MEVLÜT Çavuşoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MEVLÜT Çavuşoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2019 Cumartesi

İŞİD - 2014 ORTADOĞU ESKİ SINIRLARINA TEKRAR KAVUŞAMAZ



İŞİD - 2014 ORTADOĞU ESKİ SINIRLARINA TEKRAR KAVUŞAMAZ



Yazarı Yuriy Mavaşev
19:59 24.12.2014


2014 yılının en önemli sonuçlarından biri, henüz 2013 yılında Beşar Esad güçlerine karşı savaşa giren IŞİD terör örgütünün hızlı yükselişi oldu.

IŞİD’in gerek ortaya koyduğu hedefleri gerekse bu hedeflere ulaşmak için seçtiği yöntemler açısından bilinen bütün uluslararası terör örgütlerinden farklı olduğu bilinen bir gerçek. Esir aldığı görevlilere ve sivillere yönelik kan donduran zalimlikleriyle bilinen IŞİD militanları 2014 yılının Haziran ayında Suriye ve Irak topraklarında İslam halifeliğini kurduklarını ilan etmişlerdi.

IŞİD nedir? Geleceği nasıl olur? Uluslararası toplum IŞİD ile etkili bir mücadele için hangi adımlar atabilir?

"IŞİD, 'ARAP BAHARI' UMUDUNA SON VERDİ"

Türk siyaset bilimci, etnik kriz uzmanı ve Uluslararası Stratejik Bakış Enstitüsü Başkanı Yusuf Çınar, Radyo Sputnik'e verdiği demeçte konuyla ilgili şunu söyledi:

"IŞİD sön dönemde ortaya çıkan bir örgüt olmakla birlikte kökünün finansmanının kim tarafından sağlandığı bilinmeyen, ama çeşitli iddiaların dolandığı bir yapılanma. Fakat burda önemli olan nokta nedir? IŞİD nelere sebep oldu? IŞİD bir nevi Arap Baharından faydalanmak isteyen ülkelerin umuduna da son verdi. Şöyle ki demokratik rejimlerin bölgede özellikle Orta Doğu'daki ülklerin hemen hepsi Müslüman ülkeler ve bu ülkelerin çoğunda demokratik olmayan bir yönetimler mevcut; çoğu krallık. Ve bu yönetim Arap Baharıyla birlikte bir değişime uğrayacaktı. Bu değişim demokratik biçimlerle olacaktı. Fakat IŞİD ortaya çıktıktan sonra örneğin Suudi Arabistan hemen IŞİD’in yok edilmesini önerdi. Yani krallıklar yaşma şansı buldu IŞİD’in ortaya çıkmasıyla. IŞİD'in Beşar Esad yönetiminin iktidarda kalmasına yardımcı olduğu da söylenebilir. Yani IŞİD bir terör örgütü olmaktan ziyade küresel aktörlerin ve bölgesel aktörlerin tamamen yeni stratejiler belirlemesine sebep olan bir harekettir diyebiliriz.

Gelecek dönemde burada IŞİD’in Irak toprakları üzerinde yaşama ihtimali çok yüksek. Aşırılık arttıkça IŞİD gibi bir örgütün o bölgede El Kaide aracılığıyla ulaslararası bağlarını kuvvetlendirerek yaşama alanı bulmuş olduğunu görüyoruz. İleride de ben bunun devam edeceğini tahmin ediyorum yani IŞİD ortadan kalkamaz. Bu örgütün yok edilme ihtimali çok zayıf. 

Ama marjinalleştirilebilir. 

21. yüzyılda terör örgütlerini tamamen bitirmek neredeyse imkansızdır.Fakat bunları toplumda marjinal koruma getirilebilinirse hem Irak toprakları üzerinde, Suriye toprakları üzerinde hem de küresel alanda marjinal bir boyut kazandırılırsa İŞİD zaten etkisiz hale gelecek. Sorunun asıl kaynağına yönelik çözümler üretilmeden bölgede istikrarın yakalanması mümkün değildir."

İSLAM DÜNYASI, IŞİD'İN HİLAFETİNİ TANIR MI?

Radyo Sputnik'e konuşan bir diğer isim, Rusya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (MGİMO) Kafkasya Sorunları ve Bölgesel Güvenlik Merkezi öğretim görevlisi, İslam uzmanı Ahmet Yarlıkapov’un konuyla ilgili görüşü ise şöyle:

"Aslında IŞİD baştan beri El Kaide’den ayrılan bir yapılanmadır. 2013 yılında militan liderlerinden biri El Bağdadi halifeliğini ilan etmişti ve böylece El Kaide’den ayrılmış oldu, İslam devletini kurma projesini gerçekleştirmeye başlamıştı. Dolayısıyla IŞİD’in 2013 yılında ortaya çıkması İslam ortamında tepkilere neden oldu. El Kaide ve birçok cihatçı bu projeye karşı çıkmıştı. Ama yine de bu proje çok çekici oldu çünkü IŞİD militanları belirli toprakları kontrol altına alıp petrol sayesinde kendilerine kesintisiz finansman sağlamayı ve Saddam Hüseyin’in Sünni askerlerini tarafına çekerek etkili bir devlet yapılanmasını kurmayı başardılar. Saddam Hüseyin’in askerlerinin IŞİD ile işbirliği karşılıklı yarar sağladı. Çünkü IŞİD’in onların tecrübelerine ihtiyacı vardı. Bu nedenle IŞİD, sadece sıradan bir terör örgütü değildir. IŞİD gerçek bir siyasi yapılanmaya dönüşmüş oldu. Bunu ciddiye almak lazım.

Burada önemli bir husus daha var. Halifelik tek bir kişi veya bir grubun  kararıyla kurulamaz. Halifelik, İslam’ın temel kavramlarından biridir. Ve onunla ilgili karar siyasetçiler tarafından değil, İslam alimlerinin oybirliğiyle alınır. Bu yüzden İslam dünyasının çoğunluğu IŞİD’i asla tanımaz. IŞİD’in Orta Doğu bölgesindeki etkisi konusuna gelince maalesef bugün itibariyle mevcut olan siyasi haritanın gerçeği yansıtmadığı ortadadır. Aslında şu an ne Irak, ne de Suriye var, çünkü onlar sömürgecilik döneminde suni olarak kurulan devletlerdir. Artık Irak ve Suriye’yi eski sınırlarında büyük bir ihtimalle bir daha göremeyiz. Uluslararası toplumun IŞİD sorununu çözmeye çalışırken son derece dikkatli davranması gerekiyor."

https://tr.sputniknews.com/columnists/201412241013256319/

***


IŞİD Karşı Mücadele koalisyonunda Türkiye kalacak mı?


ANALİZ.,

15:06 24.12.2014


Peşmerge” grupları tarafından kurulan güvenlik koridorundan binlerce Iraklı Yezidi Kürt faydalanarak Sincar dağının yamaçlarını terk etmiş oldu.

Dün Kürt silahlı kuruluşlarının yönetimi, uluslararası koalisyon güçlerinin havadan desteği sayesinde Sincar bölgesinde 100 km kare toprağı cihatçılardan temizlemeyi, göçmenlerin bulundukları toprak kesiminin ablukasını yarmayi, ayrıca 100 küsür savaşçıyı yoketmeyi başardıklarını açıkladı.
Irak Kürdistan’ı Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Masrur Barzani’nin bildirdiğine göre, bundan sonra “peşmerge” Musul istikametinde hareket etmek niyetinde, üstelik onlar Irak hükümet ordu birliklerinin yardımına ve büyük olasılıkla Arap güçlerinin katılışına bel bağlıyor. Bu demek ki, IŞİD karşı mücadele yapan uluslararası koalisyonun eylemleri, şimdilik ABD’nin önceleri seslendirdiği senaryoya göre gerçekleştirilecek: Batılı ülkeler IŞİD karşı kara operasyonuna katılmayı reddediyor, Irak ve Suriye’de bulunan mevzilerini bombalamakla yetiniyorlar. Batı ülkeleri “bu mücadelenin iki-üç yıl sürebileceğini” bildiriyor. Demek Türkiye ile sınırda şu anda Irak ve Suriye’yi kapsamına alan silahlı anlaşmazlık ocakları korunacak.

Yalnız havadan indirilen darbeler ile IŞİD üstesinden gelmeye olanaksız olacağını ikaz eden Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan NATO’lu müteffiklerinin stratejisini kesin şekilde eleştiriyor. Toprakları üzerinden Iraklı “peşmerge” Kürtlerini geçirmek zorunda kalması Türkiye’yi hiç tatmin etmiyor, çünkü bu sayede PKK savaşçılarının eylemleri aktifleşebilecek. Dahası da var. Amerika, IŞİD ile mücadeleye Türkiye’nin aktif katılması amacıyla Suriye havalarında uçuş için yasak bölgenin kurulması başta olmak üzere, sürdüğü koşulların hiç birini kabul etmedi. Ankara’nın fikrine göre, bu olay hiç olmazsa Türk topraklarına yeni göçmen akınını önliyebilecek.

Türk medyası bundan çok söz ediyor, “Washington’un Şam’da rejimin değişmesini koalisyonun başlıca amacı ilan edeceğine ilişkin Türkiyenin umutları boşuna” olduğunu yazıyor. Birçok Türk eksperine göre, IŞİD kendi omuzlarında Türkiye’ye “Al-Kaide’yi” sürüklememesi amacıyla Ankara standart olmayan siyasi manevralara hazır olmalı. Böyle şeylerin yer alması halinde, bu yeni tarihinde en ciddi siyasi ve jeopolitik meydan okuyuşu olacak.



The Daily News gazetesinin yazdığı gibi, “IŞİD karşı mücadelede kendi senaryosuna göre hareket etmeğe zorlamak için Batı Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şiddetli baskı yapmaya başladı”. Türkiye, IŞİD petrol satın almak ve petrol ürünleri kaçakçılığı yapmak, Türk sınırından Suriye’ye sızan yabancı cihatçıları yakalamak için önlemler almamakla suçlanıyor. Bu bağlamda Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “bunun Türkiye’yi olumsuz açıdan gösterme çabaları” olduğuna işaret etti.
Tek kelimeyle, IŞİD karşı sözüm ona mücadele devam edecek. Bu arada Dünya Bankasından eksperler, Suriye’deki içsavaş ve IŞİD karşı mücadelenin Ortadoğu’ya 35 milyar dolara mal olduğunu sanıyor. Dünya Bankası, istikrarsız durum, Türkiye de içinde, birçok bölge ülkesinin gelişmesini baltaladığını bildiriyor. Uzmanlar, savaşlar ile istikrarsızlığın bölge ülkelerinin ekonomilerine uzun süre içinde olumsuz etki yapacaklarını ikaz etti.


https://tr.sputniknews.com/analiz/201412241013253846/

***


19 Eylül 2018 Çarşamba

Yunanistan Egede Macera Peşinde

Yunanistan Egede Macera Peşinde 


Tugay Uluçevik tarafından yazıldı.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü      
Yunanistan
22 Aralık 2017 Cuma


  Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde ortaya çıkmış olan çeşitli ihtilâflar vardır. Bunların çoğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temel haklarını, 
egemenliğini, egemenlik yetki alanını, muhtelif çıkarlarını ve millî güvenliğini doğrudan ilgilendirmekte ve etkilemektedir.

Bu ihtilâfları şu başlıklar altında Zikretmek mümkündür:

1. Ege Deniz’inde karasularının genişliği;
2. İki Ülkenin kıta sahanlıklarının belirlenmesi;
3. Deniz sınırlarının tespiti;
4. Egemenliği uluslararası antlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların statüsü;
5. İki Devletin hava sahalarının genişliği;
6. FIR (Uçuş Malumat Bölgesi) sorunları;
7. Doğu Ege Adalarının uluslararası antlaşmalar hilafına silahlandırılması;
8. Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri için yetki alanlarının belirlenmesi.

Bu yazıda üzerinde duracağım konu, Egemenliği uluslararası antlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların statüsü; bunların 
Yunanistan tarafından işgal edildikleri olgusudur; eski deyimle vakıasıdır.

“Olgusudur” veya “vakıasıdır” diyorum, çünkü, Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt ÇAVUŞOĞLU Dışişleri Bakanlığı’nın 2018 Bütçesi’nin TBMM Genel Kurulu’nda 
müzakere edilmesi vesilesiyle 17 Aralık günü yaptığı konuşmada Ege’de Yunan işgalinin varlığını teslim ve teyit etmiş bulunmaktadır. 

Ayrıca, ortada, Yunanistan Savunma Bakanı Kammenos’un önceki gün Selânik’teki konuşmasında pervasızca kullandığı ifadeler ve küstahça yaptığı 
meydan okuma vardır.

Önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun TBMM’nin Genel Kurulu’ndaki sözlerinden alıntılar yapmak istiyorum:

Sayın Bakan bu sorunun, yani Yunanistan’ın kendisine ait olmayan adaları işgal etmesi sorununun sebeplerini anlatıyor ve tekrar tekrar şunları ifade ediyor:

DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) Kardak sorununa kadar, 1996’ya kadar ne olduysa olmuştur. 
Tekrar ediyorum ve altını çiziyorum: 1996 Kardak Krizinden sonra adaların fiilî ve hukuki durumunda hiçbir değişiklik olmamıştır, ne olduysa önce olmuştur.”

“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Evet, çözelim, bunu da çözelim ama lütfen AK PARTİ döneminde işgal edilmiş gibi yalan bilgiler 
sunmayın.”

“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Daha önce işgal edildi Beyefendi, 1996’dan önce!”

“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – 1996’dan önce işgal edildi Beyefendi!”

“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – On defa söyledim duymuyor musun! Duymuyor musun 1996’dan önce!”

“DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Devamla) – Anlaşma çıkmazsa değerli arkadaşlar, yani, biz burada gene, biraz önce söylediğim gibi, istediğimiz 
alternatifi -yüce Meclis karar alır- kullanırız ama bu, millî bir politikadır. Bu, sokakta konuşulacak ve onu bunu zor durumda bırakacak bir konu değildir. 
Defalarca söylüyorum bakın size, burada bizim hiçbir günahımız yok, ne olduysa 96’dan önce oldu arkadaşlar.”

Bu sarih ifadeler, Yunanistan’ın 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmaları ile açıkça kendi egemenliği altına konulmamış olan adaları işgal etmiş olduğunu 
resmen teyit etmektedir.

Sayın Dışişleri Bakanımız Ege’de Yunanistan Türkiye’ye kaşı fiilî işgal durumları yarattığı iddialarını reddetmemiştir. Sadece işgallerin meydana geliş tarihi üzerinde durmuştur. “İşgallerin”1996’dan önce vuku bulduklarını tekrar tekrar ifade etmiştir.

İşgal ister dün, ister bugün olsun. Ortada vatan toprağının işgali keyfiyeti vardır. Gereken yapılmalıdır.

Gelelim Yunan savunma Bakanı Kammenos’un sözlerine:

Kammenos,  Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun 11 Aralık’ta TBMM’de yaptığı konuşmaya cevap olarak şunları söylemiş:

"Ana muhalefet lideri yine 18 adanın Yunanistan tarafından işgal edildiğini söyledi. En iyi durumda, Uluslararası Hukuk’un ve anlaşmaların hükümlerinden 
haberi yok. En kötü durumda ise Yunanistan’ın egemenliğinden şüphe ediyor, topraklarımızı talep ediyor." 

Evet! Yunan Savunma Bakanı böyle konuşmuş. Sonra da Milat’tan Önceki tarihte Sparta Kralı’nın kendisinin teslim olmasını isteyen Pers Komutanı’na meydan 
okumak için dile getirdiği “gel de al” (Molon Lave) sözünü sarfettmiş. Ve eklemiş “Öyle öğrendik. Tarihimiz bunu öğretiyor” demiş.

Anlaşılacağı üzere, Yunan Savunma Bakanı hem  CHP Lideri’nin Yunanistan tarafından işgal edildiğini söylediği 18 Ada’nın Andlaşmalara göre Yunanistan’a 
ait olduğunu iddia ediyor; hem bu adaları oldu-bitti ile Yunanistan’ın sözde egemenliği altına aldıkları itirafında bulunuyor; hem de Türkiye’ye meydan 
okuyarak “gücün yetiyorsa al bakalım” anlamında “gel de al” diyor.

Türkiye’ye ait olup da Yunanistan tarafından işgal edilmiş oldukları çeşitli basın yayın organlarında çıkan haberlerle; Emekli Kurmay Albay Sayın Ümit 
Yalım’ın yapmış olduğu araştırmalarla ortaya koyduğu bulgularla; Sayın Vedat Yenerer’in “Ege’de Yunan İşgali” isimli kitabındaki bilgilerle; ortaya konulan 
haritalarla, fotoğraflarla; Yunanistan Savunma Bakanlığı’nın internet sitesinde ve diğer Yunan kaynaklarında çıkan bilgi ve fotoğraflarla doğrulanmış olan 
adaları, Türkiye’de bağlı oldukları illeri de belirterek ismen zikretmek istiyorum.

--Koyun Adası ve Venedik Kayalıkları - İZMİR

--Hurşit, Eşek, Nergizcik, Marathi, Bulamaç ve Fornoz adaları – AYDIN

--Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardıççık, Ardacık adaları - MUĞLA

Ayrıca, Girit adasının etrafındaki 5 küçük ada.
Bunların isimleri şöyle: Dhiya, Dionisades, Koufonisi, Gravdos, Gaidhouronisi.

Girit’in, Osmanlı Devleti tarafından Balkan savaşlarındaki Müttefik Devletlere, yani, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ’a terk edildiği 30 Mayıs 
1913 tarihli Londra Andlaşması’nın IV. Maddesinde hükme bağlanmıştır.

Hüküm şöyledir: “Majesteleri Osmanlı İmparatoru Girit adasını Müttefik hükümdarlara bıraktığını ve o ada üzerindeki bütün egemenlik haklarından  ve 
adada sahip bulunduğu diğer bütün haklarından onların lehine feragat ettiğini beyan eder.”

Andlaşma’nın bu maddesinde Girit’in etrafındaki 5 küçük adadan bahis yoktur. Buna göre bu 5 küçük ada Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında bırakılmıştır.

Bu sebeple de bu 5 küçük adanın Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında olması gerekir.

Görüleceği üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesinin parçası olan saydığım adaları, adacıkları Yunanistan gasp ve işgal etmiş bulunmaktadır.

Bir işgal olayının varlığını Sayın Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu da TBMM’de teyit etmiştir. Sadece işgalin vukuunun 1996’dan önce olduğunda ısrar 
etmektedir. İşgalin ne zaman vukubulduğu konusu ayrı bir bahistir.

Asıl ve vahamet arzeden durum Türkiye’ye ait adaların, adacıkların Yunanistan’ın oldu-bittileri sonucunda kaybedilmiş olmasıdır. Türkiye’nin egemenlik alanlarına 
Yunanistan tarafından vaki tecavüzdür.

Yunan Savunma Bakanı da “gel de al” demek suretiyle bu adaları  fiilen ele geçirmiş olduklarını beyan etmektedir.

Sayın Çavuşoğlu bu soruna hangi yollardan çözüm aranabileceğini TBMM Genel Kurulu’nda şu sözlerle ifade etmiştir:

“Diplomasi yoluyla çözebilirsiniz, uluslararası mahkemeye götürebilirsiniz, asker gönderip adaların hepsini alabilirsiniz.”

Ben mesleği diplomasi olan bir kişi olarak, sorunların elbette diplomasi yoluyla, yani ihtilâfların barışçı yöntemlerle, iki devlet arasında müzakerelerle çözülmesi çarelerinin, yollarının araştırılmasını dilerim, tavsiye ederim. Diplomasi güç kullanılmasını önlemek için, barışçı yollardan millî menfaatleri korumak için vardır.

Bununla beraber, bu sorun dahil, Ege’deki çeşitli sorunlara çözüm aramak ve bulmak maksadıyla 12 Mart 2002 tarihinde başlatılmış olan Türkiye – Yunanistan arasındaki istikşafî, yani, araştırıcı mahiyetteki görüşmelerde ilerleme olmadığı artık bellidir. 15 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasında 60’dan fazla istikşafî mahiyette görüşme cereyan etmiştir. Bu vakte kadar esasa müteallik tek bir sorun halledilmiş değildir. Bunun temel 
sebebi, Yunanistan’ın Ege’de iki devlet arasında “Kıta Sahanlığı” sorunundan başka bir sorun bulunmadığını iddia etmesidir. Bizim sorun olarak zikrettiğimiz 
konular, onlara göre, Türkiye’nin Yunanistan’ın haklarını ve egemenliğini gaspetme niyetinin tezahürü olan teşebbüslerdir; iddialardır.

Gasp ve işgal edilmiş olan adalarımız ve adacıklarımız konusunda bıçak kemiğe dayanmış görünmektedir. İki devlet arasındaki istikşafî görüşmeler yoluyla sonuç alınması mümkün görünmemektedir.

Konu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlâli konusudur. Millî bir mahiyeti haizdir. Bu sebeple, Türkiye’de bu konuda iç 
siyaset mülâhazalarından sıyrılmış olarak millî bir anlayış ortaya konulmasına ve millî bir duruş sergilenmesine ihtiyaç vardır. Bu millî anlayışın tezahür 
edeceği ve duruşun tesirli biçimde sergileneceği yüce mekân TBMM’dir.

Bu konuyu bütün veçheleriyle irdelemek, millî menfaatlerimize en uygun hareket tarzını seçmek, bu millî konuda kararlılık göstermek için TBMM’nin olağanüstü 
gizli toplantı yapmasında bir vatandaş olarak fayda ve hattâ zorunluk olduğu düşüncesindeyim.

Bu çerçevede, Yunanistan’ın Ege’de karasularını 6 milin ötesinde genişletme niyetini ortaya koymaya başladığı 1976 yılında Süleyman Demirel’in 
Başbakanlığını yaptığı Millî Cephe koalisyon Hükûmeti zamanında Türkiye’nin, Ege’de karasularının 6 milin ötesinde genişletilmesinin “savaş nedeni” [casus 
belli] sayılacağını ilân ederek sergilediği kesin ve kararlı duruşu hatırlatmak isterim. 

Ayrıca 1995’i de hatırlamak lâzımdır. 1 Haziran 1995 tarihinde Yunan Parlâmentosu Deniz Hukuku Sözleşmesini onaylamıştı. Parlâmento Yunanistan 
Hükûmetine uygun göreceği bir zamanda Ege’de karasularını genişletmek üzere kararname çıkarma yetkisi vermişti. Bu gelişme üzerine, TBMM, 8 Haziran 1995 
tarihinde, Yunanistan’ın Ege’de karasularını tek taraflı olarak 6 milin ötesinde genişletme kararı alması durumunda Türkiye’nin hayatî çıkarlarını muhafaza ve 
müdafaa etmek için Hükûmete askerî önlemler dahil her türlü tedbiri alma yetkisi vermişti. 
Yani TBMM Yunanistan’ın karasularını 6 milin üstünde genişletmesinin Yunanistan için belki de altından kalkamayacağı bir bedeli olacağını hissettirmişti.

Gerçek odur ki, Ege’de karasuları genişliği bakımından on yıllardır iki ülke arasında dengenin muhafazasını sağlayan faktör Türkiye’nin 1976’da takındığı ve 1995’de tekrarladığı kesin tavır ve aldığı “savaş sebebi” kararı olmuştur.

Yunan Millî Savunma Bakanı’nın, ülkesinin gerçek çıkarlarını düşünüyor olsaydı Türkiye’ye “gel de al” gibi haddini aşan bir meydan okumada bulunmamış olacağı görüşündeyim.

Yunan Bakan “gel de al” derken tarihten dem vurmuş ve “tarihten bunları öğrendik; tarih bunları öğretiyor” demiştir.

Oysa, kendisi şayet tarih okumuş ve öğrenebilmiş olsaydı, Yunanistan’ın emperyalistlerin maşası olarak maceraperest ve hayalperest saik ve hedeflerle 
Türkiye’ye karşı haddini aşan tutum ve davranışlarda bulunduğu 1919 – 1922 döneminde Anadolu’da, 1974’de Kıbrıs’ta, sonunda ne denli hüsrana uğradığını, 
zilletlere katlanmak mecburiyetinde kaldığını biliyor olması gerekirdi.

Yunanistan komşusu Türkiye ile olan ilişkilerinin geçmişinde kendi hatalarıyla ortaya çıkmasına sebebiyet verdiği her yeni durumda, geçmişi hasretle ve 
pişmanlıkla aramıştır.

Bugün 21 Aralık. Rum – Yunan ittifakının Kıbrıs’ta aziz ve kahraman soydaşlarımıza karşı katliam hareketini başlatmasının 54. acı yıldönümü. 
Şehitlerimizi rahmet, şükran ve minnetle anıyorum. Gazilerimizden hayatta olanları minnet ve saygıyla selâmlıyorum. Kaybettiklerimize Allah’tan rahmet 
diliyorum.

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti; Yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti!

Uzman Hakkında
Tugay Uluçevik
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  Millî Dava Kıbrıs 
  “Kardeşim Esad” Keşke “Katil Esed” Olmasaydı 
  BM’nin Kudüs Kararına Dair Değerlendirmelerin Düşündürdükleri 
  Yunanistan Ege’de Macera Peşinde  
  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a Yapacağı Ziyaretin Düşündürdükleri 
  KKTC’nin Türkiye’den Başka Devletlerce de Tanınmasını İsteme Süreci  
  Lozan Dengesi 
  Kıbrıs Müzakere “Prangası” 
  ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un Türkiye Ziyaretine İlişkin Açıklama 
  Cenevre “Ekselanslar” Kıbrıs Konferansı 
  Kıbrıs'ta Çözüm mü? Kalıcı Barış mı? 
  Yavru Vatan Elden Mi Gidiyor? 
  Milli Kıbrıs Davamız Nereye 
  Şehit Diplomatlarımızı Unutmuyoruz 
  Çözülme Sarmalında Millî Dava Kıbrıs  
  Kıbrıs’ta Çözüm Süreci Mi? Çözülme Sarmalı Mı? 
  Ne Mutlu Türküm Diyene! 
  “KKTC Sonsuza Dek” 


Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA        alsancak escort
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

***

11 Mart 2017 Cumartesi

Fırat Kalkanı'nda en Zorlu Cephe: El Bab


Fırat Kalkanı'nda en Zorlu Cephe: El Bab


Mahmut Hamsici
BBC Türkçe
22 Aralık 2016


Fırat Kalkanı Operasyonu 24 Ağustos'ta başlamıştı.



Fırat Kalkanı Operasyonu 24 Ağustos'ta başlamıştı.
Suriye'nin kuzeyinde, Türk Silahlı Kuvvetleri ve silahlı muhalif gruplar tarafından yürütülen Fırat Kalkanı Harekâtı'nda dördüncü aya giriliyor.
Harekât kapsamında Kasım ayının ortasından bu yana ise El Bab kasabasının alınması için operasyon yürütülüyor.
El Bab'dan gelen yoğun çatışma haberleri ve son olarak 16 Türk askerinin yaşamını yitirmesi, El Bab'ın harekâtın bugüne kadarki en zorlu cephesi olduğunu ortaya koyuyor.
Genelkurmay 'IŞİD videosunu' inceliyor
El Bab neden önemli?
Rusya-Türkiye ilişkileri: Karlov suikastı Suriye'de dengeleri değiştirir mi?
Esad: Fırat Kalkanı Operasyonu işgal
Askeri açıdan IŞİD'in El Bab'da nasıl bir strateji izleyeceği, siyasi olaraksa bölge ülkeleri ile Rusya gibi aktörlerin tavrı El Bab operasyonunun durumunu etkileyecek gibi görünüyor.

El Bab neden önemli?

Suriye'de Rakka'dan sonra IŞİD'in elindeki en büyük yerleşim bölgesi olan El Bab, Türkiye sınırına yaklaşık 30 kilometre mesafede bulunuyor.
Kasabanın nüfusunun önemli bir kısmını Sünni Araplar oluşturuyor.


Gaziantep 

El Bab'taki çatışmalarda yaralanan askerler Gaziantep ve Kilis'teki hastanelere götürüldü.
IŞİD, Kasım 2013'te El Bab'ın kontrolünü ele geçirdi. YPG'nin ana gövdesini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), kuzeydoğuda bulunan Menbic'i aldıktan sonra El Bab'a ilerlemeyi planladıklarını açıklamış ancak bu operasyon gerçekleşmemişti.
Coğrafi konumu, El Bab'a çok kritik bir kavşak olarak stratejik önem kazandırıyor.
El Bab; Akdeniz kıyısındaki Lazkiye'den başlayarak, İdlib, Halep ve Menbic'ten geçerek Irak'a doğru uzanan M4 otobanının kuzeyden gelen en önemli yollardan biriyle kesişme noktasında yer alıyor. Bu nedenle, Cerablus ile birlikte burası, IŞİD'in başkent olarak ilan ettiği Rakka ve Deyr ez Zor'a giden ana yolun üzerinde bulunuyor.


Suriye Haritası

Bu hat, IŞİD'in yaklaşık 2,5 yıl boyunca kuzeyden militan getirdiği ana güzergah oldu.
Türkiye, IŞİD'i sınırından uzaklaştırmanın yanı sıra Kürt grupların bu kritik kavşağı kontrol ederek Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirmelerine engel olmak da istiyor.
Çatışmalar neden yoğunlaştı?
Haftalardır süren El Bab operasyonunda çatışmalar yoğunlaşmış durumda.
Bunun nedeniyse TSK birlikleri ve isyancı güçlerin El Bab kasabasına dayanmış olması.
BBC Arapça'dan Mustafa Hamo, "Şimdi sokak sokak çatışma evresi başlıyor" diyor.


El Bab

El Bab'ta yoğun çatışmaların yaşandığı belirtiliyor.
Dubai merkezli, Suriyeli muhaliflerin yayın organlarından Orient News TV'nin internet sitesi, El Bab içinden kendilerine konuşan yerel kaynakların, harekatta yer alan muhaliflerin kentteki stratejik Akil tepesini ele geçirdiğini söylediğini belirtti.
Site, bu kaynakların, muhaliflerin böylelikle kasabanın tamamında kontrolü ele geçirmenin önünü açtığını, IŞİD'in de 2014'te kasabayı almadan önce bu tepelerin kontrolünü aldığını söylediğini aktardı.
IŞİD geri çekilecek mi?
IŞİD, Fırat Kalkanı Harekâtı'nın ilk aşamasında Cerablus'ta çekilmeyi tercih etmişti.
Harekâtın ilerleyen evrelerinde Dabık ve El Rai de yoğun çatışmalar yaşanmadan IŞİD'den alınmıştı.
Ancak, IŞİD açısından El Bab, bu bölgelerden daha önemli.


IŞİD,
IŞİD'in El Bab'ta nasıl bir strateji izleyeceği belirsiz ancak örgüt, operasyonun ilk günlerinde direnmeyi tercih etmiş durumda.

Londra merkezli, muhaliflere yakın Suriye İnsan Hakları İçin Gözlemevi'nin (SOHR) direktörü Rami Abdurrahman BBC Türkçe'ye, çatışmanın yoğunluğunun IŞİD'in tercihine bağlı olacağını söyledi:

" IŞİD eğer savaşmamaya karar verirse Rakka'ya doğru geri çekilir. Ama eğer savaşmak isterse bu yoğun bir savaş olacaktır. El Bab'ı Cerablus'taki gibi kontrol etmek kolay olmaz ".
IŞİD'e bağlı Amaq haber ajansı ve Al Bayan Radyo'yu takip eden, BBC İzleme Servisi'nden Laura Smith, örgütün yayınlarına bakarak bir sonraki savaş stratejisini bilmenin şu an için imkansız olduğunu, buna dair bir emarenin olmadığını söylüyor.

Sivillerin durumu çatışmaları etkileyebilir,

Cerablus'a yönelik kara operasyonu başladığında siviller büyük oranda kasabadan tahliye edilmişti.
Ancak El Bab'da şu anda on binlerce sivilin bulunduğu düşünülüyor.
TSK tarafından yapılan açıklamada 'Irak Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) yönelik operasyonlarda 67 hedefin TSK'ya ait uçaklarca vurularak imha edildiği, 138 IŞİD militanının da çatışmalarda etkisiz hale getirildiği' belirtildi.


Muhalif gruplar

TSK ve muhalif grupların dayandığı El Bab'ta yoğun sivil nüfus bulunduğu bildiriliyor.
BBC İzleme Servisi'nden Laura Smith, El Bab operasyonu sırasında IŞİD'in askeri operasyonlarla ilgili açıklamalar yapmakla birlikte bunun yanında, Türk uçaklarının neden olduğu sivil ölümü iddialarıyla ilgili de sık sık açıklama yaptığını belirtiyor.
Smith, "IŞİD, iddia ettiği yıkımı gösteren kısa haberler, görüntüler ve kısa videolar yayımlıyor" diyor.
Suriye resmi haber ajansı SANA ise TSK'nın hava saldırılarında yedi sivilin öldüğünü öne sürdü.
Halep'te yaşananlar ve Ankara-Moskova-Tahran anlaşması nasıl etkileyebilir?
El Bab operasyonun nereye evrileceğini ve olası sonuçlarında, Suriye iç savaşındaki tüm tarafların özellikle de Rusya'nın tavrının önemli payı olacak gibi görünüyor.
El Bab'ın güneyinde Suriye yönetimi güçleri, batısında ise YPG'nin ana gövdesini oluşturduğu SDG bulunuyor.
SDG şu anda El Bab operasyonundan vazgeçmiş görünüyor.
Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi'nin Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Aaron Stein, Rusya ve Türkiye'nin El Bab'la ilgili anlaşmaya vardığını düşündüğünü belirtiyor.
ABD gazetesi New York Times'a konuşan Stein, 'El Bab karşılığına Halep' diye tanımladığı anlaşma kapsamında, Rusya ve Suriye ordusunun Halep'i, Türkiye'nin ise birlikte hareket ettiği muhaliflerle El Bab'ı alacağını söylüyor.





















Zarif, Lavrov ve Çavuşoğlu

Dışişleri Bakanları Zarif, Lavrov ve Çavuşoğlu Rusya'daki zirvede.
SOHR'den Rami Abdurrahman, " Bize gelen teyitli bilgiye göre Rusya, Türkiye'ye El Bab'a girmesi için yeşil ışık yaktı " dedi.
BBC Türkçe'ye konuşan güvenlik uzmanı Metin Gürcan ise Rusya'nın bu konuda henüz karar vermediği görüşünde:
"El Bab'da Rusya inisyatifi almış duruyor. Esad mı El Bab'ı kontrol edecek yoksa Özgür Suriye Ordusu mu kontrol edecek? Rusya henüz bu konuda kararını vermiş değil".
Gürcan, El Bab'la ilgili durumun sahadaki gelişmelerle değil diplomatik olarak belirleneceğini belirtiyor:
"El Bab'la ilgili mevzu, sahadaki askeri gerçeklikle açıklanamaz. El Bab'ın geleceği ve kimin ele geçireceği diplomatik bir sorudur ve bunun da cevabı ve anahtarı Rusya'dadır".
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çarşamba akşamı operasyonla ilgili, "Temenni ederim ki El Bab çok daha uzamadan tamamıyla düşer ve El-Bab'ın kendi insanı, halkı kendi topraklarına yerleşme imkanını bulmuş olur" açıklamasını yaptı.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş'un ise El Bab'dan sonraki hedefin Menbic olduğunu söylemesi dikkat çekti:
"Türkiye El Bab operasyonunu inşallah başarıyla sonuçlandıracaktır. Arkasından daha evvel söz verildiği gibi Menbic'teki PYD unsurlarının da o bölgeden uzaklaştırılması sağlanacaktır".
Nasıl bir yoğunlukta ve ne kadar sürerse sürsün El Bab operasyonu önümüzdeki günlerde, gündemin en önemli maddelerinden biri olacak gibi görünüyor.


http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38398785


***