BÜLENT ARINÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÜLENT ARINÇ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2020 Cumartesi

ALEYHİMİZE PARLAMENTO KARARLARINI KINAMIŞIZ

ALEYHİMİZE PARLAMENTO KARARLARINI KINAMIŞIZ 


M. Arif DEMİRER
11 Mart 2019 Pazartesi

Kınama Mektubu, Bülent ARINÇ, İsviçre, Polonya, Slovakya, Lübnan, Kanada, Arjantin, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Yunanistan, Uruguay, İsveç, 
Rusya Federasyonu,Venezuela, Dış politika malzemesi, TBMM Başkanı Bülent ARINÇ, 2007 (Kınama Mektubu)
“Tarihin hiçbir döneminde Türk milleti, kendi içinde yaşayan Ermeni vatandaşlarına soykırım yaşatmamıştır.

“16 Ülkenin Parlamentosu, Türkiye’yi soykırım yapmakla itham eden bir kararı kabul etmişlerdir. Bu karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından 
büyük bir tepki ve infialle karşılanmıştır. TBMM Başkanı olarak, bu 16 ülkenin Parlamento Başkanlarına ayrı ayrı kınama mektubu gönderdim. 

“Bu Ülkeler; İsviçre, Polonya, Slovakya, Lübnan, Kanada, Arjantin, Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya, Yunanistan, Uruguay, İsveç, 
Rusya Federasyonu ve Venezuela’dır”

TBMM Başkanı, Köksal TOPTAN, 2008 (Kibarca ayıplıyor) 

“Bilinen tarihi gerçeklere rağmen, bazı devletlerin çarpıtılmış Ermeni iddialarını iç ve dış politika malzemesi olarak kullanmaları ve parlamentolarında ülkemiz 
aleyhine kararlar almaları düşündürücüdür.

“Türkiye, geçmişin tartışmalı dönemleri hakkında yasama organlarınca karar verilmesinin yanlış olduğu, tarihin tarihçilere bırakılması gerektiği görüşündedir.
“Asılsız Ermeni iddialarına destek çıkan ülkelerin parlamentoları, tarihin siyasi istismar vasıtası olarak kullanılmasında çok ciddi bir sorumluluk yüklendiklerini 
bilmelidirler…” 

TBMM Başkanı, Cemil ÇİÇEK, 2011 (Milletin Şiddetli tepkisi. Mazur görmüyor) 
   “TBMM Başkanı olarak vurgulamak iterim ki, geleneksel dostluk ve ittifak ilişkileri içinde olduğumuz ülkelerin parlamentoları, Türkiye’ye karşı kin ve husumetin yandaşı olmamalıdırlar. 
Aziz Milletimiz, bazı ülkelerin parlamentolarında 1915 olayları üzerine alınan sözde soykırım kararları karşısında çok şiddetli tepki göstermektedir. Türkler bazı mihraklarca, işlemedikleri bir cürümle suçlanmaktadır, bunun mazur görülmesi mümkün değildir…” 

YORUMLAR: 

BİR - Dostumuz Maduro, Sayın Arınç ( “Tarihin hiçbir döneminde Türk Milleti, Kendi içinde yaşayan Ermeni vatandaşlarına soykırım yaşatmamıştır.”) ile aynı görüşte değil. Altında imzası bulunan 2005 tarihli Venezuela kararının birinci maddesi şöyle: 
“İnsanlık tarihinin ilk planlı ve organize genositinin, 90 yıl önce Pantürkizm ideolojileri kapsamında Genç Türkler rejimi tarafından Ermenilere karşı uygulandığı ve yaklaşık iki milyon kişinin öldürülmesi ile sonuçlandığı dikkate alınarak…” 

2007 Yılında kınama mektubu göndermiştik Bay Maduro’ya.

2011 Yılında da işlemediğimiz bir cürümle suçlandığımızı, bunu mazur görmeyeceğimizi ilan etmiştik. 

İKİ – 2007 Yılında 16 ülke bizi suçlamıştı. 2019’da ise 28 artı Vatikan.
ÜÇ – 2018/2019 kınamadığımız ve mazur görmeyeceğimiz Maduro’yu hem mazur gördük hem de dost olduk. Bize “tarihte ilk soykırımcı” dediğini de unuttuk. 
DÖRT – Ben, bu tür parlamento kararları “çok şiddetli tepki gösteren” milletin bir ferdi olarak, tek başıma, 14 Temmuz 2005 tarihli Venezuela’nın Asamblea Nacional Kararının iptali için elimden geleni yapacağım. 

Her türlü destek için peşin teşekkürler.

Alıntıların kaynakları: TBMM Yayın Kurulu’nun üç kitabının Sunuş yazıları. 
 
http://www.anayurtgazetesi.com/yazar/Aleyhimize-parlamento-kararlarini-kinamisiz/33513/

***

13 Ekim 2015 Salı

PKK İLE MÜZAKERE, MÜTAREKE VE KİRLİ BARIŞ SÜRECİNİN ANALİZİ BÖLÜM 2




PKK İLE MÜZAKERE, MÜTAREKE  VE KİRLİ BARIŞ SÜRECİNİN ANALİZİ BÖLÜM 2




Yazar: Ümit Özdağ
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
 http://www.21yyte.org/ 
 06.08.2013 11:30 
Tarihinde Yayınlanmıştır..



PKK İLE İKİNCİ MÜCADELE SÜRECİ,

PKK ile sürdürülen Oslo Müzakerelerinin 2011’de PKK’nın Silvan saldırısından sonra kesilmesini takiben güvenlik güçleri terörist örgütün kent kadrolarını oluşturan KCK’lılara karşı kapsamlı operasyonlar geliştirmişlerdir. 2002’den sonra terörle mücadele adına yapılan tek doğru eylem, KCK operasyonlarıdır. Ayrıca Öcalan’a tecrit politikası uygulanarak, PKK’yı yönetmesi engellenmiştir.
PKK, bu siyasete “halk savaşı” adını verdiği terörist saldırılar ile cevap vermeye çalışmıştır. PKK’nın halk savaşı siyaseti 2012 yazında Hakkari’de alan hakimiyeti girişimi aşamasına ulaşmış ise de örgüt başarılı olamamıştır.

Bu aşamada Abdullah Öcalan ile Hükümet arasında gizli müzakereler başlamıştır. AKP Hükümeti Öcalan’a uygulanan tecriti kaldıracaktır. PKK üzerinde tekrar etkinlik sağlamasının yolu bulunacaktır. PKK üzerinde etkinlik sağlayan Öcalan ise PKK’nın sınır dışına çıkmasını sağlayarak AKP Hükümetinin elini rahatlatacak ve bu da daha kapsamlı anayasal reformlar yapmasının önünü açacaktır. 

Hükümet ise Öcalan ve PKK’ya samimiyetini göstermek için KCK’lıların serbest bırakılması ve Kürtçe savunma hakkı dahil bazı adımlar atacak, gelecekte yapılacak etnik reformların perspektifini ortaya koyacaktır.

2012 yazı sonunda hapishanelerdeki PKK’lıların, “Kürtçe savunma hakkı” ve “Öcalan’a tecridin kalkması” talepleri ile sahte kitlesel açlık grevi başlamıştır. 68 gün sürdüğü iddia edilen açlık grevinde kimse ölmemesine rağmen bir medya kampanyası ile Türkiye açlık grevi gerilimine sokulmuş, her gün kitlesel ölümlerin her an başlayabileceği haberleri yayılmıştır.

PKK açlık grevinin ilk aşamasında AKP 4. Olağan Kongresi 30 Eylül 2012’de yapılmış, Başbakan Erdoğan bu kongrede PKK Açılımı sürecinin en radikal adımlarının kısa zaman içinde atılacağını açıklamıştır. Bu adımlar;
1)Anadilde savunmanın sorun olmaktan çıkarılması,
2)Anadilde kamu hizmetlerine erişim,
3)Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik komisyonu kurulması,
4)Kamu hizmetlerinde Kürtçe tercümanlık,
5)Nüfusunun 3’te 2’si Büyükşehir belediyesi sınırlarında yaşayan bir Türkiye olarak tanımlanmıştır.

AKP 4. Kurultay’ın da Başbakan Erdoğan tarafından duyurulan yeni adımlar hızla atılmaya başlanmıştır.11 Kasım 2012’de Büyükşehir Yasa tasarısı muhalefetin büyük tepkisi ve direnişine rağmen kabul edilmiştir. AKP Hükümeti 12 Kasım’da anadilde savunma hakkı ile ilgili yasa tasarısını TBMM’ne vermiştir. 

KCK’nın istediği gibi Kürtçe savunmanın önü açılmıştır. 12 Kasım 2012’de MİT ile Öcalan arasında görüşme yapılmıştır. Sahte açlık grevi Öcalan’ın 17 Kasım 2012’de verdiği talimat ile sona ermiştir. Öcalan’a uygulanan tecride kaldırılmış tır. 
23 Kasım’da MİT ile Öcalan arasında ikinci görüşme yapılmıştır. 
3 Ocak’ta Öcalan ile MİT ve Öcalan-BDP görüşmesi yapılmıştır.
3 Ocak’ta Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’da BDP adına A. Öcalan ile bir araya gelmişlerdir.

07 Ocak 2013’de Erdoğan Öcalan ile artık “mütareke” yani ateşkes anlamına gelen yeni bir sürecin başladığını şu şekilde açıklamıştır: “Gelecekte Oslo’ya benzer, Oslo olmaz da başka bir yer olur.” Öcalan ile görüşmeler kamuoyuna İmralı ile görüşmeler şeklinde sunulmuştur. Sanki görüşmeler bir ada ile
yapılıyor imiş gibi kamuoyu uyutulmak istenmiştir. Bu arada 16 Ocak 2013’de BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır’da yaptığı bir açıklama dikkatlerden kaçmış olmasına rağmen büyük bir önem taşımaktadır. Demirtaş şöyle demektedir: “Süreçte sadece Türkiye’deki Kürtlerin kaderi çizilmiyor,
bütün Kürdistan’ın kaderi çiziliyor. Kürtlerin ulusal taleplerde birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Sürece Erbil veya İmralı-Erbil adı verilebilir? Diğer tüm grup ve fraksiyonları da bu sürece katmalıyız”

Demirtaş’ın bu açıklamasına 04 Şubat 2013’de Erdoğan’ın yaptığı bir başka açıklama sanki cevap niteliği taşımaktadır: “Karşımızda siyasi muhataplarımız olabilir. Bunlar yerli de olur, uluslararası da olur ve uluslararası camiadan istifade edeceksek onlarla da bu işi görüşürüz.

Nitekim görüşüyoruz, ben de görüştüm.” Açık olan husus, Öcalan ile görüşmelerin  bir ayağını Barzani diğer ayağını ABD/AB eksenlerinin oluşturduğudur Bütün bu süreç yaşanırken, Türk Milletine yönelik kapsamlı bir psikolojik operasyon başlamıştır. Bu psikolojik operasyonun üç boyutu vardır.
Birinci boyutu Öcalan’ın olumlu bir kişilik olarak sunulması oluşturmaktadır. AKP Hükümetinin önde gelen isimlerinin başını çektiği bir A. Öcalan’ı güzelleştirme psikolojik operasyonu yapılmaya başlanmıştır.

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın ifadeleri ile Öcalan, Türkiye Cumhuriyetinin hataları sonucunda iyi bir Müslüman genç iken Kürtçü olmuş bir kader kurbanı olarak sunulmaya çalışılmıştır.

İkinci boyutu müzakere sonuçlarının topluma kabul ettirilmesi için AKP Hükümeti tarafından yapılan “PKK’ya taviz vermeyeceğiz” açıklamaları teşkil etmektedir. Ayrıca Öcalan’ın şartlarının devlet ve millet tarafından kabul edilebilir olduğu propagandası da bu hedefe ulaşılmasına yardım etmesi amacı ile
yapılmıştır. Cengiz Çandar bu süreci şöyle özetlemektedir: “Kısacası kamuoyun da ‘Öcalan bu sefer işbirliğine çok yatkın ve PKK’yı dışarıya çıkaracak’ izlenimi yaratıldı. Bunun ne karşılığında olduğunu ise bilmiyorduk biz. Bu soruyu soranlara ‘savaşın devamını istiyor’ suçlaması yapıldı. Bu soruyu ortaya
atarsan fitne sokuyordun ve Başbakan bu soruya cevap vermek zorunda kalacağı için sinirlenebilirdi.” [7]

Üçüncü boyutunu halkın Öcalan ile görüşmeleri desteklediği düşüncesinin yayılması çalışmaları oluşturmuştur. Müzakereler ile ilgili kamuoyundan gelen gerçek ve sert tepkileri yansıtan kamuoyu araştırmalarına karşı sahte kamuoyu araştırmaları piyasaya sürülmeye ve basında yayınlatılmaya çalışılmıştır. Oysa değil sadece kamuoyunda AKP parti grubu içinde bile sert tepkiler vardır. Bundan dolayı Erdoğan, Kızılcıhamam toplantıları ile meclis grubunu denetim altında tutmaya ve teşkilatlardaki sapmaları engellemeye çalışmaktadır.

AKİL ADAMLAR-PSİKOLOJİK SAVAŞIN ELEMANLARI.,

Bu üç aşamalı psikolojik operasyona akil adamlar yeni bir boyut kazandırmışlardır. Öcalan ve Murat Karayılan tarafından önerilen ve nihayet, AKP ve PKK’nın isimlerde uzlaşması ile kurulan, içlerinde KCK davasından yargılananların da bulunduğu akil adamlar kurulunun amacı PKK’ya verilecek tavizler konusunda toplumu hazırlayacak bir psikolojik operasyon gerçekleştirmektir. Akil adamlar, Erdoğan’ın ifadesi ile “Halka psikolojik operasyon yaparak” PKK ile üzerinde uzlaşılan çözüme Türk Milletini ikna etmek için kurulmuş bir psikolojik operasyon heyetidir.

Akil insanlar heyeti televizyonlardan, gazetelerden, internetten sonra şimdide şehirleri dolaşarak, Türk Milletini kısaca söyleyelim aşamalı olarak “Bölünmeye razı etmeye” çalışacaklardır. Akil adamlardan Can Paker “ Keşke Öcalan özgür olsa” diyor. Akil adamlardan Prof. Dr. Baskın Oran, “ Barış gelmez ise AVM’ler havaya uçar, kan gölüne döner ortalık ” diye milleti PKK adına tehdit ediyor. Mustafa Armağan eyalet sisteminden bahsetmektedir. Akil insan Abdurrahman Dilipak, “Yeni devlet adamımız Abdullah Öcalan, eski devlet adamımız Süleyman Demirel’den daha sahici” demektedir.[8]

Tabii ki, ne AKP Hükümeti ne de akil adamların PKK’lı olanlar hariç büyük bir bölümü, Türkiye’nin bölünmesini istemiyor. Hatta, bir çoğu “PKK ile mücadele etmeye devam edersek bölünürüz” şekilde düşünüyorlar. Ancak, saptıkları yol Türkiye’yi kaçınılmaz olarak bir kırılma noktasına doğru sürükleyecek. Türk Milletine anlatılacak olan nedir? Türk Milleti terörün bitmesini istemiyor mu? Türk Milletinin “barışa” doğru ifade ile huzura ikna edilmesine gerek yoktur. Terörü sona erdirmeye ikna edilmesi gereken, PKK’dır. Türk Milletini barışa ikna
etmek gibi bir ihtiyaç olmadığına göre, akil insanlar Türk Milletini neye ikna edeceklerdir?
Barışın bedeli olarak PKK’ya verilecek tavizlere. Öcalan ve PKK ile yapılan müzakerelerin en önemli noktası da budur. AKP Hükümetinin PKK’ya vereceği taviz, Türkiye’nin federalleşmesi ve PKK’nın güneydoğu Anadolu’da bir veya
iki eyaleti PKK devletçiğine dönüştürmesidir. Bu eyalet/devletçiklerden birisinin valisi de Abdullah Öcalan olacaktır.
Bu noktada Öcalan’ın önerdiği ve uygulamaya konulan süreci nasıl işleyeceğini görmeliyiz. Öcalan, MİT ile yaptığı görüşmeler sonucunda üç aşamalı ve iç içe geçmiş süreçler çerçevesinde PKK ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir “barış” yapılacağından bahsetmektedir.

Bu süreçlerin adlarını A. Öcalan,

1)Sürekli ateşkes,
2)Yeni Anayasa,
3) Normalleşme olarak koymuştur.

Öcalan tarafından çerçevesi çizilen bu süreç, AKP Hükümeti tarafından kabul edilmiştir ve resmi ağızlar Öcalan’ın belirlediği terminoloji ile konuşmaktadırlar. Öcalan 21 Mart 2013’de sürekli ateşkes ilan edecek ve PKK’lıların Irak’a çekilmesinin başlayacağı ilan edilmiştir. Ancak daha sonra gelişmeler geri
çekilmenin başlamasını 8 Mayıs tarihine sarkıtmıştır. Böylece 15 Ağustos 2013’te bitmesi öngörülen geri çekilme, sonbahara kadar uzayacaktır. Üzerinde dikkatle durulması gereken husus, Öcalan’ın bu aşamada silah bırakılması ile ilgili herhangi bir şey söylememektedir.

YENİ ANAYASA veya ÖCALAN İLE ANAYASA YAZMAK.,

Öcalan önce İmralı Tutanaklarında geri çekilme süreci devam ederken, yeni anayasaya konulmasını istediği maddelerin konulup konulmadığını denetleyeceği ni açıklamıştır. Ancak, daha sonra yapılan pazarlıklar neticesinde anayasal değişikliklerin PKK’lıların geri çekilmesinden sonrasına bırakılması kararı alınmış görünmektedir. PKK’lıların geri çekilmesi AKP Hükümetine anayasada Öcalan’ın istediği değişikliklerin yapılması için gereken zemini verecektir. Ancak, Öcalan sadece AKP Hükümeti ile değil, (Pazarlığın MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile yapıldığını söylemek doğru değildir. Bir bürokrat olan Hakan Fidan siyasal pazarlık yapamaz sadece Başbakan Erdoğan’ın ağzı ve kulağı olabilir.) 

Kandil ve BDP ile de müzakere etmektedir. Bu çerçevede Öcalan’ın istekleri de ana eksenini muhafaza etmekle birlikte, AKP Hükümetinin Türk kamuoyunu ikna zorunluluğunu göz önünde tutarak, mümkün olduğunda diplomatik ifade edilmektedir.

Öcalan’ın istediklerini İmralı Tutanaklarından yola çıkarak şu başlıklar altında toplamak mümkündür.

1)Çekilme için parlamentonun karar alması, TBMM’nin onaylaması,
2) Anayasadan Türk milleti kavramının çıkması, çok milletli bir anayasal zeminin oluşturularak Kürtlerin bir etnik grup/millet olarak varlıklarının kabulü,
3)Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve demokrasiye geçişten daha büyük bir dönüşümün gerçekleşmesinin talep edilmesi,
4)Başkanlık sistemi ve federal bir sistemin unsurları olan senato ve halklar meclisi adlı iki parlamentonun kurulması.
5)Hakikatler Komisyonunun kurulması,
6)Öcalan ve PKK üst düzey kadrolarının serbest kalmasının güvence altına alınması,
7)Köylere dönüşün gerçekleşmesi,
8)Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Şartına koyduğu çekinceleri kaldırması başlıkları altında toplanabilir.

Öcalan, BDP milletvekillerine “eğer bu taleplerim karşılanmaz ise PKK’lıların geri çekilmesini durdururum. Ve 50 bin PKK’lının katıldığı bir halk savaşı başlar” demiştir. Öcalan ile MİT arasında yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan yol haritası budur. Şu ana kadar ne hükümetten ne de BDP’den “Bunlar yalandır” açıklaması gelmemiştir. Sürecin ilerlemesi ile yukarıda anlatılanlar AKP Hükümeti tarafından bazı makyaj düzenlemeleri ile yaşama geçirilmeye başlanmıştır.

Öcalan tarafından konulan altı temel şartı İmralı Tutanaklarının yayınlanmasın dan sonra gerçekleşen gelişmeler ışığında Kandil ve BDP’nin de müzakere ve mütareke sürecinde dahil olması çerçevesinde teker teker daha ayrıntılı olarak tahlil edeceğiz.

1)PKK’nın Çekilmesinin TBMM Tarafından Onaylaması
Öcalan, 21 Mart 2013-15 Ağustos 2013 arasında gerçekleşeceğini söylediği PKK’lıların Türkiye’den Irak’a gerçekleşecek “geri çekilmenin” TBMM tarafından onaylanmasını talep etmektedir. Böyle bir onay, PKK’yı devletler hukuku açısından meşru siyasi ve askeri bir varlık haline getirecektir. Hele PKK’lılar için
gerilla sözcüğü kullanılır ise 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 3. Maddesi çerçevesine girebilir.

Esasen, TBMM PKK’lıların çekilmesine onay vermese dahi yaşanan süreç PKK’nın “Kürtlerin meşru temsilcisi” olarak muhatap alınması ve Kürtlere verilecek hakların pazarlığının PKK ile yapılması sonucunu doğurmaktadır.

Öcalan’ın bu talebi AKP ve BDP tarafından CHP ve MHP’nin oy vermeyi reddettikleri TBMM’de kurulan komisyonu ile karşılanmıştır.

2) Anayasadan Türk Milleti Kavramının Çıkması Öcalan’ın taleplerinden birisi de Türk Milleti kavramının anayasadan çıkmasıdır. Öcalan, 2009’daki yol haritasının 2013’deki güncellenmiş halinde “Demokratik Ulus İlkesi” ve “Ortak Vatan İlkesi” başlıkları altında, anayasada çok dillilik ve çok etniklilik ilkesini savunmaktadır.

Bu Türk Milletinin siyasal-hukuki varlığına son verecek ve Türk Milletini hukuki olarak bir etnik grup hüviyetine itecek bir adımdır. Öcalan, yeni Anayasayı PKK’nın ileride Türkiye’yi bölmesini hukuki anlamda meşrulaştırıcı bir ara adım olarak görmektedir.Ancak Türk Milleti kavramının Anayasadan çıkarılması düşüncesi kamuoyunda büyük bir tepkinin oluşmasına neden olmuştur. Bu tepki, sürece Türk Milletinin tepkisinin yoğunlaşmaması için Öcalan, PKK ve AKP’nin şimdilik geri adım atmasına neden olmuştur.

Buna rağmen Murat Karayılan, Kandil’de 8 Mayıs’ta PKK’nın geri çekileceğini açıklarken, bu geri çekilmeyi Öcalan’ın ve PKK kadrolarının özgürlüğü yanında Kürtlere anayasal statüye bağlayarak, tek millet=Türk Milleti anlayışını ortadan kaldıran yaklaşımda ısrar etmiştir. Ancak daha sonra Karayılan’ın basın toplantısında açıklamasına rağmen basın tarafından yazılmayan açıklamaları ortaya çıkınca Karayılan’ın “Eyalet sistemi, federal sistem daha iyi olabilir. Eğer anayasada milletler yazılacaksa hepsi yazılsın. Başbakan sayıyor ya Gürcü, Çerkes, Arnavut,..”diyerek pozisyonunu netleştirdiği görülmektedir. [9]

Karayılan, PKK’ya yakın bir televizyona 29 Nisan 2013’de yaptığı açıklamada PKK’nın şartlarını tekrar etmiştir.Karayılan şöyle demiştir: “Geri çekilme tamamlanırsa 2. aşama başlayacak. Bu aşamanın özellikleri Türk Devleti’nin çözüm karşısındaki görevlerini yerine getirmesidir. Yani anayasada bir reform
yapması, koruculuk sistemi ve özel kuvvetleri vb. güçleri bir kenara çekmesi ya da bunları sivilleştirmesi.

Bu savaş güçlerinin ya lağv edilmesi ya da geri çekilmesi gerekiyor.
Aynı şekilde yeni bir anayasanın düzenlenmesi gerekiyor. Bunda Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, Kürt inkarının kaldırılması ve varlığının kabul edilmesi, Kürt halkının özgürlüklerinin garanti altına alınması, aynı şekilde Türkiye’de yaşayan diğer halkların da, yaşayan farklı etnik ve dini kimliklere özgürlük
tanınması gerekiyor.”[10]

BDP eşbaşkanı S. Demirtaş’ın açıklamaları ise çok açıktır. Demirtaş, Öcalan’ın İmralı tutanaklarında açıkladığı gibi sürecin üç aşamalı olduğunu söylemektedir. Birinci aşama geri çekilme, ikinci aşama yeni anayasa ve üçüncü aşama normalleşmedir. Demirtaş: “Birinci aşamadan sonra, Türkiye’nin demokratikleşme si denilen ikinci aşama var. Bu aşamada yasal reformlar ve anayasal değişikler var.” “Hükümet, demokratikleşme konusunda adım atmak zorunda. Eğer PKK’ya ‘sen geri çekil ve bana fırsat ver. Ben Türkiye’de demokratikleşme yapacağım’ diyorsa..Ve PKK’da buna uyuyorsa..Şimdi adım atma sırası hükümetindir.”
Aslında İmralı tutanaklarına göre, Öcalan, Hükümetin Kürt reformlarının çekilme bitmeden gerçekleşmesini istiyordu. Ya bu şartta Hükümetin istediği üzerine bir değişiklik oldu ve Hükümetin kamuoyu karşısında elini güçlendirmek için reformlar PKK çekilmesi sonrasına bırakıldı ya da Demirtaş serbest bir yorum yaptı. 

İkinci ihtimal yok denecek kadar azdır.

Peki, PKK’nın demokratikleşme konusunda bekledikleri neler? Demirtaş, önce bir geçiş dönemi anayasası sonra ikinci anayasadan bahsediyor. AKP Hükümetinden reformları bekledikleri geçiş dönemi anayasasında Demirtaş, “Bütün Türkiye için bölgesel yönetimler önereceğiz. Bir tür özerklik bu… Seçimle iş başına gelen ve yetkileri (egemenliği diye okuyun bundan dolayı özerklik değil federasyon Ü.Ö.)
merkezle paylaşan bölge meclisleri bu…Bu bölge meclislerinin içinden de bir tür bölge hükümeti olan bölge yürütmesi çıkıyor. Valinin yerini de seçimle gelen bölge başkanları alıyor.(Erdoğan valiler seçimle gelebilir demişti. Ü.Ö.) Biz parlamentoya anayasa teklifimizi bu şekilde sunduk. Ulusal güvenlik, genel adalet ve savunma, genel bütçe planlama gibi hizmetlerin dışındaki eğitim, sağlık, kültür, turizm bütün hizmet ve yetkiler bu bölge meclislerine ait oluyor.” Şimdi Demirtaş’ın canalıcı cümlesi geliyor: 

“BİZ BU MODELİ BARIŞ SONRASI İÇİN DEĞİL, BARIŞ İÇİN ÖNERİYORUZ.”

Özetle, Demirtaş, Öcalan, PKK ve BDP’nin AKP Hükümetinden beklediği anayasal ve yasal değişikliklerin temelinde federasyonu koyuyor ve ekliyor: “ ‘Türkçe dışında anadilde eğitim yapılamaz’ diyen bir anayasayı asla kabul edemeyiz. Herkesi Türk olarak kabul eden bir maddeyi de kabul edemeyiz.”

Demirtaş Öcalan’ın hapishaneden çıkması ile ilgili olarak şöyle söylüyor: “Öcalan’ın hapiste tutulmasının nedeni Kürt sorununun çözülmemiş olması ve savaşın devam ediyor olmasıydı. Bu koşullar ortadan kalktığında belki cezaevi anlamsızlaşır. Öcalan’ı orada niye tutsunlar ki? Yeterince hapis yatmadı
mı? Onbeş yıl yattı.” PKK yöneticileri konusunda da Demirtaş’ın cevabı açık: “Dönmek isteyenler dönebilir sürecin sonunda bence.” [11]

AKP, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine Anayasa Komisyonuna verdiği öneride Anayasa’nın ikinci maddesinde Türk Milleti kavramını kullanmıştır. Ancak iktidar partisi yeni anayasada “değiştirilemez maddelerin” olmaması gerektiğini söyleyerek, birkaç sene sonra yapılacak bir değişikliğinde alt yapısını hazırlamayı hedeflemiştir.
Şu anda üzerinde çalışılan Türkiye Cumhuriyeti isminin devlet kurumlarından çıkarılmasıdır. Önce Sağlık Bakanlığı bunu denemiş fakat Türk Milleti sert tepki gösterince geri adım atmıştır. Sonra valilikler valilik isimlerinden T.C. ibaresini silmeye başlamışlardır. Şimdi Başbakanlık’a bağlı kurumların ibarelerinden T.C silinmektedir. AKP’den istifa eden Karacabey Belediye başkanının belediyeye tekrar T.C. ibaresini koydurması, bu adımın bir parti politikası olduğunu göstermektedir.

T.C. ibaresi çıkarılırken Tunceli’de isyancı lideri Seyit Rıza’nın heykeli dikilmiştir. Siirt’te Halk Kütüphanesine Sivas Kongresini basmak üzere İngiliz istihbaratçı binbaşı Noel ile birlikte hareket eden ve Malatya’yı basan Celadet Ali Bedirhan’ın ismi verilmektedir. AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, AKP iktidarının başarısından bahsederken, “Hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” demiştir. Aziz
Babuşçu anlaşılan Türk olmaktan kurtulmuş olmaktan çok memnun. Ancak Aziz Babuşçu unutmamalı, Alparslan, Fatih, Kanuni, Mimar Sinan, Abdülhamit de Türk’tür.Kültür Bakanı, bu millet kendi adını kendisi koyacaktır diye açıklama yapıyor.

Bir ülkenin vatandaşlarının %85-90 arasında bir kesimi anadilini Türkçe diye beyan eder ve kendisini Türk olarak tanımlarken, “Türk Milleti” kavramının anayasadan çıkarılmasını talep etmek, siyasal bir çılgınlık ve küstahlıktır.

3)PKK İle Yapılacak Uzlaşmanın Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyetten Daha Önemli Olması A. Öcalan’ın yaşanan süreci bu şekilde tanımlaması ilk bakışta yersiz bir küstahlık gibi görünse de aslında meselenin gerçek doğasını ifade etmektedir. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet düzenlenmeleri Türk devletinin kendi içinde yaptığı düzenlemelerdir. Oysa PKK ile yapılması planlanan anlaşma Türk devletinin varlığını sona erdirirken, PKK’yı/Öcalan’ı yeni devletin kurucu unsuru haline getirmektedir.Bundan dolayı, Öcalan müzakere, mütareke ve kirli barış sürecinin sonunda ortaya çıkması hedeflenen devletin artık Türk devleti olmayacağı noktasından bakıldığında bu tespitinde haklıdır. Cengiz Çandar bu tespiti ve süreci şu şekilde izah etmektedir: “Öcalan ile görüşmeleri iyi bilen bir
üst düzey iktidar yetkilisi görüşmemizde şunu söyledi: ‘Adam Kürt hareketinin tümünün ilerisinde düşünüyor.Onun için pek çok şey teferruat. Öcalan, Hakan Fidan’la ve onun üzerinden Başbakan’dan aldığı sinyalle ‘Türkiye’nin yeniden yapılanmasına varacak bu iş’ diye stratejik bir karar almış. …Erdoğan
ile Öcalan arasında Türkiye modeli üzerinde egzersiz var.” Çandar’ın ifadesini netleştirirsek, yazar, Erdoğan ve Öcalan yeni devleti nasıl kuracaklarını tartışmaktadırlar demektedir.

4)Başkanlık sistemi ve federal bir sistemin unsurları olan senato ve halklar meclisi adlı iki parlamentonun kurulması Öcalan tarafından ortaya atılan ve üzerinde “bugün barışın …kapısını aralayan” “Demokratik Ulus İlkesi” ve “Ortak Vatan İlkesi” başlıklarının doğal sonucu federal bir devlet yapısıdır. Öcalan’ın önerdiği senato ve halklar meclisi kurumları da bir federal devletin yasama organları olarak görülmelidir.

Başbakan Erdoğan’ın Öcalan ile mütareke görüşmeleri çerçevesinde müzakereler devam ederken, 2023’de eyaletlere geçeceğiz açıklaması, Erdoğan ile Öcalan’ın Türkiye’de milli devletin tasfiyesi konusunda aynı fikirde olduğunu göstermektedir.Başbakan Erdoğan, bununla da yetinmemiş, Osmanlı dönemin de Kürdistan eyaleti olduğundan bahisle tezine tarihsel derinlik kazandırmak istemiştir.
5)Hakikatler Komisyonunun Kurulması Öcalan “Hakikatler Komisyonu” adlı komisyon ile Güneydoğu Anadolu’da PKK’ya karşı etkin mücadele eden güvenlik görevlilerinin ve devletin yanında yer alan vatandaşların politik ve psikolojik
olarak ezilmelerini, toplumsal olarak tasfiye edilmelerini sağlamak istemektedir. Çekilme süreci ile ilgili AKP ve BDP’nin kurduğu, MHP ve CHP’nin katılmadığı komisyon Hakikatler Komisyonunun ilk adımı olmuştur.
6)Öcalan ve PKK üst düzey kadrolarının serbest kalmasının güvence altına alınması Öcalan ile müzakere görüşmelerinin başlamasından sonraÖcalan’ın tek istediğinin barış olduğu ve kendisi için herhangi bir af istemediği, Kandil’deki örgüt yöneticilerinin de Avustralya’ya yerleşecekleri propagandası yapılmıştır. Ancak böyle bir propagandanın akla aykırı olduğu ortadadır. Nitekim Öcalan’ın
BDP’lilere yaptığı açıklama, hem kendisinin hem Kandil’deki şeflerin siyasete katılmalarının önünün açıldığını göstermektedir. Yeni Şafak’ta A. Selvi, Öcalan’ın affedileceğini yazmıştır. Radikal’de Cengiz Çandar aynı hususu vurgulamıştır. Nisan 2013 sonu itibarı ile işleyen süreç ise KCK’lıların serbest bırakılmasıdır. Mart-Nisan 2013’de 212 KCK’lı tahliye edilmiştir.
7)Köylere Dönüş Sürecin en zayıf maddesi budur. Köylere dönüş büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Ancak Öcalan bu süreci daha da güçlendirerek, özellikle PKK yanlısı kadroların köylere dönmesini arzu etmektedir. Çünkü PKK terörü yeniden başlar ise bu köyler PKK’nın lojistik altyapısını oluşturacaktır.
8) Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Şartına koyduğu çekinceleri kaldırması
Bu çekincelerin kaldırılmasının Öcalan-PKK-BDP üçlüsünün nihai talepleri açından bakıldığından büyük bir öneminin olduğunu söylemek zordur.
Öcalan tarafından ileri sürülen şartlar adım adım uygulanırken, süreç ile ilgili olarak PKK-KCK-BDP-Öcalan cephesindeki gelişmeleri incelemek, sürecin geleceğini okuyabilmek açısından önemlidir.

KİRLİ BARIŞA DOĞRU İLERLERKEN PKK

Kandil kadrolarının da Öcalan’ın önerdiği sürecin içeriğinden çok zamanlaması ile sorunları var.
Çünkü, PKK 1980’lerden bu yana Ortadoğu savaşlarından hep kazançlı çıkmıştır. 1980-88 İran-Irak savaşı olmasa PKK Kuzey Irak’a yerleşemezdi. 1991’de ABD, Kuveyt savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta Bağdat’ın egemenliğini kısıtlamasa, PKK 1990’lı yılların başındaki güçlenmesini yaşayamazdı. Ve 2003’de ABD
Irak’ı işgal etmese idi PKK bugünlere gelemezdi. Halen Suriye’de bir iç savaş yaşanmaktadır. Ve Suriye’nin Kuzeyinde Kamışlı ve çevresinde bir devletçik oluşturan PKK bu savaştan şimdiye değin en karlı çıkan taraftır.

Suriye’de iç savaş uzadıkça uzuyor. Esad rejimi hala düşme noktasından uzak. Esad güçlerinin kontrol ettiği alanda küçülme var ancak bu küçülmenin henüz sonuç doğurucu olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak bir tek parti rejimi isyan uzadıkça tekrar rejimi ayaklar üzerinde durdurma imkanını yitirmektedir. Bundan dolayı iç savaş uzadıkça rejimin şansı azalmakta ve isyancıların güçleri
artmaktadır. Suriye’de de beklenmedik bir gelişme olmaz ise Esad sonunda Şam’dan ayrılacak ve Lazkiye’ye yerleşecektir.

Lazkiye etrafında kurmayı hedeflediği Nusayristan’ın alt yapısı büyük ölçüde oluşmuş durumda. Suriye’nin değişik yerlerindeki Nusayriler Esad’ı desteklemeyenler de dahil, bu bölgede toplandılar. Çünkü Esad’ın Şam’dan ayrılmasından sonra kendilerine yönelik intikam eylemlerinden korkuyorlar.
Esad’ın bu bölgeyi askeri anlamda da güçlendirdiği anlaşılıyor. Esad’ın bu bölgede Nusayriler ve Hıristiyanları toplayan bir devlet oluşturması durumunda Rusya’nın Akdeniz’den desteği de sıkıntısız devam edecek Esad’ın  Şam’dan ayrılmasında sonra Suriye’de mezhep ve etnik grup çatışmalarının önü açılacaktır.

Mezhep ve etnik grup çatışmalarının yanında El Kaide ve selefi gruplarda iç savaşın diğer unsurları olacak. Müslüman Kardeşler Suriye’nin tamamında iktidarı ele geçiremeyecekler. PKK denetimindeki Suriye’nin Kuzeyinde “Kuzey Suriye” doğacak hatta doğdu bile. 16 Mart 2013’de BDP genel merkezinde gazetecilere S. Demirtaş şu açıklamayı yapmış:”Bunun ötesinde stratejik bir değişiklik dönemine girmemiz gerekiyor. Ateşkesten çok daha öte bir çağrı olabilir o nedenle. Devlete artık Kürt-Türk ilişkilerinde stratejik bir değişiklik olması gerektiği düşünüyor.

Suriye’de de facto bir devlet var. Türkiye’nin burayla, Güney Kürdistan’la ilişkisi çok önemlidir” demiştir. PKK önümüzdeki dönemde gelişmelerin PKK lehine olacağını öngörmektedir. Kuzey Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde konumunu sağlamlaştırarak müzakerelere oturan bir PKK’nın daha güçlü bir konumdan pazarlık edeceğini ve daha fazla şey elde edeceğine inanıyor.BDP’ninbir çok kadrosunun da Kandil’in bu yaklaşımına katıldığı anlaşılıyor.

İktidarında PKK’nın terörü durdurmak gibi bir niyetinin olmadığını bildiği görülmektedir. Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan “Daha önce söylediğim gibi; Kandil böyle bir zamanda çözüme ulaşılmasını peşinde koştuğu hayallere aykırı görüyor. 2014’den itibaren yaşanacak üç seçimin silahların
gölgesinde geçmesini isteyen ve Suriye’de bir oldu-bitti yapmaya çalışan PKK, makul bir zeminde sorunun aşılmasından rahatsızlık duyuyor” demektedir.[12]Aradan bir aydan fazla bir süre geçtikten sonra Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ta televizyonda PKK’nın ne zaman silah bırakacağına dair hükümet
takvimi nedir sorusuna “ Bunu bende bilmiyorum ama bildiğim bir şey var. Bu ne zaman olacak gibi madde madde sorulara cevap verecek kimse yok bu ülkede” diyerek, AKP Hükümeti’nin sürece hakim olmadığını göstermiştir.[13]
Bu noktada Yalçın Akdoğan’a şu soruların sorulması gerekiyor: Madem Kandil’in Suriye’deki gelişmeleri beklediğini ve seçimler sürecinde AKP’ye baskı yapmak istediğini öngördünüz o zaman neden bu müzakere-mütareke sürecini başlatarak PKK’nın moralini yükselttiniz, Güneydoğu Anadolu’da manevi
ağırlığının artmasına neden oldunuz? Neden Türkiye’yi sonuç almayacak bir sürecin içine soktunuz?

Neden hala propagandistler televizyonlarda her şey yolunda mesajları vermeye devam ediyorlar?
Kandil’in müzakereleri geciktirmenin kendisine yarayacağı görüşünü güçlendiren bir başka husus ise önümüzdeki üç yılda Türkiye’de gerçekleşecek yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu üç seçim AKP iktidarını PKK’nın baskılarına daha açık hale getirecektir. PKK, AKP Hükümetini askeri ifade ile “mahkum konumda” yakaladığının farkındadır ve AKP’nin müzakere talebini, PKK’nın zaferi olarak sunmaktadır.
Bundan dolayı, Öcalan bir an özgür kalma endişesi ile Kandil’i hızla hareket etmeye zorlamaktadır.
Kandil’de Murat Karayılan, Öcalan ile aynı çizgide, Öcalan’a tam bir itaat içindedir.Cemil Bayık’ın başını çektiği diğer lider kadronun ise sürecin zamanlaması konusunda itirazları vardır. Ancak, Öcalan’a açık bir
itiraz geliştiremedikleri için süreci daha çok provake edecek bir gelişmeyi düşünmektedirler. Böyle bir provokasyonun yapılıp yapılamayacağı sadece PKK içindeki Bayık muhalefetine değil, Irak-Suriye-İran ittifakının da bu muhalefete vereceği desteğe bağlıdır.
Ancak PKK “ateşkesi” bozmadan önce kendisini uluslar arası hukuk süjesi yapacak bir stratejiyi izleyecektir. Kandil, AKP Hükümetinin Öcalan ile anlaşarak önerdiği mütareke sürecini teoride kabul eder gibi görünse de pratikte sabote edecek adımlar atacaktır. Ancak bu süreci kendisini Cenevre Sözleşmesi’nin tarafı haline getirmek için kullandıktan sonra 2013 yazında çatışmaların başlaması üzerine Suriye’nin kuzeyinde Hakkari’yi de kapsayacak şekilde devletleşme sürecini başlatacaktır.

Daha birinci aşamanın ilk adımları atılırken, Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP bir zafer sarhoşluğu döneminden geçiyorlar. Türkiye Cumhuriyetine şartlarını kabul ettirdiklerini düşünüyorlar. 15 Ağustos 1984’de Eruh ve Şemdinli’de gerçekleşen terörist saldırılar ile başlayan “mücadelelerinin” büyük ölçüde zafere ulaştığını düşünüyorlar. Yaptıkları açıklamalarda zafer kazanmışların ruh halini yansıtıyor. Bütün bunlar PKK için zafer, Türkiye Cumhuriyeti için ise bir mağlubiyettir.
Nitekim, PKK yandaşları basında zafer çığlıkları atmaktadırlar. İki yazar Taraf gazetesinde 24 Ocak 2013’de şöyle yazmaktadırlar: “Evet, bu bir yenilgi. Kutlu bir yenilgi. Kof bir devletin ve içi çürümüş hamasetin burnunun sürtüldüğü yenilgi, vatandaşların, bireylerin (Siz PKK diye okuyun Ü.Ö.) zaferidir
çünkü, hayırlı olsun.”

Bu zaferi tarafların psikolojilerinden okumakta mümkündür. Abdullah Öcalan, İmralı’ya kendisini aylık olarak gelen doktorun muayenesinden çok memnun olarak, doktora “Seni sağlık bakanı yapacağım” diye takılırken, geleceğe güvenle bakan bir psikolojiye sahip olduğunu göstermektedir.[14] Öcalan daha
İmralı’dan bakan atamaya başlayacak bir ruh hali içine girmiş görünüyor.
BDP siyasetinin eş başkanı Gülten Kışanak İmralı tutanaklarının ortaya çıkmasından sonra zafer duygularını şöyle açıklıyor: “Bugün sayın Öcalan resmi olarak muhatap alınmış, görüşme ve diyalog başlamıştır. Kürdistan’da eşit ve özgür olmak istiyoruz. Özerk bir yönetim istiyoruz. Biz yaparsak doğru
yaparız. Kazanırsak büyük kazanırız. Sayın Öcalan özgür olacak.Hep beraber kazanıp özgürleşeceğiz.”[15]

Kandil’den gelen açıklamalar bir başka zeminde zafer çığlıkları içeriyor. Karayılan, “TSK’yı bitirdik, AKP savaşı kazanamayacağı için Önderlik ile görüşmeleri yapmak için yanına gitti” diyor. Duran Kalkan, “Biz değil, TSK Kürdistan’dan çekilmeli” diyor. PKK, TBMM üyelerini Kandil’de inlerinde Öcalan resmi altında kabul ediyor, görüşmeler yapıyor.
PKK zafer çığlıkları atarken, Başbakan Erdoğan ise “baldıran zehiri” içmekten bahsediyor.
Hükümetin önde gelen üyelerinden Hayati Yazıcı “hazmetmesi zor” diyor.
Bu zafer çığlıkları ve AKP Hükümetinin belirsiz tutumu hükümeti genel olarak destekleyen ancak milli nitelikleri tartışılmayacak olan çevreleri kızdırıyor. Hürriyet’te Taha Akyol, “Saçmalamayın, Türkiyeli diye bir şey yoktur, ‘Türk Milleti’ vardır” diyor. Sabah’ta Hasan Celal Güzel, “Şu kepazeliğe bakın.
Türkiye’nin Anayasa’sından “Türk” ve “Türk Milleti” kelimeleri çıkarılmak isteniyor” çıkışını yapıyor.
Star’da Yağmur Atsız, “Türk’üm demek cesaret meselesi haline gelmeye başladı” diye yakınıyor.
Öte yandan Türk insanının zihin haritasında PKK’nın terör örgütünden yasa dışı örgüte dönüştürüleceği bir süreç yaşanacaktır. İktidarı destekleyen gazeteler ve merkez gazetelerde PKK’nın terörist örgüt olmadığını vaaz etmektedirler. Öcalan’ın ise terörist başından örgüt lideri konumuna taşınma çalışmalarının basında başladığını görüyoruz. Cengiz Çandar, PKK’lı teröristlere “PKK askeri”
çete reislerine ise “komutanlar” demektedir.[16] Anadolu Ajansı, Öcalan’a artık “İmralı’daki mahkum” demektedir. Akil adamlar, Erdoğan’dan PKK’dan terörist diye bahsetmemesini istemişlerdir.
PKK ise kendisini hızla Kürtlerin meşru ve tek temsilcisi olarak Güneydoğu Anadolu’da empoze etmektedir.  Güneydoğu Anadolu’da bir çok ilde fiili yönetim PKK/KCK tarafından yapılmaktadır. Devlete elektrik parası ödenemez iken, belediyelerin topladığı paralar eksiksiz ödenmektedir. İhaleler alan
işadamları işe alacakları işçiler için PKK ve Hizbullah’a kontenjan vermek zorundadırlar. Askerler kaçakçıların karşısında geri adım atmakta ve kaçakçılara yol vermektedir.

Hakkari’de bir gümrük binasını basan PKK’lılar üç gün süre ile binaya PKK paçavrası çekmişlerdir.

Beytülşebap’da askeri binadan gösterici PKK’lıları tahrik etmemek amacı ile Türk bayrağı indirilmiştir.

Terör durdu derken, Cizre’de PKK’lılar iki polisi linç etmek için saldırıyorlar. Canlarını kurtarmak için havaya ateş eden iki polis gözaltına alınıyor. Sınırdan giren kaçakçıları durduran askeri birliklerin kaçakçıların direnmesi üzerine geri çekildiği bir ülkede buna şaşırmamak lazım.

Öte yandan bir kısım saf barış çığlıkları atarken, sözde barışın diğer tarafı olarak gördükleri BDP, TBMM’de savaş tazminatı istiyor. Sözde Ermeni soykırımı açıklaması yapıyor.

Evet, devlet intikamcı davranamaz. Cezalandırma hakkını kullanmayabilir. Bağışlamayı daha yararlı görebilir. Fakat acz gösteremez, çaresizliğe düşmez, düşürülemez. İçinden geçtiğimiz süreçte devlet acze düşmüş, çaresizlik sergilemektedir.

ÖCALAN’IN ÜÇÜNCÜ AŞAMASI: NORMALLEŞME SÜRECİ

Abdullah Öcalan’ın öngördüğü üçüncü aşama ise normalleşme aşamasıdır. Bu aşamada artık PKK silah bırakmadan yurt dışına çıkmış olacaktır. Anayasada Öcalan’ın talep ettiği değişiklikler yapılmış olacaktır. Artık Türkiye Cumhuriyeti federal bir devlet olacaktır. Başkanlık sistemine geçilecektir. Tabii devletin adının Türkiye Cumhuriyeti kalıp kalmayacağı belirsizdir. İstanbul federal devletin başkenti olurken, Ankara ve Diyarbakır, Türkiye ve Kürdistan federe devletlerin in /eyaletlerinin başkentleri haline geleceklerdir.
Mahmur Kampı’nın tasfiye edilmesiyle “suça karışmayan” (Bu garip bir ifadedir. Dünyanın bir başka ucunda iken İstanbul’da yapılan bir toplantıda 2003 yılında 2007’de üretilen bir Microsoft yazılım ile ismi bir listeye yazılan subaylar darbeye teşebbüsten 16 sene hapse mahkum edilirken, suça karışmayan PKK’lı ne demektir.)PKK mensuplarının Türkiye’ye dönmesinin önü açılacaktır. Bu aşamada Öcalan ve PKK üst düzey kadroları serbest kalacaklardır.

Erdoğan, 3 Mart 2013’de yaptığı açıklamada şöyle demektedir: “Biz bir genel affın olmayacağını, olmayacağını defa atle ifade ettik. Hele hele bir insanı öldürenin, bakın dikkat edin öldüreni af yetkisini ‘'Ben kendimde bulamam’ dedim…Devlet kendisine karşı işlenen suçlarda bu tür af yetkisini kullanabilir.
Ama maktul başkası, affeden başkası. Hayır. O af yetkisi maktülündür, onun varislerinindir.”[17]
Öcalan TCK’nın vatana ihaneti düzenleyen 125. Maddesinde mahkum olmuştur. Yani cinayetten değil, devlete karşı işlenen suçtan. PKK üst düzey kadroları da cinayet suçlanması ile yargılanamaz. En fazla tahammüt suçlaması ile yargılanabilir ki bunu da ispat etmek içine girilen süreçte zor olacaktır. 
Sonuç olarak Erdoğan’ın açıklaması üstü örtülü genel affın mekanizmasını göstermektedir.

Bu konuda Başbakan Erdoğan gibi kamuoyunun hassasiyetlerini dikkate almak zorunda olmayan ancak süreci alkışlayan Cengiz Çandar ise daha dürüst davranarak şöyle demektedir: “12 Eylül yasakları kalkınca CHP’liler SHP’ye geldi. Deniz Baykal SHP’lileri temizledi ve genel başkan oldu. PKK siyasete girdiğin de böyle olacak. Öcalan ve Kandil kadrosu BDP hareketini yönetecek. O yüzden adam ‘ Bırakın ev Hapsini filan…Hepimiz özgür olacağız’ diyor.” [18]
Öcalan’ın serbest kalacağı konusunda hiç şüpheye yer yoktur. Öcalan ile birinci ve ikinci aşamalar geçildikten sonra muhtemelen 2015’de gerçekleşecek seçimlerden sonra serbest kalacaktır. Sadece Öcalan değil, Kandil’deki bütün lider kadroda serbest kalacaktır.



..