28 Temmuz 2017 Cuma

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 11

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 11


3.4 TÜRKİYE-ABD YAKINLAŞMASI 

İkinci Dünya Savaşı’nın müttefiklerin zaferi ile sonuçlanması, Türk devlet adamlarının gözünde demokratik sistemin üstünlüğünü açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. 
Böyle bir anlayışla hareket eden Türk Hükümeti, savaştan sonra Sovyet baskısı ile karşılaşınca, ülkenin güvenliğini sağlamak amacıyla Batı dünyasının 
desteğini aramak zorunda kalmıştır. Diplomatik desteğe rağmen üzerindeki Sovyet baskısının devam etmesi sebebiyle Türkiye, ordusunu savaş durumunda tutmak mecburiyetinde kalmıştır. Savaştan sonra ordusunu azaltarak, normal düzene geçip, milli ekonomisini kurmak ve geliştirmek istemesine rağmen, Sovyet baskısı buna imkan vermemiştir. Nitekim ABD’nin Ankara Büyükelçisi, 1946 yılı sonlarında Washington’a gönderdiği raporda, bu durumdan kaynaklanan yükün Türk ekonomisi için çok ağır olduğunu bildirmektedir 266. 

Ekonomik gücü büyük bir orduyu uzun süre silah atında tutmak için yeterli olmayan Türkiye için tek çıkar yol dış yardım olmuştur 267. Türkiye bu yardımı savaş yıllarında büyük ölçüde İngiltere ve ABD’den temin etmiştir. Fakat savaşın bitmesi ile birlikte ABD bu yardımı kesince, Türkiye sadece İngiltere’nin yardımı ile yetinmek zorunda kalmıştır 268 

Böylece Türkiye savaş sonunda ordusunu savaş mevcudu üzerinde tutmasından ve savaş sonu kalkınma planlarını gerçekleştirmekten kaynaklanan bazı ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalmıştır. Savaş sonunda Türkiye 245 milyon dolarlık altın ve döviz stokuna sahip olmasına rağmen Sovyetler Birliği ile savaş ihtimalini düşünerek bu stoku kullanmak istememiş; iktisadi güçlükleri yenmek için bir taraftan uzun vadeli iç borçlanmalardan, diğer taraftan da dış kredilerden faydalanmaya karar vermiştir 269. 

Öte yandan 1946 başından itibaren SSCB’nin Türkiye’ye yönelik isteklerini açıkça dile getirmeye başlaması, İran’da Sovyetlerin girişimiyle Muhtar Azerbaycan 
Cumhuriyeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyetinin kurulması, ABD’nin Boğazlar konusunda Türkiye’ye tam destek verme yönündeki kararını pekiştirmiştir. Çünkü Potsdam sonrasında SSCB ile çıkar ayrılığı iyice belirginleşen ABD, bu tür girişimleri SSCB’nin adım adım batı Avrupa’ya ilerleme projesi olarak değerlendirmektedir. ABD’ye göre önce İran’a müdahale eden, ardından Türkiye’yi tehdit eden SSCB, Amerikan çıkarlarına dünyanın heryerinde zarar verme planını uygulamaya koymuştur. 

ABD’ye göre, SSCB’nin savaş sonrası politikalarıyla bu ülkeyle ilişkileri kopma noktasına gelen Türkiye’nin, inşa edilmekte olan Batı Bloku içine çekilmesi 
gerekmektedir. Bunun en elverişli yolu Türkiye’de Sovyet karşıtlığının körüklenmesidir. Bu çerçevede, SSCB’nin Türkiye’den toprak talep etmesinin 
Ankara’da yarattığı şok atlatılmaya başlamışken, ABD ve İngiltere basınında bu konuyu gündeme getiren makaleler sık sık yer almaya başlamıştır. Sanki yeni bir Sovyet isteği varmış gibi sunulan haberler, Türkiye’de tansiyonun yüksek tutulmasını sağlamaktadır. 

   Türkiye’de yükselen SSCB karşıtlığı, solcu Tan gazetesinin yakılması olayıyla doruğa çıkmıştır. Bu ortam içinde ABD, simgesel önemi büyük bir adım atacak ve Türkiye’yi çekme harekatını başlatacaktır 270. 

3.4.1 Amerikan Gemilerinin İstanbul Ziyareti 

ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye vermeye başladığı önemi Ankara’ya gösterme fırsatı 1946 Martın da doğmuştur. Türkiye’nin yaklaşık 16 ay önce ölmüş Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün naşı Amerikan donanmasının en büyük zırhlılarından Missuouri ile Türkiye’ye yollanmıştır. ABD Missouri’yi Çanakkale Boğazından geçirip, 5 Nisan 1946’da İstanbul’da Dolmabahçe önüne demirleterek, SSCB’ye Türk Boğazlarının statüsünün kendi rızası alınmadan değiştirilemeyeceği mesajını vermektedir 271. 

Missouri ve Providence gemileri İstanbul limanına vardığı gün, yani 5 Nisan 1946’da ABD başkanı Truman, Ordu günü nedeniyle yaptığı konuşmasında 
Amerika’nın yakın ve Ortadoğu’daki çıkarlarından söz etmektedir: “… Nazarlarımızı Yakın ve Ortadoğu’ya çevirdiğimiz zaman, bu bölgenin vahim meseleler arz ettiğini görüyoruz. Bu bölgede muazzam tabii kaynaklar vardır ve en işlek kara, hava ve deniz yolları bu bölgeden geçmektedir. Bin netince bu bölgenin büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır ve bu bölgeyi teşkil eden milletler, kuvvetli bir tecavüze mukavemet için, ne teker teker ne hep birlikte kafi derecede kuvetli değillerdir. 

Yakın Ortadoğunun bölge dışı büyük devletler arasında bir rekabet sahnesi teşkil ettiğini ve bu rekabetin birdenbire bir çatışma doğuracağını kestirmek kolaydır. 

Bununla beraber, eğer dünyanın bu mühim kısmında sulhu korumak ve kuvvetlendirmek istiyorsak, buranın yalnız muhtariyet ve istiklalini temin etmekle iktiva edemeyiz. Yakın ve Ortadoğu milletleri kaynaklarını geliştirmek, … Hayat seviyelerini yükseltmek istiyorlar. Amerika bu arzunun yerine getirilmesi için elinden geleni yapacaktır…” 

Başkan Truman’ın bu konuşması ve ABD zırhlılarının İstanbul’u ziyaret etmelerinden kasıt, Sovyet tehdidi karşısında değişen ABD’nin dış siyasasını dünyaya ve Türkiye’ye hissettirmektir. Gerçekten de ABD’nin 4,5 milyon dolarlık bölümünün ödenmesi durumunda Türkiye’den alacaklarından vazgeçmeyi kararlaştırdığını söylemesi üzerine Başbakan Saraçoğlu, minnet duygularını meclis kürsüsünden şöyle dile getirmiştir: 

“… Hepimiz kaniiz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi olan kısmını ödüyoruz. Bir de manevi borcumuz vardır ki onu da hürriyet, adalet, istiklal ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız…” 272 

Missouri’nin ziyaretini izleyen günlerde Türk-Amerikan ilişkilerinin daha da sıcak bir döneme girmesini sağlayan gelişmelerden biri de 7 Mayıs 1946’da yapılan bir anlaşmayla ABD’nin, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında ödünç verme ve kiralama yasası yoluyla aldığı borçlarının tamamını silmesi dir. Böylece ABD tıpkı benzer anlaşmalar yaptığı Avrupa’daki müttefiklerine yaptığı gibi, savaş sonrasında ekonomik bir dar boğaz dan geçmekte olan Türkiye’nin sırtından da ağır bir yük kaldırmıştır 273. 

3.4.2 Truman Doktrini 


Savaştan sonraki barış düzeninde Amerika Sovyetlerle işbirliği yapamayacağını, vakit fazla gecikmeden anlamıştır. Komünizmin ortaya çıkardığı 
evrensel tehlike, Amerika’yı uluslararası düzeninin korunmasında sorumluluklar almaya yöneltmiştir. Geleneksel Amerikan dış politikasındaki bu radikal değişmenin başlangıcını da Truman Doktrini teşkil etmektedir.. 

1946 yılında Sovyet  Rusya ’nın üç ana istikamette yayılma çabalarına giriştiğini görmektedir. İran üzerinden Orta Doğu petrolleri ve Basra Körfezi ile Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden Boğazlar, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinden de keza Doğu Akdeniz. Dikkat edilirse bu üç istikamet geleneksel olarak İngiltere’nin hayati alaka ve çıkar alanları olmaktadır. Her üç bölge de, İngiltere’nin Rusya’ya karşı 

19. yüzyılda en hassas noktaları olmuştur. Fakat II. Dünya Savaşı İngiltere üzerinde öyle bir tahribat yapmıştır ki, artık İngiltere’nin bu bölgeleri savunmak için Sovyet Rusya’nın karşısına çıkacak hali kalmamıştır. Ve İngiltere şunu da görmüştür ki, yeniden canlanan Rus emperyalizminin karşısına dikilebilecek tek kuvvet ABD dir. Bundan dolayı İngiltere 1947 Şubatında Amerikan Hükümetine, biri Türkiye ve diğeri de Yunanistan hakkında olmak üzere iki muhtıra vermiştir. Bu muhtıralarda, Türkiye’nin Batı savunması için ehemmiyeti belirtilerek Türkiye’ye hem ekonomik ve hem de askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere’nin bu yardımları yapamayacağı ve hatta Yunanistan’daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu ve dolayısıyla sorumluluğun Amerika’ya düştüğü belirtilmiştir 274. 

İngiltere’nin muhtırası ABD yöneticilerinin bu müdahale kararını bir an önce almalarında etkili olmuştur. Böylece ABD sadece Ortadoğu’nun değil, aynı zamanda batı dünyasının da savunması bakımından çok önemli bir yerde bulunan Türkiye ve Yunanistan’a karşı güttüğü yayılma politikası artık açıkça anlaşılan Sovyetler Birliği karşısında, bu ülkeleri iktisadi ve askeri yönden desteklemeye karar vermiştir. Şu noktaya işaret etmek gerekir ki ABD yöneticilerinin bu kararı almalarında sadece Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu Sovyet baskısı değil, Sovyet davranışlarının ortaya çıkardığı yeni milletlerarası ortam da etkili olmuştur. 

Bu durum karşısında ABD başkanı Truman, 26 Şubatta dışişleri, harp ve donanma bakanları ile görüşerek, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak yardım hakkında, hükümetçe kongreye sunulacak teklifi hazırlamaya başlamıştır. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra Başkan Truman kongrede 12 Mart 1947 de daha sonra Truman doktrini adını alacak olan mesajını okumuştur275. 

Mesajda Türkiye ve Yunanistan’ın durumu ayrı ayrı ele alınmakta ve “Birleşik Devletler Politikası, dış baskıların ve silahlı azınlıkların köleleştirme teşebbüs lerine karşı direnen özgür halkları desteklemelidir. İnanıyorum ki, kaderlerini kendi ellerine almaları için özgür halklara yardım etmeliyiz. İnanıyorum ki yardımımız öncelikle siyasal hayatın düzenliliği ve iktisadi istikrar, için esas olan iktisadi mali yardım olmalıdır.” Diyerek kongreden Yunanistan ve Türkiye’ye yardım için yetki istemektedir.276 

Konuşmasının büyük bölümünü Yunanistan’a ayırdıktan sonra Truman, “Yunanistan’ın komşusu olan Türkiye’nin de ABD’nin ilgisini hakkettiğini ” 
söyleyerek, Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası için taşıdığı önemin altını çizmiştir. Truman’a göre, “Bağımsız ve iktisadi açıdan istikrarlı bir devlet olarak Türkiye’nin geleceği dünyanın özgürlük-sever halkları için, Yunanistan’ın geleceğinden daha az önem (...)” taşımamaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların Yunanistan’ınkinden farklı olduğuna ve savaş sırasında ABD ve İngiltere’nin Türkiye’ye malzeme yardımında bulunduğuna işaret eden Truman, “Yine de Türkiye bizim desteğimize ihtiyaç duymaktadır. Savaştan beri Türkiye ulusal bütünlüğünün sağlanması için elzem olan modernizasyonu gerçekleştir mek için ABD ve İngiltere’den ek yardımlar istemiştir. Bu bütünlük, Orta Doğuda düzenin korunması için gereklidir. İngiltere hükümeti, içinde bulunduğu güç durum nedeniyle Türkiye’ye daha fazla mali ve iktisadi yardım yapamayacağını bize bildirmiştir. Yunanistan gibi Türkiye de ihtiyaç duyduğu yardımı almalıdır. ABD bunu vermelidir. Bu yardımı sağlayabilecek tek ülke biziz...” sözleriyle ABD Kongresini Türkiye’ye de yardım yapılmasının gerekliliğine ikna etmeye çalışmıştır277. 

Yunanistan ve Türkiye’nin “Batı Dünyası” için taşıdıkları önemi böylece açıkladıktan sonra Truman, Kongreden üç istekte bulunmuştur: 

1) Yunanistan ve Türkiye’ye, 30 Haziran 1948’de sona erecek bir dönem için toplam 400.000.000 dolarlık yardımda bulunulması Bu miktardan Yunanistan’a ayrılacak payın 350.000.000 doları geçmemesi. 

2) Yunanistan ve Türkiye’de bulunan Amerikan sivil ve askeri personeline bu iki ülkenin talep etmesi durumunda yeniden inşa faaliyetlerinde verilecek mali ve ayni yardımın kullanımının denetlenmesinde ve bu ülkelerin personelinin eğitiminde görevlendirilmeleri için yetki verilmesi. 

3) İhtiyaç duyulan malzemenin en hızlı ve etkin bir biçimde ulaştırılmasını sağlayacak gerekli düzenlemelerin yapılması için gerekli yetkinin verilmesi278. 
Truman’ın isteklerine uygun olarak hazırlanan “Yunanistan ve Türkiye’ye Yardım Kanunu” Kongre tarafından kabul edildikten sonra 22 Mayıs 1947’de Başkan tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir279. 

Başkan Truman’ın konuşması bir yandan Yunanistan ve Türkiye’ye gündemine sokarken, diğer yandan, ABD’nin Sovyetler Birliğiyle yaşadığı balayının kesinkes sona erdiğini belgelemektedir280. 

3.4.2.1 Türkiye Açısından Nedenler 

Truman doktrini ile Türkiye ve Yunanistan’a yardıma iten asıl neden, Türkiye üzerindeki Sovyet tehdidinden çok, Sovyet davranışlarının ortaya çıkardığı yeni 
uluslararası ortamdır281. Stratejik bakımdan, Yunanistan’ı kontrolü altına alan Sovyetler Birliği, batıdan Boğazları sarar, Türkiye’yi de kontrolü altına aldıktan sonra Irak ve İran yoluyla petrol bakımından zengin Yakındoğu’ya girebilirdi. Böylece, Avrupa ile Asya ve Avrupa ile Afrika arasındaki «kara köprüsü» ne egemen olurdu. Ayrıca, bu stratejik bölgenin hava yollarını da eline geçirdikten sonra uygulayacağı kapalı ekonomi sistemleri ile bölgeyi Amerikan ticaret ve sermayesine kapatabilirdi. Genel olarak, Türkiye, Orta doğu’da ve Balkanlarda kara, deniz ve hava bağlantılarının kontrolünü sağlamakta, Sovyetler  Birliği’nin Akdeniz ve Ortadoğu’ya doğru genişlemesini engellemekte ve bir savaş durumunda Sovyet saldırısına bir set çekebileceği gibi, gerektiğinde Sovyetlere karşı girişilecek hareketlerde değerli bir harekat alanı sağlayabilmektedir 282. 

Dışişleri Bakan Yardımcısı Dean Acheson, Türkiye’ye yardım nedenini Temsilciler Meclisinde son derece açık olarak şöyle ortaya koymaktadır: “Ekonomik 
problemlerini özgürlük yolunu seçmek suretiyle çözmelerinde kendilerine elimizden geldiği kadar yardım etmek, çıkarımız için hayatidir. Türkiye ve Yunanistan’ın yıkılması ve iki ülkede totaliter rejimlerin kurulmasının Ortadoğu ülkeleri üzerinde etkisinin ne olacağını anlatmama gerek yok... Öte yandan, Yunanistan ve Türkiye’nin, özgürlük ilkelerini sıkı sıkıya bağladıkları ABD.’nden yardım gördükleri zaman bunun moralleri ve iç gelişmeleri üzerindeki etkisini bir düşünün. Türkiye ve Yunanistan’da elde edilecek sonucun Boğazlardan Çin Denizi’ne kadar olan geniş bölgede nasıl büyük bir ilgi ile izleneceğini söylemek çok abartmalı olmaz” demektedir. 

Trııman Doktrininin amaçları arasında sayılması gereken bir nokta da, ABD.’nin Türkiye’de iç durumun kötüleşmesini engellemek yoluyla mevcut hükümet 
biçiminin korunmasına yardım etmeyi de düşünmesidir. Başkan Truman da, Kongre’ye Türkiye ve Yunanistan’a yardım konusundaki özel demecinde bu noktayı şöyle açıklıyor: “Her iki ülkede görevimiz, ana amacımızı gerçekleştirme ye yönelmiştir 

Özgür halkların, çoğunluğun isteklerine uygun olarak, hükümetlerinin biçimini ve bileşimini koruma gayretlerine yardım etmek” demektedir. 

Doktrinin ana amacı Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesidir. Ancak, bunu gerçek leştirecek olan Truman Doktrininin başarıya ulaşması yardım alan ülkenin 
hükümet biçim ve bileşiminin korunma ‘sı ile sağlanabilirdi. Truman’ın yukarıdaki sözlerinin anlamı budur. 

Amerikan hükümeti için Türkiye’ye yapılan yardımın ana ilkesi güvenlik sorunu olduğundan, doktrine göre Türkiye askeri gücünü geliştirmek ve dış baskılar 
nedeniyle ordusunun mevcudunu aynı düzeyde tutabilmek için yardım alacak, kalkınmasını engellememek düşüncesiyle bu yardım hibe biçiminde verilecektir283. 

3.4.2.2 Truman Doktrininin Türkiye Açısından Sonuçları 

Türk Dış Politikası Açısından değerlendirildiğinde; Doktrin Türk dış politikasında devrim niteliğinde değişikliklere yol açtı. Başlangıçta Doktrini, Türkiye ve 
ABD arasında sıcak ilişkilerin gelişmesine ve Sovyet isteklerinin geri çevrilmesine yardımcı bir unsur olarak değerlendiren Türk devlet adamları, SSCB’nin Orta Doğu’da izlediği politikalar karşısında, İngiltere’nin de etkisiyle, bütünüyle Batı ve özellikle Amerikan yanlısı bir dış politika yürütmeye başarmışlardır. 

Amerikan asker yardımı çerçevesinde Türk ordusuna verilen malzemenin bakımı ve yedek parça ihtiyaçlarının ancak bu ülkeden sağlanabilmesi, kısa süre sonra 
yardımların astarının yüzünden pahalı hale gelmesine yol açmıştır. 

Askeri ve ekonomik bağımlılık, geleneksel bazı dış politika tercihlerinin de Amerikan tercihleri yönünde değiştirilmesine yol açtır. Bunun en çarpıcı örneği Filistin sorununda görülmektedir. Yıllarca sorunun çözümü konusunda Arap ülkelerine destek veren Türkiye, kuruluşundan 10 ay sonra İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Ülkesindeki Musevilerin İsrail’e göç etmelerine izin vererek, Filistin’de Yahudi nüfusunun artmasına yardımcı olan Türkiye, bu politikası sonucunda Arap devletleriyle ilişkilerinde soğuk bir döneme girmiştir. 

Öte yandan, 1949’da toplanan Asya Devletleri Kongresine de, Asyalı değil Avrupa’lı bir devlet olduğu gerekçesiyle katılmayan Türkiye, yüzünü tamamen Batı’ya dönmüştür. Dış politika hedeflerini, Batının dış politika hedefleriyle uyumlaştırma çabası içine girmiştir. 1955’de Bağlantısızlar Hareketinin ortaya çıktığı Bandung Konferansında bu tutum daha da belirginleşecektir. 

Türk İç Politikası Açısından değerlendirildiğinde: Truman Doktriniyle başlayan Türk-Amerikan yakınlaşması süreci, Türk siyasal hayatını da etkilemiştir. 
Türk kamuoyu Amerikan tarzı demokrasiyi yakından tanıma imkanı bulmuştur. Uzun yıllar Tek Parti iktidarı dışında bir yönetim tarzını denememiş ve genellikle Avrupa ülkelerindeki yönetim biçimlerini tanıyan devlet adamları için, Amerikan demokrasisinin devrim niteliğinde değişiklikler yol açacak biçimde etkili olması 
beklenemezdi. Yine de, bunun Türk demokrasisi üzerine bazı yansımaları olmuştur. 

Temmuz 1947’de İsmet İnönü, cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiği düşüncesiyle Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığından ayrılmıştır. 

Askeri sistemde köklü değişiklikler yapılarak, ordu hükümetin tam yetkisi altına sokulmuştur. 1949 Haziranında TBMM, bütün ulusal güvenlik birimlerini 
(Genelkurmay dahil) Milli Savunma Bakanlığına bağlamıştır. Bu düzenlemenin ardında, askeri işlerin tek bir sorumlu hükümet organında birleşmesinde öngören Amerikan yardım anlaşmasının azımsanmayacak bir payı vardır. 

Öte yandan, ABD’yle iyi ilişkiler kurma havası içinde, resmi ideolojiye ters düşenler ve sol görüşlülere yönelik yasa dışı baskılar artmaya başlamıştır. Aralarında Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu ve Niyazi Berkes’in de bulunduğu öğretim üyeleri üniversiteden uzaklaştırılmış veya ayrılmak zorunda bırakılmışlardır. Ayrıca, özellikle gazeteciler ve öğrenciler arasında geniş tutuklamalar yapılmıştır. Kızıl tehlikenin yayılmasına hizmet ettiği düşünülen gazete ve dergiler kapatılmıştır. 

Truman Doktrini ile başlayan dönemde Türk toplumu da büyük bir değişim yaşamaktadır. Yerli girişimcilerin Amerikan firmalarının ticari mümessilliklerin 
almasıyla, buzdolabından otomobile kadar Amerikan malları ülkeye serbestçe girmeye başlamıştır. Halk Amerikan mallarını kullanmayı bir ayrıcalık sayıyor, buzdolabı olanlar salona, hatta misafir odasına koyuyor, Amerikan filmlerini izliyor, çocukla Amerikan çizgi roman kahramanlarını küçük yaşta tanıyorlardı. Tüm dünyayı etkisi altına alan Amerikan hayat tarzı, daha sanayi devriminin eşiğindeki Türkiye’yi kaplamaktadır. Truman Doktriniyle hemen hemen aynı zamanda başlayan Marshall Yardımları bu değişim sürecini daha da hızlandırmış 1950’ler Türkiye’de siyasal, ekonomik ve toplumsal anlamda Amerikan tarzını benimseyenlerin yükselişine sahne olmuştur 284. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

266 Haluk A. Ülman, Türk-Sovyet Münasebetleri (1923-1960) İkinci Cihan Savaşı İçinde, Forum, Cilt WII, Sayı 153, 1960, s.10-11. 
267 a.g.e., s.219. 
268 Sarınay, a.g.e., s.60. 
269 a.g.e., s.61. 
270 Oran, a.g.e., s.523-524. 
271 a.g.e., s. 524. 
272 Ekinci, a.g.e., s.336-337. 
273 Oran, a.g.e., s.525. 
274 A.Haluk Ülman, Türk-Amerikan Diplomatik Münasebetleri, 1937-1947, Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dış Münasebetler Enstitüsü Yayını, No.14, 1961, s.93-94. 
275 Armaoğlu, a.g.e., s.62-63. 
276 Timur, a.g.e., s.65-67.
277 Oran, a.g.e., s.529 
278 a.g.e., s.530 
279 Sander, a.g.e., s.20280 Oran, a.g.e., s.530. 
281 Mehmet Gönlübol ve Haluk Ülman, Türk Dış Politikasının Yirmi Yılı, 1947-1965, Siyasal Bilgiler Fkültesi Dergisi, C.XXI, No.1 1996, s.153. 
282 Oral Sander, Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, Ankara: Ankara Ünv. Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınları No.427, 1979, s.16 
283 Sander, a.g.e., s.20-21. 
284 Oran, a.g.e., s.536-537. 

12 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder