Abdi İpekçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdi İpekçi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2018 Perşembe

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 8

12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ’NİN GENÇLİĞİN  ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ BÖLÜM 8


G-FATSA (TERZİ FİKRİ) OLAYI: 

Terzi Fikri’’ lakaplı Fikri Sönmez, Ordu Fatsa’ da belediye başkanlığı yaparken, sol grup teröristlerin Fatsa ve etrafında yuvalandıkları haberi yayılır. Fikri Sönmez devrimci olarak önce adını duyurmuş, önce TIP’ e üye olmuş sonraları yolunu THKP-C örgütünde Mahir Çayan ile birleştirmiştir. Hatta Mahir Çayan ve arkadaşlarını, Maltepe’ de hapishaneden kaçtıktan sonra Karadeniz’ e yönlendirdiği gerekçesiyle 2 yıl tutuklu kalmış ve 1974 affıyla dışarı çıkmıştır. 1979 seçimlerinde de belediye başkanlığına aday olur ve farklı bir politika güderek halk tarafından seçilir, yönetim biçimi hakkında basına verdiği demeçlerle dikkat çeker. 

Nitekim Fikri Sönmez Fatsa’ da gerçekten farklı bir politika güder. Arazi anlaşmazlıklarından kan davalarına, köy kavgalarından aile içi sorunlara kadar her türden sorun halk tarafından devrimcilerin önüne getirilmeye başlanır. Devrimciler de, bu sorunları halkla birlikte çözmeye çalışır. Belediye’ ye göre çözümsüz hiçbir sorun yoktur, halk yönetime katıldıkça sorunlar da azalır felsefesi vardır. Halk kendi kendini yönetmektedir, halkın siyasal yaşama katılımı söz konusudur. Kısacası Fatsa’ da yeni bir yaşama modeli ortaya konmuştur. 

Ordu’ nun bile girmeye çekindiği Fatsa’ ya bir gece vakti operasyon yapıldı. Emri bizzat Kenan Evren vermişti. Büyük bir askeri güç, tank ve helikopter birliklerinin desteğinde Fatsa’ ya girdi. Çok güçlü bir direniş beklentisi vardı. Ancak hiç direnme olmadı. Herkes şaşkındı. Ancak operasyonun sabahında bütün kamuoyunu şaşırtan daha doğrusu irkilten bir başka gelişme vardı. Daha önce ilçeden kaçan ülkücüler yüzlerinde maskelerle ortaya çıktı. Maskelilerin ihbar ettiği kişiler gözaltına alınıyordu. Bunların arasında Terzi Fikri ile beraber 
300 kişi daha vardı 107. 

Terzi Fikri, hapishanede yattığı 5. yılın sonunda öldü. 
1978 yılı içinde daha önceleri silahlı çatışmalar ve suikastlar biçiminde görülen şiddet olayları artık 1980’ e doğru kitlesel çatışma niteliği kazanmaya başlamış oldu. 
Kişilere yönelik suikastlarda da ünlü yazar, öğretim üyesi, sendikacı ve politikacılar hedef seçilmeye başlandı. Özellikle "sol" eğilimli olduğu bilinen yasal örgüt yönetici ve aydınlara karşı iyi düzenlenmiş silahlı saldırılar yoğunlaştı. Bu kişileri öldüren ya da azmettirenlerden pek azı yakalandı, bazısı yurtdışına kaçtı ya da kaçırıldı. Bu durum, devlet içinde yuvalanmış bazı gizli odakların, toplumun demokrasiden umudunu kesmesini sağlayarak bir askeri müdahaleye ortam sağlamak amacıyla silahlı saldırıları tahrik ve teşvik ettiği, dahası bizzatsuikastların düzenleyicisi olduğu yolunda görüşlerin haklı olarak ileri sürülmesine de yol açmıştır. Zira bireysel ve kitlesel şiddet artık halkı da canından bezdirmiştir. 

H- TARİŞ OLAYLARI: 

TARİŞ, Ege Bölgesi’ nde 80 bin üreticinin ortak olduğu ve ülkenin tarımsal 
ürünlerinin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutan ve 11 bin civarında işçinin çalıştığı fabrikalardan oluşmaktaydı. Bir kooperatif olan TARİŞ’ in yönetim kurulları, kağıt üzerinde, üretici ortaklar tarafından belirlenmekteydi. Ancak yönetim kurulunu seçen asıl güç, büyük toprak sahipleri ve kooperatifin büyük hissedarlarıydı. Kooperatife bağlı fabrika müdürleri, genel müdür ve diğer bürokratlar bakanlıklar tarafından atanmaktaydı. TARİŞ bu görünümüyle ( Çukobirlik, Ant, Trakyabirlik, Fiskobirlik gibi) yarı resmi bir kuruluş özelliği 
taşımaktaydı. Bu özelliğinden dolayı, siyasal iktidarların her zaman üzerinde projeler geliştirdiği bir alan olmuştu. Siyasi iktidarlar TARİŞ’ e politik olarak yaklaşmıştı 108. 
İşte bu sebepledir ki her dönem iktidara gelenler istihdam politikasını siyasete göre endekslemişlerdir. Sırf alt tabandan kendilerine destek oluşturabilme, koltukta uzun süreli olabilme adına ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemişlerdir. TARİŞ gibi ülke ekonomisine katkıda bulunan kurumlara kendi partizanlarını doldurarak güç birliği oluşturma yolunu seçmişlerdir. Dolayısıyla bu kurumlarda yeşeren örgütsel faaliyetler zaman geçtikçe illegal doğrultuda etkinlik kazanmıştır. Zira akabinde bazı partilerin üsleri olma sıfatını da 
kazandıkları için sırası geldiğinde partililerce polisin bile zorla girebildiği yerler durumuna getirilmişlerdir. 

İlk kez Demirel’ in MC Hükümeti ile revize edilen TARİŞ, çalışanlarını doğal olarak Hükümeti oluşturan partilerin sempatizanlarından seçmişti. Kadronun büyük kısmını MHP’liler oluşturmaktaydı. Demirel sistemi desteklemektedir; MHP’ liler tarafından kendi partidaşlarına bile zaman zaman yapılanlara göz yummaktadır. Sıra 1978 yılında hükümeti kurma görevi CHP’ ye gelince her şey sil baştan olur. Bu sefer dönemin ‘faşist’ adını verdiği MHP’ liler yerine TARİŞ’ e devrimciler alınır. TARİŞ’ te hiç sıradan çalışan yok mudur, elbette vardır ve onlar sırf ekmek parası uğruna çalışmayı sürdürüyorlar dır. 
Bıkmadan, yorulmadan, kafaları sadece alacakları yevmiye ye takılı olarak. 

Şüphesiz siyasiler ve onların yandaşları izin verdiği sürece…

TARİŞ’ e girdim. Orada birden halkın çok acıklı bir durumda olduğunu gördüm. Yani insanlar sabah saat 05::00’ da kalkıp çok uzak semtlerden, kendi imkanları ile, şimdi TARİŞ’ te servis var mı bilmiyorum, dağlardan bayırlardan saat 07:00’ de işbaşına geliyorlardı. Hiç durmaksızın ama hiç ara vermeden, çay içmeden sadece yarım saatte yemek yiyip çalışıyorlardı. Biz öğrenci halimizle oraya göre çok lüks yaşıyorduk. TARİŞ Üzüm İşletmeleri çok kokuyordu. O yoğun, o korkunç koku içerisinden yemek yiyip tekrar işe başlıyorsunuz ve akşam 17: 00’ a kadar hiç aralıksız çalışıyorsunuz. Hiç aralıksız bir banttan üzüm çöpü ayıklıyorsunuz. Çöp ayıklamakta biraz aksadığınız zaman ustabaşıları herhalde onlar için de öyle yapmak gerekiyordu o işi koruyabilmek için, sizin yevmiyenizi kesiyorlardı. Otomatik ve çok acımasız bir ceza vardı 109. 

Hiçbir şey yerinde kalmıyor, araba hiç düz yolda ilerlemiyor. İşte TARİŞ’ te çalışanlar yeniden değiştiriliyor. Çünkü sene 1979 ve bir başka MC Hükümeti yeniden iktidar. 

Yine, yeniden Demirel sahnede… 

AP Hükümetini destekleyen MHP tekrar güç kazanmıştı. TARİŞ’ te belli bir kadrosu vardı zaten. Ancak ağırlık elbette iktidar yanlısı olan kendisinde olmalıydı. AP Hükümetine göre TARİŞ, anarşi ve terörün kaynaklarından, üslerinden birisiydi 110. 
22 Ocak günü "arama yapmak" bahanesiyle, yüzlerce polis ve jandarma panzerlerle, hatta helikopterle TARİŞ' e baskın yaptılar. Tüm işletmelerde operasyon düzenlendi. 

Panzerler kapıları kırıyor, duvarları yıkıyor, işçilerin üzerlerine ateş açıyordu. Arama yapılacak gibi durmuyordu polis, aslında resmen baskın yapıyordu ve işgal ediyordu. Zira bir müddet sonra arama yerine işçiler üzerine kurşun yağdırmaları buna dayanak oluşturmuştu... 
Bunu duyan İplik fabrikası işçileri, benzer bir şey yaşamaktan çekinerek, en önde de kadın işçiler, polis ve jandarma kuvvetlerine karşı etten barikat oluştururlar. Üzüm ve zeytinyağı kombinalarına giren polis çok sayıda işçiyi gözaltına alırken, iplik fabrikası işçileri, polisi fabrikaya sokmazlar. Direniş başlatırlar. İlk gün 251 işçi gözaltına alınır; 11 işçi tutuklanarak Buca cezaevine konulur. Pamuk ve zeytinyağı kombinaları ile üzüm işletmelerinde çalışan işçiler, ertesi gün de direnişe devam ederler. Ok yaydan çıkmıştır, 11 
bin TARİŞ işçisi direniştedir. Üretim tamamıyla durur. Talepleri vardır: 

-Olaylardan polisin sorumlu tutulması 
-Gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılması 
-İş ve can güvenliğinin sağlanması 

Besin-İş ile Tek Gıda-İş sendikaları vardı orada. Tek Gıda-İş’ i satılmış sendika olarak kabul ediyordu işçiler…TARİŞ olayları Tek Gıda-İş’ ten Besin-İş’ e geçme olaylarıdır aslında. Ve birden orada hareket olduğunu fark eden başta siyasi fraksiyonlar da kendi profesyonel devrimcilerini gönderdiler. Herkes bir yerde bulunmaya başladı. Zeytinyağı işletmesinde, üzümde, sabunda bir düzine işletme var birbirine bağlı, her işletmede çeşitli fraksiyonlardan insanlar olmaya başladı, ama biz üzümde ilk direnişi başlattık 111. 
Olayın İzmir’de duyulmasının ardından, Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu 
mahalleleri de direnişe katılır. Üstelik üniversite öğrencileri de üniversiteyi( Ege Üniversitesi) işgal eder. Hedefleri ortaktır: ‘’Direnişinizi direnişimizle destekliyoruz!’’ Çatışmalar çıkar, protestolar büyür, akabinde Tıp Fakültesi Hastanesi çalışanları da TARİŞ için destek verir, iş bırakır. 

DİSK, TARİŞ direnişinin beşinci gününde yani 26 Ocak’ ta, İzmit ve Mersin’ den sonra İzmir’ de “geleneksel” “Demokrasi” mitinglerinden birini gerçekleştirir. DİSK yönetimi direnişi destekler görünür ama planın perde arkası farklıdır. DİSK aslında olayların uzamaması taraftarıdır ve hemen bir formül geliştirir. O dönem çoğu çalışan zaten grevde olduğu için ‘’genel grev’’ çağrısı yapılır. İşçilere direnişin yasal olmadığı anlatılır ve ikna edilirler. Tarih 31 Ocak’ tır, direniş durmuştur. 

7-10 Şubat arası mahalle direnişleri kırılır. 10 Şubat’ ta polisle halk arasında çıkan çatışmada Cemil Oral adlı öğrenci panzerlerden atılan kurşunlara hedef olarak ölür. 11 Şubat’ ta Demirel “Devlet TARİŞ’ e girecektir” açıklamasını yapar. Artık direnen sadece İplik Fabrikasıdır. 14 Şubat saat 04.00’de fabrika havadan ve karadan sarılır. 

Askerler, tanklar, helikopterler, hava indirme komandoları…Tıpkı Amerikan filmleri gibi etraf sarılmıştır. 

İşçiye boyun eğmek düşer, direnişe bırakıp normal hayata geçmek düşer. Elbette çoğu işten çıkarılarak faturayı öder. 15 Şubat’ ta İzmir’ de sıkıyönetim ilan edilir. 

TARİŞ direnişi, tek başına ne bir sendikanın, ne bir siyasetin ne de bazı kişilerin 
eylemiydi. TARİŞ’ te bana göre bir destan yazıldı. Bin beş yüz insan bu direnişin destanına mürekkep taşıdı. Bana göre TARİŞ işçisinin direniş boyunca verdiği mesaj şuydu: ‘’Bu bizim örgütsüz halimiz!’’ Sonradan yaşananlara bakılırsa, bu mesajı en doğru burjuvazi okudu’’112. 
TARİŞ’ in en önemli özelliklerinden birisi çok farklı gruplardan insanlar olmalarına rağmen çok güçlü bir dayanışma içinde olmalarıdır. Omuz omuza müthiş bir işbirliği örneği göstermişlerdir. Üstelik direniş başladıktan sonra halkın desteği gerçeği da vardır işin içinde. Halkın bu motive edici ve destekleyici hali şekil çizmiştir direnişçilere, belirleyici olmuştur. Halk lojistik destek sağlamakta dır. Çeşitli mahallelerde kurulan barikatlar, polise karşı eylemler ya da kimisinin fabrikadakilere yemek ve su taşıması desteğe en önemli örnekleri 
oluşturmuştur. 

1979-1980 böyle kaos, kavga, kin-nefret içinde geçiyordu. TARİŞ Olayları da 
dolayısıyla yangını körükleyen, tetiği çeken ellerden biri oldu Her olay bir sonrakine baz oluşturuyor, saflar gittikçe bileniyordu. Yol, çözüm, umut her geçen gün yok oluyordu. Hepsi birer balon misali elden kaçıyordu. Ölümlerin önüne ise artık hiç kimse geçemiyordu. Cenazeler arka arkaya kalkıyordu. 

‘’Artık her geçen gün cenaze kaldırılıyor. Biz de kaldırıyoruz, başkaları da kaldırıyor. Artık Türkiye’ de her gün televizyonlarda izlediğimiz şeyler, olaylar bir fotoromana dönüştü. Öyle bir ortama sürüklendi Türkiye. Parlamento tam bir çıkmaza girdi. İşte siyaset cephesi artık tamamen işlevsiz hale gelmişti 113.’’ 

I-DARBE ÖNCESİ SUİKASTLAR,  114 

1 Şubat 1979—‘’Abdi İpekçi’’ suikastı 
10 Eylül 1979---Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı ‘’Ceyhun Can’’ suikastı Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili ‘’Fikret Ünsal’’ 
19 Eylül 1979---Malatya Ülkü Ocakları eski Başkanı ‘’Mürsel Karataş’’ 
28 Eylül 1979—Adana Emniyet Müdürü ‘’Cevat Yurdakul’’ 
19 Kasım 1979---Eski Adalet Partisi İstanbul Milletvekili ‘’İlhan Darendelioğlu’’ 
20 Kasım 1979--- İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı ‘’Ümit Doğançay’ 
3 Aralık 1979--- Fedai Dergisi sahibi, yazar ‘’Kemal Fedai Coşkuner’’ 
7 Aralık 1979--- İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi ‘’Cavit Orhan Tütengil’’ 
11 Nisan 1980--- TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden ‘’Ümit Kaftancıoğlu’’ 
27 Mayıs 1980---Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı ‘’Ali Rıza Altınok’’ Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ‘’Gün Sazak’’ 
17 Haziran 1980---CHP Nevşehir İl Başkanı ‘’Zeki Tekiner’’115 
15 Temmuz 1980---Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ‘Abdurrahman Köksaloğlu’ 
19 Temmuz 1980--- ‘’Nihat Erim’’116 
22 Temmuz 1980--- Maden-İş Sendikası Genel Başkanı ‘’Kemal Türkler’117 

Suikastların hepsi çok önemliydi, hepsi halkı üzmüş ve şoka sokmuştu. Cinayetler artık fütursuzca arka arkaya geliyordu. Her cinayet bir öncekinin, karşı grupça alınan intikamının göstergesiydi. Bir sağa karşı bir sol kurban ediliyordu. Bu cinayetlerin iki tanesi ayrıca önemliydi. Birisi Gün Sazak diğeri Abdi İpekçi suikastıydı. Gün Sazak’ ın ölümünden sonra ortalık iyice karıştı; ülkenin her yanına olaylar sıçradı. MHP’ liler öyle öfkeliydi ki ne yapsalar hırsları geçmeyecekti. Sivas, Malatya gibi pek çok yerde yer yerinden oynadı, tepkiler bir çığ gibiydi ama elbette bu tepkilerden en çok can yakanı Çorum oldu. 

Herkes şaşkındı. Terör sonunda Abdi İpekçi gibi ılımlı, her çevrenin saygı duyduğu bir gazeteciyi de öldürmüştü. Herkes aynı soruyu soruyordu: Neden? Neden İpekçi? Aslında vurulan uzlaşı, hoşgörüydü. Öldürülen İpekçi değil onun temsil ettiği çağdaş, demokratik, uygar yaklaşımdı. 

14 Ekim’ deki ara seçimler öncesi Başbakan Yardımcısı Demokrat Partili Faruk Sükan görevinden istifa etti ve arkasından gelecek olanlara yol açtı. Ard arda gelen istifalarla meclisteki sandalye sayısı da değişmişti. Muhalefetin sandalye sayısı 224, İktidarın sandalye sayısı ise 219 olmuştu. Seçimler spekülatif haberlerle gergin geçmişti ama seçim sonu esas gerilen Ecevit oldu. Zira Ecevit sandıkta bozguna uğramıştı. 50 senatörlüğün 33’ ü AP’ nin olmuştu ve bu da yeni bir hükmet kurulması demekti. Ecevit mesajı almış, istifasını sunmuştu. 
Artık son perde IV. Demirel Hükümeti ile kapanacaktı. MSP ve MHP tarafından dışarıdan desteklenen bu hükümetin yaptığı en önemli iş Uluslararası Para Fonu tarafından önerilen bir istikrar programını 24 Ocak 1980 günü yürürlüğe koymak olmuştur. 

1979 yılı bir önceki yılı hiç aratmamıştı. Terör ve yoksulluk zirveden inmemişti. 
Üstüne her geçen gün birbirlerinin etine diş geçirmeye çalışan siyasilerin bitmek tükenmek bilmeyen ağız dalaşları, sürekli birbirlerini suçlamaları herkesi yeterince bıktırmıştı. Üstelik artık boyut atlamışlar ve katliamlar, ölüler üzerinden polemiklere girer olmuşlardı. Gerekli tedbirler alınmıyor, sıkıyönetim gibi göstermelik bir uygulamayla olaylar bastırılmaya çalışılıyordu. Özgürlükler kısıtlanmıştı ama kan durmamıştı ve beraberinde en önemli üç şey yoktu: Elektrik, kömür ve petrol. 

Silahlı Kuvvetler de endişeliydi, tedirgindi, daha önce yaptığı gibi pek çok kez 1979 yılında da Milli Güvenlik Kurulu’ nu kullanarak Cumhurbaşkanı’ nı ve diğer kuruluşları uyarmıştı. Son uyarısı ise pek dikkate alınmayacak, kimse üzerine mal etmeyecek ve hatta bir mektup şeklinde verildiği günden bir iki gün sonra kamuoyu olaydan haberdar olacaktı. Silahlı Kuvvetler resmen tetiğe basmıştı ama ciddiyetini anlayan olmamıştı. Bu son muhtıraydı! 

27 Aralık 1979 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’ un imzalarını taşıyan ve ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir uyarı mektubunu, ön yazısı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ e sundu. Başta siyasi partiler olmak üzere tüm kamuoyu, mektubu, 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde Cüneyt Arcayürek' in haberiyle öğrendi 118. 

Silahlı kuvvetlerin görüşünü belirten bu mektup Bakanlar Kurulunda, parti 
gruplarında, işçi ve işveren çevrelerinde tartışmalara neden olmuştur. Parti liderleri genellikle bu metinde yer alan hususları üzerlerine almaktan kaçınmışlardır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

107 Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül- 2006, s. 121 
108 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa yayınları- 1.basım, Eylül 2008-İstanbul, s.359 
109 Doç. Dr. Davut Dursun, - Gazeteci, yazar Ayşe Önal ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, 
Düşünceler’’, Şehir Yayınları, İstanbul, Ocak 2005, s.278 
110 Bülent Ruscuklu, ‘’Demokrat Parti’ den 12 Eylül’e’’, Alfa Yayınları- 1.basım, İstanbul, Eylül 2008s.359
111 Doç. Dr. Davut Dursun, - Gazeteci, yazar Ayşe Önal ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, 
Düşünceler’’, Şehir Yayınları-İstanbul, Ocak 2005, s.279 
112 Ertuğrul Mavioğlu, ‘’Bir 12 Eylül Hesaplaşması-3/ Bizim Çocuklar Yapamadı’’, İthaki Yayınları-1 Baskı, İstanbul-Eylül 2008, s.206 
113 Doç. Dr. Davut Dursun, - Siyasetçi Muhsin Yazıcıoğlu ile söyleşi-‘’12 Eylül Darbesi / Hatıralar, Gözlemler, Düşünceler’’, Şehir Yayınları-İstanbul, Ocak 2005, s.313 
114 Kaynak :http://tr.wikipedia.org 
115‘’ Zeki Tekiner’ in ertesi günkü cenaze törenine gelen Bülent Ecevit ve CHP’ lilerin üzerine ateş açıldı. Tam bir ölüm kalım anıydı. Ecevit ateş altında kalmıştı. CHP’ li parlamenterler silahlarını çekip liderlerini koruma altına aldılar. CHP lideri, Başbakan Demirel ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’ in emriyle kente giren 
askerler tarafından kurtarıldı.’’ (Mehmet Ali Birand-Rıdvan Akar, ‘’12 Eylül-Türkiye’ nin Miladı’’, Doğan Kitap-İstanbul, 5. baskı, Eylül-2006, s.121) 
116 Nihat Erim hayatı boyunca hep düzgün bir siyasi yol izlemişti. Birdenbire 12 Mart Muhtırasıyla başbakanlığa getirildiğinde dahi çizgisini bozmamış, sağduyusunu korumuştu. Dev- Sol’ cular tarafından öldürüldüğünün 
duyulması üzerine Türkiye şoka girdi. Zira Erim cinayeti terörün vardığı son noktaydı. Artık bundan sonra ülkede kimsenin can güvenliği kalmayacaktı. Nihat Erim, 19 Temmuz 1980’ de İstanbul’da bir silahlı saldırı sonucu öldürüldü ve Türk siyasal hayatı içerisinde suikastla öldürülen ilk ve tek başbakan olarak tarihe geçti. 
117 Kemal Türkler, Gün Sazak’ ın intikamını almak için sağcılar tarafından Merter’ de evinin önünde, arabasına binerken öldürüldü. Nihat Erim öleli sadece 3 gün olmuştu. 
118 www.belgenet.com/ 12 Eylül/ 12 sıkıyönetim.html.(01.02.2009) 


9 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

15 Mart 2017 Çarşamba

Bir Gecede Değişimin adı: 12 Eylül Darbesi,


Bir Gecede Değişimin adı: 12 Eylül Darbesi,

Herşey aslında bir gecede oldu... 12 Eylül 1980 saat 03.00'de tanklar şehirlerde gezmeye başladığında bu aynı zamanda yeni bir dönemi işaret ediyordu. Bu tarihten sonra birçok şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da...

Aslında Türk halkı bir anlamda darbelere alışkındı, 27 Mayıs 1960 darbesi ile 12 Mart 1971 muhtırasını yaşamıştı...

Özellikle 70'li yıllarda başlayan sağ ve sol görüşlü gruplar arası gerginlik durdurulamaz bir boyuta geçmiş, hükümetler ve devlet gerginliği yatıştırmada yetersiz kalmıştı.

1980'e yaklaşıldığında yurdun hemen hemen her köşesinden ölüm haberleri geliyordu. Ülke adeta bölünmüş, kamplaşma doruk noktaya ulaşmıştı.

DARBEYE DOĞRU ADIM ADIM...

1 Şubat 1979:

Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında arabasında iken Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü. 


Mehmet Ali Ağca verdiği ifadede Abdi İpekçi'ye 5 - 6 el ateş ettiğini söyledi. Fakat olay yerinde 9 mermi ele geçirildi. Bu da bir ikinci kişinin olduğunu ihtimalini güçlendirdi. Daha sonra Oral Çelik ve Mehmet Şener'in suikastı beraber planladığı ve Mehmet Ali Ağca'yı da tetikçi olarak sonradan aralarına aldıkları öğrenildi. 

10 Eylül 1979:
Türkiye İşçi Partisi Adana eski İl Başkanı Ceyhun Can, yazıhanesinde öldürüldü.

Aynı gün bir diğer isim Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal da evinin önünde öldürüldü.

19 Eylül 1979:
Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te öldürüldü.

3 Aralık 1979:
Fedai Dergisi sahibi MHP'li yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde alışveriş yaptığı pazar yerinden dönerken kurşunlanarak öldürüldü.

7 Aralık 1979:
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil 7 Aralık 1979'da evinden üniversiteye giderken silahlı saldırıya uğradı ve öldürüldü. Tütengil uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde denemeler yazmıştı.

11 Nisan 1980:
TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 1980'de evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

27 Mayıs 1980:
MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, eşi ile gittiği bir ziyaretten dönüp arabadan eşyalarını indirirken Devrimci Sol militanları tarafından çapraz ateşe alınarak öldürüldü.

24 Haziran 1980:
MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde ve kızıyla birlikte öldürüldü.

15 Temmuz 1980:
CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu İstanbul Şişli'deki işyerinde öldürüldü.

19 Temmuz 1980:
Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul Dragos'taki evinin yakınında Mahir Çayan ve arkadaşlarının intikamının alınması adına Dev-Sol militanları tarafından suikaste uğradı. 

22 Temmuz 1980:
Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

FOTOĞRAFLARLA 12 EYLÜL DARBESİ... (TIKLAYIN)

VE 12 EYLÜL 1980...

İşte böyle gergin bir ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale ile yönetime el koydu. 

Dönemin Genelkurmay Başkanı daha sonra yargılanması gündeme gelen ve birçok tartışmaya neden olan Kenan Evren'di... 

Evren, Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı'nın yanı sıra Devlet Başkanlığı görevini de üstlendi. 

12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59'da Türkiye radyoları (TRT) İstiklal Marşı'nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Daha sonra anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.

Milli Güvenlik Konseyi'nin 1 Numaralı bildirisi şöyleydi: 

Yüce Türk Milleti;

Büyük Atatürk'ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir.

Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür.

Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.

Aziz Türk Milleti:

İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.

Girişilen harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.

Parlamento ve Hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.

Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.

Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.

Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05.00'den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.

Bu kollama ve koruma harekatı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00'deki Türkiye Radyoları ve Televizyonun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne güvenmelerini beklerim.

DEMİREL HÜKÜMETİ FESHEDİLDİ...

Bu müdahale ile 6. Süleyman Demirel hükümeti ve Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedildi, sendika ve derneklerin faaliyetleri durduruldu ve genel sıkıyönetim ilan edildi. 

1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve bir askeri dönem başladı. Bu dönem yaklaşık 9 yıl sürdü. 

12 Eylül 1980 darbesinin ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. 

12 EYLÜL DARBESİNİN BİLANÇOSU ... (TIKLAYIN)

Liderler için Hamzaköy ve Uzunada dönemi...

Darbenin gece 03.00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 05.30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay Başkanı Evren tarafından birer tebliğ gönderildi. 

Tüm tebliğlerde, " TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz " ifadesi kullanıldı, liderlere gidecekleri adresler de belirtiliyordu.

Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel için Hamzaköy Gelibolu adresi belirtilirken, Necmettin Erbakan'a ise Uzunada İzmir adres olarak gösterildi.

Ecevit ve Demirel eşleriyle birlikte aynı uçakla Hamzakoy'a götürüldü. Yaklaşık bir ay boyunca, 11 Ekim 1980'e kadar burada kaldılar. 

Necmettin Erbakan ise aynı gün uçakla Uzun ada'ya götürüldü.

Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini belirtti. Bunun üzerine Türkeş 14 Eylül'de Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim oldu ve Uzunada'ya gönderildi.

Ve 1982 Anayasası... 

7 Kasım 1982 yılında yapılan halkoylamasıyla yüzde 92.7 evet oyuna karşılık, yüzde 8.6 hayır oyuyla kabul edildi. Oy kullanırken iki renk arasından birini seçmek gerekiyordu. "Mavi" renk hayır, "beyaz" renk ise evet demekti. 

Kenan Evren halkoylaması öncesi yaptığı konuşmalarla halkı mavi oy vermemesi konusunda telkin ediyor ve çeşitli gazetelere mavi renkle ilgili sansür uygulanıyordu.

Darbe ardından geçen 3 yıl içerisinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, 1982 yılında yapılan ve aleyhte konuşmanın ve propaganda yapmanın yasak olduğu "güdümlü" referandumda, yüzde 92'lik "evet" oyu ile büyük farkla kabul edildi. 

Halk oylamasında "hayır" oyu kullananları sandık başında baskı altında tutmak için rengi dışardan görünen oy pusulaları kullandırıldığı iddia edildi ama bu, Anayasa'nın çok büyük çoğunlukla kabul edilmesini açıklayan tek neden değildi. 

Aynı halk oylamasında, Kenan Evren otomatik olarak Cumhurbaşkanı seçildi. 

Kabul edilen Anayasa'da, askeri yönetim üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, daha sonraki seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin dokunulmazlığı sürdü.

1983 genel seçimleri ve yeni bir lider, yeni bir dönem...

6 Kasım 1983'te Türk halkı askeri yönetime son verecek ve kendisi yönetecek olan yeni hükümeti belirleyecek olan genel seçimlerde sandık başına gitti. 

Bu seçime kapatılan eski siyasi partilerin hiçbiri katılamadı. 

Seçimleri o zamana kadar adı pek de duyulmamış olan Turgut Özal'ın partisi Anavatan kazandı, Halkçı Parti ikinci ve Milliyetçi Demokrasi Partisi de sürpriz bir şekilde üçüncü oldu. 

Seçimlerden sonra milletvekillerinin parti değiştirmeleri sonucunda Doğru Yol Partisi ve Sosyal Demokrasi Partisi de meclise girdi. Daha sonra alınan başarısız seçim sonuçları nedeniyle Milliyetçi Demokrasi Partisi kendisini feshetti, Halkçı Parti ise Sosyal Demokrasi Partisi ile birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti'yi kurdu. 

Bu seçimler Türkiye'deki siyaset sahnesine yeni bir ismi koyacaktı: Turgut Özal... 

http://www.cnnturk.com/2011/yasam/diger/09/12/bir.gecede.degisimin.adi.12.eylul.darbesi/588447.0/


***

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 33



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL ÖNCESİ  VE SONRASI  
BÖLÜM 33



Ali Necati Dogan 

12 Eylül Darbesi, Öncesi Olaylar, Gerekçeleri ve Sonuç 

  12 Eylül Darbe si veya İhtilal i, Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale olarak teknik bir tanımla aktarılmaktadır. 27 Mayıs 1960 müdahalesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarakta betimlenebilir. 

Fakat *12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbe, Türk demokrasisinin hedef olduğu en ağır bunalımlardan biri olarak tarihe geçmiş, tarihe geçmekle kalmayıp Türkiye’nin bugünü ve geleceğinede bir sis bulutu gibi çökmüştür.* *Türkiye'de haklar ve özgürlüklerin askıya alındığı darbe döneminin izleri yıllar boyunca silinmemiş, askeri yönetimin yaptığı anayasa henüz değiştirilememiş; düşünmeyen, bilmeyen, araştırmayan ve itaatkar bir insan yapısının oluşumu için her türlü baskı ve sindirme politikası uygulanarak Türkiye’nin geleceğide ipotek altına alınmıştır. * Bu müdahale ile ilk etapta beklendiği gibi 6. Demirel hükümeti ve TBMM feshedilmiş, sendika ve derneklerin faaliyetleri durdurulmuş ve genel sıkıyönetim ilan edilmiştir. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırılmış ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başlamışdır. Asıl sorun ise bu tasarlanan ülke konjektüründe ve tasarlamanın gerçekleştirilmesinde uygulanan şiddetli sindirme politikalarında 
yaşanmaktadır. Ayrıca 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedilmiş, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutulup, ardından yargılanmıştır. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturmuştur. 

*Ülkeyi tüm bu sürece sürükleyen olaylar ve darbeye dair öne sürülen gerekçelerin bazıları aşağıda ele alınmaktadır;
* *-Darbenin öncesi olaylar ve gerekçeleri - * 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında *ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler*, 

TBMM'nin birçok tur ardından *Cumhurbaşkanı'nı Seçememesi* ve 6 Eylül günü Konya'da Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi**gibi 12 Eylül tarihine ait somut olaylar gösterilmiştir. 

  _ Daha uzun vadede ise 1980 öncesi gerçekleşen bazı siyasi cinayetler şunlardır; 

1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi Teşvikiye'de, 
10 Eylül'de TKP Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, 
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, 
19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İhsan Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta, 
20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde, 
3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Çoşkuner İzmir Agora semtinde, 
7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim  üyelerinden Cavit Orhan Tütüngil İstanbul Levent'te, 
11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 
27 Mayıs'ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 
24 Haziran'da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok*evinde eşi ve kızıyla birlikte*, 
15 Temmuz’da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 
19 Temmuz'da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 
22 Temmuz'da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler**İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. İstanbul 
Ayrıca 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen *dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı ile işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları* ise ekonomik bazı gerekçeleri oluşturmaktadır. Tüm bu sorunların üzerine; *ekonomik olarak yaşayan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin 
düşürülmesi, serbest döviz kuru* gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık *
müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma tarihe 24 Ocak kararları olarak geçmiştir. Ülke her türlü bölünmüş, hiçbir yapılanma birlik oluşturamamaktadır. Bu bölünmüş yapıların birbirleri ile çatışmasının önüne geçilememiştir. Ülkede huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli Emniyet Teşkilatı bile mensupları arasında kurulmuş olan Pol-Bir**ve Pol-Der dernekleri diye ikiye bölünmüştür. 
Ayrıca Emniyetle ilgili olarak huzuru ve güvenliği sağlamakla görevli bu teşkilatın yaşanılan birçok olayla ilgili olduğu gayet açık bir şekilde bilinmektedir. Tüm bu kargaşa ve bölünmüş yapı içerisinde Sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürülmüş, darbe öncesinde *siyasi cinayetlerin sayısı ise her gün ortalama 30'a ulaşmıştır*. 
Böyle bir durumda gelen *askeri darbe önce her kesim tarafından kargaşaya son vereceği, ölümleri sonlandırcağı için olumlu karşılanmış fakat süreç hiçte beklenildiği gibi gerçekleşmemiş şiddet ve kargaşanın devamı tek yönlü olarak askeri yönetim tarafından devam ettirilmiştir. 

* Ayrıca *NATO* güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye'nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle ABD tarafından endişe ile gözleniyor ve 1979 yılında meydana gelen *İran İslam Devrimi*, ardından aynı yıl içinde *Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgal etmesi* üzerine Türkiye'nin önemi ABD politikaları için vazgeçilmez bir hal alıyordu. Bu durumda *ABD’nin Türk politikasına ve yönetimine yön verme çabaları yeni bir başlangıcı zorunlu kılıyordu*. ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a 
"Bizim Çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı. İlk kez Mehmet Ali Birand'ın 12 Eylül 04.00 adlı kitabında ortaya atılan, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'in askeri müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın your boys have done it senin çocuklar işi bitirdi - anlamındaki konuşması*, 12 Eylül Darbesi içinde ABD'nin rolü* konusunda tartışmalara neden olmuştur. 

Paul Henze 2003 yılında Zaman Gazetesi'ne verdiği demeçte sözlerinin Mehmet Ali Birand'ın uydurması olduğunu belirtmiş, ancak kısa bir süre sonra Birand 2007'de Henze ile yaptığı görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarını yayınlayarak Henze'i yalanlamıştır. Sürecin bir diğer önemli olayı ise Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ve Demirel daha Cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu fakat seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü *yeni Cumhurbaşkanı seçilemedi*. 

CHP'nin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Muhsin Batur, MC Partilerinin(AP, MHP, MHP)adayı ise eski 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Faik Türün'dü. Seçimlerde CHP adayı Muhsin Batur en fazla oyu almasına rağmen salt çoğunluk sağlanamadığı için cumhurbaşkanı seçilememiştir. Bu durumsa ülkeyi daha kötü günlere sürüklemiştir. Sürece etki eden olaylardan seçilen bazı örneklerden bir diğeri ise Fatsa olayı olarak aktarılabilir. 14 Ekim 1979'de yapılan ara seçimler sonrası Dev-Genç'e yakınlığı ile bilinen bağımsız aday Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı olmuştur. Belediye direniş ve halk komiteleri şeklinde örgütlenmişti ve bu durum mevcut iktidar ve ordu tarfından hiç tasvip edilmemişti. Neticede 8 Temmuz 1980'de askeri birlikler Fatsa ilçesine gönderilmiş ve 9 Temmuz 1980 tarihinde Kenan Evren ordu komutanlarıyla beraber inceleme yapmak için Fatsa'ya gitmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından, «Küçük Terör Odaklarında» baskınlar yapılmasına ilişkin kararla 11 Temmuz sabah erken saatlerinde asker ve *Polis " Nokta operasyonu" *Düzenlenmiş ve Fatsa Bağımsız Belediye Başkanı Fikri Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alınmıştır ve bunlardan 250 kişi 15 Temmuz'da serbest bırakılmıştır. 12 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçede kaymakamda görevinden alınmışdır. DİSK genel başkanı ise Demirel'i Çorum'u unutturmak için Fatsa olayını yaratmakla suçlamış ve neticede Sönmez 18 Temmuz'da tutuklanmış, 12 Eylül'den sonraki süreçte ise cezaevinde ölmüştür. Kenan Evren bu ve benzeri olaylar için takındığı tavırlarla aslında 12 Eylül sonrası sürece dair önemli ipuçları vermiş, adeta yarınların ayak seslerini o günki kararları ile belli etmiştir. Kenan Evren 25 Ekim 1982'de Trabzon gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada bu olayla ilgili şu sözleri dile getirmiştir: “Ve yine biliyorduk ki, Fatsa kurtarılmış bir kasaba idi. Oralarda Devletin kanunları işlemiyordu. 

Buralarda vatandaşlar sorunlarını, Devletin ilgili makamlarına değil, mahalle komitelerine bildirmekte ve şikayetleri kendilerinin taktıkları isimle buralardaki (Halk Mahkemelerinde) neticelendirilmekte ve hatta bu halk mahkemelerinde ölüm cezaları dahi verilmekte ve bu cezalar sokak ortasında herkesin gözü önünde kurşunlanarak icra edilmekteydi. Böyle sokak ortasında, bu mahkeme kararlarının yerine getirildiği zamanları da biliyoruz.” Süreç içerisinde yaşanan ve bu yazıda bir paragrafla geçilmesi haksızlık olacak olan *Maraş Olayları*, *Çorum Olayları, 1 Mayıs 1977* olayları ve benzeri birçok olay darbenin oluşumuna dair bir altyapı hazırlamış; sosyal, siyasal ve ekonomik olarak yaşanılan istikrarsızlık ve kargaşa ortamı neticesinde 12 Eylül Askeri darbesi gerçekleşmiştir. Süreçin kendisi darbenin gerekliliğine dair bir soru işareti 
oluşturmasına rağmen darbe sonrasında *Askeri yönetimin uyguladığı baskı ve sindirme rejimi hiçbir soruya gerek kalmaksızın kabul edilemez *olarak yorumlanmaktadır. *Sürgünler, idamlar, işkenceler, sindirme ve yıldırma politikaları ile geçen yıllar, eğitim ve yönetime dair yapılan değişikliklerle oluşturulan sistem ve askeri yönetimin kurguladığı siyasal, sosyal ve ekonomik yapı memleket üzerinde gerçekleşen her türlü çağdaşlaşma ve ilerleme adımını silerek, toplumsal bir çöküşün altyapısını oluşturmuştur. Darbenin gerekliliği tartışılabilir ama askeri yönetimin yaptıklarının ülkeye uğrattığı zaralar tartışılamaz bir gerçektir. * 

*Ali Necati Doğan* 

http://blog.milliyet.com.tr/alinecatidogan 


***


27 Aralık Muhtırası"nın Hikayesi..
    
Abdullah Muradoğlu

Muhtıra mektubu Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından Başbakan Demirel ve anamuhalefet partisi lideri Ecevit''e elden teslim edilmişti. Korutürk, muhtıra mektubunu diğer muhalefet liderlerinin yanısıra TBMM Başkanı ve Cumhuriyet Senatosu Başkanı''na da göndermişti. ''12 Eylül'' darbesini yargılayan mahkeme, 27 Aralık 1979''da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e verilen ''muhtıra mektubu''nun orijinaline henüz ulaşamadı. 27 Aralık Muhtırası 12 Eylül''e giden yolu açmıştı.
14 Ekim 1979''da Senato Üçte Bir Yenileme Seçimleriyle birlikte Meclis''te boşalan milletvekillikleri için 5 ilde ''Ara Seçim'' yapılmıştı. Beş milletvekilliğinin tümünü Adalet Partisi kazanmıştı, Senato seçimlerinde de açık arayla öndeydi.

Seçim yenilgisini CHP Hükümeti için bir ''güvensizlik'' sayan Başbakan Bülent Ecevit istifa kararı almıştı. CHP Hükümeti''nin yerine 13 Kasım''da, MHP ve MSP''nin dışardan desteğiyle Adalet Partisi ''azınlık hükümeti'' kuruldu.

Başbakanlık koltuğuna Süleyman Demirel oturmuştu. Ecevit hükümeti döneminde yaygınlaşan siyasi şiddet olayları tam gaz devam ediyordu.

Cumhurbaşkanı Esseyit Hasan Fahri Korutürk''ün görev süresi Nisan ayında sona eriyordu. Ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Daha o zamanlarda bile Cumhurbaşkanlığı için Genelkurmay Başkanı Kenan Evren''in adı geçiyordu.

Çiçeği burnunda Hükümet ekonomik krizin yanı sıra terör ve şiddet olaylarını da devralmıştı. Bu yüzden Demirel ''enkaz devraldık'' demişti.

SELİMİYE KIŞLASI''NDA MUHTIRA KARARI

Bir NATO toplantısı için Brüksel''de bulunan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 13 Aralık''da Ankara yerine İstanbul''a döndü. İstikamet 1. Ordu karargahının bulunduğu ''Selimiye Kışlası''ydı.

Kuvvet komutanları, ordu komutanları ve kolordu komutanları'' Kenan Evren''i bekliyorlardı.Toplantıda hükümete ve muhalefet partilerine muhtıra verilmesi kararı çıktı.

2 Ocak 1980''de gazetelerde Ordunun Cumhurbaşkanı''na ''uyarı mektubu ''verdiği haberi yer almıştı. Aslında altında kuvvet komutanlarının imzası bulunan ''muhtıra mektubu'' 27 Aralık 1979 günü, bizzat Kenan Evren tarafından Çankaya Köşkü''nde Cumhurbaşkanı Korutürk''e verilmişti.

1 sayfalık Muhtıra mektubuna ''Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşü '' başlıklı 2 sayfalık bir bildiri eklenmişti. 6 sayfalık ''terörü durdurma hedeflerine varış'' başlıklı metin de cabasıydı.

''İSTERSENİZ İSTİFA EDEYİM''

Cumhurbaşkanı Korutürk''e,TSK''nın görüşleri hayata geçirilmediği takdirde ordunun yönetime müdahele etmek durumunda kalacağı söylenmişti. Oysa TSK, görüşlerini ''Milli Güvenlik Kurulu''nda zaten dile getiriyordu. Cumhurbaşkanı da MGK''nın başkanıydı.

Askerler açısından zarlar atılmıştı, gerisi bahaneydi. Askerler, hükümete hiçbir sivil hükümetin gerçekleştiremeyeceği ağır şartlar öne sürmüşlerdi.

Genelkurmay Başkanı muhtıra mektubunun önce radyoda okutulması yönünde bir eğilim geliştiğini, ancak bundan vazgeçildiğini söylemişti Korutürk''e. Mehmet Ali Birand''ın ''12 Eylül'' başlıklı kitabında yer alan bilgilere göre Cumhurbaşkanı, Evren''e ''Peki ne yapmayı planlıyorsunuz'' diye sormuştu.

Evren, ''Eğer bunlar doğru yolu bulmazsa, Meclis''i feshetmek ve başka bir yöntem denemek gerekebilir. Bizim, bu uyarıyı yapmaktan başka çaremiz yok'' cevabını vermişti.

Cumhurbaşkanlığı eski Basın Sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yer alan bilgilere göre komutanlar Korutürk''e şunları söylemiştiler:

''Bu işler böyle gitmiyor. Siz yaşça ve kıdemce bizden büyüksünüz. Hepimizin komutanısınız. Geniş tecrübe sahibisiniz. Gelin başımıza geçin, Türkiye''yi içine düştüğü badireden kurtaralım.''

Korutürk ise komutanlara bakın nasıl cevap vermiş:

''Askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye''yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız, ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye de hazırım''.

Cumhurbaşkanı Korutürk, Anayasal rejime sahip çıkmak yerine istifa etmeyi düşünmüştü.

ÇANKAYA, MUHTIRA POSTASI

CHP''li İsmail Hakkı Birler''e göre ise Cumhurbaşkanı Korutürk, komutanlardan, görev süresinin dolacağı Nisan 1980''e kadar yönetime müdahale etmemelerini istemişti. Oysa Korutürk, 1973''te Adalet Partisi ve CHP''nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.

27 Aralık muhtırası 12 Eylül darbesinin ilk adımıydı. Askerler Cumhurbaşkanı Korutürk''e adeta bir postacı görevi yüklemişlerdi. Korutürk, Başbakan Demirel ve ana muhalefet partisi lideri Ecevit''i Köşk''e çağırarak muhtırayı kucaklarına bırakmıştı.

Demirel de, Ecevit de ''muhtıra mektubu''ndan 2 Ocak günü haberdar olmuşlardı.

Korutürk''ün danışmanı ve basın sözcüsü Ali Baransel''in anılarında yazdığına göre uyarı mektubu çoğaltılarak, Meclis Başkanı Cahit Karakaş''a, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil''e, Cumhuriyet Senatosu ''Milli Birlik Grup Başkanı Fahri Özdilek''e, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara''ya gönderilmişti.

Muhtıra''nın birer nüshaları Milliyetçi Hareket Partisi lideri Alparslan Türkeş''e, Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan''a, Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan''a da postalanmıştı.

Maalesef, hükümeti darbe ile tehdit eden uyarı mektubu karşısında Cumhurbaşkanı, iktidar ve muhalefet partileri ortak bir tavır sergileyemediler.

CHP DARBEYİ ÖNLEYEBİLİRDİ

CHP''nin önemli simalarından merhum İsmail Hakkı Birler ''CHP''li yıllar'' başlıklı kitabının ''CHP, CHP olsaydı, darbeyi durdurabilirdi'' bölümünde şöyle diyordu:

''Bana göre 12 Eylül Cuma günü değil, 10 Eylül Çarşamba günü olmuştur. Zira o gün yapılan CHP grup toplantısında sergilenen manzara, CHP''nin artık istemediği şeyleri engelleme gücünün kalmadığını bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Darbecilere adeta yeşil ışık yakılmıştır.''

Birler''i bu kanaate sevkeden gelişmeler, Adalet Partisi ve CHP arasında gerçekleşecek bir ''büyük koa-lisyon'' önerisinin Demirel tarafından kabul görmemesinin yanısıra Adalet Partisi''nin erken seçime gitme öne-risinin de CHP''lilerin çoğunlukta olduğu Anayasa Komisyonu''nda reddedilmesiydi.

CHP''liler bu öneriyi, Cumhurbaşkanı seçilmeden erken seçim kararı almanın Anayasa''ya aykırı olacağı gerekçesiyle kabul etmemişlerdi. Yani, darbe göz göre göre gelmişti.

2 Ocak günü, Cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel ''Muhtıra''yı sineye çekmek yerine, darbe yapmayı kafaya koymuş olanları hesaba çekseydiler Türkiye ''12 Eylül'' felaketini yaşamayacaktı.

Celal Bayar az kalsın kendini öldürecekti!

''12 Mart'' darbesi gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Cevdet Sunay oturuyordu. Süleyman Demirel Hükümeti''ne verilen askeri muhtıra karşısında Cevdet Sunay, askerlerin tarafında yer almıştı. Oysa Sunay''ın seçilmesinde Demirel''in dahli vardı. ''28 Şubat'' darbesinde'' 12 Mart'' ve ''12 Eylül''ün mağduru olmuş olan Süleyman Demirel oturuyordu. 28 Şubat, 12 Mart''ın kopyası gibiydi. 12 Mart muhtırasının verildiği gün Başbakan Demirel istifa etmiş, yerine ''ara rejim'' hükümeti kurulmuştu. 28 Şubat ise 12 Mart''ın 1 günde yaptığını birkaç aya yaymıştı, fark buydu. 12 Mart''ın balyozu ''sol''un tepesine inmişti. 28 Şubat''ın balyozu ise ''mütedeyyinler''i hedef almıştı. Demirel, 28 Şubat darbesinin Refah-Yol Hükümeti''ni düşürmesine ve mütedeyyin kesimleri ezmesine göz yummuştu. Hatta Demirel''in rolü göz yummadan daha fazlasıydı. 27 Mayıs''a gelince.. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Çankaya Köşkü''nde kendisini tutuklamak isteyen darbecilere direnme cesareti göstermişti. Küçük tabancasına el atarak teslim olmaktansa cuntacılara ateş etmeyi, sonra da intihar etmeyi bile düşünmüştü. Tümgeneral Burhanettin Uluç, Köşk''te karşısında teslim olmak istemeyen bir Bayar görünce ''Millet ve ordu sizi istemiyor. Buna bizi siz mecbur bıraktınız'' diye bağırmış, Bayar da ''Bu işi siz yapamazsınız. Buraya seçilerek geldim'' diyerek karşılık vermişti. Bayar darbeyi önleyememişti ama hiç olmazsa direnmeyi göze almıştı.

Darbecileri mağdur eden darbeciler..

''27 Mayıs'' darbesini yapan ''Milli Birlik Komitesi'' üyeleri 1961 Anayasası''na konulan bir maddeyle dokunulmazlık zırhına büründürülmüşlerdi. Buna göre MBK üyeleri ''Tabii senatörler'' olarak yaşam boyu görev yapabileceklerdi.

Görev süreleri dolan Cumhurbaşkanları da ''Tabii Senatörlük'' niteliği kazanmışlardı. ''12 Mart''ın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunun verildiği dönemde Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk de 1980''e kadar Tabii Senatör olarak görev yapmışlardı.

Cumhurbaşkanlarından sadece Celal Bayar, 1974''de kendisine teklif edilen Tabii Senatörlüğü, ''Ben ömrüm boyunca demokrasi için mücadele ettim. Demokrasilerde tabii senatörlük yoktur'' diyerek reddetmişti.

12 Eylül darbesiyle Meclis''in yanı sıra Senato''nun kapısına kilit vurmuştu. 1982 Anayasası Senato''yu tümden ortadan kaldırmıştı.

Tabii Senatörlük fikrini ortaya atan da CHP olmuştu. Bu fikri Temmuz 1960''da ilk defa kamuoyuna açıklayan Bülent Ecevit idi. Ecevit''e göre darbeciler, Tabii Senatörler olarak ''27 Mayıs rejimi''ni koruyabilirlerdi.

İlkin ''bu bir siyasi rüşvettir'' diyerek karşı çıkan darbeciler bir süre sonra sistemi denetlemek vve kollamak gerekçesiyle öneriyi kabul etmişlerdi. Milli Birlik Komitesi''nden tabii senatör olanlar ''Milli Birlik Grubu'' adıyla görev yaptılar.

1970''lerin sonlarına doğru ''Milli Birlik Grubu'' ile ''CHP'' arasındaki bağlantıyı CHP Genel Sekreter Yardımcısı sıfatıyla İsmail Hakkı Birler sağlıyordu. Birler, Milli Birlik Grubu''yla yaptığı toplantıları bir rapor halinde Ecevit''e bildiriyordu.

''12 Mart'' darbesini destekleyen Tabii senatörler, Baas tipi bir rejim kurmak için darbe hazırlığı yapan ''9 Mart cuntası''nın sivil liderlerinden Doğan Avcıoğlu''nun ''Devrim'' gazetesinin yazarları arasındaydılar.

'' Milli Devrim ordusu'' adında bir gizli teşekküle mensup oldukları gerekçesiyle suçlanan bazı Tabii Senatörlerin 12 Mart darbesinden önce dokunulmazlıkları kaldırılmıştı. ''Anayasa Mahkemesi'' kararıyla senatörler dokunulmazlıklarını tekrar kazanmışlardı. 12 Mart''tan sonra dokunulmazlığı kaldırılan Ekrem Acuner''in dokunulmazlığı da aynı şekilde iade edilmişti.

1980 Eylül''ünde ''Senato Milli Birlik Grubu''nda 8 ''tabii senatör'' bulunuyordu. 19 yıldır görevdeydiler. 12 Eylül darbecileri, 27 Mayıs darbecilerinin ''ömür boyu senatörlük'' ödüllerini rafa kaldırmıştı. Mağdur edenler, bu kez kendileri mağdur olmuşlardı.

Kenan Evren''e kutlama telgrafı göndermiş!

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren 27 Aralık 1979''da muhtıra mektubunu Cumhurbaşkanı Korutürk''e elden teslim ettiğinde iş başında 35 günlük ''Süleyman Demirel hükümeti'' vardı. Oysa siyaset koridorlarında ''askerler darbe hazırlığı içerisindeler'' söylentisi ''Ecevit hükümeti'' döneminde ayyuka çıkmıştı.

CHP Hükümeti''nde Başbakan Yardımcısı olan Faruk Sükan ordu içerisindeki gelişmelerden bilgi sahibiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1979''da sürpriz bir şekilde görevinden istifa etmişti. Başbakan Ecevit''in Sükan''ı istifa etmemesi yönündeki ısrarlı girişimleri sonuç vermemişti. Sükan, Ecevit''e şöyle demişti:

''Arkadaşlarımla, Demokratik Parti''nin ileri gelenleriyle konuştum. Onlar bir askeri darbenin hazırlandığını bildiklerini açık bir şekilde anlattılar ve partili olarak benim de bu dönemde sorumluluk mevkiinde bulunmamı istemediklerini belirttiler.''

Sükan''ın bu sözleri karşısında irkilen Ecevit ise şu şekilde karşılık vermişti:

''Söyledikleriniz çok vahim. Ben derhal Cumhurbaşkanı''na gider ve bu söylediklerinizi naklederim. Böyle bir şey varsa, onun bilmesi gerekir.

Sükan, ''Nasıl isterseniz'' diyerek karşılık vermişti.

Ecevit dediğini yapmış, hemen özel bir uçakla İstanbul''a hareket etmişti. İstanbul''da Florya''da bulunan Cumhurbaşkanı Korutürk''ü ziyaret ederek Sükan''dan duyduklarını nakletmişti. Cumhurbaşkanı, ''kesinlikle böyle bir şey bilmiyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, eğer bir darbe olursa ben buna karşı vaziyet alırım'' demişti. Ecevit, rahatlamıştı.

27 Mayıs''ı ve 12 Mart''ı görmüş, deneyimli bir siyasetçi olan Ecevit''in rahatlaması için ciddi bir sebep yoktu. Askerlerle iyi ilişkileri olan Sükan''ın istifası aslında herşeyi anlatıyordu.

''Darbe olursa buna karşı vaziyet alırım'' diyen Korutürk 13 Eylül 1980 günü Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren Paşa''ya bir telgraf göndererek kutlamıştı.

CHP şimdi 12 Eylül davasına müdahil olarak katılma kararı aldı. İlginç bir tesadüf, Korutürk''ün oğlu Osman Korutürk şimdi CHP milletvekili.

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aralik-muhtirasinin-hikayesi-31963?mobil=true

Abdullah Muradoğlu KİMDİR;
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi "Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi" bölümü mezunu. 15 yıldan uzun zamandır basın 
camiasının içinde yer aldı. 1997 yılından bu yana Yeni Şafak Gazetesi Haber Merkezi'nde özel haberler, dizi yazıları, araştırma yazıları, 
röportajlar, tarih sayfaları ve köşe yazıları yazdı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti  2004 Türkiye Gazetecilik Başarı Ödülleri Röportaj Dalı'nda ödüle 
layık görüldü. Biyografi alanında dört kitap yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevler üstlendi. 

http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/yazar-hakkinda


...

  _ ÖZEL NOTUM;

1952 DOĞUMLUYUM.. 1959 DAN İTİBAREN ÇOCUKLUĞUM.., GENÇLİĞİM VE BUGÜNLERİM.., YUKARIDAKİ OLAYLARI  HER TÜRK VATANDAŞI GİBİ BENDE YAŞADIM.., 

OLAYLARIN AKIŞI SONUCU HER  DÖNEM TÜRK HALKI VE  GENÇLİĞİ ZARARLI ÇIKTI..

DÜNYANIN GELİŞMİŞ ÜLKLELERİNDE SİYASİLER  BİR DÖNEM GÖREVİNİ  TAM MANASIYLA 4X4 İFA EDER VE  GÖREVİ BİR SONRAKİNE
DEVİR EDER.. VE KÖŞESİNE ÇEKİLİR DANIŞILIRSA FİKİR BEYAN EDER..
BİZDE SİYASET  SANKİ SANAT 50 YILDIR AYNI SİYASİLER İŞ BAŞINDA ( PARTİ ADI DEĞİŞİR  SİYASETÇİNİN ADI DEĞİŞMEZ )
ÖMÜR BOYUDA..EMEKLİLİĞİN KEYFİNİ ÇIKARIR YİNEDE KONUŞMADAN DURAMAZ .., 
ÖLÜNCE SİYASETİ BIRAKMIŞ  OLUR.. İŞTE YUKARIDAKİ OLAYLAR VE TABLONUN NETİCESİ ( POLİTİK ACILARA EN GÜZEL ÖRNEKTİR..)

BÖYLE BİR SİYASİ YAPI..,  TOPLUM ARASINDAKİ KOPUKLUK.. TOPLUMU AYAKTA TUTACAK OLAN SOSYLA DERNEKLERİN İÇERİSİNE SİYASİ YATIRIM KİŞİLERİN ELE GEÇİRMESİ..,

TÜRKİYEYİ 12 EYLÜLE GETİRMİŞTİR.. YİNE ANAYASANIN VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN İÇ HİZMET YÖNETMELİĞİ 35 MADDESİ GEREGİ ÜLKENİN SELAMETİ İÇİN ASKERİ MÜDAHALE   KAÇINILMAZ OLMUŞTUR.. 27 MAYIS 1960 DAN FARKİ HİÇBİR SİYASETÇİ İDAM EDİLMEMİŞTİR..  LAKİN  SUÇ İŞLEYENLERDE CEZASIZ KALMAMIŞTIR..SİYASİ HAYATLARI SONA ERMİŞTİR.. SON 50 YILIN SİYASİ TARİHİ GELİŞMELERİNİ OKUDUGUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDERİM..
TAKDİRLERİNİZE.
SAYGIYLA

34 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK.


..

16 Mart 2015 Pazartesi

Hoş Geldin Mehmet Ali Ağca. Bir sen eksiktin!






Hoş Geldin Mehmet Ali Ağca. Bir sen eksiktin!


16 Haziran 2000 Cuma 

Mehmet Ali Ağca ismi Türk kamuoyu kadar dış dünyanında tanıdığı önemli isimlerden biri. Bundan 21 sene önce Türkiye'nin saygın ve etkili gazetecisi Abdi İpekçi'nin öldürülmesi ile ülkemizin gündemine oturdu. Kısa sürede yakalandı. Fakat ne yazık ki bu eli kanlı terörist birtakım karanlık güçler tarafından askeri ceza evinden kaçırıldı.

Gazetelerde Ağca haberleri hiç bitmedi. Kimi zaman Almanya'da ve kimi zamanda Bulgaristan'da olduğu haberleri pompalandı. Sonunda sansasyonel bir şekilde bütün müslüman ve hristiyan alemini adeta karşı karşıya getirecek şekilde Papa 6 ncı Jean Paul'e yaptığı suikast girişimiyle Vatikan'da ortaya çıktı. Hem kendi ve hemde Türkiyenin adını dünyanın gündemine taşıdı. Bu tarihten sonra Ağca'nın muhatabı İtalyanlardı. Nitekim, Mehmet Ali Ağca demir kafesler içinde getirildiği mahkemede yargılandı ve ömür boyu hapse mahkum olarak sırları ile birlikte 21 sene dış dünyadan uzakta kaldı.

Terörizmin bilinen en meşhur isimlerinden olan Mehmet Ali Ağca ve o'nun gibi pek çok insanın yaptıkları Türkiye gündeminden çıkalı çok oldu. Tamamen unutulmuşken herşeyi ile tam bir sır küpü olan Ağca; Türkiye'nin acil çözüm bekleyen 1000 derdinin önüne binbirinci dert olarak geldi oturdu. Neden yıllarca hiç kimse ile görüştürülmeden bir hücrede tutulan asrın en meşhur mahkumu birdenbire affediliyor ve geceyarısı uçağa bindirilip Türk makamlarına teslim ediliyor.

Türkiye'ye yönelik anarşi ve teröre verdiği destek Türk kamuoyu tarafından Abdullah Öcalan davasından çok iyi bilinen İtalya'nın bize makul ve inandırıcı bir sebep bulması çok zor.

Meselenin Ağca'nın kendini mesih ilan etmesi ve Fatima'nın üçüncü sırrı ile izah edilmesi ise hiçte inandırıcı görülmemektedir. Düşünebilen beyinlere göre; bunun arkasında mutlaka bir önemli dolap çevrilmektedir ve/veya dikkatler başka yöne çekilmek istenmektedir.

Basınımıza gün doğdu . Eski ve yenisi ile her tarafından pek çok senaryo çıkartılabilecek ilginç bir konu. Sırlarla dolu kapalı bir kutu. Açın açabildiğiniz kadar. Kullanın kullanabildiğiniz kadar. Fakat artık bu kutudan Türkiye için hayırlı şeyler çıkması mümkün değildir. Kanaatimce bu konu Türkiye'ye bir müddet daha oyalanması için özellikle verilmiş bir oyuncaktır.

21 sene hapiste dış dünya ile bütün irtibatları kopartılmıış olarak yalnız başına yatırılan bir eski cani'nin vereceği bilgilerin günümüz Türkiyesinde hiç bir değeri ve de yerinin olmadığını değerlendiriyorum. Şimdi burada yapılacak en önemli iş; AĞCA'yı Kartal cezaevinde kendi kaderi ile başbaşa bırakıp adaletin normal yolla seyrini sağlarken, İtalya'nın niyet ve maksadını araştırmak ve onu hiç gümdemde yokken böyle bir davranışa iten sebepleri araştırmaktır. Meydamızın tecrübeli Araştırmacı- Gazetecilerinin temel işlevi bence bu olmalıdır diyorum
İlk bakışta benim aklıma gelen husus; iki gün önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici bey tarafından "UYUŞTURUCU TRAFİĞİ" ile ilgili olarak yapılan müthiş ve korkunç iddiaların örtülmek istenmesidir.

 - Mafyanın doğup dünyaya yayıldığı İtalya'nın 100 milyar dolarlık uyuşturucu ile ilgisi olabilirmi?
 - Acaba bu konuda kendilerinin üzerine gidilmesin diyerek böyle bir jest yaparak işi örtmek mi istediler?

Bilinmez ama araştırılmaya değer bir konu gibi gözüküyor.

Sonuç olarak bırakalım Ağca ile oyalanmayı. Hukuk nasıl olsa gereğini yapacaktır. Bizim bütün mülahazalarımız ve akıl yürütmelerimiz beyhudedir. Bunu bir hükümet ve polis başarısı olarak göstermeye çalışmak ise tamamen abesle iştigaldir. İtalya böyle istemiştir.Ve de istediğini bize sormadan yapmıştır.

Önümüzde Türkiye'nin basını dahil bütün resmi ve gayriresmi kuruluşlarının öncelikli olarak üzerinde durmaları gereken önemli bir iddia vardır. İktidardaki bir partinin Genel Başkan Yardımcısı bir milletvekilinin ithamları tam anlamı ile korkunçtur. Sayın YAHNİCİ, televizyon kameraları karşısında verdiği beyanatta özetle; " 100 Milyar Dolarlık (takriben 60 katrilyon'luk ) bir uyuşturucu trafiğinin polis araçlarının eskortluk yaptığı bir ortamda yürütüldüğünü, bu paranın içeride ve dışarıdaki elemanlar arasında pay edildiğini " söylüyordu.

Bu iddia doğru ise; değil Türkiye'nin dünyanın ayağa kalkması gerekir ki. Konuyu şimdilik üzerine alınan yok. Yani sahiplenen yok. Ağca'nın ihtiyarlamış yüzü ile ağarmış saçları ve eski gazete küpürlerinden verilen tam sayfa Fatima'nın sırrı hikayeleri maaleef bu önemli gündemi örttü. Ve dahada örteceğe benziyor.

Vatandaş olarak bilmeye hakkımız var. Bizi kim idare ediyor.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Haziran 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=49