6 Nisan 2016 Çarşamba

PYD NEDİR ? BÖLÜM 3




PYD  NEDİR ?  BÖLÜM 3



PYD’NİN ÜÇÜNCÜ ADIMI

Paris Barış Konferansı’nda Ermenilerle ters düşen Şerif Paşa ise yön değiştiriyor, Ermenilerle ittifaka hazırlanıyordu...

Başlangıçta Ermeni istekleri ile Kürt isteklerinin aynı bölgede çatışması üzerine, Şerif Paşa ikna edilmiş ve Ermeni Delegesi Boghos Nubar Paşa ile aynı masaya oturması sağlanmıştı.
Şerif Paşa, kendi imzasıyla sunduğu ilk muhtırayı daha sekiz ay bile geçmeden inkar edercesine, 20 Kasım 1919’da Boghos Nubar Paşa ile ortak muhtıraya imza attı.

Buna göre TÜRK toprakları Ermeniler ile Kürtler arasında paylaşılacaktı…
Bu muhtıra bir Ermeni-Kürt ittifak arayışının da resmi bir başlangıcı oldu.
Bu yönüyle bu muhtıra, Bedirhan Bey’in oğlu Mikdat Mihdat’ın 1898’te Mısır’da, Abdurrahman’ın İngiltere ve İsviçre’de(1898-1908), Abdurrezzak ve Yusuf Kamil Bedirhan’ın Ruslar ve Ermenilerle geliştirmiş olduğu ilişkilerle de örtüşüyordu…

İŞTE PYD’NİN ÜÇÜNCÜ ADIMI BU OLDU: ERMENİ-KÜRT İTTİFAKI…

YIL 1919…





PYD’NİN DÖRDÜNCÜ ADIMI

Yıl 1920, 26 Şubat…

Bir yıl önce başlamış olan Ermeni-Kürt projesi 1920 yılında da hız kesmeden devam ediyordu. Bu kez toplantı yeri Londra idi...

Toplantıda ilk sözü Fransız Delegasyonu Başkanı B. Cambon aldı, konu Kürdistan’dı...
Soru ise şuydu; ‘Kürdistan bağımsız olacak mı?’
Cevabı İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon verdi;
‘Kürdistan sorunu henüz çözümlenmedi’.

Ardından Fransız Delegasyonu üyesi B. Berthelot söz aldı ve ’Kürdistan yeni bir öğedir. Geleceği Skyes-Picot Anlaşması ile çizilmiş değildir’ diyerek, Kürdistan’da çeşitli madenlerin olduğuna dikkati çekti.

Lord Curzon hemen Skyes-Picot Anlaşması’nın Fransızlara Ortadoğu’da ekonomik haklar vermediğini açıklamaya koyuldu. Kürdistan maden kaynakları açısından elbette önemliydi. Ermenistan ve Suriye-Geldani bölgesine komşu olacağı için doğal olarak Fransızların ilgi alanına girecekti ama Fransızların tek başına söz sahibi olduğu anlamına gelmiyordu.

Peki, Kürdistan madenleri üzerinde kim söz sahibi olacaktı; Fransa mı, İngiltere mi? Delegasyonlar bu konuda anlaşamadı.

Ertesi günkü konu Ermenistan oldu; Ermenistan kurulacaktı, üstüne de Doğu Karadeniz’de Ermenistan korumasında bir ‘Özerk Laz Devleti’…

16 Mart 1920’de, Amiral de Robeck Lord Curzon’a şu raporu çekti: ‘
‘Damat Ferit Paşa ve Seyit Abdulkadir ile görüştüm. Ferit Paşa, Diyarbakır, Harput ve Muş bölgelerindeki Kürtleri Türk milli hareketine karşı kışkırtmak istiyor. Bunun İngiliz politikasına uygun düşüp düşmediğini soruyor. Seyit Abdulkadir ise millicilere karşı harekete geçmeye hazır, ancak bağımsız veya İngiliz mandasında bir Kürdistan’ı garanti etmedikçe Ferit Paşa ile birleşmek istemiyor. Durum sıkıntı verici.’

Amiral de Robeck aynı gün aynı çizgide ikinci bir raporunu daha gönderdi;
‘Sadrazam Damat Ferit Paşa, Kürt lider Seyit Abdulkadir’in milliyetçilere saldırmaya hazır olduğunu bildiriyor, bu planın Majesteleri hükümetine uygun olup olmadığını soruyor. Planın olumlu karşılanacağını umuyorum’. .

17 Mart günü, Gürcü Cumhuriyeti temsilcileri adına Çeitze de kaldığı Curzon Hotel’den Barış Konferansı Başkanlığı’na gönderdiği dilekçe ile Artvin’i istiyordu.

Kürt Teali Cemiyeti Başkan Yardımcısı Emin Ali Bedirhan, Kürt Demokrat Partisi Genel Sekreteri Selim Bekir, Kürt Öğrenci Birliği(HEVİ) Başkanı Baki ve Kürt basını adına Kemal Fevzi imzalarıyla gönderilen bir mektupta, Kürt politikasından dolayı Lloyd George’ye teşekkür ve İngiliz Hükümeti’nin cömert yardımları rica ediliyordu.

Londra Barış Konferansı’nda Kürdistan konusu bir karara bağlanamadı ve sorun, İtalya’nın San Remo kentinde yapılacak olan konferansa devredildi.

18 Nisan 1920’de konferans başladı…



Konferansın o günkü oturumu kapanırken, toplantı tutanaklarına eklenen şu metin ile Avrupa siyasetinde gelecekteki Kürdistan’ın sınırları şöyle çizildi:
‘İş bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sayılarak altı ay içinde İstanbul’da toplanacak ve Britanya, Fransız ve İtalyan hükümetlerince atanacak bir komisyon (…..) maddelerde tanımlandığı biçimde Fırat’ın doğusunda, Ermenistan’ın güney sınırları güneyinde, Suriye ve Irak/Mezopotamya kuzey sınırlarının kuzeyinde, çoğunlukla Kürtlerin bulunduğu bölgeler için bir yerel özerklik planı hazırlayacaktır. Bu plan, bölgede yaşayan Asuri-Geldani ve öteki soy ve din azınlıklarının korunması için tüm güvenceleri içerecek ve bu amaçla, Britanya, Fransız, İtalyan, Acem ve Kürt temsilcilerden oluşacak bir komisyon, işbu anlaşma hükümleri gereğince Türk sınırının İran sınırı ile aynı olduğu yerlerde, gerekmekte ise ne gibi düzeltmeler yapılacağını incelemek ve karara bağlamak için bu yerleri gezecektir.’
San Remo’da bu metin, daha sonra Osmanlı hükümetince 10 Ağustos 1920 günü imzalanacak olan Sevr Antlaşması’nda 62’nci madde olarak yer alacaktır.

Aynı toplantı tutanaklarına eklenen bir metinle Kürdistan’ın nihai sonucu yerel halkın kararına bırakıldı.

Halen günümüzdeki Musul ve Kerkük üzerinde oynanan oyunların da temelini teşkil eden halk oylaması siyaseti, San Remo’daki konferansta hazırlanan 5 sayılı not ekinin 3’ncü maddesinde şöyle yazıldı;
‘Bununla birlikte, işbu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayan bir yıl içinde, 1’nci maddede tanımlanan bölge içindeki Kürt halkları, bu bölge nüfusunun çoğunluğunun Türk yönetiminden bağımsız olmak istediğini gösterir bir biçimde Milletler Cemiyeti Konseyi’ne başvuracak olur ve Konsey de bu halkların bu bağımsızlığı kullanmaya yetenekli oldukları kanısına vararak, bunun kendilerine sağlanmasını öğütleyecek olursa, Türkiye bu öğütleme hükümlerini yerine getirmeyi ve bölge üzerindeki tüm hak ve yetkilerini bırakmayı başından yükümlenir. Bu bırakma işleminin ayrıntıları, Türkiye ile işbu anlaşmayı imzalayan başlıca müttefikler arasında ayrı bir anlaşma konusu olacaktır.’

San Remo’da 19 Nisan 1920 günü kaleme alınan bu madde de, Sevr Antlaşması’nın 64’ncü maddesi olarak kabul edilecektir…

İŞTE BU PYD’NİN DÖRDÜNCÜ ADIMI OLDU: 


SEVR YIL 1920… 




PYD’NİN BEŞİNCİ ADIMI

Siyasi Kürt hareketinin yönetici kadroları Baban, Bedirhan ve Seyit Abdulkadir, Şerif Paşa ile Avrupa’ya, Barzanilerle de Kuzey Irak’a yayılıyordu.
Avrupa masa üzerinde Osmanlı’yı paylaşırken, Barzaniler de bölgedeki aşiretleri örgütlüyordu.
Anadolu’ya silahlı kapı, siyasi örgütlenmeler dışında henüz açılmamıştı.
İlk kapı Koçgiri’de açıldı…

Koçgiri, Sivas’ın İmranlı ilçesinde Karlık ve Boğazören köylerinde yerleşik bir Kürt-Alevi aşiretinin adıdır. O tarihlerde bu aşiret, Sivas’tan Erzincan’a kadar yayılan alanda yaşıyordu. Koçhisar, Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kangal ve çevre köylerinde yaşayan bu aşirete mensup yaklaşık 40.000 vardı.

Koçgirili Mustafa paşa’nın oğlu Alişan ve Haydar Beyler, aşiret içinde sevilen iki kardeşti. Haydar Bey, Ümraniye Bucak müdürüydü.
Seyit Abdulkadir’in başkanı olduğu Kürdistan Teali Cemiyeti, Alişan Beyi Tunceli’ye göndermiş ve örgütün burada kurulmasını istemişti; Alişan Bey, Tunceli’de örgütün şubesini kurarken, aynı günlerde Baytar Nuri de Zara, Divriği, Kangal ve Hafik ilçeleriyle, İmraniye, Beypınar, Celali, Sincan, Hamo, Zınara ve Domurca bucaklarında Kürdistan Teali Cemiyeti’nin şubelerini açıyordu.

Baytar Nuri bir Kürt devleti peşindeydi; 1921 yılı başlarında, Sivas’ın Yelice nahiyesinin Hüseyin Abdal tekkesinde bir toplantı düzenlenecek ve o toplantıda, Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Tunceli ve Koçgiri’yi içine alan bir Kürt devletinin kurulması kararlaştırılacaktır …

1 Ekim 1920’de, Alişan tarafından, Ovacık, Hozat ve Çemişkezek’te 45.000 kişilik bir milis gücü hazırlandı, Kürdistan’ı kurmak için yemin edildi ve isyan başladı…
Koçgiri aşiretinden Alişir’in Kemah’ın köylerini basmasıyla harekete geçtiler. Pezgavır, Maksuden, Aslanan, Kurmeşan, Percikan, Cenbergan ve Ginyan aşiretleri de isyana katıldılar.

15 Kasım’da, Ankara’ya bir telgraf gönderildi; isyancıların Ankara Hükümeti’nden istekleri şuydu;
‘İstanbul Hükümeti’nce kabul edilen Kürdistan özerkliğinin Ankara Hükümeti’nce de tanınıp tanınmayacağının açıklanması; Kürdistan özerk yönetimi konusunda Mustafa Kemal Hükümeti’nin ivedi yanıt vermesi; Elazığ, Malatya, Sivas ve Erzincan cezaevlerindeki Kürtlerin hemen salıverilmesini; Kürt çoğunluğunun bulunduğu illerden Türk memurlarının çekilmesi; Koçgiri yöresine gönderilen birliklerin geri alınması…”

Baytar Nuri’nin babası İbrahim Efendi tarafından kaleme alınan bu telgraftan sonra, Batı Dersim Aşiret Reisleri adına 25 Kasım 1920 günü TBMM’ne bir başvuru daha yapıldı;
‘Sevr Antlaşması gereğince Diyarbakır, Elazığ, Van ve Bitlis illerinde bağımsız Kürdistan’ın kurulması gerekiyor. Bu nedenle bu oluşturulmalıdır. Yoksa bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz’.


Koçgiri isyanı sırasında Türk Ordusu Yunan’la savaş halindeydi; İnönü, Ocak 1921. Aynı bölgede Çerkez Ethem de isyan etmişti…
Önemli bir savaş yaşandı İnönü’de ve Yunan’a karşı büyük zafer kazanıldı; Çerkez Ethem’in isyanı da bastırıldı.
Gazi Mustafa Kemal 1’nci İnönü zaferi için ‘Bu muharebede çok şey kurtarılmıştır’ diyecek, hemen ardından ‘Hayır, her şey kurtarılmıştır’ diyerek 1’nci İnönü savaşının önemini vurgulayacaktır.

Koçgiri’ye gelince…
Merkez Ordusu kurulmuş ve başına Sakallı Nurettin Paşa getirilmişti.
Koçgiri’de Alişan’a karşı harekat başlatılmış, Şubat 1921 sonu itibariyle, Zara ve Ümraniye bölgesindeki ilk isyan bastırılmıştı.
Ancak, 5/6 Mart 1921’de, Sivas ve Erzincan dolaylarındaki Koçgiri aşireti ikinci kez ayaklandılar…
6’ncı Süvari Alayı isyancıların eline geçti. Aşirete bağlı yaklaşık 1.000 kişilik bir güç, İmranlı kasabasını işgal etti.
10 Mart’ta, Bakanlar Kurulu’nca bölgede sıkıyönetim ilan edildi.
Merkez Ordusu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa, isyanı bastırmakla yeniden görevlendirildi.
İsyan büyüyordu…

Doğuda isyan sürerken batıda Yunan ordusu da Bursa ve Uşak üzeri iki koldan saldırıya geçmişti (22/23 Mart 1921).
Yenişehir düştü. Ardından, Pazarcık, Bozhöyük, Bilecek, Dumlupınar Yunan kuvvetlerince işgal edildi. Söğüt, Sapanca da düştü. Oradan Sakarya’nın doğusuna geçtiler. Adapazarı işgal edildi. Arifiye’deki Türk birliği esir edildi.
Yunan ordusu karşısında tutunamayan birlikler İnönü mevkine çekiliyor, burada sıklet merkezi oluşturuyordu.


27 Mart’ta, İkinci İnönü Savaşı başladı. 


Bozhöyük, Söğüt ve İnönü kurtarıldı; Yunan kuvvetleri takibe alındı.
3 Nisan’da, İnönü savaşları zaferle sonuçlanmıştı.

Bu arada, isyancı Alişir Kürtlerin bağımsızlığının Avrupa devletleri tarafından tanınmış olduğunu bölgedeki aşiretlere duyuruyor, isyanı kışkırtmaya devam ediyordu.


29 Mart’ta, isyancılar Kuruçay kasabasına saldırmış; Divriği Kaymakamı ile jandarmalar esir düşmüştü. Zara güneyinde ise çatışmalar sürüyordu.
Merkez Ordusu Koçgiri isyancılarına karşı yeniden harekete geçmiş, Refahiye’de isyancılarla çatışmalar başlamıştı.
Giresun’dan sevk edilen Topal Osman kuvvetleri de müdahaleye başlayınca, isyancılar geri çekildi. Merkez Ordusu Zara’ya girdi; isyancıların dirençleri kırıldı.
24 Mayıs’ta, bu ikinci isyan da bastırılmıştı.

Koçgiri ayaklanmasının dış kaynakları ve yerli işbirlikçileri konusunda, 30 Temmuz 1920 günlü İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği şu rapor bize yeterli bilgi veriyor:
‘Ferit Paşa antlaşma(Sevr) sağlandıktan sonra Anadolu’da düzeni sağlamak için, İngiliz Generali(Shuttleworth) ile birlikte Harbiye Nezareti’nde iki plan üzerinde çalıştıklarını bildirdi: Planlardan biri, Antlaşma imzalanır imzalanmaz Mustafa Kemal’in üzerine saldırmak için 15.000 kişilik küçük bir ordu kurulması, diğeri de Kürtlerin maşa(instrument) olarak kullanılmasıdır. Birinci planın hazırlığı bitmek üzeredir, General Shuttleworth ile bugün öğleden sonra yapacakları görüşmede bu plana son şeklinin verileceği umut edilmektedir. Kürtlerin kullanılmasına gelince, Ferit Paşa, İstanbul’daki Kürt liderlerin Mustafa Kemal’e karşı harekete geçmeye pek istekli olduklarını söylüyor’ .

Koçgiri ayaklanmasının hazırlık aşaması, çıkışı ve sonrası, Yunan ordusunun Anadolu’yu işgal sürecinde yaşanmıştır. Hem Çerkez Ethem hem de Alişan’ın isyanlarıyla Yunan işgali atbaşı gitmiştir. İşgalin bir amacı da Sevr Antlaşması’nı Ankara Hükümeti’ne kabul ettirmektir.

Koçgiri ayaklanmasının bu çerçevede taşıdığı siyasi ve askeri stratejik anlam, 20 Şubat 1922’de Amiral Bristol tarafından ABD Dışişleri Bakanlığı’na yazılan şu raporda kolayca açığa çıkıyor;
‘…Yunanlılar, önemli bir zafer kazanırlarsa, Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir biçimde tehdit edebilir. Ancak Batı’daki savaş Türklerin lehine gelişirse, Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler, kuşkusuz bu durumu bilmektedirler. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar.’

Koçgiri, 1880 Ubeydullah isyanından sonra Anadolu’da çıkarılmış ikinci Halidi Nakşi isyanıdır. Bu ayaklanmada bir başka Halid-i Nakşi Şeyhi olan Sait’in de rolü vardır. Said-i Nursi’nin rolünü, araştırmacı-yazar ve tarihçi Sinan Meydan şöyle naklediyor;
‘İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bağdat’tan yazılan gizli raporunda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdi (Nursi)’nin de adı vardır. Bu cemiyetin düzenlediği Koçgiri Ayaklanması, ulusalcı güçleri bir hayli uğraştırmıştır.’

Koçgiri isyanının büyük önemi şudur; Koçgiri’de ayaklanma sürerken Yunanlıların Ege’yi işgal etmekte oluşudur. Bu durumda Türk ordusu iki farklı cephede mücadele etmek durumunda kalmıştır. Sevr Anlaşması’nın imzalanmış olduğu ve Anadolu’da Ermenistan-Kürdistan laflarının yüksek sesle söylendiği dikkate alınacak olursa, böylesi bir ortamda Koçgiri ayaklanmasının çıkarılmış oluşu, bu isyanın asıl hedefinin kurtuluş savaşındaki Türk ordusunu zora düşürmek olduğu açıkça görülür.
Bu noktada, böyle bir isyanın bir siyasi Kürt hareketi adına değil, bunun çok ötesinde, bir düşman işgaline karşı yapılan ulusal direnişi kırmak için çıkarılmış olduğunu düşünmek gerekiyor…


İŞTE PYD’NİN BEŞİNCİ ADIMI BU KOÇGİRİ OLDU…

YIL 1921…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder