Mısır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mısır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2020 Pazar

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 3

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 3




 Tanrı’nın kimliği üzerine birçok yanlış inanç var. Tanrı, içindeki sevgiyle her şeye bilinç bağışladı. Bizler Tanrı’nın uzantılarıyız. Sürekli bilgi toplarız, serüvenlere atılırız ve yaşamlarımızı daha ilginç ve zorlu kılacak ne gerekiyorsa yaparız. Tasarılarımız ve çabalarımızla yeni yaratıların hayata geçmesini sağlayacak daha fazla enerji vermiş oluyoruz. 

Evren, zaman içinde kendilerini yaratıcı bir şekilde ifade etme gereksinimini karşılamak içim evrimleşip her türlü yetenek ve işlev geliştirmiş olan zeki varlıklarla doludur. Varoluş ve bilincin ardındaki önemli olan şey yaratıcılıktır, yaratıcılık da birçok biçim alır. 
 İnsanlığın ilk dönemlerinde, Yarı-Tanrılar vardı. Bütün bu tanrılar, yaratıcılık, bilinç ve enerjiyle çalışarak öğrenmek ve kendi gelişimlerini ilerletmek için buraya geldiler. Kimi çok başarılı oldu, derslerinde ustalaştı, kimi de oldukça yıkıcı yanlışlar yaptı.

 Asıl ve tek Tanrı, İlk Yaratıcı’dır. 

 Eski Kadim uygarlıkların inançlarında olduğu gibi Tevrat, İncil ve Kuran’a ve bunların yorumlarına göre, Tanrı’nın “melekut”u yani “krallığı”; melek’lerle yürütülür ve yönetilir. 
 Kuran’da Secde Suresi’nin 5. Ayetinde şu açıklama var; 
 “(O Arş’a yaslanmış Tanrı), işleri, gökten yere doğru yönetir. Sonra O’na, işler (rapor niteliğinde) çıkar. 

Bir günde. O bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadardır.” 
 Kuran’da Naziat Suresi’nin 5. Ayetinde şöyle denmekte; 
 “İşleri yöneten meleklere ant olsun.” 
 Nisa Suresi’nin 172. ve Mutaffifin Suresi’nin 21. Ayetlerinde kimi meleklerden 
“mukarrabun” yani “Tanrı’ya yakın olanlar” diye söz edilir. 
 En yakın ve “Bakan” konumundaki dört melek şu şekilde anlatılır; 
 - Cebrail; İslam’da “vahiy meleği” olarak bilinir, “kutsal ruh” deyimi ile de onun anlatılmak istendiği ifade edilir. Hadislerden onunda bir tahtının olduğunu ve ona bağlı pek çok meleğin olduğunu anlıyoruz. 
 - Mikail; Yiyecek sağlayan melek olarak bilinir ve ona bağlı da pek çok melek vardır. 
 - İsrafil; Temel işlevi Kıyamet saati geldiğinde ve müteakip safhalar için boru (sur) üflemektir ve ona bağlı da melekler vardır. 
 - Azrail; ölüm meleği olarak bilinir ve o da pek çok meleğin başıdır. 
 Dinler, peygamberlerin zihinlerindeki deneyimlerle başlıyor. Peygamberler başka hiç kimsenin duymadığı sesleri duymuşlardır. Musa’nın hikayesine göre, Tanrı onunla yanan bir çalı aracılığıyla konuşmuş ve Mısır’daki köleleri vaat edilmiş topraklar olan Filistin’e götürmek için talimat almıştı 23. Peygamberler, kâhin değil elçidir. Geleceği öngörmekten çok, Tanrı’dan duyduklarını iletir ve yayarlar. Mesajları yaymak için öyküleri kullanan inandırıcı konuşmacılardır. Peygamberler, insanların hayatlarına yön vermekte öykülerin gücünün farkındalardı. 

 Peygamberler ve dini bilgeler hepsi farklı şeyler görmüş ya da duymuştur. Hindu 
bilgeler, karma ve yeniden doğum çarkının işleyişini ve zamanın kendisinin sonsuz bir döngü oluşturduğunu gördü. Yahudi peygamberler, zamanı gelince tarihin sonlandırmak için Mesih’i gönderecek olan Tek Gerçek Tanrı’yı gördü. Zerdüşt, zamanın sonunda iyilik ve kötülük arasında nihai bir çatışma yaşanacağını ve iyiliğin zafer kazanacağını gördü. Çinli bilgeler ise gelecekte onları neyin beklediğinden çok bu hayatı en iyi şekilde yaşamaya ilgi duydular. 

 Joseph Smith, 19. Yüzyılda ABD’nin New York eyaletinde ortaya çıkan bir 
peygamberdir. 25 yaşında iken onu harekete geçiren ilk vahiy geldi. Bir melek ona Hıristiyanlığın yolunu kaybettiğini ve kiliselerden uzak durması gerektiğini söyledi. Melek, 4. Yüzyılda New York, Palmyra’daki bir tepede toprağa gömülmüş altın levhalara yazılı bir kitabın olduğunu haber verdi. Kitabı yazan, Mormon adındaki bir kişiydi. Özetle, Tanrı planlarını Ortadoğu’dan Amerika batısına yöneltmiştir. 

 Sung Myung Moon, 1920 yılında Kore’de dünyaya geldi. 16 yaşında iken İsa ona göründü ve kendi misyonunu tamamlamak için görevlendirdi. Plan, evlenmek ve günahsız çocuklar dünyaya getirmekti. İsa, kusursuz eşini bulamadan çarmıha gerilmişti. Toplu nikah törenleri düzenleyerek onları evlenmeye teşvik etti. 
 Apokaliptik hareketler daima Tanrı’nın onların acılarına uzun süre kulak tıkamasına inanamayan zulüm altındaki insanlar arasında ortaya çıkar. Tanrı’dan alınan gizli istihbaratın kendi taraftarlarına kodlanarak aktarılmasına apokaliptik yöntem (vahiy) denilir. İlk apokaliptik ajan, Daniel adını kullandı. Yahudi kökenli Daniel’e göre; Tanrı onlara sonun yaklaştığını göstermek için Mesih adında çok özel bir gizli ajan gönderecekti. Ancak, Mesih gökten inmeyecek, kendi aralarından biri olacaktı. Böylece Museviliğin ve Hıristiyanlığın Mesih konsepti ortaya çıktı. İsa’dan sonra halk, gözünü dört açıp, Mesih’i beklemeye başladı ama o hiçbir zaman gelmedi. 
 Kuzey Amerika’da yerinden yurdundan edilen Kızılderililer arasında 1889 yılında 
Hayalet Dansı ortaya çıkmıştı. Bu dans acıların son bulması için atılan çığlıklardan oluşan bir apokaliptik hareket idi. 

Dünya dışı varlık tipleri incelenirken anlaşılması gereken önemli noktalardan biri, tüm dünya dışı varlıkların insan görünümünde olmadığıdır. Farklı gezegen koşulları altında ve farklı atmosferik ortamlarda gelişen beden biçimleri, doğal olarak farklı görünümlerde olmaktadır. 

Bu nedenle evren, birbirine benzeyen ve benzemeyen sayısız yaşam formuyla doludur. 
Ziyaretçiler arasında bizim galaksimizden olduğu kadar uzak galaksilerden gelenler de bulunmaktadır. 

Dünya dışı varlıklarla temas kuran şahıslardan ve de yakın gözlem raporlarından 
edinilen bilgilere göre gezegenimizi en çok ziyaret eden varlık grupları şunlardır 24

“Pleiadesliler; Dünyamızdan 400 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve Yedi Kardeşler olarak da anılan Pleiades takımyıldızındaki Erra gezegeninden gelmektedirler. 
 Bu varlıklar, fiziksel görünüş itibariyle insan ırkına benzemektedirler. Pleiadesliler pozitif odaklı; teknolojik ve zihinsel açıdan ileri varlıklardır. 

 Siriuslular; Dünyamızdan 8 ışık yılı uzaklıkta bulunan ve köpek yıldızı olarak da bilinen Sirius, ileri bilince açılan boyutlar arası bir kapı niteliğindedir. Siriuslular teknolojik ve spiritüel açıdan bizden oldukça ileridir. 
Orionlular; Orionlu varlıkların yaklaşık %75’i insan benzeri bir görünüme sahiptir; geri kalan %14 ise insanlara benzememektedir. Oldukça keskin mavi gözlere sahip Orionlu varlıklarla temasa geçmiş pek çok insan bulunmaktadır. 

 Zeta Reticuliler; Bu insan benzeri varlıklar, Reticulum adını verdiğimiz güney takım yıldızındaki Zeta 1 ve Zeta II ikiz yıldızlarından gelmektedirler. Zetalar dünyamızı sıkça ziyaret etmekte ve insanlar tarafından genellikle “gri varlıklar” olarak adlandırılmaktadırlar. 
 Andromedalılar; Spiritüel varlıklar olan Andromedalılar, Andromeda galaksisinden gelen çok eski, meleğimsi bir ırktır. Bu varlıklar, Pleiadeslilerin ve tüm insan evriminin liderleridir. 

Arcturuslular; Arcturus, Dünyadan yaklaşık 36 ışık yılı uzaklıkta bulunmaktadır. Arcturus uygarlığı, galaksimiz içindeki en gelişmiş uygarlıklardan biridir. 5. Boyutta bulunan Arcturus uygarlığı dünyanın gelecekteki prototipi olarak kabul edilmektedir. 

 Vegalar; Vega yıldızından gelmektedirler. Vegalar iki sınıfa ayrılmaktadır. İlk sınıftaki Vegalar insan benzeri varlıklardır. Oldukça çarpıcı gözleri vardır, fakat Zetalardan farklı olarak gözkapakları mevcuttur. İkinci tür Vegalar ise insana benzememektedirler. 

 Santorlar; teknolojik ve ruhsal açıdan bize yakın güneş sistemlerindeki en gelişmiş medeniyetlerden biridir. Santorların teknik yetenekleri hayal edebildiğimizin çok ötesindedir. 
 Nordikler; geldikleri yıldız sistemini hiçbir zaman açıklamamışlardır. Oldukça güzel görünümlü varlıklardır; sarı saçlıdırlar, bu yüzden çoğu kez “sarışınlar” olarak adlandırılırlar. Dünyadaki sorunları çözmek için uğraşmaktadırlar. 
 Maviler; Kısa boylu varlıklardır ve yarısaydam, mavimsi bir tenleri vardır. Gözleri büyüktür ve badem biçimindedir. Oldukça spiritüel varlıklardır.” 
Bu uygarlıkların büyük çoğunluğu teknolojik ve ruhsal yapı yönünden insanlardan çok ileridedirler. Onlar, insanların özgür iradelerine saygı duyarlar ve evrimimize herhangi bir şekilde müdahale etmezler. 

Mitoloji, efsaneler ve dinler.. 

Mitoloji, bir din veya bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren ve insanın 
yaratılışına dair tüm sözlü ve yazılı efsane birikimidir. Mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür; bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatır. Kimi yazarlar mitolojinin yaşanmış ve unutulmuş olaylar bütünü olduğunu düşünürler. Çoğu dinde mitolojinin çok önemli ve öncelikli bir yeri bulunur. Örneğin, evrenin yaratılış hikâyesi çok eski uygarlıkların metinlerinde yer almış, ilginç betimlemelerle öykülendirilmiştir. Bu öyküler daha sonra farklı din ve inançların ortaya çıkmasıyla genişlemiş ve izleri günümüze kadar gelmiştir. Dinler ortaya çıktıkça, dünya tarihiyle ilgili mitler de değişmiştir. Efsaneler, dinlerin 
“kutsal kitap”larının önemli kaynaklarındandır, onun için birinin anlattığı diğerlerinde de görülür, hatta peygamberlerin hayatlarını da dahi süslerler. Şimdi bu efsanelerin dinlerdeki izleri ile ilgili bazı örnekler verelim. 

M.Ö. 1350’li yılların başlarında tahta çıkan IV. Amenophis (Akneton), Eski Mısır’da 
tektanrılı geçişi sürecini başlatmıştı. Firavun, sarayındaki din adamlarının başı ve biraz fazla uyanık olan Hozarsif’e tahtı ele geçireceği endişesi ile güvenmiyordu. Onu, Mısır’ın delta bölgesinde çalışan Gosenli işçilerin denetlenmesi için müfettiş olarak göndermişti. Hozarsif, buradaki işçileri ayaklandırıp, Filistin’e kaçınca adı “Musa” oldu ve kızı ile evlendiği Tibetli rahip Yetro’dan öğrendiği Mezopotamya kültürü ile birlikte yeni bir din kurgusu yarattı. 

Yetro’nun kütüphanesinden öğrendiği Sargon’un çocukluğunu kendi hikâyesi haline getirdi. Sümer kralı Sargon gibi, Musa ve İsa da babasız olduğu iddiasında bulunmuştur. Sözde annesi onu bir sepete koyarak nehire bırakmış ve bulan yaşlı bir adam büyütmüştür. Bu hikâye, aslında İsis’ten kopyalanmış ve Toth (Hermes) tarafından, Mu kıtasından getirilmiştir. Maya mitolojisi ve Buddha ile ilgili anlatılanlar da benzer bir hikâye içerir. “Musa”, “Thot Musa” ya da “Ra Musa (Ramses)” gibi Mısırca bir isim idi. Ne Musa ne Mısır’dan getirdiği kişiler (Heksos Krallığı’nın bakiyeleri) ne de Filistin’de M.Ö.1100’lerde bir arada yaşadığı halk, Yahudi değildi25. “Yahudi”, M.Ö. 600’lerde Yahuda Krallığı yıkıldığında 
Babil’e sürgüne gönderilenlere atfen verilen isim idi. Bu Yahudiler, sürgünde birbiri ile alakası olmayan Hz. İbrahim’in (M.Ö. 19 ve 18. Yüzyıl) ve Musa’nın hikâyesini, Mezopotamya’nın ve kendi peygamberleri dedikleri (Yeşu, Ezeikel, Daniel vd.) liderlerinin hikâyeleri ile birleştirerek yeni bir Tevrat yazdılar26. Bununla da kalmayıp, köklerini Hz. İbrahim ve Musa’ya dayandırıp, “seçilmiş halk” olduklarını ve Filistin’in topraklarının kendilerine vaat edildiğini iddia ettiler. 
Hıristiyanlıkta Yahudi ve Yahudi olmayan (putperest, Helenist) inançlar birbirine 
geçmiştir. Erken Hıristiyanlık Yahudi ve Helenist inançların bileşkesinden teşkil olmuştur. 
Ölen ve dirilen tanrıları temsil eden Paskalya ile Tanrı Mitra’nın doğumu olan Noel bayramı bu tür eklemelerin sonucu olmuştur. Erken Hıristiyanlık, İsis’in bazı özelliklerini Bakire Meryem’e atfetmiştir. Meryem (Maria Magdelana) aslında İsa’nın yanında gezen hayat kadınlarından biri idi. Sonradan kilise ona kutsal bir paye verme ihtiyacı duydu. Şefkatli ve koruyucu anne olarak, onun kültüne yakın olan doğu insanlarına Mısır tanrıçası İsis çekici gelmiştir. Birçok Meryem (Madonna) ve çocuk ikonaları, çocuğunu Horus’u emziren İsis görüntülerini çağrıştırır. Şaraplı ekmek yeme ayini (ekmek ve şarap görüntüsü altında 
Hıristo’nun vücut ve kanı tadılmaktadır) Totemizmin zemininde ortaya çıkan ve daha çok tarımcıl toplumlarda görülen tanrı yeme ayininden alınmıştır27. İlk doğuş günahından arınma anlamına gelen suyla vaftizin kökeni ise eski Mısır inisyasyon ayinlerine gitmektedir. Hıristiyanlığın diğer bir eklemesi ise ‘haç’ sembolü olmuştur. Bu sembol Hıristiyanlıktan önce Eski Çin, Hindistan ve Afrika’da kullanılan bir dini semboldü. Hıristiyanlıkta çarmıha gerilme ile ilgili tasvirler M.S. 8. ve 9. yüzyılda ortaya çıkmaya başladılar. 

“Cennet” ve “cehennem” kavramları Musevilik’te yoktur. Çünkü Âdem cennetten 
kovulmuş olsa da artık “vaat edilmiş topraklar” bu dünya ile ilgilidir. Hıristiyanlık ise bu kavramlara Daniel’in rüyalarından kopyalayarak, köleleri dinde tutmak için başvurdu. Bununla da kalmadı, Orta Çağ’da “Araf” kavramını uydurarak, günahkârlar için “günah çıkarma” ve cennetten yer satma gibi ticari işlere girişti. Üç semavi din içinde “cennet” ve “cehennem”, en belirgin ve detaylı şekilde İslamiyet’te yer alır. Ancak, İslamiyet’teki cennet ve cehennem konseptinin orijinali çok benzer şekilde M.Ö.500’lerde ortaya çıkan Zerdüşlük’te yer alır. 
Zerdüştlük’te “Sırat” köprüsünün adı “Cinavati” köprüsü olarak geçer. 

 Sümer ve Mısır kültürü sadece üç semavi dine değil Eski Yunan kültürüne ve Doğu dinlerinin efsanelerine de yansımış hatta karşılıklı değişimler olmuştur. Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi'nin yaptığı kanuna temel olmuş, ondan sonra sırası ile Musa, Yahudiler ve nihayet İslamiyet’i etkilenmiştir. Musa'nın kanununda bulunan; anaya babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklık etmeyeceksin, komşunun 
karısına ve malına göz dikmeyeceksin gibi kurallar Sümer Kanunların da aynı olmakla birlikte Mısır’da da vardı. 

Sümerliler kadınları bir tarlaya benzetmişlerdi 28. Aynı deyim hem Tevrat, hem 
Kur'an'da vardır. Kur'an'da, "Kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" ifadesi yazılı (Bakara Suresi, ayet 223). 
 Tevrat’ın içinde bu tür hikayeler bolca bulunur. Eyüp’ün (Job) hikayesi uzun bir süredir Mezopotamya’da masal formunda anlatılıyordu. Babil’deki sürgün sırasında bilinmeyen bir şair bunun üzerinde çalıştı ve öyküyü acı çekme problemine yaklaşmanın bir yolu olarak kullandı 29. 

Bütün bunlar gösteriyor ki, dinler, başta Mısır ve Mezopotamya olmak üzere, çeşitli kültürlerden gelen etkilerle bulundukları toplumun görüş, düşünüş, anlayış ve hayal gücünden etkilenmişlerdir. Şimdi tekrar galaktik konulara ve kozmik dünyanın sırlarına dönelim. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

23 Richard Holloway, A Little History of Religion, Yale University Press, (2016), 18. 
24 Bakınız: Judith Cameron, Spiritual and Galactic Awakening, The Cosmic Classroom…An Ongoing Story, 
Balboa Press, (2019). Eva Marquez, A Starseed Guide Andromeda, Pleiades, and Sirius Volume 1, Kindle Edition, 
(2016). Exopedia, Earth Galactic History, Extraterrestrial Civilizations, Lamuroy Consulting, 
https://www.exopaedia.org/ 
25 Ahmet Musa, Tarihte Araplar ve Yahudiler, Çev.:D.A.Batur, Selenge Yayınları, (İstanbul, 2005), 200. 
26 Musa, ibid, (2005), 233. 
27 Sergei Aleksandrovich Tokarev: Dünya Halkalarının Dinler Tarihi, Ozan Yayıncılık, Çev.Rauf Aksungur, (İstanbul, 2006), 552. 
28 Muazzez İlmiye Çığ, Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni, Kaynak Yayınları (İstanbul, 2017). 
29 Holloway, ibid, (2016), 99.


***


Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 2

Galaktika (Gök Halkı).. BÖLÜM 2 



Galaktika, Gök Halkı,  Prof.Dr.Sait Yılmaz,Mısır,Hermes,Hz İbrahim,



Resim 3: Sümer Tableti (Âdem ile Havva ve onları aldatan yılan) 
 
C:\Users\TOSHIBA\Desktop\Sait Yılmaz.jpg
Kaynak: Wiliam Hayes Ward, The Seal Cylinders of Western Asia, The Carnegie Institution of Washington Collection, (1910). 

Günümüzde yaşayan en ünlü Sümerolog olan Muazzez İlmiye Çığ "Yapılan son 
çalışmalar Sümerlerle Türklerin ilişkisini kesin olarak ortaya koymuştur. Sümerler, Mezopotamya'ya Orta Asya'dan göç ederlerken kültürlerini birlikte taşımışlardır. O nedenle, 'Tarih Sümerlerle değil, tarih Türklerle başlar' dememiz gerekir" diyor. Muazzez İlmiye Çığı 33 yılda 74 bin çivili yazı tabletini deşifre etti. Çığ, "Sümerlilerde Tufan, Tufan'da Türkler" adlı kitabında tarihin yeniden yazılmasını gerektiren açıklamalar yaptı. 

Galaktika ve insan.. 

 Zecharia Sitchin, Sümer tabletleri ve dini kitapların bazı bölümlerini kanıt göstererek insanlığın köklerini eski uzaylılara dayandıran bir teori üretti. Sitchin’e göre; Güneş sistemimizde, Pluto’nun ötesinde, diğer gezegenlerin tersi yörüngeye sahip, bir turunu 3600 yılda tamamlayan bir gezegen olduğunu iddia etti. İddiasına göre, bu gezegende yaşayan uzaylılar dünyadaki yaşamı başlatan kişilerdir. Mitolojik karakterlerin ve tanrıların aslında bu kişiler olduğunu da iddia etmiştir. Kanıt olarak Tevrat ve Sümer tarihini ve yazıtlarını kullanmaktadır. Sitchin, tabletlerdeki yorumundan “Anunnaki” adı verilen cennetteki bir 
tanrılar grubunun altın çıkarmak için Nibiru’nın (Neptün) ötesinden dünyaya gelmişti 13

Anunnaki, dünyaya uçan bir araç içinde kendi uzay elbiseleri ve eşyaları ile seyahat etmişti. Bu yorum, Sümer metinlerinde geçmiyordu ancak ortaya çıkan resimlerden bu sonuca varmıştı. 

Eski Sümer miti olan Enuma Elis’te ve Asurbanipal kitaplığında insanoğlunun 
Anunnaki adı verilen tanrılara hizmet için yaratıldığı söylenmektedir. Sitchin’e göre, 450 bin yıl önce dünyaya altın aramak için gelen tanrılar, madeni Afrika’da bulmuşlardı14. Ancak, altını çıkarmak için iş gücüne ihtiyacına vardı. Homo Sapiens işçi-esir olarak madenlerde çalıştırılmak üzere yaratılır. Anunnaki’nin başkanı Anu, Enki’ye kızkardeşi Ninki ile birlikte insanı yaratması görevi verir. 
 Sitchin’e göre, Anunnaki’ler, genetik uzmanı idi ve Homo Sapiens’i yaratmış ve bu modele “Adapa” modeli denmiş sonra mitolojide “Adam (Âdem)” olarak yer almıştı. İnsanlar, böylece bazı dünya dışı genleri de kazanmış oldular. Enki, insanı Anunnakilere benzeyecek şekilde yaratmıştı. Anunnakiler insanlara göre çok daha uzun ömürlüdürler. Anunnakilerin tüm tabletlerde geçen yazı dilleri, anlatımları, hırsları, savaşları, aşkları, kararları bizden pek de farklı olmadıklarını göstermektedir. Babil kozmolojisinde ise Tanrı Marduk, Jüpiter gezegeni 
ile ilişkiliydi. Babil geleneğinde de kanatlı insan resimleri görülür. 

Resim 4: Sümerlerde Uçan Anunnaki Tanrıları 
 
Çivi yazılarında, tanrıların insanlara kızıp büyük bir Tufan gönderdiği, bir adama büyük bir gemi yapıp, ailesi ve seçtiği hayvanlarla kurtulmasına izin verildiği, sele neden olan yağmurun yedi gün ve yedi gece devam ettiği yer alıyor. Sitchin, Sümer metinlerine bakarak Mezopotamya uygarlığının bu tanrılar tarafından şekillendirildiği ve insan kralların buna aracılık ettiğini iddia etti. İnsan uygarlığının gelişmesinde önemli rol oynayan astronomi, ziraat, tıp, metalürji gibi bilimler onlardan öğrenilmeye başlanmıştır. Sitchin’e göre, bundan 30 bin yıla önce dünyada şehirlerde yaşayan yabancılar, insanlara bildiklerini aktarmışlardı. Büyük 
Sel esnasında dünyadan ayrıldılar ancak daha sonra uygarlığı yeniden inşa etmek için geri döndüler. Dünyadan dışından gelenler M.Ö. 550’de kendi uzay araçları ile dünyayı terk ettiler. Diğer bir iddiaya göre, bu uygarlık, M.Ö. 2024’de uzaylı varlıkların savaşı sonunda yok olmuştu. Geride bıraktığı insanlar onlardan kalanların çoğunu imha ettiler. 

Eleştirmenler, Sitchin’in hem tercüme hataları hem de astronomik yanlışları olduğunu iddia ettiler. Sitchin’in iddia ettiği güneş sistemine her 3600 yılda bir seyahat eden gezegenin Neptün değil, Pluto olduğu iddia edildi. Semitik diller uzmanı Michael S. Heiser, Sitchin’in Sümer ve Mezopotamya dili tercümelerinin hatalı olduğunu iddia etti. Ona göre, Sümer metinleri, insanın altın işçisi olmak için esir olarak yaratıldığını söylemiyordu. Sümer metinleri sadece insanın Tanrılar tarafından kendi yaratma sürecine yardım için yaratıldığını söylüyordu. 

Günümüzde bazı yeni dini akımlar (Teosophi, Scientoloji, Realizm, Cennetin Kapısı vb.) bu tür dünya dışı akıllı varlıklarla temasa inanmaktadır. 

Sitchin İncil’in metinlerinin çoğunun Sümer yazmalarına dayandığını savundu. Dikkat çekici bir örnek İncil’de geçen şu ifadelerdir (Genesis Bölüm 6: 1-2, 4); 
“İnsanlar sayıca dünyada artmaya başladığında ve onlara kız kardeş verildiğinde, 
Tanrı’nın oğulları bu kızları güzel buldu ve seçtikleri ile evlendi. 
 
O günlerde Nefilim dünyadaydı ve sonra Tanrının oğulları insanların kızlarına gitti ve onlardan çocukları oldu.” 
Birçok Hıristiyan bu ifadeden Âdem ve Havva’nın çocuklarının farklı ailelerden olduğu yorumunu yapmaktadır. Nefilim’in ne olduğu ve bu metinde gerçekte neyin anlatılmaya çalışıldığı hala tartışmalıdır. Bazı kaynaklar Nefilim’i “dev varlıklar” olarak15, bazıları ise yarı insan-yarı dünya dışı diye açıklamaktadır 16

Resim 5’de görülen Nefilimler ise genellikle devler olarak tercüme edilse de tam olarak “gökten düşmüş olanlar” anlamını taşımaktadır. 

Resim 5: Anunnakiler ve İnsanları Tasvir Eden Bir Resim 
 
http://www.messagetoeagle.com/images2/anunnaki6.jpg

Enoş’un (Toth) kitabı ise Tanrı’nın Oğullarından kastın dünyaya insanları yetiştirmek için gönderilirken Gözcü 200 melek olduğu yorumunu katmaktadır. Muhtemelen bu Gözcüler insanlara metalürji, ziraat ve astronomi gibi bilgileri öğrettiler. Tanrı sonra izleyicilerin dünyada kalmasını emretti. Tanrının emirlerine uymadıkları için bu meleklere “düşmüş melek” adı verildi. Tanrı, büyük Tufan ile bunlardan kurtuldu. İnsanlığın devamı için ise Nuh seçildi. 
 Benzer bir kanıt ise Türk mitolojisinde bulunmaktadır. Bilinen Ergenekon (yani dişi kurt ile Türk prensinin evlenmesinden Türklerin ilk atalarının yaratıldığı) hikâyesi Çinli bir kayıttan alınmadır. Türklerin yeryüzüne iniş kuramı, Altay Türklerinin Ergenekon efsanesinde aşağıdaki gibi yer almaktadır17

“Kutup Yıldızından dokuz kardeş halinde geldiler, Üç Sümer (Zirve) dağının ortasına (yani üç zirvesi olan bir dağa) kondular, buna Ergenekon18 dediler, dokuz kardeş yeryüzünden beğendikleri ile evlendiler. Hep dışarıdan kız aldılar.” 
Eski Ahit’de, Ezekiel’in Kitabı’nın Birinci Bölümü’nde Ezekiel ateş ve ışıklar içinde 
hareket eden yaratıkları tasvir eder. İç içe geçmiş tekerlekler yaratıklarla birlikte yukarı yükselmektedir (Resim 6). Modern dönemde Von Daniken ve Josef F. Blumrich gibi yazarlar Ezekiel’in uzay gemisi gördüğünü iddia ettiler19

Resim 6: Ezekiel’in Görüşünün Resimlenmiş Hali (1670) 
 
An engraved illustration of Ezekiel's 'vision' (1670) 
Dünya dışı varlıklar ile ilgili kanıtlar diğer mitolojilerde de yer almaktadır. Hindu 
mitolojisinde (Ramayana) tanrılar ve onların avatarları bir yerden bir yere Vimana adı verilen uçan araçlarla seyahat ediyorlardı. 
Tarih öncesi ya da kadim dönemlerde dünyaya dışarıdan gelmiş ve insanlarla temas etmiş akıllı varlıklar ile ilgili açıklamalar bilim dışı olarak görülmektedir. Bu çalışmaları yapanlara göre; modern kültürler, dinler ve hatta insan biyolojisi dünya dışından gelenlerle temasımızdan sonra şekillenmiştir. Dinlerin kökeni dünya dışı güçlere ilişkindir. Bu tür düşünceler çoğu akademik çalışmalarda ciddiye alınmamaktadır. 
Bu tür çalışmaların önde gelen isimleri arasında; Erich von Daniken, Zecharia Sitchin, Robert K.G. Temple, Giogio A. Tsoukalos ve David Hatcher Childress sayılmaktadır. Sitchin, pek çok sinema filmine ilham kaynağı oldu. Dünyadışı varlıklar ile ilgili 1919’dan bugüne yüzlerce kitap yazıldı ve film çevrildi 20. 

Robert Temple, 1976’da yayınlanan “The Sirius Mystery” isimli kitabında Afrika’daki Mali’nin kuzeybatısına 5 bin yıl önce dünya dışı varlıkların ziyarette bulunduğunu iddia etti. Bu iddiasını bölgede yapılan bazı arkeoloji çalışmalarına dayandırdı. Erich von Däniken ise Tanrıların Arabaları (Chariots of The Gods) başlıklı kitabında dünya üzerindeki bazı yapıların ancak çok daha gelişmiş bir kültüre sahip dünya dışı yaratıklar tarafından inşa edilmiş olabileceğini iddia ediyordu. 

Von Daniken ve Barry Downing, cehennem konseptinin İncil’e Venüs gibi kızıl bir 
gezegenden gelen dünya dışı varlıkların insanlara gösterdiği resimler ile girdiğini iddia ettiler 21
Onların tezine göre, Tanrı ve Şeytan dünya dışındandı ve bilgi ağacındaki bilginin insana açılması konusunda aynı fikirde değillerdi. Çocukları insansı idi ve İncil’de bahsedilen “ilk günah” buydu. Tanrı’nın Tufan ile cezalandırma nedeni ise gönderilmiş meleklerin maymuna benzer insanlarla ilişki kurmuş olmasıydı. 

2016’da Irak Ulaştırma Bakanı Kazım Finjan, Sümerlilerin beş bin yıl önce Dhi Qar 
vilayetinde bir hava alanı inşa ettiklerini iddia etti 22
Eski Mısır ve bazı yerli Amerikan gibi kültürlerinde dünya dışı varlıklarla karşılaştıktan sonra çocuklarının kafatasının uzadığına dair yorumlar ortaya çıktı. Firavun Akneton ve Nefertiti’nin resimlerinde uzun kafatasları dikkati çeker. Muhtemelen insanlara karışan dünya dışı yaratıklardan böyle bir melez yapı ortaya çıkmıştı. 

Tanrı Krallığı (Melekut); Tanrılar, Yarı Tanrılar, Melekler; Gök Halkı.. 

Eski Mısır yaradılış efsanesine göre; Nu yaradılış öncesi var olan ve bütün yaşamın kendisinden ortaya çıkmış olduğu başlangıçtaki okyanustur. Nu’nun derinliklerinden yaratılan ilk varlık “Ra”dır. Ancak, bu yoktan varoluşu ifade neden ilk başlangıç değildir. Bizim devremizin yani “Demir Çağı”nın başlangıcıdır. Tanrı Nu olarak ifade edilen sembol, Mu Uygarlığı’na karşılık gelmektedir. Mu ile ilgili bilgilerin kayıtlı olduğu tüm eski yazıtlarda, insanlığın ilk ana vatanının Mu olduğu açık bir şekilde dile getirilmiştir. 

 Mısır Mitolojisi’nin Tanrılar Birliği’ni oluşturan ve Tanrılar olarak ifade edilen 
semboller, öncelikle “Evrensel İdare Mekanizması”nı hiyerarşik yapısını ifade eder. Bu Tanrılar Birliği içinde Siriusyen Kültürü ya da bizzat “Siriusyen Kültür Temsilcileri”ni sembolize eden ileri seviyeli “Galaktik Varlıklar” da bulunmaktadır. Mısır Mitolojisi’ndeki Anubis, Şu, Tefnut gibi Tanrılar bu tür varlıkların sembolleridir.  Sümerlerde; Gök Tanrısı Anu, ‘Anosmas’ adı verilen göklerin yüksek yerindeki sarayındadır. Sümerlerin kimi tanrıları yıldızlarda oturmayı uygun bulmuşlardır. Tüm Tanrılar ve Tanrıçaların Sümer kökenli olduğu düşünülmektedir. 

 Altaylıların büyük Tanrısı Kara Han ile oğlu Ülgen de Şamanlarca on yedi kat kabul edilen göklerin en üst katında oturur. 



Tablo 1: Kadim Uygarlıkların Tanrıları 
 
Mısır Kozmogonisi’nde Nu’dan, “tüm hayatın tohumlarını barındıran deniz” diye söz edilmesinin nedeni de budur. Buradaki suyla ilgili anlatımlar, farklı toplumların kutsal kitaplarında da geçer. Örneğin Tevrat’ın Tekvin Bölümü’nde dünyanın yaradılışıyla ilgili ilk satırlar şöyle başlar; 
“Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah’ın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. (Tekvin Bap 1/1-2)” Tevrat’ta dört yerde geçen “Tanrılar Tanrısı” için Yahudi kökenli Musa İbn Meymun (1135-1205), “Melekler Tanrısı” anlamı verir. Buradan meleklerin de bir Tanrı olduğu anlamı çıkarılabilir. Keza Tevrat’ta iki yerde, İncil’de üç yerde geçen başka bir ifade var; “Rabler Rabbi (Efendiler Efendisi)”. 

Bu durumda Sabiilerin çok tanrılı olmakla suçlanmaları anlamsız hale gelmektedir. Hz. İbrahim’in içinden çıktığı Sabiiler, üç semavi dine ve Zerdüştlüğe kaynaklık ettiler. 

 Tanrı Krallığı hiyerarşisini şu şekilde sıralayabiliriz; 

 (1) Tek Bir Olan (Tanrı). 
 (2) Yardımcı Tanrılar. 
 (3) Melekler. 
 (4) Peygamberler ve bilgeler. 
 (5) Şeytan, Cin, Kâhin vb. olgular. 
 (6) Apokaliptikler. 
 (7) Dünya dışı varlıklar. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

13 Zecharia Sitchin, The 12th Planet, Stein and Day Collection, Ancient Publisher, (New York, 1976). 
14 Zecharia Sitchin, The Wars of Gods and Men: Book III of the Earth Chronicles. Harper, (2007), 104–105. 
15 James Orr (Ed.), “Nephilim” The International Standard Bible Encyclopedia, Howard-Severance, Vol. IV, 
(Chicago,1930), 2133. 
16 Ancient Aliens, Series 2 Episode 7: Angels and Aliens, https://hdclump.com/ancient-aliens-angels-and-aliens/ 
17 Aktaran: Namık Kemal Zeybek, Ön Türkler, Youtube, (Nisan 2020), Kaynak: Mümin Köksoy, Nuh Tufanı ve 
Sümerlerin Kökeni, Berikan Yayınevi, (İstanbul, 2011). 
18 Ergene (Rahim, oluşulan yer), (Ergene Kon) demektir. 
19 Erich von Daniken, Chariots of the Gods, Bantam Books, (1968), 38-9. Morris K. Jessup, UFO and the Bible Citadel Press, (New York, 1956) 56-59. Josef F. Blumrich, The Spaceships of Ezekiel, Corgi Books, (1974). 
20 Bu kitaplar arasında; Charles Fort, Book of the Damned, (1919): Harold T. Wilkin, Flying Sauurces From the Moon, (1954): Robert Charroux, Legacy of the Gods, (1964): Barry Downing, The Bible and Flying Saucers, (1968): John Philip Cohnae, Paradox: The Case for the Extraterrestrial Origin of Man, (1977): Zecharia Sitchin, The 12th Planet, (1978): Murry Hope, The Sirius Connection: Unlocking the Secrets of Ancient Egypt, (1996): James Herbert Brenan, Martian Genesis, (1998): Laurance Gardner, Genesis of the Grail Kings: The Explosive 
Story of Genetic Cloning, (1999) sayılabilir. 
21 News, Weekly World (31 August 1993). Hell Is On The Planet Venus, Weekly World News, (Aug 31, 1993). 
22 Lee Speigel, “ETs Built Earth’s First Airport”, (13 October 2016). Iraqi Transport Minister Says”. The Huffington Post. (14 October 2016). 




***

8 Mayıs 2020 Cuma

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Değişen Tehdit ve Fırsat Algısı. BÖLÜM 2

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Değişen Tehdit ve Fırsat Algısı. BÖLÜM 2



3.2. 2000-2010 arası Dönem: AKP İktidarları ve Ortadoğu’yla İlişkiler

1999 yılı itibariyle Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları temelinde biçimlenen Ortadoğu politikası Suriye ile varılan Adana Mutabakatı uyarınca Abdullah Öcalan’ın bu ülke topraklarından çıkarılması ve terörün bastırılmasıyla artık ekonomik ve diğer unsurların ön plana çıktığı bir bölgesel politika olarak belirmiştir. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasındaki bu dönüşüm esasında aynı yıl dönemin Dışişleri bakanı İsmail Cem’in dile getirdiği “bölge merkezli” ve “vizyoner” dış politika söylemleriyle başlamıştı. Bununla ifade edilmek istenen Türkiye’nin geçmişiyle (özellikle Osmanlı mazisiyle) barışması, sosyo-kültürel, tarihsel ve ekonomik unsurlar kullanarak bölge ülkeleriyle iyi komşuluk ilişkileri geliştirmekti. Artık Ortadoğu’ya güvenlik perspektifinden değil ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirme açısından bakan bir Türkiye vardı. Bölge merkezli ve vizyoner yeni Ortadoğu politikası kapsamında Irak, İran ve Suriye ile olan ilişkiler geliştirilmiş, AB’ye üyelik bağlamında Ortadoğu’yla daha uyumlu ilişkiler kurulmuş, bu durum Ortadoğu’ya yönelik meselelerde belirginleşen ABD-AB kırılmasında Türkiye’nin daha çok AB’den yana tavır koymasına yol açmıştır. Gerçekten de Soğuk Savaş sonrası dönemde giderek kurumsallaşan AB’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarının ABD’den farklı olduğu ve bu kapsamda bir Trans-Atlantik kırılmanın yaşandığı teşhis edilmiştir. AB Ortadoğu bölgesinde daha uzlaşmacı ve yapıcı diyalog yaklaşımına karşılık ABD’nin daha müdahaleci ve aktif stratejiler öngörmesi Sovyet sonrası dönemde artık yeknesak kalamayan Batı ittifakı içindeki ayrışmanın da bir nevi resmi gibiydi. Türkiye bu ayrışmada değindiğimiz gibi adaylık bağlamında AB yanlısı politikalar izlerken özellikle 2002 sonrasında ABD ve AB’den bağımsız tamamlayıcı ve aktif bir dış politika izlemiştir. 

Türkiye’nin AB’ye üyelik ekseninde Ortadoğu bölgesiyle ilişkilerinde yeni ufuklar açmasının yanında bölgede Türkiye’ye daha aktif bir rol kazandırmıştır. Bölge ülkeleriyle geliştirilecek daha yoğun sivil ve ekonomik ilişkiler birçok zorluğu bünyesinde barındırmakla beraber Türkiye’nin bölgede barışa, refaha ve güvenliğe daha fazla katkıda bulunmasına da yol açmıştır. Türkiye 2000’li yıllardan itibaren Batı tarafından dışlanan İran’la diyalog kuran, süregiden Arap-İsrail çatışmasında taraflara barış görüşmeleri kapsamında aracılık eden bölgesel bir güç görünümü veriyordu.  Şüphesiz Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki bu dönüşüm bir zihniyet ve yönetim değişikliğinden ileri gelmekteydi. 

Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki dönüşüm ve paradigma değişikliği temelde İsmail Cem’in vizyoner ve bölge merkezli dış politika açılımı ile 1999’da başlamakla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisinin Kasım 2002’de iktidara gelmesiyle güçlü bir ivme kazanmıştır. Yeni dönemde izlenen dış politikanın şifrelerini Dışişleri Bakanı konumundaki Ahmet Davutoğlu, iç siyasette güvenlik ve demokrasi arasında hassas bir denge; komşularla sıfır soruna sahip ilişkiler; Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ile yakın ilişkiler; ABD, AB gibi küresel aktörlerle rekabetten ziyade tamamlayıcılığa dayalı ilişki; uluslararası örgütlerle birlikte barışı inşa çabalarında aktif diplomatik yaklaşım sergilemek.  Soğuk Savaşın bitiminde özellikle Körfez Krizi ve akabinde ABD ile uyumlu politikalar izleyen Türkiye Ortadoğu’da daha aktif ve kendi inisiyatifinde davranması birçok risk taşımaktaydı. Bu nedenle Türkiye ABD’den bağımsız politikalar izleme niyetini saklı tuttuğu müddetçe bölgede etkinliğini artıracağının farkına varmış, ancak 2003’te Irak’ın işgali ile Washington ile Ankara arasındaki görüş ayrılıkları iyice su yüzüne çıkmıştır. İki ülkenin Ortadoğu’ya yönelik politikalarındaki esas kırılma noktası gerçekten de ABD’nin Irak’ı işgale girişmesi ve sonrasında gerçekleştirdiği stratejik hatalardan kaynaklanıyordu.  11 Eylül 2001’de New York’taki terörist saldırının ardından ABD başkanı Bush ve ekibinin dünyayı adeta yeni bir kutuplaşmaya sokarcasına yeni bir soğuk savaş başlatması ve hedefine İran, Irak, Suriye gibi ülkeleri koyması Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek gelişmelerin de habercisiydi.  

2003 Irak Savaşı Avrupa ile ABD arasında görüş ayrılıkları bağlamında Trans-Atlantik bir kırılmaya yol açmakla kalmadı, Türkiye-ABD ilişkilerini de ciddi sorunlarla buluşturdu. Daha önce de belirttiğimiz gibi I.ve II. Körfez Savaşlarında Türkiye ABD ile sürekli işbirliği içerisinde olmuş teknik destek sağlamış, hatta kendisi için zararlı sonuçlara yol açsa da Çekiç Güç ve Keşif Güç bağlamında askeri destek verirken ekonomik olarak zarar görse de Irak’a uygulanan ticari ambargoya uymuştur. Ancak III. Körfez Savaşında özellikle TBMM tarafından Amerikan askerlerinin ülkeden geçişini öngören tezkerenin kabul edilmemesi ve kamuoyunda yükselen anti-Amerikancı akım, Ortadoğu’da devamlı işbirliği şeklinde seyreden Türkiye-ABD ilişkilerini tarihinin en zorlu süreçlerinden birine itmiştir.  

1 Mart Tezkeresinin ardından gittikçe gerginleşen ilişkiler Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinlik alanını daraltırken kararın ardından Türkiye’ye soğuk davranmaya başlayan ABD, savaşın uzamasının ve kayıpların artmasının sebebi olarak Türkiye’yi işaret etmiş, Kürtlerin de istek ve talepleri doğrultusunda Türkiye’yi Irak’ta yaşananların dışında tutmaya gayret etmiş ve Türkiye’ye bölgede kontrolü sağlama ve etkinlik açma şansı vermemiştir. Bütün bunların dışında ABD’nin tezkereye bir tepki ve karşılık olarak Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi krizine imza atması Türk kamuoyunun tepkisini toplarken ikili ilişkilerin negatif seyrinde devam etmesine yol açmıştır. Ancak uzun yıllardır “müttefiklik” konsepti içerisinde hareket eden iki ülkenin ilişkileri krizlerin ve gerginliklerin gölgesinde bir süre daha devam etse de bölgesel ve küresel konularda işbirliği ekseninde yeniden devam etmiştir. 

AB’ye üyelik ve Avrupalılaşma idealinden uzaklaşmadan Ortadoğu ve Arap dünyasında merkezî bir konuma sahip olma gayesiyle hareket eden AKP hükümeti 2002-2007 yılları arasında Ortadoğu’da çok yönlü ve aktif bir dış politika örneği sergilemiştir. Bu bağlamda meselâ 2005’te Suriye’yle diplomatik ve ekonomik ilişkilerde bir yakınlaşma sağlanırken 2006’da Hamas’ın Ankara’da kabulü ve ardından Suriye’de arabuluculuk çabaları ile İsrail’le 2007’de dolaylı barış görüşmeleri bu yeni politikanın çarpıcı örnekleri arasında sayılabilir. Esasında AKP’nin Ortadoğu’da yürüttüğü aktif ve çok yönlü yeni dış politika 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Orta Asya ve Kafkasya’da izlediği çok boyutlu dış politika stratejisine benzemekte kullandığı neo-Osmanlıcı argümanlarla da onunla benzeşmekteydi. AKP’nin Ortadoğu’daki politikası küresel ve bölgesel işbirliği içinde, daha önceki dış politika modelleriyle kopuş yerine süreklilik gösteren bölgesel bir politikaydı.  Bunun yanında Ortadoğu’daki gelişmelere eskiye oranla daha fazla ilgi gösteren bölgeye daha fazla entegre olan Türkiye’nin Arap Ligi toplantılarına gözlemci statüsüyle davet edilmesi, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olması İKÖ Genel Sekreterliğine iki dönem üst üste bir Türk’ün seçilmesi bölgeye olan yakınlığı artıran etkenler olmuştur. 


3.3. 2011 ve Sonrası: Arap Baharı Perspektifinden Ortadoğu Politikası

Türkiye’nin Ortadoğu politikasında 2010’lu yılları devam eden Arap Baharı süreciyle birlikte değerlendirmek mümkündür. 2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta bir işportacının kendini yakma eylemiyle başlayan ve sırasıyla Libya, Mısır, Yemen, Bahreyn ve Suriye’yi etkisi altına alan siyasal ve toplumsal devrim hareketlerinin geneline verilen bir isim olan “Arap Baharı”nın özünde Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının daha demokratik, özgür, adil ve sosyo-ekonomik koşullar bakımından daha eşit bir sosyal-siyasal düzende yaşam beklentileri ve özlemleri yatmaktadır. Yıllarca baskı altında yaşayan bu halkların özellikle bilişim ve iletişim teknolojilerinin etkin kullanımı sayesinde bölge genelinde hızla yayılan protesto ve gösteri hareketleri birçok ülkede rejim değişiklikleriyle sonuçlanırken Suriye ve Yemen’de ayaklanmalar ve halk hareketleri beklenen sonucu doğuramamış hatta aksine eskisinden daha kötü bir duruma doğru gidiş söz konusu olmuştur. Mısır ve Libya’da da halk hareketleri sonucu beklenen ve özlenen demokrasi yine gelememiş, askeri darbe ve karşı-darbeler birbirini izlemiştir. Özellikle Suriye’de hakim olan iç savaş, çatışma, katliam ve kaos ortamı uluslararası toplumun dikkatlerini bu ülke üzerine çekmiştir. Arap Baharı kapsamında Türk-Amerikan ilişkilerinin Ortadoğu’da kilitlendiği en önemli kriz de Suriye olmuştur. Suriye halkının Esad ailesinin iktidarına karşı 2011’de başlattığı ayaklanma günümüze kadar bir sonuca ulaşamadan gelmiştir. Dahası Rusya, Çin, İran, ABD gibi bölgesel ve küresel güçlerin Suriye denklemine dahil olmasıyla “çağdaş bir soğuk savaş pratiği” yapılmış, mevcut rejimin gitmesi ya da kalması yönünde bir fikir birliğine varılamamış, devlet otoritesinin olmadığı bölgeler IŞİD/DEAŞ, YPG gibi terör gruplarınca doldurulurken Suriye’de durum iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştır. 

Günümüzde Türkiye’nin vizyoner ve aktif dış politikasının Ortadoğu’da kendini belli etmesi Türk dış politikasının “Ortadoğululaştığı” ve Türk dış politikasında bir “eksen kayması” yaşandığı tartışmalarını doğururken  son yıllarda dış politikada Türkiye’nin İslami ve Ortadoğulu kimliği ön plana çıkmaya başlamış bölgesel bir güç olan Türkiye bu kapsamda ekonomik, siyasal ve güvenlik çıkarlarını bölgedeki güvenlik ve istikrar ile entegre ederek bölge-dışı güçlerin Ortadoğu’ya müdahalesine de tepki göstermiştir. Suriye ve İran politikaları sebebiyle ABD ile karşı karşıya gelme, NATO’nun Libya’ya müdahalesine karşı çıkma bu meyanda örnek olarak verilebilecekken Arap Baharı ve Suriye kapsamında ise Türkiye öteden beri tutarlı ve etik bir politika izlemiş, bölgede askeri, ekonomik, diplomatik, insani yönlerden en çok çaba harcayan bir ülke olmuştur. Neticede Türkiye gibi kilit bir bölgesel gücün olmadığı Ortadoğu’nun daha fazla istikrarsızlaşacağı teşhis edilmiştir. 

4. Değerlendirme ve Sonuç

Dış politikasını barışçı temeller ve statükoculuk ile batıcılık biçiminde ifade edilen genel ilkeler üzerine kurarak yürüten Türkiye Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte yine bu temel ilkeler ve özlerden kopmadan bir yandan dönüşen yeni uluslararası sistemde bir yer edinmeye çalışmış bir yandan da oldukça farklı tehdit ve riskler taşıyan yanı başındaki bölgelerde tutarlı politikalar uygulamaya koyulmuştur. SSCB’nin yıkılması ve iki kutuplu sistemin tek kutuplu hale gelmesiyle küresel güvenlik ve tehdit algısı değiştiği gibi ilan edilen yeni dünya düzeninin gereklerine uygun hareket etme zorunluluğu da doğmuştu. ABD’nin kendini hegemon güç ilan ettiği yeni global düzende küreselleşme, demokrasi, insan ve azınlık hakları, kapitalizm, neo-liberalizm gibi Batılı değerler ve olgular herkesçe benimsenip yaygınlaşmaya başlamıştır. Balkanlar, Orta Asya ve Kafkasya coğrafyaları yeni devletlerin doğuşuyla farklı bir çehre kazanırken Ortadoğu Soğuk Savaşın hemen ardından başlayan sıcak savaş ve çatışma ortamıyla dikkatleri üzerine çeken bir bölge olmuştur. Türkiye Sovyet tehdidinin sona erdiği yeni küresel sistemde Batı nezdinde stratejik öneminin azalacağını ve kaybolacağını düşünürken Ortadoğu’da Saddam’ın yaktığı savaş ateşiyle ABD ve koalisyon güçlerinin bölgeye yaptığı operasyonlarda yeniden ihtiyaç duyulan ve aranan bir müttefik olarak belirmiştir. Dahası Rusya’nın ve olası diğer ülkelerin etkinliğini önlemek amacıyla ABD tarafından “güçlendirilmiş stratejik ortak” ilan edilen Türkiye’nin Yugoslavya’dan Orta Asya’ya diğer bir deyişle Adriyatik’ten Çin Seddine kadar olan bölgede etkin olması istenmiştir.

Ne var ki özellikle Ortadoğu’da batıyla ittifak içerisinde hareket eden ve özellikle Turgut Özal döneminde üzerine düşen bütün görevleri yerine getiren Türkiye bir süre sonra Ortadoğu’da Batı menşeli politikaların kendi ulusal güvenliğine zarar vermeye başladığını görmüştür. Körfez Savaşında Batılı müttefikleriyle birlikte hareket ederek operasyona üs desteği ve ekonomik, teknik destek veren Türkiye yeni dünya düzeninin kuruluşunu bildiren ilk sıcak savaşta meşru ve güçlü tarafta yer almanın haklı gururunu ve övüncünü kısa bir süre yaşamış ama bu övünç ve iyimserlik hevesi belirttiğimiz gibi “kısa” sürmüştür. Soğuk Savaş sonrası dönemin başında özellikle Cumhurbaşkanı Özal’ın değerlendirmesiyle Orta Asya ve Balkanlar gibi fırsatlar sunacağına inanılan hatta “bin yılda bir gelecek fırsatlar” armağan edeceği belirtilen Ortadoğu’nun Körfez Savaşı neticesinde bekleneni vermediği yaşanan acı tecrübeler sayesinde öğrenilecek, Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle ekonomik olarak esas zarar gören Türkiye olacaktır. Dahası Kuzey Irak’ta beliren Kürt gruplaşması ciddi güvenlik kaygılarının doğmasına yol açacaktır. SSCB’nin varlığı nedeniyle 1945’ten itibaren kuzeyden ve 1974-Kıbrıs Barış harekâtından itibaren de Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan bağlamında batıdan geldiği öne sürülen ulusal güvenliğe tehdit algılayışı SSCB’nin ve Doğu Blok’unun yıkılmasıyla terkedilerek özellikle Körfez savaşı sonrasında giderek istikrarsızlaşan Ortadoğu bölgesi öne sürülerek artık tehdidin “güneyden” geldiği vurgulanmaya başlanmıştır. Bu yönüyle Soğuk Savaş sonrası dönemde oluşturulan dış politika anlayışının gerçekçi algılar ve yeni oluşan güç dengesi ile tek kutuplu dünya sistemine entegre olma amacı taşıyan realist temelden hareket ettiğini ifade edebiliriz. Soğuk savaş sonrası dengeleri doğru okuyan karar vericiler ABD’nin olası gördükleri Irak operasyonu öncesinde savaşa dahil olarak Kerkük ve Musul’u Milli Mücadeleden tam 70 yıl sonra yeniden Misak-ı Milli sınırları içine katma planları dahi yapmıştır. Ancak ne var ki Irak’a düzenlenecek operasyon bağlamında “fırsat sunacak” denilen Ortadoğu politikası önce bir fırsat algısı doğurmuş ama sonra bu değişerek bir tehdit algısı halini almış ve günümüze kadar gelmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde “hacet kapılarının Türkiye için açıldığı” ve “Yeni asır Türk asrı olacak” söylemleriyle birlikte Orta Asya ve Kafkasya’da yeni kurulan Türki cumhuriyetlerle sosyo-kültürel bağlar temelinde geliştirilecek ilişkilerle Türkiye’nin bir “model ülke” ve “örnek demokrasi” olma iddiaları, Rusya Federasyonunun Yakın Çevre doktriniyle beraber anılan bölgeleri arka bahçesi görerek tekrar buralarda etkinlik alanı oluşturması gayreti içine girmesiyle geçerliliğini yitirirken benzer şekilde yakın tarihe atıfla “Misak-ı Millî” sınırları içerisinde yer alan Musul ve Kerkük vilâyetlerinin Türkiye toprağına katılması gerektiği savı da gerçekleşememiş bir senaryo olarak kalırken Özal ve ekibi maceracılıkla suçlanmıştır. 1993’e kadar dış politikada varlığından söz edilen bir “Özal faktörü” Türk dış politikasının geleneksel çizgisinden sapmalara yol açan bir etken olarak değerlendirilmekteydi. Tam da bu noktada Özal’ın aktif dış politika stratejisi hatta dış politikayı tek başına yürütme çabası kamuoyundan, muhalefetten, ordu ve basından tepki toplamıştır. Özal’ın o dönem ABD’nin Türkiye’ye biçtiği rolle de örtüşen “Neo-Osmanlıcılık” temelli dış politikası statükodan kopuş ve revizyonist olarak nitelenirken 2002 sonrasında bu defa AKP dış politikasında “Yeni-Osmanlıcılık” kavramı tekrar canlandırılarak bu sefer gerçekçi argümanlarla güçlendirilmiş ve sağlamlaştırılmış bir strateji olarak dış politikada yer alacaktır. Özellikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlunun “Stratejik Derinlik” teorik temelli dış politika anlayışında Neo-Osmanlı motiflerin çok önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.  

Türkiye’yi uzun yıllardır nitelendiği gibi bir köprü olarak değil “merkez” bir ülke olarak tanımlayan Davutoğlu, Pax-Ottomanica/Paks Osmanlı argümanını öne çıkararak Türkiye’nin Müslüman alemi küresel siteme bağlayan bir baş aktör olma çabasından bahisle aynen imparatorluk düzenindeki gibi çevresindeki üç alanı etkisi altına alması gerektiğini söyler: Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya. Özellikle Ortadoğu’da Türkiye etkisini genişleterek bu bölgeyi uluslararası siteme entegre ederek medenileştirecektir. Keza Suriye gibi Osmanlı bakiyesi ülkeler himaye edilmesi gereken ve Türkiye ile kıyas kabul etmeyecek kadar alt seviyedeki ülkelerdir. Yine Arap baharı sürecinde Davutoğlu, Türkiye’yi Ortadoğu’da etkili küresel aktörlerden biri olarak gördüğünü ifade edecek ve  “merkez” olarak nitelemeye devam edecektir. 

Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde zaman zaman “tarafsızlık”, “temkinlilik” “ihtiyatlılık” olarak ifade edilen Batı blokuna endeksli Ortadoğu politikası 1990’lı yıllar boyunca bölgenin durmadan sıcak savaşlar, çatışmalar ve krizler üreten yapısı nedeniyle hep bir tehdit algısı üzerine şekillenmiş, 2002 yılından itibaren revize edilerek önce “komşularla sıfır sorun politikası” ardından “aktif dış politika” ve en son “Arap Baharı çerçevesinde Ortadoğu politikası” olarak belirginleşmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemin başında ABD, AB ve NATO çerçevesinde Ortadoğu politikasını oluşturan Türkiye AKP dönemi ile beraber Ortadoğu’da daha aktif ve tutarlı bir politika izlemeye başlamıştır. 


Kaynakça

Acar, Eray. “Neoliberalizm ve Sosyal Refah Devleti Ekseninde Üçüncü Yol Yaklaşımı”, Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, ICEBSS  Özel Sayı, (2017): 248-263.

Ahmadov, Ramin. “The U.S. Policy toward Middle East in the Post-Cold War Era”, Alternatives: Turkish Journal of International Relations, Volume 4, Number1&2, (Spring&Summer 2005): 138-150.

Altunışık, Meliha Benli. “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 1, Sayı 1, (Temmuz 2009): 69-81.

Aras, Bülent ve Rabia Karakaya Polat, “Turkey and The Middle East: Frontiers of the New Geographic Imagination”, Australian Journal of International Affairs, Vol. 61, No. 4, (December 2007): 471-488.

Arı, Tayyar. “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, İdris Bal (ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004: 667-699.

Arı, Tayyar. “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Politikası ve Türk-Amerikan İlişkileri”, Türk Dış Politikası: Uluslararası III. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Sedat Laçiner, Hacali Necefoğlu, Hasan Selim Özertem (ed.), Ankara: Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) ve Kars Kafkas Üniversitesi Ortak yayını, 2009: 25-31.

Arı, Tayyar. Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Irak, İran, ABD, Petrol, Filistin Sorunu ve Arap Baharı, Cilt II,  Bursa: Alfa Akademi Basım Yayım, 2017.

Ataman, Muhittin. “1983-1991 Döneminde İç Politika: Özallı Yıllar”, Osmanlı’dan İki binli Yıllara Türkiye’nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, Adem Çaylak, Mehmet Dikkaya, Cihat Göktepe ve Hüsnü Kapu (ed.), 4. Baskı, Ankara: Savaş Yayınevi, 2012: 589-603.

Baharçiçek, Abdülkadir. “Soğuk Savaşın Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, İdris Bal (ed.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004: 57-74.

Bacık, Gökhan ve B. Balamir Coşkun. “Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001]”, Osmanlı’dan İki binli Yıllara Türkiye’nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, Adem Çaylak, Mehmet Dikkaya, Cihat Göktepe ve Hüsnü Kapu (ed.), 4. Baskı, Ankara: Savaş Yayınevi, 2012: 633-641.

Bal, İdris. “Türkiye-ABD İlişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın Getirdikleri”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004: 151-184.

Balcı, Ali. Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013.

Berridge, G.R. Diplomacy: Theory and Practice, 5th Edition, London: Palgrave Macmillan UK, 2015.

Bilgiç, Veysel K. “İç Politika-Dış Politika Etkileşimi”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, Ankara: Nobel Yayınları, 2004, ss.111-124.

Brzezinski, Zbigniev. “The Cold War and Its Aftermath”, Foreign Affairs, Cilt 71, Sayı 4, (1992): 31-49.

Çalış, Şaban. “Turkey’s Traditional Middle-East Policy and Özalist Diplomacy: Gulf Crisis Revisisted”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, (Ocak 2000): 101-118.

Çomak, Hasret ve Ufuk Cerrah. “Avrupa Birliği Üyeliği Ekseninde Türkiye’nin Avrupa Birliği Güvenliğine Katkıları,” Hasret Çomak, Caner Sancaktar, Sertif Demir (der.), Uluslararası Güvenlik: Yeni Politikalar, Stratejiler ve Yaklaşımlar, İstanbul: Beta Yayınları, 2016: 717-733.

Dönmez, Rasim Özgür. “Ahmet Davutoğlu Dış Politika Anlayışının Kökleri”, Türkiye’de Politik Değişim ve Türk Dış Politikası: Neo-Osmanlıcılığın Sosyo Politiği, Rasim Özgür Dönmez (ed.), (Bursa: Dora Yayınları, 2014): 7-33.

Erkaya, Güven ve Taner Baytok. Bir Asker Bir Diplomat: Söyleşi, 2. Baskı, İstanbul: Doğan Kitap, 2001.

Fiedler, Radoslaw. “The United States’ Policy toward the Middle East in the Post-Cold War Era: Hegemony or Leadership”, Toplum ve Demokrasi, 4(8-9-10), (Ocak-Aralık, 2010): 169-184.

Gözen, Ramazan. İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara: Palme Yayıncılık, 2009.

Graham, Fuller E. and Lesser Ian O., with Henze Paul B. and Brown J. F. Turkey's New Geopolitics: From the Balkans to Western China, A RAND Study, Volume 26, Issue 4, Boulder, Co: Westview press, 1993 

Jabbour, Jana. “The AKP’s Foreign Policy Towards the Middle East: Changes within Continuity or rupture with past practices?”, Bilgi, 23, (Kış 2011): 125-148.

Kan, Kürşat. “Globalizmin Uluslararası İlişkilere Etkisi”,  KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 13 (20) (2011): 1-10.

Kardaş, Şaban. “Türk Dış Politikasında Eksen Kayması mı?”, Akademik ORTADOĞU, Cilt 5, Sayı 2, (2011): 19-42.

Keyman, E. Fuat. “Küreselleşme, Uluslararası İlişkiler ve Hegemonya”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 3, Sayı 9, (Bahar 2006): 1-20.

Kıvılcım, Fulya. “Küreselleşme Olgusu ve Çokuluslu Şirketlerin Küreselleşme Süreci Üzerindeki Rolü”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, Cilt 5, No 2, (2013): 1-16.

Kişman, Zülfikar Aytaç ve  Hasan Aydın. “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, II/1, (2017): 37-63.

Oran, Baskın (ed.) Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, 11. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005.

Oran, Baskın (ed.) Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, 12. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010.

Özcan, Mesut. “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Mesafeden Müdahaleye Dönüşüm”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil (ed.), Ankara: Nobel Yayınları, 2010: 371-387.

Sinkaya, Bayram. “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, ADAM AKADEMİ, (2011/1): 79-100.

Stiglitz, Joseph. Globalization and Its Disconnects, New York: The New Press, 1990.

Türkkan, Reha Oğuz. “21. Yüzyıl Kimin Asrı Olacak?”, Yeni Türkiye Dergisi Türk Dış Politikası Özel sayısı, Sayı: 3, Yıl: 1 (Mart-Nisan 1995): 502-515

Türkmen, İlter. “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, BİLGESAM Bilge Adamlar Kurulu Raporu, İstanbul: BİLGESAM Yayınları,  2010: 1-37.

Yeşilada, Birol. “Relations Between The United States And Turkey In The Post-Cold War Era”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı 1-2, (2001): 347-360.

Yılmaz, Muzaffer Ercan. “The New World Order: An Outline of the Post-Cold War Era”, Alternatives: Turkish Journal Of International Relations, Volume 7, Number 4, (Winter 2008): 44-58.

Yılmaz, Muzaffer Ercan. “Turkey-Israel Relations in The Post-Cold War Era”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 6/10, (Temmuz 2008): 162-171.

Yorulmaz, Murat. “Bölgesel Güvenlik Kompleksi Teorisi Bağlamında Türkiye’nin Güvenlik Politikasında Dönüşüm (2002-2015),  Hasret Çomak, Caner Sancaktar, Sertif Demir (der.), Uluslararası Güvenlik: Yeni Politikalar, Stratejiler ve Yaklaşımlar, İstanbul: Beta Yayınları, 2016: 737-754.


Elektronik Erişim 

https://www.politico.com/story/2010/04/bernard-baruch-coins-term-cold-war-april-16-1947-035862  Erişim: 15.12.2018 14:15

https://www.embl.de/aboutus/science_society/discussion/discussion_2006/ref1-22june06.pdf  Erişim:15.12.2018 22:30

https://history.state.gov/milestones/1914-1920/fourteen-points Erişim: 24.12.2018  16:20

http://politikaakademisi.org/2017/02/16/prof-dr-baskin-orana-gore-turk-dis-politikasinin-kuramsal-cercevesi-ve-obd-kavrami/  Erişim: 08.01.2019  15:10

http://merkezstrateji.com/assets/media/180112-ark-obd-dis-politika-s1.pdf Erişim:12.01.2018  10:12

http://www.bilgesam.org/incele/1901/-soguk-savas-sonrasi-uluslararasi-sistemin-analizi/#.XMcr9_ZuLIU  Erişim: 29.04.2019   19:55.


DİPNOTLAR;

1  Andrew Glass, “Bernard Baruch coins term ‘Cold War’, April 16, 1947”, Politico, 04/16/2010  05:03 AM EDT   
https://www.politico.com/story/2010/04/bernard-baruch-coins-term-cold-war-april-16-1947-035862  Erişim: 15.12.2018 
2  Baskın Oran, “Soğuk Savaş Sonrası Kavramı” kutusu, Baskın Oran (ed.) Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, 12. Baskı, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2010), 209.
3  Francis Fukuyama, “The End of History?”, The National Interest, (Summer 1989): 17-25 https://www.embl.de/aboutus/science_society/discussion/discussion_2006/ref1-22june06.pdf  Erişim: 15.12.2018
4  Samuel Huntington, “The Clash of Civilizations?”, Foreign Affairs, Vol. 72, No. 3, (Summer 1993): 22-49.
5  Zbigniev Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and its Geostrategic Imperatives,  (New York: Basic  Books, 1997). 
6  Henry Kissinger, Diplomacy, (New York: Simon&Schuster Paperbacks, 1994)
7 Bilgehan Emeklier, Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi, Bilge İnsanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 3 Mayıs 2010 http://www.bilgesam.org/incele/1901/-soguk-savas-sonrasi-uluslararasi-sistemin-analizi/#.XMcr9_ZuLIU  Erişim: 29.04.2019   19:55.
8  Hasret Çomak ve Ufuk Cerrah, “Avrupa Birliği Üyeliği Ekseninde Türkiye’nin Avrupa Birliği Güvenliğine Katkıları,” Hasret Çomak, Caner Sancaktar, Sertif Demir (der.), Uluslararası Güvenlik: Yeni Politikalar, Stratejiler ve Yaklaşımlar, (İstanbul: Beta Yayınları, 2016), 717-733.
9  Abdülkadir Baharçiçek, “Soğuk Savaşın Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, İdris Bal (ed.). (Ankara: Nobel Yayınları, 2004), 69.
10  Kürşat Kan, “Globalizmin Uluslararası İlişkilere Etkileri”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 13 (20), (2011): 3.
11  Fulya Kıvılcım, “Küreselleşme Olgusu ve Çokuluslu Şirketlerin Küreselleşme Süreci Üzerindeki Rolü”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, Cilt 5, No 2, (2013): 14.
12  Eray Acar, “Neoliberalizm ve Sosyal Refah Devleti Ekseninde Üçüncü Yol Yaklaşımı”, Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, ICEBSS  Özel Sayı, (2017): 248-263.
13  E. Fuat Keyman, “Küreselleşme, Uluslararası İlişkiler ve Hegemonya”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 3, Sayı 9, (Bahar-2006): 6.
14  Küreselleşmenin bir kritiği için bkz: Mim Kemal Öke, “Küreselleşmenin Algılanması: Paranoya mı Türk Asrı mı Paradoksu”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, (Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004), 75-80.
15  Muhittin Ataman, “1983-1991 Döneminde İç Politika: Özallı Yıllar”, Osmanlı’dan İki binli Yıllara Türkiye’nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, Adem Çaylak, Mehmet Dikkaya, Cihat Göktepe ve Hüsnü Kapu (ed.), 4. Baskı, (Ankara: Savaş Yayınevi, 2012): 589-603.
16  1991 yılı için TL/$ Kuru: 4.169,85 bkz: Hikmet Uluğbay, “1991-2001 Döneminde Türkiye’nin Temel Ekonomik Göstergeleri”, Oran (ed.), Türk Dış Politikası, II. Cilt, 214.
17  İlhan Uzgel, “1990-2001 Döneminde ABD ve NATO’yla İlişkiler: Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye-ABD İlişkilerinde Bölgesel İşbirliği Alanları”, Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 253-274. 
18  Baskın Oran Özal’ın Türk Dış Politikasını yıprattığını savunan görüşleri genel olarak 3 başlık altında toplayarak şu şekilde özetler: 1.Özal, Türkiye ekonomisini hiçbir önlem almadan dışarıya açarak bağımlı kıldı ve bu yüzden dış politikayı da dolaylı yoldan zayıflatmıştır. 2. Özal felsefesi gereği şuna inanıyordu: Bir ülkeyle ticaret ilişkisi kurulursa, o ülkeyle olan dış politika sorunları da çözülür. Ancak Türkiye’nin kireçlenmiş dış politika sorunları yaşadığı Yunanistan ve Ortadoğu gibi durumlarda bu felsefe özellikle yürümedi. 3. Özal, Dışişleri Bakanlığını kimi zaman devre dışı bırakarak, kimi zaman da Türk Dış Politikasının 75 yıldır denenmiş çizgisini yok sayarak ve bazen de ciddi potlar kırarak dış politikayı güç durumda bıraktı. Oran(ed.), Türk Dış Politikası, II. Cilt, 28-29
19  Özal’ın siyaset, ekonomi-politik ve felsefi görüşleri hakkında bkz: İhsan Sezel ve İhsan Dağı, “Kim Bu Özal?”: Siyaset, İktisat, Zihniyet, (İstanbul: Boyut Yayınları, 2001).
20  Ramazan Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, (Ankara: Palme Yayıncılık, 2009), 75.
21  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt I, 256.
22  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 560.
23  Murat Yorulmaz, “Bölgesel Güvenlik Kompleksi Teorisi Bağlamında Türkiye’nin Güvenlik Politikasında Dönüşüm (2002-2015)”,  Hasret Çomak, Caner Sancaktar, Sertif Demir (der.), Uluslararası Güvenlik: Yeni Politikalar, Stratejiler ve Yaklaşımlar, (İstanbul: Beta Yayınları, 2016): 737-754.
24  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 53.
25  Realizmin temsilcilerinden Fransız Raymond  Aron tarafından ortaya atılan Aron paradigmasına göre; çok katı bir iki kutuplu sistemde (örneğin Soğuk savaş dönemi) ülkelerin kendi başlarına bloklardan bağımsız politikalar geliştirmesi çok riskli olur ve neticede yapılması gereken iki büyük güçten birinin kanatlarının altına girmektir. bkz: http://politikaakademisi.org/2017/02/16/prof-dr-baskin-orana-gore-turk-dis-politikasinin-kuramsal-cercevesi-ve-obd-kavrami/  Erişim: 08.01.2019
26  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 237-238. 
27  Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, (İstanbul: Etkileşim Yayınları, 2013), 183-184.
28  Reha Oğuz Türkkan, “21. Yüzyıl Kimin Asrı Olacak?”, Yeni Türkiye Dergisi Türk Dış Politikası Özel sayısı, Sayı 3, Yıl 1, (Mart-Nisan 1995): 503.
29  Oran (ed.) Türk Dış Politikası, Cilt II, 551.
30  Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, 175-176.
31  Ramin Ahmadov, “The U.S. Policy toward Middle East in the Post-Cold War Era”, Alternatives: Turkish Journal of International Relations, Volume 4, Number1&2, (Spring&Summer 2005): 139.
32  Radoslaw Fiedler, “The United States’ Policy toward the Middle East in the Post-Cold War Era: Hegemony or Leadership”, Toplum ve Demokrasi, 4(8-9-10), (Ocak-Aralık, 2010): 169-184.
33  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 248.
34  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 251.
35  Tayyar Arı, “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Politikası ve Türk-Amerikan İlişkileri”, Türk Dış Politikası: Uluslararası III. Türk Dış Politikası Sempozyumu Tebliğleri, Sedat Laçiner, Hacali Necefoğlu, Hasan Selim Özertem (ed.), (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) ve Kars Kafkas Üniversitesi Ortak yayını, Ankara, 2009): 25-31.
36  Fuller Graham E. and Lesser Ian O., with Henze Paul B. and Brown J. F., “Turkey's New Geopolitics: From the Balkans to Western China”, A RAND Study, Volume 26, Issue 4, (Boulder, Colo.: Westview press, 1993): 212. 
37  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 252.
38  Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye’nin Dış Politikası, 93.
39  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 254.
40  Birol Yeşilada, “Relations Between The United States And Turkey In The Post-Cold War Era”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı 1-2, (2001): 348.
41  Şaban Çalış, “Turkey’s Traditional Middle-East Policy and Özalist Diplomacy: Gulf Crisis Revisisted”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, (Ocak 2000): 101-118.
42  Gökhan Bacık ve B. Balamir Coşkun. “Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001]”, Osmanlı’dan İki binli Yıllara Türkiye’nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, Adem Çaylak, Mehmet Dikkaya, Cihat Göktepe ve Hüsnü Kapu (ed.), 4. Baskı, (Ankara: Savaş Yayınevi, 2012), 639.
43  Telefon diplomasisi genellikle devlet başkanlarının güvenli hatlar üzerine bağlanmış telefonlar aracılığıyla çeşitli konularda sözlü görüşmede bulundukları maliyetsiz, güvenli ve sık kullanılan bir diplomasi biçimdir. Eksiklikleri ise tarafların görüşme esnasında birbirlerinin vücut dilini, yüz ifadesini, içinde bulundukları ortamı görmeden konuşmaları bunun da sağlıklı ve bütünlüklü bir iletişim oluşturamamasıdır. G.R. Berridge, “Telephone Diplomacy Flourishes”, Diplomacy: Theory and Practice, 5th Edition, (London: Palgrave Macmillan UK, 2015), 102.
44  İlhan Uzgel, “Körfez Savaşında Özal’ın Musul-Kerkük’e İlişkin Projesi” kutusu, Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 256.
45  Güven Erkaya ve Taner Baytok, Bir Asker Bir Diplomat: Söyleşi, 2. Baskı, (İstanbul: Doğan Kitap, 2001), 92.
46  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 258.
47 İlhan Uzgel, “Körfez Savaşı” kutusu, Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 255.
48  Bacık ve Coşkun, “Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası (1991-2001)”, 640.
49  Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Cilt II, 267.
50  Meliha Benli Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri,  Cilt 1, Sayı 1, (Temmuz, 2009): 72.
51  Tayyar Arı, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, İdris Bal (ed.), 2. Baskı, (Ankara: Nobel Yayınları, 2004), 683.
52 Arı, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, 684.
53  İlter Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, BİLGESAM Bilge Adamlar Kurulu Raporu, (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2010), 1-37.
54  Bayram Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, ADAM AKADEMİ, 2011/1, 88.
55 Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, 24
56  Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, 74.
57  Türkmen, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu Politikası”, 25.
58  Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, 89.
59  Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, 72.
60  Muzaffer Ercan Yılmaz, “Turkey-Israel Relations in The Post-Cold War Era”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 6/10, (Temmuz 2008): 162-171.
61  Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, 90.
62  Bülent Aras and Rabia Karakaya Polat, “Turkey and The Middle East: Frontiers of the New Geographic Imagination”, Australian Journal of International Affairs, Vol. 61, No. 4, (December 2007): 471-488.
63  Mesut Özcan, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Mesafeden Müdahaleye Dönüşüm”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, Cüneyt Yenigün ve Ertan Efegil (ed.), (Ankara: Nobel Yayınları, 2010), 371-387.
64  Arı, “ABD’nin Soğuk Savaş Sonrası Politikası ve Türk-Amerikan İlişkileri”, 30.
65  İdris Bal, “Türkiye-ABD İlişkileri ve 2003 Irak Savaşı’nın Getirdikleri”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, 2. Baskı, (Ankara: Nobel Yayıncılık, 2004), 151-184.
66  Zülfikar Aytaç Kişman ve Hasan Aydın, “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, II/1, (2017): 37-63.
67  Jana Jabbour, “The AKP’s Foreign Policy Towards the Middle East: Changes within Continuity or rupture with past practices?”, Bilgi, 23, (Kış 2011): 125-148.
68  Özcan, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Mesafeden Müdahaleye Dönüşüm”, 382.
69  Kişman ve Aydın,  “Soğuk Savaş Sonrası Ortadoğu Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, 54.
70  Şaban Kardaş, “Türk Dış Politikasında Eksen Kayması mı?”, Akademik ORTADOĞU, Cilt 5, Sayı 2, (2011): 21.
71  Sinkaya, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve Batı Etkisi”, 86.
72  bkz: Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 19. Baskı, (İstanbul: Küre Yayınları: 2004).
73  Rasim Özgür Dönmez, “Ahmet Davutoğlu Dış Politika Anlayışının Kökleri”, Türkiye’de Politik Değişim ve Türk Dış Politikası: Neo-Osmanlıcılığın Sosyo Politiği, Rasim Özgür Dönmez (ed.), (Bursa: Dora Yayınları, 2014), 27.


***