30 Temmuz 2017 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 9

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM  SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 9


TEZİN ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ 
3. 28 ŞUBAT 1997 ÖNCESİNDEKİ SİYASİ ve SOSYAL GELİŞMELER 

3.1. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Sonrasında Yapılan Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi 

3.1.1. 1983-1987-1991 Seçimleri Sonrasında ki Türkiye’nin Siyasi Durumu ve Seçim Sonuçlarının Değerlendirilmesi 

12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sonra darbeciler, Anayasa Mahkemesi, MGK gibi kurumları tahkim ederken, CHP başta olmak üzere, 1980 öncesindeki tüm 
siyasi partileri kapatıp, kendi anlayış ve düşüncelerine uygun olmayan parti ve şahısları veto etmişlerdir (TBMM, 2012, s.939). Bütün bu gerçekleşen olaylara 
rağmen Turgut Özal başkanlığındaki ANAP (Anavatan Partisi) 6 Kasım 1983 yılında girmiş olduğu seçimlerde 211 milletvekili çıkartmıştır. Türk toplumunun 
siyasi yapısında, 1983 genel seçim sonuçları ile başlayan sürece ANAP ve Turgut Özal damgasını vurmuştur. 
(Ahmad, 1995, s. 208). 1983 seçimlerinde Türkiye, Ferroz Ahmad’ın da söylemi ile “Bir devlet adamını değil bir ticaret adamını iş başına getirmiştir” 
(Ahmad, 1993, s. 209). 20 Mayıs 1983 tarihinde, ANAP Turgut Özal tarafından kurulmuştur. Özellikle bu siyasi partiyi, dört siyasi eğilimi (mukaddesatçı sağ, 
milliyetçi sağ, liberal sağ ve sosyal demokrasi) birleştirme iddiası, ANAP’ın bir geçiş dönemi partisi olma özelliğini fazlasıyla açıklayıcı niteliktedir. 
Onu ekonomik açıdan liberal, siyasal açıdan muhafazakâr sağ bir parti olarak tanımlamak daha yerindedir (Özgan, 2008, s.53). 

20 Mayıs 1983 tarihinde Turgut Özal tarafından kurulan ANAP ilk seçim başarısı 6 Kasım 1983 tarihinde olmuş ve yapılan genel seçimlerde 211 milletvekili 
çıkarmıştır. Özelikle 1987 yılında yapılan genel seçimlerde ise başarısını daha da artırarak 292 milletvekili çıkarmıştır. 1987 genel seçimleri Türkiye’de çok 
partili dönemde halkın seçimlere katılımının en yüksek olduğu genel seçimler olarak Türk siyasi tarihine geçmiştir. Genel olarak bakıldığında, 1987 genel seçimleri, 12 Eylül Askeri darbesinin, Türk toplumunun siyasi hayatındaki izlerinin, kısmen de olsa, silinmeye başladığını göstermiştir (Özgan, 2008, s.53). 1987 genel seçimleri çok partili siyasi yaşamda, genel olarak Türk siyasi hayatında katılım ve ilginin en yüksek olduğu seçimler olarak bilinmektedir. ANAP’ in siyasi iktidara gelmesi ile beraber, Türkiye’de hem siyasi alanda hem ekonomik alanda büyük gelişmeler olmuştur. 

Tek parti iktidarının sağladığı siyasi istikrar sayesinde iktisadi alanda önemli reformlar gerçekleştirilmiş, ekonomide dışa açılma hızlanmış ve önemli ölçüde 
büyüme kaydedilmiştir (TBMM, 2012, s.939). Yine bununla beraber Turgut Özal döneminde, Türk Parasını Koruma Kanunu ve Kambiyo Rejimi değişmiş, ithalat 
ve ihracat daha serbest hale gelmiş ve döviz de “Serbest Kur” sistemini getirmiştir. 

Sağ-sol çatışmasını önlemek amacıyla gerçekleştirildiği öne sürülen 12 Eylül 1980 Askeri darbesini yaşayan Türkiye’de, askeri idarenin sona erip sivil yönetime geçilmesiyle birlikte, “sağ-sol çatışması” yerini, “Laik-Anti Laik”, “Türk-Kürt”, “Sünni-Alevi” gibi çatışma alanlarına bırakmıştır. 12 Eylül Askeri darbesiyle dondurulan bu sorunlar, 1990’lı yıllarda “terörle mücadele”, “Kürt sorunu”, “faili meçhul cinayetler”, “siyasal İslam”, “kökten dincilik”, “Alevi sorunu” gibi tartışmalara yol açmıştır (TBMM, 2012, s.939). Bununla beraber, Turgut Özal’ın siyasetteki etkin tavrı, Genelkurmay’daki bir kesim tarafından 
“Nakşibendi tarikatının iktidara gelmesi ve İslamcıların devleti işgale başlaması” olarak değerlendirilerek (Bölügiray,1999, s.59) “irticanın ivme kazandığı” 
hususunun MGK toplantılarında gündeme getirildiği (Birand, Yıldız, 2012, s.215) bununla beraber ANAP’ın, irticaya inanmadığını ve yapılan eleştirileri dikkate 
almadığını göstermiştir. 

Başbakan Turgut Özal’ın 12 Eylül öncesi siyaset yaşamında etkin olan ve siyaset yapmış liderlerin, siyasi yasakları 6 Eylül 1987 tarihinde yapılan halkoylaması 
ile % 49.84 hayır oyuna karşın % 50.16 evet oyu ile siyasi liderler üzerindeki yasak kaldırılmıştır. Yapılan bu halkoylaması sonucunda yasaklı siyasi liderler 
tekrardan aktif siyasete geri dönmüş ve yasal olarak da hakları geri verilmiştir. Özellikle yine Turgut Özal döneminde, MGK’nın tavsiye kararı doğrultusunda 
23 Ekim 1987 tarihinde çıkarılan Olağanüstü Hal Kanunu’yla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ihdas edilerek, bu bölgede 2002 yılına kadar sürecek olan sıkıntılı bir döneme girilmiştir (TBMM, 2012, s.939). 1987 yılında Süleyman Demirel, Eylül ayında yapılan olağanüstü kongrede DYP Genel Başkanlığını Hüsamettin Cindoruk’tan almıştır. Yine aynı ay içerisinde Bülent Ecevit’te DSP’nin (Demokratik Sol Parti) genel başkanlığına seçilmiştir. Ekim ayı içerisinde ise önce Alparslan Türkeş MÇP’nin (Milliyetçi Çalışma Partisi) sonra da Necmettin Erbakan RP’nin Genel Başkanları olmuşlardır (Arslan, 2003, s.12). 

26 Mart 1989 tarihinde yapılan mahalli seçimlerde ise birçok Büyükşehir Belediye Başkanlığını SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Partisi) kazanmış olmakla beraber, 1989 tarihinden sonra ise RP Türk siyasi hayatında artık var olmaya başlamıştır. 

18 Haziran 1988 tarihinde Kartal Demirağ isimli kişi tarafından Başbakan Turgut Özal’a suikast girişiminde bulunulmuştur. Turgut Özal’ın 31 Ekim 1989 
tarihinde muhalefet partilerinden olan DYP ve SHP milletvekillerinin katılmadığı seçimlerin üçüncü tur oylamasında 263 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. 
Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine, Yıldırım Akbulut ANAP’ın Genel Başkanlığına seçilmiş ve 47.Hükümetin Başbakan’ı olmuştur. 

Cumhurbaşkanlığı makamına Turgut Özal’ın seçilmesi ile beraber Türkiye’de ki siyasi tartışmalar tekrardan başlamış olmakla beraber bu süreçte, 
Prof. Dr. Muammer Aksoy/31 Ocak 1990, Hürriyet Gazetesi Gen. Yay. Yön. Çetin Emeç /7 Mart 1990, Turan Dursun /4 Eylül 1990, A.Ü.(Ankara Üniversitesi) 
İlahiyat Fakültesi eski Dekanı Bahriye Üçok/6 Ekim 1990 tarihlerinde öldürülmüştür (TBMM, 2012, s.940). Bu cinayetler ile beraber başta basın-yayın ve medya kuruluşları başta olmak üzere toplumda gerilim yaratacak bu olaylar siyasi istikranın bozulmasına sebebiyet vermiştir. Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal, 1991 yılında 12 Eylül 1980 Askeri darbesinin getirmiş olduğu, Türk Ceza Kanunu’nun “düşünce, inanç ve ifade özgürlüklerinin” kısıtlayan 141, 142 ve 163. Maddelerin kaldırılmasını sağlamıştır. 1990 yılında ise televizyon yayıncılığında devlet tekelinin kırılması, 1991 yılında Kürtçe televizyon yayın yapma önerisi gündeme gelmiş ve bununla beraber devlet çizgisi paralelinde “Kürt Sorunu” ele alınmış ve bu tutum bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Özellikle yine bu dönemde terör örgütü PKK’nın “ateşkes” kararı alması Turgut Özal’ın aleyhinde kullanılmıştır (TBMM, 2012, s.940). 

Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı dönemi içerisinde en önemli olayı belki de Birinci Körfez Savaşı olmuştur. Bu dönem içerisinde siyasi anlamda hükümetle uyum sağlayamayan Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın görev süresi sona ermeden, 3 Aralık 1990’da emekliye sevk edilmiştir. Başbakanlık konumunda bulunan Yıldırım Akbulut, 15 Haziran 1991’de ANAP Genel Başkanlığından ve Başbakanlıktan ayrılması sonucu 47. Hükümet 23 Haziran 1991 tarihinde sona ermiş ve ANAP Genel Başkanlığına Mesut Yılmaz getirilmiş, 23 Haziran 1991 tarihinde 48. Hükümet kurulmuştur. 

1991 seçimlerine baktığımızda ise; 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimlerde Süleyman Demirel liderliğinde ki DYP 178 milletvekili çıkararak birinci parti olmuştur. ANAP, SHP, RP ve DSP parlamentoya girmiş, RP’si 40 milletvekili çıkartmıştır. Bu seçim sonucunda ANAP’ın geçmiş seçimlere nazaran güç kaybına uğradığı, Türkiye’nin darbe sonrası geçiş hükümetinin sona erdiği, siyasi yasakların kaldırıldığı bir dönem olması açısından oldukça önemli olayların 
yaşandığı ANAP dönemi yapılan bu seçimler sonrasında sekiz yıllık ANAP iktidarı sona ermiş, merkez sağın oyları ANAP ve DYP arasında bölünmeleri beraberinde 
getirmiş olmakla beraber Türkiye’de ilk defa sağ ve sol partiler arasında, Başbakan Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile yapılan koalisyon ile 49. Hükümet kurulmuştur. 

Seçimler sonrasında dikkat çeken önemli bir olay ise RP’nin başarısı ile 40 milletvekili çıkartması, merkez medya tarafından, “Siyasal İslam’ın Yükselişi” 
şeklinde değerlendirilmiştir (TBMM, 2012, s.941). 1991 seçimleri sonrasında büyük bir başarı elde eden RP’si “Radikal İslamcı söylemleriyle” de oldukça 
dikkat çekmiştir. 

1997 öncesi dönemde Türkiye Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasındaki süreç içerisin de ve küreselleşme etkinliklerine paralel olarak siyasal İslam’ı ve bunun 
temellerini, modernite sorunlarını ve modernist siyaset dışı yaklaşımları, çok kültürlülüğü, fark, etnik köken, kimlik, aidiyet politikalarını, liberal demokrasiyi, 
cemaatçiliği sorgulamaktadır. Çeşitli siyasal düşünceleri bu bağlamın içinde harmanlayarak ve kendince yorumlayarak, onlara ve kendisine yeni çözümler, 
yeni çıkış yolları aramaktadır (Özgan, 2008, s.54-55). 

Özellikle 1991 seçimleriyle, Türkiye’de yaklaşık 8 yıl süren tek parti yönetimi sona ermiş, Kasım 2002 ayına kadar yaklaşık on bir yıl sürecek olan zayıf koalisyon veya azınlık hükümetleri dönemine girilmiştir. Siyasi istikrarın olmadığı bu süreçte, Türkiye ekonomisinin büyüme hızı düşmüş, hatta kimi zaman negatif olmuştur (TBMM, 2012, s.941). 

3.1.2 Turgut Özal’ın Ölümü ve Süleyman Demirel’in 9’uncu Cumhurbaşkanı Olarak Seçilmesi 

1990’lı yılların dönüm noktasını, 8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın beş ülkeyi kapsayan 12 günlük Orta Asya gezisinden sonra 17 Nisan 1993 tarihinde ani şekilde ölümü teşkil etmiştir. Özal’ın ölümündeki şüpheler bugün de hala devam etmektedir. Özal’ın ölümüyle, Türkiye’yi yeniden eski Türkiye’ye dönüştürmek isteyen güçler sahneye çıkmışlardır. Bu nedenle, bazı uzmanlara göre, 28 Şubat sürecinin başlangıcının, Özal’ın ölümü olduğu öne sürülmüştür (TBMM, 2012, s.941-942). 

Özellikle Türkiye’nin ve siyaset yaşamının akışını değiştiren 17 Nisan 1993 günü Başbakan Süleyman Demirel Aydın’da halka hitaben konuşma yapıyordu. 

Süleyman Demirel (Başbakan): “Aydın Meydanı’nda konuşurken konuşmamın yarısında kulağıma geldi birisi fısıldadı. Dedi ki: “Sayın Özal ölmüş.” Tabi o an bütün gök kubbe başıma çöktü. Konuşmayı derledim, toparladım, kestim. Doğru vilayet konağına gittim. Valiyle oturduk. Ankara’yı aradım” (Birand, Yıldız, 2012, s.17). 

Hüsamettin Cindoruk (TBMM Başkanı): “Ömer Şarlak vardı, Gülhane Hastanesi komutanı tanıdığım bir profesör. Ona dedim ki: “Nedir durum?” “Eks 
olmuş” dedi. Yani ölmüş. Doktorlar kalbini çalıştırmakla uğraşıyorlar. “Ümit var mıdır?” dedim. “Yoktur” dedi… Hanımefendiye (Semra Özal) dedim ki: 
“Siz inançlı insansınız, doktorlar vefatın gerçekleştiğini söylüyor, beyin ölümü gerçekleşmiş, suni teneffüsle belki de bir iki saat daha nefes alıp vermesini 
temin edecekler. Bırakalım hekimlere durumu tespit eden bir rapor hazırlasınlar. Turgut Bey’e bu eziyete son verelim.” Çok metin bir hanım, “Haklısınız” dedi 
(Birand, Yıldız, 2012, s.18). 

Kaya Toperi (Turgut Özal’ın Başdanışmanı): “ Genelkurmay Başkanı Kuvvet Komutanlarıyla Semra Hanım’a geldi. “ Bundan sonra Sayın Cumhurbaşkanı bize aittir ” dendi. Cenaze ile ilgili hazırlıklara başlandı” (Birand, Yıldız, 2012, s.18). 

Cumhurbaşkanı Turgut Özal yaşamının son günlerinde siyaset yaşamında dengeleri değiştirecek birçok değişiklik yapmıştı, yeni bir siyasi yapılanmadan 
bahsetmekle beraber, o siyasi yapılanmanın başında olacaktı. Turgut Özal, tekrardan aktif siyasete dönecek ve rol alacaktı. Yine bu dönemde Kürt Meselesi 
tekrar gündeme gelmiş olmakla beraber, Özal’ın bu konuda ki duruşu tamamen farklı ve cesur bir duruş sergilemekteydi. Özellikle, Mustafa Kalemli 
(Eski İçişleri Bakanı), Doğu Ergil (Sosyolog- Siyaset Bilimci), Engin Güner (Turgut Özal’ın Danışmanı) başta olmak üzere Özal’ın yeni bir siyasi yapılanma 
içinde olduğu görüşünü paylaşıyorlardı. 

“Turgut Özal’ın ölüm haberini Şam’da bir taksi içerisinde, Radyodan öğrenen beş kişi ise adeta şok olmuştu. Zira onları Şam’a yollayan Özal’ın ta kendisi idi” 
Bu ziyaret gayri resmî olmakla beraber tek şahit ise Cumhurbaşkanı’nın kendisi idi. Zira PKK 15 Nisan’a kadar sürecek tek taraflı bir ateşkes antlaşması yapmıştı. 

Özal’ın düşüncesi ise bu ortamın daha uzun süreli olmasıydı. DEP (Demokrasi Partisi) Milletvekillerinden oluşan bir grup bu konuyu görüşmek üzere gizlice 
Şam’a Abdullah Öcalan’ın yanına gitmişlerdi. DEP milletvekillerinden Sırrı Sakık ve Hatip Dicle Türkiye’nin o gün ki siyasi atmosferini Şam’a taşımakla beraber, 
Abdullah Öcalan’ın, Özal’ın ölümü ile olan düşüncelerini de Türkiye’ye taşımışlardır (Birand, Yıldız, 2012, s.19). 

Turgut Özal’ın ölümünün ardından herkesin kafasında; Terör Türkiye’yi bölecek mi, laiklik elden gidiyor mu? Soruları kalmıştı. İşte bu soruların yanıtı 1993-2002 Türkiye’sine damgasını vuracak ve tarih yeniden yazılacaktı. Asker-sivil gerilimi yeniden tırmanacak, siyasi İslam ve Kürt sorununda tarihi olaylaryaşanacak ve ülke 28 Şubat sürecine doğru doludizgin sürüklenecekti (Birand, Yıldız, 2012, s.20). 

Turgut Özal’ın ölümünün ardından artık devletin en önemli konumu boş kalmıştı. Devletin bir numaralı ismi artık yoktu. Siyaset ise boşluk kaldırmazdı (Birand, 
Yıldız, 2012, s.20). Siyaset yaşamında ki dengeler tamamen değişmişti. Turgut Özal’dan sonra Cumhurbaşkanı kimin olacağı tartışma konusu olmuş ve akla 
ilk gelen isim ise Süleyman Demirel olmuştur. 

TBMM’de 16 Mayıs 1993 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanı seçiminin Üçüncü turunda 244 oy alan Süleyman Demirel, 9. Cumhurbaşkanı olmuştur. 
Akabinde, Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı olarak seçilmiştir. Müteakiben, Başbakan Çiller liderliğinde 1. Çiller Hükümeti olarak bilinen 50. Hükümet, 
25 Haziran 1993 tarihinde kurulmuştur (TBMM, 2012, s.942). O güne dek altı kere şapkasını alıp gitmiş olan Süleyman Demirel, bu defa devlet katının 
zirvesine Çankaya’ya çıkıyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.22). 


KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;

http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1


10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder