Necmettin Erbakan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Necmettin Erbakan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2019 Cuma

28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 2

28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 2




Bu olaylar;

- 2 Ekim-7 Ekim 1996 tarihleri arasında Başbakan Necmettin Erbakan sırasıyla Mısır, Libya, Nijerya'yı ziyaret etmesi idi... Libya'da, Kaddafi'nin bir çadırda Erbakan ile yaptığı görüşmede sarfettiği sözler, muhalefet ve basın tarafından ağır bir şekilde eleştirildi. Aslında Kaddafi söylediklerinde haklıydı. Cumhuriyet Dönemi'nde "atatürkçülük" kisvesi altında bağımsızlıktan, islamdan, hatta Türklük'ten uzaklaşılmış; Hıristiyan Batı ülkelerinin denetimine girilmiş, müslüman ülkelerin bizden bekledikleri tamamen gözardı edilmişti.

- 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkilerinin açığa çıktığı iddia edilirken, Başbakan Erbakan 'fasa fiso' demesi idi... Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü oynuyorlar" dedi.

- Kayseri'nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'nin, 10 Kasım 1996 tarihli Refah Partisi İl Divan Toplantısındaki konuşmasında, Türkiye'de henüz gerçek demokrasinin olmadığını, hâkim güçlerin herkesi kendi görüşleri doğrultusunda hareket etmeye zorladığını söylemesi idi... Karatepe konuşmasında şunları söylemişti:

- "Süslü püslü göründüğüme bakıp da lâik olduğumu sakın sanmayın. Resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. Belki Başbakan'ın, Bakanlar'ın, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. Ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. Refah Partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. İnsanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. Ey Müslümanlar! Sakın ha, içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. Bu bizim boynumuzun borcudur."

Karatepe bu konuşması nedeniyle 1 yıl hapis ve 420.000 lira ağır para cezasına mahkûm edildi. Aslında söyledikleri "fikir özgürlüğü" kapsamında değerlendirilebilirdi. Çünkü o tarihlerde Kürt bölücülerin ayrılık, intikam istekleri bile "fikir özgürlüğü" sayılıyor, haklarında işlem yapılmıyordu. Bugünlerde (2013) BDP'liler Türkler için "önümüzde dizlerinizin üstüne geleceksiniz," diyor, bir şey yapılmıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türk olduğunu, veya olması gerektiğini unutup "Türk milliyetçiliğini ayaklarımızın altına aldık," diyebiliyor, kimse dava açmıyor!.. Halbuki eskiden olsa, onu diyeni ayaklar altına alırlardı!

- Başbakan Necmettin Erbakan'ın 11 Ocak 1997 Cumartesi günü, Başbakanlık Konutu'nda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği vermesi idi...

22 Ocak 1997 tarihinde yüksek rütbeli subaylar Gölcük'te toplanarak irticanın iktidarda olduğunu tartıştılar.

- 30 Ocak 1997'de Sincan belediyesi'nin Kudüs gecesi düzenlemesi idi... Belediye başkanı Bekir Yıldız, İran Büyükelçisi'nin misafir olduğu gecede sahneye konulan cihad oyunu basında tepki oluşturdu. Türkiye'nin İran'a benzetilmek istendiği öne sürüldü. Star muhabiri Işın Gürel olaylar sırasında saldırıya maruz kalmıştı. Bekir Yıldız tutuklandı, mahkûm edildi.

Halbuki Türkiye hiç bir zaman İran'a benzememiştir, benzemez!.. Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim'den buyana 500 yıldır, aralarında süren bir rekabet vardır. İran Şii, Türkiye Sünnî'dir. İran'da hiç hata yapmayacağı kabul edilen bir Ayetullah'ın liderliği söz konusudur, Türkiye'de ise sık sık değişen bir Diyanet İşleri Başkanı vardır. İkisi birbirine hiç benzemez. Uğur Mumcu gibilerine düzenlenen suikast ve saldırıları İran üzerine yıkmak ta, İsrail'i gözden uzak tutmak amacına yöneliktir.

- Refah Partili milletvekili İbrahim Halil Çelik'in "kan akacak, fıstık gibi olacak," demesi idi... Sonradan sahte pasaportla Avusturya'ya kaçtı, orada yakalanıp tutuklandı.

Bu olaylar üzerine 4 Şubat'ta Sincan'da askerler 20 tank ve 15 zırhlı araçla geçiş yaptı. Genelkurmay 2. Başkanı dönme Orgeneral Çevik Bir "Demokrasiye balans ayarı yaptık," dedi!

Bu arada dünyada ve Türkiye'de başka olaylar da cereyan etmekte idi.

5 Ocak'ta Rusya, barış anlaşması uyarınca, Çeçenistan'daki son askerlerini geri çekti.

7 Ocak'ta Demokrat Türkiye Partisi kuruldu. Partinin genel başkanlığına Mason Demirel'in has adamı Hüsamettin Cindoruk seçildi. Bu parti yakında DYP'den Tansu Çiller'i terkedip kopacakları toplamaya yönelecekti.

16 Ocak'ta Arnavutluk'ta yüksek faizle para toplayan bankaların batması üzerine halk ayaklandı. bizde onca banka battı, ayaklanan olmadı!

20 Ocak(ta Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), "Demokratik standartların yükseltilmesi paketi"ni Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ile Genelkurmay başkanlığına sundu. TÜSİAD raporda Kürtçe eğitimin serbest bırakılmasını da öneriyordu... 2013 yılında Yeni Anayasa maddelerinin temeli demek ki ta 1997'de atılmıştı.

28 Ocak'ta Güney Afrika'da ırkçı yönetim döneminde görevli dört polis, devrimci öğrenci lideri Stephen Biko'yu 1977'de öldürdüklerini resmen itiraf etti.

1 Şubat'ta Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemi başladı.

5 Şubat 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Erbakan'a uyarı mektubu gönderdi.

8 Şubat'ta Çankaya'ya çöreklenmiş olan mason Demirel, "Derin devlet askerdir" dedi. Bunu demek suretiyle mason-dönme askerlerin, daha doğrusu üst rütbeli subayların bağlı bulunduğu, emrinde olduğu esas gizli fesat mekanizmasının üzerini örtmüştür. ABD-NATO tarafından yönetilen, İsrail'le de bağlantılı ve "derin devlet" sanılan bu ihanet örgütünün orijinal ismi ÜST YAPI idi… Başında bir Amerikalı bulunuyordu. Çekirdek kadrosunda işadamları ağırlıkta idi… Gizli ÜST YAPI'da, askeriyeyi kurumsal olarak Genelkurmay İkinci Başkanı temsil ediyordu... Çevik Bir'in 28 Şubat sürecinde öne çıkmış olması bundandır.

11 Şubat'ta Şeriat'a Karşı Kadın Yürüyüşü Ankara'da yapıldı.

21 Şubat 1997'de dönme orgeneral Çevik Bir ve İlhan Kılıç Washington'da dönemin CIA Başkanı George Tenet ve dahi ABD'nin derin adamları ile gizlice görüştüler. İsmail Hakkı Karadayı da 28 Şubat MGK'sından üç gün önce İsrail'de idi... Acaba bu omuzu kalabalıklar Amerika ve İsrail'den ne gibi bir talimat almışlardı?

23 Şubat'ta İskoç bilim adamları bir koyunu kopyaladılar. Yavruya Doli adını verdiler.

25 Şubat 1997'de 'Ankara Çıkarması' yaparak Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'i ziyaret eden TÜSİAD heyeti, ertesi gün de Çankaya Köşkü'nde Demirel'le buluşmuştu. İşadamları, o süreçte askerlere birden fazla "brifing" vermişlerdi. Bu arada kendi gazetelerinde de çarşaf çarşaf Refah-Yol hükûmeti aleyhine ilan yayınlamaktan geri durmamışlardı... Kendi menfaatlerindeni başkasını düşünmeyen bu işadamları, 28 Şubat 1997 sonrasında Genelkurmay'ı ziyaret ettiklerinde askerleri "tebrik" etmişlerdir.

Ama Erbakan'ın esas hatası (!) bu saydığımız olaylar değil; D-8'ler diye müslüman ülkeleri bir araya getirmesi, bütçe gelirlerini bir havuzda toplaması, ve kullanılmış oto ithaline izin vermesi idi!.. HAVUZ ne demekti biliyor musunuz?.. HAVUZ'dan önce Devlet dâirelerinin topladığı paralar özel bankalara düşük faizle yatırılıyor, sonra paraya ihtiyacı olan Devlet bu özel bankalardan yüksek faizle borç alıyordu!.. Prof. Dr. Osman Altuğ'un danışmanlığında kurulan HAVUZ sayesinde bu yağma önlenmiş oldu. Ayrıca Devlet'in ne kadar para topladığı bilinmiyordu. Çünkü gelirler türlü fonlarda toplanıyor, sonra rastgele harcanıyordu. HAVUZ bu keşmekeşliği önledi... Kullanılmış oto ithali ise, çürük-dökük otomobil imâl edip yüksek fiyatla satan işadamlarının haksız kazancına engel olmuştu. Bütün bunlar hem yurt içinde otomobil üreticisi işadamlarını, banka sahiplerini, hortumcu politikacıları, hem de yurt dışında kapitalist Hıristiyan ülkeler ile İsrail'i tedirgin etmişti. Hele müslüman ülkelerin bir araya gelmesi demek, Hıristiyan Batı ve İsrail o bölgelerde istediği gibi at oynatamayacak demekti!

Erbakan-Çiller hükûmeti, 8 Temmuz 1996'da işbaşına gelmiş, ve kısa sürede bu bahsettiğimiz başarıları elde etmişti. Ancak Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe'nin konuşmaları, Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın Kudüs Günü gösterisi, Refah Partili Şevki Yılmaz ve Hasan Mezarcı'nın patavatsızlıkları irtica iddialarına eklendi. 5 Şubat 1997'de Sincan'da tanklar yürütüldü. Deniz Kuvvetleri Komutanı mason ve yahudi dönmesi Oramiral Güven Erkaya, "İrtica, PKK'dan tehlikeli," dedi, ama başörtülü kadınlar veya eli sopalı 40-50 kişi; dağa çıkmış, eli silahlı, dış destekli bölücü cânilerden nasıl daha tehlikeli olur, bir türlü anlatmadı!

28 Şubat 1997 günkü Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, asker kesiminin Batı Çalışma Grubu'nun etkisi altında hükûmete muhtıra verdiği, Kurul Kararlarını dikte ettiği anlaşıldı. MGK toplantısı 9 saat sürdü. Asker üyeler lâkliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde ifade ettiler. Kararda, lâiklik için yasaların uygulanması istendi. Tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB'e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.

4 Mart 1997'de Başbakan Erbakan, MGK kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ve imzalamadı. ama gördüğü baskı karşısında 13 Mart'ta imzaladığı iddia edildi. Kendisi sadece ön yazıyı imzaladığını belirtmiştir... Ancak Erbakan'a ter döktürerek, ümüğüne basılarak imzalatılan bir başka belge daha vardı ki, onu ilerde açıklayacağız!

Ondan sonra olaylar şöyle gelişti:

7 Mart'ta İskenderun Cezaevi'nden sol görüşlü 28 mahkum tünel kazarak kaçtı, firarilerden 8'i yakalandı

19 Mart'ta Tuzla tren istasyonuna bomba koymaktan yargılanan iki PKK mensubu idama mahkûm edildi Ama tabii Özal 1984'de idam cezalarının uygulamasını durduğu, ve o tarihten beri kimse asılmadığı için bunlar da paçayı sıyırdılar. Allah bilir, aflardn yararlanıp çıkmışlardır.

29 Mart'ta Tekstilci Josef Behar ve 3 çalışanı İstanbul'da kimliği belirsiz kişilerce öldürüldü.

4 Nisan'da MHP lideri Alparslan Türkeş öldü.

7 Nisan 1997 günü Genelkurmay'da dönme Orgeneral Çevik Bir başkanlığında irtica konulu bir toplantı yapıldı. ÜST YAPI'ya dahil olmayan subayların beyni yıkanmaya çalışıldı. Kuvvet Komutanlıkları Harekât Dairesi Başkanları'nın ve Özel Kuvvetler Komutanlığı daire başkanlarının katıldığı toplantıda "hükümetin devam etmesini önleyecek tedbirlerin alınması" görüşüldü. Dönme Orgeneral Çevik Bir toplantının kapanışında "Bu, tarihi bir toplantı idi. Aynı frekanstayız, mutluyum" diye konuştu.

22 Nisan'da Peru'nun başkenti Lima'da Japon elçiliğinde dört aydır 72 kişiyi rehin tutan Tupac Amaru gerillalarına karşı operasyon düzenlendi, lider Nestor Carpa dahil 14 gerilla ve bir rehine öldürüldü.

23 Nisan 1997'de Başbakan Yardımcısı Çiller, 28 Şubat Kararları'na uygun temel eğitimi "8 yıllık Kesintisiz Eğitim" olarak açıkladı.

26 Nisan 1997'de DYP'den Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna ile Sanayi Bakanı Yalım Erez istifa etti. Yahudi Dönmesi Yalım Erez daha sonra, "Çiller'i siz getirmiştiniz" diyen gazeteciye, küstahça, "Ben getirdim, ben götüreceğim," dedi.

27 Nisan'da Türkiye'ye gelen Sovyetler Birliği'ni dağıtmış olan eski Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde öğrenciler tarafından üzerine yumurta atılarak protesto edildi. Gorbaçov konuşmasının ardından arka kapıdan kaçırıldı. Protestocu öğrencilerden 8'i gözaltına alındı.

29 Nisan'da 1993’te imzalanan Kimyasal Silahlar Antlaşması yürürlüğe girdi. Rusya, Irak ve Kuzey Kore antlaşmayı imzalamadı. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya imzaladı da, ne oldu?.. En zengin kimyasal silahlar onların elinde!

30 Nisan'da Genelkurmay Başkanlığı'nca gazetecilere brifing verildi.

1 Mayıs'ta Başbakan Necmettin Erbakan yabancı CPJ (Gazetecileri Koruma Komitesi) tarafından "basın düşmanı" ilan edilen liderler arasında yer aldı.

2 Mayıs'ta uzun yıllar sonra sol tekrar iktidara geldi. Tabii ona "sol-soyyalist-toplumcu" denebilirse!.. İşçi Partisi lideri Tony Blair Başbakan oldu. Daha sonra Oğul Bush ile Afganistan ve Irak'ı işgalde önemli rolü oldu.

Yine 2 Mayıs'ta Alaattin Çakıcı Flash TV'de telefonla Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller'i suçladı. Ertesi gün, silahlı bir grup Flash TV'nin İstanbul'daki binasını bastı.

6 Mayıs'ta İstanbul'da barmen Oğuz Atak sırtındaki Arapça "Allah" dövmesi yüzünden öldürüldü. Aynı gün Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Claudia Roth, Doğru Yol Partisi Milletvekili Ayvaz Gökdemir aleyhine açtığı tazminat davasını kazandı. Ayvaz Gökdemir, Claudia Roth'a fahişe demişti. Adam haklıydı ama delili yoktu.

9 Mayıs'ta Almanya'daki sözde Anadolu Hilafet Devleti'nin Berlin temsilcisi Yusuf Sofu evinde öldürüldü. Aynı gün dönme gazeteci Abdi İpekçi adına düzenlenen Uluslararası Dostluk ve Barış Ödülü Türk İş ile Yunan Sendikaları Federasyonu'na verildi. Ne alâkası varsa!..

12 Mayıs Sultanahmet Meydanı'nda "8 Yıl Kesintisiz Eğitim"e tepki olarak "İmam Hatiplilere Dokunmayın" mitingi yapıldı.

13 Mayıs'ta İçişleri Bakanlığı, Uğur Mumcu'nun ailesine 9,5 milyar liralık maddi tazminat ödedi.

14 Mayıs'ta Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak'a yönelik en büyük sınır ötesi harekatı başlattı. 50 bin asker ve köy korucusu Kuzey Irak'a girdi. Resmi açıklamalarda, "Çelik Harekatı" adlı operasyonda 113 güvenlik mensubu ve 2811 PKK militanının öldüğü ilan edildi.

17 Mayıs'ta diri-ölü, çoluk-çocuk bulabildikleri her izmi yazarak Kürt bölücülerce hazırlanan "Barış İçin Bir Milyon İmza" girişiminin topladığı imzalar Meclis'e iletildi.

21 Mayıs'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, "ülkeyi iç savaşa sürüklediğini" söyleyerek, RP'nin kapatılması için dava açtı. (Bir süre sonra parti kapatıldı: 17 Ocak 1998)

23 Mayıs 1997'de Yahudi dönmesi ve Batı Çalışma Grubu'nun lideri Orgeneral Çevik Bir İsrail'i ziyaret etti. Oradan emir ve talimat aldı, döndü.

26 Mayıs'ta Susurluk'taki kazanın duruşmasında, kamyon şoförü Hasan Gökçe, 6 milyon 420 bin lira para cezası ile DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak'ın ailesine 100 milyon lira manevî tazminat ödemeye mahkûm edildi. Acaba böyle bir trafik cezasının başka bir örneği var mı?


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

28 ŞUBAT SÜRECİ BÖLÜM 1


28 ŞUBAT SÜRECİ  BÖLÜM 1



Bugün 2 Haziran 2010... 28 Şubat sürecini yazmaya 1997 yılında niyetlenmiştik. Ancak aradan geçen 13 yıl içinde bir kaç paragraftan başka bir şey yazamamıştık.

Ne zamanki 31 Mayıs 2010 gecesi 0:30 sularında İskenderun'daki deniz üssüne PKK'lılar saldırıp 6 askerimizi şehit, 7 askerimizi gazi ettiler... ne zamanki aynı gece sabaha karşı 4:30 sularında siyonist İsrail devleti, denizden ve karadan abluka altında tuttuğu, 1,5 milyon insanı açlığa ve sefalete mahkûm ettiği Gazze'ye insanî yardım malzemesi götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırdı... ne zamanki Türk milleti ayaklandı.. ve ne zamanki ülkemizde basın-yayın organlarının köşelerini, ekranlarını parsellemiş olan Yahudi dönmeleri İsrail'in avukatlığına soyundu... İşte o zaman 28 Şubat sürecinin bizi hangi noktalara getirdiği ayan beyan ortaya çıktı! Biz de ne yazacağımıza karar verdik. Şimdi başladığımız bu yazıyı kimbilir ne zaman, kaç yıl sonra bitireceğiz... Bu yazı ile henüz tamamlanmamış olan "Özal Sonrası Karmaşası" yazısının da devamını getirmiş oluyoruz... Bu aynı zamanda bir kronoloji olacak.

Şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir!

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır!.. Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur!

Öte yandan, şunu da belirtmek isteriz ki, TÜRK ORDUSU ülkedeki en eğitimli ve en vatanperver kesimdir. Bu yüzden sivil iktidarın gaflet, dalâlet ve hatta hiyanet içinde bulunduğu dönemlerde elbette ki müdahale hakkı vardır ve ilerde de müdahale edecektir. Bunu "darbeler dönemi kapandı," ifadesi önleyemez, sivil hainlere bununla fırsat verilemez!.. Ama 28 Şubat darbesi bu tarzda bir müdahele değildir. Ordu içindeki gayrımüslim hainlerin sivil hainlerle elele verip TÜRKİYE'yi İsrail'e ve Amerika'ya "koşulsuz bağlama" teşebbüsüdür!

Cereyan eden olayları anlamak için. sonra, mason DEMİREL'in yerine Amerikan pasaportlu TANSU ÇİLLER'in gelmesine, hatta 12 Eylül 1980'e dönmek gerekir.

1991 Erken seçimler sonucunda DYP-SHP koalisyonu halinde 49. Hükûmet kuruldu ve afla siyasî hayata dönen mason Süleyman Demirel
7. defa Başbakan oldu. 30 Kasım 1991 günü 164'e karşı 280 oyla güvenoyu aldı... Mason Demirel "Ekonomiyi 500 günde düzeltirim," demesine rağmen bir halt edemeyince, Turgut Özal'ın vefatı üzerine 15 Mayıs 1993'de Cumhurbaşkanlığı makamına kaçtı!.. Zaten Özal da 1985-1987 yıllarını boşa geçirip, "atılım" iddialarını sürdüremeyince, ve 1989 Yerel seçimlerde oy oranı % 21.80'e inip 3. parti durumuna düşünce, Kenan Evren'in ayrılmasıyla Cumhurbaşkanlığı makamına kaçmış, ama partiyi ve ülkeyi yönetme hırsından vazgeçmediği için, yerine dürüst ama silik bir kişilik olan Yıldırım Akbulut'u Başbakan seçtirmişti. (47. Hükûmet, 9 Kasım 1989) Bu hükümetin yıkılmasıyla 23 Haziran 1991'de Mesut Yılmaz başkanlığında 48. Hükûmet kurulmuş idi. ANAP 1983'den beri iktidarda idi. 1991'de düştü.

25 Haziran 1993'de mason Demirel'in Cumhurbaşkaı olması ile boşalan Doğruyol Partisi Başkanlığına seçilen Tansu Çiller liderliğinde SHP ile koalisyon devam etti, 50. Hükûmet kuruldu.

5 Ekim 1995'de ikinci defa Tansu Çiller başkanlığında 51. Hükûmet kuruldu. 13 Ekim 1995'de 230 red oyu ile güvenoyu alamadı, düşürüldü.

30 Ekim 1995'de 52. Hükûmet Tansu Çiller'in başkanlığında Doğruyol Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi ortaklığı ile kuruldu. 5 Kasım 1995'de 174'e karşı 243 oyla güvenoyu aldı. 26 Aralık 1995'de yapılan erken seçimler sonucunda istifa etti.

İddiaya göre, 80'li yıllardan beri devam eden, ve ordu içinde stratejik konumları ele geçirerek örgütlenmeye çalışan, ve bir darbe ile Suriye tipi bir azınlık iktidarını hedefleyen Atatürkçü maskeli alevî mezhepçi, ve de Kürtçü bir cuntasal yapılanma vardı. Bu iddia çeşitli kaynaklarca dile getirilmişti. (Aksiyon, 1 Kasım 1997) İddiayı kanıtlayabilecek deliller elimizde olmasa da, olayı 1980'lere kadar götüremezsek te, bir takım tuhaf olaylar gözden kaçmıyor.

Çiller'in başında olduğu hükûmet, Avrupa Birliği'ne girmeden Gümrük Birliği'ne girmek gibi bir takım vahim hatalar yapmasına rağmen (6 Şubat 1995), terörle mücadeleye hız vermiş, 1993-1996 yılları arasında sadece dağlardaki teröristler değil; şehirlerdeki işadamı kılıklı eşkiya da temizlenmişti. Kumarhaneler kralı Ömer Lütfi Topal, ihalelere fesat karıştıran mafya babası Nabi İnciler (İnci Baba... ki, mason Demirel bu herifi yanına alıp TBMM binasına getirmiş, bazı kişiler de herifin elini öpmüştü!) , tefeciler kralı Yahudi Nesim Malki temizlenenler arasında idi. Aynı dönemde Ermeni terör örgütü ASALA'nın lider kadrosu da yok edilmiş, örgüt çökertilmişti.

1995 yılında Başbakan Tansu Çiller'in talimatıyla Suriye'de barınan Abdullah Öcalan'a yönelik bir suikast girişimi bile söz konusu olmuştu. Daha sonra kamuoyunda 'Yeşil' kod adı ve Mahmut Yıldırım adıyla tanınan kişinin de katıldığı iddia olunan bu girişim, Öcalan'ın üzerine sürülen bomba yüklü aracın tam hedefi bulamamasıyla başarısız olmuştu. PKK'nın ağırlıkla Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bu saldırıyı önceden haber aldığı, hatta suikastın sonuçlarından emin olmayan başka devlet kurumları tarafından dolaylı olarak uyarıldığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu.

Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmuştu. Ama birileri Necmettin Erbakan'ın Başbakan olmasını istemiyordu!..

Seçim sonrasında zorlama ile Anavatan Partisi ile Doğruyol Partisi Mesut Yılmaz başkanlığında 53. Hükûmet'i kurdular ve 207'e karşı 257 oyla güven oyu aldılar. Ancak Refah Partisi'nin güven oylaması hakkında Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru haklı görülerek, güven oylaması geçersiz sayıldığından, hükûmet dağıldı. Refah Partisi 27 Mayıs 1996 günü Mesut Yılmaz aleyhine gensoru önergesi verdi. Önergenin kabulu üzerine Başbakan Mesut Yılmaz 6 Haziran 1996'da istifasını sundu.

Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında Necmettin Erbakan'ın başkanlığında 54. Hükümet (Refahyol hükümeti) kuruldu, ve 8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başardı.

Birden her şey değişti... Sözde Atatürkçü aydınlar, medyayı elinde tutan mason ve dönmeler, iş dünyasının ileri gelenleri, bürokrasinin tepesindeki gayrı Türkler, gayrı müslümanlar bu gelişmeden son derece rahatsız oldu.

3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen trafik kazasını fırsat bilinerek Hükûmet ile birlikte milliyetçiler, Ülkücüler, Türkçüler ve müslümanlar hedefe konuldu... Ülkücü Abdullah Çatlı, İstanbul Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Kürt asıllı olmasına rağmen Devlet yanlısı aşiret reisi ve milletvekili Sedat Bucak'ın bir arada bulunması bahane edilerek, sözümona yasadışı polis-mafya-aşiret ilişkileri ortaya çıkmış oldu! Devlet'in hem Ermeni terörü, hem Kürt terör ve bölücülüğü ile uğraştığı unutuldu. Mason ve dönme medya mensupları, gazetelerde ve televizyon kanallarında günlerce konuyu işledi. O kazada Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ,ve Gonca Us adlı bir kadın ölmüş, Sedat Bucak ise ağır yaralanmıştı. Olay üzerine Abdullah Çatlı'ya sahte kimlik verdiği iddia edilen Mehmet Ağar İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etti. (8 Kasım 1996) Yerine Meral Akşener getirildi. Muhalefetteki Mesut Yılmaz olaydan yararlanmak isteyerek Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesini kurcalamaya başladı. Ancak 24 Kasım 1996'da Macaristan'da kumar oynamaya gittiği Hilton Oteli'nde Veysel Özerdem tarafından yumruklandı, burnu kırıldı.

Bu dönemde Tansu Çiller'in "Bu ülke uğruna, millet uğruna, devlet uğruna kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için saygıyla anılır, onlar şereflidirler," demesine rağmen, inanılmaz görünür ama, basın-yayın organlarının tepesinde bulunan Ermeni ve Yahudi asıllı kişilerin başlattığı medyatik beyin yıkama sonucunda, KORKUT EKEN , AYHAN ÇARKIN gibi Özel Tim'in kahramanları binbir bahane ile hapse atıldı. Çiller döneminde temizlenen Kürt mafya ve PKK destekçisi Kürt işadamlarının, hatta öldürülen Ermeni teröristlerin intikamı alındı. 1993-1996 arasında iyice çökertilmiş olan terörist örgütler adeta savunuldu, güçlenmiş olan milliyetçilik duygular, insanımızın kendisine olan güveni sarsıldı.

Hükûmet 20 Aralık 1996'da kumarhanelerin kapatılmasını kararlaştırıldı... Kimsenin hatırlamak istemediği husus, bu kumarhanelerin çoğunun müslüman kisveli Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde açıldığı, Sait Halim Paşa Yalısı'nın kumarhaneye döndürüldüğü (Sait Halim Paşa Yalısı, içindeki çok değerli eşya ve tablolar birer birer çalındıktan sonra kundaklandı, kül oldu. Çalınan mallar sonradan haraç mezat açık artırmalarda satıldı) , pek çok otele "tek kollu canavar" denilen kumar makinelerinin konduğu, pek çok ailenin de kumar yüzünden dağıldığı idi. Bu kumarhanelerde 20.000 kişi çalışıyor ve eski parayla 164 trilyon lira vergi ödüyorlardı. Kazandıkları parayı, kaçırdıkları vergiyi siz düşünün!.. Ama haram paradan yarar gelmediği için, 1994 ekonomik krizinde dolar 15.000TL'den 45.000 TL.ye fırladı. Ülke bir kere daha sarsıntı geçirdi!.. Turgut Özal'ın marifeti sadece kumarhane açmak değildi. Bankerler aracılığı ile ribayı, faizi de meşrû hale getirmiş, bankerlerin batması ile yine binlerce aileyi perişan etmiş, ocaklar söndürmüştü. Halbuki İslâm'da kumar da, faiz de haramdı!

11 Aralık 1996’da, Atina’da Türk-Yunan işadamları toplantısı düzenlendi. ABD’nin Atina Büyükelçiliği’nde yapılan toplantıda 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan aktörlerin hemen hepsi vardı. Askerler, patronlar, işçi sendikalarının liderleri vardı. Aynı gün Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerinde tam sayfa ilanlar başladı, ‘Yarın Türkiye Başka Bir Türkiye Olacak’ diye... Bu ilanlar 21 Aralık’a kadar 10 gün süreyle Refahyol’a karşı verildi.

22 Aralık 1996'da Ertuğrul Özkök'ün meşhur "Bu defa sivil kuvvetlerler halletsin" köşe yazısı yayımlandı. Bu ifadeyi dönme Oramiral Güven Erkaya kullanmış, "eski sosyalist-yeni dönek" Ertuğrul Özkök hemen manşete taşımıştı.

O dönemde birtakım zıpçıktılar sözümona yolsuzluklar ile mücadede İtalya'daki "beyazeller" hareketini örnek alarak, "aydınlık için bir dakika karanlık" uygulamasını başlattılar. Arkalarında yine hükûmetten rahatsız işadamları ve onların emriyle hareket eden mason-dönme satılmış medya mensupları vardı! Sözümona elektrikler bir dakika kapatılırsa, ülkeye aydınlık günler gelecek, yolsuzluklar sona erecekti!.. İlerde açıklayacağımız gibi, yolsuzluklar bitmedi, Refah-Yol hükûmetinin yıkılmasıyla, Pontuslu Mesut Yılmaz hükûmetiyle birlikte inanılmaz boyutlara ulaştı. Kardeşi Turgut Yılmaz iyiden iyiye zenginleşti.

İş Susurluk'la bitmedi... Sözümona irticaî faaliyetler ülkeyi sardı. Aczimendiler diye sarıklı cüppeli, eli sopalı 40-50 kişilik bir grup ortalıkta dolanmaya başladı.

REFAH-YOL Hükümetinin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın özel danışmanlığını da yapan gazeteci İlnur Çevik, "Asker'in daha Refah-Yol’un ilk gününde darbe yapmayı kafasına koyduğunu" belirtir... Kastettiği Silahlı Kuvvetler'in tepesine çöreklenmiş olan mason-dönme generallerdir. Bunun için özellikle medya üzerinden her türlü psikolojik harp tekniklerinin kullanıldığına işaret eder. Müslüm Gündüz ile basılan Fadime Şahin´in bizzat Genelkurmay tarafından kullanıldığını, Aczimendilerin ise eylemlere askeri cemselerle getirilip götürüldüğüne şahit olduğunu anlatır. (Star gazetesi) Biz Fadime Şahin'in öyle iddia edildiği gibi bir telekız, bir fahişe olduğuna inanmıyoruz. Bu gibi kişiler ve olaylar iskambil kâğıdı gibidir. Siyasîlerin eline geçince koz olarak kullanılır. Saf bir aile kızı olan Fadime Şahin de sahte şeyhler tarafından kandırılıp ortalıkta dolanmaya başlayınca Yahudi dönmesi Çevik Bir takımına yem olmuştur.

28 ŞUBAT sürecinin Refah-Yol hükûmeti kurulmadan başladığına işaret eden İlknur Çevik, dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri dönme Orgeneral Erol Özkasnak’ın Erbakan’ın istifa ettiği 18 Haziran 1997 tarihinden iki gün önce kendisini karargâha çağırdığını söyler ve orada Özkasnak ile yaşadığı diyaloğu şöyle anlatır:

- "Özkasnak beni çağırdı; 'Bunlar rezalet, yerini iyi belirle,’ dedi. Ben de ‘Yerim orası,’ diye karşılık verdim. Bunun üzerine hiddetle 'Biz bunları kılıçtan geçireceğiz. Bir gün askere süngü tak, deyip üzerlerine salacağım,’ dedi. Ben de 'Bu ordunun içindeki askerin beşte üçü dinî hassasiyetleri olan insanların çocukları. Sen süngü tak, yürü, dediğinde asker senin üzerine yürürse, o zaman ne olur?’ diye sordum. Bunun üzerine bana 'Demagoji yapma,’ dedi ve kapı önüne koydu."

Sonradan "Postmodern darbe olmasaydı, 1999 seçimlerinde bu netici alınamazdı," diyen dönme Orgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat döneminde medyayla ilişkileri yürüten, Refah-Yol hükûmeti aleyhine sert ve yıkıcı manşetler atılmasını sağlayan kişi idi!

İlknur Çevik, 28 Şubat sürecinde her türlü psikolojik harp tekniğinin yanısıra, provokatif eylemlerle sürece katkı yapıldığını söyler:

- "Askerler sistematik bir şekilde sivilleri kullanarak darbenin şartlarını hazırladılar. Psikolojik Harp Dairesi’nin başındaki Orgeneral Fevzi Türkeri, STK’lar, yargı ve medyaya brifingler verdi."

Çevik, şahit olduğu bir olayı anlatırken, o dönemde yürütülen psikolojik harekat ve provokasyonların boyutunu da gözler önüne serer:

- "Ankara´da Bediüzzaman mevlidi vardı. O toplantıyı Aczimendiler bastı. Sonra sözde gözaltına alındılar. Ama bunlar, beş yüz metre ötede askerî cemselere alınıp götürüldüler. Yani Aczimendiler Kocatepe’ye cemselerle getirildi, cemselerle götürüldü."

Tekrar belirtelim, bunları yapanların Türk Ordusu'nun bütün fertleri değil; Menderes'ten beri Amerikanlaşan, Üst Kademe'yi neredeyse tümden ele geçiren TÜRK olmayan Dönmeler'dir. Onların da İslâmiyet'e olan tepkileri, aşırı "lâik" davranışları ortadadır, çünkü müslüman değillerdir.

Sahte şeyh Ali Kalkancı ile kandırdığı Fadime Şahin adlı kızın maceraları gazete sayfalarını, televizyon kanallarını günlerde doldurdu. Hasan Cemal Güzel'in tabiriyle, "Kurt kuzuyu yemeye kararlıydı." Burada "kurt", sadece TSK'nın mason-dönme generalleri değil, mason-dönme medya, mason-dönme yargı mensupları, Avrupa ve Amerika'ya göbekten bağlanmış işadamları idi.

Gidişatı tam değerlendiremeyen dönemin başbakanı Necmettin Erbakan da , Çankaya'ya cami yaptırma, Libya seyyahati, tarikat şeyhleri ile yemek gibi olaylarla adeta ateşin üzerine benzin dökmekte, 28 Şubat sürecini tetiklemekte ve hızlandırmakta idi.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

28 Ekim 2018 Pazar

Necmettin Erbakan

Necmettin Erbakan





Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
28 Şubat 2011 


   Türk siyaset hayatında inkar edilmesi mümkün olmayan bir yeri ve ağırlığı bulunan Necmettin Erbakan vefat etti. Başta ailesi olmak üzere bütün sevenlerine baş sağlığı diliyorum.

   Turgut Özal Planlama Müsteşarı, Erbakan ise İTÜ’nde profesör ve TOBB Genel Sekreteriydi. O günlerde Planlamadaki kadromuz Müsteşar Özal, Merhum Doç. Dr. Yılmaz Ergenekon ve benden ibaretti. 

   Turgut bey bana Erbakan Hoca ile görüşmemi ve yakın bir tarihte yapılacak olan prodüktivite seçimleri için gerekeni yapmamı emretti. Erbakan’la ilk tanışmamız böyle oldu. Kendisi çok şık giyinmişti. Teknik Üniversite’yi birincilikle bitirmiş, profesörlüğe yükselmiş, TOBB Genel Sekreteri olmuş bir zatın karşısındaydım. Daima tebessüm ederek konuşuyordu. Olağanüstü bir kongre planlamıştı. O’na göre Türk İş Genel Sekreteri H. Tunç’tan Prodüktivite kalesi geri alınmalıydı. Daha önceki kongrede oraya Turgut beyin ekibi hakimdi. Halil Tunç hepsini tabii kongrede devirmişti. Erbakan Hoca’nın planına göre toplantıda sonradan Sağlık Bakanı olan Planlanlamada gıda uzmanı Mehmet Aydın ilk konuşmayı yapacak, ardından ben ve Erbakan konuşarak H. Tunç ekibini berhava edecektik. Plan, hitabet gücümüze dayanıyor ancak delege hesabını düşünmüyordu. Merhum Hoca fevkalade zeki, enerji dolu ancak son derece hayalperestti. 

   Kongrede Halil Tunç kürsüye çıktı: “ Hoca ben sana bu Kaleyi teslim etmem, manzarayı iyi gör ” dedi, her direğin arkasından elleri sopalı iki adam zuhur etti. 
Mağlup olmuştuk. Durumu Turgut Beye arz ettim: “ Sen olağan kongreye kadar kimseyi katmadan çalışmaya devam et, gerekirse benimle görüş ” dedi. 
   Nitekim öyle yaptık ben 124 oy aldım. Merhum H. Tunç sadece 56 oy aldı. Buna rağmen hükümetin talimatıyla Türk İş’i kırmamak için H. Tunç’u başkan yaptık. Erbakan Hocayla ilerki yıllarda aynı kabinede hükümet sorumluluğunu bölüştük. O Ekonomik Kurul Başkanı ben de üyesi idim. Kader bizi 80 darbesinden sonra Ordu Dil Okulu Tutuk evinde aynı çatı altında 15 ay birlikte yaşattı.

   Erbakan’ın Arabasının önünde daima üç at olmuştur: Enerji, zeka ve coşkun bir hayal gücü. Enerjisinin en güzel ifadesi her kapanan partisinden sonra bir yenisini açabilmesidir. Zekası O’na o güne kadar siyasette ve sosyal yapıda daima ikinci sınıf insan muamelesi gören muhafazakar ve dindar kitleleri keşfetme ve onlara ulaşma yolunu açmış tır. Hoca’nın ilk ve tükenmeyen hayali sanayileşmiş Türkiye idi. Bu konuda çok acele davranıyor ve bazen uzun mizah hikayelerine sebep olan yanlışlar yaşanıyordu...

  Tutukevinde birlikte kaldığımız dönemde bir gece Hoca’ya rastladım. Oldukça telaşlı ve heyecanlıydı. “hayrola hocam” dedim. “ Agah Bey kaplan, kaplan dedi, sesini duymuyor musunuz? ” “Hocam kaplan buraya nereden gelecek? Yedi kat tel örgünün içindeyiz, silahlı nöbetçiler, kurt köpekleri, kaplan nasıl girecek?” dedim. Hoca: “Hayvanat bahçesinden kaçıp aşağıya gizlenmiştir.” dedi. Elinden tutup gelin ben sizi kaplana götüreyim dedim. Ahmet Er’le Tahsin Ünal merhum aynı odada kalıyordu. Kapıyı açtım Ahmet Er’in horultusu odadan taştı. 

Hoca bu horultu yu kaplan sesi zannetmişti. İşte bu sebeple O’nun hayal gücü sınırsızdı diyorum. Gelecek zamanda hayat hikayesini yazacaklar herhalde Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur’un O’nu İsviçre’den getirip parti kurdurmasını anlatacaklardır. Başbakan Demirel’in erken seçim teklifine merhum Ecevit ile birlikte “hayır” demesi de siyasi hayatımızdaki önemli yanlışlardan biri olarak tarihe geçecektir.   

Allah Rahmet Eylesin. 

Kaynak Yeniçağ: Necmettin Erbakan 
Agah Oktay GÜNER 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/necmettin-erbakan-17177yy.htm


***

6 Eylül 2018 Perşembe

AKP İLE YOLLARINI AYIRANLAR.,

AKP İLE YOLLARINI AYIRANLAR.,



Dünden bugüne AKP ve Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşlarıyla ayrılıkları,

Milli Görüş çizgisindeki AKP, kuruluşundan önce yaşanan Gelenekçi-Yenilikçi tartışmasının benzerini yaşıyor. 1994'ten bu yana Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'nin yaşadığı yol ayrılıkları.




Dünden bugüne AKP ve Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşlarıyla ayrılıkları
1 Kasım 2015’te yüzde 49.4 oy alarak AKP’nin 4. kez tek başına iktidara gelmesiyle, Başbakan Ahmet Davutoğlu için gazetelerde “Yeni bir lider doğuyor” başlıkları atılmıştı. Davutoğlu, partisiyle kazandığı seçimin üzerinden henüz 6 ay geçmişken istifa kararı aldığını açıkladı. Davutoğlu’nun, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı süresince Erdoğan ile görüş ayrılıkları yaşadığı, bu nedenle istifa kararında Erdoğan’ın etkili olduğu kulislerde konuşuldu. Peki Erdoğan’ın aktif siyaset hayatında “dava arkadaşım” dediği ve sonrasında anlaşmazlık yaşadığı diğer kişiler kimlerdi? 

Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mart 1994’teki yerel seçimlerde Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin adayı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandı.
Refah Partisi, 28 Şubat süreci sonrası “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle, 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
28 Şubat dönemi gazete manşetleri
Refah Partisi’nin kapatılması sonrası kurulan Fazilet Partisi içerisinde Gelenekçiler ve Yenilikçiler isimli iki kanat oluştu ve aralarında ayrışmalar yaşandı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partinin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç “Yenilikçi kanat”ın öne çıkan isimleriydi. Böylece bu üç isim, hocaları Erbakan ile siyaseten ayrışmış oldu.
Erdoğan, Siirt’te okuduğu bir şiir nedeniyle yargılanarak “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle 1998’de 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan hakkındaki karar sonrası gazetelerde “Siyasi hayatı bitti”, “Muhtar bile olamaz” başlıkları atıldı. Erdoğan, 1999’da 4 ay hapiste kaldı.

'Reis-Hoca dostluğu' nasıl bu noktaya geldi?


Erdoğan, Siirt’te okuduğu bir şiir nedeniyle yargılanarak “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle 1998’de 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Erdoğan hakkındaki karar sonrası gazetelerde “Siyasi hayatı bitti”, “Muhtar bile olamaz” başlıkları atıldı. Erdoğan, 1999’da 4 ay hapiste kaldı.
2000’deki Fazilet Partisi kongresinde yenilikçi kanadın adayı Abdullah Gül 521, gelenekçilerin desteklediği Recai Kutan ise 633 oy aldı.
Kapatılan Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle Fazilet Partisi de 2001 yılında kapatıldı. Gelenekçiler Saadet Partisi’ni, yenilikçiler ise Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu.
Bugün MHP’de Genel Başkanlık için aday durumunda olan, DYP kökenli ve eski İçişleri Bakanı Meral Akşener, Temmuz 2001'de yenilikçilere destek vermişti. Ancak bir ay kadar desteğini çekmiş, durumun gerekçesini ‘‘Vitrin süsü olmadığını göstermek” olarak açıklamıştı.

Akşener’i harekete davet eden Erdoğan, “Meral kardeşimin tercihine saygı duyuyorum’’ değerlendirmesinde bulunacaktı: “Kendisiyle görüştüm, dedim ki, ‘Bu saatte ayrılmanızı doğru bulmuyorum. Eğer bir söyleyeceğiniz varsa, gelirsiniz, dertleşiriz’. Ama ‘Kendi tercihim böyle, size başarılar diliyorum’ dedi. Bugüne kadarki hukukumuzu aynı şekilde koruyoruz.’’
Temmuz 2002'de AK Parti Kurucular Kurulu üyesi Mehmet Gazioğlu’nun, partiden ihraç edildiği açıklandı. Gazioğlu, Erdoğan’a yönelik eleştirilerde bulunmuş ve ihraç istemi sonrası istifasını sunmuştu.
Dünden bugüne Erdoğan'ın yol arkadaşlarıyla ayrılıkları.,



Yine partinin Kurucular Kurulu üyesi olan Mahmet Nail Berzek, 2002'deki milletvekili aday listesine alınmadı. Berzek, parti genel sekreterliğine gönderdiği dilekçede “Gördüğüm lüzüm üzerine kurucu üyelikten istifa ediyorum” dedi.
Kurucu üyelerden Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu, “ABD’de yapacağı uzun süreli akademik görev”i gerekçe göstererek 2002'de partisinden istifa etti. Tatlıoğlu, 2007'de MHP’den milletvekili adayı olacaktı.
2002–2007: “Çıraklık” Dönemi
3 Kasım 2002’de AK Parti tek başına iktidara geldi. Abdullah Gül, Başbakanlık görevini üstlenirken Bülent Arınç Meclis Başkanı oldu. Siyasi yasağının kalkmasıyla Mart 2003'te Siirt’ten milletvekili seçilen Erdoğan, Gül’ün yerine Başbakanlık görevini üstlendi. Erdoğan’ın siyasetteki bu dönemi, sonradan “çıraklık” dönemi olarak isimlendirilecekti.
Erdoğan’ın ilk kez Başbakan olduğu günlerde dönemin Sabah ve Star gazetelerinin manşetleri
58. hükümette Milli Eğitim, 59. hükümette Kültür Bakanlığı’nı üstlenen Erkan Mumcu 2005’te partiden istifa etti. Mumcu, istifa gerekçesini “Türkiye siyasetinde seçenekler yaratma” olarak açıkladı ve ANAP’ın başına geçti.
Abdullah Gül başkanlığındaki 58. hükümette başbakan yardımcılığı görevini üstlenen Ertuğrul Yalçınbayır, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucuları arasındaydı. 2007 seçimlerinde aday gösterilmeyen Yalçınbayır, Parti İçi Demokrasi Kurulu Başkanı Nurdoğan Topaloğlu’na, “Tayyip Bey parti programının şu şu noktalarına muhalefet etmektedir. Bu nedenle onu şikâyet etme hakkımı kullanıyorum.” demişti. Yalçınbayır, 2013'te Cumhuriyet’e vereceği röportajda “Abdüllatif Şener başkanlığında bir ekiple yazdığımız AK Parti programının referans noktası evrensel değerlerdi. İnsanoğlunun ortak aklıydı. Şimdi, Sayın Yiğit Bulut’un Tayyip Bey’in başdanışmanı olmasının partinin ilkelerine aykırı olması nedeniyle şikâyet ediyorum.” diyecekti.
58. ve 59. hükümetlerde Başbakan Yardımcısı olarak görev alan Abdüllatif Şener, 2007’de partiden istifa etti. Şener, 2009’da Türkiye Partisi’ni kurdu, parti 2012’de kapandı.
AK Parti kurucularından ve Milli Türk Talebe Birliği’nde Erdoğan’a hocalık yaptığı bilinen Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde CHP yöneticileri tarafından yardımcılarına iletilen mesajda, “Eğer Başbakan Tayyip Erdoğan, Baykal ile görüşürse Baykal sizin isminizi aday olarak gündeme getirmek istiyor, siz ne diyorsunuz” dendiğini söyledi. Gelen teklifi olumlu karşıladığını belirten Yalçıntaş, “Partim ve ana muhalefet anlaşırlarsa, ben hizmetten kaçan birisi değilim” cevabını verdi. Yalçıntaş, 2007 seçimlerinde aday gösterilmeyen isimler arasında yer aldı. İlerleyen yıllarda Davos ve 17/25 Aralık süreçlerinde Erdoğan’ı eleştirecekti.
2007–2011: “Kalfalık” Dönemi
Erdoğan, 2007’de Abdullah Gül’ü, partisinin Cumhurbaşkanı adayı olarak açıkladı. Aynı yıl AK Parti, milletvekili genel seçimlerini ikinci kez kazandı ve yeniden tek başına iktidara geldi. Böylece Erdoğan’ın “kalfalık” dönemi olarak isimlendirilen dönem başlamış oldu.
AK Parti’nin eski Balıkesir Milletvekili olan Turhan Çömez, 2008’de partiden ihraç edildi. Disiplin Kurulu Başkanı, Çömez’in, basında parti ve parti yöneticilerini küçük düşürücü beyanlarda bulunduğunu belirtti. Turhan Çömez, ayrıca Ergenekon davasında sanıklar arasındaydı.
Aynı yıl, Cüneyd Zapsu özel işlerinin yoğunluğunu gerekçe göstererek, Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’ndan istifa etti.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat da 2008 yılında görevinden istifa etti. Fırat, dönemin CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile girdiği yolsuzluk tartışmasıyla gündeme gelmişti.
2015’te HDP’den milletvekili olan Fırat, daha sonra AKP’den istifa gerekçesini Kürt sorunundaki görüş ayrılıkları olarak açıklayacaktı.
Kurucular Kurulu üyelerinden Yozgat Milletvekili Mehmet Yaşar Öztürk, 24 Eylül 2008’de, TBMM Başkanlığı’na gönderdiği yazıda, “Gördüğüm lüzum üzerine, üyesi bulunduğum AKP’den istifa ediyorum.” dedi. Öztürk , Türkiye Partisi’ne katıldı.
Partinin Kurucular Kurulu üyesi olan Erdal Öner, 2009'da partiden ihraç edildi. Öner’in Kepez Belediye Seçimlerinde “açık bir şekilde CHP’ye destek verdiği” gündeme gelmişti. Öner, siyasi hayatına CHP’de devam etti.
2009’da yapılan kısmi kabine değişikliğinde Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olarak parlamento dışından kabineye girdi. Aynı değişiklikte Kemal Unakıtan, Maliye Bakanlığı görevini Mehmet Şimşek’e devretti ve kabine dışı kaldı.
Kabine değişikliği öncesinde Devlet Bakanı olan Kürşat Tüzmen, 2010’da sağlık sorunlarını gerekçe göstererek partisinin genel başkan yardımcılığı görevinden ayrıldı.
2002 ve 2007'de milletvekili seçilen Murat Başesgioğlu, 2010 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa ederek Milliyetçi Hareket Partisi’ne katıldı. Başesgioğlu, “Türkiye’nin temel meselelerine ilişkin zamanla ortaya çıkan esaslı görüş ayrılıkları, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde birlikte siyaset yapma imkanını ortadan kaldırmıştır’’ dedi.
Kendisini “AKP Kurucular Kurulu’nun tek Alevi kökenli üyesi” olarak tanıtan Hüseyin Tuğçu ve yine kurul üyesi olan Mete Doğruer, 2011 yılındaki seçimlerde aday olmadı.
Dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf ile 8 eski bakana da 2011'deki aday listesinde yer almadı: Kürşad Tüzmen, Sait Yazıcıoğlu, Osman Pepe, Hilmi Güler, Kemal Unakıtan, Atilla Koç, Zeki Ergezen, Sami Güçlü.
2011–2014: “Ustalık” Dönemi

AKP, 2011’deki genel seçimi kazandı ve 3. kez tek başına iktidar oldu. Erdoğan’ın siyasetteki bu dönemi, “ustalık” dönemi olarak isimlendirilecekti.
İdris Naim Şahin, seçim sonrası kurulan yeni hükümette İçişleri Bakanlığı görevini üstlendi. Ocak 2013’te ise görevinden alındı. Şahin, 2015’te Çözüm Süreci’ne gönderme yaparak “Öcalan istedi, görevden alındım.” açıklamasında bulunacaktı.
İdris Naim Şahin’in görevden gittiği kabine değişikliğinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in de bakanlık görevi sona erdi.
2012’de Demokrat Parti Eski Genel Başkanı Süleyman Soylu ile Halkın Sesi Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş AKP'ye katıldı. Ekonomi analisti Yiğit Bulut, 2013’te Başbakanlık Başdanışmanlığı görevine getirildi.
Bülent Arınç, Kasım 2013’te “kızlı erkekli öğrenci evleri” tartışmalarının sürdüğü dönemde, TRT’deki bir programda Erdoğan’ı eleştirdi.
Yazar Hüseyin Gülerce, 2015’te Star Gazetesi‘ndeki köşesinde “Gezi olaylarında hem Sayın Gül, hem de Sayın Arınç, Sayın Erdoğan’a bekledikleri desteği vermedi.” ifadesini kullanacaktı.
17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, Erdoğan ve Fethullah Gülen arasındaki ayrışmanın gün yüzüne çıktığı gelişmelerden biriydi. Oslo görüşmelerinin sızdırılması, Uludere Katliamı’yla ilgili haberler, İlker Başbuğ’un tutuklanması, MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılması ve dersanelerin kapatılması kararı iki isim arasındaki ayrışmanın nedenleri olarak görüldü. Kuruluşundan itibaren AKP’ye destek veren topluluklardan biri olan Gülen Cemaati ile yaşanan ayrışma, halen Türkiye’de siyaseti şekillendiren olaylar arasında.
17/25 Aralık soruşturmalarında ismi geçen Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yanı sıra, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün de bakanlık görevleri sona erdi.
Partiye 2007’de Erdoğan’ın davetiyle katılan Ertuğrul Günay da “partinin mağrur ve mütehakkim bir anlayış” içinde olduğu gerekçesiyle 2013’te partiden istifa etti.

2014–Günümüz: Cumhurbaşkanlığı Dönemi
Erdoğan, 2014’teki seçimde doğrudan halk oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Ahmet Davutoğlu, AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevlerine geldi. Bülent Arınç, Ali Babacan, Numan Kurtulmuş ve Yalçın Akdoğan Başbakan yardımcıları oldu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda Bakan Yardımcısı olarak görev yapan ve partinin kurucu üyeleri arasında bulunan Murat Mercan 2014'te görevinden istifa etti. Mercan’ın kabine değişikliği esnasında yeniden görev almayı kabul etmediğini ve görevden ayrıldığı kamuoyuna yansıdı.
2011–2014 arasında Gümrük ve Ticaret Bakanı görevi üstlenen Hayati Yazıcı da, Ahmet Davutoğlu başbakanlığındaki 62. hükümette yer almadı.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı döneminde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmeyi sürdürdü.
Arınç ve Erdoğan arasındaki bir diğer görüş ayrılığı, 2015’te Çözüm Süreci kapsamında kurulması planlanan “İzleme Heyeti” hakkında yaşandı.
Hüseyin Çelik, Bülent Arınç, Vecdi Gönül, Recep Akdağ, Nimet Baş (Çubukçu), Sadullah Ergin, Taner Yıldız, Abdülkadir Aksu AKP tüzüğündeki “3 dönem siyaset kuralı” nedeniyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde tekrar milletvekili adayı gösterilmeyen isimler arasında yer aldı.
Arınç’ın Başbakan Yardımcılığı, 1 Kasım 2015 seçimleri öncesi kurulan geçici hükümet ile sona erdi. Bu hükümette bakanlık teklifi götürülen ve teklifi kabul eden MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, sonrasında AKP’ye katıldı, seçimden sonra kurulan yeni hükümette ise Başbakan Yardımcısı oldu.
2009’dan bu yana ekonomiden sorumlu olan ve 1 Kasım seçimlerinde yeniden milletvekili seçilen Ali Babacan’a yeniden bakanlık görevi verilmedi. Mehmet Şimşek, hükümette Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.
Abdullah Gül’ün Başbakanlık’ı döneminde Dışişleri Bakanı olan Yaşar Yakış, 2015’te AKP’den ihraç edildi. İhraç gerekçesi, “legal görünümlü illegal yapının yayın organlarında yaptığı açıklamalar ile gerçek dışı haber yaymak, hakaret ve karalamada bulunmak” olarak açıklandı.
2015’te tartışma konusu olan gelişmelerden birisi de Abdullah Gül’ün eski danışmanı Ahmet Sever’in yazdığı “Abdullah Gül ile 12 Yıl” kitabı oldu. Kitapta Gül ve Erdoğan arasındaki görüş ayrılıklarından bahsedildi. 2016’da Erdoğan’ın danışmanlarından Mustafa Varank, kullandığı ifadeler nedeniyle Ahmet Sever’e dava açtığını duyurdu.
Mayıs 2016’da “Pelikan Dosyası” isimli blog, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu arasındaki anlaşmazlıkları konu alan bir yazı paylaştı. Davutoğlu, yazıyla ilgili “Sanal şarlatan ve müfterilerin ayak oyunlarına izin vermeyeceğiz” açıklamasında bulundu ancak ertesi gün AKP Genel Başkanlığı’ndan istifa ettiğini, 22 Mayıs’ta yapılacağını duyurduğu kongrede aday olmayacağını açıkladı.
AKP, yeni Genel Başkanı’nı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Başbakanı’nı belirlemek için kongre sürecine giderken, bakanlardan Binali Yıldırım parti teşkilatlarıyla bir hafta öncesinde yapılan temayül yoklaması sonrası tek genel başkan adayı olarak belirlendi.



AKP Genel Başkanlığı’na, 22 Mayıs 2016 günü 1405 delegenin oyuyla, İzmir Milletvekili ve Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım seçildi. Cemil Çiçek, Mevlüt Çavuşoğlu, Ömer Çelik, Faruk Çelik, Yalçın Akdoğan, Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Mehmet Ali Şahin, Recep Akdağ 22 Mayıs’ta oluşturulan MKYK’ya dahil edilmedi. Binali Yıldırım, 65. Hükümet ile Başbakan oldu; Cemil Çiçek, Yalçın Akdoğan, Mehmet Ali Şahin’e ise MKYK ve kabinede görev verilmedi. MKYK’ya giren Sema Ramazanoğlu da yeni bakanlar kurulunda yer almadı.

Yeni kabinede 8 isim liste dışı kaldı


https://www.mynet.com/tv/embed/3780805 >


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onayladığı 65. Hükümet'te bulunanlar kadar bulunmayan isimler de gündem.

Eskilerden 8 ismin üstü çizildi
İşte üstü çizilen isimler.,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu arasında yaşanan krizin ardından AKP'de Genel Başkan Binali Yıldırım seçilmişti.
Hızlı gelişen süreçte Yıldırım, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın hükümeti kurma görevini vermesinin ardından yeni kabine bugün açıklandı.
Yeni MKYK'da eskilere atılan 'çizginin' ardından bugün açıklanan kabinede de AKP'nin önemli isimleri yer almadı.
AK Parti MKYK listesinde Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu ve Cemil Çiçek yok
Yalçın Akdoğan (Başbakan Yardımcısıydı)
Sema Ramazanoğlu (Aile Bakanıydı)
Fatma Güldemet Sarı (Çevre ve Şehircilik Bakanıydı)
Volkan Bozkır (AB Bakanıydı)
Mehmet Müezzinoğlu (Sağlık Bakanıydı)
Mustafa Elitaş (Ekonomi Bakanıydı)
Cevdet Yılmaz (Kalkınma Bakanıydı)
Mahir Ünal (Kültür ve Turizm Bakanıydı)

***