct Revelation, 
Sounds True, (2010), 71. 
35 Christine Day, Pleiadian Initiations of Light: A Guide to Energetically Awaken You to the Pleiadian Prophecies 
for Healing and Resurrection, New Page Books, (2010). 
36 Nigel Henbest, Heather Couper, The Guide to Galaxy, Cambridge University Press, (1994), 11. 
37 Danielle Rama Hoffman, The Council of Light, Bear & Company, (2013). 
38 Alfred Lambremont Webre, Exopolitics: Politics, Government, and Law in the Universe, Universe Books, (2012), 53. 
39 Helena P.Blatavsky, The Secret Doctrine, The Synthesis of Science, Religion, and Philosophy, Theosophical Univ Pr, (1999), 113. 
40 Blatavsky, ibid, (1999),129. 
41 Paul Wagner, Am I a Starseed? Starseed Types and Characteristics Revealed, Gaia, (Nov 18, 2019). 
https://www.gaia.com/article/am-i-a-starseed-types-characteristics 
42 Blatavsky, ibid, (1999), 289-290. 
43 Barbara Marciniak, Bringers of the Dawn: Teachings from the Pleiadians, Bear & Company, (1992), 42 
44 Carl Johan Calleman, The Nine Waves of Creation: Quantum Physics, Holographic Evolution, and the Destiny of Humanity, Bear & Company, (2016). 


***

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 3

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 3




 Tanrı’nın kimliği üzerine birçok yanlış inanç var. Tanrı, içindeki sevgiyle her şeye bilinç bağışladı. Bizler Tanrı’nın uzantılarıyız. Sürekli bilgi toplarız, serüvenlere atılırız ve yaşamlarımızı daha ilginç ve zorlu kılacak ne gerekiyorsa yaparız. Tasarılarımız ve çabalarımızla yeni yaratıların hayata geçmesini sağlayacak daha fazla enerji vermiş oluyoruz. 

Evren, zaman içinde kendilerini yaratıcı bir şekilde ifade etme gereksinimini karşılamak içim evrimleşip her türlü yetenek ve işlev geliştirmiş olan zeki varlıklarla doludur. Varoluş ve bilincin ardındaki önemli olan şey yaratıcılıktır, yaratıcılık da birçok biçim alır. 
 İnsanlığın ilk dönemlerinde, Yarı-Tanrılar vardı. Bütün bu tanrılar, yaratıcılık, bilinç ve enerjiyle çalışarak öğrenmek ve kendi gelişimlerini ilerletmek için buraya geldiler. Kimi çok başarılı oldu, derslerinde ustalaştı, kimi de oldukça yıkıcı yanlışlar yaptı.

 Asıl ve tek Tanrı, İlk Yaratıcı’dır. 

 Eski Kadim uygarlıkların inançlarında olduğu gibi Tevrat, İncil ve Kuran’a ve bunların yorumlarına göre, Tanrı’nın “melekut”u yani “krallığı”; melek’lerle yürütülür ve yönetilir. 
 Kuran’da Secde Suresi’nin 5. Ayetinde şu açıklama var; 
 “(O Arş’a yaslanmış Tanrı), işleri, gökten yere doğru yönetir. Sonra O’na, işler (rapor niteliğinde) çıkar. 

Bir günde. O bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadardır.” 
 Kuran’da Naziat Suresi’nin 5. Ayetinde şöyle denmekte; 
 “İşleri yöneten meleklere ant olsun.” 
 Nisa Suresi’nin 172. ve Mutaffifin Suresi’nin 21. Ayetlerinde kimi meleklerden 
“mukarrabun” yani “Tanrı’ya yakın olanlar” diye söz edilir. 
 En yakın ve “Bakan” konumundaki dört melek şu şekilde anlatılır; 
 - Cebrail; İslam’da “vahiy meleği” olarak bilinir, “kutsal ruh” deyimi ile de onun anlatılmak istendiği ifade edilir. Hadislerden onunda bir tahtının olduğunu ve ona bağlı pek çok meleğin olduğunu anlıyoruz. 
 - Mikail; Yiyecek sağlayan melek olarak bilinir ve ona bağlı da pek çok melek vardır. 
 - İsrafil; Temel işlevi Kıyamet saati geldiğinde ve müteakip safhalar için boru (sur) üflemektir ve ona bağlı da melekler vardır. 
 - Azrail; ölüm meleği olarak bilinir ve o da pek çok meleğin başıdır. 
 Dinler, peygamberlerin zihinlerindeki deneyimlerle başlıyor. Peygamberler başka hiç kimsenin duymadığı sesleri duymuşlardır. Musa’nın hikayesine göre, Tanrı onunla yanan bir çalı aracılığıyla konuşmuş ve Mısır’daki köleleri vaat edilmiş topraklar olan Filistin’e götürmek için talimat almıştı 23. Peygamberler, kâhin değil elçidir. Geleceği öngörmekten çok, Tanrı’dan duyduklarını iletir ve yayarlar. Mesajları yaymak için öyküleri kullanan inandırıcı konuşmacılardır. Peygamberler, insanların hayatlarına yön vermekte öykülerin gücünün farkındalardı. 

 Peygamberler ve dini bilgeler hepsi farklı şeyler görmüş ya da duymuştur. Hindu 
bilgeler, karma ve yeniden doğum çarkının işleyişini ve zamanın kendisinin sonsuz bir döngü oluşturduğunu gördü. Yahudi peygamberler, zamanı gelince tarihin sonlandırmak için Mesih’i gönderecek olan Tek Gerçek Tanrı’yı gördü. Zerdüşt, zamanın sonunda iyilik ve kötülük arasında nihai bir çatışma yaşanacağını ve iyiliğin zafer kazanacağını gördü. Çinli bilgeler ise gelecekte onları neyin beklediğinden çok bu hayatı en iyi şekilde yaşamaya ilgi duydular. 

 Joseph Smith, 19. Yüzyılda ABD’nin New York eyaletinde ortaya çıkan bir 
peygamberdir. 25 yaşında iken onu harekete geçiren ilk vahiy geldi. Bir melek ona Hıristiyanlığın yolunu kaybettiğini ve kiliselerden uzak durması gerektiğini söyledi. Melek, 4. Yüzyılda New York, Palmyra’daki bir tepede toprağa gömülmüş altın levhalara yazılı bir kitabın olduğunu haber verdi. Kitabı yazan, Mormon adındaki bir kişiydi. Özetle, Tanrı planlarını Ortadoğu’dan Amerika batısına yöneltmiştir. 

 Sung Myung Moon, 1920 yılında Kore’de dünyaya geldi. 16 yaşında iken İsa ona göründü ve kendi misyonunu tamamlamak için görevlendirdi. Plan, evlenmek ve günahsız çocuklar dünyaya getirmekti. İsa, kusursuz eşini bulamadan çarmıha gerilmişti. Toplu nikah törenleri düzenleyerek onları evlenmeye teşvik etti. 
 Apokaliptik hareketler daima Tanrı’nın onların acılarına uzun süre kulak tıkamasına inanamayan zulüm altındaki insanlar arasında ortaya çıkar. Tanrı’dan alınan gizli istihbaratın kendi taraftarlarına kodlanarak aktarılmasına apokaliptik yöntem (vahiy) denilir. İlk apokaliptik ajan, Daniel adını kullandı. Yahudi kökenli Daniel’e göre; Tanrı onlara sonun yaklaştığını göstermek için Mesih adında çok özel bir gizli ajan gönderecekti. Ancak, Mesih gökten inmeyecek, kendi aralarından biri olacaktı. Böylece Museviliğin ve Hıristiyanlığın Mesih konsepti ortaya çıktı. İsa’dan sonra halk, gözünü dört açıp, Mesih’i beklemeye başladı ama o hiçbir zaman gelmedi. 
 Kuzey Amerika’da yerinden yurdundan edilen Kızılderililer arasında 1889 yılında 
Hayalet Dansı ortaya çıkmıştı. Bu dans acıların son bulması için atılan çığlıklardan oluşan bir apokaliptik hareket idi. 

Dünya dışı varlık tipleri incelenirken anlaşılması gereken önemli noktalardan biri, tüm dünya dışı varlıkların insan görünümünde olmadığıdır. Farklı gezegen koşulları altında ve farklı atmosferik ortamlarda gelişen beden biçimleri, doğal olarak farklı görünümlerde olmaktadır. 

Bu nedenle evren, birbirine benzeyen ve benzemeyen sayısız yaşam formuyla doludur. 
Ziyaretçiler arasında bizim galaksimizden olduğu kadar uzak galaksilerden gelenler de bulunmaktadır. 

Dünya dışı varlıklarla temas kuran şahıslardan ve de yakın gözlem raporlarından 
edinilen bilgilere göre gezegenimizi en çok ziyaret eden varlık grupları şunlardır 24

“Pleiadesliler; Dünyamızdan 400 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve Yedi Kardeşler olarak da anılan Pleiades takımyıldızındaki Erra gezegeninden gelmektedirler. 
 Bu varlıklar, fiziksel görünüş itibariyle insan ırkına benzemektedirler. Pleiadesliler pozitif odaklı; teknolojik ve zihinsel açıdan ileri varlıklardır. 

 Siriuslular; Dünyamızdan 8 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve köpek yıldızı olarak da bilinen Sirius, ileri bilince açılan boyutlar arası bir kapı niteliğindedir. Siriuslular teknolojik ve spiritüel açıdan bizden oldukça ileridir. 
Orionlular; Orionlu varlıkların yaklaşık %75’i insan benzeri bir görünüme sahiptir; geri kalan %14 ise insanlara benzememektedir. Oldukça keskin mavi gözlere sahip Orionlu varlıklarla temasa geçmiş pek çok insan bulunmaktadır. 

 Zeta Reticuliler; Bu insan benzeri varlıklar, Reticulum adını verdiğimiz güney takım yıldızındaki Zeta 1 ve Zeta II ikiz yıldızlarından gelmektedirler. Zetalar dünyamızı sıkça ziyaret etmekte ve insanlar tarafından genellikle “gri varlıklar” olarak adlandırılmaktadırlar. 
 Andromedalılar; Spiritüel varlıklar olan Andromedalılar, Andromeda galaksisinden gelen çok eski, meleğimsi bir ırktır. Bu varlıklar, Pleiadeslilerin ve tüm insan evriminin liderleridir. 

Arcturuslular; Arcturus, Dünyadan yaklaşık 36 ışık yılı uzaklıkta bulunmaktadır. Arcturus uygarlığı, galaksimiz içindeki en gelişmiş uygarlıklardan biridir. 5. Boyutta bulunan Arcturus uygarlığı dünyanın gelecekteki prototipi olarak kabul edilmektedir. 

 Vegalar; Vega yıldızından gelmektedirler. Vegalar iki sınıfa ayrılmaktadır. İlk sınıftaki Vegalar insan benzeri varlıklardır. Oldukça çarpıcı gözleri vardır, fakat Zetalardan farklı olarak gözkapakları mevcuttur. İkinci tür Vegalar ise insana benzememektedirler. 

 Santorlar; teknolojik ve ruhsal açıdan bize yakın güneş sistemlerindeki en gelişmiş medeniyetlerden biridir. Santorların teknik yetenekleri hayal edebildiğimizin çok ötesindedir. 
 Nordikler; geldikleri yıldız sistemini hiçbir zaman açıklamamışlardır. Oldukça güzel görünümlü varlıklardır; sarı saçlıdırlar, bu yüzden çoğu kez “sarışınlar” olarak adlandırılırlar. Dünyadaki sorunları çözmek için uğraşmaktadırlar. 
 Maviler; Kısa boylu varlıklardır ve yarısaydam, mavimsi bir tenleri vardır. Gözleri büyüktür ve badem biçimindedir. Oldukça spiritüel varlıklardır.” 
Bu uygarlıkların büyük çoğunluğu teknolojik ve ruhsal yapı yönünden insanlardan çok ileridedirler. Onlar, insanların özgür iradelerine saygı duyarlar ve evrimimize herhangi bir şekilde müdahale etmezler. 

Mitoloji, efsaneler ve dinler.. 

Mitoloji, bir din veya bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren ve insanın 
yaratılışına dair tüm sözlü ve yazılı efsane birikimidir. Mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür; bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatır. Kimi yazarlar mitolojinin yaşanmış ve unutulmuş olaylar bütünü olduğunu düşünürler. Çoğu dinde mitolojinin çok önemli ve öncelikli bir yeri bulunur. Örneğin, evrenin yaratılış hikâyesi çok eski uygarlıkların metinlerinde yer almış, ilginç betimlemelerle öykülendirilmiştir. Bu öyküler daha sonra farklı din ve inançların ortaya çıkmasıyla genişlemiş ve izleri günümüze kadar gelmiştir. Dinler ortaya çıktıkça, dünya tarihiyle ilgili mitler de değişmiştir. Efsaneler, dinlerin 
“kutsal kitap”larının önemli kaynaklarındandır, onun için birinin anlattığı diğerlerinde de görülür, hatta peygamberlerin hayatlarını da dahi süslerler. Şimdi bu efsanelerin dinlerdeki izleri ile ilgili bazı örnekler verelim. 

M.Ö. 1350’li yılların başlarında tahta çıkan IV. Amenophis (Akneton), Eski Mısır’da 
tektanrılı geçişi sürecini başlatmıştı. Firavun, sarayındaki din adamlarının başı ve biraz fazla uyanık olan Hozarsif’e tahtı ele geçireceği endişesi ile güvenmiyordu. Onu, Mısır’ın delta bölgesinde çalışan Gosenli işçilerin denetlenmesi için müfettiş olarak göndermişti. Hozarsif, buradaki işçileri ayaklandırıp, Filistin’e kaçınca adı “Musa” oldu ve kızı ile evlendiği Tibetli rahip Yetro’dan öğrendiği Mezopotamya kültürü ile birlikte yeni bir din kurgusu yarattı. 

Yetro’nun kütüphanesinden öğrendiği Sargon’un çocukluğunu kendi hikâyesi haline getirdi. Sümer kralı Sargon gibi, Musa ve İsa da babasız olduğu iddiasında bulunmuştur. Sözde annesi onu bir sepete koyarak nehire bırakmış ve bulan yaşlı bir adam büyütmüştür. Bu hikâye, aslında İsis’ten kopyalanmış ve Toth (Hermes) tarafından, Mu kıtasından getirilmiştir. Maya mitolojisi ve Buddha ile ilgili anlatılanlar da benzer bir hikâye içerir. “Musa”, “Thot Musa” ya da “Ra Musa (Ramses)” gibi Mısırca bir isim idi. Ne Musa ne Mısır’dan getirdiği kişiler (Heksos Krallığı’nın bakiyeleri) ne de Filistin’de M.Ö.1100’lerde bir arada yaşadığı halk, Yahudi değildi25. “Yahudi”, M.Ö. 600’lerde Yahuda Krallığı yıkıldığında 
Babil’e sürgüne gönderilenlere atfen verilen isim idi. Bu Yahudiler, sürgünde birbiri ile alakası olmayan Hz. İbrahim’in (M.Ö. 19 ve 18. Yüzyıl) ve Musa’nın hikâyesini, Mezopotamya’nın ve kendi peygamberleri dedikleri (Yeşu, Ezeikel, Daniel vd.) liderlerinin hikâyeleri ile birleştirerek yeni bir Tevrat yazdılar26. Bununla da kalmayıp, köklerini Hz. İbrahim ve Musa’ya dayandırıp, “seçilmiş halk” olduklarını ve Filistin’in topraklarının kendilerine vaat edildiğini iddia ettiler. 
Hıristiyanlıkta Yahudi ve Yahudi olmayan (putperest, Helenist) inançlar birbirine 
geçmiştir. Erken Hıristiyanlık Yahudi ve Helenist inançların bileşkesinden teşkil olmuştur. 
Ölen ve dirilen tanrıları temsil eden Paskalya ile Tanrı Mitra’nın doğumu olan Noel bayramı bu tür eklemelerin sonucu olmuştur. Erken Hıristiyanlık, İsis’in bazı özelliklerini Bakire Meryem’e atfetmiştir. Meryem (Maria Magdelana) aslında İsa’nın yanında gezen hayat kadınlarından biri idi. Sonradan kilise ona kutsal bir paye verme ihtiyacı duydu. Şefkatli ve koruyucu anne olarak, onun kültüne yakın olan doğu insanlarına Mısır tanrıçası İsis çekici gelmiştir. Birçok Meryem (Madonna) ve çocuk ikonaları, çocuğunu Horus’u emziren İsis görüntülerini çağrıştırır. Şaraplı ekmek yeme ayini (ekmek ve şarap görüntüsü altında 
Hıristo’nun vücut ve kanı tadılmaktadır) Totemizmin zemininde ortaya çıkan ve daha çok tarımcıl toplumlarda görülen tanrı yeme ayininden alınmıştır27. İlk doğuş günahından arınma anlamına gelen suyla vaftizin kökeni ise eski Mısır inisyasyon ayinlerine gitmektedir. Hıristiyanlığın diğer bir eklemesi ise ‘haç’ sembolü olmuştur. Bu sembol Hıristiyanlıktan önce Eski Çin, Hindistan ve Afrika’da kullanılan bir dini semboldü. Hıristiyanlıkta çarmıha gerilme ile ilgili tasvirler M.S. 8. ve 9. yüzyılda ortaya çıkmaya başladılar. 

“Cennet” ve “cehennem” kavramları Musevilik’te yoktur. Çünkü Âdem cennetten 
kovulmuş olsa da artık “vaat edilmiş topraklar” bu dünya ile ilgilidir. Hıristiyanlık ise bu kavramlara Daniel’in rüyalarından kopyalayarak, köleleri dinde tutmak için başvurdu. Bununla da kalmadı, Orta Çağ’da “Araf” kavramını uydurarak, günahkârlar için “günah çıkarma” ve cennetten yer satma gibi ticari işlere girişti. Üç semavi din içinde “cennet” ve “cehennem”, en belirgin ve detaylı şekilde İslamiyet’te yer alır. Ancak, İslamiyet’teki cennet ve cehennem konseptinin orijinali çok benzer şekilde M.Ö.500’lerde ortaya çıkan Zerdüşlük’te yer alır. 
Zerdüştlük’te “Sırat” köprüsünün adı “Cinavati” köprüsü olarak geçer. 

 Sümer ve Mısır kültürü sadece üç semavi dine değil Eski Yunan kültürüne ve Doğu dinlerinin efsanelerine de yansımış hatta karşılıklı değişimler olmuştur. Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi'nin yaptığı kanuna temel olmuş, ondan sonra sırası ile Musa, Yahudiler ve nihayet İslamiyet’i etkilenmiştir. Musa'nın kanununda bulunan; anaya babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklık etmeyeceksin, komşunun 
karısına ve malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sümer Kanunların da aynı olmakla birlikte Mısır’da da vardı. 

Sümerliler kadınları bir tarlaya benzetmişlerdi 28. Aynı deyim hem Tevrat, hem 
Kur'an'da vardır. Kur'an'da, "Kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" ifadesi yazılı (Bakara Suresi, ayet 223). 
 Tevrat’ın içinde bu tür hikayeler bolca bulunur. Eyüp’ün (Job) hikayesi uzun bir süredir Mezopotamya’da masal formunda anlatılıyordu. Babil’deki sürgün sırasında bilinmeyen bir şair bunun üzerinde çalıştı ve öyküyü acı çekme problemine yaklaşmanın bir yolu olarak kullandı 29. 

Bütün bunlar gösteriyor ki, dinler, başta Mısır ve Mezopotamya olmak üzere, çeşitli kültürlerden gelen etkilerle bulundukları toplumun görüş, düşünüş, anlayış ve hayal gücünden etkilenmişlerdir. Şimdi tekrar galaktik konulara ve kozmik dünyanın sırlarına dönelim. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

23 Richard Holloway, A Little History of Religion, Yale University Press, (2016), 18. 
24 Bakınız: Judith Cameron, Spiritual and Galactic Awakening, The Cosmic Classroom…An Ongoing Story, 
Balboa Press, (2019). Eva Marquez, A Starseed Guide Andromeda, Pleiades, and Sirius Volume 1, Kindle Edition, 
(2016). Exopedia, Earth Galactic History, Extraterrestrial Civilizations, Lamuroy Consulting, 
https://www.exopaedia.org/ 
25 Ahmet Musa, Tarihte Araplar ve Yahudiler, Çev.:D.A.Batur, Selenge Yayınları, (İstanbul, 2005), 200. 
26 Musa, ibid, (2005), 233. 
27 Sergei Aleksandrovich Tokarev: Dünya Halkalarının Dinler Tarihi, Ozan Yayıncılık, Çev.Rauf Aksungur, (İstanbul, 2006), 552. 
28 Muazzez İlmiye Çığ, Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni, Kaynak Yayınları (İstanbul, 2017). 
29 Holloway, ibid, (2016), 99.


***


Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 2

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 2 



Galaktika, Gök Halkı,  Prof.Dr.Sait Yılmaz,Mısır,Hermes,Hz İbrahim,



Resim 3: Sümer Tableti (Âdem ile Havva ve onları aldatan yılan) 
 
C:\Users\TOSHIBA\Desktop\Sait Yılmaz.jpg
Kaynak: Wiliam Hayes Ward, The Seal Cylinders of Western Asia, The Carnegie Institution of Washington Collection, (1910). 

Günümüzde yaşayan en ünlü Sümerolog olan Muazzez İlmiye Çığ "Yapılan son 
çalışmalar Sümerlerle Türklerin ilişkisini kesin olarak ortaya koymuştur. Sümerler, Mezopotamya'ya Orta Asya'dan göç ederlerken kültürlerini birlikte taşımışlardır. O nedenle, 'Tarih Sümerlerle değil, tarih Türklerle başlar' dememiz gerekir" diyor. Muazzez İlmiye Çığı 33 yılda 74 bin çivili yazı tabletini deşifre etti. Çığ, "Sümerlilerde Tufan, Tufan'da Türkler" adlı kitabında tarihin yeniden yazılmasını gerektiren açıklamalar yaptı. 

Galaktika ve insan.. 

 Zecharia Sitchin, Sümer tabletleri ve dini kitapların bazı bölümlerini kanıt göstererek insanlığın köklerini eski uzaylılara dayandıran bir teori üretti. Sitchin’e göre; Güneş sistemimizde, Pluto’nun ötesinde, diğer gezegenlerin tersi yörüngeye sahip, bir turunu 3600 yılda tamamlayan bir gezegen olduğunu iddia etti. İddiasına göre, bu gezegende yaşayan uzaylılar dünyadaki yaşamı başlatan kişilerdir. Mitolojik karakterlerin ve tanrıların aslında bu kişiler olduğunu da iddia etmiştir. Kanıt olarak Tevrat ve Sümer tarihini ve yazıtlarını kullanmaktadır. Sitchin, tabletlerdeki yorumundan “Anunnaki” adı verilen cennetteki bir 
tanrılar grubunun altın çıkarmak için Nibiru’nın (Neptün) ötesinden dünyaya gelmişti 13

Anunnaki, dünyaya uçan bir araç içinde kendi uzay elbiseleri ve eşyaları ile seyahat etmişti. Bu yorum, Sümer metinlerinde geçmiyordu ancak ortaya çıkan resimlerden bu sonuca varmıştı. 

Eski Sümer miti olan Enuma Elis’te ve Asurbanipal kitaplığında insanoğlunun 
Anunnaki adı verilen tanrılara hizmet için yaratıldığı söylenmektedir. Sitchin’e göre, 450 bin yıl önce dünyaya altın aramak için gelen tanrılar, madeni Afrika’da bulmuşlardı14. Ancak, altını çıkarmak için iş gücüne ihtiyacına vardı. Homo Sapiens işçi-esir olarak madenlerde çalıştırılmak üzere yaratılır. Anunnaki’nin başkanı Anu, Enki’ye kızkardeşi Ninki ile birlikte insanı yaratması görevi verir. 
 Sitchin’e göre, Anunnaki’ler, genetik uzmanı idi ve Homo Sapiens’i yaratmış ve bu modele “Adapa” modeli denmiş sonra mitolojide “Adam (Âdem)” olarak yer almıştı. İnsanlar, böylece bazı dünya dışı genleri de kazanmış oldular. Enki, insanı Anunnakilere benzeyecek şekilde yaratmıştı. Anunnakiler insanlara göre çok daha uzun ömürlüdürler. Anunnakilerin tüm tabletlerde geçen yazı dilleri, anlatımları, hırsları, savaşları, aşkları, kararları bizden pek de farklı olmadıklarını göstermektedir. Babil kozmolojisinde ise Tanrı Marduk, Jüpiter gezegeni 
ile ilişkiliydi. Babil geleneğinde de kanatlı insan resimleri görülür. 

Resim 4: Sümerlerde Uçan Anunnaki Tanrıları 
 
Çivi yazılarında, tanrıların insanlara kızıp büyük bir Tufan gönderdiği, bir adama büyük bir gemi yapıp, ailesi ve seçtiği hayvanlarla kurtulmasına izin verildiği, sele neden olan yağmurun yedi gün ve yedi gece devam ettiği yer alıyor. Sitchin, Sümer metinlerine bakarak Mezopotamya uygarlığının bu tanrılar tarafından şekillendirildiği ve insan kralların buna aracılık ettiğini iddia etti. İnsan uygarlığının gelişmesinde önemli rol oynayan astronomi, ziraat, tıp, metalürji gibi bilimler onlardan öğrenilmeye başlanmıştır. Sitchin’e göre, bundan 30 bin yıla önce dünyada şehirlerde yaşayan yabancılar, insanlara bildiklerini aktarmışlardı. Büyük 
Sel esnasında dünyadan ayrıldılar ancak daha sonra uygarlığı yeniden inşa etmek için geri döndüler. Dünyadan dışından gelenler M.Ö. 550’de kendi uzay araçları ile dünyayı terk ettiler. Diğer bir iddiaya göre, bu uygarlık, M.Ö. 2024’de uzaylı varlıkların savaşı sonunda yok olmuştu. Geride bıraktığı insanlar onlardan kalanların çoğunu imha ettiler. 

Eleştirmenler, Sitchin’in hem tercüme hataları hem de astronomik yanlışları olduğunu iddia ettiler. Sitchin’in iddia ettiği güneş sistemine her 3600 yılda bir seyahat eden gezegenin Neptün değil, Pluto olduğu iddia edildi. Semitik diller uzmanı Michael S. Heiser, Sitchin’in Sümer ve Mezopotamya dili tercümelerinin hatalı olduğunu iddia etti. Ona göre, Sümer metinleri, insanın altın işçisi olmak için esir olarak yaratıldığını söylemiyordu. Sümer metinleri sadece insanın Tanrılar tarafından kendi yaratma sürecine yardım için yaratıldığını söylüyordu. 

Günümüzde bazı yeni dini akımlar (Teosophi, Scientoloji, Realizm, Cennetin Kapısı vb.) bu tür dünya dışı akıllı varlıklarla temasa inanmaktadır. 

Sitchin İncil’in metinlerinin çoğunun Sümer yazmalarına dayandığını savundu. Dikkat çekici bir örnek İncil’de geçen şu ifadelerdir (Genesis Bölüm 6: 1-2, 4); 
“İnsanlar sayıca dünyada artmaya başladığında ve onlara kız kardeş verildiğinde, 
Tanrı’nın oğulları bu kızları güzel buldu ve seçtikleri ile evlendi. 
 
O günlerde Nefilim dünyadaydı ve sonra Tanrının oğulları insanların kızlarına gitti ve onlardan çocukları oldu.” 
Birçok Hıristiyan bu ifadeden Âdem ve Havva’nın çocuklarının farklı ailelerden olduğu yorumunu yapmaktadır. Nefilim’in ne olduğu ve bu metinde gerçekte neyin anlatılmaya çalışıldığı hala tartışmalıdır. Bazı kaynaklar Nefilim’i “dev varlıklar” olarak15, bazıları ise yarı insan-yarı dünya dışı diye açıklamaktadır 16

Resim 5’de görülen Nefilimler ise genellikle devler olarak tercüme edilse de tam olarak “gökten düşmüş olanlar” anlamını taşımaktadır. 

Resim 5: Anunnakiler ve İnsanları Tasvir Eden Bir Resim 
 
http://www.messagetoeagle.com/images2/anunnaki6.jpg

Enoş’un (Toth) kitabı ise Tanrı’nın Oğullarından kastın dünyaya insanları yetiştirmek için gönderilirken Gözcü 200 melek olduğu yorumunu katmaktadır. Muhtemelen bu Gözcüler insanlara metalürji, ziraat ve astronomi gibi bilgileri öğrettiler. Tanrı sonra izleyicilerin dünyada kalmasını emretti. Tanrının emirlerine uymadıkları için bu meleklere “düşmüş melek” adı verildi. Tanrı, büyük Tufan ile bunlardan kurtuldu. İnsanlığın devamı için ise Nuh seçildi. 
 Benzer bir kanıt ise Türk mitolojisinde bulunmaktadır. Bilinen Ergenekon (yani dişi kurt ile Türk prensinin evlenmesinden Türklerin ilk atalarının yaratıldığı) hikâyesi Çinli bir kayıttan alınmadır. Türklerin yeryüzüne iniş kuramı, Altay Türklerinin Ergenekon efsanesinde aşağıdaki gibi yer almaktadır17

“Kutup Yıldızından dokuz kardeş halinde geldiler, Üç Sümer (Zirve) dağının ortasına (yani üç zirvesi olan bir dağa) kondular, buna Ergenekon18 dediler, dokuz kardeş yeryüzünden beğendikleri ile evlendiler. Hep dışarıdan kız aldılar.” 
Eski Ahit’de, Ezekiel’in Kitabı’nın Birinci Bölümü’nde Ezekiel ateş ve ışıklar içinde 
hareket eden yaratıkları tasvir eder. İç içe geçmiş tekerlekler yaratıklarla birlikte yukarı yükselmektedir (Resim 6). Modern dönemde Von Daniken ve Josef F. Blumrich gibi yazarlar Ezekiel’in uzay gemisi gördüğünü iddia ettiler19

Resim 6: Ezekiel’in Görüşünün Resimlenmiş Hali (1670) 
 
An engraved illustration of Ezekiel's 'vision' (1670) 
Dünya dışı varlıklar ile ilgili kanıtlar diğer mitolojilerde de yer almaktadır. Hindu 
mitolojisinde (Ramayana) tanrılar ve onların avatarları bir yerden bir yere Vimana adı verilen uçan araçlarla seyahat ediyorlardı. 
Tarih öncesi ya da kadim dönemlerde dünyaya dışarıdan gelmiş ve insanlarla temas etmiş akıllı varlıklar ile ilgili açıklamalar bilim dışı olarak görülmektedir. Bu çalışmaları yapanlara göre; modern kültürler, dinler ve hatta insan biyolojisi dünya dışından gelenlerle temasımızdan sonra şekillenmiştir. Dinlerin kökeni dünya dışı güçlere ilişkindir. Bu tür düşünceler çoğu akademik çalışmalarda ciddiye alınmamaktadır. 
Bu tür çalışmaların önde gelen isimleri arasında; Erich von Daniken, Zecharia Sitchin, Robert K.G. Temple, Giogio A. Tsoukalos ve David Hatcher Childress sayılmaktadır. Sitchin, pek çok sinema filmine ilham kaynağı oldu. Dünyadışı varlıklar ile ilgili 1919’dan bugüne yüzlerce kitap yazıldı ve film çevrildi 20. 

Robert Temple, 1976’da yayınlanan “The Sirius Mystery” isimli kitabında Afrika’daki Mali’nin kuzeybatısına 5 bin yıl önce dünya dışı varlıkların ziyarette bulunduğunu iddia etti. Bu iddiasını bölgede yapılan bazı arkeoloji çalışmalarına dayandırdı. Erich von Däniken ise Tanrıların Arabaları (Chariots of The Gods) başlıklı kitabında dünya üzerindeki bazı yapıların ancak çok daha gelişmiş bir kültüre sahip dünya dışı yaratıklar tarafından inşa edilmiş olabileceğini iddia ediyordu. 

Von Daniken ve Barry Downing, cehennem konseptinin İncil’e Venüs gibi kızıl bir 
gezegenden gelen dünya dışı varlıkların insanlara gösterdiği resimler ile girdiğini iddia ettiler 21
Onların tezine göre, Tanrı ve Şeytan dünya dışındandı ve bilgi ağacındaki bilginin insana açılması konusunda aynı fikirde değillerdi. Çocukları insansı idi ve İncil’de bahsedilen “ilk günah” buydu. Tanrı’nın Tufan ile cezalandırma nedeni ise gönderilmiş meleklerin maymuna benzer insanlarla ilişki kurmuş olmasıydı. 

2016’da Irak Ulaştırma Bakanı Kazım Finjan, Sümerlilerin beş bin yıl önce Dhi Qar 
vilayetinde bir hava alanı inşa ettiklerini iddia etti 22
Eski Mısır ve bazı yerli Amerikan gibi kültürlerinde dünya dışı varlıklarla karşılaştıktan sonra çocuklarının kafatasının uzadığına dair yorumlar ortaya çıktı. Firavun Akneton ve Nefertiti’nin resimlerinde uzun kafatasları dikkati çeker. Muhtemelen insanlara karışan dünya dışı yaratıklardan böyle bir melez yapı ortaya çıkmıştı. 

Tanrı Krallığı (Melekut); Tanrılar, Yarı Tanrılar, Melekler; Gök Halkı.. 

Eski Mısır yaradılış efsanesine göre; Nu yaradılış öncesi var olan ve bütün yaşamın kendisinden ortaya çıkmış olduğu başlangıçtaki okyanustur. Nu’nun derinliklerinden yaratılan ilk varlık “Ra”dır. Ancak, bu yoktan varoluşu ifade neden ilk başlangıç değildir. Bizim devremizin yani “Demir Çağı”nın başlangıcıdır. Tanrı Nu olarak ifade edilen sembol, Mu Uygarlığı’na karşılık gelmektedir. Mu ile ilgili bilgilerin kayıtlı olduğu tüm eski yazıtlarda, insanlığın ilk ana vatanının Mu olduğu açık bir şekilde dile getirilmiştir. 

 Mısır Mitolojisi’nin Tanrılar Birliği’ni oluşturan ve Tanrılar olarak ifade edilen 
semboller, öncelikle “Evrensel İdare Mekanizması”nı hiyerarşik yapısını ifade eder. Bu Tanrılar Birliği içinde Siriusyen Kültürü ya da bizzat “Siriusyen Kültür Temsilcileri”ni sembolize eden ileri seviyeli “Galaktik Varlıklar” da bulunmaktadır. Mısır Mitolojisi’ndeki Anubis, Şu, Tefnut gibi Tanrılar bu tür varlıkların sembolleridir.  Sümerlerde; Gök Tanrısı Anu, ‘Anosmas’ adı verilen göklerin yüksek yerindeki sarayındadır. Sümerlerin kimi tanrıları yıldızlarda oturmayı uygun bulmuşlardır. Tüm Tanrılar ve Tanrıçaların Sümer kökenli olduğu düşünülmektedir. 

 Altaylıların büyük Tanrısı Kara Han ile oğlu Ülgen de Şamanlarca on yedi kat kabul edilen göklerin en üst katında oturur. 



Tablo 1: Kadim Uygarlıkların Tanrıları 
 
Mısır Kozmogonisi’nde Nu’dan, “tüm hayatın tohumlarını barındıran deniz” diye söz edilmesinin nedeni de budur. Buradaki suyla ilgili anlatımlar, farklı toplumların kutsal kitaplarında da geçer. Örneğin Tevrat’ın Tekvin Bölümü’nde dünyanın yaradılışıyla ilgili ilk satırlar şöyle başlar; 
“Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah’ın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. (Tekvin Bap 1/1-2)” Tevrat’ta dört yerde geçen “Tanrılar Tanrısı” için Yahudi kökenli Musa İbn Meymun (1135-1205), “Melekler Tanrısı” anlamı verir. Buradan meleklerin de bir Tanrı olduğu anlamı çıkarılabilir. Keza Tevrat’ta iki yerde, İncil’de üç yerde geçen başka bir ifade var; “Rabler Rabbi (Efendiler Efendisi)”. 

Bu durumda Sabiilerin çok tanrılı olmakla suçlanmaları anlamsız hale gelmektedir. Hz. İbrahim’in içinden çıktığı Sabiiler, üç semavi dine ve Zerdüştlüğe kaynaklık ettiler. 

 Tanrı Krallığı hiyerarşisini şu şekilde sıralayabiliriz; 

 (1) Tek Bir Olan (Tanrı). 
 (2) Yardımcı Tanrılar. 
 (3) Melekler. 
 (4) Peygamberler ve bilgeler. 
 (5) Şeytan, Cin, Kâhin vb. olgular. 
 (6) Apokaliptikler. 
 (7) Dünya dışı varlıklar. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

13 Zecharia Sitchin, The 12th Planet, Stein and Day Collection, Ancient Publisher, (New York, 1976). 
14 Zecharia Sitchin, The Wars of Gods and Men: Book III of the Earth Chronicles. Harper, (2007), 104–105. 
15 James Orr (Ed.), “Nephilim” The International Standard Bible Encyclopedia, Howard-Severance, Vol. IV, 
(Chicago,1930), 2133. 
16 Ancient Aliens, Series 2 Episode 7: Angels and Aliens, https://hdclump.com/ancient-aliens-angels-and-aliens/ 
17 Aktaran: Namık Kemal Zeybek, Ön Türkler, Youtube, (Nisan 2020), Kaynak: Mümin Köksoy, Nuh Tufanı ve 
Sümerlerin Kökeni, Berikan Yayınevi, (İstanbul, 2011). 
18 Ergene (Rahim, oluşulan yer), (Ergene Kon) demektir. 
19 Erich von Daniken, Chariots of the Gods, Bantam Books, (1968), 38-9. Morris K. Jessup, UFO and the Bible Citadel Press, (New York, 1956) 56-59. Josef F. Blumrich, The Spaceships of Ezekiel, Corgi Books, (1974). 
20 Bu kitaplar arasında; Charles Fort, Book of the Damned, (1919): Harold T. Wilkin, Flying Sauurces From the Moon, (1954): Robert Charroux, Legacy of the Gods, (1964): Barry Downing, The Bible and Flying Saucers, (1968): John Philip Cohnae, Paradox: The Case for the Extraterrestrial Origin of Man, (1977): Zecharia Sitchin, The 12th Planet, (1978): Murry Hope, The Sirius Connection: Unlocking the Secrets of Ancient Egypt, (1996): James Herbert Brenan, Martian Genesis, (1998): Laurance Gardner, Genesis of the Grail Kings: The Explosive 
Story of Genetic Cloning, (1999) sayılabilir. 
21 News, Weekly World (31 August 1993). Hell Is On The Planet Venus, Weekly World News, (Aug 31, 1993). 
22 Lee Speigel, “ETs Built Earth’s First Airport”, (13 October 2016). Iraqi Transport Minister Says”. The Huffington Post. (14 October 2016). 




***