KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2016 Çarşamba

PYD NEDİR ? BÖLÜM 5




PYD  NEDİR ?  BÖLÜM 5




PYD’NİN ONUNCU ADIMI

2 Ocak 1938’de, asker kaçaklarını aramakla görevli bir jandarma birliğini Kalan mıntıkası Marsunuşağı köyünde pusuya düşürmeleri, olayın akabinde Mercan karakolunu baskın düzenleyip iki askeri şehit etmeleri, 1938 Tunceli harekatının başlatılmasına yol açtı.

Harekat 31 Ağustos 1938’de başlatıldı, 16 Eylül’de son buldu .
Bu isyan da bastırılmıştı.

Sinan Meydan, Tunceli isyanının Büyük Suikast’ın bir parçası olduğunu şöyle açıklıyor;


“Jandarma Genel Komutanlığı da ‘Dersim’ adlı raporunda bazı Dersim aşiretlerinin Ağrı İsyanı’nı desteklediğini doğrulamıştır. Rapora göre, ayaklanan Pülümür aşiretleri Batı Dersim aşiretlerini isyana katamamıştır. Rapordaki şu cümle dikkat çekicidir;


‘Zeylan tedibatı sırasında bulunan bir Hoybun tamiminde Dersim’in altıncı bir Hoybun mıntıkası olarak gösterilmesi bu mütalaaya kuvvet vermektedir’.

Vali Ali Kemali tarafından, 9 Ekim 1931 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na gönderilen bir raporda ‘Biri Fransız diğeri Arap olmak üzere iki kişinin Seyit Rıza’nın yanına geldikleri ve Seyit Rıza’nın kardeşi Seyit Ağa ile Mazgirt, Palu ve Kigi kazasını dolaştıkları’ bildirilmiştir.


Aynı dönemde Seyit Rıza’nın Kürt-Ermeni ortak örgütlenmesi olan Hoybun Cemiyeti’yle de ilişkide olduğu anlaşılmaktadır.

18 Aralık 1930 tarihli yazıda İçişleri Bakanlığı ‘Ermeni Taşnak müfettişlerinden Uzanyan, hariçte bulunan ajanımıza Ermenilerin Dersim’e el attıklarını kapalı cümlelerle ihdas etmiştir’ demiştir.

12 Aralık 1934 tarihli İçişleri Bakanlığı raporunda ise, biri Ermeni diğeri Kürt Bogos ve Mehmet adlı iki Hoybuncu’nun Dersim’e gelerek Seyit Rıza ile görüştükleri, ondan çok yardım gördükleri hatta Seyit Rıza’nın Hoybun’a üye olduğu ve Hoybun’a ayda 50 lira vermeyi kabul ettiği bildirilmiştir. Rapora göre Hoybuncular bu faaliyetlerinden sonra Halep’e dönmüşlerdir. Görüldüğü gibi 1937 Dersim İsyanı’ndan önce Fransa-Taşnak-Hoybun ekseni ile Seyit Rıza arasında çok dikkate değer ilişkiler vardır.


Hoybun Cemiyeti, Ağrı İsyanı’nın bastırılmasından sonra gücünü büyük oranda kaybetmesine rağmen Türkiye karşıtı faaliyetlerine devam etmiştir. Özellikle Fransa, Hatay sorunundan dolayı Hoybun Cemiyeti’nin faaliyetlerini desteklemeye devam etmiş ve 1930’ların sonlarında cemiyetin çalışmaları Suriye’de yoğunlaşmıştır.

Siyasi Kürtçülüğe zemin hazırlamak amacıyla Şam’da 1932 yılında Hawar dergisi çıkarılmaya başlanmıştır. Celadet Ali Bedirhan ve Kamuran Bedirhan tarafından Hoybun Cemiyeti’nin yayın organı olarak 15 günde bir Kürtçe ve Fransızca olarak yayınlanan bu dergi, 1943 yılına kadar çıkarılmıştır.

1936 yılı başlarından itibaren Hoybun lideri Celadet Ali Bedirhan İskenderun, Halep ve Beyrut’taki Taşnak önderleriyle görüşmeler yaparak Cezire üzerinden Türkiye’ye karşı bir hareket yapmayı planlamıştır.

Ayrıca Taşnak-Hoybun işbirliğine Türkiye’ye karşı düşmanca duygular besleyen Şam’daki ‘Çerkez Cemiyeti’ de dahil edilmiştir. Bu konuda Celadet Ali ile Çerkez Cemiyeti Başkanı Abdullah Bey arasında bir ittifak yapılarak Türkiye’ye karşı bu üç cemiyetin birlikte hareket etmesi kararlaştırılmıştır.

Bu ittifakın yapılmasında sonra Türkiye’ye karşı 1937 yılı başlarında veya ilkbaharda harekete geçilmesi uygun bulunmuş ve Türkiye içindeki bazı aşiretlere isyana hazırlık yapmaları için talimat verilmiştir.

Nitekim 1936 yılı sonlarında Türkiye’nin güney sınırında bir takım çete saldırıları görülmeye başlamış, 1937 başlarından itibaren bu saldırılar daha da artmıştır. Bu sırada Fransa, İngiltere’nin Musul sorununu çözmek için kullandığı modeli kullanarak Türkiye’ye yönelik ‘bölücü’ hareketleri kışkırtma yoluna gitmiştir. Türkiye açısından Hatay’ın ön plana çıktığı 1937 yılında Fransa, gizli yollarla Dersim İsyanı’nı teşvik etmiştir. Bunun üzerine Türkiye, 8 Temmuz 1937 tarihinde Afganistan, Irak ve İran ile Sadabat Paktı’nı kurarak bölgeden yönelebilecek bölücü hareketleri önleme yoluna girmiştir.

Ancak Türkiye’nin çabalarına rağmen 1937 yılında Dersim İsyanı’nın çıkması önlenememiştir. 1920-1921 yılında Koçgiri isyanında Türkiye’yi bölüp, özerk veya bağımsız Kürdistan kurmaya çalışan Baytar Nuri(Dersimi), Alişer Bey, ve Seyit Rıza, 1926,1927 ve 1930 tarihli Ağrı isyanlarında da sahne almıştır. Tesadüfe bakın ki aynı isimler 1937-38 yıllarında ki Dersim İsyanı’nda da sahne alacaklardır.


Görüldüğü gibi Dersim İsyanı, asla sadece Dersim İsyanı değildir!
Dersim İsyanı, 1920-1936 arasındaki ‘emperyalist’ destekli Kürtçü isyanların, bu süredeki yeni isyan hazırlıklarının, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kurulan ‘kirli ittifakların’ nihai sonucudur.

Özetlemek gerekirse;


1924’teki Nasturi isyanını İngiltere desteklemiştir.
1925’teki Şeyh Sait İsyanı’nı İngiltere desteklemiştir.
1925’teki Şeyh Sait İsyanı sonrasında yurt dışına kaçan isyancıların bazıları 1927 yılında Ermenilerle birlikte Türkiye Cumhuriyeti karşıtı Hoybun Cemiyeti’ni kurmuştur. 


Hoybun Cemiyeti’ni İngiltere, Fransa ve ABD desteklemiştir.
1927 ve 1930’daki Ağrı isyanı Hoybun Cemiyeti’nce desteklenmiştir.
1937’de Kürtçü Hoybun Cemiyeti, ayrılıkçı Ermenilerle, Çerkezlerle Türkiye’ye karşı bir ittifak yapıp İskenderun, Halep ve Beyrut’ta isyan hazırlıklarına başlamıştır.
Sonuç olarak 1937-38’deki Dersim İsyanı’nın alt yapısı 1920-1936 arasında hazırlanmıştır .

Bu noktada şu sonucu görebiliriz; kurtuluş savaşı, cumhuriyetin kuruluşu ve devamında, Bedirhanlar, Seyit Abdulkadir ve Barzaniler tarafından, İngiltere ve Rusya’nın dış desteği, Ermeni, Rum ve diğer etnik unsurların iç desteğiyle tertiplenmiş ve çıkarılmış olan bu isyanlar günümüzde Türk Milleti ve Devleti’nin karşı karşıya bulunduğu suikastın tarihimize yazılmış kirli yüzleridir…


PYD’NİN ONUNCU ADIMIDA BU OLMUŞTU: TUNCELİ İSYANI

YIL 1938…






PYD’NİN ONBİRİNCİ ADIMI

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyet Devlet Başkanı Stalin Sovyet yanlılarına haber göndermiş, İran’da, Azeri ve Kürt bölgelerinde yeni partiler kurulmasını istemişti. Bunlar demokrat partiler olacaktı, önceden yine aynı çizgide kurulmuş olan Tudeh ve Je-Kaf gibi partiler de kapatılacaktı. 
Stalin’in dediği gibi yapılmış, İran, Azerbaycan, ardından Irak ve Suriye’de peş peşe Sovyet yanlısı demokrat partiler açılmıştı…

25 Ağustos 1945’te, İran Kürdistan Demokrat Partisi(İKDP) kuruldu. 
İKDP’nin kurulmasından sonra, Hevi’nin Eylül 1942’de kurduğu ve halk arasında ‘Je-Kaf’ diye anılan ‘Komeley Jiyanewey Kürdistan(Komela)’ gizli örgütü dağıtıldı, üyelerinin büyük çoğunluğu KDP’ye geçti. 

Demokrat parti kurma sırası şimdi Irak’a gelmişti…
16 Ağustos 1946’da, Irak Kürdistan Demokrat Partisi( IKDP)’ni kurdular. 
Henüz İran’a geçmemiş Molla Mustafa’yı ‘başkan’ seçtiler. 
H. Abdullah parti genel sekreteri olurken, Şeyh Latif ile Şeyh Ziyad genel başkan yardımcılığına getirildiler. Şeyh Latif, Şeyh Mahmud Berzenci’nin oğluydu.
Parti bir de yayın organı çıkarmayı kararlaştırdı; ‘Rızgari’. 

1907 Barzani isyanı ile 1946 KDP Başkanı Barzani yan yana getirildiğinde, bu Barzanilerin siyasi Kürt hareketinin sahadaki silahlı ayağı olarak ta kırk yıl öncesinde seçilmiş oldukları artık görülebiliyor. 

1912’de, Bedirhan, Baban ve Abdulkadir’le yola çıkan İstanbul’un Hevi’si, önce 1927’de ‘Hoybun’, ardından 1939’da ‘Yeni Hevi’ ve en nihayetinde, 1946’da, Rus modelinde Barzani’nin ‘KDP’si olmuştu.

İran’da demokrat partileri kurmakla meşgul olan Sovyet Yönetimi aynı süreçte bakışlarını Türkiye’ye çevirmiş ve tehdit etmeye başlamıştı. 
19 Mart 1945’de, 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini bildiriyordu. 
Öte yanda ABD Başkanı Truman, 5 Nisan 1945’de, Orta Doğu’daki devletlerin güvenlik ve barışlarının sağlanması gerektiğini söylüyor, bölgede artık ABD’nin de varlık göstereceğini işaret ediyordu. 


Sovyet Rusya bir adım daha ileri gidiyor, 7 Haziran 1945’de, yeni bir işbirliği ve savunma anlaşmasının imzalanabilmesi için Kars ve Ardahan’ın geri verilmesini, Boğazlarda da Sovyet üslerinin açılmasını istemeye başlıyordu. 
Sovyet Devlet Başkanı Stalin, 1918’in yarım kalmış hesabını görmek istiyordu.
Mesele buydu…


İlk büyük harpte olduğu gibi oyun dışı kalmak istemeyen Stalin, karşı atağa geçerek İran’daki Kürt kartını masaya açtı…

Kasım 1945’de, Mahabad’a Rus ailahları gönderildi, 1.200 parçadan oluşan makineli tüfek ve tabancalar peşmergelere Mahabad’ta teslim edildi. 15- 60 yaş arasındaki Barzanilere Bruno marka tüfek ve makineli tüfek dağıtıldı. 1.500 kişilik bir kuvvet oluşturuldu ve üç birlik halinde gruplandırıldı. Ardından kurulması düşünülen Kürt devletinin savunulması için, Rus askeri danışmanları tarafından modern askeri bir eğitim verilmeye başlandı. 
700 kişilik ayrı bir ihtiyat kuvveti ayrılarak savunma için Sakız bölgesine gönderildi. 
Başkomutan Molla Mustafa Barzani idi, kendisine general rütbesi verilmişti.
Genç subaylar onun eliyle yeni rütbeler takıyordu, biri de Seyit Abdulkadir’in yeğeni binbaşı Seyyid Ahmed idi.
Tarihte ilk kez bir Kürt devleti kurulacaktı, ordusu ise şimdiden hazırdı…

22 Ocak 1946’da, Ruslar Mahabad’da geniş bir katılımlı bir toplantı düzenlediler. Aşiret liderleri, Molla Mustafa, KDP yöneticleri ve gözlemci Rus subayları bu toplantıda hazırdı.
Burada Mahabad Kürt Cumhuriyeti ilan edildi ve Kürt ulusal bayrağı göndere çekildi. 
Kadı Muhammed ilk Cumhurbaşkanı seçildi . 
Rusya, bu kez Kürt kartını oyuna sürmüştü.
Konu açıktı; Boğazlar üzerinde söz sahibi olamayan ve 1917 Ekim ihtilaliyle Ortadoğu’dan çekilmiş olan Sovyet Rusya, İran üzerinden hem Basra Körfezi’ne hem de Ortadoğu’ya inmeyi planlıyordu…

Nihayetinde İran’daki Sovyet işgali sona erince, Şah Rıza Pehlevi’nin ordularını Mahabad’a karşı harekete geçirmemesi için artık bir neden kalmamıştı. 

13 Aralık’ta, İran ordusundan General Humayuni ile Kadı Muhammed arasında görüşmeler başlatıldı. Molla Mustafa İran ordusuyla çatışırken, Kadı Muhammed ise Mahabad’ın kansız bir şekilde teslimi konusunda İran’la anlaşıyordu. Bu haberi alan Molla Mustafa Kadı Muhammed’e gitmiş, önce selam vermiş, sonra tepkisini açığa vurmuştu ama yapacak bir şey kalmamıştı.

Kadı Muhahammed Barzani’ye ‘Allah üzerine yemin’ ettirdi, Kürdistan’ın kurtuluşu için mücadeleye devam etmesi için sözünü aldı ve ‘Alın bunu size emanet ediyorum’ diyerek bazı madalyaları ile Mahabad’ın bayrağını Barzani’ye teslim etti; siyasi Kürt hareketi henüz bitmemişti.
Ardından Kadı Muhammed Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni İran ordusu generali Humayuni’ye terk etti.
17 Aralık 1946’da, Mahabad Kürt Cumhuriyeti de yıkıldı .
31 Mart 1947’de, Kadı Muhammed, Sadr ve Seyfi Kadı, Çıwarçıra meydanında idam edilecektir.

Sovyet Yönetimince 22 Ocak 1946’da kurulan bu Kürt devletinin varlığı bir yıl bile sürmemiş, aynı Sovyet eliyle bu yapay devlet yıkılmıştı. 
Bununla birlikte Ruslar, bu bölgede her zaman bir Kürt devletinin kurulabileceğini de göstermişti. Osmanlı’da 1806 Baban beyleriyle başlayan isyanlar bile bir devlete ulaşamazken, Rusların tertibiyle böylesi bir devletin resmi çizilmişti. Bu resim İngilizlerin Şeyh Mahmud Berzenci ile çektirdiği ‘Kürdistan Hükümdarlığı’ resmine benziyordu. 

Rusların elinde artık Ortadoğu’da hem İran hem de İngiliz-ABD’ye karşı kullanabileceği bir Kürt kartı da vardı. 
Yeni oyunun başlaması için pek fazla beklenmeyecek, Sovyet Yönetimi Ortadoğu’daki satrancı kendi kurduğu ‘KDP’ taşlarıyla oynamaya devam edecektir…

PYD’NİN ONBİRİNCİ AYAĞI İŞTE BUYDU: MAHABAD

YIL 1947…




VE PYD’NİN SON AYAKLARI…


Mahabad’dan sonra bugünkü YPG/PYD Irak’ta KDP oldu ve Barzani adıyla hala yaşıyor…

Bugünkü PYD, İran’da İKDP oldu ve PJAK adıyla hala yaşıyor…

Bugünkü PYD, Ermenistan’da ASALA oldu, Anadolu’da Ermeni ayakları tutmayınca Türkiye’de PKK oldu, HDP oldu ve hala yaşıyorlar…

Ve bugünkü YPG/PYD, Suriye’de işte böyle PYD oldu ve hala yaşıyor…

Peki, bunlar ne istiyor; Anadolu ile Asya arasında bir devlet kondurup Türkiye’nin Asya ile olan bağını kesebilmek!

İşte BOP dedikleri de budur, Putin dedikleri de budur; Anadolu’daki Türk Milleti’nin Asya’daki Türk dünyası ile bağını kesip yalnızlaştırmak!

 Yeni anayasa ve başkanlık tartışmalarına da bu gözle bakıldığında, PYD’nin ardındaki gerçek apaçık görülüyor…


...

PYD NEDİR ? BÖLÜM 4





PYD  NEDİR ?  BÖLÜM 4





Türkiye'de YPG/PYD Hakkında Söylenmeyenler...YPG/ PYD NEDİR?




PYD’NİN ALTINCI ADIMI

Yine 1920’de, San Remo Konferansı’nda konu üzerinde görüşmeler başlatıldı ve bölgedeki Hıristiyan ve Kürt unsurlar yeniden ele alındı.
Lord Curzon, İngiltere’nin görüşlerini şöyle açıklıyordu;
‘Bağımsız bir Kürdistan kurulduğunda Hıristiyan nüfus da göz önüne alınmalı, bu insanların sayıları 100.000 civarındadır. Yeniden eski yerlerine yerleştirilmeli. Türkler tarafından yerlerinden edilen bu insanlar şu anda Baquba’da İngiliz denetimindedir. Yeniden yerleştirilmeleri imzalanacak antlaşmada(Sevr’i kastediyor) da yer almalıdır. Türk-İran sınırında yeni bir düzenleme yapılabilir. Bu insanların kötü kaderleri Ermenilere benziyor. Bunlar adına sorumluluk almaktan çekinmemeli… Keldanilerin ve Asurilerin korunmaları güvencededir’.

Lord Curzon’un bu görüşleri, önceden bilinen İngiliz siyasetinin bir sonucuydu; Doğu Anadolu’da bir Ermeni-Kürt devleti, Kürt devleti iki parçalı ve parçalar arasında ayrı bir Nesturi devleti…

1918-1923 arası geçen yıllarda, Cumhuriyet’in kurulmasıyla Hakkari bölgesi Türk sınırları içinde kaldığından, İngiliz/Nesturiler sayılan emellerini gerçekleştiremediler.
1923 yılı itibariyle Musul bölgesindeki İngiliz karşıtı direnişler kırılmıştı ancak Kürtlerin büyük tepkisi üzerine, bölgede bir Nesturi devleti yine kurulamamıştı.
Musul Sorunu Lozan’da çözülememişti ve Mustafa Kemal’in tüm dikkatleri Musul üzerindeydi, İngilizler de bunun farkındaydı.
Bu son durumda İngilizlerin yeni bir strateji geliştirmekten başka çaresi kalmamıştı…

İsyanın hemen öncesinde Musul…
Musul için ilk görüşmeler, 19 Mayıs 1924 günü İstanbul’da başladı. Haliç konferansı olarak adlandırılan bu görüşmelerde, Türk heyetine Meclis Başkanı Fethi Bey, İngiliz heyetine ise Sir Percy Cox başkanlık ediyordu. İlk toplantıda Fethi Bey, Musul’un Türkiye’ye bırakılmasını talep etti. Buna İngilizler karşı çıktı, bir karar alınamadı.

21 Mayıs’ta, ikinci toplantı yapıldı. Bu kez, Sir Cox, Musul dahil olmak üzere Dicle’nin her iki sahilinin İngilizlere verilmesi istedi, yine karar alınamadı.
24 Mayıs’ta, yeniden bir araya gelindi ve Sir Cox, ilk talebine ilave olarak, bu kez Hakkari vilayetine bağlı Beytüşşebap, Çölemerik ve Revanduz kasabalarını da istedi.
3 Haziran’da yapılan son görüşmede ise, bu taleplerin karşılanmaması halinde meselenin Cemiyete Akvam’a götürüleceğini bildirildi .
Haliç Toplantıları böylece son bulmuştu yani sonuçsuz…

Musul meselesi böylesi bir siyasi seyri izlerken, 7 Ağustos 1924’te, Hakkari bölgesindeki Nesturiler İngiliz planında olduğu gibi isyanı başlattılar…
İsyan, 7 Ağustos 1924 günü, Hakkari Valisi ve beraberindeki heyetin Hangediği mevkiinde pusuya düşürülmesi ile kendini gösterdi. Çıkan çatışmada Jandarma Komutanı Binbaşı Hüseyin ile üç jandarma eri şehit düştü, beş er ise yaralandı.
İsyan bölgeye yayılıyordu…

14 Ağustos 1920’de Bakanlar Kurulu toplanmış, isyana müdahale için Genelkurmay Başkanlığı görevlendirilmiş ve Türk Ordusu kapsamlı bir harekatı planlamaya alınmıştı.
Eylül ayında askeri harekat başlatıldı… Harekat esnasında, sonradan Hoybun-Taşnaksutyun örgütüne katılacak ve1930 Ağrı isyanını yönetecek olan Yüzbaşı İhsan Nuri firar etmiş ve beraberinde, Teğmen Rasim ve Teğmen Tevfik ile birlikte 275 eri de sürüklemiş, ayrıca 10 otomatik tüfek, 380 tüfek ve 800 kilo buğdayı gasp etmişti.

19 Eylül günü, Nesturi isyanına destek veren İngilizler, üç İngiliz uçağı ile Bisbin’den Şiranis’e gitmekte olan 62’nci Piyade Alayı’nın 2’nci taburunu havadan bombalamaya başladılar; 8’nci Bölük Komutanı Üsteğmen Sadullah ile altı er şehit düştü, 15’i ağır olmak üzere 25 er yaralandı.
28 Eylül’de kontrol altına alınan bu isyan, 19 Ekim 1924’te tamamen bastırıldı ve askeri harekat sona erdi.
Hakkari’de bir Asur Devleti kurulmasına ilişkin İngiliz planı tutmamıştı.

Musul meselesine gelince…
Konu, Macar, Belçikalı ve İsveçli temsilcilerden oluşan üçlü komisyonun önüne bırakılmıştı.
30 Eylül 1924, komisyon kuruldu.
13 Kasım 1924’te, göreve başladı ve ilk toplantısı Londra’da yapıldı.
16 Ocak 1925’te, Bağdat ve Musul’da toplanan komisyon raporunu açıkladı;
“1928 yılında bitecek olan İngiliz manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması ve Kürtlere özerklik verilmesi…”
Bu bir komisyon raporuydu, nihai kararı 16 Aralık 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisi verecektir.

Şimdi hepsi alt alta sıralandığında Nesturi oyunu öylesi açıktır ki, sahnenin perde arkasındaki İngilizleri ve elbette Musul’u görmemek mümkün değil. Bundan fazla söylenecek her söz boşadır.

Öte yanda bugünkü PKK terör örgütünün siyasi hedefindeki ülke topraklarımız ile Nesturi-Keldani-Süryanilerin kurmayı düşledikleri yeni bir Asur devletinin toprakları birbiriyle örtüşüyordu…



İŞTE BU DA PYD’NİN ALTINCI ADIMI OLDU: HAKKARİ’DE NESTURİLER…

YIL 1924…




PYD’NİN YEDİNCİ ADIMI

Mayıs 1923’te, Erzurum’da, Azadi(İstiklal) ya da Kürt Azadi Cemiyeti adıyla gizli bir örgüt kurulmuştu...
Örgüt beş kişilik hücrelerden oluşuyordu. Seyit Abdulkadir(Şeyh Ubeydullah’ın oğlu), Kemal Fevzi, Kadri Cemil Paşa(Baban), Kasım Cemil Paşa(Baban), Dr. Fuat, Hacı Ahti diye bilinen Avukat Mehmet, bucak müdürlerinden Tayyip, Bitlis Milletvekili ve Kastamonu İstiklal Mahkemesi üyesi Yusuf Ziya, Hasenan aşiret reisi Halit Hüsnü Bey de bu örgütün üyeleriydi. Nesturi ayaklanması sırasında 275 erle birlikte firar eden İhsan Nuri de bu gizli örgütünün bir üyesi idi. Aynı yılın baharında Yusuf Ziya, Cibranlı Halit Bey’in konuğu oldu.
1920’de düşünce bazında ele alınmış olan konular artık örgütlü olarak yönetilecekti...

Hamidiye alay komutanlarından Mutki Aşireti Reisi Muşlu Hacı Musa örgütün ilk başkanıydı. Örgütün ilk kongresi 1924 yılında Erzurum’da yapıldı. Kongrede şu kararlar alındı;
‘En geç Mayıs 1925 tarihine kadar bir ayaklanma başlatılacak; Gerekli dış destek İngiliz, Fransız ve Ruslardan sağlanacak.’
Kürt İstiklal Cemiyeti, yapılan bu toplantılardan sonra silahlı savaşa karar verdi…
Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, önemli bir görevle Hınıs’a gönderildi. Yusuf Ziya, Erzurum’un Hınıs ilçesine gidip Şeyh Said ile görüşecekti. Şeyh Said çevrede tanınan ve çok sevilen bir Nakşibendi şeyhiydi. Yusuf Ziya ile Şeyh Said görüştüler ve anlaştılar.
İsyan tarihi belli idi; 21 Mart 1925, Nevruz günü...

İsyan hazırlığının haber alınması üzerine Cibranlı Halit Bey, 20 Aralık’ta, Erzurum’daki konağında gözaltına alındı. Erciş-Van üzerinden Bitlis’e gönderildi. İki gün sonra da Şeyh Sait, Erzurum Valiliği’nin emri üzerine Hınıs Adliyesi’ne getirilerek ifadesi alındı. Şeyh Sait; ‘Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya ile işbirliği yapmadım. Yusuf Ziya’ya ödünç para vermedim, bana kırgındır, iftira atıyor.’demiş ve Hınıs Kaymakamı Maksun Bey tarafından serbest bırakılmıştı.
Şeyh Sait evine dönerken, Bitlis Cezaevi’nde kalan Cibranlı Halit’in şu mesajını aldı;
’Ayaklanmanın başına geçiniz’ .


Seyit Abdulkadir, Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza ile yaptığı görüşmede, ayaklanmaya dinsel bir görüntü verilmesinde ısrar ediyordu. İsyanı bütün gücüyle destekleyeceğini söyledi. Mustafa Kemal aleyhine yazılmış bildirileri de gönderdi. Bir tanesi şöyle yazılmış;
‘...Sağda-solda kanlı çarpışmalar devam ediyor, hükümet sizden saklıyor. Hiç beklemeyin, birbirinizle haberleşerek civarınızdaki askerleri teslim alın. Arslan gibi harbeden Kürt kardeşlerinizin imdadına yetişin. Lazistan, aylardan beri kan ve ateş içindedir. Dindar Türk neferleri din kardeşlerine kurşun atmıyor, teslim oluyorlar. Dinine bağlı Türk ahalisi, fikren ve kalben sizinle beraberdir... Zaptedeceğiniz Türk topları, Türk tüfenkleri, Türk mühimmatı, size kafidir. Rehberiniz Muhammed, yardımcınız Allah'tır’.

1925 yılı Ocak ayında, isyana hazırlık için dağıtılan bir başka bildiri ise şöyle kaleme alınmış;
“Kurulduğu günden beri İslam dininin temellerini yıkmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ile arkadaşlarının, Kuran’ın ahkamına aykırı hareket ederek Allah ve Peygamber’i inkar ettikleri ve İslam halifesini sürdükleri için, gayrimeşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamların üzerine farz olduğu …”

1925 yılı Ağustos’unda Şeyh Sait, Cibranlı Halit ve Mutki Aşiret Reisi Musa Bey, Erzurum’da görüştüler. Kürt İstiklal Cemiyeti(Azadi)’nin başkanlığına Şeyh Sait’i seçtiler.

İsyanı fiilen başlatan olay ise sıradan bir olay gibiydi; altı asker kaçağını yakalamak için görevlendirilen jandarma birliği komutanları Teğmen Mustafa ve Teğmen Hasan Hüsnü, 13 Şubat 1925 günü Şeyh Abdurrahim’in köyünü sarmıştı. Evin sarıldığını gören Şeyh Sait ve Şeyh Abdurrrahim, subay ve askerlerin üzerine ateş açmış, subaylar esir alınmış, ok yaydan çıkmıştı…

Şeyh Sait, yanındaki 350 atlı ile 13 Şubat günü öğleden sonra, Genç ili merkezi Darahini’ye doğru yola koyuldu. Gece Genç ilinde cezaevine ve jandarmalara ateş açıldı.
16 Şubat’ta, Darahini ele geçirildi, peşinden Genç ili. Şeyh Sait, Ziraat bankası ve Mal Sandığı’na girmiş, kasadaki paralara el koymuştu. Darahini Kürdistan’ın geçici başkenti olacaktı. Lice’den sonra, Diyarbakır’a geldiler.
14 Şubat’ta, ilk yazılı emrini veren Şeyh Sait, Modan aşireti reisi Faki Hasan’ı Kaymakam olarak atmış, emrin altında şöyle bir imza atmıştı;
‘Emir El Mücahidin Muhammed Said Nakşibendî’.
Ayaklanma genişliyor, tüm çevreyi sarıyordu...

Fethi Bey hükümeti, doğu illerinde sıkıyönetim ilan etmek durumunda kalmıştı.
Aynı günlerde Şeyh Sait ayaklanmasına karşı çıkan aşiretler, cumhuriyet hükümetini destekleyen telgrafları peş peşe gönderiyordu;
“Din ve vatan düşmanlarımızın kandırdığı bu fesatçıların milletimiz aleyhine yaptıkları bu uğursuz harekatı bütün ilçe halkı adına suçluyor ve milletimizle Cumhuriyet hükümetimizin, sevgili yurdumuzun düşmanlarına karşı yapılacak her türlü bastırma harekâtına bir bütün olarak mal ve canımızla katılmaya hazır olduğumuzu bildiririz…”

Yine aynı günlerde, Fransa’nın Bağdat’taki Yüksek Komiserliği’nden Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir raporda, Musul ile bu isyan arasında şöyle bir bağ kuruluyordu;
‘Haritaya baktığımızda Harput, Diyarbakır, Muş ve Bitlis’in oluşturduğu dörtgenin Musul’un kuzeybatısında ve Şubat ayında kesin çözüme bağlanması gereken Musul da, Irak’ın kuzey sınırı Zaho ve Ahmediye’nin batısındadır. Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyona, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecektir.’

Bundan sonrası Diyarbakır ve çevresinde gelişti…
Osman Paşa komutasındaki hükümet kuvvetleri ile Hormek, Lolan ve Hayderan aşiretleri, Şeyh Abdullah ve Cibranlı Binbaşı Kasım komutasındaki ayaklanmacılar, Leylek Dağı çevresinde kuşatıldı. Piran ve Maden hükümet kuvvetlerinin eline geçti. 1 Nisan’da, Hani alındı, ardından Palu, Gönük ve Çapakçur.

İsyancılarda bozgun başlamıştı; Şeyh Sait cephesinde ilk gedik, Genç ili Jandarma Komutanı Üsteğmen Mihri ile açıldı. Teslim oldu ve Şeyh Sait hakkında bilgi verdi.
Kürt İstiklal Cemiyeti kurucuları Kürt Miralayı Cibranlı Halit Bey, Bitlis eski Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kardeşi teğmen Ali Rıza, Yusuf Ziya’nın damadı Faik bey ile Molla Abdurrahman Bitlis’te kurşuna dizildi.

Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyit Abdulkadir yakalandı.
Şeyh Sait’in bacanağı Cibranlı Kasım Bey, Şeyh Sait’i hükümet kuvvetlerine teslim etti.
14 Mayıs 1925’te, isyancıların yargılamaları Şark İstiklal Mahkemesi’nde başladı.
Suçlular idama mahkûm edildi; Seyit Abdukadir ve Şeyh Said dahil, tüm kararların infazı yapıldı.
13 Şubat’ta başlayıp 15 Nisan 1925 tarihine kadar devam eden Şeyh Sait ayaklanması bastırılmıştı…

Öte yanda, 16 Ocak 1925’te, üçlü komisyon toplanmış ve ‘1928 yılında bitecek olan İngiliz manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması ve Kürtlere özerklik verilmesi’ şeklindeki tavsiye kararını açıklamıştı. Bu bir komisyon raporuydu ve nihai karar daha sonra verilecekti.
Şubat 1925’te Şeyh Sait isyanı işte böylesi bir süreçte başlatılmış, 15 Nisan’da da bastırılmıştı. Aynı dönemde Sason ayaklanması da patlak vermişti.

Bu ayaklanmalarla Birleşmiş Milletler Cemiyeti Komisyonu etki altına alındı ve sonuçta, 16 Aralık 1925’te nihai bir kararla Musul, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakıldı.

Geldiğimiz bu noktada, Seyit Abdulkadir ve Bedirhanların siyasi Kürtçü hedeflerine bağlı olarak, Musul meselesinin Türkler lehine çözülmesini engellemek için çıkartılmış olduğunu söyleyebiliriz.
Sadece bu tarihsel sürecin siyasi sonuçlarıyla yola çıkılsa dahi Şeyh Said isyanının bir İngiliz tertibi olduğu yine ortaya çıkıyor.

İsyan bastırılmıştı ama bu iş burada bitmeyecekti…

İŞTE PYD’NİN YEDİNCİ ADIMI DA BU OLDU: ŞEYH SAİD İSYANI…
YIL 1925…






PYD’NİN SEKİZİNCİ ADIMI

Şeyh Said isyanından kaçanlar, 5 Ekim 1927’de, Lübnan’ın Bihamdun kentinde ‘Hoybun’ adıyla gizli bir örgüt kurdular.
Kurucular hep tanıdık simalardı; Kamuran, Celadet Ali ve Süreyya Bedirhan.
Ancak bu örgütün diğerlerinden önemli bir farkı vardı, o da ilk kez ve resmen Ermeni Taşnaksutyun Partisiyle siyasi Kürtçülerin bir araya gelmiş, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir ittifak kurmuşlardı…

Cumhuriyet’ten kaçan siyasi Kürtçüler, İngilizlerin Revanduz Kaymakamı olarak atadığı Seyit Taha aracılığıyla Irak’taki Siyasi Komiser Yardımcısı ve İngiliz Gizli Servisi ajanı olan C.J.Edmods’la bağlantıya geçtiler. Edmonds ile yapılan görüşmeden sonra, bir başka İngiliz ajanı Modfold(Motfoltre) eşliğinde Revanduz’a geldiler.
İlk toplantı, Şubat 1927’de, Seyit Taha’nın Revanduz’daki evinde yapıldı.
Bu toplantıya şu isimler katıldı; İngiliz Ajanı Yüzbaşı Modfold, Seyit Taha, kardeşi Seyit Musluhittin, Balik Aşireti Reisi Mahmet Ağa, Munkuri Aşireti Reisi Suvar Ağa namına katibi, Şeyh Said’in adamlarından Hınıslı Mehmet Emin(diğer ismi Broski).
Alınan karar şuydu;
‘İngilizler daima mazlum milletlerin hamisi olmuşlardır. Kürtlere de yardım edeceklerdir. İcabında klendilerine silah ve cephane verecekleri gibi, Nesturilere de Kürt elbisesi giydirerek yardım edeceklerdir. Fakat her şeyden evvel muvaffak olmak için de birleşerek bir cemiyet vucüda getirmek lazımdır; Şemdinan(Şemdinli) tarafına büyük taarruz ve Van işgal edildiği takdirde İngiliz yardımı her sahada kendini gösterecektir’ .

Mart 1927’de, yine Seyit Taha’nın evinde ikinci bir toplantı daha yapıldı.
Amaç, ilk toplantı alınan kararları ve İngilizlerin taleplerini müzakere etmek idi.
Toplantıya bu kez İhsan Nuri ve Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza da katılmıştı.
Türkiye’ye karşı yapılacak harekatın detayları şöyle tespit edildi; ‘Irak’tan Şemdinli bölgesine, İran’dan Celali bölgesine ve Suriye’den Urfa bölgesine taarruz etmek; Aynı zamanda Ağrı dağında bulunan Celali Aşireti Reisi Halit Bey ile Maku civarında Haydaran Aşiretinden Yusuf Abdal, Haco, Remanlı Emin Bey, Şırnaklı Ali Han ve Şahinzade Hırço Mustafa’ya haber ulaştırıp harekata katılmaya davet etmek.’
Sayılan kişilere davetiyeler gönderildi.
Daha bir cevap alınmadan, Seyit Taha ve adamları Şemdinli’ye bir saldırı teşebbüsünde bulunduysa da, başarı sağlayamadı, geri çekildi.

Seyit Taha’nın evi üçüncü ve son bir toplantı daha sahne oldu.
İngiliz Ajanı Yüzbaşı Modfold’un da hazır olduğu bu toplantıda, daha güçlü bir saldırı yapabilmesi için Haydaranlı ve Celali aşiretlerinin de işin içine çekilmesine karar verildi. İhsan Nuri aracılığıyla bu aşiretlerle gerekli irtibatı kurdular. İhsan Nuri’ye masrafları karşılığı olarak, İngilizler tarafından 2.000 altın ödeme yapılmıştı.

Yapılan toplantılar, alınan kararlar ve saldırı teşebbüsleri bir sonuç vermeyince, İngilizler bu kez Ermenileri bu oyuna çekmeye karar verdiler. Ermeni Taşnak örgütü bu teklifi olumlu karşıladı çünkü Ermeni davasını bu siyasi Kürtçülerin desteğinde kazanmak, onların da siyasetine uygun düşüyordu.

Ermeni-Kürt ittifak sahnesine temel atan bu toplantı Irak’ta yapıldı.
Katılan isimler şunlardı; ‘Ermenilerden Leon Paşa, Urfalı Emir Ziyan, Bağdat’ta Londra Oteli işletmecisi Sultanyan ve Muşlu Aris; Kürtlerden Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Doktor Mehmet Şükrü(Sekban), firari subaylardan Hurşit, İhsan Nuri, Hınıslı Mehmet Emin(Broski), Liceli Fekmi Efendi, Süleymaniyeli Abdulkerim Şalul…’

Toplantıya katılanlar özellikle kurulacak yeni örgütün adının bir yanda Kürtler arasında bir sempati oluşturacak ve bu şekilde örgütün içinde yer alacak Ermeni varlığını gizleyebilecek, öte yanda Ermenilere de sıcak gelebilecek bir isim olması üzerinde duruyordu. Sonunda, ‘Hoybun’ adı üzerinde karar kılındı.
Hoybun; Kürtçe ‘istiklal’, Ermenice ‘Ermeni yurdu’ anlamını taşıyordu.
Geniş anlamda Hoybun; Osmanlı’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nde adı Kürdistan olan ayrı bir devlet kurmak emeliyle bir araya gelmiş olan ayrılıkçı Kürtlerin, Doğu Anadolu’yu da kapsayan büyük Ermenistan emelindeki Ermenilerle birlikte oluşturduğu ittifakın kod adıydı.
Hoybun; temeli ve çatısı Ermeni, siyasi fikri İngiliz ve piyonu Kürt olan bir gizli örgüt olarak tarihe yazılmıştı …

5 Ekim 1927’de, Lübnan’ın Bihamdun kentinde Hoybun Örgütü kuruldu.
Merkez komitesine şu isimler seçildi;
‘Ermeniler adına Taşnak Sutyun Partisi tam yetkilisi Papaz Vahan Papazyan; ayrılıkçı Kürt cephesi adına ise Palu’dan Şeyh Ali Rıza, Dr. Şükrü Sekban, Barazi aşireti reisi Mustafa Şahin ve Bozan, Heverka aşireti lideri Haco Ağa, Raman aşireti lideri Emin Ağa, Süleymaniye’den Kerim Rüstem, Van’dan Memduh Selim ve Celadet Ali Bedirhan’dır.’
Burada ismi geçen Vahan Papazyan; 1892 yılında yılında, Tiflis’te kurulan Ermeni Taşnak Örgütü’nün merkez komite üyesi ve kendisi aslen Van yöresi Ermenilerindendir.
Barzani aşireti reisi Mustafa Şahin, Uğur Mumcu’nun Şeyh Sait isyanında dile getirdiği Umum Bozan reisi Şahin Bey’dir. Aralarında bir de küçük Seyit Taha vardır…
Celadet Ali Bedirhan’a gelince…

Uğur Mumcu, Celadet’in sırlarını açıklıyor;
‘(İngiliz istihbaratçısı) Noel, Bedirhanoğullarının Çarlık Rusya'sı ile de işbirliği yaptıklarını, ailenin en önemli adamının da Emin Ali Bedirhan olduğunu yazıyor. Bu sırada Fransız istihbaratı da boş durmayacak ve 1920 başlarında Bağdat’taki Yüksek Komiserlikleri’ne Bedirhanoğullları'yla ilgili olarak şu bilgiyi ulaştıracaktı: Botan aşiretinden Bedirhan Ailesi(Zaho-Van arası), İngiliz ajanlarıyla anlaşmış ve İngiliz mandasını kabul etmiştir.’

Hoybun örgütün kuruluş kongresini yapıldıktan sonra açıklanan ilk bildirinin ilk maddesi şu oldu;
“Birinci Kürt Kurultayı, barbar Türk rejiminin despotluğu altında ezilen Kürtlerin bulundukları tahaammül edilmez durumlarını, geniş çapta uygulanan katliamları ve de Kürt ulusunun özgür ve bağımsız yaşama özlemini gözönüne alarak, Türkiye Kürdistanı’nı bağımsız bir devlet haline getirmek amacıyla kurtarmaya karar vermiştir.”
Bu bildirinin son maddesi, Ermeni-Kürt ittifakının çerçevesini görmek açısından dikkat çekiciydi, şöyle diyor; “Kurultay herekese duyurur ki, Ermenistan ve Kürdistan’da asırlardan beridir Ermeniler ve Kürtler yaşamaktadır. Onlar kendi bağımsızlıkları uğrunda çalışırken, ülkelerinin herhangi bir yabancı hakimiyetine bağlı olmasını reddederler. Çünkü bu iki ülke yalnız ve yalnız Ermeni ve Kürt uluslarına aittir .

Hoybun Ermeni-Kürt ittifakına uygun olarak, karşılıklı taahhütler yapılmış, ittifak senedi imzalanmıştı. Buna göre; ‘Her iki taraf bağımsız bir Kürdistan’ın ve birleşik bir Ermenistan’ın kurulma hakkını karşılıklı olarak tanıyarak, bu hakkın savunması için mümkün olan her türlü imkanı kullanarak birbirinin yardımına koşmayı taahhüt ediyordu.

Ortak düşman Turani-Türk öğesine karşı savunma ve saldırı işbirliği paktı olduğundan, taraflardan hangisi söz konusu düşmanın saldırısına uğrarsa diğer taraf saldırıyı püskürtmek için tek başına veya saldırıya uğramış tarafla birlikte harekete edeceğini kabul etmişti.

Ayrıca, Taşnak Sutyun Partisi ile Kürt Ulusal Cephesi Hoybun Ermenistan ve Kürdistan’ın kendilerine ait toprakları üzerinde bağımsızlıklarının tanınmaması nedeniyle Türkiye ile savaş içinde olduklarını ilan ediyorlardı” .

Kuruluşundan birkaç ay sonra Hoybun örgütü ile Ermeni Taşnaksutyun örgütü arasında bir ittifak anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya Taşnaksutyun adına Vahan Papazyan, Hoybun adına merkez komitesinden şu kişiler imza koymuşlardı; ‘Şükrü Sekban, Celadet Ali Bedirhan, Memduh Selim, Haco Ağa, Ramanlı Emin, Ali Rıza, Mustafa Şahin ve Süleymaniyeli Kerim’.
Hoybun örgütünün ilk başkanlığına, Celadet Ali Bedirhan seçildi.

Hoybun Cemiyeti, Temmuz 1929’da, iki toplantı daha yaptı. Bu kez yer, Halep’ti...
Başta Celadet Ali Bedirhan, Memduh Selim, Cemilpaşazade Mehmet, Cemilpaşazade Kadri, Yado, Vahan Papazyan, Hırşak Papazyan ve Karabet olmak üzere 45 kişi katıldılar.
Oybirliği ile şu kararlar alındı;
”Suriye’deki yerli ve Türkiye’den ‘firari Kürtlerden’ azami istifade edilmesi; Türkiye’ye karşı yapılacak herhangi bir hareketin tam ve mükemmel olarak ikmaline.”
Burada tırnak içinde yazılan ‘firari Kürtler’ şunlardır;
‘Firari Kürtler; Türk Kurtuluş Savaşı’nda işgalci düşmanla işbirliği yapmış, ülkesine ihanet etmiş, can yakmış, can almış ve sonra düşmana sığınıp Türkiye dışına kaçmış olan kişilerdir. İlk firari Kürtçüler arasında Cizreli Bedirhan ailesinden Kamuran, Celadet ve Halil Rami; Diyarbakırlı Cemilpaşazade Ekrem ve Mevlanazade Rıfat Bey de bulunmaktadır.’

Hoybun örgütünün merkezi Şam’da idi. Türkiye’ye karşı eylemlerini buradan yönetiyordu, arkasında Fransa vardı.
Kürt Teali Cemiyeti, Türk- Kürt Hilafet Cemiyeti’ne dönüştürülmüş, İngiliz yönetimindeki Irak’ta faaliyet gösteriyordu. Merkezi Revanduz’daydı.
Örgütün başkanı Seyit Abdulkadir’in oğlu Şeyh Abdullah’tı.
Arkasında İngilizler vardı …

Ağrı’da Ermenilerin ortaya çıkacak oluşu, akla Mikdat Mithat Bedirhan’la başlamış olan Bedirhan-Ermeni ilişkisini getiriyor. Hoybun ile Ermeniler arasındaki ilişkilerin bu boyutunu, Süreyya Bedirhan şöyle tanımlıyor;
‘Kuruluşundan sonra Hoybun’un ilk görevi Ermenilerle yeniden uzlaşma sağlamak ve mümkünse işbirliği yapmaktı( Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti Tüzüğü 15’nci maddeyi hatırlatıyor). Ben de Ermeni-Kürt ilişkilerinin pişmanlık ve şükran duygularının karşımıyla yazıyorum…1927 Ekim’inde Kürtlerin savunucusu Hoybun ile Ermeni halkının temsilcileri Türkleri ortak düşman kabul ettiler ve dayanıklı ilgilerinin ortaklığı onları genel bir barışmaya götürdü. Kendi ırkım adına onların meşru ulusçul istekleri Bağımsız ve Birleşik Ermenistan’a saygı duyuyorum.’
Bedirhanlarda bu Ermeni aşkı aklı karıştırıyor, hangisi figüran diye düşünmeden edemiyor insan…


Hoybun ittifakının Ermeni kanadı, tarihi ve kültürü ile bu coğrafyada yaşayan önemli bir etnik unsurdur. Bu noktada Ermeni Taşnaksutyun örgütünün Hoybun eliyle siyasi hedeflerine ulaşmayı amaç edinmiş ve bu amaçla da çok farklı din ve etnisiteleri bir araya getirmek için siyasi bir yapı kurmuş oldukları görülüyor.

Bu yapının, Kürt kimliği üzerinden Kuzey Irak coğrafyasında yaşayan insanların Doğu Anadolu’da Ermenilerle birleşmesini sağlayacak bir noktada yoğunlaştığı da anlaşılıyor. Tarihsel süreçteki isyanlar, Halid-i Nakşibendiliğin buradan çıkıp Orta Doğu’ya yayılışı ve kurulan ittifakların özellikleri bu sırrı dışa vuruyor.
Amaç ise hiç değişmiyor; önce Anadolu ile Asya arasındaki bağları kopartabilmek…

PYD’NİN SEKİZİNCİ ADIMI BUYDU: HOYBUN-TAŞNAK

YIL 1927…




PYD’NİN DOKUZUNCU ADIMI

Hoybun Örgütü Başkanı Celadet Bedirhan’ın kardeşi Süreyya şöyle diyordu;
’28 Ekim 1927’de, Hoybun Kurd Ava tarafından Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan edildi. Kürdistan’ın geçici başkenti Ağrı Dağı kabul edildi. Kürtler ve Türkler arasındaki savaş ediyor ve Kürtler hedeflerine ulaşana kadar devam edecek.’
Molla Mustafa Barzani’nin Oramar piyade bölüğüne saldırıp Hakkari’de isyan çıkartarak desteklediği Hoybun’un planlanmış bu eylemi, 1930’da Ağrı’da ortaya çıkacaktı...

Türkiye’yi, ‘Ağrı isyanları’ adıyla bilinen olaylar ne tek başına bir isyandır, ne de tek başına eşkıyaya karşı düzenmiş bir askeri harekattır. İçinde, hem ayaklamayı hem de eşkıyalığı barındıran bir seri asayiş olayları zinciridir.

Ağrı Dağı, İran sınırına çok yakındır. Büyük Ağr Türkiye sınırında kalırken, Küçük Ağrı Dağı İran’la müşterektir, sınır hemen hemen zirvesinden geçer. Bölgenin İran tarafı nispeten az engebeli ama Türk topraklarında kalan kısımları oldukça yüksek, sarp, kayalık, dolayısıyla gizlenmeye oldukça elverişlidir.
Bu bölgede gerçekleştirilecek bir askeri harekatta, hedef olan eşkıya ve asiler kolayca İran’a kaçabilir, bölgede saklanabilir, buna elverişli çok uygun geçiş patikaları ve gizlenecek arazi vardır.
Dolayısıyla Ağrı bölgesinde çıkarılacak bir isyanı bastırmak, elde mevcut kuvvet çok olsa da, düşünüldüğü kadar kolay olmayacaktır…

Genelkurmay, bölgede meydana gelen tüm bu olayları yakından takibe almıştı.
Bir istihbarat sorunu yoktu. Üçüncü Ağrı İsyanı öncesinde asilerin tertiplenmeleri biliniyordu;
‘Bölgedeki asi miktarını kesinlikle tespit etmek mümkün olmadı. Bazen eşkıya miktarı 250 kişi kadar gösterildiği halde, bazen de 3.000 kişi kadar oldukları ifade edilmişti. 1929 senesi sonunda alınan bilgilere göre eşkıya miktarı 350 süvari, 120 kadar da yaya idi. Bunlar da başlıca Hassas Örenli, Şüphanlı, Haydaranlı, Milanlı,Hasanlı, Cibranlı ve Mokrlu aşiretlerine mensup olup Biro Haso Telli idaresinde idiler. Bunların hepsinin başında da İhsan Nuri ve Ermeni Zilan bulunuyordu…’

Elde mevcut istihbaratın değerlndirmesi sonucu, isyandan bir yıl kadar önce Genelkurmay Başkanlığı bir harekat emri yayınlamış, Haziran-Eylül 1930 tarihlerinde yapılacak bir askeri harekat için birliklerin hazırlıklı olmasını zaten istemişti.


Uğur Mumcu, ‘Hoybun, İhsan Nuri ve Kürtler arasında, ‘Bro Herski Telli’ adıyla tanınan Celali aşiretinden İbrahim Ağa’ya paşalık unvanı vererek Ağrı’ya gönderdi. İhsan Nuri ‘olağanüstü askeri komiser’ olarak Ağrı Ayaklanması’nın başkomutanlığını üstlenmişti’ diyor ve isyan sürecini şöyle noktalıyor;
‘ 28 Haziran 1930 günü, Tahran’dan askeri ataşe R. Dodd, Ermeni Ruben Paşa’nın İngiliz Büyükelçiliği’ne başvurarak Kürtler için silah istediği de haberini vermişti.
Ayaklanma sırasında, İngiltere’nin Tebriz’deki Başkonsolosu Stonhope Palmer’den Londra’ya, Dışişleri Bakanlığı’nda görevli Sir Clive’ye gönderilen 11 Ağustos 1930 gün ve 145 sayılı gizli raporda, ünlü İngiliz casusu albay Lawrence’nin Kürtlere yardım ettiği yıllar sonra açıklanacaktı.

‘Üçüncü Ağrı Harekatı’, 7 Eylül günü başladı. Harekatı General Salih Omurtak yönetti.
Harekat sonunda ayaklanma liderlerinin bir kısmı öldürüldü, bir kısmı saklandı, bir kısmı da İran’a kaçtı; aralarında İhsan Nuri ve Ermeni Baron Vahan da bulunuyordu.’
1 ve 2’nci Ağrı ayaklanmaları dahil, toplamda üç yıl süren Ağrı ayaklanmaları, nihai olarak, 14 Eylül 1930 günü bastırıldı; harekat yedi gün sürmüştü.

Bu isyana lojistik desteği kim vermişti?
İsyanın lojistik desteği Bedirhanlar yönetimindeki Hoybun tarafından sağlanmıştı. İsyanı finanse etmek için Süreyya Ali Bedirhan ABD’ye gitmiş, buradaki Ermeni ve Kürtlerin desteğini almıştı. Yine Hoybun örgütünün talimatıyla, İhsan Nuri ile Ermeni Zilan Ağrı Dağı’na çıkmış, orada İbrahim Hasso, Biro Telli ve Yusuf Tayo yönetimindeki kuvvetlerle birlikte askeri eğitime tabi tutulmuştu.

Bu arada İngilizlerden sağlanan bir telsiz şebekesi ile bir matbaa Ağrı Dağı’na gönderilmiş, İhsan Nuri’nin emrine vermişti. Bu matbaa makinesi ile Ağrı Dağı’nda; Gaziya Welat (Vatanın Çağrısı) adlı bir gazete çıkarılmış ve bölge halkının hükümete karşı kışkırtmasında kullanılmıştı. Bu arada Hoybun örgütü de Ağrı Dibarina (Ağrı ateş yağdırıyor) adlı bir bülten çıkartarak dış güçlerin ayaklanmaya destek vermesi için çağrıda bulunmuştu.

Bu isyanı kim tertiplemişti?
Tarihçi yazar Sinan Meydan, ‘Hoybun Cemiyeti’nin desteklediği Üçüncü Ağrı isyanı, 1930 yılında başlamıştır’ diyor.

Ardından, bu isyanın tertibinde Nuri Dersimi’nin de bulunduğunu açıklıyor; şöyle ki;
’ Nuri Dersimi, bazı Dersim aşiretlerinin Üçüncü Ağrı İsyanı’nı doğrudan desteklediklerini şöyle ifade etmiştir:
‘1925-1926’dan beri Ağrı’da toplanmış olan Kürt kahramanlarının faaliyeti, 1930 yılı başlarında daha fazla alevlenmiş ve bütün Kürdistan’ı içine alacak şekilde yayıldığını Dersimli Seyit Rıza’ya haber vererek bu hareketi desteklemenin zorunlu olduğunu bildirmiştim. Bunun üzerine Seyit Rıza ve Keçalan aşiretleri 1930 yılı ilkbaharında ayaklanarak Erzurum ve Erzincan mıntıkalarında bulunan Türk kuvvetlerine şiddetle saldırmaya başladılar.’
Nuri Dersimi, 1920-1921 Koçgiri isyanını Seyit Abdulkadir ile birlikte tertipleyen Baytar Nuri’dir …

Tarihçi Ahmet Uçar, Hoybun-Barzani bağı için şöyle diyor;
‘Kürt ayrılıkçıların Ermeni ayrılıkçılarla birlikte 1927’de kurduğu ‘Haybun’ örgütü, özellikle silahlı isyanlar çıkararak bağımsızlık propagandası yapmaya çalışıyordu. Haybun ve Ermeni Taşnak örgütü tek amaçta birleşmişti; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Türkiye’den ayırmak ve sonra da bölüşmek. Haço’nun Çaldıran, Cemilpaşaoğullarının Midyat ve Mazıdağı, Resul’ün Eruh isyanları ve Şeyh Barzani’nin Oramar baskını bu isyanlar arasında yer alıyordu. Haybun’un örgütlediği en önemli isyan 1930 Ağrı isyanı idi. İsyancıların elebaşılarından Kör Hüseyin Paşa, Türk güvenlik güçleri karşısında zor durumda kalınca, oğlunu Barzan'a göndererek Ahmed Barzani’den yardım istemiş, o da Molla Mustafa Barzani yönetiminde 500 kişiyi Oramar bölgesine göndererek, Türk ordusunun gücünü bölebilmek için yeni bir cephe açmıştı.’
Görülüyor ki, Barzaniler 1908’ten beri hep bu oyundadır, büyük suikastın tetikçileridir…

Rohat Alakom da isyanı Hoybun’un tertiplediğini söylüyor;
‘1927-1930 yılları arasında Ağrı Dağı ve çevresinde meydana gelen Ağrı ayaklanması, Hoybun örgütünün denetiminde ve öncülüğünde gerçekleşmiştir’ .
Bu tespit, Süreyya Bedirhan’nın itirafları arasında da yer almıştır.
17 Kasım 1994’te, Per Linde adıyla ‘Kürt Davası ve Hoybun’ kitabına not düşen bir yazar, bu itirafı şöyle doğruluyor;
‘1924-1925’te Kürdistan’da Piranlı lider Şeyh Sait önderliğinde bir ayaklanma patlak verdi. 2’nci Ayaklanma ise 1928-1932’de, Kuzey Kürdistan’da yer alan Ağrı’da Hoybun tarafından organize edildi. Prens Süreyya’nın yönetimsel bir pozisyonunun olduğu Hoybun, bağımsız bir Kürt Devleti ilan etti ve bir Kürt Hükümeti kurdu.’

Prof. Dr. Abdulhaluk Çay’ın tespitlerine göre, isyancılar arasında Ermeni ve Nasturi çeteleri de vardı. Asilere silah desteği, aynı zamanda, Rusya ve İngiltere tarafından da organize edilmişti. İran ise asi gruplara kendi topraklarında barınma ve güvenli bir üs imkanı vermişti. Türkiye ile sınır ihtilafı bulunan İran, böylece isyancıları desteklemişti.
İngiliz casusu Albay Lawrens, genel bir Kürt ayaklanmasını planlamak için bölgedeydi .

İsyanın bu arka planını biraz açalım; işin içinde hem iç hem dış unsurlar bulunuyor...
Dış desteklerde baş aktör, siyasi Kürt hareketinin her döneminde olduğunu gibi İngilizler gösteriliyor. Ruslar ise onlardan geride değil. Ruslar, asıl olarak Anadolu’daki Türklerin hem Orta Asya Türkleri ile birleşmesini, hem de Kafkas ve Hazar’daki enerji kaynaklarına ulaşmasını engellemek siyasetiyle oyuna katılıyor.

İngilizlerin siyasi stratejilerinden biri de Musul elde tutmak ve Türklerin Kafkas enerji bölgesine ulaşmasının önüne geçmek olduğu için, İngiliz-Rus çıkarları bu noktada buluşuyor.
Ermeni, Nesturi, Süryani gibi etnik unsurlara bu oyunda figüran rolü verilmiş olduğu açık.
Bu pencereden bakıldığında, Hoybun’un gerçekte bir Rus-İngiliz ittifak planı olduğu artık söylenebiliyor. Soğuk savaş dönemlerinde dahi, bu ittifak asla bu projeden vazgeçmiyor. Hem birinci hem de ikinci dünya savaşlarında Rus-İngiliz ittifakı süregeliyor.
Bu ittifak 2’nci Dünya Savaşı sonrasında bir yanda Barzaniler diğer yanda İsrail ile birlikte Türkiye’nin karşısına yeniden çıkacaktır.


PYD’NİN DOKUZUNCU ADIMI DA BUYDU: AĞRI ERMENİ İSYANI

YIL 1930…

..




PYD NEDİR ? BÖLÜM 3




PYD  NEDİR ?  BÖLÜM 3



PYD’NİN ÜÇÜNCÜ ADIMI

Paris Barış Konferansı’nda Ermenilerle ters düşen Şerif Paşa ise yön değiştiriyor, Ermenilerle ittifaka hazırlanıyordu...

Başlangıçta Ermeni istekleri ile Kürt isteklerinin aynı bölgede çatışması üzerine, Şerif Paşa ikna edilmiş ve Ermeni Delegesi Boghos Nubar Paşa ile aynı masaya oturması sağlanmıştı.
Şerif Paşa, kendi imzasıyla sunduğu ilk muhtırayı daha sekiz ay bile geçmeden inkar edercesine, 20 Kasım 1919’da Boghos Nubar Paşa ile ortak muhtıraya imza attı.

Buna göre TÜRK toprakları Ermeniler ile Kürtler arasında paylaşılacaktı…
Bu muhtıra bir Ermeni-Kürt ittifak arayışının da resmi bir başlangıcı oldu.
Bu yönüyle bu muhtıra, Bedirhan Bey’in oğlu Mikdat Mihdat’ın 1898’te Mısır’da, Abdurrahman’ın İngiltere ve İsviçre’de(1898-1908), Abdurrezzak ve Yusuf Kamil Bedirhan’ın Ruslar ve Ermenilerle geliştirmiş olduğu ilişkilerle de örtüşüyordu…

İŞTE PYD’NİN ÜÇÜNCÜ ADIMI BU OLDU: ERMENİ-KÜRT İTTİFAKI…

YIL 1919…





PYD’NİN DÖRDÜNCÜ ADIMI

Yıl 1920, 26 Şubat…

Bir yıl önce başlamış olan Ermeni-Kürt projesi 1920 yılında da hız kesmeden devam ediyordu. Bu kez toplantı yeri Londra idi...

Toplantıda ilk sözü Fransız Delegasyonu Başkanı B. Cambon aldı, konu Kürdistan’dı...
Soru ise şuydu; ‘Kürdistan bağımsız olacak mı?’
Cevabı İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon verdi;
‘Kürdistan sorunu henüz çözümlenmedi’.

Ardından Fransız Delegasyonu üyesi B. Berthelot söz aldı ve ’Kürdistan yeni bir öğedir. Geleceği Skyes-Picot Anlaşması ile çizilmiş değildir’ diyerek, Kürdistan’da çeşitli madenlerin olduğuna dikkati çekti.

Lord Curzon hemen Skyes-Picot Anlaşması’nın Fransızlara Ortadoğu’da ekonomik haklar vermediğini açıklamaya koyuldu. Kürdistan maden kaynakları açısından elbette önemliydi. Ermenistan ve Suriye-Geldani bölgesine komşu olacağı için doğal olarak Fransızların ilgi alanına girecekti ama Fransızların tek başına söz sahibi olduğu anlamına gelmiyordu.

Peki, Kürdistan madenleri üzerinde kim söz sahibi olacaktı; Fransa mı, İngiltere mi? Delegasyonlar bu konuda anlaşamadı.

Ertesi günkü konu Ermenistan oldu; Ermenistan kurulacaktı, üstüne de Doğu Karadeniz’de Ermenistan korumasında bir ‘Özerk Laz Devleti’…

16 Mart 1920’de, Amiral de Robeck Lord Curzon’a şu raporu çekti: ‘
‘Damat Ferit Paşa ve Seyit Abdulkadir ile görüştüm. Ferit Paşa, Diyarbakır, Harput ve Muş bölgelerindeki Kürtleri Türk milli hareketine karşı kışkırtmak istiyor. Bunun İngiliz politikasına uygun düşüp düşmediğini soruyor. Seyit Abdulkadir ise millicilere karşı harekete geçmeye hazır, ancak bağımsız veya İngiliz mandasında bir Kürdistan’ı garanti etmedikçe Ferit Paşa ile birleşmek istemiyor. Durum sıkıntı verici.’

Amiral de Robeck aynı gün aynı çizgide ikinci bir raporunu daha gönderdi;
‘Sadrazam Damat Ferit Paşa, Kürt lider Seyit Abdulkadir’in milliyetçilere saldırmaya hazır olduğunu bildiriyor, bu planın Majesteleri hükümetine uygun olup olmadığını soruyor. Planın olumlu karşılanacağını umuyorum’. .

17 Mart günü, Gürcü Cumhuriyeti temsilcileri adına Çeitze de kaldığı Curzon Hotel’den Barış Konferansı Başkanlığı’na gönderdiği dilekçe ile Artvin’i istiyordu.

Kürt Teali Cemiyeti Başkan Yardımcısı Emin Ali Bedirhan, Kürt Demokrat Partisi Genel Sekreteri Selim Bekir, Kürt Öğrenci Birliği(HEVİ) Başkanı Baki ve Kürt basını adına Kemal Fevzi imzalarıyla gönderilen bir mektupta, Kürt politikasından dolayı Lloyd George’ye teşekkür ve İngiliz Hükümeti’nin cömert yardımları rica ediliyordu.

Londra Barış Konferansı’nda Kürdistan konusu bir karara bağlanamadı ve sorun, İtalya’nın San Remo kentinde yapılacak olan konferansa devredildi.

18 Nisan 1920’de konferans başladı…



Konferansın o günkü oturumu kapanırken, toplantı tutanaklarına eklenen şu metin ile Avrupa siyasetinde gelecekteki Kürdistan’ın sınırları şöyle çizildi:
‘İş bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sayılarak altı ay içinde İstanbul’da toplanacak ve Britanya, Fransız ve İtalyan hükümetlerince atanacak bir komisyon (…..) maddelerde tanımlandığı biçimde Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’ın güney sınırları güneyinde, Suriye ve Irak/Mezopotamya kuzey sınırlarının kuzeyinde, çoğunlukla Kürtlerin bulunduğu bölgeler için bir yerel özerklik planı hazırlayacaktır. Bu plan, bölgede yaşayan Asuri-Geldani ve öteki soy ve din azınlıklarının korunması için tüm güvenceleri içerecek ve bu amaçla, Britanya, Fransız, İtalyan, Acem ve Kürt temsilcilerden oluşacak bir komisyon, işbu anlaşma hükümleri gereğince Türk sınırının İran sınırı ile aynı olduğu yerlerde, gerekmekte ise ne gibi düzeltmeler yapılacağını incelemek ve karara bağlamak için bu yerleri gezecektir.’
San Remo’da bu metin, daha sonra Osmanlı hükümetince 10 Ağustos 1920 günü imzalanacak olan Sevr Antlaşması’nda 62’nci madde olarak yer alacaktır.

Aynı toplantı tutanaklarına eklenen bir metinle Kürdistan’ın nihai sonucu yerel halkın kararına bırakıldı.

Halen günümüzdeki Musul ve Kerkük üzerinde oynanan oyunların da temelini teşkil eden halk oylaması siyaseti, San Remo’daki konferansta hazırlanan 5 sayılı not ekinin 3’ncü maddesinde şöyle yazıldı;
‘Bununla birlikte, işbu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayan bir yıl içinde, 1’nci maddede tanımlanan bölge içindeki Kürt halkları, bu bölge nüfusunun çoğunluğunun Türk yönetiminden bağımsız olmak istediğini gösterir bir biçimde Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvuracak olur ve Konsey de bu halkların bu bağımsızlığı kullanmaya yetenekli oldukları kanısına vararak, bunun kendilerine sağlanmasını öğütleyecek olursa, Türkiye bu öğütleme hükümlerini yerine getirmeyi ve bölge üzerindeki tüm hak ve yetkilerini bırakmayı başından yükümlenir. Bu bırakma işleminin ayrıntıları, Türkiye ile işbu anlaşmayı imzalayan başlıca müttefikler arasında ayrı bir anlaşma konusu olacaktır.’

San Remo’da 19 Nisan 1920 günü kaleme alınan bu madde de, Sevr Antlaşması’nın 64’ncü maddesi olarak kabul edilecektir…

İŞTE BU PYD’NİN DÖRDÜNCÜ ADIMI OLDU: 


SEVR YIL 1920… 




PYD’NİN BEŞİNCİ ADIMI

Siyasi Kürt hareketinin yönetici kadroları Baban, Bedirhan ve Seyit Abdulkadir, Şerif Paşa ile Avrupa’ya, Barzanilerle de Kuzey Irak’a yayılıyordu.
Avrupa masa üzerinde Osmanlı’yı paylaşırken, Barzaniler de bölgedeki aşiretleri örgütlüyordu.
Anadolu’ya silahlı kapı, siyasi örgütlenmeler dışında henüz açılmamıştı.
İlk kapı Koçgiri’de açıldı…

Koçgiri, Sivas’ın İmranlı ilçesinde Karlık ve Boğazören köylerinde yerleşik bir Kürt-Alevi aşiretinin adıdır. O tarihlerde bu aşiret, Sivas’tan Erzincan’a kadar yayılan alanda yaşıyordu. Koçhisar, Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kangal ve çevre köylerinde yaşayan bu aşirete mensup yaklaşık 40.000 vardı.

Koçgirili Mustafa paşa’nın oğlu Alişan ve Haydar Beyler, aşiret içinde sevilen iki kardeşti. Haydar Bey, Ümraniye Bucak müdürüydü.
Seyit Abdulkadir’in başkanı olduğu Kürdistan Teali Cemiyeti, Alişan Beyi Tunceli’ye göndermiş ve örgütün burada kurulmasını istemişti; Alişan Bey, Tunceli’de örgütün şubesini kurarken, aynı günlerde Baytar Nuri de Zara, Divriği, Kangal ve Hafik ilçeleriyle, İmraniye, Beypınar, Celali, Sincan, Hamo, Zınara ve Domurca bucaklarında Kürdistan Teali Cemiyeti’nin şubelerini açıyordu.

Baytar Nuri bir Kürt devleti peşindeydi; 1921 yılı başlarında, Sivas’ın Yelice nahiyesinin Hüseyin Abdal tekkesinde bir toplantı düzenlenecek ve o toplantıda, Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Tunceli ve Koçgiri’yi içine alan bir Kürt devletinin kurulması kararlaştırılacaktır …

1 Ekim 1920’de, Alişan tarafından, Ovacık, Hozat ve Çemişkezek’te 45.000 kişilik bir milis gücü hazırlandı, Kürdistan’ı kurmak için yemin edildi ve isyan başladı…
Koçgiri aşiretinden Alişir’in Kemah’ın köylerini basmasıyla harekete geçtiler. Pezgavır, Maksuden, Aslanan, Kurmeşan, Percikan, Cenbergan ve Ginyan aşiretleri de isyana katıldılar.

15 Kasım’da, Ankara’ya bir telgraf gönderildi; isyancıların Ankara Hükümeti’nden istekleri şuydu;
‘İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması; Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal Hükümeti’nin ivedi yanıt vermesi; Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesini; Kürt çoğunluğunun bulunduğu illerden Türk memurlarının çekilmesi; Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması…”

Baytar Nuri’nin babası İbrahim Efendi tarafından kaleme alınan bu telgraftan sonra, Batı Dersim Aşiret Reisleri adına 25 Kasım 1920 günü TBMM’ne bir başvuru daha yapıldı;
‘Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız Kürdistan’ın kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz’.


Koçgiri isyanı sırasında Türk Ordusu Yunan’la savaş halindeydi; İnönü, Ocak 1921. Aynı bölgede Çerkez Ethem de isyan etmişti…
Önemli bir savaş yaşandı İnönü’de ve Yunan’a karşı büyük zafer kazanıldı; Çerkez Ethem’in isyanı da bastırıldı.
Gazi Mustafa Kemal 1’nci İnönü zaferi için ‘Bu muharebede çok şey kurtarılmıştır’ diyecek, hemen ardından ‘Hayır, her şey kurtarılmıştır’ diyerek 1’nci İnönü savaşının önemini vurgulayacaktır.

Koçgiri’ye gelince…
Merkez Ordusu kurulmuş ve başına Sakallı Nurettin Paşa getirilmişti.
Koçgiri’de Alişan’a karşı harekat başlatılmış, Şubat 1921 sonu itibariyle, Zara ve Ümraniye bölgesindeki ilk isyan bastırılmıştı.
Ancak, 5/6 Mart 1921’de, Sivas ve Erzincan dolaylarındaki Koçgiri aşireti ikinci kez ayaklandılar…
6’ncı Süvari Alayı isyancıların eline geçti. Aşirete bağlı yaklaşık 1.000 kişilik bir güç, İmranlı kasabasını işgal etti.
10 Mart’ta, Bakanlar Kurulu’nca bölgede sıkıyönetim ilan edildi.
Merkez Ordusu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa, isyanı bastırmakla yeniden görevlendirildi.
İsyan büyüyordu…

Doğuda isyan sürerken batıda Yunan ordusu da Bursa ve Uşak üzeri iki koldan saldırıya geçmişti (22/23 Mart 1921).
Yenişehir düştü. Ardından, Pazarcık, Bozhöyük, Bilecek, Dumlupınar Yunan kuvvetlerince işgal edildi. Söğüt, Sapanca da düştü. Oradan Sakarya’nın doğusuna geçtiler. Adapazarı işgal edildi. Arifiye’deki Türk birliği esir edildi.
Yunan ordusu karşısında tutunamayan birlikler İnönü mevkine çekiliyor, burada sıklet merkezi oluşturuyordu.


27 Mart’ta, İkinci İnönü Savaşı başladı. 


Bozhöyük, Söğüt ve İnönü kurtarıldı; Yunan kuvvetleri takibe alındı.
3 Nisan’da, İnönü savaşları zaferle sonuçlanmıştı.

Bu arada, isyancı Alişir Kürtlerin bağımsızlığının Avrupa devletleri tarafından tanınmış olduğunu bölgedeki aşiretlere duyuruyor, isyanı kışkırtmaya devam ediyordu.


29 Mart’ta, isyancılar Kuruçay kasabasına saldırmış; Divriği Kaymakamı ile jandarmalar esir düşmüştü. Zara güneyinde ise çatışmalar sürüyordu.
Merkez Ordusu Koçgiri isyancılarına karşı yeniden harekete geçmiş, Refahiye’de isyancılarla çatışmalar başlamıştı.
Giresun’dan sevk edilen Topal Osman kuvvetleri de müdahaleye başlayınca, isyancılar geri çekildi. Merkez Ordusu Zara’ya girdi; isyancıların dirençleri kırıldı.
24 Mayıs’ta, bu ikinci isyan da bastırılmıştı.

Koçgiri ayaklanmasının dış kaynakları ve yerli işbirlikçileri konusunda, 30 Temmuz 1920 günlü İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği şu rapor bize yeterli bilgi veriyor:
‘Ferit Paşa antlaşma(Sevr) sağlandıktan sonra Anadolu’da düzeni sağlamak için, İngiliz Generali(Shuttleworth) ile birlikte Harbiye Nezareti’nde iki plan üzerinde çalıştıklarını bildirdi: Planlardan biri, Antlaşma imzalanır imzalanmaz Mustafa Kemal’in üzerine saldırmak için 15.000 kişilik küçük bir ordu kurulması, diğeri de Kürtlerin maşa(instrument) olarak kullanılmasıdır. Birinci planın hazırlığı bitmek üzeredir, General Shuttleworth ile bugün öğleden sonra yapacakları görüşmede bu plana son şeklinin verileceği umut edilmektedir. Kürtlerin kullanılmasına gelince, Ferit Paşa, İstanbul’daki Kürt liderlerin Mustafa Kemal’e karşı harekete geçmeye pek istekli olduklarını söylüyor’ .

Koçgiri ayaklanmasının hazırlık aşaması, çıkışı ve sonrası, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal sürecinde yaşanmıştır. Hem Çerkez Ethem hem de Alişan’ın isyanlarıyla Yunan işgali atbaşı gitmiştir. İşgalin bir amacı da Sevr Antlaşması’nı Ankara Hükümeti’ne kabul ettirmektir.

Koçgiri ayaklanmasının bu çerçevede taşıdığı siyasi ve askeri stratejik anlam, 20 Şubat 1922’de Amiral Bristol tarafından ABD Dışişleri Bakanlığı’na yazılan şu raporda kolayca açığa çıkıyor;
‘…Yunanlılar, önemli bir zafer kazanırlarsa, Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir biçimde tehdit edebilir. Ancak Batı’daki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler, kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.’

Koçgiri, 1880 Ubeydullah isyanından sonra Anadolu’da çıkarılmış ikinci Halidi Nakşi isyanıdır. Bu ayaklanmada bir başka Halid-i Nakşi Şeyhi olan Sait’in de rolü vardır. Said-i Nursi’nin rolünü, araştırmacı-yazar ve tarihçi Sinan Meydan şöyle naklediyor;
‘İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır. Bu cemiyetin düzenlediği Koçgiri Ayaklanması, ulusalcı güçleri bir hayli uğraştırmıştır.’

Koçgiri isyanının büyük önemi şudur; Koçgiri’de ayaklanma sürerken Yunanlıların Ege’yi işgal etmekte oluşudur. Bu durumda Türk ordusu iki farklı cephede mücadele etmek durumunda kalmıştır. Sevr Anlaşması’nın imzalanmış olduğu ve Anadolu’da Ermenistan-Kürdistan laflarının yüksek sesle söylendiği dikkate alınacak olursa, böylesi bir ortamda Koçgiri ayaklanmasının çıkarılmış oluşu, bu isyanın asıl hedefinin kurtuluş savaşındaki Türk ordusunu zora düşürmek olduğu açıkça görülür.
Bu noktada, böyle bir isyanın bir siyasi Kürt hareketi adına değil, bunun çok ötesinde, bir düşman işgaline karşı yapılan ulusal direnişi kırmak için çıkarılmış olduğunu düşünmek gerekiyor…


İŞTE PYD’NİN BEŞİNCİ ADIMI BU KOÇGİRİ OLDU…

YIL 1921…





PYD NEDİR ? BÖLÜM 2


PYD  NEDİR ?  BÖLÜM 2






PYD’NİN İKİNCİ ADIMI

Şimdi 1 Kasım 1918’teyiz…
Musul’un işgaliyle birlikte İngiliz siyasi komiseri Binbaşı Noel ile şehrin din adamları, eşraf, tüccar ve aşiret başkanlarıyla Süleymaniye’de bir araya geldiler.
Binbaşı Noel Farsça uzun bir konuşma yaptıktan sonra, Şeyh Mahmud Berzenci’yi Genel Hükümdar adına ‘ Kürdistan Yöneticisi ’ tayin etti. Kendisine 15.000 rupye maaş bağlandı, amcası Seyid Ömer de Süleymaniye Valisi yapıldı .




Refik Hilmi anılarında bu olayı şöyle naklediyor; 


‘Binbaşı Noel, Wilson’un tavsiyesi üzerine, 1918 Kasımı’nın birinci gününde, Süleymaniye’nin merkezinde şehrin din adamları eşraf, tüccar ve aşiret başkanları ile bir toplantı yaptı. Irak’taki Britanya Hükümeti’nin temsilcisi( Genel Hükümdar) adına Farsça uzun bir konuşma yaptı. O konuşmada, Şeyh Mahmud’un Genel Hükümdar tarafından ‘Kürdistan Yöneticisi’ olarak atandığını açıkladı.’
İngilizler ilk kez Kürt aşiretleriyle iç içeydi. Şeyh Mahmud da ilk kez Osmanlı desteğinden yoksun kalmış, bölgedeki aşiretlerle birlikte kendi kaderini tayin etmeye çabaladığı zor bir süreci yaşıyordu. Bu coğrafyada kurulan yeni sahnenin baş aktörleri artık Binbaşı Noel ve Şeyh Mahmud olacaktı ama işler düşünüldüğü gibi gitmeyecekti…

Şeyh Mahmud’un ‘Kürdistan Yöneticisi’ ünvanı alarak savaşmadan bölgeyi İngilizlere teslim etmesi karşısında bölgedeki aşiretler büyük bir tepki göstermeye başladılar. Başta Kerkük ve Kifri’de olmak üzere pek çok Kürt aşireti İngiliz işgaline karşı tavır almıştı. Özellikle Caf ve Pişdar aşiretleri artık bu işgali düşmanca görüyor ve İngilizlere karşı bir direniş geliştiriyordu.

Halk Türk hakimiyetinden yanaydı, buna karşı olanları da ‘İngiliz işbirlikçisi’ diye niteliyordu.
Böylesi bir ortamda, İngilizlerin Resmi Dairelere Acem, Hintli, Arap, Afgan, Yahudi ve Ermenileri yerleştirmesi, yerel halkın işgale karşı memnuniyetsizliğini daha da arttırdı. İngilizler her tarafta düşman kazanmaya başladı. Bir çok yerde İngilizlere karşı saldırı yapıldı, Irak’ın çoğu yerinde gizli cemiyetler kuruldu.


İngilizlere karşı direniş başlamıştı…


İŞTE PYD’NİN İKİNCİ ADIMI BU OLDU: IRAK’TA İNGİLİZ KÜRDİSTANI KRALLIĞI

YIL 1918…



..

PYD NEDİR ? BÖLÜM 1




PYD NEDİR? BÖLÜM 1


( KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ DEVAMI 1918 DEN GÜNÜMÜZE.)




Türkiye şu sıralar adı PYD olan yapıyı etkisiz hale getirebilmek için savaşı dahi göze almış durumda…
Ancak, gerçek bu mu, gerçekten Türkiye, PYD ile mücadele ediyor mu yoksa tüm bunlar bir aldatmaca mı?

Türkiye’de yayınlanmış ilk özel dosya…


İŞTE ONİKİ ADIMDA PYD GERÇEĞİ





PYD’NİN BİRİNCİ ADIMI…

Mondros Ateşkesi, 30 Ekim 1918 günü Limni adasının Mondros limanında, İngiliz Amiral gemisi Superb zırhlısında imzalanmıştı. Ateşkes masasında Osmanlı Hükümeti adına Hamidiye kahramanı ve İzzet Paşa kabinesinde on günlük Bahriye Nazırı olan Hüseyin Rauf(Orbay), müttefikler adına da İngiliz Akdeniz Filosu Başkomutanı Amiral Sir Arthur Calthorpe bulunuyordu.

Ateşkes’in özelliği şuydu;
‘İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit eden bir durumda istedikleri herhangi bir stratejik bölgeyi işgal edebilecek; Doğu’daki altı ilde karışıklık çıkarsa oralar işgal edilecek; Osmanlı orduları dağıtılacak ve bütün ağır silahlara el konulacak; yeraltı ve yerüstü tüm işletme ve kaynakların yönetimi işgal güçlerine bırakılacak.’

Mustafa Kemal’in bu ateşkes konusundaki düşüncesi de şuydu;
‘Bu antlaşmayı baştan sona incelediğimde bende meydana gelen kanaat şu idi; Devlet-i Aliye-i Osmaniye bu antlaşma ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeye razı olmuştur. Yalnız razı olmamış, düşmanların memleketi işgali için ona yardım da vaat etmiştir. Bu beni çok hazin düşüncelere sevk etti.’

13 Kasım 1918’te, 55 parçalık işgal donanması(İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan) Çanakkale Boğazı’ndan girerek Dolmabahçe önünde demirledi. İşgal donanmasında 22 İngiliz, 17 İtalyan, 12 Fransız ve dört Yunan gemisi vardı ve en baştaki de Averof zırhlısıydı.
Dört ayrı devlete ait 3.550 işgal askeri Beyoğlu’na çıktı. Beyoğlu Yunan bayraklarıyla donatılmış, Rumlar ve Ermeniler coşmuştu .

İşte böylesi bir ortamda Bedirhanlar ve Seyit Abdulkadir, küresel siyasetin peşinden giderek yeni cemiyetler halinde ikinci kez örgütlenmeye başladılar.
Hareket alanları yine aynıydı: Siyasi alanda, İngiltere, Fransa, Rusya, İstanbul ve sonrasında Doğu Anadolu; silahlı alanda, Musul vilayet bölgesi(Süleymaniye, Kerkük ve Revanduz) ve sonrasında yine Anadolu.
Amaçları da aynıydı; Osmanlı’nın topraklarından bir parça koparmak, bu amaçla işgal güçleriyle işbirliği yapmak…


Mütareke ile birlikte İstanbul’da adı Kürt ve Kürdistan’la başlayan peş peşe cemiyetler kuruldu; Kürdistan Teali Cemiyeti(1918), Kürdistan Cemiyeti(1918), Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti(1919), Kürt Talebe Hevi Cemiyeti(1919), Kürt Kadınlar Teali Cemiyeti(1919), Kürt Milli Fırkası(1919).
İçlerinde en fazla dikkati çeken Kürdistan Teali Cemiyeti oldu çünkü kurucu başkanı tanıdık bir simaydı; Seyit Abdulkadir.
Kurucu ve yöneticiler içinde de tanıdık simalar vardı; Kamuran Ali Bedirhan ve Hüseyin Şükrü Baban .

Kürdistan’ı Yükseltme Derneği anlamına gelen bu cemiyet, İstanbul’da Cağaoğlu’ndaki Dr. Abdullah Cevdet Bey’in apartmanında, 1918 yılı sonlarına doğru kurulmuştu. Kurucu başkan Seyit Abdulkadir’in 19 Kasım’da yaptığı başvuru 30 Aralık’ta onaylanmış ve cemiyet faaliyetlerine başlamıştı.

Cemiyetin çalışma alanları içerisinde,’Kürtlerin genel çıkarlarının gözetilmesi ve milli davanın desteklenmesi, bu gayeye ulaşmak için dergi, gazete, kitap yayınlanması, Kürtçe eğitim verecek okulların açılması’ gibi konular vardı.

Bilal Şimşir’e göre bu cemiyetin gerçek amacı farklıydı;
‘Bu cemiyet, Türkiye’yi parçalamak amacıyla kurulmuştur; Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminin bir ürünüdür. Türkiye’yi parçalama sürecinin sonuna yaklaşıldığı günlerde, Sevr Barış Antlaşması’nın son hazırlıklarının yapıldığı bir sırada siyaset sahnesine sürülmüştür. Adından da anlaşılacağı gibi, cemiyetin gerçek amacı Anadolu topraklarında bir Kürdistan yaratmak, İngiliz emperyalizminin Türkiye’yi parçalama emellerine içeriden yardımcı olmaktır’ .


Cemiyetin kuruluşunda siyasi Kürt hareketinde başı çeken üç aile ahvadı yer aldı; Bedirhanlar, Babanlar ve Seyit Abdulkadir.
Cemiyetin kurucuları ve yöneticileri içinde Bedirhanlardan (12), Babanlardan (9), Abdulkadir ahvadından (4) kişi bulunuyordu. Bu aileler içerisinde öne çıkan isimler şöyle idi:

Abdulkadir ahvadı: Başta Seyit Abdulkadir(1851-1925), Abdulkadir’in büyük oğlu Seyit Mehmet, Abdulkadir’in küçük oğlu Seyit Abdullah, Seyit Taha(Büyük Seyit Taha’nın torunu).

Bedirhan ahvadı: Mehmet Emin Ali(1851-1926), Emin Ali’nin büyük oğlu Süreyya, Emin Ali’nin ortanca oğlu Celadet, Emin Ali’nin küçük oğlu Kamuran, Bedirhan Paşa’nın oğulları sırasıyla Mikdat Mithad Evsed, Mehmet Ali, Abdurrahman, Murat Remzi, Hasan Nuri ve Halil Rami, Bedirhan Paşa’nın torunları Asaf Bedirhan ve Bedirhan Ali.

Baban ahvadı: Babanzade Şükrü, Mustafa Zihni, Fuat, Hikmet, Aziz, Mahmut ve Cemil Paşa Ailesinden Ahmet Cemil, Ekrem Cemil ile Kadri Cemil.
Diğer üyeler arasında Bediüzzaman Said(Said-i Kürdi), Dr. Mehmet Şükrü Sekban ve Çivilzade Mehmet Nuri( Baytar Nuri) de bulunuyordu .

İŞTE PYD’NİN İLK ÖRGÜTLÜ ADI BUYDU: KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ…
YIL 1918…


..