KKTC etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KKTC etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2020 Pazar

YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “TANINMA” BÖLÜM 2

      YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “TANINMA” BÖLÜM 2


KIBRIS, STRATEJİSİ, TANINMA,Doç. Dr. Atilla SANDIKLI,KKTC, GKRY, müzakere süreci, Annan Planı,



4. MÜZAKEREYE TARAFLARIN BAKIŞI VE GETİRDİKLERİ ÖNERİLER

GKRY Radyo Televizyon Kurumu tarafından 18-19 Mart 2006 tarihlerinde
seçmen niteliği taşıyan 1200 kişinin katıldığı bir anket gerçekleştirilmiştir.
Söz konusu anket, Kıbrıs Rum Halkının genel olarak Kıbrıs sorununa,
Kıbrıslı Türklere, ülkemizin AB üyeliğine ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimine
bakışına dair dikkat çekici ipuçları içermektedir. Anket sonuçlarından, başta
gençler olmak üzere Kıbrıs Rum halkının önemli bir bölümünün Kıbrıslı
Türklere sempati duymadığı ve onlarla tek bir çatı altında yaşamak
istemediği ortaya çıkmıştır. Başta ABD, AB ülkeleri ve diğer ilgili taraflarca
bile uzlaşmaz tutumuyla çözüme engel olduğu dile getirilen GKRY lideri
Papadopoulos'a ve izlediği Kıbrıs politikasına destek verdikleri görülmüştür.
GKRY'de yapılan anketlerde 18-25 yaş arasındaki Rum gençlerin %61’inin
Türklerle birlikte yaşamak istemediklerini beyan ettikleri göz önünde
bulundurulduğunda, Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde kapsamlı bir çözüm
bulunması yönündeki çabalar açısından GKRY’de yerleşen “retçi” zihniyeti
açıkça sergilemektedir.

GKRY’de 21 Mayıs 2006 tarihinde milletvekilliği genel seçimleri
gerçekleştirilmiştir. Seçimler hem Annan Planı üzerinde 24 Nisan 2004
tarihinde düzenlenen referandumlardan sonra yapılan ilk genel seçimin
galibi “Kıbrıs sorununun çözümünü reddedenler” olmuştur. 2004 yılındaki
referandumlarda Annan Planı’nı savunan ana muhalefet partisi konumundaki
DİSİ’nin oylarında 2001 yılına oranla %3.67 civarında kayıp olması dikkat
çekicidir. Seçim sonuçlarının dikkat çeken bir diğer yönü, Rum lider 
Papadopulos’un başında bulunduğu DİKO partisinin oylarını % 3.07
oranında artırmış olmasıdır. Bu partinin seçimlerde oylarını artırması, anılan
retçi zihniyetin az da olsa GKRY’de tabanını genişlettiğine işaret etmektedir.
Referandumlar sonrasında KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile GKRY lideri
Papadopulos, 5 Eylül 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin Özel
Temsilcisi Möller’in de hazır bulunduğu bir toplantıda bir araya
gelmişlerdir. Cumhurbaşkanı Talat, toplantıda, 14 ayda 52 görüşme
yapılmasına rağmen gelişme sağlanamadığını, Rum tarafının teklifi
doğrultusunda bir-iki Teknik Komite ve Çalışma Grubu kurularak
çalışmalara başlanması ve sürecin oluruna bırakılması halinde kapsamlı
çözüm perspektifinden uzaklaşılacağını vurgulamıştır. Talat, iki tarafın
kapsamlı çözüm perspektifi üzerine yoğunlaşmalarının ve yükümlülük
üstlenmelerinin önem taşıdığının altını çizerek, iki-iki buçuk ay sürecek
hazırlık dönemini takiben müzakerelerin başlatılması ve 2008 yılı sonuna
kadar kapsamlı çözüme ulaşılması yönünde bir öneri getirmiştir. Talat
ayrıca, günlük yaşamı ilgilendiren Teknik Komitelerin de bu görüşme
sürecinden bağımsız olarak bir an önce faaliyete geçmesini teklif etmiştir.
Talat, ayrıca Ada’da kapsamlı çözümün, yerleşik BM parametreleri ve
müzakere sürecinde ortaya çıkan müktesebat zemininde gerçekleşmesi
gerektiğine dikkat çekerek, müzakerelere sıfırdan başlanmasının mümkün
olmadığını kaydetmiştir. GKRY lideri Papadopulos, Cumhurbaşkanı Talat’ın
önerilerini reddetmiş ve kısıtlı bir gündem çerçevesinde liderlerin belirli
aralıklarla bir araya gelmesi şeklinde özetlenebilecek bir tutum sergilemiştir.

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 16 Ekim 2007 tarihinde New York’ta BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’la bir görüşme yapmıştır. Talat bu görüşmede Papadopoulos’un uzlaşmaz tutumuna atıfta bulunarak, Kıbrıs Türk tarafının kapsamlı çözüme ilişkin yaklaşımını izah etmiş, ayrıca Genel Sekreter’e Kıbrıs’ta iki taraf arasında olumlu bir atmosferin tesis edilebilmesi için bir Güven Artırıcı Önlemler paketi sunmuştur.

AKEL lideri Hristofyas 17 Şubat 2008 tarihinde yapılan GKRY başkanlık
seçimlerinde ilk turunda oyların %53.37’sini alarak GKRY başkanlığına
seçilmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Talat 22 Şubat 2008’de BM Genel 
Sekreteri’ne muhatap mektubunda Kıbrıs Türk tarafının çözüm iradesini
muhafaza ettiğini ve yeni bir müzakere süreci başlatmaya hazır olduğunu
bildirmiştir. Başbakan Tayyip Erdoğan da BM Genel Sekreteri, AB
Komisyonu Başkanı, BMGK daimi üyeleri ve AB devlet ve hükümet
başkanlarına muhatap 6 Mart 2008 tarihli mektubunda esas olarak
KKTC’nin çözüme yönelik yaklaşımını desteklediğini vurgulamıştır.
KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile GKRY lideri Hristofyas, 21 Mart 2008
tarihinde gerçekleştirdikleri görüşmede Teknik Komiteler ve Çalışma
Grupları kurulması ve üç ay sonra bir araya gelerek BM Genel Sekreteri’nin
‘İyi Niyet Misyonu’ çerçevesinde kapsamlı müzakerelerin başlatılması
hususlarında mutabakata varmışlardır. 23 Mayıs tarihindeki görüşmede
siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli, iki toplumlu federasyona bağlılıklarını teyit
etmişler ve ortaklığın eşit statüdeki Türk ve Rum Kurucu Devletleri’nden
oluşan, tek uluslararası kimlikli ve federal bir hükümete sahip olması
konusunda vardıkları mutabakatı, Ortak Açıklama’ya dercetmişlerdir.
Liderler, 1 Temmuz 2008 görüşmesi sonrasında yaptıkları Ortak
Açıklama’da tek egemenlik ile tek vatandaşlık konularını görüştüklerini ve
bu konularda prensipte anlaşarak uygulama detaylarını kapsamlı
müzakereler çerçevesinde değerlendireceklerini belirtmişlerdir. 

   25 Temmuz tarihli Ortak Açıklama’da, Liderler, üzerinde anlaşmaya varılacak 
çözümüneşzamanlı ayrı referandumlara sunulmasını ve kapsamlı müzakerelerin 
3 Eylül tarihinde başlatılmasını kararlaştırmışlardır.

   KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile GKRY lideri Hristofyas 3 Eylül 2008 
günü bir araya gelerek, Kıbrıs’ta BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde  kapsamlı çözüm müzakerelerini başlatmışlardır.

Liderler 3 Eylül’deki açılıştan sonra yapılan toplantılarda federal düzeyde
yasama, yürütme, yargı, kilitlenmeyi çözücü mekanizmalar ile bağımsız
kurumlar konuları üzerinde durmuşlardır. Yönetim ve yetki paylaşımı
konusunda üzerinde anlaşılan hususlar yanında, bazı esaslı konularda taraflar
ciddi görüş ayrılıkları içindedirler. Rum yönetimi, esas olarak güçlü bir
“Federal Devlet”in erklerinde Rum ağırlığını dolaylı ya da dolaysız garanti
altına alacak düzenlemelerde ısrar etmektedir. KKTC liderliği ise siyasi
eşitlik ilkesinin Federal yapıda aşındırılmasının önüne geçecek biçimde 
temsil ve karar mekanizmalarında Kurucu Devletlerin etkin katılımını
koruyacak ve kendilerini egemence yönetmelerini sağlayacak düzenlemeleri
BM parametrelerine uygun biçimde savunmaktadır. 

Bu bağlamda, Rum yönetimi ortak listeyle seçilecek “Başkanlık Ofisi”, Yürütme’de ortaya çıkacak tıkanıklıkların çözüm sürecinde daha uzun süre Rum tarafında
kalacak Başkanlık makamının oyunun belirleyiciliği, Yasama tıkanıklıklarında Rum ağırlıklı çözüm mekanizmasının karar alabilmesi gibi önerilerinde katı bir pozisyon benimsemekte, buna paralel olarak dış ilişkilerin yürütülmesi, hava ve deniz yetki alanları, hava ve deniz ulaşımı, liman ve hava alanlarının mülkiyeti gibi konularda da dayatmacı olmaktadır.

KKTC tarafı, Kurucu Devletlere kalacak artık yetkilerin mümkün olduğunca
geniş tutulması, Federal Yürütme’nin Annan Planı temelinde “Başkanlık Konseyi”  biçiminde oluşumu, Kurucu Devletlerin yetki alanlarına dahil konularda dış ilişkiler kurmaları ve yürütebilmeleri, Yasamada ve yarı yargısal yetkili kurumlarda siyasi eşitlik ilkesinin gözetilmesi gibi hususları savunmaktadır.

Diğer yandan, Rum yönetimi yeni ortaklığın hayata geçirilmesi ile ilgili
ilke ve prosedürlerin belirlenmesini müzakerelerin sonuna bırakma
eğiliminde ısrarcı görünmekte, KKTC tarafı ise bu noktanın bir an evvel
açıklığa kavuşturulmasının önemine dikkat çekmektedir. Ayrıca, “normlar
hiyerarşisi” konusunda KKTC tarafı, AB normları ve müktesebatının
çözümün diğer veçhelerini aşındırmayacak biçimde ifade bulmasını, Federal
yasalarla Kurucu Devlet yasaları arasında ise hiyerarşi bulunmamasını
savunmaktadır.
Rum tarafı, “mülkiyet” başlığı altında yürütülmekte olan müzakerelerde,
göçmenlerin mülkleri üzerindeki haklarını kullanma biçimlerine kendilerinin
karar vermeleri üzerinde ısrarcıdır. Kıbrıs Türk tarafı ise, mülkiyet rejimine
ilişkin kriterlerin belirlenmesini, iade, tazminat ve takas yöntemlerinin
belirlenecek ölçütlere göre iki kesimlilik ilkesini aşındırmayacak biçimde
uygulanmasını, dolayısıyla yerleşik BM parametreleri ve Annan Planı
düzenlemelerine riayet edilmesini savunmaktadır. Rum liderliği bu aşamada
BM Güvenlik Konseyi tarafından da tanımı yapılmış olan iki kesimlilik
ilkesini tanımadığı da dahil olmak üzere BM müktesebatı ve kapsamlı 
çözüm süreci prensipleriyle bağdaşmayan uzlaşmaz bir tutuma yönelmekte,
Kurucu Devletler de mülkiyet çoğunluğu ölçütünü reddetmekte, nüfus
çoğunluğu ölçütünü ise tartışma konusuna dönüştürmektedir.
GKRY lideri Dimitris Hristofyas ile KKTC lideri Mehmet Ali Talat,
Kıbrıs'ın bütünleşme sürecini hızlandırmak için 11-13 Ocak 2010’da
Lefkoşa'da yoğunlaştırılmış görüşmelere katıldı. Görüşmenin gündem
maddeleri arasında hükümet yönetimi, yetki paylaşımı, ekonominin
bütünleşmesi konuları yer aldı. Rum ve Türk kesimleri liderleri ilk tur
görüşmenin sona ermesinin ardından yaptıkları açıklamalarda görüşmede
somut gelişmeler sağlanamadığını belirttiler. Görüşmeden önce Rum
kesiminin, Türk kesimi liderinin ileri sürdüğü öneri paketini açık bir dille
reddettiğini açıklaması, yoğunlaştırılmış görüşmelerden olumlu sonuçların
çıkması yönündeki beklentilere gölge düşmesine neden oldu.

SONUÇ

Açıklamalardan anlaşılacağı üzere GKRY, AB’ye dahil olduktan sonra
KKTC üzerindeki ambargo ve izolasyonların devamı yönündeki
girişimlerine devam etmektedir. Türkiye’nin AB adaylık müzakerelerinin
çıkmaza girmesi19 ve kilitlenmesi için çalışmalarına ağırlık vermiştir. Ayrıca
adadaki görüşmelerin olumsuz sonuçlanması maksadıyla ince bir siyaset
yürütmektedir. Amacı KKTC ekonomisinin gelişmesini engellemek, Türk
halkını fakir ve GKRY’ye muhtaç duruma getirmek, ekonomik olarak kötü
durumda olan halkla devleti karşı karşıya getirerek KKTC yetkililerinin
azınlık statüsü içinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dahil etmektir. Bunu
gerçekleştirebilmesinin önündeki en büyük engel Türkiye’dir. Bu nedenle
19 Türkiye, 1963 Ankara Anlaşması’nı AB’ne 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olan ve
aralarında GKRY’nin de bulunduğu on yeni ülkeye teşmil edecek olan Uyum
Protokolü’nü 29 Temmuz 2005’de imzaladı. Ayrıca bir deklarasyonla Uyum
Protokolü’nün imzalanmasının GKRY’nin siyasi olarak tanınması anlamına
gelmeyeceği kayda geçirildi. Halihazırda Uyum Protokolü paralelinde Türk liman ve
havaalanlarının GKRY gemi ve uçaklarına açılmasına yönelik baskılar, Türkiye’nin
üyelik müzakerelerine de yansıtılmakta olup, 8 Fasıl bu gerekçeyle askıya alınmış
durumdadır.

AB Müzakere sürecini kilitlemekte ve Türkiye’yi kendi beklentileri
doğrultusunda bir anlaşmaya yönlendirmeye gayret sarf etmektedir.
GKRY AB üyesi olduktan sonra yaşanan süreç bize açık bir şekilde
göstermektedir ki Kıbrıs’taki mevcut statüko GKRY’nin lehinedir. Bu
nedenle mevcut statükoyu bozmaya yönelik her girişimi engellemeye
çalışmaktadır. BM öncülüğünde bu güne kadar yapılan görüşme ve
müzakerelerde elde edilen zemini kabul etmemektedir. GKRY’yi barış
anlaşmasına zorlamak ve bebek adımlarıyla ilerlemekte olan Türkiye-AB
müzakere sürecine olumsuz etkilerini kırmak için stratejide değişiklik
yapmak gerekmektedir. Her zaman adil bir barış anlaşması peşinde gayret
sarf etmek ve bu yöndeki girişimlerine devam edeceği emareleri vermek
Rumların uzlaşmaz tutumunu kırmamaktadır. GKRY’nin uzlaşmaz
tutumunu ortadan kaldırmanın tek yolu barış anlaşmasıyla ilgili çalışmalara
devam ederken kararlı bir şekilde KKTC’nin tanınması yönündeki
girişimlere ağırlık vermektir. KKTC’nin tanınması yönündeki girişimler
barış anlaşması için yapılacak çalışmalara engel teşkil etmez. Tam tersine
KKTC’nin öne sürdüğü Annan planıyla da resmileşmiş iki kesimli, iki
kurucu devletli ve siyasi eşitliğe dayalı yapıya ve Türkiye’nin etkin
garantörlüğü tezine hizmet eder. Çünkü KKTC’nin bazı devletler tarafından
tanınması GKRY’nin en hassas tarafını oluşturmaktadır. Bu girişimler
GKRY’deki endişeleri arttıracak, stratejinin en önemli unsurlarından bir
tanesi olan ve kendi lehine işlediğini değerlendirdiği zamanın önemli bir risk
oluşturduğunu görecektir.

Tanınma Stratejisi BM Genel Sekreteri Annan’ın raporunda belirtildiği gibi “Rumlar gerçekten siyasi eşitliğe ve ortaklığa dayalı çözümü istiyorlarsa
bunu sadece dile getirmelerinin yeterli olmayacağı, aynı zamanda eylemlerle bunu göstermeleri gerektiği” vurgulanmış olacaktır. Bu sayede Rumların
görüşmelerde daha sonuç odaklı ve işbirliğine açık bir yaklaşım sergilemeleri sağlanabilecektir.

Tanınma stratejisinde; KKTC’nin hukuki anlamda bazı devletler tarafından tanınmasını sağlamanın yanında, bu mümkün olmadığı takdirde tanınma imajı yaratacak sonuçlar almak da önemlidir. Tanınma stratejisinin  amacı sadece KKTC’nin tanınmasının hedeflenmesi değildir. Esas olan oluşturulacak algıyla, Rumlar’ı makul bir anlaşma imzalamaya zorlamaktır.

Bazı devletlerde ve uluslararası örgütlerde temsilciliklerin açılması, uluslararası toplantılara gözlemci olarak da olsa katılımın sağlanması bu imajı yaratacak yollar olarak sayılabilir. KKTC’de yabancı yatırımların arttırılması, uluslararası ticaret ve direkt uçuşların sağlanması ve turizmin geliştirilmesi de tanınma imajının oluşturulmasında etkili olacaktır.

Rum Yönetimi 2006 yılında Katar’da büyükelçilik açmış, buna tepki gösteren Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını istemeyen Katar, KKTC’ye de büyükelçilik açma izni vermişti. Rum Yönetimi 2009 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Endonezya, Küba, Brezilya ve Bulgaristan'da olmak üzere 6 büyükelçilik açtı. Fakat bu ülkelere yönelik olarak benzer bir çalışma KKTC tarafından gerçekleştirilemedi. En azından bu ülkelerde temsilcilik açılabilirdi. Şimdi ise Anadolu Ajansı'nın Rum basınına dayandırdığı haberinde, Güney Kıbrıs hükümeti, bu yıl Umman ve Slovakya'da büyükelçilik açmayı planlıyor. 2011 yılında Kuveyt ve Kazakistan'da, 2012 yılında ise Kanada'da büyükelçilik açılması programlanıyor. Dolayısıyla KKTC’nin yapması gereken girişim ve açılımları Rum Yönetimi gerçekleştiriyor. Çünkü Kıbrıs Rum Yönetimi’nin en büyük hassasiyeti KKTC’nin uluslararası alanda tanınması anlamına gelecek gelişmeler meydana gelmesidir.

Kıbrıs Rum Mahkemeleri’ni adanın geneli için yetkili kabul eden ABAD’ın Orams davası hakkındaki görüşü, 05.03.2010 tarihli Demopoulos/Türkiye  ve diğer 7 dava hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararıyla geçersiz hale geldi. Bu karar hukuki yollarla yaratılan tanınma imajının en  yeni örneğidir. Karar KKTC’de Türkler tarafından oluşturulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu etkin bir iç hukuk yolu olarak tanımış ve Rumlar’ın mülkiyet  meselelerini doğrudan AİHM’e getirmelerini engellemiştir. Bu elbette bir tanıma değildir, ancak Orams davasıyla Rumlar’ın lehine dönen ibreyi,  KKTC lehine çevirmiştir.

Mahkeme ‘bir yönetimin diğer devletler tarafından tanınmaması, o yönetimin yapmış olduğu idari ve hukuki tasarrufların tanınmayacağı anlamına gelmez’ demiştir. Yani KKTC’nin iç hukuk yolunu tanınmanın KKTC’yi tanımak anlamına gelmeyeceğini açıkça belirtmiştir.
 
Ancak karar bu haliyle bile GKRY üzerinde bir baskı oluşturmaya yetmiştir.
Sonuç olarak; KKTC ile GKRY arasında kalıcı ve adil bir barış anlaşması tesis etmek için mevcut statükonun değiştirilmesine yönelik yeni bir strateji
belirlenmesi gerekir. Bu stratejide KKTC’nin tanınmasına yönelik girişimlere ağırlık verilmelidir. Bu girişimler uluslararası kuruluşlar nezdinde yürütüldüğü gibi devletler nezdinde de sürdürülmelidir. Tanınma KKTC ve Türkiye üzerindeki baskıların yönünü değiştireceği gibi,  görüşmelerin ve müzakerelerin zeminini de değiştireceği için bir pazarlık marjı sağlayacaktır. Ayrıca GKRY’nin görüşme ve müzakere masasında belirli bir sonuca ulaşmak için yapıcı bir yaklaşım içine girmesi teşvik edilecektir.

Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010
Yeni Kıbrıs Stratejisi “Tanınma”


KAYNAKÇA

“İslam Ülkelerinden KKTC’ye Darbe.” Gazete Vatan, 26.02.2010
“Terrorism In Cyprus.” The Grivas Diaries. H.M. Stationory Office: 1955. 1997 Yılı Sonu İtibarı İle Kıbrıs Sorunu. İstanbul: SİSAV Yayınları, 1998.
AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin Geleceği, Türkiye’ye Etkileri Sempozyumu. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 2001.
Armaoğlu, Fahir. 20’nci Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt II: 1980-1990. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1992.
Atun, Ali Fikret. İkinci Kıbrıs Seferi. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1999. 
Bağımsızlık Deklarasyonu’nun Metni: The Decleration and Resalution adopted by the Turkish Cypriot Parliament on 15 Novemder 1983-For The Liberty, Equality, Dignity and Security of our People. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yayını.
Cemal, Hasan. “Bir Saatli Bombanın Tik Tak Sesi.” Milliyet Gazetesi, 07.07.2001.
Cemal, Hasan. “Türkiye, Tuhaf Bir Çıkmaza Girmiş Durumda.” Milliyet Gazetesi, 08.07.2001.
Deliceırmak, Orbay. Yerinde Yeller Esen Anayasa. Ankara: 1997.
Denktaş, Rauf. Hatıralar, Toplayış. İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2000.
Dodd, Clement H. Cyrpus, The Need For New Perspectives. England: The Eothem Press, 1999.
Dodd, Clement H. Storm Clouds Over Cyprus. England: The Eothem Press, 2001.
Evcil, Cumhur. Yavru Vatan Kıbrıs’ta Zaferin Hikayesi. Ankara:
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, 1999.
Gazioğlu, Ahmet C. Kıbrıs Tarihi İngiliz Dönemi. Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını, 1997.
Gazioğlu, Ahmet C. Enosis Çemberinde Türkler. Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma
ve Yayın Merkezi Yayını,1998.
Gazioğlu, Ahmet C. Enosise Karşı Taksim ve Eşit Egemenlik. Ankara: Kıbrıs
Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını, 1998.
Gazioğlu, Ahmet C. İngiliz İdaresinde Kıbrıs, Statü ve Anayasa Meseleleri. Lefkoşa: 1996.
Gazioğlu, Ahmet C. Two Equal and Sovereign Peoples. Lefkoşa: 1997.
Girit Oyunu ve Kıbrıs. İstanbul: Karadeniz Haber Ajansı Yayınları, 2000.
İsmail, Sebahattin. 10 Soruda Kıbrıs Sorunu. İstanbul: Kastaş Yayını, 1998.
Kabaalioğlu, Haluk. Avrupa Birliği ve Kıbrıs Sorunu. Yeditepe Üniversitesi Yayını.
Karluk, S.Rıdvan. Avrupa Birliği ve Türkiye. İstanbul: Beta Yayınları, 1998.
Kıbrıs Sempozyumu. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1998.
Kıbrıs’ın Dünü-Bugünü-Yarını. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1995.
Küresel ve Bölgesel Kapsamda Sorunlarımız. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1999. Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 2, Bahar 2010
Leloğlu, Duygu. “Ankara’ya Ağır Ceza.” Radikal Gazetesi, 11.05.2001.
Necatigil, Zaim M. The Cyrrus Question and The Turkish Position in İnternational Law. New York: Oxford Universty Press, 1998.
Sandıklı, Atilla. Türkiye’nin Dış Politikasında AB ve Alternatifleri. Harp Akademileri Yayınları, 2001.
Stavrinides, Zenon. The Cyprus Conflict, National Identity and Statehood. Lefkoşa: 1999.
Sürmeli, Merve N. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözünü Tuttu: Yetkili Kurum Taşınmaz Mal Komisyonu.” 
http://www.bilgesam.org/tr.
Sürmeli, Merve N., Aslıhan P. Turan. “Kıbrıs’ta Mülkiyet Sorunu: Loizidou ve Orams Kararları.” 
http://www.bilgesam.org/tr.
Şenoğul, Nahit. “AGSK, AB ve NATO İlişkilerinin Geleceği, Türkiye’ye
Etkileri Sempozyumu Kapanış Konuşması.” içinde Sempozyum Kitabı.
Harp Akademileri Yayınları, 2001.
Torumtay, Necip. “Kıbrıs Sempozyumu Açış Konuşması.” içinde Kıbrıs
Sempozyumu Kitabı. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1998.
Turanlı, Rana. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ülke Etüdü. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 1997.
Uçarol Rıfat. Siyasi Tarih. İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1987.

DİPNOTLAR;

1 Kıbrıs’ın Dünü - Bugünü-Yarını (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1995), 1.
2 Cumhur Evcil, Yavru Vatan Kıbrıs’ta Zaferin Hikayesi (Ankara: Gnkur. Askeri
Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Yayınları, 1999), 1. Daha Geniş Bilgi İçin
Bakınız. Necip Torumtay, “Kıbrıs Sempozyumu Açış Konuşması,” içinde Kıbrıs
Sempozyumu Kitabı (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1998), 15.
3 Rıfat Uçaral, Siyasi Tarih (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1987), 592.
4 Ahmet C. Gazioğlu, Kıbrıs Tarihi İngiliz Dönemi (Lefkoşa: Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi Yayını, 1997), 76.
5 Sabahattin İsmail, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu (İstanbul: Kastaş Yayınevi, 1998), 52.
6 Orbay Deliceırmak, Yerinde Yeller Esen Anayasa (Ankara: 1997), 17.
7 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (İstanbul: Alkım Yayınevi, 11. Baskı), 801-804.
8 Ali Fikret Atun, İkinci Kıbrıs Seferi (İstanbul: Harp Akademileri Yayınları, 1999),113.
9 Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikası (İstanbul: Der Yayınları, 2006), 414.
10 Bağımsızlık Deklarasyonu’nun metni:The Declaration and Resolituon adopted by the Turkish Cypriot Parliament on 15 November 1983-For the Liberty, equality,Dignity, and Security of Our People, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yayını.
11 Armaoğlu, 20. Yüzyıl, 960. 
12 Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler,” içinde Türk Dış Politikası Cilt II, ed.
     Baskın Oran (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), 455-456.
13 Atilla Sandıklı, Atatürk’ün Dış Politika Stratejisi ve Avrupa Birliği (İstanbul: Beta Yayınları, 2008), 298; İsmail, 150 Soruda, 330-331.
14 Rauf Denktaş, Hatıralar, Toplayış (İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2000), 453.
15 Atilla Sandıklı, “Tarihsel Bir Perspektif İçinde Kıbrıs Sorunu ve Avrupa Birliği,”
     Harp Akademileri Bülteni Sayı 200
     (İstanbul: Harp Akademileri Basımevi): 16-17.
16 Sönmezoğlu, Türk Dış, 622. 
17 http://www.milliyet.com.tr/hem-hayir-dediler-hemkorkuyorlar/siyaset/haberdetayarsiv/19.01.2010/33335/default.htm?ver=07
18 http://www.milliyet.com.tr/yes-be-annem-/siyaset/haberdetayarsiv/19.01.2010/33332/default.htm?ver=12

***

YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “TANINMA” BÖLÜM 1

YENİ KIBRIS STRATEJİSİ “TANINMA” BÖLÜM 1


KIBRIS, STRATEJİSİ, TANINMA,Doç. Dr. Atilla SANDIKLI,KKTC, GKRY, müzakere süreci, Annan Planı,




The New Cyprus Strategy “Recognition”

Doç. Dr. Atilla SANDIKLI



Özet:

Türk dış politikasında, AB üyeliğinden, güvenliğe, uluslararası hukuktaki sorumluluğa kadar pek çok konunun hallindeki en büyük kilit nokta, Kıbrıs
sorunudur. Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları zaman zaman kesintiye uğramış ve yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. Türkiye’nin uzlaşmacı
tavrı karşısında GKRY’nin çözümü zorlaştıran ayak direyici tavrı Annan Planı’nı oylamasında kanıtlanmıştır. Bu makalede, Kıbrıs sorununda çözümü zor bu duruma nasıl gelindiği tarihi bir perspektifle anlatılacaktır. Ayrıca, çözüm yolları rasyonel bir projeksiyonla ve tanımaya ilişkin yeni bir strateji ortaya konularak değerlendirilmeye çalışılacaktır.

GİRİŞ

Türkiye’nin hızla gelişmesini sınırlayan en önemli sorunlardan birisi de hiç şüphesiz Kıbrıs Sorunu’dur. Türkiye ve KKTC’nin adada kalıcı ve adil bir barış antlaşması imzalanması için uyguladığı strateji ve yaptığı girişimler Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uzlaşmaz tutumu nedeniyle hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Özellikle GKRY’nin Avrupa Birliği’ne girişinden sonra elde ettiği durum üstünlüğünü Türkiye ve KKTC üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanabilme avantajı Annan Planı gibi kapsamlı bir plana dahi hayır denmesine neden olmuştur. Kıbrıs Sorunu’nun çözümü için uygulanmakta olan mevcut strateji Rumları anlaşmaya yönlendirebilir mi?
   Sorunun ortaya çıkışından bugüne kadarki süre içinde, koşullarda ve dış politika ortamında meydana gelen gelişmeler yeni bir Kıbrıs stratejisinin belenmesini gerektirmekte midir? Yeni stratejinin hedefi ne olmalıdır?

   Ortaya konan problematiklere cevaplar bulabilmek için Kıbrıs adasının jeopolitiğini, Sorunu’nun ortaya çıkışını ve geçirdiği aşamaları incelemekte
yarar vardır.

1. KIBRIS’IN STRATEJİK KONUMU

Yüzölçümü 9251 km2 olan Kıbrıs adası, Türkiye'ye 71 km, Girit adasına
550km, Kıta Yunanistan’ına 900 km., Suriye'ye 98 km, Mısır'a 316 km.
uzaklıktadır.1 Kıbrıs adası, bu özellikleri ile; bölgede, deniz ve hava yolları
üzerinde, batmayan dev bir uçak gemisi ve füzeler için rampa; Anadolu’nun
güneyden işgali için adeta bir atlama taşı gibidir. Mersin ve İskenderun
limanlarına giriş ve çıkışları etkili bir şekilde kontrol edecek konumdadır.
Aynı şekilde Suriye ve İsrail liman ve sahillerinin güvenliği için de büyük
değer taşır. Akdeniz’in doğusundaki deniz nakliyatının kontrolü açısından
fevkalade önemlidir. Türk boğazları ile Süveyş Kanalı’nın Doğu Akdeniz’e
açılması Kıbrıs adasının önemini daha da artırmaktadır. Ayrıca Kıbrıs,
Ortadoğu petrolleri ile petrol nakliyatının kontrolü bakımından da çok
önemli bir konumdadır. Ege Denizinde Yunan adaları ile kuşatılmış
Anadolu’nun, güneyden de kuşatılmasını tamamlayan önemli bir adadır.2

2. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN KURULMASI

307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğu’nda kalmak kaydıyla, İngiltere'ye
devredildi. Türkiye Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşmasıyla 1923 yılında tanıdı.3

1931’den itibaren Kıbrıslı Rumlar.,

Yunanistan ile birleşme taleplerini dile getirmeye başladılar ve İkinci Dünya
Savaşı sonrasında da Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleştirilerek, tamamen bir
“Elen” adası haline getirilmesi şeklinde özetlenebilecek olan “ENOSİS”
kampanyasına hız verdiler.4 BM'den tek taraflı "self-determinasyon" (kendi
kaderini tayin etme), Enosis lehinde bir karar elde edilememesi, Kıbrıslı
Türklerin Enosis'e karşı direnişleri ve Türkiye'nin kendilerini desteklemekteki kararlılığı, Türkiye ile Yunanistan arasında müzakerelerin başlatılmasına imkan sağladı.
Türkiye ile Yunanistan 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih'te anlaşmaya vardı.
Londra'da İngiltere'nin ve Kıbrıs'taki iki toplumun liderlerinin onayı alındı.
Bu şekilde ortaya çıkan Zürih ve Londra Anlaşmaları bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantisi ilkelerine dayandırıldı.5 Rum tarafı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu şekilde yaşamasına şans vermedi. Kıbrıs Türklerini devlet kurumlarından dışlamaya, izole etmeye, Ada’daki varlıklarını sona erdirmeye ve nihayet Yunanistan ile birleşme yolunu açmaya yönelik olarak girişimlere ağırlık verdi. 

Kıbrıs Türk tarihine “Kanlı Noel” Adıyla geçen bu kampanya önceden hazırlanmış olan “Akritas Planı”na 6 dayandırıldı.

15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntası’nın desteğiyle EOKA lideri
Nikos Sampson adayı Yunanistan'a bağlamak amacıyla Makarios'a karşı bir
darbe gerçekleştirerek iktidarı kısa süreyle ele geçirdi. Kıbrıs'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne kasteden bu hareket karşısında Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması çerçevesinde, önce İngiltere'ye ortak müdahale teklifinde bulundu. Türkiye, İngiltere'nin olumsuz cevap vermesi üzerine, Ada'daki Türklerin güvenliğini de dikkate alarak 20 Temmuz 1974 günü Barış Harekatı’nı başlattı.7 Böylece Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı önlenmiş ve Kıbrıs Türk halkının varlığı güvence altına alınmış oldu.

BM gözetiminde kalıcı bir barış antlaşması imzalanması için taraflar arasında çok uzun süren görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler süresinde zaman zaman önemli tıkanıklar ve sorunlar yaşandı. Sorunların aşılması ve GKRY’yi barışa teşvik etmek için Kıbrıs Türk Halkı, ileride kurulacak muhtemel bir federasyonun Kıbrıs Türk kanadını oluşturmak üzere, 13 Şubat 1975'de Kıbrıs Türk Federe Devletini (KTFD) kurdu.8

Zaman içinde Kıbrıs Türk halkı barış antlaşması için yaptığı girişim
GKRY tarafından samimi bir karşılık bulmadı. GKRY’yi barışa zorlamak
maksadıyla, "self-determinasyon" hakkına dayanarak ve siyasi eşitliği
vurgulayarak 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin
(KKTC) kurulduğunu ilan etti.9

24 Maddelik “ Bağımsızlık Deklarasyonu” nu10 KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğunu belirtiyordu. 

Bu yola gidilirken federasyon tezi muhafaza edildi ve Rum tarafına barış ve çözüm çağrısında bulunuldu. 

Bu nedenle tanıtım için kararlı ve yeterli girişimler yapılmadı.

3. MÜZAKERE SÜRECİ

3.1. Müzakere Sürecinin Başlangıcı

KKTC Türkiye dışında diğer ülkeler tarafından tanınmadı ancak BM Genel
Sekreteri’ni harekete geçirdi ve iyiniyet görevi çerçevesinde 1984 Ağustos
ayında yeni bir girişim başlatmasını sağladı. Bu çerçevede Kıbrıslı Türk ve
Rum yetkilileri ayrı ayrı görüşmek üzere Viyana'ya davet etmiştir. Genel
Sekreter, taraflara Viyana Çalışma Noktaları diye bilinen belgeyi sunmuştur.
Bu tarihten sonra, Kıbrıs sorununun çeşitli veçheleri tek tek değil, ayrılmaz bir bütün halinde ele alınmaya başlandı. 1985 yılında Kıbrıs Türk ve Rum taraflarında yapılan seçimleri müteakip, BM Genel Sekreteri taraflarla istişarelerde bulunduktan sonra 29 Mart 1986’da “Taslak Çerçeve Antlaşması”nı sunmuştur.11 Söz konusu Çerçeve Antlaşması, Kıbrıs’ta iki uluslu bir federal devlet kurulmasını, Rum Cumhurbaşkanı ve Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısının veto yetkilerinin olmasını ve Türk tarafının toprağının yüzde 29’un üzerinde bir oran olarak belirlenmesini öngörmüştür.

   KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş 21 Nisan 1986’da, Türk tarafı için önem
arz eden temel hususları dile getiren ve paketi bir bütün halinde kabul
ettiğini bildiren bir mektubu Genel Sekreter’e göndermiştir. Denktaş 27
Nisan 1986 tarihli ikinci mektupla da antlaşmayı imzaya hazır olduğunu
bildirmiştir. Rum Lider Kipriyanu ise önerilere yanıt vermeyerek uluslararası
bir konferans çağrısında bulunmuştur.

3.2. Fikirler Dizisi ve Müzakere Süreci

Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları 1990 yılının ilk aylarından itibaren tekrar hareketlilik kazanmış ve giderek yoğunlaşmıştır.
Bu çabaların sonucunda Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının da aktif katkılarıyla
BM Genel Sekreteri Butros Ghali, "Fikirler Dizisi" adını taşıyan ve gayrı
resmi nitelikte olan bir anlaşma çerçevesi taslağı oluşturmuş ve bunu
taraflara iletmiştir. 1992 yılının Haziran ve Kasım ayları arasında New
York'ta yapılan müzakereler, kapsamlı çözüme ilişkin özlü konular etrafında
odaklaşmış, Kıbrıs'ta kurulacak yeni ortaklığın siyasal veçhesini içeren
konular "Fikirler Dizisi"12 çerçevesinde ele alınmıştır. Fikirler Dizisi’nde
iki federe devletten oluşan bir federal yapı çözüme esas alınmış; 1960
düzeninde de öngörüldüğü üzere, 1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları
muhafaza edilmiş; ayrıca “Federal Kıbrıs”ın Türkiye ve Yunanistan'a her
konuda "most favoured nation" statüsü tanıyacağı belirtilmiştir. Çerçeve
Anlaşmasının, iki tarafın mutabakatını takiben yapılacak Dörtlü Konferans'ta
nihai hale getirilmesi ve 30 gün içerisinde de iki toplumda referanduma
sunulması öngörülmüştür. Kıbrıs Türk tarafı 100 paragraflık Fikirler Dizisi ’nin 91'ini kabul etmiş, diğer 9 paragrafı müzakereye hazır olduğunu açıklamıştır. 

Rum tarafı ise, Kıbrıs Türklerinin, federe bir birim olarak da olsa, ayrı bir yapıya sahip olmalarını ve Garanti Antlaşması’nın devamını kabul etmemiştir.

Rum tarafında yapılan Şubat 1993 Başkanlık seçimlerini Fikirler Dizisi’ne karşı çıkarak kazanan Klerides, iş başına gelir gelmez Fikirler Dizisi'ni müzakere etmeyeceğini, esas tercihlerinin AB üyeliği yönündeki çabalarını yoğunlaştırmak olduğunu açıklamıştır. Nitekim bundan sonra, Rumlar AB üyeliği yönündeki gayretlerini, Yunanistan'ın da yardımıyla geliştirmeye başlamışlardır. GKRY, Mart 1995’te AB’nin adaylık statüsü vermesiyle tamamen AB üyeliğine odaklanmış ve tek yanlı bir kararla Kıbrıs Türk tarafı ile diyalogu kesmiştir.

BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Temsilcisi aracılığıyla Mart 1997'de
başlatılan dolaylı görüşmeleri takiben, BM Genel Sekreteri'nin yüz yüze
görüşmeler için yaptığı çağrı üzerine 1997 yılının Temmuz ve Ağustos
aylarında yaklaşık birer hafta süreyle Denktaş ve Klerides, Troutbeck (ABD)
ve Glion'da (İsviçre) bir araya gelmişlerdir. Troutbeck görüşmeleri sırasında
AB Komisyonu'nun genişleme konusundaki "Gündem 2000" raporu ve
GKRY ile 1998 başında tam üyelik görüşmeleri başlatılmasına ilişkin13
tavsiye kararı basına sızdırılmıştır. Türkiye ve KKTC tarafından AB'nin bu
tutumuna karşı tepki gösterilmiş, bu bağlamda, 20 Ocak 1997 tarihli
Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu'nda öngörülen çerçevede, GKRY'nin
AB üyeliği yönünde atacağı adımların KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme
sürecini hızlandıracağı 20 Temmuz 1997 tarihli Ortak Açıklamada
kaydedilmiştir. Bu doğrultuda, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş tarafından 31
Ağustos 1998 tarihinde, soruna kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla
Ada'daki iki devlet arasında bir Konfederasyon tesis edilmesi önerilmiştir.14
Öneri, Kıbrıs'taki iki devletin aralarındaki temel meseleleri çözmelerini
müteakip ortak bir yapılanma gerçekleştirmeleri temeline dayandırılmıştır.

3.3. Müzakere Sürecinin Kesilmesi ve Yeniden Canlandırılması

Kıbrıs müzakere sürecinin yeniden canlandırılması girişimleri 1999 yılının
ikinci yarısında hızlanmıştır. 3 Aralık 1999-10 Kasım 2000 tarihleri arasında
Cenevre ve New York’ta 5 tur aracılı görüşme yapılmıştır. Beşinci turda,
görüşmeler sürerken Cenevre'ye gelen BM Genel Sekreteri Annan 8 Kasım
günü taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kağıt sunmuştur.15Kağıtta yer
alan ifadelerin, sürecin içeriğiyle uyuşmadığı görülmüştür. 
Denktaş, Kıbrıs'ta iki ayrı egemen devlet, iki halk ve iki demokrasi bulunduğunu, aracılı görüşmelerin amacının kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi için zemin
hazırlanması olduğunu, ancak beş turda bunun yapılamadığını, görüşmelerin
almış olduğu seyir nedeniyle ve Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu makul
ve gerçekçi parametreler kabul edilmedikçe aracılı görüşmelere devam
edilmesinde yarar görmediğini açıklamıştır.

Cumhurbaşkanı Denktaş 8 Kasım 2001 tarihinde, Kıbrıs sorununa bir
çıkış yolu bulunması amacıyla GKRY lideri Klerides’e mektup göndererek
Ada’da yüz yüze görüşme önerisinde bulunmuştur. Bu çerçevede Denktaş,
Klerides ile 4 Aralık 2001’de Ada’da ara bölgede bir araya gelmiştir.
Görüşmenin sonunda BM Genel Sekreteri temsilcisi De Soto tarafından
yapılan açıklamada, iki liderin 2002 Ocak ayı ortalarında Ada’da doğrudan
görüşmeyi kabul ettikleri kaydedilmiştir. İki taraf arasında 6 tur olarak
yapılan görüşmelerde, ağırlıklı olarak egemenlik, eşitlik, merkezi otorite ile
kurucu devletlerin yetkileri hususları ele alınmıştır. BM Genel Sekreteri
Annan, Cumhurbaşkanı Denktaş ve GKRY Lideri Klerides’le 3-4 Ekim
2002 tarihlerinde New York’ta bir araya geldi. Görüşmelerden sonra Genel
Sekreter’in yaptığı açıklamada Kıbrıs sorununun basit bir çözümü
bulunmadığı ve kapsamlı çözüme ulaşmak için taraflar arasında iki taraflı
“ad hoc” nitelikteki teknik komitelerin kurulmasına karar verildiği ifade
edilmiştir.

3.4. Müzakere Süreci ve Annan Planı

Annan, 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara, Annan Planı olarak da anılan
“Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmuştur.16 Gerek Denktaş’ın sağlık sorunları, gerekse Ankara’da yeni hükümetin kurulma çalışmaları nedeniyle Türk tarafının plana resmi bir yanıt vermesi gecikmiştir. Bu kritik şartlarda ortaya konan plan Türk kamuoyunda şiddetli tepki görmüştür. Planı müzakere zemini olarak kabul eden Rum tarafı ise, mevcut şekliyle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. BM, Kopenhag Zirvesi’nden iki gün önce, 10 Aralık’ta gözden geçirilmiş, üzerinde ufak-tefek değişiklikler yapılan planı taraflara iletmiştir.
Cumhurbaşkanı Denktaş, planının pek fazla değişiklik içermediğini, eski
plan olduğunu açıklamıştır. Son dakikaya kadar çözüm çabalarının sürdüğü
Kopenhag’da hem Rum hem de Türk tarafı plana imza atmayı reddetmiştir.
BM Genel Sekreteri Annan, 26 Şubat 2003 tarihinde gittiği Ada’da Annan Planı’nın üçüncü versiyonunu taraflara sunmuştur. Genel Sekreter söz konusu planı ve planda öngörülen süreci kabul edip etmediklerini bildirmek üzere iki tarafı 10 Mart 2003 tarihinde Lahey’e davet etmiştir.

Davet üzerine iki lider 10 Mart tarihinde Lahey’de bir araya gelmişlerdir.
Anılan toplantıya Garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere
de katılmıştır. Görüşmeler öncesinde Papadopulos ve Denktaş, Annan
planında yapılmasını istedikleri değişiklikleri BM yetkililerine iletmiştir.
BM Genel Sekreteri, taraflara tadil edilmiş plan üzerinden 28 Mart tarihine
kadar müzakereleri sürdürmelerini ve planın 6 Nisan tarihinde referanduma
sunulmasını önermiştir. Görüşmelerde Denktaş, planla ilgili olarak Türk
tarafının kaygı ve beklentilerini gündeme getirmiş, iki tarafın mutabık
kalmasından sonra planın referanduma sunulabileceğini kaydetmiştir. 

Bu çerçevede, Denktaş, 28 Mart tarihine kadar görüşmelere devam etmeyi
kabul etmiştir. Papadopulos da plandaki mevcut boşlukların doldurulması
gerektiğini ifadeyle, görüşmelere devam etmeyi kabul etmiş, ancak Rum
kamuoyunun aydınlatılması bakımından referandum için iki aylık bir
kampanyaya ihtiyaç duyduğunu ileri sürmüştür. Yunanistan tarafından da
desteklenen bu taleple, Rum tarafının referandumu Güney Kıbrıs’ın 16
Nisan tarihinde AB’ye Katılım Antlaşması’nı imzalamasından sonraya
bırakmak istediği görülmüştür. Ancak Genel Sekreter, 11 Mart sabahı
konunun çıkmaza girdiği sonucuna vararak görüşmelere son vermeyi tercih
etmiştir.

BM Genel Sekreteri Annan 1 Nisan 2003 tarihli raporunda doğrudan
görüşmelerin sonuçsuz kalmasından Kıbrıs Türk tarafını sorumlu tutmuştur.
16 Nisan tarihinde, Atina’daki AB Zirvesi’nde diğer 9 aday ülkeyle birlikte
GKRY de AB ile Katılım Antlaşması’nı imzalamıştır. Böylece, Türk
tarafının uyarılarına rağmen, GKRY’i çözüme teşvik edebilecek önemli bir
unsur yitirilmiştir.

BM Güvenlik Konseyi’nin 14 Nisan 2003 tarihli toplantısında BM Genel
Sekreteri’nin 1 Nisan tarihli raporuna istinaden Kıbrıs konusunda bir karar
kabul edilmiştir. 1475 sayılı bu kararın işlem paragraflarında taraflardan
“BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde Annan Planı’ndan
yararlanarak kapsamlı bir çözüme ulaşılması maksadıyla müzakerelere
devam etmeleri” istenmiş ve Genel Sekretere iyi niyet misyonunu
sürdürmesi yönünde destek verilmiştir.

10–13 Şubat 2004 tarihleri arasında New York’ta yapılan görüşmeler,
Türk tarafının olumlu ve yapıcı tutumu sayesinde başarılı geçmiş ve Ada’da
müzakerelerin tekrar başlaması yolunu açmıştır. New York’ta varılan
mutabakat, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının belli bir tarihe kadar
Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşmaya varılamayan
noktalarda müzakerelere anavatan Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla
devam edilmesini ve nihayet anlaşılamamış nokta kaldıysa bu alanlarda BM
Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi ve ortaya
çıkacak nihai belgenin her iki tarafta ayrı ayrı, ancak eş-zamanlı olarak
düzenlenecek referandumlarla Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının
onayına sunulmasını içermiştir. Böylece, 1 Mayıs 2004 tarihinden önce
çözüme ulaşılması ve AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir.
Müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004
tarihinde GKRY ve KKTC’de referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına
sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken,17 Kıbrıs Türk
tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla
Plan’a “evet” demiştir.18 Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla
reddetmesinde GKRY lideri Papadopulos’un 7 Nisan 2004 tarihindeki halka
seslenişinde Rum halkını “güçlü bir hayır” demeye çağırması ve Rum
liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır kampanyası” da önemli bir etki
yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun reddi karşısında, BM ve AB dahil tüm
uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir.

3.5. Müzakere Süreci ve GKRY’nin AB Üyeliği

GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ne tam
üye olmuştur. Türkiye tarafında aynı gün yapılan açıklamada, AB’ye
katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil
etmeye yetkili olmadıkları, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs
Adası’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenliklerinin bulunmadığı,
“Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği,
kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş
bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden
yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Açıklamada ayrıca,
Kıbrıs Türklerinin kendi ülke sınırları ve anayasal düzenleri içerisinde
örgütlenmiş bir halk olarak, hükümet etme yetkisini ve egemenliklerini
kullanmakta oldukları, bu çerçevede Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni tanımaya devam edeceği ve Güney Kıbrıs’ın AB’ye girişinin
Türkiye’nin 1960 Antlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve
yükümlülüklerine hiçbir şekilde haleldar edemeyeceği ifade edilmiştir.
BM Genel Sekreteri, 28 Mayıs 2004 tarihli iyi niyet misyonu raporunda,
referandumlar sonrasında Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia
tarafından ele alınması gereğine işaret etmekte ve Kıbrıs Türklerine baskı
uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir gerekçe kalmadığını kayda geçirmektedir. Bu çerçevede Kıbrıs Türklerine yönelik ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması için uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyi’ne kuvvetli bir çağrıda bulunmuş, Kıbrıs Türk tarafının kalkınmasını engelleyen ve onları dünyadan tecrit eden uygulamalara son verilmesini istemiş, 541 ve 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının buna engel teşkil etmediğini vurgulamıştır.

Genel Sekreter raporunda ayrıca, Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün siyasi eşitlik ve ortaklık temeline dayalı olması gerektiğini vurgulamış, Çözüm Planı’nın başarısızlığa uğramasının sorumluluğunu Kıbrıs Rum tarafına  yüklemiş, Rum tarafının tutumunu sorgulamış ve gerçekten siyasi eşitliğe ve ortaklığa dayalı çözümü istemeleri halinde Rumların bunu dile getirmelerinin yeterli olmayacağını, aynı zamanda eylemleriyle de göstermeleri gerektiğini belirtmiştir. Rumların böylece Annan Planı’nı değil, esasen çözümü reddettiklerini de kayda geçiren Genel Sekreter, durumun kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektirdiğini vurgulamış, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının müzakereler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki olumlu tutumunu takdirle karşıladığını beyan etmiştir.


***

19 Mart 2015 Perşembe

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)






Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)



28 Temmuz 2000 Cuma 

20 Temmuz 1974 tarihi Kıbrıs Türk halkının geçen yüzyılın başında İngilizler tarafından haksız yere gasbedilen hürriyetlerinin yeniden geri alındığı mutlu bir gündür. 26 yıl sonra 20 Temmuz sabahı Türkiyenin gündemini oluşturan televizyonlarınmız sabah haberlerinde BM. Genel Sekreteri Kofi Annan'ın tavsiyelerine uyarak bu yıl K.K.T.C. kurtuluş törenlerine Türkiye'den üst düzeyde katılım olmayacağını bildirdi.

Bu son derece üzücü ve de düşündürücü haberin doğruluğu ilerleyen saatlerde ve günlerde belli oldu. Son günlerde K.K.T.C'de bügüne kadar görmeye alışmadığımız olaylar ceryan ediyor. Halk Meclisi basıyor, bankalar batıyor, gazeteler kapatılıyor. Casusluk suçlamaları ile bir takım insanlar gözaltına alınıyor. B.M gözetimindeki Toplumlararası görüşmelerin devam ettiği bir sırada içeride böyle olayların meydana gelmesi hiç de iç açıcı değil. Demekki hala yapılamayan işler ve 26 yıldır yerine oturtulamayan taşlar var.

26 yıl önceki Kıbrısa bir göz atalım. Kurulduğu 1960 yılından itibaren Kıbrısı Yunanistana bağlamak (ENOSSİS) isteyen Makarios ve arkadaşlarının Cumhuriyetin ortak paydasını oluşturan Türk Toplumuna karşı 14 yıldır yürüttükleri kanlı eylemler sonuca ulaşamayınca, Yunanistanda iktidarda olan ALBAYLAR CUNTASI kesin sonuç almak istedi. 15 Temmuzda Kıbrısın meşru lideri Makarios'u Nikos SAMPSON isimli bir maceraperest vasıtasıyla kanlı bir darbe ile devirttiler. Nikos Sampson ve ekibi Kıbrıs'ın gerçek sahibi olan Türk Toplumunu topluca katlederek adayı binlerce Yunan adasından biri yapmak üzere derhal harekete geçti...

Kıbrıs'ın Yunanistan'a terki Türkiye'nin savunması açısından son derece sakıncalı idi.Tarihinde bir gün dahi Yunanistan'a ait olmayan bir adanın İngiltere ve Yunanistan ile birlikte anlaşmalarla kurulmasını garanti eden Türkiye'yi dikkate almadan ve adada 500 yıldır egemen olarak yaşayan Türk Toplumunu katlederek Yunanistana bağlanması imkansız idi. İlgili ülke ve kuruluşlar nezdinde barış sağlanması için girişimlerde bulunan Türkiye yeterli destek ve muhatap bulamayınca garantörlük antlaşmasının kendisine sağladığı hukuki avantajları kullanarak 20 TEMMUZ 1974 sabahı başarılı bir askeri harekat ile Kıbrısa çıkarak gerçek ve kalıcı barışı sağladı.

Adanın 1915'te İngilizlere devrini müteakip sona eren barış ve huzur dolu günler; 1960 dan itibaren Türk Toplumuna yönelik katliamlarla son haddine ulaşmış ve bu harekat ile iki toplumun fiziki olarak birbirinden ayrılması sonucunda tamamen barış dönemine girilmiştir. Adada 26 yıldır tek bir silah patlamamıştır. Kıbrıs Türk halkı ,1960 antlaşması gereği adada konuşlandırılan Kıbrıs Türk Alayı ve Kolordu kuvvetindeki Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı birliklerinin himayesinde barış içinde yaşamaktadırlar.

Bu barışı onlara çok gören batı dünyası Kıbrısı Rumlara vermek için binbir dolap çevirmekte, 26 yıldır bağımsız bir devlet olarak hayatiyetini sürdüren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni israrla görmemezlikten gelmektedirler. Batı ve batı yanlısı devletlerin desteği ile Kıbrıs Rum Kesimi kendisini 1960 'da kurulan iki toplumun ortak yönettiği KIBRIS CUMHURİYETİ'nin gerçek temsilcisi olarak görmektedir .Nitekim son yıllarda bu kesimin Avrupa Birliğine alınması için bütün hristiyan dünyası her türlü gayreti gösterdiğine şahit olunmaktadır.

Oysa Kıbrıs'ta isteseler de, istemeseler de fiilen ve 26 yıldır kendi kendini idare eden müstakil bir Kıbrıs Türk Devleti vardır. Fiili durumun daima hukuki durumun önünde bulunduğunu unutmamak gerekir. Fiili durum böyle olmasına rağmen her şeyi ile müstakil bir devletin özelliklerini taşıyan bu devleti bugüne kadar Türkiye dışında hiç bir ülke siyasi olarak tanımamıştır. 1974 yılında Pakistan ile birlikte bir kaç islam ülkesi tanımak için harekete geçtilerse de ABD ve AB devletlerinin ekonomik ve siyasi baskısı ile korkmuşlar ve tanımaktan vazgeçmişlerdir.

Sonunda fillien yaşayan ve fakat yaşadığını Türkiye dışında hiç bir ülkenin görmediği bir ülke meydana çıkmıştır.

Türkiye 26 yıldır Kıbrısı her alanda desteklemiştir. Bu uğurda binlerce evladını seve seve şehit vermiştir. En güçlü ve kuvvetli kolordusunu burada tutmaktadır. Başta ABD olmak üzere müttefikleri olan batı ülkelerinin her alandaki ambargoları ile karşı karşıya kalmıştır. Uluslarası arenada Kıbrıs konusu daima ortaya konularak emperyalist ve işgalci bir devlet muamelesine maruz bırakılmıştır. Ekonomisi önemli zararlar görmüştür. Bütün bunlara rağmen K..K.T.C; Türkiye'nin namusudur, gururudur ve şerefidir. Kıbrıs Türk Halkına ve topraklarına gelecek en küçük kötülük bize yapılmış demektir. Onlarla birlikte bizimde güvenliğimiz tehlikeye gireceğinden, oraya karşı atılan her şer adım bize karşı atılmış gibi kabul edilmelidir.

Bir cümle ile ile özetlemek gerekirse; Kıbrıs Türk Halkı'nın menfaatleri Anadolu Türk Toplumu ile özdeşleşmiştir.
O toprakları Antalya'dan, İzmir'den , Trabzondan farklı düşünmek mümkün değildir. Peki bu 26 yılda ne yaptık .Oralarda boşunamı şehit olduk. Bugün Kıbrısta doğan ve 26 yaşını huzur ve güven ortamı içinde geçiren Kıbrıs Türkü neden adadaki kendi güvenliği için canını tehlikeye atan Türk askerini sömürge ordusu olarak ,Türkiyeyi'de sömürgeci olarak görüyor. Ve bunu açıkça beyan etmekten de çekinmiyor.

Bu korkunç ve acı manzaranın birdenbire oluşmadığı kesin. Evet her toplumda hainler vardır. Bunlar doğal görülmelidir. Fakat 200.000 nüfuzlu küçük bir toplumda bu düşünceler fiilen her ortamda konuşulur hale gelmiş ise durup düşünmek ve aklı selim ile karar alıp, iş işten geçmeden uygulamak gerekir.

Bu tesbitimi başımdan geçen bir olayla açıklayıp desteklemek istiyorum.

1998 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi son sınıf öğrencilerine Atatürkçülük dersleri veriyordum. O günlerin güncel olayı K.K.T.C'de yapılan ve K.K.K.'mız Org.Hüseyin KIVRIKOĞLU'nun da takip ettiği bir tatbikatta açılan kaza atışı ile tatbikatı seyreden bir albayımızın şehid olması idi. Konuyu basınımız günlerce tefrika etti. Savaşı ve olayları bizzat yaşayan bir neslin aydını olan, fakat davasını 24 yıldır anlatamamış bir yönetimin temsilcisi idim .Bizim çözemediğimiz bu sorunu yine herşeyde olduğu gibi devredeceğimiz genç neslin Kıbrıs konusundaki bildikleri acaba nelerdi? Tahsil hayatının sonuna gelen ve ülkemizin en iyi yetişmiş beyinleri olduğu bilinen bu gençler acaba Kıbrısla ilgili olarak ne düşünüyorlardı?

Kendimce çok kolay ve basit olarak değerlendirdiğim aşağıdaki soruları aralarından 4 taneside bizzat K.K.TC vatandaşı olan öğrencilerime sordum.

 - Kıbrıs Neresidir?
 - K.K.T.C. neresidir ve ne zaman kurulmuştur?
 - Türk askeri orada neden tatbikat yapıyor?
 - Türk K.K.Komutanı ve Türk Albaylarının orada ne işi olabilir?
 - Türkiye, Yunanistan Ve İngiltere'nin Kıbrıs'la ilgileri nelerdir?
 - Kıbrıs Türklüğünün tarihi hakkında neler biliyorsunuz?
 - Kıbrıs Türk ve Rum kesimi ne istiyor.? Neden anlaşamıyorlar?

Soruları sordum . Azda olsa bazı cevaplar alabileceğimi umuyordum. Fakat Kıbrıslı öğrenciler dahil sorular hakkında en küçük bir bilgileri dahi olamadığını görerek, irkildim. Önce gördüğüm manzara beni kızdırdı. Sonra üzdü ve utandırdı. Kendimden ve benim neslimin yaptığı büyük hatadan utandım. Bu çocuklara milli davalarını biz okullarımızda anlatmazsak, bunlar nereden öğrenecekler. Evet, biz bu konuda ne okulda ve ne de başka bir yerde yeni nesillere hiç bir şey öğretmedik. 20 Temmuz'larda yapılan göstermelik bir kaç tören ve konuşmanın genç nesillere hiç bir şey ulaştıramadığını görerek kahroldum.

Aslında bu nesle bunları izah etmek hiç de zor değildi. Kıbrıs'ın Türkler için neden önemli olduğunu; Kıbrıs'ın nasıl Türk olduğunu; nasıl elimizden çıktığını; Kıbrıs Türk Toplumuna ne gibi haksızlıklar yapıldığını; Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasını ve bu konuda T.C'nin garantörlük görevi üstlenmesini; Kıbrıs Barış Harekatı sebep ve sonuçlarını; yıllardır süren toplumlararası görüşmeler ve tarafların isteklerini; K.K.T.C'nin bugünkü durumunu ve gelecekten beklentilerini; özette olsa bir ders saatinde anlatabilmenin mümkün olduğunu uygulayarak gördüm.

Evet sayın yöneticilerim. Bizim jenarasyonun ,yani olayları bizzat yaşayan neslin çözemediğini; konu hakkında hiç bir şey bilmeyen bir nesille nasıl çözeceksiniz.

Kıbrıs Türk halkının Türkiye hakkındaki menfi düşüncelerinin müsebbibi olarak sadece onları göstermek çok yanlıştır. Ayrıca; 26 senedir konuyu dünyanın hiç bir ülkesine anlatamamış ve uluslararası arenada hiç bir destek bulamamamış isek, bunu rakiplerimizin çok güçlü olmasına bağlayamayız. Konudaki eksikliğimiz, iç yönetim zafiyetimizden ve siyasi istikrarsızlığımızdan kaynaklanmaktadır. 26 yıl önce KIBRIS FATİHİ olarak gönüllerde taht kuran sayın ECEVİT bugün yine başbakandır. En fazla sahip çıkılması gereken bir dönemde bizzat Başbakan Ecevit'in B.M. Genel Sekreteri'nin talimatına uyarak Kıbrısa gidilmeyişine ve Sayın Denktaş'ın yalnız ve desteksiz bırakılmasına mazeret bulmak veya kamuoyunu tatmin edici bir sebep bulabilmek çok zordur.

 - Bu karara uyarak yanlış yapıldığını haykırarak duyurmak istiyorum...
 - Türkiye Cumhuriyeti Devletinini; kendini idare edebilecek ve kendi menfaatine uygun kararlarını alabilecek potansiyele ve tecrübeye sahip olduğunu değerlendiriyorum

Kıbrıs Türk Toplumunu ; Anadolu Türk Toplumundan ayrı düşünmek mümkün değildir. Olmamalıdır. Bunun için kendi kendimizi inkar etmemiz gerekir ki, bu asla mümkün değildir.

Kıbrıs politikaları partilerin politikaları değildir. Kıbrıs politikaları; bütün milletin desteklediği milli davranışları içermelidir. Politikacılar parti yöneticilerinin değil, bu konuda milletin sesine ve iradesine kulak vermelidirler.

Milletin desteğinin alınması ve milletin sesinin dinlenmesi için ise bu konunun millete maledilmesi gerekir. Millete maletmek; konuyu bütün çıplaklığı ile ona anlatmakla olur. Oysa görünen gerçek o ki; biz bu davayı milletin hiç bir kesimine anlatamamışız. Onlar bilmedikleri şeye nasıl destek vereceklerdir. Davayı kendi milletine ve Kıbrıs Türk Toplumuna anlatamayan ve onların dahi desteğini alamayan bir yönetimi, diğer millet ve devletlerin desteklemesini beklemek ve anlayışlı olmalarını istemek mümkün değildir.

Sonuç olarak önce bu yanlışı düzeltelim. Yani konuyu milletimize anlatarak önce kendi halkımızın desteğini alalım. Bu destek; siyasilerimizin davada daha kesin , kararlı ve belirleyici adımlar atmalarına önemli katkıda bulunacaktır.

Hayır sayın yöneticilerimiz. Geç kalmadınız. Halkımız anlayışlıdır. Eğer kendisine izah edilirse anlayacaktır. Bunu yapmalısınız. Yoksa bugün "SÖMÜRGECİ TÜRK ASKERİ ÜLKENE DÖN " diye bağıran aldatılmış ve kandırılmış Kıbrıs Türk Toplumunun içinde bulunduğu ruh halini gözünü kırpmadan şehid olarak o topraklara özgürlük götüren asil milletimize izah edemesiniz.

Yöneticilerimizin susmaya hakları yoktur. Konuşacaklar ve bıkmadan konuşarak doğruları halkımıza anlatacaklardır. Bu çarpık görüntünün sebep ve neticelerini milletimize açıklayacaklar ve mutlaka onların desteğini alacaklardır. Başka bir çıkış yolu şimdilik görülmemektedir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Temmuz 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=59


.