1960 Öncesi, 1980 Sonrası, Faşizme Karşı Dilekçeler., BÖLÜM 4
Peki, Faik Türün Kimdir?
Aslına bakarsanız ABD emperyalizmine hizmet eden ve onun kurduğu örgüte üye olan karşı devrimciler hangi konumda olurlarsa olsunlar belirli bir birliktelik
içinde anti komünist bir koşullanma içerisinde sola hatta demokratik solu komünizmle eşdeğerli görerek şiddet politikalarını sürdürmüşlerdir.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün de 1950’li yıllarda Turgut Sunalp gibi kurmay binbaşı olarak Kore’de savaşmış anti komünizm eşittir milliyetçilik
sarmalına dolanmış yaşamını bu anlayışla tamamlamıştır. Birçok kaynakla belirttiğine göre Faik Türün’ün Turgut Sunalp’a nazaran bir artısı bulunmaktadır.
O da tarikatla olan bağlantısıdır. Bunun yanında gözü kara bir yanı da bulunmaktadır. Örneğin 9 Mart 1971’de Org. Faruk Gürler liderliğinde bir sol
darbe gerçekleşse idi bu darbeyi kabullenmeyeceğini ve TBMM’yi İstanbul’da toplayacağını itiraf edecek kadar gözü karadır.
Bu anlayışı inançlarından kaynaklansa belki kabul edilebilir. Ancak onun derdi başkadır. Kendi anılarında söylediğine göre zamanın Genelkurmay Başkanı Org.
Faik Türün’e cumhurbaşkanlığı vaad etmiştir. Faik Türün bu hedefe ulaşmak için önündeki engelleri (Org. Faruk Gürler, Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal Kayacan)
temizlemek için kraldan ziyade kral taraftarı bir tavır sergilemektedir.
Faik Türün “Ziverbey Zihnipaşa İşkence Köşkü”nü Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunu kapmak için çalıştırmış orda bulunan tüm işkencecileri ve kamu
görevlilerini bu tarihi suçuna ortak etmiştir. Org. Faik Türün tüm çabasına rağmen hasım saydığı Org. Faruk Gürler’in Genel Kurmay Başkanı olmasını
engelleyemediği için, onun hiyerarşisine girmemiş askerlikle bağdaşmamasına rağmen bir yıla yakın süre zarfında yüz yüze gelmemeye çalışmıştır. Hatta, Faruk Gürler’in İsviçre’de yaşayan oğlu yabancı eşiyle birlikte Türkiye’ye geldiğinde hiçbir gerekçe göstermeksizin gözaltına alabilmiştir. Peki Türün bu gücü nereden alıyor derseniz, çok açık olarak Amerikan yanlısı bir kişi olarak Amerikan yanlısı bir partiden aldığını kesinlikle ifade edebiliriz. Nitekim bir gazeteye demeç veren Süleyman Demirel: “12 Mart’ın rövanşını iki sene sonra aldık: Gürler Cumhurbaşkanı olamadı.” (Tercüman, 21 Mart 1969)” diyebilmektedir.
Eğer 12 Mart 1971 Muhtırasal Darbesi sonucunda istifaya zorlanan Başbakan Süleyman Demirel direnebilseydi o tavır devlet adamlığına daha yaraşır bir tutum olurdu. Yıllar geçtikten sonra silahlı kuvvetlerle “rövanş aldığını” ifade etmek ancak tarihsel bir yanılgıyı kayda geçirir.
Süleyman Demirel’in rövanş alırken kullandığı iki kişiyi (Org. Turgut Sunalp ve Org. Faik Türün) açıkladım. Bu bölümde Faik Türün üzerinde durmak istiyorum.
Faik Türün emekli olur olmaz Adalet Partisi tarafından İstanbul’dan parlamentoya sokulmak istenmiş, seçimde hezimete uğratıldıktan sonra bir kamu kuruluşunda yönetim kurulu üyeliği alarak ödüllendirilmiş daha sonra da milletvekili yapılmış ve Cumhurbaşkanı seçiminde Adalet Partisi’nden aday gösterilmiştir. Her şey ne kadar açık değil mi? Demirel bir gazeteye vermiş olduğu demeçte “Komünizmle mücadelede gerekirse şehadet mertebesine ulaşacağız” (Cumhuriyet, 2 Ağustos 1976).(13)
Derin Devlet’i Bir de Rockefeller’den Duyalım
Bilindiği gibi Soğuk Savaş döneminde ABD kendi çıkarlarını garanti altına almak için ülkelerin her kademesinde seçtiği kişileri özel eğitimden geçirerek
örgütlenmeleri için finansman sağlayarak medyayı kullanarak bu işbirlikçileri parlatarak kendi hegemonyasını garanti altına almıştır. Örneğin Uluslar arası
Basın Enstitüsü (IPI) 25. yıllık toplantısı, Philadelphia’da ABD Başkan Yardımcısı Nelson Rockefeller tarafından yapılan konuşmayla açılmıştır(14)
İster beğenelim, ister beğenmeyelim, dünyayı üzerinde Sovyet güneşinin hiç batmadığı yeni bir imparatorluk haline dönüştürmek için devamlı girişimler var.
Emperyalizmin bu yeni biçimi içinde, Moskova’dan yönetilen ve Moskova’nın hâkim olduğu ideolojik, diplomatik, ekonomik, malî askerî ve siyasal yapılar rol
oynamaktadır. Sovyetlerin bu genişleme eğilimlerini karşılamak için dünyanın bağımsız ülkeleri arasında daha yakın bir işbirliği gerekmektedir. Bağımsız
ülkeler ortak çıkarları için birlikte çalışmaktadırlar. Bu, dünyada insana saygının ve özgürlüklerin gerçekleşmesi için en büyük umudumuzdur.
Nelson Rockfeller’in söyleminin tam tersine ABD’de neredeyse medyanın tümü CIA ajanlarının denetimi altındadır. 2000 yılında Ankara kitap fuarında vermiş
olduğum “Medya ve Etik” konu başlıklı konferansa bu kişilerin isimlerini açıklamıştım. 1950’li yıllardan bu yana “Küçük Amerika” sevdası içinde olan
iktidarlar kuşkusuz medyayı da çeşitli yöntemleri kullanarak Amerikan doğrularını milliyetçilik ve dindarlık sayan bir anlayış ile şekillendirmişlerdir. Bu amaçla da medya mensupları çeşitli burslar seminerler konferanslar vb. yöntemlerle ABD çıkarlarına hizmet edecek şekilde yetiştirilmektedir. Örneğin Asya Ülkeleri Anti Komünist Teşkilatı (APACL) 21. Genel Kurul toplantısı 8 Aralık 1975 günü Tokyo’da yapılmış bu kongreye 30 Asya ülkesinden dörtyüz delege katılmıştır.
Bu kongreye davet edilen kişileri öğrenmek ister misiniz(15)
- Doktor Fethi Tevetoğlu
- Yazar Tekin Erer
- Tarihçi Yılmaz Özsuna
- Prof. İlhan Akün
- Prof. Mehmet Yardımcı
Kuşkusuz bu kişiler ABD emperyalizminin istekleri doğrultusunda Tokyo’da en üst düzeyde (VIP) ağırlanmış ve ülkelerine döndüklerinde de görevlerini anti
komünizm doğrultusunda yerine getirmeye devam etmişlerdir.
12 Mart 1971 Faşizminin sözcülüğünü yapan gazetelerin birinde köşe yazarlığı yapan Tekin Erer’e 1976 yılında rastgeldiğinde sütunlarında sık sık yer verdiği
“köprüyü havaya uçurma” iddiasında yer alan kişinin ben olduğumu bu iddianın mahkeme kararıyla doğrulanmadığını söyleyip ne düşündüğünü sorduğumda
“Beyefendi biz askeri mercilerden gelen her türlü haberi doğru kabul ederiz sütunlarımızda aynen yer veririz. Siz de açıklama gönderseydiniz onu da
yazardık” diye kendini savundu. Bunun üzerine kendisine Asya Ülkeleri Anti Komünist Teşkilatı kongresine katılıp katılmadığını sorduğumda yüzü kızararak
hayretler içinde nerden bildiğimi sordu. Yanıtı verdim. Gerçekleri öğrenmek istiyorsa evime gelebileceğini söyledim. Tabii hiçbir zaman gelemedi...
Basın özgürlüğüne sonuna kadar evet anganjmanlara sonuna kadar hayır diyorum.
Prof. Nur Serter’in Babası Emin Aytekin’in CHP Düşmanlığı Aslında karşı devrimcilerin yarım yüzyıldan fazla bir süredir süregelen bir özleminden söz etmek istiyorum.
Onlar CHP’yi kapatırlarsa Atatürk dönemini de sonlandıracakları sanısını günümüzde bile sürdürmeye devam ediyorlar. 7 Kasım 1975 günü Anarşinin Stratejisi başlığı altında bir gazetede yer alan bir makaleye yer vermek istiyorum:
Türkiye’de kurulmuş altı adet Marksist kökenli parti bulunmasına rağmen bunları programları DİSK’in devrimci stratejisine uymasına karşılık DİSK’in tercihi bu
yönde olmamış siyasal gücü ağır ve etkin bir parti olan CHP ile bütünleşmesi
öngörülmüştür...
DİSK’in CHP’den ümitli olduğu görülmektedir. İşçi provakosyonunu siyasal patlama ile sosyal bir sonuca ulaştıracak en etkili örgüt olarak CHP’de tercihte kararlı oldukları anlaşılmaktadır. Bu tercihte, provakosyonun CHP yapısına dayanması ayrıca bunun yanında gençlik ve aydın kesimine de dayanması demek olacak ve güçlü bir Marksist ihtilal süreci yaratabilecektir. Yurt içi anarşizminin bariz karakteri, 12 Mart Faşizmine(!) karşı bir tepki niteliği göstermesidir. Katil Türün(!) parolası esasen CHP bünyesinde oluşturulmuş dikkati çeken bir başlangıçtır.
Bunan böyle katil iktidar(!) parolaları ile geliştirilecektir.. Bu dönemde Faşist generallerin(!) tedibi ile ordunun sindirilmesi için kriptolar bolca mürekkep harcamaktadırlar..
c) Türkiye’nin böyle bir ortamda Milli bekayı sağlayacak mutlaka güçlü ve etkili bir hükümete sahip olması ve parlamento yapısını bu gibi provokasyonlara karşı
koruması şartı vardır. Bu şartlar içerisinde Milliyetçi hükümeti oluşturan partilerin kendi çıkarlarını düşünmeye hakları da imkanları da yoktur!
O tarihte özetini çıkardığımız yukarıdaki makaleyi, M. Emin Aytekin isimli bir yazar yazmış. Günümüze bu ismi çok kişinin tanıdığını sanmıyorum. Ancak
tanınmasında fayda olduğunu da düşünüyorum.
Emin Aytekin 1942 yılında topçu yüzbaşısıyken Samsun’da 15. Topçu Alayında askerlik stajı dönemimde benim komutanım idi. 27 Mayıs 1960 günü İstanbul’da
kurmay albay rütbesiyle kurmay başkanlığı yapmıştır. Daha sonra da Talat Aydemir ile dirsek temasına geçmiş 21 Mayıs 63 darbe girişiminden sonra da
geçmişinden kopmayı yeğlediği için bazı çevrelere yaranmak üzere “İhtilalin Çıkmazı” adlı bir kitap yazmıştır. O kitaba “İnfazlarla ilgili açıklama” başlığı
altında gönderdiğim yazıyı basmış ancak yazı işine gelmediği için ismimi belirtmemiştir. Bu yazıyı web sitemde bulabilirsiniz. Kitabından sonra 12 Mart
1971 faşizmine destek veren yayın organlarında “Durum Muhakemesi” gibi yazılar yazmıştır. Bir örneğini yukarıda gördünüz.
Tabii bu dönüşümün karşılığı olarak da karşı devrimci çevrelerin kendisine sağladığı olanaklarla da daha rahat bir yaşam sürerek ömrünü tamamlamıştır.
Cumhuriyet mitinglerinde milyonlarca kişi çok samimi ve iyi niyetlerle cumhuriyet kazanımlarına, Atatürk devrimlerine, Atatürk’ün kişiliğine karşı süregelen iç ve dış olumsuz davranışlara tepki olarak miting alanlarını doldurmuşlardır. Ancak bu mitingleri düzenleyenlerin önceden düzenlenmiş bir plan ve projeleri olmadığı için “solcular CHP’ye sağcılar MHP’ye oy versin” demek suretiyle bu potansiyeli deşarj etmişlerdir. Oysa ki ne CHP solcu ne de MHP’nin bir anlamda sağcı olduğu söylenebilir.
Bu mitingleri bahane eden karşı devrimci çevreler Atatürkçü düşünceyi suçlamak için fırsat yakalamış ve bu fırsatı kullanmaya başlamış görünüyorlar. Kuşkusuz
cumhuriyet mitinglerinden nemalanmış birkaç kişinin de olduğunu bilmekteyiz.
Bunlardan biri Prof. Nur Serter’dir. 1975 yılında CHP’yi ve DİSK’i suçlayan Emin Aytekin’in Nur Serter’in babası olduğunu biliyor musunuz?
Emin Aytekin’in 7 Kasım 1975 günü Son Havadis gazetesinde yayınlanan “Anarşinin Stratejisi” başlıklı yazısının yayınlandığı günlerde ben İstanbul
Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Bomba Davası’nda savunma yapıyordum.
Savunmamda küresel ve yerel düzeyde karşı devrimci çevrelerin Emin Aytekin’in belirttiği CHP’ye yönelik niyetlerini bildiğim için mahkemeye vermiş olduğum bir
şemada ilerdeki bir tarihte “CHP’nin kapatılacağını” ve “Faşist bir düzenin kurulmasından” söz ediyorum. Oysa ki 1975 yılında CHP en güçlü iktidar
dönemini yaşamaktadır.
1976 yılında CHP milletvekili Süleyman Genç’in evine bomba atılması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kontrgerilla’nın araştırılması için önerge
verilmiştir. Önergedeki öne sürülen argümanları yetersiz bulduğum için kendi olanaklarımla Ankara’ya giderek Başbakan Bülent Ecevit’i bilgilendirmek istedim.
Ertesi gün Libya’ya gideceği için Özel Kalem Müdürü Galip Uzun’u bu konudaki bilgi ve belgelerden haberdar ettim. Galip Uzun bu konuyu Ecevit’e açtığında
benim kendi adına Deniz Baykal’la görüşmemi önermiş. Bu öneri üzerine Ecevit’in Libya’ya gittiği gün CHP Genel Merkezi’nde Kontrgerilla konusunda
saatlerce Deniz Baykal’la görüştüm. Sonuçta benden bu konuda bir rapor yazmamı istedi. 1 Mart 1976 tarihli bu raporu internet sitemde bulabilirsiniz.
CHP’nin gücü o tarihte “Derin Devleti” aşabilseydi ne 12 Eylül 1980 faşist darbesi olur ne de CHP kapatılırdı.
Faşizmin ve Kontrgerilla’nın CHP Düşmanlığı Karşı devrimci çevrelerin CHP’ye yönelik önyargılı tutumları ilerdeki tarihlerde devam etti. Nitekim Manisa milletvekili Faik Türün AP grubunda yapmış olduğu konuşmada “CHP içinde bir ayağı Marksist Moskavalılar var” dedi:(16)
Türün: “Gerekirse ikinci bir kurtuluş savaşı verilir” CHP, karma bir partidir. Bir koalisyondur. İçinde bir ayağı Moskova’da Marksist
hizipler vardır Tedhiş olayları şiddet ve yayılmasını artırarak devam etmektedir. Aczimizin nedeni, bir tarihî siyasî partimizin bunlara arka çıkması, korumasıdır.
CHP’de aşırılıktan uzak olanlar partiyi kontrol edemezlerse sabotajlara, sırsal bölgelerde yürütülecek ve dış gönüllü müdahalecilerle artık kontrol altına
alınamayacak kardeş kavgasına, bir iç savaşa hazır olalım. Hedef, siyasî rejimimizi değiştirmek, komünist bir düzen getirmek, patron devletle
bütünleşmektir.
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder