27 MAYIS DARBESİ SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA YENİ AÇILIMLAR: ORTADOĞU ve SOVYETLER BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER(1960-1965) BÖLÜM 2
Yaz tatili arasını bitiren Millet Meclisi 3 Eylül 1962 günü tekrar toplandı.
Toplantının en önemli konularından biri de Irak’la son haftalarda yaşanan
hadiseler idi. Soru önergesini yanıtlayan Dışişleri Bakanı Erkin’in, Irak
hududunda son bir yıldır yaşanan hadiseleri sıralayarak, Türkiye’nin barışçıl
bir devlet olduğunu ve uluslararası hukuka riayet ettiğini belirttiği konuşması
Meclis üyelerince olumlu karşılanmıştır (Ulus, 04.09.1962). Dışişleri
Bakanı Millet Meclisi’nde verdiği bir başka izahatta da Türkiye’ye yönelik
suçlamaları cevaplandırmıştı. Bazı yabancı basın organlarında Kuzey
Irak’ta Barzani kuvvetlerine karşı yürütülmekte olan operasyonlara Türki-
ye’nin asker, subay ve silah desteği sağladığı yönünde çıkan haberleri yalanlayarak, Türkiye’nin yalnızca uluslararası hukuka uygun bir şekilde kendi
sınır güvenliğini sağladığını ve bunun için dost Irak hükümeti ile görüşmeler
ve ortaklıklar yapıldığını ifade etmişti (MMTD 1963:504; The Times, 03.09.1963).9
Türkiye’nin Ortadoğu’da yaşadığı problemlerin temelinde bölgedeki en
büyük rakibi Mısır ve onun bu dönemki lideri Nasır gelmekteydi. Irak’la
yaşanan gerginliğin dolaylı olarak sebebi de bu idi. Başbakan İnönü tüm
hadiselere rağmen; “Ortadoğu’da sulh dışında bir politika takip edilmesine
izin verilemez. Bunun faydası yoktur ve sulh dışı her temayül bütün dünyada
hoş görülmeyecektir. Arap dünyasıyla münasebetlerimizin normal ve iyi olması
için bütün sebepler mevcuttur (Ulus, 20.03.1963)” diyerek Türkiye’nin
ılımlı tutumunu yansıtıyordu. Ortadoğu’da Arap Birliği etrafında yaşanan
son gelişmeler Ürdün ve Suudi Arabistan’ın nasıl bir tavır takınacağı sorusunu
da beraberinde getirmişti. Her iki ülke liderlerinin de baskı altında
olduğunu belirten Baban, tehdide en çok maruz kalanın ise İsrail olduğunu
vurgulamıştı. Nasır’ın son kazanımları sonrası durulup durulmayacağını
merak eden yazar, Arap coğrafyasındaki İsrail karşıtlığını daha da körükleyip
bir savaşın çıkmasından endişelendiğini belirtir. Türkiye’nin bu yeni
durum karşısındaki konumunu ise değiştirmeyeceğini savunan Baban,
Türklerin Arapların dostu olduğunu ve Türk-Arap münasebetlerinin Nasır’ın
tutumuna bağlı kalacağının altını çizmiştir (Baban 1963). Bu çerçevede
Dışişleri Bakanlığı yayınladığı bir bildiri ile 1 Ekim 1961’den beri Birleşik
Arap Cumhuriyeti ile kesilen ilişkilerin yeniden tesisine karar verildiğini
açıklaması Türkiye’nin dünya siyasasındaki hareketlilikte pozisyon alması
olarak yorumlanabilir. İlişkilerin tekrar kurulması için çaba harcayan Türkiye’nin
Pakistan, Yugoslavya ve İsviçre gibi devletlerden arabuluculuk
konusunda yardım aldığı iddia edilmiştir (Milliyet, 30.04.1963). Yaşananlara
paralel olarak Küba lideri Castro’nun Rusya’yı ziyareti, ABD Dışişleri
Bakanı Dean Rusk’ın Karaçi’de düzenlenecek CENTO konferansı öncesi
Türkiye’ye gelmesi de kayda değer bir diğer gelişmedir. Aynı günlerde İngiltere
Dışişleri Bakanı Lord Home’un da Türkiye’ye gelmesi tesadüfî değildir (Ulus, 28.04.1963).
Arap açılımının yanı sıra Afrika’daki yeni uyanış hareketleri de artık
yavaş yavaş Türkiye’nin dikkatlerini bölgeye çekmeyi başarmıştı. Türk diplomasisinin yetersizliği, temsilciliklerin az olduğu ve temsilcilerin işlerini
hakkıyla yapmadıkları her dönem de olduğu gibi bu dönemde de tartışma
konusu olmuştur. 1960’lar dünyasında 3.dünya ülkelerinden yükselen dalgaların
Türk dış politikasında da yansımaları olurken, Afrika meseleleri bu
konuların başında gelmekteydi. Türkiye dekolonizasyon süreci sonunda
bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkelerini tanımışsa da ilişkilerini güçlendirmemişti.
Soğuk Savaş şartları çerçevesinde Batı’yı ön planda tutan ve
Afrika ve Uzakdoğu’yu göz ardı eden bu yaklaşımın Türkiye’ye hiçbir şey
kazandırmadığı ancak 1960’ların ortalarında anlaşılacaktı (Afacan 2012: 11).
Bu politikanın “şahsiyetli” bir dış politikayla bağdaşmadığı suçlamaları
Cumhuriyet hükümetlerine getirilen eleştirilerin başındaydı (MMTD 1963: 5).
Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle olan ilişkilerindeki yetersizlikleri eleştiren
Hekimoğlu’nun şu sözleri durumun vahametini göstermesi açısından önemlidir:
“Dünya olaylarıyla ne kadar ilgilendiğimiz ortada. Afrika’da kaç temsilcimiz
var?..Nasır’ı Kasım’ı iyi tanıyan Afrika, Türkiye’yi tanıyor mu belli değil.
CENTO’daki üye dostumuz Pakistan’da bile elçimiz, maslahatgüzarımız, müsteşarımız yok… Brüksel’de temsilcimiz yok. Daha birçok yerde temsilcimiz yok.” (Hekimoğlu 1961).
Afrika’nın kuzey batısında, Cezayir’de yaşanan bağımsızlık mücadelesi
de Türkiye’de ses getirmiş ve oldukça destek görmüştü. Öyle ki MBK Başkanı
Cemal Gürsel’in Fransa ile Cezayir arasındaki görüşmelerde arabulucu
olması dahi konuşulmaktaydı (Son Havadis, 18.05.1960). Cezayir meselesinde
tansiyonun gitgide arttığı bir dönemde BM Genel Kurulu’nda Asya ve Afrika’ daki sömürgeciliğe son vermek için verilen önergeyi Türkiye desteklemekle beraber, siyasi komisyonda Cezayir meselesinin referanduma götürülmesi teklifine Türkiye’nin çekimser kalması büyük tepki çekmiştir. Bunun nedeni olarak bir sonraki hafta toplanacak olan Avrupa İktisadi İşbirliği Konseyi toplantısı ve bu toplantıda ele alınması beklenen Türkiye’nin 1961 yılı dış borç açığı olan 90 milyon doların pazarlığı gösterilmektedir (Hekimoğlu 1960).
Bu küçük hadise bile ekonomik bağımsızlığın dış politikada ülkelere neler sağlayabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
MBK idarecilerinin Cezayir’deki bağımsızlık hareketini desteklemelerine rağmen,
Dışişlerinin kalıplaşmış Batı eksenli, müttefikleri gücendirmeme politikaları
nedeniyle hem Cezayir nezdinde hem de bağımsızlığına yeni kavuşan ve bu
uğurda mücadele eden bütün milli hareketlere karşı tarihi birikimlerine
rağmen mesafeli durması ileriki yıllarda Kıbrıs meselesinde ihtiyaç duyacağı
uluslararası desteği sağlayamamasında temel neden olacaktı (Tepeciklioğlu 2012:74).
“Güç Komşuluk”: Türkiye-Sovyetler Birliği Münasebetleri
27 Mayıs’tan sonra Türkiye’nin Doğu Bloğu ve Sovyetlerle münasebetlerinin
nasıl olacağı merak edilen konular arasındaydı. 27 Mayıs darbesinin
demokrasi, hürriyet rejimini korumak ve insan haklarına saygılı bir yönetim
ideali ile hareket etmesinin Batı dünyasını memnun ettiğini belirten
Çelik, Doğu bloğu ülkelerinin de Türk dış politikasında köklü bir değişim
olmayacağını bilmelerine rağmen, bu değişimi olumlu karşıladıklarını ifade
etmesinin kafaları karıştırmaması gerektiğini, Türkiye’nin tarafsızlık politikasına
yönelmesinin söz konusu olamayacağını belirtmiştir (Çelik 1960).
Gürsel’in Sovyet Büyükelçisi ile yaptığı görüşme akabinde Sovyetler Birliği
Başbakanı’nın gönderdiği mektup Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerinde
yeni bir başlangıcı işaret etmekteydi. Birkaç ay önce U2 uçağının düşürülmesiyle
gerilen ilişkilerin bu noktaya taşınması önemli bir gelişmeydi. İki
liderin karşılıklı mektuplaşmasında altı çizilen en önemli husus; Sovyetlerin
Türkiye’nin egemenlik haklarına duyduğu saygıyı yinelemesi ve ilişkilerin
bu doğrultuda sürdürülmesi isteği ile Batılı ülkelerle her iki tarafın da diyalog
içinde olmasının vurgulanması olmuştur (Barlas 1960). Kruşçev 28 Haziran
tarihli mektubunda Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin
geliştirilmesinin önemine değinirken, bunun gerçekleşmesinin Türkiye’nin
ABD ve Batı dünyasıyla ilişkilerine zarar vereceğini düşünmediğini belirtmiştir.
Türk kamuoyunda oldukça tartışmalı bir konu olan bağımsız dış
politika vurgusunu da yapan Kruşçev müreffeh ve bağımsız bir politikanın
hem kendileri hem de komşu devletlerin hakkı olduğunu, bu çerçevede
Türkiye’nin Atatürk’ün yolundan gitmesi halinde Türk-Sovyet ilişkilerinin
gelişeceğine inandığını belirtmiştir. Bu kapsamda Türkiye’yi tarafsızlık politikası
sürdürmeye davet etmiştir (“Closer Soviet Links With Turkey”, The
Times, 01.09.1960). Mektuba 8 Temmuz’da yanıt veren Gürsel, Türkiye’nin
NATO ve CENTO ile olan ilişkisinin savunma üzerine kurulu olduğunu, iki
ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini arzu ettiğini ifade etti. Kruşçev’in
mektubunda altını çizdiği, Türkiye’nin tarafsızlık politikası izlemesi halinde
askeri harcama bütçesini azaltıp bunun kalkınmaya yönlendirilmesi önerisine
de yanıt veren Gürsel, tarafsızlığın bunu sağlamada yeterli olmayacağını
İsviçre, İsveç ve Hindistan gibi ülkelerin tarafsız olmalarına rağmen büyük
askeri bütçelere sahip olduğunu belirtti (“Neutrals’ Need of Defences”,
The Times, 02.09.1960). Bu mektuplaşmaya ilişkin İngiliz The Times da
yapılan değerlendirme müttefiklerin Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerine
nasıl baktığı konusunda bizlere bir takım fikirler sunabilmektedir. Tansiyonu
düşürmek başlıklı makalede Kruşçev’in Atatürk ile Lenin’in kurduğu
ilişkiye referans vermesinin 1960 şartlarında pek geçerli olmadığı vurgulanırken,
1939 sonrası iki ülke arasında yaşanan gerginliklere dikkat çekilmiştir.
Tarafsızlık konusundaki yumuşak Sovyet yaklaşımını iyi bir misyonerin
tavrına benzeten gazete Menderes’in aylarda kuzey komşusuyla tansiyonu
düşürme çabalarında olduğunun altını çizmiştir. Son tahlilde ne
olursa olsun Türkiye’nin tıpkı diğer NATO ülkeleri gibi soğuk savaşın tatsızlıklarını yavaşça ortadan kaldırma çabasının akıllıca olmasına rağmen ilişkilerde henüz gözle görülür bir iyileşmenin olmadığına dikkat çekilmiştir
(“Lowering Tension”, The Times, 02.09.1960).
Kurulan ilk koalisyon hükümetinin Başbakanı olan İnönü, hükümetlerinin
dış politikası ile ilgili yaptığı açıklamada; iki kutuplu dünyanın en büyük
güçleriyle olan münasebetlerinden bahisle Türkiye’nin NATO ve CENTO
ittifakları içinde BM politikalarına bağlı olduğunu söylemiştir. Sovyetlerle
ittifak kurmalarının mümkün olmadığını belirten İnönü, Amerika’dan alınan
kredilerin de ülke içindeki huzur ve istikrarla doğru orantılı olduğunu ifade
etmiştir (Havadis, 10.01.1962). 1962 yılında ABD ile Sovyetler Birliği arasında
yaşanan en gerilimli olay olan Küba Krizi ABD’nin Türkiye’nin müttefiki,
Sovyetlerin de Türkiye’nin kuzey komşusu olması nedeniyle Türki-
ye’nin adının da bu kriz içinde anılmasına ve pazarlık konusu yapılmasına
neden oldu. Başbakan İnönü Mecliste verdiği izahatta barış vurgusu yaparak
tarafları itidalli davranmaya davet etmiş, ancak ABD’nin müttefiki olarak
üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye hazır olunduğunun
mesajını vermişti. İnönü’nün sözlerini ve durumu değerlendiren Aslan;
onun varlığının ülkenin bir maceraya atılacağı endişelerini sildiğini, Türki-
ye’nin krizde takındığı tavrın kimsenin uydusu olmadığı ancak ittifaklarına
bağlı olduğu mesajını içerdiğini belirtmiştir (Aslan 1962). Ancak bu kriz
resmi olarak ifade edilmese de bir başka gerçeği yani ABD’nin kendi güvenliğini,
müttefiklerinin güvenliğinin üzerinde tuttuğunu da gözler önüne
sermişti. Küba’daki Sovyet füzelerine karşılık, Türkiye’deki Amerikan füzelerinin
kaldırılması Türkiye’yi Sovyet tehdidine karşı güçsüzleştirici bir
tedbir olarak da değerlendirilmiştir (Bal 2002:166). Öte yandan füze teknolojisinde yaşanan gelişmeler çerçevesinde uzun menzilli balistik füzelerin
kullanılır olması Türkiye’nin NATO için stratejik önemini azalttığı, dolayısıyla
Türkiye’nin elindeki bir büyük kozu kaybettiği de başka bir realitedir
(Altan 1963) 10.
Kıbrıs sorununun gitgide tırmandığı bir dönemde müttefiklerinden
beklediği yardımı göremeyen Türkiye’nin yeni çıkış yolları araması gayet
doğaldı. Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmek isteyen Rusya için Kıbrıs sorunu
kaçırılmaz bir fırsat oldu. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’ye ekonomik yardımda
bulunma teklifi sunan Sovyetlerle ilişkiler, Batı ittifakına 1960’lara
kadar olan körü körüne bir bağlılık yüzünden gelişmemişti. Amerikalıların
ve Avrupalı devletlerin her türlü diplomatik ve ticari ilişkileri yeniden kurmalarına rağmen Türkiye bu konuda müttefiklerinden ayrışmıştı. Bu politikanın kendisine yarardan çok zarar verdiğini ancak bu dönemin ortasında
anlayan Türkiye, rotayı Rusya’ya çevirdi. 1963 yılında bir Türk delegasyonu
Moskova’ya giderek Başkan Kruşçev’le görüştü. Bu görüşmede Kruşçev
Rusya’nın Türkiye ile dostane ilişkileri geliştirme arzusunda olduğunu ve
Stalin döneminde yürütülen Türkiye politikasının değişmesi gerektiğini
ifade ederek Türkiye’nin duymak istediği mesajları vermişti (Gürtuna
2006:31). 27 Mayıs sonrası yeni bir yöne giren Türkiye’nin dış politikasının
da değişmesini normal karşılayan Toker, ABD’nin ve diğer Batı Bloğu ülkelerinin
Sovyetlerle iyi ilişkiler kurmalarına rağmen Türkiye’nin bundan ayrı
kalmasının beklenemez olduğunu belirterek, Türkiye’nin kraldan daha çok
kralcı olmayacağını ve ABD’nin de bunu normal karşılaması gerektiğinin
altını çizmişti (Toker 1965:5).
1960-1964 yılları arası Türk-Sovyet ilişkileri normalleşme yolunda
sürdürülürken, 1965’ten itibaren ilişkiler işbirliği temelinde seyretmiştir
(Gençalp 2014:318). 1965 sonrası daha da gelişecek siyasi ilişkilerin temeli
öncesinde yapılan ekonomik anlaşmalarla sağlamlaştırılmıştı. 1963 yılında
yapılan 28 milyon dolarlık ticaret anlaşması ile iki ülke arasındaki dış ticaret
hacmi %20 oranında büyütüldü (Milliyet, 20.03.1963). İki ülke arasındaki
ilişkiler 1964-1965 yıllarında gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretlerle
daha da pekiştirildi11 (BCA.30.18.1.2/180.61.14.). 1963 yılında bir Türk
Heyeti (02-14.05.1963) ve daha sonra 1964 yılında Türk Dışişleri Bakanı
Feridun Cemal Erkin Moskova’ya gitmiş (30.10/06.11.1964) ve bu ziyarette
iki ülke arasında kültür anlaşması imzalanırken12 (BCA, 30.18.1.2/181.70.13.),
iade-i ziyaret babında da Sovyetlerin efsanevi Dışişleri Bakanlarından
olan Gromiko13Ankara’ya gelmişti (17-22.05.1965). Litvinov’dan sonra
Türkiye’ye ilk defa bir Sovyet Dışişleri Bakanı’nın gelmesi ilişkilerin ulaştığı
boyutu göstermesi bakımından önemlidir. Türkiye’den bu dönemdeki en
üst düzeydeki ziyaret son koalisyon hükümetinin Başbakanı olan Suat Hayri
Ürgüplü’nün ziyareti (09-17.08.1965) olmuştur. Yine 1965 yılının başında
ve sonlarında da iki Rus Heyeti Türkiye’ye gelerek ilişkilerin geliştirilmesine
katkıda bulundu.
4 Ocak 1965’te TBMM’nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Nikolai
Podgorny başkanlığındaki 10 kişilik Sovyet Heyeti’nin gelişi haberinin “32
yıldan beri depoda duran Sovyet bayraklarının” yeniden ütülenmek üzere
çıkarılması yorumuyla verilmesi ziyaretin önemini göstermesi bakımından
dikkate değerdi (Milliyet, 03.01.1965). Sovyetler Birliği’nin 4 numaralı ismi
olan Podgorny’nin ziyareti, Türk Dışişleri Bakanı Erkin’in Moskova ziyaretinin
yalnızca Kıbrıs meselesinde Sovyetlerden taviz koparmak amacıyla
yapıldığı düşüncesinin artık kamuoyunda dağılmaya başlamasına vesile
oldu (Milliyet, 04.01.1965). Ziyareti değerlendiren Toker, tarafların birbirlerinden dış politika ve güvenlik konularında geleceğe yönelik bağlayıcı
taleplerde bulunmaması halinde ilişkilerin normal yolunda yürümesi için
hiçbir engel olmadığını belirtmiştir (Toker 1965). Millet Meclisinde milletvekillerine hitap eden Podgorny konuşmasında Toker’in sözlerine benzer
ifadelerle “Türk-Sovyet dostluğu için hiçbir set, hiçbir engel yoktur” diyerek
ilişkilerin geleceği hakkında sinyaller verdi14 (Milliyet, 06.01.1965). Ziyaret
ve Sovyet Heyeti’nin temaslarına ilişkin gözlemlerini aktaran Hekimoğlu,
Ankara’daki yoğun mesai içinde en çok telaşlı olanların Amerikalı diplomatlar
olduğu gözlemini paylaşırken, “Telaş edecek bir şey yok… Türk toplumu
bağlı bir politikanın ıstırabını hele şu Kıbrıs olaylarında çok derinden duydu.
Bu çıkmazdan kurtulmak, ulusal ve bağımsız bir politikaya yönelmek yollarını
arıyor artık. Sovyet-Türk münasebetleri bu ışık altında değerlendirilebilir
ancak” (Hekimoğlu 1965) sözleriyle Türk dış politikasının evirildiği yönü
gazeteci gözüyle aktarmıştı. Sovyetler Birliği yönetiminin ilk etapta Kıbrıs
meselesinde Rum tarafını destekler açıklamalar yapmasına karşılık iki ülke
arasında gelişen ilişkiler ilk meyvelerini bu sorun üzerinde verdi.
Türk Başbakan’ın ziyaretinden 3 ay önce Ankara’ya gelen Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Gromiko temasların oldukça faydalı geçtiğini, gelecek adına umutlu olduğunu belirtmesinin yanı sıra, Kıbrıs konusuna da değinerek: Ada’ya dış müdahaleye karşı olduklarını fakat yönetim olarak rejimin federasyon şeklinde kurulabileceğini söylemişti (Gençalp 2014:323). Bu yaklaşım Sovyetler’in Türk tezine yaklaştırıldığını göstermesi açısından büyük öneme sahiptir.
9-17 Ağustos 1965 tarihleri arasında Başbakan Ürgüplü’nün Sovyetler
Birliği’ne yaptığı ziyaret (BCA, 30.1.0.0/46.277.3)15 bu dönemdeki en
önemli ekonomik anlaşmalardan birinin esaslarını ortaya koymuştu. Bu
anlaşmanın gerekli protokollerini yapmak üzere ise 30 Eylül 1965’te bir
başka Sovyet Heyeti Türkiye’ye geldi ve yapılan uzun müzakereler sonucu
12 Kasım 1965’te imzalanarak yeni kurulan Demirel hükümetine koalisyonlar
döneminin bıraktığı son miras oldu (Gürün 1983:204).
SONUÇ
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze dış politika serüveni
incelendiğinde izlenen yol haritasında dönem dönem bir takım değişiklikler
yaşandığı kolaylıkla gözlenebilmektedir. Kuruluş sürecinde Misak-ı Milli ile
belirlenen dış politika hedeflerine ulaşmaya çalışan Türkiye’nin uluslararası
camiaya vermek istediği mesaj netti: Milli sınırlara dayalı, tam bağımsız bir
devlet. Bu konudaki kararlılık ve izlenen dış politika, iki dünya savaşı arası
dönemde İtilaf devletlerinin Kürkçüoğlu’nun deyimiyle “ihtilaf” devletlerine
dönüşmesiyle (Kürkçüoğlu 1980:320) Türkiye’nin elini daha da güçlendirdi.
Bu periyotta komşu devletler Yunanistan, Irak, İran ve Sovyetler Birliği ile
yapılan bölgesel dostluk ve saldırmazlık anlaşmaları Türkiye’nin itibarını
arttırırken bir yandan da güvenliğini de sağlamaktaydı. Uygulanan bu politikalar
İkinci Dünya Savaşı arifesinde değişime uğradı ve savaş sonunda
oluşan iki kutuplu dünyada Türkiye ABD merkezli Batı ittifakı tarafında yer
aldı. Bu tercihte Sovyetler Birliği’nden gelen tehditlerin de ciddi bir payı
olduğunu yinelemek gerek. 1950 yılında yaşanan iktidar değişimi sonrası
Demokrat Parti, Ortadoğu ülkeleriyle olan ilişkileri yeniden ihya etmeye
çabaladıysa da gerek geçmiş anlaşmazlıklar gerek ideolojik çatışmalar gerekse
de bu dönemde sürdürülen kayıtsız şartsız Batı yanlısı tutum nedeniyle
bu çabalar istenilen sonuçları vermedi. Benzer bir süreç Sovyetlerle
bu dönemin sonlarına doğru işletilmeye çalışıldıysa da iktidarın ömrü ilişkilerin
geliştirilmesine yetmedi.
27 Mayıs darbesi sonrası iktidarı ele alan Milli Birlik Komitesi’nin içeride
izlediği politikalar DP politikalarına bir tepki niteliği taşımasına rağmen,
dış politikada tamamen farklı bir yol takip edildi. Komite’den yapılan
ilk açıklamada müttefiklere olan bağlılığın vurgulanması dış politikada marjinal
bir değişimin olmayacağı işaretlerini vermişti. Ancak ilerleyen süreçte
Türkiye’nin çıkarlarının müttefiklerininki ile çatışması sonucu dış politikada
ciddi bir kırılma yaşandı.
27 Mayıs sonrasında tartışmaya açılan Türk dış politikasında: 1962
Küba Krizi, 1963 Kıbrıs olayları, Johnson Mektubu, NATO güvencesinin ve
yardımlarının azalacağı söylemleri, ABD’nin kromu Türkiye yerine Sovyetlerden
almaya başlaması ile değişim kaçınılmaz bir hal aldı. Tek yönlü, bağımlı
dış politikanın kendisine ne kadar zarar verdiğini sonuçlarıyla beraber
yeni yeni anlayan Türkiye yüzünü, bir taraftan Federal Almanya’ya diğer
taraftan Ortadoğu, Asya, Latin Amerika ve Afrika’yı kapsayan 3. Dünya’ya
ve kaçınılmaz olarak kuzey komşusu süper güç olan Sovyetler Birliği’ne
döndü (Tellal 2000:194). Milli bir dava haline dönüşen Kıbrıs meselesi
ile Batı ittifakının içindeki yerini adeta bir turnusol kağıdı deneyi ile idrak
eden Türkiye, bağımsızlığını kazanıp Milletler Cemiyeti’nin üyesi olan
3. Dünya ülkelerinin olası bir Kıbrıs oylamasında artan önemini de fark ederek
daha geniş perspektifli bir politika arayışına girdi. Bu değişimin en
önemli iki ayağından biri olan Ortadoğu ülkeleriyle ilişkiler sınır anlaşmazlıkları,
ideolojik farklılıklar, tarihi birikimler gibi çeşitli sebeplerden ötürü
istenilen seviyede geliştirilemediyse de sacın diğer ayağı olan Sovyetler
Birliği ile münasebetlerin geliştirilmesine yönelik ciddi adımların karşılıklı
bir şekilde atıldığı görülmektedir. Bu dönemde ilişkilerin geliştirilmesi için
ortaya konulan çabalar sonraki dönemde karşılık bulmuştur. Dönemin başlangıcı
kabul ettiğimiz 27 Mayıs 1960’tan 1965 yılına gelindiğinde Türk dış
politikası 5 yıl önceki halinden tamamen farklı bir hal almış oldu.
Devletler arası ilişkilerde her devlet kendi çıkarları doğrultusunda hareket
ederek bir politika belirler. Bu bağlamda Türkiye’nin 1962 yılı ortalarına
kadar takip ettiği koşulsuz Batı yanlısı siyaset, çıkarların çatışması ve
müttefiklerden beklenen desteğin sağlanmaması nedeniyle iflas etti. Sonraki
dönemlerde de görüleceği üzere Türkiye, müttefiki kabul ettiği ABD ve
Avrupa ile yaşadığı her ciddi sorun sonrası yönünü Sovyetlere ve komşu
Arap devletlerine dönerek bir denge siyaseti takip etmeye çalışmıştır. Sonuç
olarak anlaşmalara ve ittifaklara bağlı fakat bağımsız ve milli bir dış
politikanın Türkiye’nin çıkarlarını koruma noktasında faydaları yaşanan
her tecrübe sonrası bir kez daha net bir şekilde anlaşılmıştır. Bu iki ilkeden
vazgeçilmeden takip edilecek her türlü politikanın başarılı olma ihtimalinin,
tarihi örneklerinde de görüldüğü üzere, diğer yöntemlerden yüksek olacağı aşikârdır.
KAYNAKLAR
Arşiv Belgeleri (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi)
BCA, 30.1.0.0/46.277.3.
BCA, 30.1.0.0/50.304.9.
BCA, 30.18.1.2/181.70.1-3.
BCA.30.18.1.2/180.61.14.
Resmi Yayınlar (Millet Meclisi Tutanak Dergisi)
MMTD, C.11, B.28, 10.01.1963.
MMTD, C.20, B.128, 02.09.1963.
Süreli Yayınlar
Akşam (1960-1965)
Ulus (1960-1965)
Milliyet (1960-1965)
Son Havadis (1960-1965)
Havadis (1960-1961)
The Times (1960-1962)
“Dış Politika”, Milliyet, 30.04.1963.
“Irak ve Sınır Olayları”, Ulus, 20.08.1962.
“Sovyet Heyeti’nin Ziyareti”, Milliyet, 04.01.1965.
AFACAN İsa (2012), “Türk Dış Politikasında Afrika Açılımı”, Ortadoğu Analiz, 4(46).
AKKAYA Bülent (2012), “Türkiye’nin NATO Üyeliği ve Kore Savaşı”, Akademik
Bakış Dergisi, Celelabat/Kırgızistan,28.
ALTAN Çetin (1963), “Takke Önümüze Düşmeden”, Milliyet, 23.01.1963.
ASLAN İffet (1962), “Küba Krizi ve Türkiye”, Ulus, 30.10.1962.
BABAN Cihad (1963), “Ortadoğu ve Türkiye”, Ulus, 25.04.1963.
BAL İdris (2002), “Türk Dış Politikası (1960-1980)”,Türkler Ansiklopedisi,
C.17, Yeni Türkiye Yay, Ankara 2002.
BALKAN Aydemir (1960a), “Dış Politika Felsefemiz”, Akşam, 15.08.1960.
BALKAN Aydemir (1960b), “Ortadoğu Politikamızda Yenilik İhtiyacı”, Akşam, 07.09.1960.
BARLAS Ali İhsan (1960), “Sovyetler Birliği ve Türkiye”, Son Havadis, 10.09.1960.
BAŞ Arda (2012), “1957 Suriye Krizi ve Türkiye”, History Studies,4(1).
BILGE A. Suat (1969), Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1965), Ankara.
BILGIN Mustafa (2007), Britain and Turkey in the Middle East, London: Tauris.
BOSTANCI Mustafa (2013), “Türk Arap İlişkilerine Etkisi Bakımından Bağdat
Paktı”, Gazi Akademik Bakış, 7 (13).
BULUT Sedef (2008), “Sovyet Tehdidine Karşı Güvenlik Arayışları: I. ve II.
Menderes Hükümetlerinin (1950-1954) Nato Üyeliği ve Balkan Politikası”,
Atatürk Yolu Dergisi, 41.
ÇAKIR Faruk M., “Amerikan Bakış Açısından Türkiye’de 1957–1960 Dönemi
Siyasal Gelişmeleri ve Türk-Amerikan İlişkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 59(1).
ÇELIK F. Edip (1960), “Dış Politikada Ölçü”, Akşam, 27.06.1960.
DOĞANER Yasemin (2006), “İngiliz Büyükelçiliği Yıllık Raporlarında Demokrat
Parti Dönemi Türkiye’sinde Dış İlişkiler”, Hacettepe Üniversitesi
Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2.(4).
DURAN Hasan-Ahmet Karaca (2013), “1950-1980 Döneminde TürkiyeOrtadoğu
İlişkileri”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 14(1).
EKINCI Necdet (2002), “İnönü Dönemi ve II. Dünya Savaşı Yılları”, Türkler,
C.16, Editörler: Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
EKINCIKLI Mustafa (2002), İnönü-Bayar Dönemleri Türk Dış Siyaseti, Ankara: Berikan Yay.
ESMER Ahmet Şükrü (1962), “Irak’ın Dertli Adamı”, Ulus, 29.08.1962.
GENÇALP Ebru (2014), “Türk Basınında İkili Ziyaretler Boyutunda Türk
Sovyet İlişkileri (1965-1980)”, ÇTTAD, XIV(29).
GÖNLÜBOL Mehmet (1969), Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara:A.Ü. S.B.F. Yayınları.
GÖNLÜBOL Mehmet-Cem Sar (1997), Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası
(1919-1938), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yay,.
GÜRTUNA Anıl (2006), Turkish-Russian Relations in The Post Soviet Era:
From Cocflict to Cooperation, ODTÜ SBE, Ankara, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi.
GÜRÜN Kamuran (1983), Dış İlişkiler ve Türk Politikası, Ankara:A.Ü. S.B.F. Matbaası.
Havadis, 10.01.1962.
HEKIMOĞLU Müşerref (1960), “Kalb ve Kese Arasında”, Akşam, 14.12.1960.
HEKIMOĞLU Müşerref (1961), “Afrika Kaynarken”, Akşam, 05.08.1961.
HEKIMOĞLU Müşerref (1965), “Sovyet Misafirlerle İlk Karşılaşma”, Akşam, 07.01.1965.
KÜRKÇÜOĞLU Ömer (1980), “Dış Politika Nedir? Türkiye’nin Dünü ve Bugünü”,
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 35(1).
SEYDI Süleyman (2011), “Demokrat Parti’nin Dış Politikada Alternatif Arayışı
(1957–1960)”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14(2).
TELLAL Erel (2000), SSCB-Türkiye İlişkileri 1953-1964, Ankara.
TELLAL Erel, “Sovyet Dış Politikası ve Gromiko”, A.Ü. SBF Dergisi, 62(3): 349-377.
TEPECIKLIOĞLU Elem Eylice (2012), “Afrika Kıtasının Dünya Politikasında
Artan Önemi ve Türkiye-Afrika İlişkileri”, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları
Dergisi, 1(2).
TOKER Metin (1965a), “”Bugünkü Türkiye’nin Dış Politikası”, Akis, 551, 08.01.1965.
TOKER Metin (1965b), “Rus Heyetini Karşılarken”, Milliyet, 04.01.1965.
UÇAROL Rıfat (1995), Siyasi Tarih (1789-1994), İstanbul: Der Yayınları.
YEŞILBURSA Behçet Kemal (2009), “A General Review of Turkey’s Foreign
Affairs During The Democrat Party Era (1950-1960)”, Alternative Politics, 1(2).
DİPNOTLAR;
1 Oysa ki, bu açıklamadan iki hafta evvel Orgeneral Gürsel iki Yunan gazeteciye yaptığı açıklamada Türkiye ile tarihi ve geleneksel bağları olan Birleşik Arap Cumhuriyeti ve Irak’la ilişkilerin geliştirilmesinden daha doğal bir şey olmadığını ifade etmekteydi. Nasır’ın Atina’ya gerçekleştirdiği ziyarette Türk devrimini onaylayan sözleri de ilişkilerin olumlu yönde seyredeceği izlenimi vermekteydi. (“Turkey’s Changed Attitude to U.A.R.”, The Times, 15.07.1960).
2 Molla Mustafa Barzani ile Irak hükümeti arasındaki çatışmada Iraklı Kürtlerin önemli silah kaynaklarından biri Türkiye idi. Güneydoğu Anadolu’nun sarp coğrafyasının da yardımıyla bölgedeki çeteler silah kaçakçılığından büyük gelir sağlamaktaydı. 1962 Haziran’ında Siirt’te 14 köylü bu organizasyonu ihbar ettikleri gerekçesiyle bu çetelerden biri tarafından kaçırılıp, 40 bin Lira karşılığı fidye sonucu serbest bırakılmıştır. Bu hadise hükümeti sınır güvenliği için
yeni tedbirler almaya itti.
3 Hakkari’ye bağlı Rübarük Karakolu ve Biskan Köyü de bombalanan yerler arasındadır. Bu hadiseden bir ay önce Irak Hava Kuvvetlerine ait MIG tipi bir uçak Hakkari Gerur’a 20 mil mesafede konuşlu bir jandarma birliğini hedef aldı fakat şans eseri ölü veya yaralı olmamıştır. Bu olayın Irak uçaklarının isyancı Kürt grupları kovalaması sonucu yaşandığına inanılmaktadır (The Times, 11.07.1962).
4 Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala ve Aydın Milletvekili Reşat Özarda telgraf çekenler arasındadır.
5 The Times da olayla ilgili çıkan bir haberde Iraklı yetkililer Türk savaş uçaklarının Irak hava sahasından 45 mil içeride bu saldırıyı gerçekleştirdiğini iddia etmektedir (The Times, 20.08.1962).
6 General Kasım El-Sevre Gazetesi’ne verdiği demeçte; “Türk halkı Müslüman ve Arap dostudur. Hükümetinin işlediği bu cinayeti kabul etmemektedir. Türk halkı Türk hükümetinin Araplar hakkında aldığı kararlara da muhaliftir. Mesela hükümetin İsrail’i tanımasına Türk halkı tamamen karşıdır. Müslüman olan Pakistan Hükümeti de CENTO Paktı’na sırt çevirmiş ve İsrail’i tanımamağa karar vermiştir. Biz komşularımız hakkında iyi niyetlerimizi her vesile ile tekrarla-
dık. Kuzey’deki asilere yardım eden Amerika ve İngiltere’dir. Onlara da yardım eden müstemlekeci komşularımızdır” dedi.
7 Elçi olayların yatışmasından sonra Eylül ayı içerisinde Bağdat’taki görevine döndü.
8 Dışişleri yetkilileri bu önerinin Irak tarafından kabul edilmeyeceğini düşündüklerini çünkü Kuzey Irak’ın tamamıyla Kürtlerin hâkimiyetinde olduğu belirttiler.
9 Türkiye ile Irak arasında karşılıklı suçlamalarla devam eden ilişkiler daha sonra normalleşse de Irak hükümeti ile isyancı Kürtler arasındaki çatışmadan yine en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Kuzey Irak’tan binlerce Kürt yaşanan çatışmalar sebebiyle 1963 yılı içerisinde de Türkiye’ye sığınmaya devam etti (The Times, 28.09.1962; 30.08.1963).
10 Ayrıca Batı’nın Moskova’da Kruşçev’i Stalinist muhalefete karşı desteklemek adına ilişkileri yumuşatmaya çalışması da Türkiye’nin önemi ile ilgili soru işaretlerinin doğmasına yol açmıştır. Bir bakıma bu gelişme Türkiye’nin güvenliği açısından olumlu bir hadisedir.
11 1964 Ekim’inde Dışişleri Bakanlığı Türkiye ile Sovyetler Birliği hükümeti arasında vize harçlarının kaldırılması hususunda mektup teatisi anlaşması yapılması hususunda yetkilendirilmişti. Vizelerle ilgili yapılan bu düzenleme karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılan küçük adımlardan biri olarak kabul edilebilir.
12 Kültür anlaşması ile ilgili yetkilendirme 28.10.1964 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile Erkin’e verildi. Anlaşma kapsamında Türk ve Rus bilim insanlarının karşılıklı bilgi alış verişinde bulunarak üniversiteler arasında işbirliği kurmaları, opera ve müzik alanında sanatçıların mübadelesi, resim, gravür, seramik ve süsleme sanatlarında karşılıklı sergiler açılması, spor karşılaşmaları düzenlen mesi, müzelerdeki eserlerin sergilenmesi düşünülmüştür.
13 28 Yıl boyunca kesintisiz bir şekilde Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı olan, meslekten bir diplomat olan Andrey Andreyeviç Gromiko hakkında detaylı bilgi için bkz. Tellal 2007: 349.377.
14 Tabii Senatör Osman Köksal ve bazı AP’li vekiller Podgorny’nin Meclis kürsüsünden konuşmasına karşı çıkarak, komünizm propagandası yapıldığını öne sürmüşlerdi.
15 Bu ziyaretle ilgili koalisyonun bir diğer ortağı olan CKMP Genel Başkanı Türkeş, Tas Ajansı’na verdiği aşağıdaki demeçle ziyareti desteklediklerini belirtmişti: “Başbakanımızın Rusya seyahati önceden hazırlanmıştır. Biz diğer komşularımızla olduğu gibi bütün milletlerle ve Sovyetler Birliği ile iyi münasebetler içinde bulunmayı daima arzu ederiz. Başbakanımızın bu ziyaretinin de her iki memleket için yararlı olacağını zannediyoruz.”
***