17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 3
Anayasayı ihlal;
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar Başlıklı 5. Bölümünde;
Madde 309- (1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Yasama organına karşı suç.,
Madde 311- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar.
Hükûmete karşı suç.,
Madde 312- (1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
Şeklinde darbe olarak bilinen suçlar tanımlanmıştır. Usul bakımından belki yüzbinlerce emsali olan 17 Aralık ve 25 Aralık soruşturmaları, adı geçen şüpheli şahısların siyasi konumları sebebi ile başta o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN tarafından birer darbe girişimleri olarak algı operasyonun bir parçası olmuşlardır. Bir anlığına bu iddiaların doğru olduğu varsayılsa bile darbe iddiası yukarıda yer verilen 3 maddeden birinin kapsamına girmek zorundadır. Bu minvalde aşağıdaki sorular da cevaplanmaya muhtaçtırlar.
TCK Madde 309 ve 311’in hükümete yönelik darbe suçlaması ile uyuşmaması sebebi ile bir darbe girişimi olduğu varsayılırsa bu madde 312’ye uygun olmak zorundadır. Bu durumda
1. Hükümeti ortadan kaldırma, veya.,
2. Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme olmak zorundadır.
Gerek 17, gerekse 25 Aralık soruşturmalarında hükümeti ortadan kaldırma söz konusu olamaz. Çünkü ilk soruşturmada sadece 3 bakan, 2. Soruşturmada sadece 1 bakan şüpheli olarak yer almıştır. Bu bile iddiaların sadece suça karıştığı düşünülen kişilerin yer aldığı eylemlerle sınırlı olduğunu gösterir. Üstelik 17 Aralık soruşturması kapsamında bazı bakanların rüşvet eylemlerine karışma ihtimali olmadığı için örgüt üyeleri tarafından hoş karşılanmadığı, kendilerinden çekinildiği hatta korkulduğu vurgulanmıştır. 25 Aralık soruşturmasında ise sadece Binali YILDIRIM’IN dahil olduğu suça konu görüşmelere yer verilmiş olup burada tespit edilen iletişim içerikleri de iş adamlarının konuşmaları esnasında elde edilen verilerden derlenmiştir. Yani yasama dokunulmazlığı olan birisinin dinlenmesi veya takibi söz konusu değildir. Bu durumda hükümeti ortadan kaldırma nasıl mümkün olacaktır?
İkinci olarak muhtemelen darbe iftirası atanların bir tarafından tutturabilir miyiz diye en çok sarılacakları kısım olan “Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme” suçlaması da izaha muhtaçtır. Bu açıdan;
• 17 ve 25 Aralık tarihlerinde hükümet etme pozisyonunda olan hangi bakana yönelik bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmıştır? Daha da ayrıntısı, hangi bakanın evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiştir?
• 17 ve 25 Aralık tarihlerinde o dönem hükümetin başındaki isim olan R. Tayyip ERDOĞAN hakkında bir yakalama, gözaltına alma, ifade alma, ikametinde arama, tutuklama gibi tedbirlerden herhangi biri uygulanmış mıdır? Daha da ayrıntısı evi, telefonu, işyeri veya herhangi bir iletişim aracı hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanmış ve dinlenmiş ya da izlenmiş midir?
Bu soruların cevabı olumsuz olduğuna göre hükümetin görevlerini yapması nasıl engellenmiştir? O dönem bakan pozisyonunda olan şahıslar herhangi bir rüşvet eyleminde yer aldı ise ve bu da soruşturma savcılarına CMK hükümleri kapsamında iletildi ise ve herhangi bir CMK tedbirine konu olmadan bu bakanın/bakanların bir rüşvet veya ihaleye fesat karıştırmak suçuna karıştığı tesadüfen elde edilen delillerde mevcut ise, bu deliller imha mı edilmelidir? Bu bakanın veya yasama dokunulmazlığı olan şahsın suç işlemesini meşrulaştırır mı? Zaten hakkında herhangi bir CMK tedbiri uygulanmayan yasama dokunulmazlığı olan şahıs suç işlemekten münezzeh midir? Eğer bu soruların cevabı hayır ise ve her şey CMK’daki usullere uygun yürütüldü ise bu nasıl hükümetin görevlerini yapmasını engeller? Suç işlemek amacı ile kurulan bir örgütün varlığını tespit eden adli kolluk ve Cumhuriyet Savcısı örgütün faaliyetlerini bertaraf etme adına tamamen usulüne uygun bir soruşturma yürütüyorsa ve yapılan operasyon bir rüşvet çarkını bertaraf ediyorsa, bu durumda da hükümet görevini yapamıyorsa, hükümet üyelerini görevlerinin rüşvet, ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek amacı ile hiyerarşik ve süreklilik kapsamında bir araya gelmek olduğunu mu düşünmeliyiz? Bu iddianın o dönem görev yapan hükümet üyelerinden herhangi bir suça karışmamış veya adı bile bulaşmamış olanları da zan altında bırakacağı düşünülürse bir suç örgütüne vurulan darbenin hükümetin faaliyetlerini engellemeye yönelik olduğunu söylemek hiçbir hukuki veya mantıki açıklamayla bağdaşmaz.
Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesine göre ‘Hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme suçunun Cebir ve tehdit kullanarak işlenmesi durumunda “darbe” suçu işlenmiş sayılacaktır. Bu durumda 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerine geri dönecek olursak 17 Aralıkta hiçbir hükümet üyesi hakkında herhangi bir koruma tedbiri uygulanmamış hatta usul izlenerek soruşturma evrakları ilgili savcı tarafından TBMM’ye gönderilmiştir. Üstelik TBMM’de adı geçen bakanların soruşturmalarının yürütülmesi için komisyon dahi kurulmuştur. 25 Aralık’ta ise zaten operasyon Efkan Ala’nın liderliğini yaptığı örgüt üyeleri, yani İl Emniyet Müdürü Selami Altınok ve Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından Efkan Ala’dan alınan talimat gereği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda Cebir ve tehdit kullanılması bir tarafa, bazı siyasilerin, bakanların ve iş adamlarının adı geçen soruşturmaların gereğinin yerine getirilmesi engellenmiştir. Henüz 18 Aralık’ta yerleri değiştirilen Mali Suçlarla Mücadele Şube müdürü ve yardımcıları idarenin keyfi tasarrufu olmasına rağmen idarenin vermiş olduğu kararlara saygı göstermiş ve yeni görev yerlerine geçmiş veya müdüriyet emrine alınmışlardır. Adli kolluk görevlilerinin devam eden tasfiye dalgaları ile iş yapamaz hale getirilmesi ile yeni atanan Selami Altınok, Hakan Sıralı ve diğer rütbeli personel 25 Aralık olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmanın akim kalmasına sebep olmuşlardır. Bu durumda 17 Aralık 2013 tarihine kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü-idarenin tüm kararlarına yargı yolu saklı tutulmak kaydı ile uyarak- personeli olarak görev yapan hiçbir adli kolluk cebir veya tehdit kullanma yoluna gitmemiş, tamamen adli kolluk görevlerini ifa etmiş ve mahkeme kararları ile savcılık talimatlarını uygulamışlardır.
Yukarıda anlatılan gerekçelerle, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının birer “darbe” girişimi olduğunun iddia edilmesi sadece hukuki ve mantıki izahtan uzak olmakla kalmayıp art niyetli, iftira maksatlı ve algı manipülasyonu yaparak soruşturmalardan aklanmak niyetlidir. Bu suç duyurusunun temel nedenlerinden bir tanesi de budur.
2013 Aralık ayından 2014 Ağustos ayına kadar bu soruşturmalarda görev alan adli kolluk görevlilerinin ifadelerine dahi başvurulmamış ancak bazı yayın organları, soruşturmalarda kendileri veya yakınları aleyhine deliller bulunan siyasiler ve onlarla birlikte hareket eden bazı köşe yazarları belki de yüzlerce kez yapılan tamamen adli ve hukuka uygun olan çalışmaları “darbe”, “komplo” gibi ifadelerle itibarsızlaştırma yoluna gitmiştir.
3. Havalimanı - Hızlı Tren - 3. Köprü- Kanal İstanbul Projeleri ve 25 Aralık!.,
18 Aralık Yargı Darbesi ile başlayan hukuksuzluklar dizisine Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN sık sık katıldığı ve hatta bu hukuksuzlukları yönlendirdiği, gerek adli operasyonlara gerekse algı operasyonuna şekil verdiği anlaşılmaktadır.
25 Aralık dosyası olarak bilinen 2012/656 sayılı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı uhdesindeki adli soruşturmada 3. Havalimanı -3. Köprü-Kanal İstanbul-Hızlı tren projeleri ile ilgili ne gibi çalışmalar bulunmaktaydı?
2012/656 sayılı soruşturma hemen bütün eylemleri ile bir yolsuzluk soruşturması olmasına karşın 3. Havalimanı projesi ile ilgili hiçbir ithamda bulunmamıştır. Soruşturmaya konu fezleke tarafımca kaleme alınmış, 3. Havalimanı ile ilgili gerek ihale gerekse edimin ifası aşamasında herhangi bir ithamda bulunulmamıştır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’IN 3. Havalimanı temel atma töreninde kullandığı ifadeler kasıtlı ve algı manipülasyonuna yöneliktir.
Henüz 25 Aralık olarak bilinen soruşturma hayata geçirilememiş iken 25 Aralık 2013 tarihinde o dönem Başbakan olan R. Tayyip ERDOĞAN,
“İstanbul'da 46 milyar dolarlık 3. havalimanı ihalesini gerçekleştirdik. Bu çeşitli mahfilleri rahatsız etmiştir. Havalimanına yönelik olumsuzluğu her an yapabilirler.” İfadelerini kullanmış ve adli çalışmalar ile elde edilen somut ve son derece ikna edici delilleri karartma çalışmalarına başlamış ve algı operasyonunun devamının geleceğinin sinyallerini vermiştir.
07.06.2014 tarihinde temel atma töreninde konuşan Erdoğan’ın;
“Biliyorsunuz geçen yılın Mayıs ayında bazı gezizekalılar türedi. Bu gezizekalılar maalesef bu havalimanını hazmedemediler; çünkü onların böylesi devasa bir havalimanının yapılmasını tahayyül etmeleri mümkün değildi. Onlar Türkiye'yi hala 12 yıl önceki gibi görmek istiyorlar
…. Onlar, Türkiye'nin o kutlu yürüyüşünün durdurulması için maşa olarak kullanıldılar. Onların derdi ne ağaçtı, ne fidandı, ne çiçekti... Ama 17 Aralık ve 25 Aralık'ta yaptığı ihanetin gayet iyi farkında olan bir örgüt karşımıza çıktı. Kendisini Türkiye düşmanlarına kiralayan bir örgüt... Bu büyük havalimanı ihalesini kazanan işadamları hedefe konuldu. Amaç Marmaray'ı, hızlı treni, en çok da bu projeyi engellemekti. Operasyona yolsuzluk görüntüsü verdiler ama aslında Türkiye'nin büyük projesine ve Türkiye'ye saldırı düzenlediler. Hamdolsun o tuzakları bozduk” ifadelerini kullanmıştır.
Hâlbuki 3. Havalimanı projesini engellemek bir yana proje ile ilgili hiçbir suç isnadı dahi bulunmamaktadır. Soruşturmada adı geçen şüpheli işadamlarının kendi aralarında yaptıkları bazı görüşmelerde 3. Havalimanı projesini alanların rüşvet havuzuna katkıda bulunduklarına dair ifadeler geçmekle birlikte bu söylemler tahkikat aşamasında vurgulanmamış, bizzat şahıslar arasında geçen görüşmelere konu olmuştur. Kaldı ki rüşvet havuzu da Sabah-Atv-Ahaber rüşvet havuzu olup rüşvetin karşılığı olarak verilen ihalelerin de büyük çoğunluğu TCDD ihaleleridir. Bu durumda gerek usulü gerek ifası ile ilgili hiçbir suç isnadında bulunulmayan 3. Havalimanı projesine karşı olan ve projeyi engellemeye çalışan bir örgütün varlığı ortaya atılıp sonrasında kendisi ve yakınlarının adı geçtiği yolsuzluk soruşturmasında görev alan polisler ve hatta savcılar bu hayali örgütün üyesi olmakla suçlanmıştır. Soruşturmada 3. Havalimanı ile ilgili hiçbir iddia bulunmazken bu kadar sık vurgulanan bu iftira ile halk kin ve nefrete teşvik edilmiş ve iftiralar algı operasyonun bir parçası olarak bazı basın yayın organları ve köşe yazarları tarafından köpürtülmüştür.
Yeni Şafak gazetesini 25 Aralık 2013 tarihinde operasyona dönüştürülmek istenen 2012/656 sayılı soruşturmanın yargı darbesi ile akim bırakılması sonrasında 26 Aralık 2013 tarihli haberinde;
“Türkiye'deki siyasi istikrarı hedef alan derin operasyon şimdi de ekonomik istikrarı hedef tahtasına oturttu. Son bir haftada ekonomiye 40 milyar TL'den fazla zarar veren operasyonun ikinci haftasında, Türkiye'yi 2023'te dünyanın 10 büyük ekonomisinden biri yapmayı hedefleyen projeleri akamete uğratmak için düğmeye basıldı.
“Soruşturma UYAP’a Kayıtlı Değildi” İftirası.,
Söz konusu örgütün, yolsuzluk soruşturmalarını itibarsızlaştırma adına, toplumun büyük bir kesiminin bilgisinin olmasının mümkün olamayacağı teknik konularla ilgili ürettikleri yalanları kullandıkları, bunun da algı operasyonlarının bir sistematiği olduğu anlaşılmıştır.
Operasyonun hemen akabinde, ilgi (a) sayılı soruşturmanın Ulusal Yargı Ağı Projesi’ne (UYAP’a) kayıtlı olmadığı ve böylece soruşturmanın UYAP’tan saklandığı/sakınıldığı ile ilgili iftiraların yaygınlaştırıldığı görülmüştür. Oysa adliye pratiği olan herkesin bileceği gibi, soruşturma ile ilgili işlemlerin tümü UYAP üzerinden gerçekleştirilmektedir ve başkaca bir pratik, teknik olarak mümkün değildir. Soruşturma numarasının mevcut olması o soruşturmanın UYAP’a kayıt edildiğinin en büyük delilidir. Bahse konu soruşturma 2012 yılında 120653 sayısı ile UYAP’a kayda girmiştir. (Bu soruşturma numarasını veren UYAP sisteminin kendisidir) Bahse konu soruşturmada, belki 30 farklı mahkemeden alınmış 100’e yakın karar bulunmaktadır ve bu karar tarihleri 14 aylık uzun bir süreye yayılmıştır. Bilindiği üzere savcılık makamı mahkemeden taleplerini UYAP üzerinden yapar ve mahkemeler de UYAP üzerinden kararlarını verir. UYAP’a kayıtlı olmayan bir soruşturma ile ilgili bir konunun savcılık tarafından mahkemeye sevki veya mahkemenin kararı teknik olarak mümkün değildir. Soruşturma dosyasındaki bu işlemlere dair tüm kayıtlar UYAP’ta bulunmaktadır.
Tüm bunlara rağmen, söz konusu örgüt tarafından, yolsuzluk soruşturmasını yürütenlerin kötü niyetle hareket ettikleri algısını kamuoyunda oluşturmak için bu derece mantıksız ve ucuz bir iftira yöntemi kullanılmıştır.
“Operasyondan Üstlerin Bilgisi Yoktu” Manipülasyonu.,
Söz konusu örgütün, soruşturmayı yürütenlerin kötü niyetli olduğu algısını kamuoyunda oluşturmak için başvurduğu manipülatif söylemlerden biri de idari üstlerin bu adli soruşturmadan haberdar olmadıklarıdır.
Adli Kolluğun, adli amiri Cumhuriyet Savcısıdır. Soruşturmanın amiri ve sahibi savcıdır. Adli kolluk sorumlusu Şube Müdürüdür. Bahse konu soruşturmanın adli kolluk sorumlusu ise Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürüdür. Adli Kolluğun idari amirinin (idari üstlerinin), adli soruşturmalarla ilgili bir tasarruf yetkisi veya bilgi sahibi olmasını gerektirecek bir konumu yoktur. Adli kolluk sorumlusunun (Şube Müdürünün) halihazırda yürüyen ve mahkemece verilmiş Kısıtlılık (Gizlilik) Kararı bulunan adli bir soruşturma hakkında idari üstlerine bilgi verme sorumluluğu ve hatta yetkisi yoktur. Tüm bu hususlar mevzuat hükümleri ile sabittir. Çünkü bu uygulama, bağımsız yargının yürütme erki tarafından tahakküm altına alınmamasına yönelik Anayasa’da belirtilen Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin en temel uygulamalarındandır.
Hatta bu konu o kadar açıktır ki, 17 Aralık 2013 tarihinden sonra, Adli Kolluk Yönetmeliği’nde bu hususları belirleyen maddeler üzerinde değişiklik yapılmış, ancak bu değişiklik Danıştay tarafından Anayasa’ya aykırılık sebebiyle iptal edilmiştir.
Açıkça görüldüğü gibi, o dönem Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından yapılan uygulama başta Anayasa olmak üzere mevzuata uygundur. Ancak aşağıda detaylarıyla anlatılacağı üzere bahse konu örgüt tarafından, mevzuata uygun hareket eden kolluk görevlileri, aynı örgütün medya ayağı tarafından üretilen bu tür manipülasyonların senkronizasyonunda görevden alınmış, yerlerine atanan görevliler ile birlikte sistematik olarak Anayasa’nın kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir şekilde bağımsız yargı işlemleri tahakküm altına alınmış, Cumhuriyet Savcılarının talimatları ve mahkemelerin kararları kolluk amirleri tarafından yürütme erkinde görevli örgüt yöneticisinin onayına sunulmuş ve uygulanması gereken talimat ve kararlar burada takılmıştır.
“Hedef, Hükümeti Yıpratmak” İftirası.,
İlgi (a) sayılı soruşturma en başından itibaren “Rıza SARRAF liderliğindeki grubun örgüt halinde suç işlediği şüphesi” ile başlayıp bu eksende devam etmiş, 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan operasyon da bu minvalde gerçekleştirilmiştir. Takibi yapılan suç örgütünün, rüşvet verme eylemlerinde rüşvetin o dönem (3) bakana gönderildiği, takibi yapılan şüpheliler üzerinden elde edilen somut delillerden anlaşılmıştır. Hukuk önünde herkesin eşit olduğu ve adalet karşısında herkesin hesap verebilirliği inancıyla, rüşvetin hangi kamu görevlisine verilirse verilsin suç olmaktan çıkmadığı yasalarla da ortada olduğundan bahse konu soruşturmada, suç teşkil eden bu hususlara değinilmekten çekinilmemiş, kanunun verdiği görev tarafımızca yerine getirilmiştir.
Ancak 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü, ilgi (a) sayılı soruşturmada hukuka uygun toplanmış delillerin bazı hükümet üyelerini suç şüphesi altında bırakmasını, soruşturmayı yapanların hükümeti yıpratma girişimi olarak topluma lanse etmiş, kolluğun ve savcılığın görevini yapma ve lehe ve aleyhe delilleri toplama zorunluluğu hakkında en ufak bir tartışmaya girmeden direk kötü niyet addederek iftirada bulunmuştur.
Halbuki soruşturmayı yürütenler, lehe ve aleyhe tüm delilleri toplamakla mükelleftir ve yolsuzluk soruşturmalarında da böyle uygulanmıştır. Şöyle ki, ilgi (a) sayılı soruşturma kapsamında elde edilen somut deliller neticesinde, takibi yapılan Rıza SARRAF liderliğindeki örgütün belli başlı işler karşılığında o dönem bakanlık yapan M. Zafer ÇAĞLAYAN, Muammer GÜLER ve Egemen BAĞIŞ’a haksız maddi menfaatler sağladığı anlaşılmış, takibi yapılan örgüt yönüyle bu hususlar fezlekede belirtilmiştir. Ancak fezlekede hükümet üyelerinin adının geçtiği tek konu/konum bu değildir. Devlet Bakanı Ali BABACAN ve Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK’in de adları bahse konu fezlekede (ve raporda) geçmektedir. Ancak bu bakanların adı fezlekede/raporda, takibi yapılan bahse konu örgütün rüşvet verdiği bakanlar olarak değil, örgütün, rüşvet eylemlerini deşifre etmesinden çekindiği/örgütün, illegal iş ve işlemlerini deşifre etmesinden çekindiği/örgütün rüşvet vermeye çekindiği/şüphelilerin, rüşvet ilişkisi içerisinde oldukları bakanlardan farklı mizaçta olduklarını belirttikleri/örgütün kendilerine şikâyet edilmekten korktuğu bakanlar olarak geçmektedir. Bu hususlar soruşturma kapsamındaki fezleke ve Meclis’e gönderilmek üzere hazırlanan raporda detaylıca anlatılmış, bu (2) bakanımız soruşturmada rüşvet almayan Gümrük Görevlisi “Memur Teoman” gibi adeta övülmüştür.
Bu konu 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütü tarafından kesinlikle dile getirilmemiştir. Bu sebeple soruşturmayı yürüten ve fezlekeyi/raporu yazan görevliler hakkında, hükümeti yıpratma iftirasının hiçbir tutarlı yanı olmadığı görülmektedir. Hükümeti yıpratma gibi bir niyetimiz olsa (ki böyle bir niyete dair en ufak bir emare gösterilemez), hükümet üyesi bu (2) bakanın takdire şayan duruşu neden fezleke ve raporda yazılsın ki? Hakkımızda bu tür iftirayı atanlar, bu soruya asla tutarlı bir cevap veremeyeceklerdir.
Eğer ortada hükümeti ve itibarını bir yıpratma varsa, bunu yapanlar görevini hakkıyla ve cesurca yapmak suretiyle suç ve suçun karşısında olanlar ve ahlaki duruşlarıyla suçluların kendilerine rüşvet teklif etmekten çekindikleri görevliler değil, maddi menfaat arzularına yenilip rüşvete bulaşarak rüşvet aldıkları suçluları koruyup kollama gibi bir ahlaksızlığa gebe kalanlardır. Kaldı ki medyada yayınlanan ve 17 Aralık’tan 8 ay önce MİT’in hazırladığı anlaşılan (ve yalanlanmayan) bilgi notunda, hükümeti zora düşürecek şahıs ve ilişkilerinin neler olduğu açıkça belirtilmiş olduğu görülmektedir.
HUKUK FİİL VE DELİLLERE BAKRA, FAİLİN KİM OLDUĞUNA DEĞİL, BİRİLERİ ÜZÜLMESİN/BİRİLERİ SEVİNSİN BİZİ BAĞLAMAZ, HUKUKUN BÖYLE BİR LÜKSÜ YOK
“17 Aralık Darbesi” ve “17 Aralık Başarılı Olsaydı …” İftiraları.,
Darbeler hiçbir demokratik hukuk devletinde kabullenilebilir bir yanı olmayan hukukun askıya alınma dönemleridir. Darbe, Anayasa başta olmak üzere yasalara aykırı uygulamalarla kuvvetler ayrılığının ihlal edilmesi, hak ve hürriyetin ortadan kalkması, devletin işletme sisteminin bozularak adalet ve yasama uygulamalarının bertaraf olması, keyfi idari uygulamaların alabildiğine yayılmasıdır. Darbenin ilk belirtisi, devletin DNA’sı olan Anayasa’ya aykırı uygulama ve işlemlerin meşrulaştırılmasıdır.
Ülkemizin ve milletimizin darbeler ile ilgili maalesef çok kötü tecrübeleri vardır. Bu konuda milletimizin hassas olduğu herkesçe bilinmektedir. 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütünün, yolsuzluk soruşturmalarını örtbas etmede bu hassasiyeti kullandığı, bağımsız yargıyı ve adli işlemleri (adli talimat ve kararların uygulamasını) tahakküm altına alırken, faili olduğu eylemi, görevini yaparak yolsuzluk soruşturmasını yürütenlere isnat etmekten geri durmamıştır.
Başta şunu söylemek gerekir ki; 18 Aralık Hukuka Darbe Örgütünün, darbecilik iftirasıyla suçladığı bu görevliler arasında, ülkemizin son dönemlerinde darbelere karşı kelle koltukta mücadele edenler ve bu adli soruşturmalarda görev alanlar da bulunmaktadır. Yargıtay tarafından onanan darbe örgütlerine karşı yürütülmüş soruşturmalar, yıllardır siyasi rantlara meze yapılmasına rağmen her nedense 18 Aralık tarihi itibariyle birer komplo olarak ilan edilmiştir. Açıkçası 18 Aralık günü icraatına başlayan 18 Aralık Darbe Örgütü, ilk olarak türdeşlerini aklamakla işe başlamıştır.
Şunu tekrar vurgulamakta fayda var ki; ilgi (a) sayılı soruşturma, baştan sona hukuka uygun olarak yürütülen, delilleri -olması gerektiği gibi- savcı talimatı ve mahkeme kararlarına istinaden hukuka uygun olarak toplanan ve hiçbir merhalesinde en ufak bir hukuka aykırılık bulunmayan BİR YOLSUZLUK SORUŞTURMASIDIR. Hem de Türkiye Cumhuriyeti tarihinin şuana kadar görebileceği en somut ve en ciddi delilleri ihtiva eden bir soruşturmadır. Her yönüyle hukuka uygun rutin bir yolsuzluk soruşturmasının, her yönüyle hukuka ayrılık ihtiva eden Darbe şeklinde, kanunen görevini ifa edenlerin de ancak cebir ve şiddet kullanarak anayasaya aykırı işlem yapanların tanımlanabileceği Darbeci şeklinde tarif edilmesi, akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Kaldı ki Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü olarak ilk defa bir yolsuzluk operasyonu gerçekleştirilmemiştir. Bundan önce CHP’li Maltepe, Avcılar, Kadıköy ve Sarıyer Belediyelerine de aynı şube tarafından (tarafımızca) soruşturma yürütülmüş ve operasyon gerçekleştirilmiştir. Ancak bunların hiçbirisi, hiçbir kimse tarafından bir darbe olarak nitelendirilmemiştir.
Bu şekildeki iftiralarda kullanılan bir illüzyondan da bahsettim Yoo, polisiye anlamda gayet başarılı bir operasyondu Başarısız diyerek (İLİZYON) (eğer darbe olsa sonuçları ortada olmadığı için) Darbelerde Meclise gönderilmez, meclisten kaçırılır TBMM’de açın bakalım darbe mi değil mi
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder