Mustafa Dolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Dolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Temmuz 2019 Cuma

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21

ERGENEKON UN.,  KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 21



KİMDİR BU DERİN DEVLET? 

Derin devlet konusunda 'Milli Stratejik Konsept' adlı bir kitap yazan ve Çevik Bir tarafından mahkemeye verilip beraat eden eski akademisyen dostum Doç. Dr. Nurullah Aydın'ın 2000 sonbarında Çankaya'daki ofisinde anlattıkları, aslında “off the record” idi. 33. dereceden mason olan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in en önemli özelliği MİT'de Aydın gibilerle sivil yapılanma kurabilmesiydi. 

Demirel’le birlikte Aydın da tasfiye edildi; zaten anlattıkları intikam almak içindi. Aydın'a yazdığı kitapdan dolayı Genelkurmay Başkanı'nından kuvvet komutanlarına tüm üst düzey askeri kesim tebrik mektubu göndermişti. Eğer mektupları gözümle görmesem inanmam mümkün değildi. Devlet sırlarını ifşa etmekten altı yıl mahkûmiyet cezası ile yargılanan Aydın, beraat etmişti. Aydın'a göre Çevik Bir'in kendisi ile uğraşmasının nedeni derin devletin emriydi. 
Nurullah Aydın, eline kalemi aldı, panonun karşısına geçti ve derin devletin şemasını çizmeye başladı: 
“Hiyerarşik bir yapılanmaya sahip gizli örgütlenme 4000 kişiden oluşur. İş adamı, gazeteci, asker, akademisyen hepsi saygın güya laik Kemalist büyük bir gizli örgüttür. Askerler sanıldığı gibi Konsey'de çoğu zaman başkan değildir, üyedir. Emekli olduktan sonra büyük holdinglerde danışman sıfatıyla yüksek maaşa bağlananları araştırırsanız kimler olduğunu bulursunuz. 

Korkmaz Yiğit'in danışmanı Güven Erkaya ve Cavit Çağlar-Hayyam Garipoğlu'nun danışmanı Teoman Koman, Muhittin Fisunoğlu, Fenerbahçe Cumhuriyet'inden Atilla Kıyat bunlardan sadece birkaçı. 

Bu askerler TSK'yı temsil etmese de öyle görülür. Tüm MGK Genel Sekreterleri ile Nuretin Ersin, Tuncer Kılıç gibi derin devlet arasındaki askerler arasında direk ilişki olması düşündürücüdür. İlk defa Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı olarak bu hiyerarşiyi bozdu ve başkanlığa adaylığını koydu. 
Bir, derin devleti yönetmeye çalıştı. 28 Şubat’ta aşırı çaba sarfetti. Esasen kararı verecek Konsey'in gizli başkanı Anadolu kaplanlarına savaş açan İstanbul dükalığının patronu, ülkemizin en zengin -Holdinginin sahibi Koç'tur. 

Koç’ların yanısıra, Sabancı, son yıllarda Karamehmetler, Kamuran Çörtük, tasfiye edilene kadar Uzanlar, Ayhan Şahenk-Doğuş Grubu, Eczacıbaşılar, Ulusoylar Konsey’de temsil edilir. 28 Şubat irticaya karşı mücadele 
değil, İstanbul dükalığına karşı ekonomik mücadele başlatan Anadolu kaplanlarını kafese sokma darbesidir. 5000 şirketin önü yeşil sermaye diye kesilmiştir. Bu grupların gazeteleri, derin devletin 28 Şubat operasyonunda provakasyonculuk yapmıştır. 28 Şubatla derin devlet, askerleri kullanarak Anadolu Kaplanı denilen ülkenin gerçek sahibi dindar kesimleri sindirmiş, Sebataycı sermayeyi rahatlatmıştır. 

Derin devletin liberal gazeteleri Hürriyet, Milliyet; sol eli Cumhuriyet kirli tetikçi sol eli Aydınlık, sağ eli ise kendileri bilmese de Akit-Vakittir. (Ahmet Hakan, 4 Aralık’taki köşe yazısında, 28 Şubat sürecinde Akit’den çıkmayan Albay’ın kim olduğunu sorguluyordu.) Sahte Profesör ve Kadiri Şeyhi Haydar Baş’a kurdurulan Mesaj ve Meltem Tv, Yeni Mesaj gazetesi derin devletin bilinen kirli sağ eliydi. Derin devletin gazetecileri tetikçilik yapar, ancak Uğur Mumcu gibi ileri gittiği için kalemi kırılanlar da olur. Necip Hablemitoğlu gibi ıskartaya 
ayrılanlarda. Bir dönem Ertuğrul Özkök, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı tetikçilik yapar. 28 Şubat’ta olduğu gibi bir dönem gelir Dinç Bilgin'in gazetesi (geçmiş dönemde) Sabah'ın manşetlerini Sebataycı Çevik Bir sabah veya öğle toplantılarına katılarak atar. Hürriyet ve Akit'in bazı manşetleri taraflarından hazırlanır; biri gerer, diğeri tetiği çeker. Ülkücülere 1980 sonrası mafya görevi verilir ve yurtdışında suikastlar, darbeler ihale edilir. MİT'in derin adamları onları gizli operasyonlarda kullandığı için mutludur; ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmayarak istihbarat yaparlar. Sebataycılar, hoşlanmadıkları Mehmet Eymür-Hiram Abbas-Korkut Eken-İbrahim Şahin, Hanife Avcı beşlisi Susurluk sürecinde çok yıprandığı için tasfiye ederler. Mehmet Ağar-Şengal Atasağun ikilisine bayrağı darbe ile devrederek yeni bir sayfa açarlar. Bu nedenle Susurluk'ta Abdullah Çatlı, daha sonra Yeşil tasfiye edilir; kullanılan eski tetikçiler Oral Çelik, Abdullah Argun artık yetim kalmıştır; vatanı için çalıştığını sanan aşırı heyacanlı gençlerdir, sonuçta hep kullanılarak paçavra gibi bir kenara atılmışlardır. Oysa bir dönem kara ticaret onlarla yürütülürdü, ancak nedense cepleri hep boştur. Mehmet Ağar, geleceğin parlayan gülüdür. Ağar, derin devletin joker adamıdır. 
Akademisyenlerde bu gruptadır, hata yapanın kalemi kırılır. Necip Hablemitoğlu gibi verilen görevde sapla samanı karıştıranların kalemi kırılır; düştüğü bataklıkta batar. Konseye üye 'Derin Akademisyenler' Atatürk ve laikliğin arkasına saklanarak ülkenin gerçek sahiplerinin önünü irtica safsatası 
ile tıkarlar. Başörtüsü, YÖK, İmam Hatip krizleri bir şal gibi, Konsey ve örgüt ortakları Sebataycı vurguncuların soygunlarını gündemden düşürür, üstünü örter. Ülkenin bankaları hortumlanırken gürültü çıkartırlar ve dikkatleri başka tarafa çekerler. 
Bankaları hortumlayanların çoğu Sebataycıdır ve derin devletin bilgisi dahilinde olmuştur. 2000 ve 2001 ekonomik krizlerini önceden haber alan baronlar yine köşeyi dönerken, vatandaş bir gecede %50 fakirlemiştir. Cumhuriyetimiz 19-23'de kuruldu, Ergenekon davasıyla geç de olsa 2008'de arınıyor. Derin devlet yapılanmasını, konsept, kadro, strateji ve yönetim anlayışı değişikliklerine göre, 1923 ile 1936, 1938 ile 1952, 1953 ile 1978, 1979 ile 1998 ve 1999 ile 2008 dönemlerine ayırmak mümkün. İttihat ve Terakki geleneğinin devamcısı bir ekip tarafından kurulan Türkiye'nin daha ilk yıllarında elit oligarşi, derin devletini kurmuş, zengin sınıfını seçmiş, köylü ile efendinin kimler olacağını belirlemişti. Bu süreç, 1936'da Atatürk'ün mason localarını kapatmasına kadar sürdü. Atatürk'ün mason tarafından zehirlenmesiyle İnönizm devri başladı. Tek parti döneminde CHP ve İkinci Adam diktası var iken, zaten derin devlete gereksinim yoktu. CHP, çok partili sisteme geçişi, demokrasiyi özümseyemedi. 

İkinci dönemde DP'ye karşı yaşanan hezimetlerden çıkış yolu bulamayan CHP'nin imdatına, NATO üyeliği ve Marshall yardımı yetişti. 1960 darbesini örgütleyenler düşük profilli subaylardı ve emir Washington'dandı. 

ABD'den gelen bir milyon dolarlık yıllık bütçe ile Ankara'da bir askeri binada 1974 yılına kadar faaliyetini başbakanlardan habersiz sürdürmüş olan 
Kontra'nın temel amacı, ülkemizi Sovyet’lerden gelen kızıl tehlikeden korumak ve siyasi balans yapmaktı. 

MHP ve Milli Selâmet'in kurdurularak siyasetin parçalanmasının ardında derinden koşan Faruk Gürler ve Muhsin Batur paşaların imzası vardı. 
Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin ilk kurucularından emekli albay İsmail Tansu, "Bunlar kendini milli vazifelerle yola çıkmış gibi gösterebilir ama faaliyetleri tamamen gayri milli. Yaptıkları Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmez." 
diyor ve kırılma noktasının 27 Mayıs darbesi olduğuna işaret ediyor.. İsmail Tansu, 1952-53 yıllarında Kore Türk Tugayı'nda savaşmış bir subay. Dönüşte, Tümgeneral Daniş Karabelen'le birlikte ÖHD'yi kurmuşlar. Daha doğrusu 
Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan daire, olası bir Sovyet işgaline karşı muharebe amacıyla ABD’nin desteğiyle kuruldu, ancak kuru faaliyetlerini bir sure ABD’den gizli yürüttü. Oysa iki kurucuda NATO’da eğitim almışlardı. Rıza Vuruşkan ve Eyüp Mater de kendileriyle birlikte hareket ediyor. Kıbrıs'taki direnişi sağlayan Türk Mukavemet Teşkilatı'nın da kurucularından. Kıbrıs İstirdat Projesi'ni hazırlayan kişi. 

Aynı zamanda teşkilatın Ankara'daki genel koordinatörü. 27 Mayıs darbesine kadar hem ÖHD'de hem de Teşkilat'ta üst düzey görevler aldıktan sonra 
darbecilerle ters düşerek 1961 yılında emekli olmuş. 2001 yılında, Mukavemet Teşkilatı'yla ilgili anılarına yer verdiği 'Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu' adlı bir de kitap yazdı. Tansu, 'Ergenekon, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantılarının olduğu birime verilen kod isimdir' tezine itiraz ediyor. "Bu, kesinlikle yalandır. Olsa ben bilirim. Ne bizim zamanımızda 1960'a kadar olsun, 60'tan sonra bugüne kadar olsun, benim yakından incelediğim, bildiğim Özel Harp Dairesi ile Ergenekon'un bir ilgisi yok." Daire'nin sivil uzantılarının sadece savaş dönemleri için eğitildiğini, eğitimlerinden sonra memleketlerine gönderildiğini, dosyalarının tutulduğunu ve bir savaş hali oluncaya kadar 'uykuda' kaldıklarını anlatıyor. Bunun haricinde hiç kimsenin kullanılmadığını, teşkilatlandırılmadığını ve başlarında birinin bulunmadığını öne sürüyor. Bugün kendilerine Ergenekon ismini veren örgütü değerlendirirken 27 Mayıs'la bağlantılar kuruyor. (Dönmez, 2008). 
1957'de Albay Turgut Sunalp'ında katılımıyla Kıbrıs'ta Rauf Denktaş ile Rumlara karşı sivil direniş örgütleme görevi veren bu kurum, operasyon finansını ABD'den almadığı için ülkemizin en zengini Vehbi Koç'un kapısını çaldı. 1970'lerde gençliğin Komunizme kayması, Türkiye'nin Brezenski tarafından Yeşil Kuşak kapsamına alınmasıyla aşıldı. Sunalp Paşa’nın kod adı ‘ Albay Rrgenekon’ idi, bu lakabı aynı kodu kullanan Alparslan Türkeş’ten devralmıştı. KGB'nin mantar gibi çoğalan sol örgütlerine ülkücü sağ örgütlerle cevap veren Kontragerilla, 30 bin insanımıza sokaklarda kıydı. 12 Eylül darbesiyle Ergenekon yeniden yapılandırıldı. Sağcı, solcu herkes devlet kurtarırken telef oluyordu, kazanan hep Ergenekondu. Siyasi iktidarlar muktedir olamıyordu. 

OPERASYONDAN İKİ YIL ÖNCE YAZDIĞIM ERGENEKON! 

Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmıştım. İki buçuk yıl önce vardığım sonucu Yeni Ergenekon adıyla kaleme aldım. Derin devlet oluşumu, 3 Kasım 1996 Susurluk kazasından sonra bağırsaklarını temizleme yoluna giderken, 1999'dan 
itibaren bağırsaklarını bozacak yeni bir oluşumun içine sürüklenmişti. Yeni Ergenekon böyle doğmuştu. Ergenekon terör örgütüne yönelik operasyon yürüten savcı, 28 Şubat 2006'da yazdığım “Derinden koşan Kızılelma soslu yeni Ergenekon!” başlıklı eski bir yazıma, Ergenekon’un hackeri Erkut Ersoy’un 
bilgisayarında bulduğu için iddianamede değindi. Çünkü henüz buzdağının görünen yüzü ortaya çıkartıldı, diğer bir yüzüne bu yazıda yer verdim. Daha derin yüzlerini yazmaya benim bile cesaretim yetmiyor, çünkü tosladığımız isimler pek saygın, pek itibarlı ve oldukca zengin patronlar... 

Fikir babalığını İlhan Selçuk’un yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli albay Hüseyin Mümtaz. MİT'in eski 2. adamı -eski Ergenekon’cular beğenmese de- Mikail Alpay, tarafından koordine edilen yeni oluşumun adı: Yeni Ergenekon. Devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte de vardı. Deniz 
kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, "Ben ilk kez 1980'de varlığından haberdar olmuştum" demişti Ergenekon için. Can Dündar ile Celal Kazdağlı, belgeleri konuşturarak, 'Ergenekon' adıyla bir kitap (İmge Yayınları, Ankara) bile yazdılar... Kuvayı Milliye koalisyonu olarak ortaya çıkan sözde sivil toplum örgütü ismini kamuoyuna “Kızılelma Koalisyonu” olarak açıkladı. Bu müthiş yapılanmada kimler yoktu ki! 

Buzdağının su üstünde görülen kesimi şunlardı: Türksolu- Töre-Ufuk Ötesi-Yeni Hayat dergileri-Yeniçağ gazetesi- Gökçe Fırat, Yekta Güngör Özden, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi-Av.Zeki Hacıibrahimoğlu, Şehit Aileleri Derneği-Saadettin Tantan, Yurt Partisi-Hanifi Altaş Yeni Hayat dergisi-Bedri Baykam, Ressam/yazar Arslan Bulut, Yeni çağ gazetesi -Prof. Dr. Cihan Dura Erciyes Üniversitesi İktisat Bölümü-Hüseyin Özbek Ufuk Ötesi gazetesi-Prof. Dr. Mustafa Erkal Aydınlar Ocağı- Prof. Dr. Tuncer Altuğ İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak.-Metin 
Aydoğan, A.R. Müdafaai Hukuk Dergisi-Sevgi Erenerol Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi-Öner Yağcı Yazar- Hüseyin Mümtaz, Yeni Hayat-Mustafa Aykut Akşit, Kayseri Türk Ocağı-Yıldırım Koç, Türk-iş-Kemal Çapraz, Ufuk Ötesi-Doç. Dr. Yıldız Sertel iktisatçı/yazar- S. Kemal Ermetin, Töre dergisi.. Bu isimlerden bazıları zımmen bu oluşuma imza alınarak farkına varmadan sokulduklarını e-mail atarak bildirdiler, bu nedenle geçen iki yılda pek çoğu olayın farkına vararak geri adım attı.

Bazıları soruşturma başladı diye üzerilerine alınmasınlar, bu isimleri kendi web sayfalarından almıştım. 

Birde görünmeyen, ama varlığını aklı olan herkesin bildiği su altında duran ana kütle var ki, işte o kütlenin yoğunluğu aymazların oturdukları köşelerden asla hesaplanamazdı. Görünürde  her şey Türksolu dergisinin 21 Temmuz 2003 tarihli özel sayısına, yukarıda adlarını saydığımız kişilerin, yetkilisi oldukları kurumlar adına güya ülkenin itilmekte olduğu uçurumun önüne birlikte bir set çekme girişimi, ulusal bir tepki olarak başladı. Görünürde ABD ve AB düşmanlığı yaparak emparyalistlere karşı ulusal direniş başlattıkları iddiasında olmalarına 
karşın, asıl ortak hedef 3 Kasım 2002 seçimiyle iktidara gelen Ak Parti'yi ABD ve AB nezdinde küçük düşürerek hükümetten indirmekti. 

Emekli albay Hüseyin Mümtaz, Yeni Mesaj'daki köşesinde şöyle buyuruyordu: "Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj-Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da – askere- büyük görev düşüyor..." Kıbrıs Türk Tarih Kurumu, Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı ve İLESAM üyesi olan Mümtaz'ın, çeşitli gazete (Hergün, Ortadoğu, Son Havadis, Günaydın, Birlik-KKTC, Yeni Mesaj) ve dergilerde (Töre, Türk Kültürü, Türk Yurdu, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Tarih ve Toplum, Tarih ve Medeniyet, Yankı, Yeni Harman, Yeni Hayat) 
yayınlanmış beş bine yakın makalesi bulunuyor. Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan'dan profesörlük unvanlı Haydar Baş'ı da aldılar. Mümtaz, Baş'ı koalisyona katmak için çok dil döktü; Baş'ın 
Erbakan’la kıyaslanamıyacağı konusunda garanti verdi. Ergenekon'un siyasi kanadı, Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacaktı. Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallakta kaldı. "Adını ben verdim/Yaşını Allah versin" demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon'un, ABD güdümlü eski "derin devlet"in devamı mı olacağı, yoksa tamaman milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı  konusundaki belirsizlik sürüyordu. Son iki yıllık tarihçeyi çıkartmak polisin ve savcılığın işi. Uzun süren bir takipten sonra ulaşılan sağlam delillerle operasyon başlatıldıysa ve sorgulananlar çözülebildiyse, daha çok isme ulaşılacaktır. 

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değildi. Ergenekon'un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı vardı. Mikdat Alpay yeni oluşumu pazarlama gayretlerini sürdürüyordu. Oluşumun daha anne karnında iken ilk farkına varan Yenişafak gazetesi köşe yazarlarından Taha Kıvanç, henüz 30 Nisan 2001 tarihinde "Hayaller gerçek galiba" başlığı altında bir yazı yazdı. Yazı, Taha Kıvanç'ın eline geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, 
"Ergenekon: Analiz-Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi" ile ilgiliydi. (Kıvanç, Nisan 2001) 
Taha Kıvanç, yazı ile ilgili aldığı tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayıs 2001'de köşesinde aynı konuya devam etti. "Deli saçması sanmayın” başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Sanki ben çıkarmışım gibi, ‘Bu Ergenekon da nereden 
çıktı?’ sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. 

22. Ci BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 19

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 19



MOSSAD bu dönemde çok etkin diye ne Ataklı'yı nede işinden kovulup ABD’de Yahudi Strateji merkezlerinde iş bulan Genelkurmay andıçlı gazeteciler Cengiz Çandar ve mesleğin duayeni Mehmet Barlas'ı bir istihbarata yazabilirsiniz. 'Emret Komutanım' kitabını okuduktan sonra MİT elemanı olduğundan kuşkulandığım ve doğrusu yıllardır yabancı servisler ne diyor gözüyle okuduğum Mehmet Ali Birand, 28 Şubat döneminde Genelkurmay tarafından andıçlanınca, yanıldığımı anladım. Birand’ın Ermeni kökenli olması onu ajan yapmaz, ama Küçük gibilerin kara listesine düşebilir. Ahmet Hakan, Taraf gazetesi yazarı, The Economist 
temsilcisi, geçmişte bir çok saygın yabancı medyaya çalışmış gazeteci Amberin Zaman'ın yabancı istihbarat elemanı olabileceğini kibarca yazdı. Zaman, cevabi yazısında, babası Bangladeşli, kocası Erivan'da görevli bir Amerikalı diplomat olduğu için bu iddianın çıkartılmasından üzgündü. İyi gazeteci olmayan bu kadar saygın kurumlarda çalışamaz, kapıya hemen koyarlar. Kocası Amerikalı CIA veya diplomat diye suçlanan diğer gazeteciler Taraf gazetesinden Yasemin Çongar ve ünlü darbe ihtimali yarı yarıya ve Hudson skandalı mimarı Zeyno Baran. MİT servis haberlerin en yoğun olduğu Doğan medyasıdır. Buda normaldir. Harp Okulu'dan solcu olduğu için ayrılan Hürriyet'in yıllanmış gazetecisi Metehan Demir'in sık sık asker ve MİT istihbarat kaynakları kullanması gözümden hiç kaçmaz. Eski bir Deniz subayı iken atılan Ali Kırca'nın 28 Şubat sürecinde adı ' Düğmeci Paşa' idi. Radikal gazetesinde İstihbarat şefliği yapan, artık öğretim görevlisi bir akademisyen olan dostum Deniz Zeyrek, bence Anklara'nın en derin gazetecisidir. 40 yıllık gazeteci Sedat Ergin, Murat 
Yetkin, Enis Berberoğlu ve Muharrem Sarıkaya'nın Ankara'da istihbarat kaynakları edinmesinden doğal bir şey olamaz. Ergenekon kitabını yazması için Emniyet'den bilgi sızdırıldığı için yargılanan Star gazetesi Ankara temsilcisi Şamil Tayyar'ı, 2. Cumhuriyet söylemi nedeniyle yaftlanan Ahmet ve Mehmet Altan kardeşleri hiç saymıyorum. Liste uzayıp gidiyor. Ülkemizde ajan gazeteci yoktur demek istemiyorum. Yeni Formu çıkaran Aydın Yalçın gibi Amerikan NED’den yüz bin dolar aldığını bunu da totaliter rejimlerle mücadele ederek demokrasiyi yerleştirmek için yaptığını itiraf edenler çıktı. CIA, 1996 yılına kadar 400 gazeteciyi ajan olarak saflarına katınca 1996 yılında ABD Kongresi yasa çıkardı ve CIA'in gazeteci kullanımına yasak getirdi. 2003’de Irak savaşını desteklemek için para verilen 50 gazeteciden beşi Türkiye’de idi, biride Ertuğrul Özkök’tü diyen Eymür belki de yanılıyordur. Gazeteci, haber toplarken "önemli ve saygın" kişilerle görüştüğü gibi, "kanunsuz ve seviyesiz" kişilerle de irtibat kurabilir. Aynı yöntemler MİT için de geçerlidir. Temelde bir devlet ajanının ve gazetecinin yaptığı iş aynı. Her ikisi de bilgi peşinde koşar. Ancak hizmet ettikleri kişiler farklı! Demokratik bir toplumda gazetecilerin görevi devlete hizmet etmek değil devleti eleştirmektir. Sorun, kaynaklarının etkisinde kalan gazetecilerin sunduğu açık istihbaratların şaşırtıcı olmasındandır. Ankara gazetecileri ile İstanbul 
gazetecileri aarsındaki bariz farklar vardır. ABD'den dönüşünde Aslı Aydınbaş, gazetecilerin bildiklerinin yüzde 20'sini yazdığını, yüzde 80'ini sakladığını hayretle görmüştü. Bunun nedeni, tam tersi olsa o gazeteciye kaynakları bir daha bilgi aktarmazlar, gazetecilik yapamaz. Ankara, son 10 yıldır büyük devletlerin ana istihbarat üssü haline geldi. Gazetecilik yapanlar mutlaka yabancı misyonlarda görev yapan bu casuslarla karşılaşır, konuşur, bilgi alır. Yabancılar, Türkiye'yi çözmekte zorlandıkları zaman gazetecilerden kibarca açık istihbarat 
mahiyetinde bilgi rica ederler. Bu alış veriş şeffafdır, haber için karşı taraftan bilgi akışının sürmesi için gereklidir. Bu gerçeği bildiklerinden dolayı, MİT ve diğer istihbarat servislerimizin istihbarata karşı koyma faaliyeti için medya içine sızması kaçınılmazdır, engellenemez. 
Eymür, MİT gazetecisi var mıdır merakımızı aslında daha önce gidermişti. Şunları kendi web sitesinde yazdı: MİT'in, istihbari faaliyetler gerektirdiği takdirde gazeteci kullanması, yasal bir durumdur. MİT kanununa göre, 
"MİT'in kadrolu personeli" ile "MİT elemanları", bir bütün olarak "MİT Mensubu" olarak tanımlanırlar (Madde 2.b). "MİT Mensupları" arasındaki fark, "kadrolu personelin" açık ödenekten, elemanların ise "örtülü ödenekten" ücretlerini almasıdır. "Eleman" tanımı, istihbari faaliyet yürüten ve ücretini "gizli ödenekten" alan "Ajan" dahil çeşitli kategorideki hizmet grubunu temsil eder. MİT'in yurt içindeki istihbarat alanını kısıtlayan tek istisna Ordu'ya ait "İç hizmet Talimatı"dır. 

Bu talimat MİT'in ordu içinde istihbarat yapmasını "izne" bağlar. MİT'in "ihtilalleri haber alamama" gerekçesi olarak kullandığı bu kısıtlama, zaman zaman eleştirilere uğramışsa da halen geçerlidir. Genelde gazetecileri yönlendirmeye çalışan, bilgi sunan Türk istihbaratçılar kimliklerini deşifre etmezler, ama gazetecilerin anlamasını da sağlarlar. Bordrolu veya bordrosuz MİT gazetecisi mutlaka vardır. MİT elemanı olduğunu çaktıran iki kişi ile bu güne kadar muhatap oldum, derin haberler için bilgi aldım. Biri Başbakanlık Müşaviri makamında Yasin Aslandı, ki sanırım CIA'ye de çalışıyordu. İkincisi, Süleyman Demirel'in MİT'deki sağ kolu olduğu imajı veren, tasfiye edilen Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Nurallah Aydın idi. Gazeteciler, bu bilgileri 'üst düzey kaynaktan edindiğim bilgiye' diye yazarlar. Türk medyasında sadece CIA bağlantılı gazeteciler yoktur. 

Birçok ülke ile yakından ilişki içerisinde olan ABD ve AB ülkelerinin politikalarına destek veren gazeteciler bulunuyor. MİT bağlantılı gazetecilerin kimler olduğunu merak edenlerin neden ABD ve AB bağlantılı gazeteciler üzerinde düşünmediğini merak ediyorum. Siz yazan değil yazmayan, bilgileri saptıran gazeteciden korkun. Bildiklerinin yüzde 80'ini yazmayan gazetecilerin azalması için TBMM yasa çıkararak MİT'in gazeteci kullanımına yasak getirmelidir. 

ERGENEKON’UN MASKESİ DÜŞTÜ 

Ergenekon davası, Cumhuriyet’imizin gövdesini kemiren tüm kurtları bir çırpıda temizleme iddiasında değil. Savcılar, iddianameyi yazarken davanın derin devleti yargılama davasına dönüşmemesi, ordumuzu ve MİT'i yıpratmaması için özenli bir dil kullandı. Bu kurumların kendi içinde sessiz temizlik yapmasına imkân tanıdı. En başta sorunun köküne inmeyi reddetmiş gözüken, sadece görünen cerahati kesip atmakla ilgilenen, bir dava ile karşı karşıyayız. Dava, derin devletin dört veya dörtbin beşyüz kişi arasında gizli kadroları bulunan elit, 
oligarşik, burjuva, milletvekili olmadığı halde dokunulmazlığı bulunan üst düzey ve alt kadrolarından bahsetmiyor. Onları ortaya çıkartıp temizlemeyi değil, gözdağı vermeyi hedefliyor. Dokunulmaması gereken bazılarına ilk defa dokunduğu için ise, farklılık arz ediyor. Yine de Ergenekon davası, yargılama sürecinde son 50 yıllık faili meçhulleri ortaya çıkaracak, hatta cumhuriyet tarihimizi yeniden yazdıracak gelişmelere gebe. Nihayet kara koyunlarımızın bir kısmı ayıklanıyor, kirli bağırsaklarımızın kör kısmı geçici de olsa temizleniyor. 
Ergenekon davasına yansıyan müthiş bilgiler, üç maymunu oynanayanları “maymunluktan” vazgeçirmedi. 

Dağın fare doğurmasını bekleyenler afalladı, ama halen fili sığdıracak çuval arıyorlar. Oysa görmezlikten geldikleri canavar, dudakları uçuklatan boyutta. “Sahte cumhuriyetçiler”, “numaradan ulusalcılar” ve Atatürk'ün arkasına saklanan “ihanet şebekesi” deşifre edildi. Ülkemizin altını oyanların şaşırtan kimlikleri, yılların “psikolojik savaş” ürünü ezberleri bozdu. İdeolojik körlüklerden dolayı halen 1970'li yıllarda yaşayanlar, Ergenekon'un kendi adamlarını ıskartaya çıkartıp öldürdüğünü yıllardır ıskaladılar. 
1990'lı yıllarda Arif Doğan ve Veli Küçük'e JİTEM kurdurularak Ergenekon operativ hale getirildi. Son 20 yılda kurdurulan Hizbullah, İBDA-C ile aktifleştirilen TİT, DHKP-C ve bazı taşeron sağ ve sol terör örgütleri 
hep kontrollerindeydi. İddianameye göre, Küçük'ün Yeşil'in sağkolu Osman Gürbüz'e Hablemitoğlu'nu öldürme emrini verdiği belgelendi. 

1990'lı yıllarda Doğu’da ve Batı’da binlerce faili meçhul cinayete azmettiren Küçük, Gazi olayları, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet gazetesini bombalatma gibi siyasetin ve ülkenin dengesini bozacak sayısız provokasyona karıştı. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerine kadar sağ kesimlerin üzerine atılan tüm suikastların, iftiraların mimarıydı. Milliyete, inanca, düşünceye göre yaptığı fişlemeler onbinlerce can yaktı. İddianameye göre, Ergenekon terör örgütü, PKK, Hizbullah ya da DHKP-C gibi terör örgütlerinin tasfiye edilmesinden değil, kontrol edilmesinden yana. Ergenekon-PKK ilişkisinin kanıtlarından biri de Öcalan'ın 
avukatı Doğan Erbaş ile Perinçek arasında geçen bir görüşme. Veli Küçük ve Ümit Oğuztan'ın evinde ele geçirilen “Panzehir” adlı örgütsel dokümanda PKK'nın tamamen tasfiye edilmesi yerine Öcalan'la işbirliği yapılması ve Ergenekon'da kendilerine “genç subay” diyen kişilerin PKK'da üst düzey görevlere getirilmesi, 
PKK'nın Kuzey Irak'ta 3 bin militan sayısında tutulması gerektiği belirtiliyordu. 

Perinçek'in PKK ile ilişkiyi yürüten, hatta Aydın Doğan'a Küçük tarafından mesaj götüren elçi oluşu, sahte ulusalcı, eski Maocu’nun maskesini düşürüyordu. Perinçek'in 

Küçük'ün pek çok provokasyonunda ve terör eylemlerinde “katalizör”, “organizatör” veya “provokatör” rol üstlenmesi ilgi çekiciydi. ABD ve NATO düşmanı sanılan “binbir surat” Perinçek'in esasen Ergenekon'u yönlendiren Neo-Amerikancı merkezlere çalışması hayret verici bir pişkinlik olarak 
yorumlanıyordu. 

Güya kapitalizm, emperyalizm, ABD karşıtı İlhan Selçuk'un ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'e Ak Parti aleyhinde rapor sundurması, Oral Çelik’e 500 bin dolar vererek başbakana yönelik suikast işlenmesine dair bilgileri el yazısıyla not defterine geçirmesi, inanılmaz belgeler olarak algılandı. Selçuk ve Çelik isimlerinin yanyana gelmesi, ezber bozucu olduğu kadar ürkütücü de. Ergenekon davasında sanıkların profili, sanırım pazarlık için, kasten düşük tutuldu. Ankara'da biraz gazetecilik veya siyaset yapmış herkes, “Donkişotca” derin 
devletçilik oynayan söz konusu pervasız ekiple karşılaşır. 

Bir süre sonra gerçek sahipleri ve liderini tanır, gücünü bilir, kalemi yazmaz olur, yanlışa direnemez. Cesur gazeteci, polis ve savcılarımızın işbirliği ile nihayet yanlışa “dur” denildi. 
Tabii ki, yargılanacak yüz kişinin “günah keçisi” yapılmasıyla “derin devlet” çökertilmiş olmuyor. Fazla büyütmeyelim. Oluşan konjonktürel, siyasal ve dönemsel şartlar karşısında kamuoyunun tepkisini göze alamayan 'Beyaz Türkler'in direnci kırıldıda, işlevini tamamlamış Ergenekon çetesi kurban verildi. 
Eski Ergenekon yapılanmasının yenilendiği süreci yakından takip edip, ihbar niteliği taşıyan onlarca köşe yazısı yazmış, hatta 2006’de kitap haline getirmiş bir gazeteciyim. 

“Özel kuşlarım” olduğunu sanmayın. Elde ettiğim bilgiler tamamen “açık istihbarat.” 

Derin devletçi grupların kimseden korkusu yok, onlarca web sayfaları var, göstere göstere Ak Parti hükümetini devirmeye çalışıyorlar, eylem yapıyorlar. 
Sadece kimler olduklarını bilmeniz ve bilmeceyi çözmeniz için parçaları birleştirmeniz gerekiyor. 
Susurluk sürecinde kirli bağırsaklarımız tam temizlenseydi, ortaya çıkartılan illegal derin çeteler ve tepe organizasyonu Ergenekon, bu denli cesur olamazdı. 
21 banka battı, ülkemiz 50 milyar dolar kaybetti, siyaset ve ekonomi çöktü, ama asıl sorumlular yargılanamadı. 

Susurluk’un arkasındaki “gulyabani”, 29 Ekim 1999-dan itibaren strateji değiştirdi. Daha önce bir araya gelmesi asla düşünülemeyen örgütler, gruplar, şahıslar, “Yeni Ergenekon” yapısı içinde “Ulusalcı”, “Kızılelmacı”, 
“Kuvvacı” temasında birleştirildi. 
Hücre yapıları kuruldu. Hiç bir Batı demokrasisi, böyle yapıları barındırmaz. 
2002'den beri süren Ergenekon Terör Örgütü'nün Ak Parti'yi devirme operasyonu, 2003’le 2004’de Sarıkız, Ayışığı ve Eldiven isimli darbe tertipleriydi. 
Hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören bu yapılanma, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa’yı yıpratmak için haberler ürettirdi, köşeler yazdırdı. 
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’dan bekledikleri desteği bulamayınca darbe umutları sonlandı. 22 Temmuzda (2007) sandıkta halk, Ergenekon’u tokatlayınca koalisyon umutları da suya düştü. 
Ak Parti, selefleri gibi geri adım atmayıp dik durunca kızılca kıyamet koptu. 
Bugün Ergenekon olarak ortaya çıkan “derin devlet”in başlangıcı Atatürk'ün ölümünden sonradır. Milli değildir, dışa bağımlıdır, Fransız Büyük Mason Locası’na hesap verir. En üst yapı olan Illimunati’nin önderi Henry Kissinger, Bilderberg veya başka özel toplantılarda CFR üyesi olan baronumuzla paslaşır. 
1935 yılında Mason localarını kapattıran Atatürk, devrimlerine karşı çıkan masonların ekonomiyi ve siyaseti tamamen ele geçirmesini mahzurlu bulmuştu. 
İnönü döneminde krallıklarını ilan ettiler, Atatürk’ü putlaştırıp arkasına saklandılar. Her on yılda bir askeri darbe tasarlayan yapılanma, amaçları doğrultusunda her kesimi kullanmayı becerdi. 

İstediklerini yıllarca üniversitelere rektör, kentlere vali, emniyet müdürü yaptılar. Hayatı İstanbul'da Bebek Otel Bar'ında, Caddebostan Büyük Kulüp'te geçen baştabipleri, başsavcılari, bürokratları, üst yargı üyelerini seçtiler. 

Medya ellerindeydi. 

Ergenekon, buzdağının görünen küçük bir kısmı. Hortumlama, hırsızlık düzeninin devamı için istikrarsızlık planlayan ve siyasetde boşluk arzulayan bu ülkemizin baronları, hep maşa kullandı, hiç yanmadılar, her zaman dokunulmaz kalmayı başardılar. 
Türk halkı uyanırsa böyle tatlı para kazanamazlardı, bu nedenle “ötekiler” diye aşağıladılar, varoşlarda hapsettiler. 
Böldüler, kamplaştırdılar. Birleştirici unsurlardan, dinden, kültürümüzden, değerlerimizden nefret ettiler. Kurtlar Vadisi, Şubat Soğuğu,Yağmurdan Sonra, Tek Türkiye gibi diziler, ipliklerini pazara çıkardı, rezil oldular. 
Halk desteğini alan Ak Parti başarılı oldu, farkında olmadan 2. Cumhuriyeti kuruyor. Atatürk'ün öldüğü günden beri Türkiye'yi yöneten derin devlet çöküyor, bitiyor. 
Bu arada sağduyu diyerek farkettirmeden, şantaj yapıyorlar. 
Her biri kaybettiğini hissetti, kaybedecek bir şeyi olmayan Türk halkından iyice korkmaya başladılar. 
Ergenekon’un demokrasiyle hesaplaşmasından ortaya yeni bir Türkiye çıkacaktır. 
Ergenekon’un gerçek sahipleri bu seferde yakayı kurtarabilir, tüm yapı deşifre edilmeyebilir. 
Uzlaşma sağlanacaktır. Lider ve dört binden fazla olan tam kadronun, listesi artık polisin elinde. Hep takip edilecekler. Eskisi gibi açıkca meydan okuyamayacak, yer altına çekileceklerdir. 
Kimisine göre, “derin devlet” yok, Ergenekon çetesi gibi devletin görevlendirdikleri var. İşin doğasından kaynaklanan bir illegal görünme söz konusu. 
Dava sürecini baltalayacak olan gerçek şu: Genelkurmay, Jandarma, Emniyet ve MİT yasalarının hepsi bu gizliliğe, gizli görev yapmaya izin veriyor. Devlet sırrı konsepti, bu zamana kadar korunmalarını sağladı. 
Derin devlete geçit veren yasal hükümler varsa, Ergenekon çetesi, neden bugün cezalandırılıyor? Davaya esas teşkil eden deliller, davanın derin devletle 
ilişkilendirilmeme politikasıyla çelişiyor. 

Bazılarına göre, “derin devlet” aslında her devlette olması gereken ancak Türkiye’de çeteleşen devlet. Türkiye'de artık kimse derin devletin olmadığını tartışmıyor. 
Ergenekon'a yıllardır efsane olarak yaklaşanlar bile yelkenleri suya indirdi. Ergenekon davasıyla ortaya çıkan örgütlenmenin derin devletin neresinde olduğuna cevap aranıyor. 

1970'lerde Ergenekon denilen derin devlet yapılanmasını ilk defa telâffuz eden isim, emekli bir deniz binbaşısı ve yazar olan Erol Mütercimler’di. Ona bu bilgiyi veren, emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, “Ben de Ergenekon’un üyesiyim. Ergenekon Türkiye’de bütün kurumların üstündedir” demişti. 
1980’lerde MGK bünyesinde oluşturulan Psikolojik Savaş biriminin kurucularından, emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale, “Derin devlet vardır, gereklidir, bu mefhum devletin bütün kademelerinde yaşamaktadır” 
sözleriyle aslında şüphelere son verdi. 
O halde, Ergenekon çetesi kimlerin oluyor, birilerince kullanıldığı gerçeği, niçin ıskalanıyor? NATO ülkelerinde ABD-CIA patentli Gladio tipi yeraltı örgütlerinin Avrupa’da bir bir deşifre edilmesine karşın, Türkiye’de bunun çözülemediği, artık sır değil. NATO üyeliğimizle komünizme karşıt yapılandırılan Ergenekon’un 
düşmanlarına, 27 Mayıs askeri darbesi öncesinden itibaren “iç düşman” ibaresi eklendi. Bu iç düşmanlar kimi zaman bölücü, kimi zaman irticacı, kimi zaman ırkçı diye anıldı. 
Şu anda derin devlet dendiğinde herkesin aklına “çete” geliyor. Derin devlet yozlaştırıldı, bazen şahsî, bazen ideolojik çıkarları için her şeyi yapabilen çeteler haline getirildi. Ülkemizde çek senet kovalayan mafyanın bile, derinden yönlendirildiği, ve derin devlete çalıştığı zannı yaygınlaştı. 
Başbakan Erdoğan, “bunlar kendilerince kutsal saydıkları bazı şeyler uğruna harekete geçen çeteler” diyor. Eski cumhurbaşkanı Demirel’e göre, “derin devlet” denilen olgu, asker ve en belirgin derin devlet faaliyeti ihtilâllerdi. Kontrgerilla iddialarını dile getiren rahmetli Başbakan Bülent Ecevit'e göre, “derin devlet” Özel Harp Dairesi idi. 
Türk siyasi tarihinde “derin devlet”, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı çoğu yerde özdeşleştirilir. 
Oysa Özel Harp Dairesi, ordumuzun bir birliği olup, Millî Savunma Yüksek Kurulu’nun 17 numaralı kararıyla 1952’de kuruldu. Halen de, Genelkurmay Başkanlığına bağlı bir birim olarak, Özel Kuvvetler Komutanlığı adıyla 
görev yapıyor. 

Özel Harp Dairesi 1963-1974 arasında Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın kurulması, geliştirilmesi ve desteklenmesinde görev aldı; görevi 1974 Harekâtı ile sona erdi. 1990'lı yılların başında MİT eski Başkanı Teoman Koman tarafından, gazetecilere gezdirilene kadar, Özel Kuvvetler Komutanlığı, bilinen bir sırdı. Bu nezih birliğimizin adını Ergenekon’un cinayetleriyle kirletmek haksızlıktır. 

Ergenekon delilleri arasında, 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanını kan gölüne çevirerek 36 kişinin katledilmesinde, yüzlercesinin yaralanmasında kimlerin rol aldığına telsiz konuşmalarıyla yer verilmesi, Ergenekon davasının derin devletin, geçmişin karanlık yerlerine de uzandığını gösteriyor. Fabrikatör lakaplı Doğu Perinçek yine başrollerde. 12 Mart öncesinde 1968 kuşağını yanlış yapmaya yönlendiren, yangına körükle giden ajan provokatörlerin, Ergenekon yöneticisi olduğu iddia edilen İlhan Selçuk tarafından yönlendirildiği artık sır değil. 1980 öncesi beş bin insanımızı kaybettiğimiz anarşi olaylarında, Ülkücü ve Dev Sol'un eline birbirini takip eden seri numaralarıyla el bombaları verenin Ergenekon olduğu belirlendi. 
Susurluk çetesiyle akrabalığı belirlenen Ergenekon-da, devletin sağ ve sol ellerini birbirine karşı tetikçi olarak kullandığı, “böl, parçala, kamplaştır, yönet” politikası izlediği anlaşılıyor. Maalesef 1990'lardan itibaren Türkiye’de her faili meçhulün “derin devlet” tarafından işlendiği kanaati yaygınlaştı. Akşam gazetesi eski genel yayın yönetmeni Serdar Turgut’un dediği gibi “ismi Ergenekon’da geçen herkesten nefret ediyorum.” 

Ergenekon davası, devletin kaybettiği itibarı kazanması, iç düşman olarak kategorize edilen, küstürülen halkından özür dilemesi için bir fırsattır. 
Derin devlet, tüm vatandaşların çıkarlarını kollar korursa, bütünlüğümüzü 
sağlarsa sevilir. 


20 .CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 18

ERGENEKONUN KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 18



Tuncay, JİTEM kartı taşıdığı iddialarını ret ediyor, gösterin inanayım diyor. Oysa olayı, vukuatı çok. Sene 2001. Sarıyer'de Kısırkaya diye bir köye gidiyorlar. Kendilerine 'JİTEM' süsü veriyorlar. Maşallah öyle güzel oynuyorlar ki zavallı köylüleri de muhtarı da kandırıyorlar. E tabii yanlarında Hasdal Kışlası'nda görev 
yapan bir de subay olunca gel de inanma.. Tuncay Güney 'JİTEM Albayı'nı oynuyor. Yanında Hasdal kışlasından bir teğmen, yanı sıra binbaşı kılığında bir arkadaşı daha. 
'Kısırkaya Plajı'nı işletenlerin PKK'ya yardım ettiklerini belirledik. Derhal Mehmetçik Vakfı'na devredeceksiniz' diyorlar muhtara. Tesis çalışanlarını tekme tokat dışarı atıyorlar. Muhtara 'köy mührünü al gel kışlaya' diye tembihliyorlar. O da mührünü kaptığı gibi Hasdal Kışlası'nın nizamiye kapısından 'Albay Tuncay'la 
görüşece-ğim' diyerek giriyor. İnanabiliyor musunuz! 

Ekip odada hazır. Sahte Albay, sahte binbaşı ve sahte olmayan teğmen karşılıyor muhtarı. Devir işlemleri yapılıyor. Hatta bir kısım köy arazisinin sözüm ona Mehmetçik Vakfı'na devredilmesini sağlıyorlar. 
'Albay Tuncay' o kadar kurnaz ki şeytana külahını ters giydirir. Sözleşmeye 'Mehmetçik Vakfı' yerine 'Mehmetçik İşletme Tesisleri' yazdırıyor. Köy arazisiyle ilgili devirler ise şahıslar üzerine yapılıyor. Kim anlayacak ki! Benzer bir sahtekarlığı Zekeriyaköy'de yapmaya kalkınca da yakayı ele veriyorlar. Mahkeme belgelerine göre Tuncay Güney kendisini her yerde JİTEM'ci olarak lanse etmiş, General Veli Küçük'ün adını da bolca kullanmış. Genelev patroniçelerinden Matild Manukyan'dan JİTEM adına kullanmak üzere 
Beyoğlu'nda bir ofis aldıklarını söylemiş, vs. Adamın ilişkileri geniş. Pis işlerine alet ettiği teğmenin kışladaki odasına Ulusal Sanayici ve İş Adamları Derneği başkanı Kemal Özden'in mobilya göndermesini falan bile sağlamış. Ve daha neler neler.. Sözkonusu dava dosyasında Veli Küçük'ten Yalçın Tanfer'e, eski polis şefi 
Ümit Bağbek'ten işadamı Korkmaz Yiğit'e, Ergenekon sanıklarından Ümit Oğuztan'dan Turgut Büyükdağ'a kadar pek çok isim geçiyor. Benim merak ettiğim husus, uluorta isimlerini kullanan ve menfaat temin eden Tuncay 
Güney hakkında resmi nitelikli kişi ve kurumların dava açıp açmadıkları 

Cumhuriyet’e verdiği röportajda şu satırları dikkatli inceleyelim: 

“Ergenekon’un çalışma planlarına bir bakın. Ergenekon meselesi Türkiye içerisinde, yani Misaki Milli sınırları içerisinde bir hareket değildir. Amerika’ya, Ortadoğu’ya uzanır bu ilişki. Amerika şu an bastırıyor bu işin açıklanması için. Bir söz vardır: ‘İngilizler adamı gıdıklayarak öldürür’. Amerika da aynen bunu yapıyor. 
Türkiye’yi gıdıklayarak öldürüyor. Gazeteleri okurken gülüyorum. Ergenekon’u Türkiye içinde aramaları çok komik. 
Ben çoğu zaman salağı oynardım. Duymamam gereken şeyler olduğunda ben zaten salak bir insanım, ne dediğinizi anlamıyorum derdim. ‘Siz beni o zaman tanısaydınız, şu adama bak, bununla konuşan herife ben..’ der küfrederdiniz. Bana o zaman derlerdi: ‘Seni gazeteci yapanın ben..’ diye. Ama şansa bakın ki bu kadar önemli dosyalar bana geliyordu. 
Veli Küçük kariyerli bir adamdır, entelektüel bir adamdır fakat diplomasi bilmez. Milliyetçi ya da ülkücü falan değildir. Atatürkçüdür. Ben birçok üst düzey insanla olduğu gibi Veli Küçük’le de tanıştım. Bana çok güvenirdi. Fikirlerime çok önem verirdi. Ama bu ‘Yeşil’ meselesinde, yani Veli Küçük’ün Yeşil olduğu meselesinde, hayret bu savcı çok iyi çalışıyor... 

Veli Paşa’nın bir özelliği vardır, hayâlî insanlar yaratır. 
Gider halktan bir tane elektrikçi bulur, ona dinleme cihazı bağlar, sonra onunla arkadaş olur. Nâzım Hikmet’in ‘Taranta-Babu’ya Mektuplar’ diye bir kitabı var. O kitapta Cezayirli bir çocuğa mektup yazılmıştır, ancak böyle bir çocuk yoktur ki. Bu yazarın hayalinde kurmuş olduğu bir şeydir. Veli Küçük de aynen bunu yapardı.” (Yılmaz, 2008) 

ÇİFTE AJAN GAZETECİLER 

Emekli MİT mensubu Mehmet Eymür’e ait olduğu bilinen “www.atin.org” adlı internet sitesinde, Güney gözaltına alınmadan yaklaşık bir yıl önce çıkan “ Çift Meslekliler ” başlıklı yazıda anlatılan, istihbarat servisleri için çalışan gazetecinin de Güney olduğu öne sürülüyor. 

Bunun nedeni MOSSAD’ın en yoğun çalıştığı darbe olan 28 Şubat sürecinde aktif rol üstlenmesi… 

Mehmet Ali Birand hazırladığı 32. Gün’e 17 Ağustos 2008’de çıkan Güney, Toronto’dan canlı olarak bağlandı. 
2001 yılında verdiği ifadelerle, soruşturma sonucunda ele geçen belgeler ve ifadeler birebir örtüştüğü ortaya çıkan Tuncay Güney, Ergenekon’da bilinmeyenleri anlattı ve ve hakkında yapılan suçlamaları 32. Gün’de cevapladı... 
Bazı medya organlarında Tuncay Güney’in Mehmet Ali Birand hakkında “başka bir ülkeye çalışıyor” şeklinde bir iddiada bulunduğu haberleri yer aldı. 32. Gün bunun üzerine açıklama yapmak zorunda kaldı: “Başlığa çekilen bu iddia gerçek dışıdır. Tuncay Güney, böyle bir ithamda bulunmamış, sadece böyle bir belge ‘gördüğünü’ söylemiştir. 32. Gün yayınının tamamını izleyenler veya deşifreleri okuyanlar durumu anlayacaktır. 
Programda Tuncay Güney, Mehmet Ali Birand’ın ‘Ergenekon için çalışmayacak’ gazeteciler listesinde olduğunu, kendisi ve ailesi hakkında bir rapor hazırlandığını ve bu raporu ‘gördüğünü’ söylemiştir. 

Bunun üzerine Rıdvan Akar da bu raporun daha önce basına yansığını ve raporda çok sayıda gazetecinin adının yer aldığını; örneğin ismini yayında açıklamayacağı 10 gazetecinin de MİT tarafından yerleştirildiğinin iddia 
edildiğini ifade etmiştir. 

Güney, bu raporu Mehmet Eymür’ün hazırladığını ve aynı rapordan bahsettiklerini doğrulamıştır. 
32. Gün Genel Yayın Yönetmeni Rıdvan Akar, stüdyoda bulunduğu için, Vatan Yazarı Can Ataklı’ya dönerek aynı raporda Ataklı’nın da MOSSAD ajanı gazeteciler arasında yer aldığını söylemiş. Bunun üzerine Can Ataklı, 
bu rapor ve iddia ile ilgili ‘işte bu sözün bittiği yer’ yorumunu yapmıştır. 

Sözü edilen ve bütünüyle hazırlayanın subjektif yorumuna dayanan, içindeki bu tür iddiaları destekleyen başkaca da hiçbir dayanağı olmayan ‘belge’, daha önce basında yer almıştır. Nitekim, Tuncay Güney de belge ile birlikte Mehmet Ali Birand’ın aile fotograflarının yer aldığını gördüğünü programda ifade etmiştir. Andıç’lar dahil olmak üzere çok görmüş geçirmişliğiyle Mehmet Ali Birand, edindiği bu bilgilere karşılık (!) ailesinin bütün fertleriyle gurur duyduğunu söylemekle yetinmiştir. 

Mehmet Eymür tarafından hazırlandığı iddia edilen ‘belgenin’ bir kopyasının Veli Küçük’ün evinde de bulunduğu iddia edilmektedir. ‘Belgede’ halen televizyon ve gazetelerin genel yayın yönetmenliği, baş yazarlığı ve yazarlığı görevlerini ifa eden 49 meslektaşımız hakkında CIA, MOSSAD, MİT (Sönmez Köksal ekibi, Hiram Abbas ekibi, Miktad Alpay ekibi) gibi istihbarat örgütlerine çalıştıkları iddiası yer almaktadır. İşin daha da garibi MOSSAD adına çalıştığı iddia edilen meslektaşlarımız arasında muhafazakâr ve İslâmi görüşleriyle tanınan yazarlar da mevcuttur. Programın bir bölümünde yer alan ifadeleri çarpıtarak veya kısaltarak kullanan meslektaşlarımızı bu konuda hassas olmaya davet ediyoruz. Zira bizim bu konuda hiçbir şüphemiz ve çekincemiz yok. 
Bunun en iyi göstergesi ise, program banttan yayınlanmasına rağmen 
bu bölümlerin tarafımızca çıkarılmamış olması ve yayın kaydına hiçbir biçimde müdahale edilmemiş olmasıdır. 
Çeşitli nedenlerle dayanağı kuşkulu da olsa, Mehmet Ali Birand’ın aleyhindeki her iddiaya gözü kapalı atlama eğilimleriyle bu ithamları bu kadar kolaylıkla yapanlar, beraberinde onlarca saygın gazeteciye de aynı ithamda 
bulunmaktadır. 

Bu konuda meslektaşlarımızın çok dikkatli olmasını rica ediyor ve bu durumun devamı halinde hukuki yollara başvuracağımızı kamuoyuna duyuruyoruz. Saygılarımızla.” 

(32. Gün, Temmuz 2008) 

Güney’in programda ortaya attığı taşlar, bir delinin dibi belirsiz kuyuya taş atması gibiydi: "Belki diğer gazeteci arkadaşlarla paylaşmam gerekirdi ama çift meslekli gazeteciler araştırmasını görünce bu belgeleri sakladım. 
Bugün de gazetecilerin bir kısmı Türk istihbarat birimlerine çalışıyor. Gazetecilerin beni Ergenekon örgütüne satacağını düşünerek kimseyle paylaşmadım. 
Türkiye'de bazı gazeteciler beni kıskanıyor. Veli Küçük'le ilişkim gazetecilik ilişkisidir. Veli Küçük'ün benim haber yapmamda bir çok yardımı oldu. Haberlerim o dönemde manşetlerde çıktı. Fakat ben sadece Veli Küçük'ten dosya almadım. Ben Doğu Perinçek'le de çalıştım. Veli paşadan da gazetecilikte 
manşet yapmak istediğim için haberler geliyordu. Elimde bir askeri kimliğimde yoktu. Bunu emniyet de iddia edemez. 

Korunuyorum yoksa bu stüdyoya rahatlıkla gelemezdim. Yaşadığım ülkenin demokrasisi gayet güzel. Güvenliğim konusunda beni kendi arkadaşlarım koruyor. Görmediğim statüde korunuyor muyum ben bilmiyorum. Yakınımdaki, grubumdaki inançlı imanlı insanlar beni koruyor. Benim dosyalarım da Birand'ın dosyası da vardı. O dosyayı ben bizzat kendim okudum. Dosyada Birand'ın aile resimleri var. Ayrıca Mehmet Ali Birand'ı yıllar boyunca Türkiye'de, Avrupa'da bir devletin kolladığı yazıyor. Yani Birand'ın başka bir devlet adına çalıştığı yazıyor. 
Burada RTÜK var bu nedenle bu ülkenin adını açıklayamıyorum. 

Bazıları doğru... Onların bir kısmı benim arşivimde var. Fakat herşey doğru demek yanlış olur. Be Türkiye'de şunu görüyorumki bu Ergenekon hakkında, Türk toplumu çok fazla birşey bilmiyor. Çift meslekli gazeteci arkadaşlarım bana ‘karnından konuşuyorsun’ diyor. 

Ergenekon global bir örgüt. Ergenekon içindeki insanlar MHP'li değiller, islamcı da değiller. Ergenekon yapılanması hakikaten güzel bir örgüt. Yurt içinde ya da yurt dışında falan başarılı bir örgüttür. Ergenekon Türkler'in Ergenekon'dan çıkışı yani destanı değil. 

Ergenekon destanıyla bir ilgisi yok. Ergenekon adı 1978- 79’da İstanbul'da komutanlık yapan bir paşanın hocasının soyadı. 

Beni sorgulayan, bana işkence yapan Emniyet Müdürü de biliyor Ergenekon örgütünün liderini. O açıklasın bu ismi. 
Devlet ona maaş veriyordu, o niye açıklamıyor. Bu köyün delisi ben değilim. Bu Türkiye'nin iç sorunu. Benim sorunum değil, ben açıklayamam.” 

Bu arada, Mehmet Ali Birand, Tuncay Güney nihayet anlattı başlıklı yazısında şunları yazdı: ”Tuncay Güney’i Perşembe akşamki 32. Gün’de bilmem izleyebildiniz mi? Programa Kanada’dan katıldı. Konuşması, duruşu, yaklaşımıyla kendinden emin, ne yapmak istediğini bilen biri. Ergenekon belgeleri arasında, gazetecilerin büyük bir bölümünün yabancı devlet istihbarat örgütleri için çalıştığına dair notlar bulunduğunu da öğrendik. 

Ben kendimi merak ettim ve ‘Bir Avrupa ülkesi için çalıştığımı (!)’ öğrendim. Ali Kırca, Can Ataklı, Güneri Cıvaoğlu, Can Dündar, Soner Yalçın, Enis Berberoğlu, Tuncay Özkan, Fikret Bila, Ruhat Mengi, Sedat Ergin, Ruşen Çakır... daha kimler-kimler... Biri CIA, diğeri MOSSAD, öbürü MİT’in adamları. Pislik at, iz bıraksın... 
Yıllardır aynı teraneleri duyarım. Ciddiye de almam. Tuncay Güney, kendinin bir Ergenekon kazası kurbanı olduğunu söylüyor. Gazeteci olduğu için ona gelen belgeler başına bela olmuş, derin devletin çeşitli kesimlerinin arasında kalmış. 
Ancak, konuşmasına, sıraladığı mantık yapısına, ortaya koyduğu senaryolara bakınca, pek ikna olmadım. 
Yarattığı izlenim Ergenekon’un bir kurbanı değil, Ergenekon denen ve ne olduğu henüz tam belirlenemeyen bu garabetin kenarından veya köşesinden bulaşmış bir insan şeklinde. 

Tuncay Güney’i dinledikten sonra, Ergenekon dosyasının biran önce kesinleşip ortaya çıkması gerektiğine biraz daha inandım. Zira gizli kaldıkça bu olay sulanıyor ve işin ciddiyeti kaçıyor. 

Umarız, mahkeme bir iki gün içinde kesin kararını verir de, neyin ne olduğu, kimin neyle suçlandığı ve iddiaların inandırıcı olup olmadığı ortaya çıkar.” (Birand, Ağustos 2008). 
Medyada ne zaman ajan gazeteciler tartışması başlasa kulak kabartırım. Bu sefer tartışmayı Taha Kıvanç 29 Kasım’da başlattı. MİT ile bağlantılı 23 gazeteci listesinden söz etti ve iki ismi kodlayarak öne çıkardı. Herkes bu isimlerin, 'Siyah' kodlu Fatih Altaylı ve MİT'in kapsamlı tarihini yazan Ergenekon'un tutuklu sanığı Tuncay Özkan olduğunu anladı. Gerçekten MİT ajanı olsam “Evet MİT ajanıyım” demem mümkün mü? diyen ve Kıvanç müstearını kullanan Fehmi Koru'nun iddialarını ret eden Altaylı, 'Ben MİT ajanı isem, siz it ajanı mısınız' diye sordu. Altaylı'nın eşi “Boş ver takma kafana. Bunlar Uğur Mumcu için de MİT ajanı demişlerdi. Senin gibi ağzında bakla ıslanmayan adamdan ajan majan olmaz. Hemen kovarlar” demiş. Haksız sayılmaz. Kıvanç her ne kadar listeyi İç İşleri eski bakanı Saadettin Tantan'dan duyduğunu söylesede, bu listenin eski 
Başbakan Mesut Yılmaz tarafından kendisi ile görüşen iki gazeteciye Zafer Mutlu ve Hasan Cemal'e verildiğini gazeteciler 8 yıldır biliyor. Listeyi kim hazırlamış belli değil. Ama listenin başına gelenler trajedi olduğu kadar komikte. Altaylı'nın her hafta MİT'e uğrayıp zarf aldığını MİT'ci Mehmet Eymür daha önce açıklamıştı. Ancak Altaylı'yı ilk itham eden gazeteci Haluk Şahin idi. Şahin'in CIA elemanı olduğunu ise, 'Ergenekon'un Çöküşü Çöküşü 2' isimli kitabında Zihni Çakır yazdı. Ergenekon'un kara kutusu Tuncay Güney'e göre, Çakır'ın listesi, Veli Küçük'ün eline geçen meşhur kayıp çuvalından çalıntı. Peki nasıl oluyor bu? Güney'i sorgulayan polis Adil Serdar Saçan tarafından Emniyet dışına kaçırılan belgeleri teslim alması için, Saçan'a Küçük Tuncay Özkan'ı gönderiyor. Özkan bir kopyasını alıp, belgeleri gizliyor, Küçük'e başka kopyayı teslim ediyor. MİT, iddiaya göre, Saçan'ın gizli deposuna bir gece girip belgeleri kopyalıyor ve Genelkurmay'a rapor sunuyor. Depo, tevafuken 2004'de basılıyor ve belgeler 
tekrar Emniyet'in eline geçiyor. İstihbarat servislerimiz arasında tam bir liste kapmaca, saklambaç, körebe oynanıyor. Güney'e göre ise, Küçük'ün arşivi ve belgeler Emniyet'in eline geçmesinden sonra Çakır'a, kitabı için sızdırıldı. CIA ajanı damgası vurulan gazetecilerin isimleri şunlar: Erdal Şimşek, Kamuran Akkuş, Harun Odabaşı, Haluk Girti, Önder Şuşuoğlu, Mehmet Güç, Reha Muhtar, Necdet Açan, Güneri Civaoğlu, Cengiz Çandar, Mine Kırıkkanat, Haluk Şahin, Okay Gönensin, Bilal Çetin, Murat Birsel, Ali Bayramoğlu. Bunlar arasında, MİT tarafından hazırlanan ve eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in CIA ajanı olduğunu gösteren bir belge de var. Tek kelime ile 'çakma', saptırma bir liste bu. Bu isimlerin yarısını şahsen tanırım, hepsi sıkı gazeteciler dir. Susurluk skandalını ortaya çıkaran gazeteci olarak da ilan edilen Haluk Girti, 
"Susurluk olayından sonra işimden gücümden oldum, Yaklaşık 10 yıldır hiç bir medya kuruluşu beni derin devlet korkusundan işe almadı. Yıllarca tehdit telefonları aldım ama öldürülmedim. Bu işleri çorap söküğü gibi başıma saran, 1998 senesinde Akşam Gazetesinde, gazeteci olarak tanıdığım Tuncay Güney isimli şahıstır" diyor. Mehmet Ali Birand, Can Ataklı, Can Dündar gibi gazetecileride MİT elemanını bırakın yabancı servislere çalıştığına dair belgeyi gördüğünü söyleyen Güney'in bahsettiği liste, gayri ciddi. Babasının eski bir MİT 
elemanı olması Can Dündar'ı otomatik olarak istihbarat elemanı yapmaz. 
28 Şubat sürecinde, Sabah gazetesinde Genelkurmay 2. başkanı Çevik Bir'in haber toplantılarına katılıp manşetleri atmasına ses çıkaramayan Can Ataklı, 
servis haberlere mecbur kaldığı için yer vermiştir. 

19 .CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 13

ERGENEKON UN., KARANLIK İSMİ KARA KUTU TUNCAY GÜNEY., BÖLÜM 13


YILAN HİKÂYESİNE DÖNEN İLTİCA MACERASI 

Güney, ABD'ye nasıl kaçtığını şöyle anlatıyor: 'Sorgudan sonra, Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan bana, 'S... git bu ülkeden, herkesin başını belaya sokacaksın' dedi. Yurtdışına çıkış yasağım vardı. Atatürk Havalimanı'nda emniyet müdür yardımcısına ve bir polise 600 dolar rüşvet vererek çıkış yaptım. Polis sorgusundan üç gün sonra buluştuğu emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün kendisine, "Git Amerika'ya ve 10 yıl gelme" diyor. Güney, şunları söylüyor: "Bu aslında bir tehditti. 'Senin sorgulanmanı aslında Tantan istedi. Seni bir daha alıp 
sorgulamak istiyorlar. Adil Serdar Saçan seni her an yine alabilir. Git buralardan ve 10 yıl gelme' dedi. İçişleri Bakanı Sadettin Tantan da o günlerde, Tapınak Şövalyeleri'nden bahsediyordu. Tantan'ın, ülkeyi ele geçirmeye çalışan Tapınak Şövalyeleri'nden kastı, Ergenekon örgütüydü. Veli Küçük, bana 'Git' dediğinde, matematik hatası yaptı. Veli Küçük, hep rakı masasında karar verir, kimlerin öleceğine. Şundan eminim, bana 'Git' dedikten sonra, bir rakı masasında da benim ölüm kararımı aldı ama iş işten geçmişti.' Aydınlık gazetesi çalışanları kaçması için yardımcı oluyor. Hüseyin Karanlık havalimanı polisi ve müdürü görmesini sağlıyor. 
Manhattan’da kaldığı Otelden kısa sürede çıkıyor, çünkü parası yetmiyor. 
Güney gibi gazetecilik yapmış biriyle, ABD İstanbul Konsolosluğundaki Robert Person’un dostluk yapması ve 10 yıllık gazeteci görünümü vermesinde anormal bir durum yok. Ancak, bir yıl boyunca koridorlarını aşındırdığı Aydınlık dergisi, aynı fikirde değil. 3 Şubat 2008 tarihli sayısında yayımlanan haberde, Tuncay 
Güney'in ifadesi alınmadan önce, CIA'nın avucuna düştüğünü ileri sürüyordu. Saptanan ilk ilişkiler, 2000 yılında CIA'nın İstanbul'daki Operasyon Şefi ile Meşrutiyet Caddesi’ndeki Amerikan Başkonsolosluğu'nda görüşmelerle başlıyor. Tuncay Güney, o sırada CIA şefi sayesinde, ABD'den 10 yıllık vize aldığını çevresine açıklıyor. İngilizce bilmeyen Tuncay Güney, Amerika'daki yaşam hayâllerini yakınlarına anlatıyor. (Aydınlık, Şubat 2008). 

Güney'in ABD'de yaşadıklarına dair çok az şey biliniyor. Yakın çevresine anlattığına göre Güney, New York'taki ilk günlerinde büyük zorluklar çekti. MİT'e ait bir binada bir yıl yaşadığı yanlış, dezenformasyon. 2 hafta dolmadan kaldığı otelden ayrıldı. Günde 16 saat bir benzin istasyonunda çalışıyordu. Ancak o dönemde, kimi aracılar sayesinde Howard Williams adında bir Evanjelist ile tanışmış. Protestanlığın radikal bir yorumu olan Evanjelizm'de Eski Ahit yani Tevrat inançlarının tek kaynağı. Evanjelistler Eski Ahit'te bahsedilen 
Yahudiler'in Tanrı'nın seçilmiş halkı olduğu dogmasını onaylıyorlar. ABD Başkanı Bush'un da bağlı olduğu bu grup, ABD'de en hızla büyüyen dinsel topluluk. Güney'i hem Türkiye'den hem Kanada'dan iyi tanıyan ve kimliğinin gizli tutulmasını talep eden bir kişi, onun Türkiye'deyken son yıllarda Kitabı Mukaddes Yayınevi'yle yakın ilişkide olduğunu belirterek muhtemel aracılara da işaret ediyor. Türkiye'de bir kilisede görevli ve adının saklanmasını isteyen bir Protestan papaz da bu ilişkiyi doğruluyor: "Güney Milliyet gazetesinde çalışır  ken bizim kiliseye gelip Hıristiyan olmak, ABD'ye gitmek ve İngilizce öğrenmek istediğini söylemişti. Altı ay gelip gitti, İngilizce derslerine katıldı." Bu papaz Williams'ı tanıdığını belirtse de Güney'in orada Williams ile ilişki kurmasına aracılık etmediğini, bu konuda bilgisi olmadığını söylüyor. 

Güney'e ABD'de bulunduğu süre içinde ve sonrasında da çok yardımcı olan, adeta ağabeyi, fikir babası gibi gördüğü kişi Mardin Dargeçit doğumlu Ermeni veya Süryani olduğu sanılan Yakup Can. Newsweek’teki kendi ifadesiyle, "1978'de hayatını insanlığı nurlandırmaya adayan bir din adamı." Hıristiyan 
kelimesini tercih etmeyen Can, inancını "Mesih'in bir imanlısı" yani Evanjelist olarak tanıtıyor. Can, Güney ile tanışmasını şöyle anlatıyor: "Bir gün, Williams birader beni aradı ve 'Yanımızda çok donanımlı, sorulan olan bir genç var. Size yönlendirebilir miyim' diye sordu. Hemen kabul ettim." Can, Güney'i ilk kez gördüğünde çok kötü durumda olduğunu anlatıyor. Yakup Can, çok farklı bir şahsiyet. Milyon dolarlara hükmeden bir misyoner. 10 yıllık vize ile ABD’ye Güney giriş yapmasına rağmen 6 aylık kalma izni veriliyor ve tekrar uzatmak istemiyorlar. Can ve Güney, uzun bir süre Güney'in çalıştığı benzin istasyonundaki tek izin günü olan perşembeleri, saat 12:00'den akşam 20:00'ye kadar Eski Ahit üzerine çalışmışlar. Can’ın Amerikalı yetkililere gidip vizesini 
uzatma talebine 11 Eylül sonrası ortamda sıcak bakmıyorlar, Güney’in hesabında 100 bin dolar olması gerektiğini söylüyorlar. Yakup Can, kilisesi adına hemen çıkartıp bir milyon dolarlık çeki Tuncay Güney adına yazıp Amerikalı yetkiliye sunuyor. Ancak bu tavır tam tersi etki yapıyor. Amerikalı yetkili, ‘beş milyon dolar yazsanda bu şahsın vizesini uzatmayacağım’ diyor. Can, "Güney 2004'te din değiştirmeye karar verdi ve bir kilisede yanımda vaftiz oldu" derken, Güney ise "ifadesi Yakup Beyi bağlar" diyerek yorumunu yapıyor: "Vaftiz, Hıristiyanlık üzerine bir kilisede olur. Ben kilisede hacın altında hiçbir şey olmadım. Söylediği yer, bir İsrail evidir." Güney'in adının geçtiği New York Institute adlı kuruluşun da, Güney tarafından gazetecilik ve araştırma faaliyetlerine devam etmek için kurulduğunu anlatıyor. Internet sitesinde adı 'müdür" olarak geçen Can, bunu 
Güney'in ricası üzerine kabul ettiğini ancak hayatta insanlara yardım etmek dışında hiçbir işi olmadığını, politikayla asla ilgisi bulunmadığını ekliyor. Can, beraber geçirdikleri günler, dersler boyunca Tuncay'ın samimiyetine ve iyiliğine tamamen inanmış, "Tuncay için canımı veririm" diyor. Bugüne dek kendisine her anlamda yardımda da bulunmuş. Oturma izni ve vatandaşlık gibi konulardaki sorunlardan dolayı ABD'de kalması imkânsız hale gelen Güney'i Kanada sınırına kadar kendi aracıyla götüren de o, ihtiyacı olduğunda kendisine para gönderen 
de. Tuncay'ın hayatının tehlikede olduğunu insanlardan duyduğunu belirten Can, "Çok endişeliyim" diyor. Can’ın Güney için 2004’de vaftiz olmak için ABD’ye geldiğini ima eden beyanatı hatalı. Çünkü Güney, 2001 yazında Türkiye’yi terkediyor, 2002 yılı başında Kanada’ya iltica ediyor ve geri dönemiyor. Güney, 
Kanada’ya 14 Şubat 2004’te girdiğini, iltica başvurusunun da 1.5 yıl önce sonuçlandığını söylüyor, ama durum öyle değil. Kanada mahkeme kayıtlarında, 2004 yılında Göçmen ve Mülteci Komisyonu’na sunulmuş bir müracaat dilekçesi kamuya açık. 16 Haziran 2004 tarihli belgeye göre ismi ’X’ olarak belirtilen 
Güney’in 32 yaşında olduğu ve komisyondan mülteci koruması talep ettiği belirtiliyor. İsmini vermek istemeyenler X konuyor. Güney, 2002 kışında geldiği Kanada’da avukat bulamaması, daha doğrusu ilk avukatu İstanbul doğumlu Yahudi avukat Annita Legget’in davayı almaktan vazgeçmesi nedeniyle başvutu ancak 2003 yılında yapabildi. 

Hürriyet muhabiri Tolga Tanış, kısmen yanlış şu bilgileri yazdı: Avukatı, Kürt - Alevi kimliği nedeniyle Türkiye’de baskı gördüğünü iddia edip Kanada’ya iltica başvurusu yapmış Türklerle de ilgileniyor. Kanada Hükümeti’nin dar gelirlilere ücretsiz avukatlık hizmeti sağlamak için kurduğu ’Legal Aid Ontario (Ontario Yasal Yardım)’da çalışıyor. Güney’in davası hakkında yorumda bulunmadı. 
"Notlarımı kontrol etmem lazım, sizi daha sonra arayacağım" dedi ama bir daha konuşmadı. ’Diğer mültecilerden farkı yok’ kararı Belge, Tuncay Güney’in iltica başvurusunda belirttiği argümanları ele alıyor ve bunların yeterli olmadığı sonucuna varıyor. Buna göre, Güney, detaylı bir sorgulamaya uğramak istemediğini, kaçtığı ülkede devlet tarafından kötü muameleye maruz kaldığını, travma yaşadığını, cinsel baskıyı da içine alan kültürel farklılığa uğradığını iddia etmiş. Ayrıca bir psikolog tarafından hazırlanmış, konsantrasyon problemi 
ve hafıza kaybı sorunu yaşadığını gösteren rapor sunmuş. Avukatının, Güney’in durumu için "İstisnai şartlar var" demesine rağmen, kararda "Diğer mültecilerden hiç farkı yok" deniyor. Yahudilerden tanıyan yok Evanjeliklerle dolaşıyor Güney’in iltica başvurusuyla ilgili son durumunu gösteren belgeler gizli. Ancak ilk başvurusunu cinsel kimliğine dayandırarak yapan Güney’in, daha 
sonra savunmasını ’hahamlığını’ vurgulayarak dini bir gerekçeye kaydırmış olması muhtemel. Kanada Hükümeti, dini baskıları gerekçe göstererek sığınma isteyenlere eskiden beri çok anlayışlı davranıyor. 

Türkiye’den Kanada’ya giden diğer Türkler de bu yüzden genelde iltica başvurularını din zeminine oturtuyor. 

Tuncay Güney, Yahudiliğin mesih inancına bağlı olan, ’Mesihçi Yahudilik’ kanadından olduğunu söylüyor. 

Ancak Yahudiler, normalde Hz. İsa’nın mesih olduğuna inanmıyorlar ve bu yüzden ’Mesihçileri’ Yahudi değil, Hıristiyan olarak görüyorlar. Kanada’da Tuncay Güney’in çevresi de onu Yahudiden çok bir Hıristiyan olarak tanıyor. Çevresi İranlı dolu. Güney’in MİT’le ilişkisini gösteren belgede, "İpek" kod adıyla İran Masası’nda görev yaptığı yazıyordu. Kanada’daki ilişkilerine bakınca, hálá İran’dan ’dost edinme’ alışkanlığını sürdürdüğü görülüyor. Ayrıntılar şöyle: Institute of New York için web sitesi hazırlayan Vahid Garousi, bir İran Azerisi. 
Eldar Miyanali de, büyük ihtimalle Garousi’nin kullandığı takma isim. İnternet forumlarında, hem ’Vahid’ hem ’Eldar’ adıyla, İran’daki Azerileri savunan, üst üste atılmış milliyetçi yazılar var. En son oturduğu evin sahibi İranlı bir doktor. Ona evi ayarlayan da Toronto’da fayans işi yapan başka bir İranlı. Eski evinde 
oturan Türk’ün söylediğine göre, ayrıca Kanada’ya gelen birçok İranlı’nın mültecilik işlemleri için koşturmuş. Dışı Yahudi olabilir ama içi ateşli bir Evanjelik TUNCAY Güney’in Toronto’da en yakın olduğu kişi, Tim Stevens adında Evanjelik bir Hıristiyan. Güney’in Tim Stevens ile olan bağı, New York Institute adlı internet sitesiyle başlıyor. Stevens, sitenin sorumlularından gözüküyor. Karısı Colleen ile Toronto’da uluslararası öğrencilere yönelik bir eğitim programı yürütüyorlar. Yurtdışından geçici süreliğine gelen ya da Kanada’da eğitim gören 
öğrencilere hem İngilizce öğretiyorlar hem de İncil eğitimi veriyorlar. Bağlı bulundukları Alberta merkezli International Student Ministries Canada (ISMC), bir misyonerlik örgütü. Stevens çifti, organizasyonun Toronto temsilcisi. ’Tuncay istedi, size konuşamam’ Broşürlerinde hangi gün hangi kilisede ne eğitimi 
verileceği, hangi görevlinin sorumlu olduğu belli. Telefon numaraları, adresler, her şey net. Ancak Tuncay Güney hakkında konuşmak istemediler. Colleen Stevens, bunu Tuncay Güney’in istediğini, kesinlikle bilgi vermeyeceğini söyledi. Sonra da telefonu kapadı. Bir müstahem de, Stevens’ın işleri nedeniyle gittiği kiliseden tanıdığı Güney’in Evanjelik olduğuna yemin etti. "Dışı Yahudi olabilir ama o çok ateşli bir Evanjelik" dedi. Toronto’daki hiçbir Yahudi örgütü, Güney’in içinde yer aldığı sinagog ve örgütlerden haberdar değil. 
Toronto’daki Yahudi Federasyonu Başkan Yardımcısı Howard English, Tuncay Güney’i tanımadıklarını, haham olduğunu iddia ettiği sinagogu bilmediklerini, kurduğu internet sitelerinden de haberleri olmadığını söyledi. 

Toronto’da Mesihçi Yahudilerin hepsini tanıyan Haham Michael Skobac da, böyle bir ismi daha önce hiç duymadığını belirtti. Howard English’in bahsetmesi üzerine konuyu biraz araştırmış Skobac; "Sitelerine girdim, orada yazan e - posta adresine mesaj attım ama kimse yanıt vermedi" diyor. (Hürriyet, Aralık, 2008). Can’ın, Kanada Göçmenlik Bakanlığı’na Güney’e statü vermeleri için yazdığı referans mektubu inanılmaz komik. Güney’i ‘Mesih’in askeri’ olarak tanıtan Can, eğer ona Kanada vatandaşlığı vermez iseniz yarın pişman 
olabilirsiniz mahiyetinde tehditkar ifadeler kullanıyor. Bu mektup, Güney’in davasına çok olumsuz yansımış, iki yıl mahkeme günü vermeyip süründürmüşler Güney’i. Davasının uzun sürmesinin sebeplerinden biri bu karanlık ilişkileri. İlk çıktıği duruşmada hikayesine inanmayıp bir sonraki mahkemeye gün verilmemiş. Yıllarca zavallı Tuncay mahkemeden gün bekledi. Beklediği tarih, ancak Mohammed Attar, Mısır'da gözaltına alındığı 2007 başında verildi. Şubat 2007’de ilk çıktığı mahkemede çapraz sorularla 7 saat terletilen Güney’e sürekli Attar ile 
ilişkisi soruldu.
CIA ile bağlantısını ispatlamak için kullanılan meşhur web sayfası ise oldukça amatör bir çalışmadır. Posta adresi: PO Box 353 Dumont New Jersey 07628. New York Institutes sitesinin telif hakları “lifezion.inc” adlı internet şirketine ait. Bu şirket ise, Güney Kore merkezli “Today and Tomorrow Co.Ltd” isimli şirkete ait. 
http://www.instituteus.com/news/turkish/   bağlantısında Tuncay Güney’in fotoğrafının yanında “Editor in Chief” 

yazıyor. Türkçesi Genel Yayın Yönetmeni. Müdür sıfatıyla bir başka Türk ismini görüyoruz: Yakup Can. Bir tek Can’ın fotoğrafı yok. Can, ABD’de yaşıyor, ABD’de değil. Murat Özcan ve Melis Nacar ise İngilizce’ye uyarlanarak Morad Ozjan ve Meliss. T. Nacar şeklinde yazılmış. Ekibin diğer üyeleri ise: Vahid Garousi, Estelle Swettenham, Tim Syevens, Renat Elizarov, Aleksander Ivanov. Tuncay Güney’in sitesinin yan tarafında “Congregation Melech Yisrael” diye bir başlık var. Tıklayınca başka bir siteye geçiliyor. 
Hz. İsa’yı peygamber olarak benimseyen bağnaz bir Yahudi tarikatının resmi sitesi. Yahudi sever siyonist bir arkadaş grubu. 

Güney, Kanada’ya ilk geldiğinde kaldığı sığınma evi Katoliklere ait ve başında Alman kökenli Tim adlı bir iyilik meleği var. CIA'ya ait denilen meşhur web sayfasında adı geçen Tim, Güney’in hayatında en önemli rol oynayan ikinci isim. Yakup Can’dan sonra bu Tim, ne zaman başı sıkışsa Güney’in imdatına koşan, para yardımı yapan, ev, iş bulan yardımsever bir insan. Pape caddesinde Kilisenin bodrum katında faliyet gösteren dil kursuna yabancı öğrenci getirme konusunda Tuncay yardımcı oluyor. Tuncay, bu dönemde Tevrat’dan çok 
Tim’in hediye ettiği İncil’i okuyor. Tim sağlam bir Hristiyan, herkesi Hristiyan yapmaya çalışıyor, Güney onun bu zaafından yararlanıyor ve sık sık parasını çekiyor. Amerika’daki günlerinden itibaren hep birtakım web siteleri kurmuş. Bu konuda teknik bir bilgisi yok, ama her seferinde yine kendisine yardım edecek birilerine ulaşmış. www.instituteus.com: New York Enstitüsü adında, gerçekte var olmayan bir kuruluşa ait. Sağda soldan toplanmış haberlerle dolu, gelişigüzel hazırlanmış bir site. Künyede Tuncay Güney sitenin genel yayın yönetmeni gözüküyor. Diğer 3 sorumlu olarak da, Yakup Can, Tim Stevens ve Renat Elizarov’un ismi var. Daha önce çok daha fazla isim varken Güney’in dışında sitede şimdi sadece 3 isim kalmış durumda. İnternet adresi, 27 Aralık 2003’te alınmış. Sitenin sahibi, Yakup Can gözüküyor ama kontak olarak Tuncay Güney’in e-postası verilmiş. Teknik sorumlu Eldar Miyanali. Miyanali adına verilen telefon numarası ve e-posta adresini kontrol ettiğinizde, Kanada Alberta’daki Calgary Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisi olan Vahid 
Garousi’ye ulaşıyorsunuz. Garousi, Tuncay Güney’le hiçbir zaman yüz yüze konuşmadıklarını, ismini veremeyeceği bir arkadaşı üzerinden tanışıp hep telefonla görüştüklerini söylüyor. 

Toronto’da Mesihçi Yahudiliği savunan bir sinagoga ait olduğu iddia edilen internet sitesi. Adres, 6 Kasım 2006’da alınmış. Yetkili kişi Karl Delgadillo adında bir web tasarımcısı gözüküyor. Delgadillo, internete koyduğu özgeçmişinde Mesihçi Yahudi örgütü Kehilot’a üye olduğunu yazmış. Hobisinin de, 3. dünya ülkelerindeki sivil toplum örgütlerine web sitesi hazırlamak olduğunu. 

Tuncay Güney ismini duyduğunda, "Konuşmak istemiyorum, bir daha beni bu konuda aramayın" diyerek telefonu kapadı. Mevaser.com adında bir internet sitesi var. www.jacobhouse.ca: B’nai Yaakov (Jacob House’un İbranicesi) adındaki bir sivil toplum örgütünün internet sitesi olduğu yazıyor. Girişte "Haham" Tuncay Güney’den bir mektup karşılıyor sizi. Onun yanında Mevaser Yochanan adında, kim olduğu belli olmayan, ismini Delgadillo’nun şirketinden almış başka bir hahamın daha adı var. Sitenin ismi, 4 Aralık 2007’de 
alınmış. ( Hürriyet, Aralık, 2008). 

Güney’in adı Kanada medyasında 1 Ocak 2007’de ve Şubat 2008’de Muhammed El Attar'ın Mısır’da önce göz altına alınması sonrada İsrail lehine casusluk yaptığı suçlamasıyla tutuklanmasının ardından gündeme geliyor. 

Kanada’da yaşayan üç ismin casusluk olayıyla gündeme gelmesinden sonra tozlu raflarda yıllardır bekletilen Güney’in iltica dosyası dikkate alınıyor ve mahkeme için gün veriliyor. Doğu Perinçek’in gizlice Türkiye’ye getirildiğini iddia ettiği bu dönemde Tuncay’ın derdi başından aşkın. Bu üç isimden birisi olan Daniel Levi, 
Tuncay Güney’in kullandığı bir isim. Mısır’ın Attar’ı tutuklamasının ardından CIA’ye bağlı bir ekip, Toronto’da Tuncay Güney’in yaşadığı eve baskın yaptı. Yapılan baskında, CIA ekibinin başında sarışın güzel bir kadın var. 

Tuncay Güney’e kimliğini gösteriyor ve ilk söylediği şu oluyor: MOSSAD,’a çalıştığını biliyoruz. Arkadaşlarıyla oturan Güney’i ayrı bir odaya alan CIA ajanı kadın, sadece Attar ile ilgili sorgulamak istiyor. 
Ancak şok bir bilgi ile karşılaşıyor. Alemi birbirine katan, bunca iş karıştıran, CIA ajanı olduğuna CIA’nın bile güldüğü Tuncay, İngilizce bilmiyor. En önemlisi CIA, Tuncay’ın İngilizce bilmediğini bilmiyor. Mossad’a bordrolu çalışmadığını, sadece bir kaç yaptığı parça iş karşılığı para aldığını bilmiyor. Bu parça işleri ABD’den Yakup Can adlı Türk Rabaylardan görüntülü MSN aracılığıyla aldığını bilmiyor. İstenilen raporları, oraya gönderdiği için sanırım MOSSAD ajanı sanıyorlar. 

Baskın sırasında evde bulunan kişilerden birisi aynı evi 1.5 yıldır paylaşan kız arkadaşı Melis ve iki aydır hasbelkader evinde kalan arkadaşına tercümanlık yapması için ricada bulunuyor sarışın güzeli CIA ajanı. İngilizcesi yeterli olmayan Tuncay Güney’e sorgu sırasında tercümanlık yapan Melis. CIA, zorluk çıkarmadan verdiği bilgilerden dolayı Tuncay Güney’in adresine 100 dolarlık bir çek gönderiyor. Çeki bozdurmaya gittikleri arkadaş çekin 120 dolar olduğunu söylüyor. Bunu Canadatürk yazdı diye Güney kızgın. Önce ret ediyor, sonra olayı kabul ediyor. Türkiye’den en az on gazeteci, bu haberi Güney’in CIA ajanlığına delil olarak sunuyor. 100 dolar alıyormuşsun ya diyorlar. CIA efsanesi bitiyor, ama bizim cahil gazeteciler sinekten yağ, olmayan haberden haber 
çıkartmaya çalışıyor. Güney bıkmış. Önce dalga geçiyor. Evet 100 dolarlık metropass parası veriyorlar. Bu kart Toronto’da metroya binmek için kullanılır. Türk gazeteciler makaraya sarıldıklarını dahi anlamıyorlar. 

Güney, sonunda ne yazıyorsanız aman yazın diyor. Güney’in iltica mahkemesinde düzenli duruşmaları Ergenekon davasının başlamasının ardından sıklaşıyor. Nisan 2008’de Kanada İstihbaratı CSIS’dan bayan bir yetkili Güney ile Toronto’daki bir Türk restaurantında buluşuyor. Bu bilgiyi verenler, görüşmeye kulak misafiri olanlar. CSIS, Güney’in MOSSAD ajanı olmadığını anlamış, Attar’ın geri alınması için yapılan girişim başarısızlıkla sonuçlanmış. CSIS yetkilisi, Güney’den Attar’ın yaptığı aptallığı yapıp Kanada pasaportu alsa bile kendi ismini kullanmamasını ve vatanına asla giriş yapmamasını öneriyor. 

Yeni Şafak’ta İbrahim Karagül’ün Güney’le ilgili yazıları çok ağırdı: “Kendisini bizzat tanıyanlardan ve Musevi çevrelerden gelen tepkilere göre, bir şarlatan. Kendisini bizzat tanıyan bir kişinin onu anlatan cümleleri şöyle: Veli Küçük'ün evinden çıkan ‘ajan gazeteciler listesi’ pek ciddiye alınmadı ama Ergenekon operasyonu kapsamında bir cambazın neler yapabileceğini bir kez daha gördük. Küçük; listenin kendisine ait olmadığını, Tuncay Güney tarafından verilen kırk sayfalık matbu dosyanın içinden çıktığını söylüyor. Konumuz bu liste değil. Ergenekon operasyonu kapsamında her yerde karşımıza çıkan, en mahrem bilgileri açıkça ortaya koyan, karanlık ilişkiler ve operasyonlarda yer alan söz konusu tuhaf kişiliğin, Türkiye'nin en derin iktidar kavgasının içinde bu kadar 
nasıl yer alabildiği. Mossad İslamcısı başlıklı yazının konusu olan bu ‘çok tanınmış’ kişi ruh sağlığı bozuk bir şarlatan mı yoksa gerçekten bütün olayların içinde yer almış bir kişi mi? Kendisini bizzat tanıyanlardan ve Musevi çevrelerden gelen tepkilere göre bir şarlatan. Kendisini bizzat tanıyan bir kişinin onu anlatan cümleleri şöyle: ‘JITEM'in kuryesi ve muhbiri olarak çalışmaktaydı. Pek çok kez Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani ile görüştü. 

Kurye olarak bu kişilere teklifler götürdü. Israrla babasının göçmen, Sabetayist olduğunu söylüyor. Annesi halim selim, dindar ve beş vakit namazını kılan birisi. Duysa Musevi olduğunu kahrından ölür. 2001'de ABD'ye geldiğinde vaftiz olup Protestanlığa geçti. Amacı iltica etmekti. Başaramayınca Yahudi kılığına girip, kippa takarak Kanada'ya geçti. Kur'ân bilgisini test ettim. Yasin'in ilk sayfasını ezbere okudu. İran'da öğrendiğini söyledi. İbranice bildiği bir yalan. İngilizce bile doğru dürüst bilmiyordu. İltica ettikten sonra önce gay savunmasını sonra da Yahudi tezini işledi. Her ikisini de kaybetti. Kürtlere yaklaştı, oradan da umduğunu bulamadı. Gay evliliği yaptı. Kanada'daki Yahudi cemaati onun ne olduğunu biliyor ama şu an ses çıkarmıyorlar. Bir sinagoga sığındı. 

Sansasyona ihtiyacı vardı, mahkemede tezlerini kabul ettirebilmek için. Muhbir arkadaşı Abdülmuttalip Gülsen aracılığı ile şu an bunu yapıyor. Çünkü Türkiye'ye gönderileceğini ve yargılanacağını biliyor.’ Türkiye'de hemen her İslâmcı grubun içinde yer alan, 28 Şubat döneminin iğrenç tezgâhlarında rol alan, örtülü 
operasyonlara katılan, kullanılan ve belki de işi bittikten sonra öldürüleceğini anlayan bu hastalıklı adamın hikâyesi böyle mi gerçekten? Faruk Arslan bu şahısla ilgili çarpıcı bilgiler içeren yazılar yazdı. Hikâyeyi onun yazısından özetle tekrar okuyalım: ‘Mısır hükümeti, Kanada'da çalışan üç MOSSAD ajanının isimlerini Interpol'e bildirir. Kahire'de yakalanan MOSSAD ajanı Mohamed Essam Ghoneim el-Attar'ın verdiği 3 isim Türkiye ve İsrail vatandaşı olan Daniel Lévi, Kemal Kosba ve Tuncay Bubay. El Attar'ın söylediği isimler sanırım aslında tek şahıs. Dört veya fazla müstear isim kullanan Tuncay Özbey (Daniel Lévi), ‘derin 
devlet’imizin 28 Şubat sürecindeki ‘muhbirler’inden, Veli Küçük'ün ekibinden bir Türkiye ve İsrail vatandaşı. (Biz onu Tuncay Güney olarak biliyoruz.) Üç yılını hapiste geçirmemek için 2001'de Mısır'dan Türkiye'ye kaçtığından beri Mısır istihbaratının takibinde olan El Attar, MOSSAD'a çalışmak istediğini bildirince, İstanbul'da MOSSAD elemanı Daniel Lévi ile tanıştırılmış ve nasıl istihbarat toplayacağı öğretilmiş. 

MOSSAD onun hesabına, 56 bin üçyüz dolar transfer eder. Interpol'un kafası karışmasın, üç isimde aynı kişi olabilir; Kanada'da kullandığı isim Daniel Lévi, Türkiye'de ise Tuncay Özbey'di (Güney). Kanada istihbaratı Daniel Lévi'yi yakından tanıyor. Lévi, 11 Eylül saldırısından sonra Kanada'ya iltica etmiş veya özel görevle gönderilmiş bir MOSSAD elemanı veyahut gerçekten istihbarat örgütleri arasında kalmış bir mağdur. 

Türkiye'de kalsa ortadan kaldırılacağını biliyordu. Kanada hükümeti zaten bu nedenle, iltica talebini kabul etmiş. Mahkemede Veli Küçük ekibiyle MOSSAD ve CIA üçgeninde, 28 Şubat sürecinde neler karıştırdıklarını en ince ayrıntısına kadar anlatmış. Ermeni lobisiyle dirsek temasında, Türkiye aleyhine çalışmaya devam ediyor. Veli Küçük ve ekibini kutluyorum, ne de güzel vatansever (!) bir MOSSAD elemanı yetiştirmiş ve kullanmışsınız böyle...’ 



***