Kofi Annan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kofi Annan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2019 Cuma

BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 5


BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE., BÖLÜM 5




    Orta Doğu’da İran dışında Lübnan’daki Hizbullah’ın ve Irak’taki Maliki iktidarının Esed rejiminin devamını savunan aktörler olduğu gözlemlenmektedir. 
Hizbullah, Suriye’deki muhalefet hareketinin büyük bir komplo olduğunu ve Esed iktidarının ülkedeki halk ayaklanmasıyla mücadele ederken aslında ABD ve İsrail’e karşı bir savaş yürüttüğünü iddia etmektedir. 
     Hizbullah, Suriye krizinde muhalefet hareketine karşı İran’la birlikte Baas rejimine somut destek vermektedir. 
Esed rejimine bağlı paramiliter birliklere eğitim sağlayan Hizbullah militanları, rejimle eşgüdüm sağlayarak muhalif unsurların bulunduğu hedeflere 
saldırılar düzenlemiştir.

Irak’taki Maliki iktidarı ise Suriye’deki halkın taleplerinin dikkate alınması gerektiğini beyan etmekle birlikte krizin sona ermesine dönük bir dış müdahaleye itiraz etmektedir. Bağdat, Arap Birliği’nin Suriye’nin üyeliğini askıya aldığı kararda çekimser kalmış, Suriye’ye karşı başlatılan ekonomik yaptırımlara 
karşı çıkmıştır. İran’ın Suriye’ye silah sevkiyatına da Irak hava sahasını açan22 Bağdat, Esed rejiminin devamını zımnen desteklemektedir. Maliki iktidarının 
krizin ilk dönemlerinde Suriye halkının reform taleplerine olumlu bakışı öne çıkarken, daha sonra giderek Esed rejimi yanlısı çizgiye yaklaşmasının 
İran’ın etkisiyle olduğu değerlendirilmektedir.

Bölgede Suriye krizinin çözümlenmesi için Esed rejiminin son bulması yönündeki ikinci yaklaşımı başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleri, Arap devletlerinin çoğunluğu ve Türkiye savunmaktadır. İkinci yaklaşımı savunan bölge ülkelerinin farklı nedenlerle bu tercihe yöneldiği ve Esed rejiminin devrilmesi yönünde değişik düzeylerde destek verdiği belirtilmelidir. Suudi Arabistan ve Katar, krizde Esed rejimine nispeten hızlı bir şekilde karşı tavır almış, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) aracılığıyla ve Arap Birliği nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmuş ve muhalefetin silahlandırılmasında 
önemli rol oynamıştır. Diğer Arap devletleri ise Suriye’deki halk hareketini ve Esed rejiminin devrilmesini desteklemekle birlikte, bu istikamette daha çok diplomatik yöntemlerin işletilmesinden yana tutum geliştirmiştir. Türkiye ise krizin ilk aylarında reform çağrıları yaptıktan sonra Suriye muhalefetinin tanınmasına zemin hazırlamış, Esed rejiminin sona ermesi yönünde irade göstermeye başlamıştır.

İran-Suriye arasında 1979 Devrimi sonrasında gelişen ve 2000’li yıllarda ittifak niteliği kazanan ilişkiler başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap devletlerinin 
tepkisini çekmiş, Suriye’nin Arap dünyası ile münasebetleri genel olarak soğuk seyretmiştir. Tahran yanlısı dış politikasından ötürü Arap dünyasının Şam yönetimine karşı sürdüre geldiği tepkisel tutum, Arap devletlerinin Suriye krizindeki tutumunun anlaşılmasında dikkate alınmalıdır. Nükleer programının 
tedirginlik doğurduğu bir dönemde İran’ın Orta Doğu’daki Şii unsurlar üzerinden bölgesel bir nüfuz stratejisine yönelmesi, Arap devletlerinin Esed rejimi aleyhindeki halk hareketine bakışında etkili olmuştur. Esed iktidarına karşı gelişen muhalefet hareketi Arap dünyasında olumlu karşılanmış, Suriye’deki 
mevcut rejimin değişmesi gerektiği yönündeki yaklaşım, özellikle Körfez ülkeleri tarafından belirgin biçimde desteklenmiştir. Nitekim Esed rejiminin 
devrilmesiyle İran’ın Suriye ve Lübnan üzerindeki nüfuzunun önemli ölçüde zayıflayacağı ve Suriye’nin Arap dünyasıyla yakınlaşacağı öngörülmektedir.

Suriye krizi sürecinde Körfez ülkelerinin tutumu iki aşamada değerlendirilebilir. Ortak bir tutumun henüz geliştirilmediği birinci aşamada Körfez ülkeleri Esed iktidarına reform çağrıları yapmış, krizin çözümüne yönelik destek sözleri vermiştir. 2011 yılının Mayıs ayı içinde Suudi Arabistan Kralı, Kuveyt Emiri ve Bahreyn Emiri Esed’i bizzat arayarak ülkedeki krizi çözmek için destek olacaklarını bildirmişlerdir. İktidarlar tarafından gerçekleştirilen bu 
çağrılarla aynı dönemde El-Cezire ve El-Arabiye gibi Körfez merkezli televizyonlar Suriye’de halkın talep ve beklentilerini dünya kamuoyuna duyurmuştur. 
Körfez ülkelerinin Suriye halkının demokratik hak ve özgürlük taleplerine cevap verilmesi gerektiği yönündeki çağrısı, Esed rejiminin kitlesel gösterileri silahlı kuvvetle bastırma yoluna gitmesiyle değişmeye başlamıştır. 
İran ve Hizbullah’ın krize Esed rejimi lehinde müdahale etmesi Suriye krizinin Körfez ülkeleri tarafından mezhepsel bir mücadele olarak algılanması 
sonucunu doğurmuştur. Suriye ordusunun 31 Temmuz 2011 tarihinde 139 kişinin ölümüne yol açan Hama saldırısının ardından Körfez ülkeleri Beşşar 
Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiğini aleni biçimde zikretmeye başlamıştır.23

2011 yılının Ağustos ayından itibaren Körfez ülkelerinin Suriye krizine yaklaşımında ikinci aşamaya girildiği ifade edilebilir. İkinci aşamada Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirilmiş, Suriye krizinin bir Arap Gücü müdahalesiyle çözülebileceği ve muhalefetin desteklenmesi gerektiği savunulmuştur. Bu dönemde Katar’ın açıkladığı önerilerin Körfez ülkelerinin ortak tavrında etkili olduğu belirtilmelidir. Arap Gücü’nün Suriye’ye gönderilmesini teklif eden Katar, Suriye’de yardımların gerekli yerlere ulaştırılması, güvenli bölge oluşturulması ve taraflar arasında ateşkesin takip edilebilmesi için Arap devletlerinin teşkil edeceği askeri bir görev gücünün elzem olduğunu beyan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’deki insan hakları ihlallerini kınayan ve şiddetin sona erdirilmesi çağrısında bulunan ilk karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinin ardından da Katar, uluslararası topluma Suriye muhalefetine silah desteği vermesi için çağrıda bulunmuştur.24

Körfez ülkeleri, Esed rejiminin sona ermesi gerektiği yönündeki yaklaşımı Körfez İşbirliği Konseyi aracılığıyla Arap Birliğine taşımış, diğer Arap ülkeleriyle 
ortak hareket etmeyi hedeflemiştir. Bu girişim neticesinde Arap Birliği Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirmiş, Suriye krizini çözüme kavuşturabilecek 
bir plan hazırlamıştır. Beş maddeden oluşan çözüm planı; taraflar arasında derhal ateşkes ilan edilmesini ve Suriye ordusunun kentlerden 
çekilmesini, tutukluların serbest bırakılmasını, anayasa düzenlemelerini de kapsayan siyasi reformların yapılmasını, Esed rejimi ile muhalifler arasında 
ulusal diyalog görüşmelerinin başlatılmasını ve Arap Birliği’nin çözüm planı sürecini incelemek üzere Şam’da temsilci bulundurmasını şart koşmuştur. Hazırlanan çözüm planını gündeme alarak 16 Ekim 2011’de Mısır’da toplanan Arap dışişleri bakanları, planın uygulanması için Esed iktidarına ilk etapta 15 
gün süre tanımış, Arap Birliği içinde Katar başkanlığında Suriye meselesiyle ilgilenecek bir komisyon oluşturulmasını kararlaştırmıştır.25

16 Ekim toplantısının ardından, Arap Birliği’nin tayin ettiği Katar başkanlığındaki heyet Beşşar Esed’le bir görüşme gerçekleştirmiş, 30 Ekim’de Suriye, 
Birliğin çözüm planına riayet edeceğini taahhüt etmiştir. 2 Kasım 2011 tarihinde ise Arap Birliği ve Suriye’nin imzaladığı anlaşma ile Esed rejimi şiddetin 
sona erdirilmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve ordunun kentlerden çekilmesini kabul etmiştir. Ancak Esed rejiminin taahhüt ettiği halde çözüm 
planını uygulamaması ve kitlesel muhalefet gösterilerine karşı silahlı kuvvet kullanmaya devam etmesi Birliğin politikasını değiştirmiştir. Arap Birliği, 
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırımları tartışmaya başlamış ve 12 Kasım 2011 tarihinde Suriye’nin üyeliğini askıya almıştır. Lübnan, Suriye 
ve Yemen’in ret oyu kullandığı, Irak’ın ise çekimser kaldığı oylamada karar, lehte kullanılan 18 oy ile kabul edilmiş, 16 Kasım’da yürürlüğe girmiştir.

Arap Birliği, 27 Kasım’da çözüm planına söz verdiği halde riayet etmeyen ve Suriye’nin üyeliğinin askıya alınması kararına rağmen işbirliğine yanaşmayan 
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırım kararı almıştır. Yaptırım kararının ardından Birlik, Suriye’ye Arap gözlemciler gönderilmesi için yeni bir 
girişim başlatmış, Irak’ın arabuluculuğunda Esed rejimiyle Kahire’de bir protokol imzalamıştır. İmzalanan protokol uyarınca Suriye’ye gönderilen Arap 
gözlemcilerin sadece Esed rejiminin müsaade ettiği bölgelere gidebilmesi ve dünya kamuoyuna rejim yanlısı mesajlar vermesi bu girişimden de netice alınmasını engellemiştir. Suudi Arabistan’ın gözlem görevinden finansal desteğini çekmesinin ardından diğer Körfez ülkeleri de Suriye’deki gözlemcilerini 
geri çekmiş, Birliğin gözlemci girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Çözüm planı ve gözlemci girişimi denemelerinin ardından Arap Birliği’nin Esed rejimine yönelik tutumu değişmiş, Birlik Suriye muhalefetiyle görüşmeye 
başlamış ve Arap devletlerinde krizin Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasıyla çözülebileceği kanaati yaygınlaşmıştır. 

Nitekim iki girişimde de Esed rejimi çözüm önerilerine sıcak baktığını beyan etse de uygulamaya geçmemiş, muhalefet gösterilerini şiddetle bastırmaya devam etmiştir. 
Esed iktidarı, Arap Birliği’nin çözüm girişimleri sırasında önerilere müspet cevap vererek zaman kazanmış, Arap devletlerinin muhalefet hareketine sağlayabileceği desteği mümkün mertebe geciktirmiştir. Diğer taraftan ise Arap Birliği’nin Suriye krizine çözüm getirme arayışları krizin bölgesel düzeyden küresel düzeye taşınmasına zemin hazırlamıştır. Suriye krizi böylece Arapların iç meselesi olmaktan çıkmış, Birleşmiş Milletler’e intikal etmiştir.

Kriz, 2012 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gündemine de gelmiştir. 15-16 Ağustos 2012 tarihlerinde Mekke’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 
4. Olağanüstü Zirvesi’nde Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 26 Mart 2013’te Doha’da düzenlenen Arap Birliği zirvesinde ise Suriye’nin koltuğu muhalefet hareketine verilmiştir. Bu gelişmenin ardından Suriye Geçici Hükümeti Doha’da ilk elçiliğini açmıştır. 

Arap devletleri arasında Suriye muhalefetine destekte Körfez ülkelerinin, Körfez ülkelerinden de Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıktığı görülmektedir. 
Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıkmasında bu ülkelerin sahip olduğu sermaye gücü ve uluslararası düzeyde etkili basın-yayın organlarının belirleyici 
olduğu ifade edilebilir. Mısır’ın Mübarek sonrası dönemdeki siyasi dönüşüm süreciyle meşgul olması ve iki ülkenin Körfezdeki Şii-Vehhabi rekabetinde 
taraf olmasının da Riyad ve Doha’yı öne çıkardığı değerlendirilebilir. İki ülke gerek Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği vasıtasıyla gerekse tek 
taraflı girişimlerle Suriye krizine Esed rejimi karşısında müdahil olmuştur. Muhalefete finansman tedarikinin yanında doğrudan askeri destek de temin 
ettiği basına yansıyan Suudi Arabistan ve Katar, Suriye’deki değişim sürecinde etkili olmayı hedeflemekte, ülkedeki Selefi unsurları güçlendirmeye çalışmaktadır.

Suudi Arabistan ve Katar’ın yanı sıra Muhammed Mursi liderliğindeki Mısır’ın da son dönemde krizin çözüme kavuşturulması için diplomatik girişimlere 
yöneldiği gözlemlenmektedir. 30-31 Ağustos 2012 tarihlerinde Tahran’da düzenlenen 16. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne katılan Mısır 
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye’deki rejime karşı halka destek verilmesi yönündeki çağrısı Arap dünyasında büyük yankı bulmuştur. Mursi, 
Bağlantısızlar zirvesinde Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın katılacağı “Dörtlü Suriye Toplantısı” önerisinde bulunmuş, 17 Eylül’de Kahire’de 
Suudi Arabistan dışındaki üç ülkenin dışişleri bakanları bir araya gelmiştir. Suudi Arabistan toplantıya katılmamıştır. Toplantıda Türkiye ve Mısır Beşşar 
Esed’in iktidarı bırakmasını istemiş, İran ise bu isteği kabul etmemiştir. Dolayısıyla toplantıda bir karar alınamamıştır.

Suudi Arabistan’ın toplantıya katılmaması, Riyad’ın Esed rejiminin mutlak surette sona ermesi yönündeki duruşu ve Suriye’deki Kahire’nin rolüne bakışı ile ilgilidir. Suudi Arabistan, Mısır’ın bölgedeki eski konumuna geri dönerek Arap dünyasının merkezi haline dönüşmesinden rahatsız olmaktadır. 

Riyad, Esed sonrası Suriye’de İran’ın etkisini kıracak Sünni ağırlıklı bir iktidarın ortaya çıkmasını, bu değişimin de Suudi Arabistan’ın denetiminde gerçekleşmesini hedeflemektedir. Desteklediği Selefi unsurların Esed sonrası Suriye’de etkili olması için çaba sarf eden Riyad’ın Mısır’daki gibi Suriye’de de Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesinden memnun olmayacağı değerlendirilmektedir. Nitekim Müslüman Kardeşler’in eski lideri olan Mursi’nin bu tür girişimlerinde Suriyeli Müslüman Kardeşler’i desteklemek gibi bir amacın bulunduğu ifade edilebilir.

Suriye krizinin neden olduğu Esed rejiminin devamı ve son bulması şeklindeki iki yaklaşım, bölge ülkelerinin iki farklı blok halinde hareket etmesine yol 
açmıştır. Türkiye, Körfez ülkeleri ve diğer Arap devletleri Suriyeli muhalifleri desteklerken, İran, Hizbullah ve Maliki iktidarının Esed rejiminin yanında yer 
alması bölgede Sünni ve Şii bloklar arasında bir mücadele olduğu izlenimine sebebiyet vermiştir. Özellikle Irak’ın iç ve dış politika uygulamalarındaki değişimlerin böyle bir izlenimin oluşmasına hizmet ettiği ifade edilebilir.

Irak’taki Maliki iktidarının iç siyasette ve dış politikadaki tercihleri, Suriye krizi sürecinde bölgesel bir Şii-Sünni gerilimi intibaının ortaya çıkmasında 
etkili olduğu değerlendirilebilir. Nitekim krizle aynı dönemde, Irak Başbakanı Nuri El-Maliki ülkedeki Sünni politikacıları terör örgütü kurmakla suçlamış, 
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında tutuklama ve yurtdışına çıkma yasağı çıkarmıştır. Suriye krizi sürecinde Irak’ın dış politikada da İran 
eksenine yaklaştığı, Esed rejimine dolaylı destek vermeye başladığı ve Ankara karşıtı bir çizgiye kaydığı fark edilmiştir.

4. Krizin Küresel Etkileri

Arap Birliği’nin Suriye’deki krize yönelik çözüm girişimlerinin sonuçsuz kalması, krizin BM’ye taşınmasına yol açmıştır. 24 Şubat 2012 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabî tarafından yapılan açıklamada, Suriye’deki krizin çözüme kavuşturulması için Kofi Annan’ın BM-Arap Birliği ortak özel temsilcisi olarak atandığı duyurulmuştur. Annan, BM Genel Kurulu’nun 16 Şubat’ta aldığı 66/253 sayılı karar gereğince özel temsilci olarak atanmıştır. Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesinin beklendiği bir dönemde, BM ve Arap Birliği’nin Annan’ı özel temsilci olarak ataması, İran, Rusya ve Çin’in Suriye yönetiminin yanında yer almasından dolayıdır.

10 Mart 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği’nin özel temsilcisi Kofi Annan, Şam’ı ziyaret ederek Esed ile görüşmüş ve 16 Mart’ta Esed iktidarı ile muhalefet 
arasında ateşkesin sağlanması için 6 maddelik bir barış planı sunmuştur. Annan Planına Şam yönetimi 27 Mart 2012 tarihinde olumlu cevap vermiş, 
planın uygulanması için 12 Nisan’da ateşkes ilan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, Suriye’ye 250 kişiden oluşan bir gözlemci görevi atama kararı almış ve 
ilk aşamada 16 Nisan’da 30 gözlemci gönderilmesini onaylamıştır. Sonrasında, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun planlanan gözlemci sayısının 250 kişiden 
300’e yükseltilmesini talep etmiştir. Planda yer alan maddeler şunlardır:

• Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine cevap verecek şekilde Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak bir siyasi süreç için 
özel temsilciyle (Kofi Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse (müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek.
• Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanması (bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır 
silahlar kullanmaya son vermesi ve askerlerini geri çekmesi, muhalefetin ve Suriye’deki diğer unsurların saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği 
yapması).
• İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak uygulanmak üzere günde iki saat insani yardım için çatışmaların durdurulması.
• Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması.26
• Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması.
• Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması.

BM Güvenlik Konseyi öncülüğünde Suriye’deki şiddeti durdurmak ve Esed rejimi ile muhalifler arasında ateşkesi sağlayarak, siyasi bir geçiş süreci tesis 
etme amacıyla yola çıkan Kofi Annan, 3 Ağustos 2012 tarihinde istifa ettiğini açıklamış ve 31 Ağustos’ta da görevinden resmen ayrılmıştır. Annan’ın yerine 
Cezayirli eski diplomat El-Ahdar İbrahimi atanmıştır.

İbrahimi görevi devraldıktan sonra Suriye konusunda başarılı olmasının imkânsıza yakın olduğunu açıklamıştır. İbrahimi’nin başarısız olan BM Suriye 
planı üzerinde göreve başladığı ve yeni bir öneriyle gelmediği dikkate alındığında uluslararası toplumda Suriye krizini çözme konusunda belirgin bir 
isteksizlik olduğu göze çarpmaktadır. Bölgesel düzeyde çözüm arayışlarının başarısız olmasından sonra BM’nin devreye girmesiyle küresel düzeye taşınan 
Suriye krizi çözümsüzlüğe mahkûm edilmiştir. Krize müdahale edebilecek Avrupa Birliği ve NATO ise BM sistemi dışındaki aktörler de Suriye’deki 
halk hareketine söylemde destek verse de çözüm konusunda bir tutum geliştirmemiştir. 2012 yılının Kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimi, Avrupadaki ekonomik kriz ve bölgedeki gelişmeler (Irak, Mısır, Libya, Yemen ve İranın nükleer programından kaynaklanan kriz) Suriye’nin iç dinamikleriyle 
birlikte değerlendirildiğinde krizin belirli bir süre daha devam edeceği değerlendirilebilir.

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

9 Aralık 2018 Pazar

Erdoğan, Denktaş Çizgisinde mi?

Erdoğan, Denktaş Çizgisinde mi?



Nazlı Ilıcak 
23 Temmuz 2011, Cumartesi

     Tayyip Erdoğan, Kıbrıs'ta Rum yönetimine tavır koydu ya, baktım bazı köşelerde "Denktaş çizgisini benimsedi" değerlendirmesi yapılıyor. Hatta Rauf Denktaş, "Erdoğan, çözümsüzlük isteyen tarafın Rumlar olduğunu nihayet anladı" bile dedi.
Peki bu iddialar gerçeklerle örtüşüyor mu? Başbakan Tayyip Erdoğan, Denktaş çizgisine mi geldi? Ben şahsen bu düşüncelere katılmıyorum.
Geçmiş olayları bir hatırlayalım:
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs çözüm planını açıklamış, Rum ve Türk temsilcilerini, (Tasos Papadopulos ile Rauf Denktaş'ı) bu planı görüşmek üzere Hollanda'ya Lahey'e davet etmişti. (2003) Türk Hükümeti ve Başbakan Abdullah Gül, Denktaş'ın çözümden yana mesaj vermesini istiyordu. Denktaş, Ankara'ya geldi. Önce, TBMM'de konuşma yaptı; sonra da, Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'la görüştü. Gül'den, "Annan Planı'nı kategorik olarak reddetmeyin" uyarısını almış olmasına rağmen, Lahey'e inince, "Ben buraya Annan'a hayır cevabını vermeye geldim" dedi. Eğer, Lahey'de bu plana karşı çıkmasaydı, Kıbrıs ve AB arasında katılım anlaşmalarının imzalandığı 16 Nisan 2003'ten önce, Annan Planı adada referanduma sunulacaktı. Rumlar "hayır" deseydi, Türk tarafıyla anlaşmadıkları için, bütün adayı temsilen AB üyeliğine kabul edilmeleri mümkün olmayacaktı. Ve biz Türkiye olarak, bugünkü sıkıntıları yaşamayacaktık. Ama Denktaş, Ankara'nın aksine telkinlerine rağmen, Lahey'de, Annan Planı'na karşı çıktı. Denktaş'ın niçin böyle davrandığı, bir sene sonra, 2004'te anlaşılacaktı. Başbakan Erdoğan, Ocak 2004'te Kofi Annan ile görüşerek, "Çözümsüzlüğün çözüm olmadığına inanıyoruz" dedi. Yeşil ışığı gören Kofi Annan, 8 Şubat 2004'te, Rum ve Türk heyetlerini New York'a davet etti. New York'ta müzakereler yürürken, Ankara çok hareketliydi. Neler olduğunu, Radikal Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan ve Murat Yetkin 29 Ağustos 2004'te yazdılar.
İsmet Berkan: "Bu yılın Ocak ayının sonunda, Kıbrıs konusunda Türkiye Başbakanı çok önemli bir inisiyatif üstlendi; KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, BM Genel Sekreteri ve Rum karşıtıyla görüşmek üzere New York'a gitti. O üçdört günlük süreç, çok kritik ve önemliydi. Acaba tam da o günlerde, Ankara Gölbaşı'ndaki askeri tesislerde bazı gazetecilerle ve politikacılarla yapılan görüşmelerde konuşulanlardan, söylenenlerden Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün haberi oldu mu? New York'ta otel lobisinde 'askerler birazdan bildiri yayınlayacak' diye sevinç çığlıkları atan 'cuntacı profesörün' haber kaynakları kimdi veya kimlerdi? Acaba o dönemde yönetime el koymaktan, 'tarih beni yazar' demekten söz eden komutan hangisiydi ve bu dediklerini neden yapamadı?"
Murat Yetkin: "...Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un, Ankara ve İstanbul'da bazı işadamı, siyasetçi, gazeteci ve köşe yazarlarına verdiği akşam yemeklerinde siyasi projeler ortaya koyduğu biliniyordu. Bu toplantılarda, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün AKP hükümetine gerekli direnişi göstermediği gerekçesiyle eleştirildiği, Özkök'ün kulağına da muhtemelen gidiyordu..."
Daha sonra ele geçirilen Özden Örnek günlüklerinden de anlaşıldı ki, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, diğer kuvvet komutanlarıyla birlikte Sarıkız darbe planını yapmaktaymış. Darbenin 14 Mart 2004 mahalli seçimlerinden ve 16 Nisan Annan Planı referandumundan önce gerçekleşmesi planlanmaktaymış. Meğer çözümsüzlük, büyük ölçüde komuta kademesinin desteğinden kaynaklanıyormuş.
Görüldüğü gibi Erdoğan, Denktaş'ın çizgisine filan gelmiş değil. Nitekim o tarihte Erdoğan, "evet" oyu çıkması için ağırlığını koymuştu. 
Türklerin bütün iyi niyetine rağmen, Rum tarafı direnince Türkiye ne yapsın! Referandumda, KKTC'de evet çıkması, çözüm istemeyen tarafın Rumlar 
olduğunu göstermişti. Rumlar, çözümsüzlük yanlısı olabilir. Ama Denktaş'ın çözümsüzlüğü Türkiye'nin aleyhine işledi.


https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ilicak/2011/07/23/erdogan-denktas-cizgisinde-mi



***