Çok partili siyasal hayata geçiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çok partili siyasal hayata geçiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2019 Cumartesi

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 2

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 2




Fakat genç kuşaklardan başkalarının ve bu arada Samet Ağaoğlu ile Bölükbaşı 'nın seçilmesini benimsemiyorlardı. Özellikle Orta Anadolu, Karadeniz, Orta Batı ve Doğu illerinden gelen delegelerin pek çoğunun, Parti müfettişLeri olarak Bölükbaşı- Ağaoğlu ikilisine gösterdikleri sevgi karşısında, Menderes ve KöprüIü rahatsız olmuşlardır. Çünkü onlar, bu iki aktif, hırslı ve muhalif tabiatlı gençlerin GİK'e girerek, kendilerinin nüfuzlarını sarsmalarını istemiyorlardı (Ağaoğlu, 1992: 46). 

Onların seçilmesi demek, Kurucuların parti üzerindeki inhisarının
zayıflaması demekti. Her ikisi de DP müfettişi olarak Anadolu'yu karış karış
gezmişler ve pek çok il, ilçe ve belde teşkilatlarını kurmuşlardı.ll Gizli oyla
yapılan seçimde, genç kuşaklardan Ahmet Tahtakılıç, Ahmet Oğuz, Hasan
Dinçer ile Samet Ağaoğlu GİK'e girmişlerdir.12 Ağaoğlu'nun anlattıklarına
bakılırsa Bölükbaşı kulis aralarında, delegelere kendisini, "Ne de olsa
hamurları tek parti devrinin teknesinde yoğrulmuş Kuruculara karşı Genel
idare Kurulu 'nda demokrat düşüncenin bir garantisi olmak" vaadi ile takdim
etmiş, nefes nefese konuşması ile delegeden delegeye koşmuş, ancak isteğine
kavuşamamıştır (Ağaoğlu, 1992: 58-59).

DP'nin Birinci Kongresi'nde yaşandığı ileri sürülen bir başka gelişme de,
parti içinde bir grubun, Mareşal Çakmak'ı Bayar yerine DP'nin liderliğine
geçirmek yönünde bir girişimidir. Bunlar DP İzmir il haysiyet divanı üyelerinden
Dr. Mustafa Ali Kentli önderliğinde (ileride görüleceği üzere, Mustafa
Kentli DP içinde kuruculara karşı ilk muhalefeti başlatan ve daha sonra partiden
ihraç edilen ilk "müfrit"tir), emekli general Rasim Aktuğ ve arkadaşlarıdır
(Ant, 12.2.1947). Onların nazarında Bayar' ın günahı, 1946 seçimlerinin
sonucunu fiilen ve hukuken kabul etmek, CHP' ye ve bilhassa İnönü'nün
muhataplığına rıza göstermekti. Gerçekten de Mareşalcilerden İzmirli Dr.
Mustafa Kentli, DP'nin il haysiyet divanı üyeliğinden 1947 içinde istifasını
verirken o günler hakkında bir ifşaatta bulunmuştur. Kentli, kongre esnasında
başkan Kenan Öner'in bir emrivaki yaparak Mareşal'i DP lideri seçtirmek
istediğini belirtmiştir. 

< Bu konuda Bölükbaşı, DP'nin kurulduğu günlerde her il ve ilçede teşkilatlanmasınınzorluklarından bahsetmiş ve kendisinin özellikle İç Anadolu, Güney ve KuzeyBölgelerde partinin teşkilatlarını kurduğunu belirtmiştir. Ayrıca Bölükbaşı birölçüde Parti Kurucularını kastederek, "Onlann giremediği şehirlere bizler giderek,Partinin tüm yurt sathında teşkilatlanmasını temin ettik" diye konuşmuştur."Osman Bölükbaşı ile Yapılan Görüşme", 16.03.2001. >

< Kongrede 548 delegeden verilen 548 oyun 541 'ini kazanan Bayar, DP genel
başkanlığına seçilmiştir. GİK üyeliklerine seçilen zatların en çok rey alanları sırasıile şöyledir: I-Emin Sazak 2-Adnan Menderes 3- Refik Koraltan 4- Fuat Köprülü 5-Refik Şevket İnce 6- Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu 7-Cemal Tunca 8- Yusuf KemalTengirşek 9- Akmet Tahtakılıç ıo- Ahmet Oğuz 11- Enis Akaygen 12- SametAğaoğlu 13- Cemal Ramazanoğlu 14- Hasan Dinçer. Bkz. (Mete, 1947: 49-50). >


Nihayetinde DP Birinci Büyük Kongresi, Anayasaya aykırı kanunların
tasfiyesi, Seçim Kanunu'nun güvenceli hale getirilmesi, devlet başkanlığı ile
parti başkanlığının ayrılmasını isteyen Hürriyet Misakı'nı ilan etmiş ve bunlar
yerine getirilmediği müddetçe, Meclis'ten çekilip "sine-i millet"e dönme yetkisi
verilmesi kararının Kurucuların hakim olduğu GİK' e verilmesini karara
bağlamıştır. Başlarında Öner'in bulunduğu bir hizip (müfritler) şiddetli hareket
edilmesini ve DP mebuslarının istifaların! vererek sine-i millete dönülmesini ve
CHP iktidarının gayr-ı meşru olduğunun ilan edilmesini istiyordu. Samet
Ağaoğlu, Bölükbaşı, Mükerrem Sarol, Osman Kapani ve İsmet Bozdağ bu
düşüncede olanlardandı. Bunlara ilaveten kongrede delegelerin pek çoğu,
büyük kongreye ait olan Meclis'ten çekilme yetkisinin, Kurucuların hakim
olduğu GİK'e verilmesi taraftarı olmamasına rağmen, Kurucular bu konuda
ağırlıklannı koyarak istedikleri kararı çıkartmışlardır (Goloğlu, 1982: 155).


III. 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ'NİN YAYIMLANMASI VE MMD'NIN ALDlGI TAVIR

Kongre'de alınan kararlar, iktidan memnun etmemıştır. Hükümet çevreleri, kongrede alınan kararları, "Hürriyeti baltalama misakı" ve "Kanun ve nizam fikrini yıkmak istidadı gösteren gayretler" olarak nitelendirmiştir.
Ulus gazetesi, Bayar'ı öven, fakat Mareşal'in etrafında kümelenen müfritieri
eleştiren bir yazıda, Bayar ve arkadaşlarının Mareşal ve Öner gibi pek müfrit
oldukları söylenen kimseleric bir uzlaşmaya mı gidecekleri yoksa, gelecekte
onlardan bir fedakarlıkta mı bulunacaklarına temas eder. Ayrıca, DP liderleri ile
görüşen Hamdullah Suphi Tanrıöver'in, Bayar ve arkadaşlarından İnönü'ye
iletilrnek üzere Çankaya'ya şu mesajı ilettiği zikredilir: "İfratçılara karşı bu
kadarını yapmak zorunluluğundaydık" (Toker, 1970: 234). 

Eğer bu söz doğruysa, DP liderleri öncülüğünde ilerlediği söylenen Türk demokrasisinin sağlıklı bir zeminde yükselmediğini göstermektedir.

< Kentli bu ifşaatında şöyle demiştir: "Ankara'da Büyük Kongre devam ederken
Mareşal 'in evi bir kabe gibi ziyaret edildi. Kongre içinde yaratılmak istenilen
Mareşal aleyhtarlığı bir sabun köpüğü gibi söndü. Eğer Mareşal DP'nin başına
geçmek isterse, bunu biz DP için kat'i bir zafer amili olarak kabul ederiz ... Fakat
Mareşal kongre devam ettiği müddetçe böyle bir arzu izhar etmedi". (Son Posta,ıı. 2.1947; Cumhuriyet,lA. 2.1947).>


Öte yandan, iktidar ile muhalefet arasında 21 Temmuz seçimlerinden
sonra başlayan ve hemen hemen her konuda gittikçe şiddetlenen anlaşmazlıklar,
çatışmalar öyle bir aşamaya gelmişti ki, Eroğul'un da belirttiği gibi, uzlaştırıcı
bir girişim olmadığı taktirde, çok partili rejimin bir çıkmaza sürüklenmesi
tehlikesi ile karşı karşıya bulunuluyordu (Eroğul, 2003: 55). İktidar ile
muhalefet arasında ilk bahar havası, İngiltere parlamentosunun davetlisi olarak
Londra'da bulunan Nihat Erim ile Fuat Köprnlü arasında atılrruş ve Köprülü,
bir anlamda, DP içindeki "müfritler"in aşırı propaganda usullerinden
vazgeçirtileceğinin teminatını vermiştir (Toker, 1970: 257).14 Daha sonraları,
bu ikilinin getirdiği haberler neticesinde İnönü-Bayar görüşmeleri yapılacak ve
12 Temmuz Beyannamesi' ne giden yoldaki engeller bir bir aşılacaktır. O
dönemde, Ahmet Emin Yalman da, İnönü-Bayar görüşmesi için her iki tarafta
irtibat halinde olmuş ve kendisinin ifadesiyle, bir tür "arabulucu" rolüne
soyunmuştur (Yalman, 1947).15 Aynı dönemde başka kollardan da,16 iktidar ile
muhalefeti uzlaştırma girişimlerinde bulunulmuştur. Bu çerçevede Başbakan
Recep Peker ile Bayar arasında bir çok görüşme yapılrruşsa da bir sonuç
alınamarruştır. Devreye Cumhurbaşkanı İnönü girmiş ve Bayar'la bir çok
görüşmede bulunmuştur. Bu görüşmelerde Bayar, İnönü 'ye birtakım teminatlar
vermiştir. Bunlar; DP'nin muhtelif hatiplerinin (Bölükbaşı, Aldoğan ve Öner
gibi sert muhalefet yanlıları kastediliyor) hareket ve sözlerinden doğacak
mesuliyetten Bayar'ın sorumlu olması, DP içinde "mü/rir" kimseler hakkında
icap eden muamelenin yapılması, İnönü'nün arzusu hilafına Meclis'te ve
partide bir hareket olmayacağının teminatı ve ordunun politikaya
karıştırılmasının tamamen aleyhinde olduğunun gösterilmesidir (İnönü, 2001:455). 

< Ayrıca, bkz., Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, Haz.
Müstakil Demokratlar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa, 20 Haziran 1949): 12.>
< Burada Yalman, İnönü-Bayar görüşmesinin tek çıkar yolalduğunu savunmakta ve muvazaa iddialarını reddetmektediL Ayrıca "arabulucu" rolü için, bkz. (Emin
Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (İstanbul: Rey Yay., İkinci
Baskı, 1997): 139.>

< CHP kanadından Vehbi Koç-Mümtaz Ökmen, DP kanadından Üzeyir Avunduk-
Emin Sazak görüşmeleri. Bkz. Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı
Değildirler, Haz. Müstakil Demokratlar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa, 20 Haziran 1949): 10.>
<Beyannamenin tam metni için, bkz. (Bayar, 1969: 83-84).>

Görüşmelerin ardından meşhur 12 Temmuz Beyannamesi yayımlanmıştır.

Beyannamesi'nin yayımlanması ile birlikte, DP içinde öteden beri
varolan ihtilaf iyice açığa ÇıkmıŞ ve hem CHP' de hem DP'de bir tür "mü/rir"-
"mutedil" ayrınu dillendirilmeye başlannuştır (Bayur, 1947). 12 Temmuz
Beyannamesi Türkiye' de siyasal parti hayatının gelişiminde önemlİ bir belge
olmuşsa da, sonuçları açısından bakıldığında, Türk siyasetinin, hem iktidar
hem de muhalefet saflarından "müfril" denilen kimseler ile her türlü aşırı sağ
ve sol görüşe sahip ideoloji sahiplerinin dışlanacağı dar bir çerçevede kaldığı
görülmüştür. DP Kurucuları tarafından Beyanname'nin kabulü, önce DP
GİK'te ayrılık ve bölünme yaratmış, daha sonra DP'nin diğer önde gelen
"müfrit"lerini harekete geçirmiştir. Mareşal, Bölükbaşı ve Öner gibi etkili
liderlerin etrafında toplanan müfritlerin iddialarına göre, İnönü, Türkiye'ye
demokratik bir düzen getirmekten çok, batı dünyası için göstermelik bir
muhalefet yaratmış, başına da "mutemet adamı" Bayar' i "münasip" görmüştü.
Bayar, "milli şef'e boyun eğmiş ve DP bir "muvazaa" partisi olarak siyasete
atılnuştı (Arcayürek, 1983: 155). Mareşal de, muhalefeti uyuşukluğa sevketmek
için yayımlandığına inandığı 12 Temmuz Beyannamesi' ni, "bir tilki masalı"
olarak nitelendirmiştir (Cumhuriyet, 16.8.1948). Öner'e göre ise, tüm bu olup
bitenler, iktidarın Bayar'la gizlice anlaştığını ve muhalefetin bir muvazaadan
ibaret olduğunu gösteriyordu (Öner, 1948: 22). DP GİK içinde "müfrit"lerin
sözcülüğünü yapan Tahtakılıç, 1946 seçimleri ve Hürriyet Misakı' nda alınan
kararların İnönü'yü sarstığını, bu sarsıntıyı iyi okuyan Bayar ve ekibinin meşru
müdafaa formülü ile hareket ettiğini ve kendi hesaplarına "dikensiz bir gül
bahçesi" yaratmanın peşinde, Kongre'ye hakim olan özgürlükçü akımdan
rahatsızlık duyduklarını, bunun için önce partiye ve teşkilata egemen olmak için
"müfrillerin partide yeri yoktur" formülü ile hareket ettiklerini ve bu sayede de
Milli Şef İnönü ile kadrosundan destek gördüklerini anlatır (Tahtakılıç, 1989:130-135). 

Benzer şekilde Bölükbaşı da, o günlerde yaşananları ve DP Kurucularının görüşlerini, "Yeni evde eski adetler" olarak nitelendirmiş (Yeni Sabah, 7.3.1948) ve 12 Temmuz Beyannamesi karşılığında partinin mefkureci unsurlarının DP kurucuları tarafından satıldığını iddia etmiştir (Kudret,16.5.1949).

"Müfrit" denilen bu grup, çoğunlukla kuvvetli ve halk kütlesi üzerinde çok büyük etkileri olan şahsiyetlerden müteşekkildi. Yukardan verilen emirlere  uyamayacak, partide sert, itaat talep eden usullere ve şahısların tahakkümüne karşı koyacak insanlardı. Kemal Karpat'ın da belirttiği gibi, bunlar genel görüşleri itibariyla "liberal", ancak CHP'lilere ve özellikle de İnönü'nün
şahsında milli şefliğe karşı "militan" hareket eden kimselerdi (Karpat, 1996:
181). Bunların görüşüne göre, DP'nin esas gayesi tek parti diktatörlüğünü ve
milli şefliği tasfiye etmekti. Bu başarılmadıkça bir uzlaşma ya da mücadelede
Adem Çaylak e 1946.50 Arası Dönemde Mıilrıt Muhafazakar Demokratlar e 29
bir duraklama söz konusu olmamalıydı (Yeni Sabah, 19.2.1948).18 Bayar ve
ekibinin izlediği "yumuşak" muhalefet politikasının, "müfril"ler tarafından
acımasızca eleştirilmesi karşısında, Bayar, kendilerinin ılımlı politikasını
elinden geldiğince savunmuş ve, "Biz 12 Temmuz Beyannamesi'ne arkamıZ!
çevirmiş olsaydık, bizi memleketi ihtitale sürüklemekle itham ederlerdi" (Vatan,
23. 1 . 1948; Esirci, 1999: 211) diyerek bir bakıma bildiriyi imzalamaktan başka
seçeneklerinin olmadığını itiraf etmiştir.

Öte yandan DP içinden Beyannameye sert tepkiler gelmeye başladıktan
sonradır ki, DP liderleri parti içindeki bu görüş ayrılığını konuşmak üzere, 22
Temmuz 1947'de, her ilden iki delegenin katıldığı Küçük İstişari Kongre'yi
toplarruşlardır. Bu kongrede de sert tartışmalar yaşanrruş ve 12 Temmuz
Beyannamesi'ni bir ölçüde reddeden bir hava oluşmuşsa da,19 DP liderleri bu
havayı dağıtmak amacıyla önce iktidara karşı sert bir bildiri yayınlarruş,
ardından kongre, Bayar'ın belirttiği, "Fiili neticelere intizar" (Bayar, 1969: 90). 
Formülünü kabul ederek dağılrruştır. İnönü, DP bildirisini fazla sert
bulmuştur. Bunun üzerine, kongre delegelerini tatmin için böyle bir bildiri
hazırlarruş olan DP liderleri, bu kez de Cumhurbaşkanını tatmin için yine
görüşmeler yolunu tutmuşlardır. 26 Temmuz'da Köprülü, Nihat Erim'le, 27
Temmuz'da Bayar, İnönü ile görüşmüştür. Görüşme çok dostça geçmiş, hatta
kucaklaşıp öpüşmüşlerdir. Bayar müşkülatlarının çokluğundan yakınarak,
müfritlerin rahat bırakmadığını söylemiş ve Cumhurbaşkanına geniş izahatlar
vererek bazı müfrit isimleri sayrruştır (Toker, 1970: 27 1-272; Goloğlu, 1982: 173).

Tüm bu gelişmelerden sonra, 1946 seçimlerinden sonra "sine-i millete"
dönmek yaklaşırru ile siyasi yönünü belirlemiş olan parti içi muhalefet,
böylelikle 12 Temmuz Beyannamesini de, DP Kurucularının İsmet Paşa'nın
ağına düşmesi ve partinin Kurucular tarafından İnönü'nün kucağına terk
edilmesi olarak değerlendirerek başkaıdırmışlardır. İlk isyan edenler,
Bölükbaşl,20 Aldoğan ve Mustafa Kentli olmuştur. Kentli, Bayar aleyhinde
sözler söylemesi üzerine, 19 Haziran 1947'de haysiyet divanına verilerek erken
tarihte partiden çıkarılnuştır (Vatan, 19.6.1947).

< Bu grubun en ateşli temsilcilerinden biri olan General Sadık Aldoğan'a, "İnönü'ye niçin bu kadar sertsiniz"? diye sorulduğunda, Aldoğan Paşa, "Amacımı ve saldırı sebebini bilmeyenler vaktiyle aramızda bir şeylerin geçmiş olabileceğini düşünebilirler. 

Aramızda ne kişisel ne de askerlikteki görevlerim nedeniyle hiçbir olay geçmemiştir. ısmet Paşa, beğendiğim birçok yanları olan değerli ve gerçekten büyük bir kişidir ... Ancak Milli Şef İsmet İnönü 'ye gelince ... Milli Şeflik ve onun temsilcisi İ. İnönü, özgürlük yolunda karşımıza dikilmiş en büyük engeldir ... İşte benim saldırılarım Milli Şefiikten önceki İsmet Paşa 'ya değil. kendisini bu duruma getirmiş olan Milli Şef İsmet İnönü 'yedir. Bu saldırılarımla Milli Şefin de eleştirilebileceğini halka göstermek istiyorum" biçiminde konuşmuştur. Bkz. (Saçlıoğlu, 1990: 24-25). >

< Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, Haz. Müstakil
Demokratlar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa, 20 Haziran 1949): 20-2 ı. >


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 1

1946-50 ARASI DÖNEMDE MÜFRİT MUHAFAZAKAR DEMOKRATLAR VE TÜRK DEMOKRASİSİNİN ALMIŞ OLDUĞU BİÇİM., BÖLÜM 1




1947 CHP Şahin Güvercin Benzetmesi,
Yrd. Doç. Dr. Adem Çavlık
Kafkas Üniversitesi iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi
Ankara Ünıversitesi SBF Dergisi e 62-1


Özet;

Çalışmada, dönemin matbuatında adına "Müfrit Muhafazakar Demokratlar" denilen ve Temmuz 1948'de dönemin üçüncü büyük siyasal partisi 
Millet Partisi'ni kuran bir takım siyasetçilerin, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve özellikle Demokrat Parti'ye (DP) karşı beliren siyasal mücadeleleri ve söylemleri
incelenmiştir. Bunların ortak özellikleri, DP Kurucularının demokrasi ve hürriyet söylemlerinin gerçeği yansıtmadığı ve bu haliyle de Kurucuların inönü ile 
anlaşarak ") 946 ruhu"nu baltaladıkları yolundaki iddialarıdır.

Özellikle dönemin "hürriyeı" söyleminin sorunlu yönüne temas edilecek ve DP'nin tüm "demokrasi" ve "hürriyet" söylemine karşın daha muhalefet yıllarında bile ne kadar otoriter ve baskıcı bir parti olduğu gerçeğine değinilip, DP'den sonra gelen tüm merkez sağ partilerinin meşruiyetlerini dayandırmaya çalıştıkları
"1946 ruhu"nun ne kadar gerçeğe tekahül edip etmediği sorgulanacaktır. 


1946-50 Arası Dönemde Müfrit Muhafazakar Demokratlar ve Türk Demokrasisinin Almış Olduğu Biçim*

GIRiŞ

Türk demokrasisinin kurumlaş(a)ma(ma)sında 1946-50 arası dönemde
yaşananların büyük önemi vardır. Genel kabul gören bir anlayışa göre, 1946
yılında Demokrat Parti 'nin (DP) kurulması ile birlikte, Türkiye' de demokrasiye
geçildiği varsayılmaktadır. Bu varsayım biçimsel anlamda bir doğruyu yansltsa
da, çalkantılı ve bir o kadar da iç ve dış siyasal koşulları açısından nazik olan
söz konusu dönemde yaşananların, Türk demokrasisinin geleceğini belirlediğini
söylemek, herhalde abartılı olmasa gerektir. Türkiye'nin siyasal tarihinde
Meşrutiyet dönemlerinden beri cereyan eden siyasal gelişmelerin, Türk
demokrasisinin kurumlaşmasında katkısının olduğu yadsınamazdır. Hatta Tarık
Zafer Tunaya'nın zikrettiği gibi, aslında 1946'ya 1908 İkinci Meşrutiyet'le
birlikte girilse ve çok partili siyasetin kökeninin 1908'de aranması gerekse de,
(Tunaya, ı992: 25). İmparatorluk döneminden farklı olarak Cumhuriyetçi bir
demokrasinin gelişimi açısından 1946-50 arası dönemde atılan ya da atılamayan
temellerin ayrı bir yeri vardır.

Özellikle 1965'te iktidara gelen Adalet Partisi'nden bu yana, Türkiye'de
sağı hatta İslami kesimi temsil eden siyasal partilerin hemen hepsi, 1946'da
"Yeter söz milletindir" sloganı ile başlayan "hürriyetçi" söyleme özel bir önem
atfetmişler ve "1946 ruhu"nu kendilerinin temsil ettiklerini dile getirmişlerdir.
Türk sağını temsil eden siyasal partilerin, tekçi ve baskıcı tek parti iktidarından
sonra başlayan çok partili siyasal hayata ve DP'nin temsil ettiğine inanılan
"1946 ruhu"na simgesel anlamda vurgu yaptıkları söylenebilir. Ancak bu,
1946-50 arası dönemde DP'nin yoğun "hürriyetçi" söylemine rağmen, daha


* Bu makalenin ilk hali, Türk Sosyal Bilimler Derneği'nin, 07-09 Aralık 2005 tarihleri
arasında düzenlenmiş olduğu 9. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresİ'nde sunulmuştur.

Adem Çayla k e 1946.50 Arası Dönemde Müfrıl Muhafazakar Demokratlar e 19
muhalefet yıllarında parti içinde beliren farklı goruş ve düşünceleri nasıl
bastırdığı ve DP Kurucularının parti içi muhalefeti demokratik olmayan yol ve
yöntemlerle nasıl tasfiye ettikleri gerçeğini ortadan kaldıramaz. Başka bir
deyişle, sanıldığının aksine DP, sadece iktidarının son yıllarına doğru baskıcı ve
otoriter bir yönetim tarzı göstermemiş, daha muhalefette bulunduğu yıllarda,
sonradan Millet Partisi'ni (MP) kuracak olan ve "Müfrit muhafazakar
demokratlar" i (MMD) ismiyle anılan bir takım siyasi aktörleri, DP'den tasfiye
etmiş bir siyasal partidir. MMD, DP'li demokratlara oranla daha muhafazakar
ve sertlik yanlısı siyasilerdir. DP içinde 1946-50 arasında yaşanan siyasal
gelişmelere bakıldığında, DP'nin içinden çıktığı Cumhuriyet Halk Partisi'ne
(CHP) benzediğini ve bu haliyle de "J946 ruhu" ve "Yeter söz milletindir"
türünden söylemlerin, pek de gerçeği yansıtmadığını söylemek, zorlama bir
yorum olmasa gerektir.

Bu bakış açısından yola çıkan çalışmada, dönemin matbuatında adına
MMD denilen ve Temmuz 1948'de dönemin üçüncü siyasal partisi olan MP'yi
kuran birtakım siyasilerin CHP ve özellikle de DP'ye karşı beliren siyasal
mücadeleleri ve söylemleri ortaya konulacak, çok partili demokrasiye geçiş
döneminin muhalefet partisi olan DP'nin daha muhalefet yıllarındaki "demokrasi"
ve "hürriyet" söyleminin ve bu söylemin arkasında yatan" 1946 ruhu"nun
gerçeğe tekabül edip etmediği, DP'den istifa eden ya da atılan "müfrif" siyasi
aktörler bazında incelenecektir. Ayrıca MMD'nin, CHP ve DP'den farklı
siyasal görüş ve programlarından da bahsedilecektir. 

Böylece, "müfrif muhafazakarlar" kanalı ile DP ve Kurucularının demokrasi ve hürriyet söylemlerine
farklı bir açıdan yaklaşmanın mümkün olabileceği düşünülmektedir.

< Buradaki "müfrit" kelimesi, "aşırı", "sert" anlamlarında kullanılmıştır. O dönemde, siyasal partilerdeki bazı siyasal aktörler 
için "müfrit-mutedil" ayrımı yapılmaktaydı.
Bu, siyasette son zamanlarda kullanılmaya başlayan "şahin-güvercin" ayrımınabenzetilebilir. Dönemin matbuatında, DP içinde 
yer alan sertlik yanlısı siyasiaktörler için "müfritler", "müfrit demokratlar" ifadeleri kullanılmıştır. >

Bu kullanımlara yeri geldiğince değinilecektir. MP Kurucularının daha DP saflarında iken, "Müfrit Demokrat Muhafazakar/ar" olarak tanındığı zikr edilmiştir. 

< Bkz., Ali Fuar Başgil, 27 Mayıs ihtilali ve Sebepleri (Çev. M. Ali Sebük ve İ. Hakkı Akın)(İstanbul: Çeltür Matbaacılık, 1966): s. 62.>

CHP'yi ve İnönü'yü tek parti döneminde yaptıkları ile sorgulayacak bir grubungirmesiyle birlikte, DP, iktidar mahfillerince "intikamcılar" ve "yıkıcılar"
olarak eleştiriye tabi tutulmaya başlamıştır.? "Demokrasi" ve "hürriyet"özlemlerini gerçekleştir-mek ve tek partiyi mahkum etmek amacıyla DP'de
siyasete atılan, söz konusu yeni isimlerin ortak özeııiklerinden birisi de, DP'ninkurucularının aksine, CHP içinden gelmemeleri idi.

Bu arada, CHP iktidarı, DP'nin hızlı gelişmesi ve teşkilatlanmasıkarşısında, muhalefete fazla vakit tanımamak kaygısıyla, genel seçimleri bir yıl
öne alnuş ve CHP' nin 9-11 Mayıs 1946 tarihli Kurultayı'nda kabul ettiği ilkeler doğrultusunda tek dereceli seçimlerin 2 i Temmuz 1946 tarihinde yapılmasını
kararlaştırnuştır (Ahmatı Ahmat, 1976: 20). 1946 seçimleri ile DP Birinci Büyük Kongresi (7 Ocak 1947) arasında yaşananlar, DP' de ilk ayrılıklara neden
olması ve parti içinde başlayan çatışmaların ilk çekirdekleri olmaları bakJnundan önemlidirler. Bunlardan biri, Parti milletvekillerinin, Meclisten
çekilerek, "sine-i millete" dönmeleri doğrultusunda yaptıkları tartışmadır.

Diğeri de, İnsan Hakları Cemi yeti' nin kurulmasıdır.

1946 seçimlerinin bilinen baskı ve muhalefeti görmezden gelen bir çerçevede yapılnuş olması, DP teşkilatlarında yaygın bir hoşnutsuzluk
uyandırnuştı. Bu kJzgınlı k, DP mebuslarının Meclise girmemesi fikrini doğurmuştu. Ne var ki, DP Kurucuları ve müteşebbis genel kurul aynı fikirde
değildi. Onların düşüncelerine göre Meclise girmemekle hiçbir şeyelde edilemezdi. Bu durum, iktidarın işine gelir ve DP'yi halkın önünde ihtilalci bir
örgüt yapardı. Kurucuların anlayışına göre, ihtilal fikri DP' nin bir yolu değildi.
Meclisi terketmek görüşünün hararetli taraftarları arasında tanınmış ve bir kJsnu milletçe de sevilen bazı şahsiyetler de vardı: Mareşal Fevzi Çakmak ve Kenan
Öner gibi. Samet Ağaoğlu, Mareşal Çakmak'ın daha sonraları Bayar'a bir alay askerle hükümeti devirebileceğini, bundan başka bir çarenin kalmadığını
söylediğini yazmaktadır (Ağaoğlu, 1992: 415). 

< 40.50 sene iktidara gelme iddiasında bulunmamak. Görülüyor ki arkadaşlar, bizden beklenilen demokratik manzarayı tamamlayan bir süs olarak kalmak, 
geniş veya dar, fakat Halk Partisince çizilecek bir faaliyet hududu içinde bulunmak şartıile Meclis 'te verilecek sandalyeleri işgal etmekle iktlfa etmek. 

Güdümlü demokrasiden bahsediyorlar. Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisinin lütfu ve musaadesiyle kurulmamıştır ... ". 
Adnan Menderes'in Konuşmaları, Demeçieri. Makaleleri (Aralık 1933-Mart 1950), Yay. Haz. Haluk Kılçık, C i (Ankara: Demokratlar Kulübü Yay ..1991): 93-94. >

< Örneğin. Ulus'ta Falih Rıflkı Atay. "Demokrat Parıi bir siyasi parli olmaktan çıkmıştır. Bu bir yıkıcılar ve intikamcılar hareketidir" şeklinde yazmıştır 
(Ulus. 4.7. 1946).>

Seçimlerden sonra Demokrat Parti' de başgösteren çekişme ve ayrılıkları ateşleyen bir diğer gelişme de İnsan Hakları Cemiyeti'nin kurulmasıydı. 
Başkanlığını Mareşal'in yaptığı ve aralarında, Tevfik Rüştü Aras, Serteller çifti, Cami Baykurt, DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner, 
DP milletvekili Sadık Aldoğan ve Cumhurbaşkanlığı Eski Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın da bulunduğu İnsan Hakları Derneği, I 7
Ekim 1946 tarihinde kurulmuştur (Goloğlu, 1982: 131). İlk toplantısını Öner' in yazıhanesinde yapan kurucular, cemiyetin siyaset dışı bir örgüt olduğunu
özellikle belirtmişlerdir. Ancak Öner ile Mareşalin, kamuoyunca aşırı solcu olarak bilinen kimselerce işbirliği içinde olarak bir cemiyetin kuruluşuna
katılması iktidar ve DP kurucuları tarafından iyi karşılanmanuştır. Özellikle DP kurucularından gelen tepkiler sonucu Öner ve Mareşal bu cemiyet le hiçbir
ilgilerinin olmadığını bildirmişlerse de (Baban, 1970: 107-109),8 İnsan Hakları Cemiyeti de DP'de yaşanan krizde ve kurucuların kendilerine tam bağlı
olmayan parti ileri gelenlerini tasfiye etmede kullandıkları bir araç işlevi görmüştür. Ağaoğlu'ya göre, Tevfik Rüştü Aras, İnsan Hakları Derneği ile DP
arasında bir köprü kurmak istemiş ancak bunda başarılı olamamıştır (Ağaoğlu, 1992: 41, 415).

II. DP'NIN i. KONGRESI VE MMD

7 Ocak 1947 günü başlayarak beş gün süren DP i. Büyük Kongresi'nin
Türk demokrasi tarihindeki yeri büyük olmuştur. Ayrıca Partinin bütün
hayatında etkisi görülecek olaylara da sahne olmuştur. Bu kongre, DP içindeki
"müfrit-mutedil" ayrımını biraz daha belirginleştirdiği gibi, 27 Mayıs 1960
darbesine kadar etkisi sürüp giden parti içi kavgaların başlangıç kaynağı olduğu söylenebilir.

Kongrede, delegeler adeta bir ihtilal havası estirecek kadar coşkuluydular.
Bayar'ın anlattığı kadarıyla, içinde Kenan Öner, Samet Ağaoğlu, Osman
Bölükbaşı, Dr. Mükerrem Saral ve Osman Sarol'un bulunduğu bir grup, parti
milletvekillerinin Meclis 'ten çekilmelerini istiyor, iktidarı, milletle karşı karşıya
getirmekte çıkar yol görüyordu. Buna karşılık veren bir itidal grubunun da
olduğunu belirten Bayar, Adnan Menderes, Refik Şevket İnce, Ekrem Hayri
Üstündağ, Hulusi Köymen'in sözcülüğünü yaptığı ve zaman zaman Fevzi Lütfi
Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan tarafından desteklenen bu grubun, Meclis'ten çekilme ile 
oluşabilecek ihtilal fikrinin karşısında olduğunu anlatır(Bayar, 1969: 71).

< Öner de, gazetelerde yayınlanan demecinde, "Benim bu cemiyetle hiçbir ilgim yoktur.
Ben şahsen cemiyetin kuruluşunda ve faaliyetinde, katiyen roloynamadım"
demiştir. Bkz. (Nutku, ı979: 33).>


Kongre'de, ilerde DP'nin "müfrit muhafazakar" kanadında yer alacak
bazı şahsiyetler çok sert konuşmaları ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Bursa
delegesi Fuat Ama, "jstibdat devrinde millet padişaha karşı, 'senden büyük
Allah var' derdi. Bugün de biz iktidar sevdalılarına, senden büyük millet var
diyoruz" diye konuşurken, General Sadık Aldoğan da, "Yapılacak iş, Anayasayı
tadil etmek değil, Anayasaya aykırı kanunlar yapan Cumhuriyet Halk Partisi 'ni
yaptığı kanunlarla beraber süpürüp atmaktır ... 23 senede değişen sadece
şekildir. Üst tarafı eski hamam eski tas.. " diye haykırmıştır ( Mete, 1947: 21-23, 31-32). 

Kongrede, özellikle Bölükbaşı büyük tesir bırakmıştır. Bölükbaşı' nın
konuşmasında geçtiği öne sürülen ve pek çok kaynakta zikredilen,9 "Bu
memleket 23 senedir kızıl bir sultan idaresinde sevk ve idare olundu" gibi bir
ifadeyi, Bölükbaşı, daha sonra tekzip etmiş ve nutkunda kızıl sultanlar tabirini
kullanmadığını, sadece tek parti zihniyetini ortaya koyacak şekilde,
Abdülhamit'ten bahisle, "Taçsız-tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin
adı ile tadı bir olmamıştır" şeklinde bir ifade kullandığını belirtmiştir
(Bölükbaşı, 1947). ıo

Yine, Kongre başkanı kim olacak, Genel İdare Kurulu (GİK) kaç üyeden
oluşacak ve kimler olacak konularında, DP Kuruculan ile "müfritler" arasında
sert tartışmalar yaşanmıştır. Kurucular Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu'nun Kongre
başkanı olmasını isterlerken, "müfritler" Kenan Öner'i istiyorlardı. Yine
Köprülü ve Menderes, GİK üye sayısının 9 olmasını ve kendi otoritelerini
sarsacak kişilerden oluşmamasını isterlerken, Öner, Bölükbaşı, Emin Sazak,
Ağaoğlu gibi şahsiyetler, daha demokratik olur gerekçesiyle GİK üye sayısının
i5 olmasını arzu ediyorlardı (Ağaoğlu, 1992: 44-45). Kongre başkanlık
seçimini Öner kazanmıştır. Öner, seçimlerden sonra parti Kurucularına ve en
çok da Fuat Köprülü'ye karşı ÇıkmıŞtı. Demokrat Parti milletvekillerinin
Meclise katılmadan "sine-i millete" dönmesini isteyenlerin başında geliyordu.
O ve onun gibi düşünenIere göre, Meclise girmek Halk Partisi iktidarını ve
iktidarın devlet yönetimindeki "totaliter" görüşlerini, hele seçimlerdeki baskı
ve hilelerini en azından affetmek olacaktı (Ağaoğlu, 1992: 416). Menderes ve
Köprülü yeni isim olarak Kütahya mebusu Ahmet Tahtakılıç ile Fevzi Lütfü
Karaosmanoğlu'nun GİK'e girmesini istiyorlardı. 

< Bunlara örnek olarak (Toker, 1970: 232 ve Eroğul, 2003: 47) verilebilir. <
< Bölükbaşı'nın konuşmasının yer aldığı bir başka kaynakta da şöyle yazılıdır:
" ... Onlar, kendilerini ilahi bir (vasi) olarak görürler. Işte millet bu zihniyeti
yıkacaktır. Tap'ız- tahtsız sultan istemiyoruz. 23 senelik idarenin adı ile tadı bir
olmamıştır ... ". Cumhuriyet, 09. Ol. 1947.

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***