16 Ocak 2017 Pazartesi

Türkiye Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri BÖLÜM 1



 Türkiye -Irak - Bölgesel Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri BÖLÜM 1  



Çok Boyutlu Türk Dış Politikasına Bir Örnek ;
Özden Zeynep OKTAV
* Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü.



Özden Zeynep Oktav, “ Çok Boyutlu Türk Dış Politikasına Bir Örnek: Türkiye-Irak-Bölgesel Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri ”, 
Ortadoğu Etütleri, 
Ocak 2010, Cilt 2, 
Sayı 2, ss. 53-74 


Bu makalede, Türkiye’nin dış politikasında son zamanlarda izlediği aktif ve çok boyutlu politikalarına bir örnek olarak Ankara’nın Bağdat ve Erbil ile yakınlaşma 
çabaları ele alınmıştır. Gelişen ilişkiler çok kısa bir zamanda, çarpıcı boyutta ve ‘ortak kader’ söylemi temelinde gerçekleşmiştir. Bu politika değişikliklerinin 
nedenleri bölgenin değişen dinamikleri çerçevesinde incelenmeye çalışılmış ve ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışılmıştır. Bu çerçevede küresel 
değişiklikler ve Ankara’nın bölgedeki gelişmeler paralelinde izlediği Irak politikasının aslında geleneksel Batı yanlısı Türk dış politikasından bir sapma olmadığı, tam aksine şimdiye kadar edinilmiş olan Batılı politik kültürün bir sonucu olduğu çalışmada ele alınmıştır. Bu durum Türkiye’nin bölgede ‘yumuşak bir güç’ olarak önemini artırmaktadır. Bu gün Irak’ın siyasi bütünleşme sancılarının sürdüğü ortamda yaşadığı belirsizlikler, Fırat-Dicle suyunun paylaşımı gibi kronik sorunlar, ve Kerkük’ün statüsü Türkiye’nin Irak’la ve Bölgesel Kürt Yönetimi’yle kurmak istediği stabil ilişkilerin sınırlarını oluşturmaktadır. 

Anahtar Kelimeler: Çok Boyutlu Politika, Yüksek Düzeyli, Stratejik İşbirliği, Konsey, Anlaşma, Bölgesel, Kürt Yönetimi, Kerkük, SOFA Anlaşması, 


Giriş 


   Türkiye-Irak-Bölgesel Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ağustos 2009’da Bağdat’a yaptığı resmi ziyaret sonrasında ‘Irak’ı sadece dost ve komşu bir ülke olarak değil, aynı zamanda geleceğimizi birlikte şekillendireceğimiz ve entegre olmamız gereken büyük bir ortak olarak görüyoruz’ demiştir.1 Bu sözler daha önce izlenen Ortadoğu’ya yönelik politikaların çizgisinden üslup ve yöntem açısından oldukça farklı politikaların Ankara tarafından izleneceğinin açık bir işaretidir. Soğuk Savaş yıllarında bölgedeki olaylara sadece tepkisini belirten bir bölge ülkesi olmayı tercih ederken, Ankara son yıllarda bunun ötesine geçip, istikrarsızlığı önleyici, demokratikleşmeyi teşvik edici aktif ve çok boyutlu bir dış politika izlemeye başlamıştır. Irak ve Suriye ile ekonomik entegrasyonu sağlama ve halkların kaynaşmasını hedefleyen ilişkiler ağı oluşturma çabaları, Türkiye’nin çok boyutlu politikasına örnek olarak verilebilir. 

Wendt devletlerin düşmandan ziyade birbirlerini dost olarak tanımlamaları için gerekli olan sosyal bilginin bağımlılık, ortak kader ve homojenlik gibi bazı değişkenlerini ortaya koyar. Wendt’e göre2 yapılar sadece maddesel dayanaktan oluşmaz, sosyal ilişkiler de yapıları ortaya çıkarır. Bu tür yapıların üç önemli 
temel taşı vardır: Paylaşılan bilgi, kaynaklar ve yapıyı meydana getiren aktörlerin eylemleri. Bu çerçevede, Cumhuriyeti kuran kadrolar, Osmanlı imparatorluğundan ulus-devlete dönüşüm aşamasında hem devletin hem de ulusun Batılı bir kimlik kazanması için çalışmış, bu da dış politikanın Batılı değerler ve nosyonlar çerçevesinde belirlenmesini beraberinde getirmiştir. Hakan Yavuz’un belirttiği gibi Cumhuriyet Türkiye’sinin en önemli ‘dizaynı’ Avrupalı olarak tanımlanmaktı.3 Bir başka deyişle, Wendt’in bahsettiği ortak kaderi Ankara, Avrupa ile oluşturmak için çaba sarf etmiştir. 

Bugün Davutoğlu, Irak’la olduğu kadar, Suriye ile de ortak bir kader oluşturmaktan söz ederek, yeni sloganın “Ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek; “El kader el müşterek, Ettarih el müşterek, El müstakbel el müşterek” olduğunu belirtmiştir.4 Bu çerçevede, ulusal çıkarların yeniden tanımlanması bağlamında Ankara’nın Irak ile ilişkilerinde olumlu yönde yaşanan çarpıcı değişikliklerin nedenleri ve ne kadar sürdürülebilir olduğu çalışmanın konusunu oluşturacaktır. Ayrıca, Bölgesel Kürt Yönetimi (BKY) ile olumlu yönde geliştirilen ilişkilerin her iki taraf açısından önemi ve nedenleri de makalenin önemli bir kısmını oluşturacaktır. 

2003 Sonrası Türkiye’nin Irak Politikası 

Türkiye’nin Irak politikası özellikle 2003 işgalinden sonra Türk-ABD ilişkileri çerçevesinde analistlerce ele alınmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin 
(ABD) Irak’taki askeri varlığı bölgedeki dengeleri değiştirmiş, Türkiye, İran ve Suriye’nin özellikle güvenlik ekseninde yakınlaşmasına yol açmıştır. Bu üç ülkenin arasında birleştirici etkisi olan en önemli unsur, ABD’nin Irak işgalinden sonra Kürtleri en yakın müttefiki olarak görmesi ve işgalin bölgedeki statükoyu 
bozarak, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak bir süreci başlatacağı endişesi olmuştur. Sözgelimi Ankara tarafından 2003 yılında başlatılan ‘Irak’a Komşu Ülkeler Girişimi’nin öncelikli amacı Irak’taki istikrarsızlığın komşu ülkelere yayılmasını önlemek olmuş, daha sonra 2004’de Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin katılımıyla güçlenerek bölge ve Irak sorunlarının tartışıldığı bir platforma dönüşmüştür.5 

2003 Irak işgali ile Kuzey Irak’ta otorite Barzani liderliğinde Erbil hükümetine geçmiş ve bu durumun PKK’nın bölgedeki faaliyetlerini artıracağı düşüncesi 
Ankara’da endişe yaratmıştır. En önemlisi Irak’ta ortaya çıkan yeni gelişme, Türk-ABD ilişkilerinde olumsuz yönde bir kırılma noktası oluşturmuş ve Süleymaniye krizi ile bu güvensizliğe dayalı durum en üst noktaya varmıştır.6 

Türkiye, 2003’ten önce Kuzey Irak’ta Türkmenlerin durumunu Irak’la ilişkilerinde gündeme getirmezken, ABD işgalinden sonra Kerkük’te Kürt nüfusu dengeleyici bir unsur olarak, Türkmenlerin haklarını elde etmeleri için çaba sarf etmeye başlamıştır. Ancak Ankara’nın bu tutumu, Türkiye’nin bir iç meselesi olarak ortaya çıkan kimlik politikalarının bir benzerinin Kuzey Irak’ta bizzat Ankara tarafından yürütülmesi gibi tuhaf bir durum yaratmıştır. 

Diğer bir deyişle, bu gelişme bir yandan Kürt kimliği çerçevesinde yaşanan sorunların Türkiye’nin sadece iç meselesi olmadığını göstermiş, diğer yandan da 
Türkmenlerin haklarını savunan Türkiye, Pandora’nın kutusunu açarak Irak’ın bütünlüğünü tehlikeye düşürecek bir tutum benimsemiştir.7 

Ocak 2005 seçimleri sonrası Kürtlerin Meclisteki toplam sandalye sayısının % 27’sini elde ederken Sünni Arapların sadece %6’sını kazanması ile Ankara, 
Irak’ta Kürtlerin siyaseten etkin olacağı yeni bir dönemin başladığını anlamıştır. 

Sözü edilen yeni dönemde Ankara, BKY ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmiştir. Bunda en önemli etken Ankara’nın Kürt Yönetimi’yle ekonomik ilişkiler 
geliştirmesinin bölgeye istikrar getireceğine inanması ve Washington’un Ankara’ya Kürtlerle daha sıkı işbirliğine dayalı ilişkiler geliştirme tavsiyeleridir. 
Ancak Ankara bir yandan olumlu yönde politika değişikliğine giderken, diğer yandan PKK ayrılıkçı hareketinin ivme kazanması ve Barzani’nin Kerkük’ün 
statüsü konusunda Ankara’ya karşı meydan okuyan bir üslup benimsemesi Ankara ve BKY arasında iplerin gerilmesine yol açmıştır. 

Erdoğan’ın 5 Kasım 2007’de ABD’ye yaptığı ziyaret sonucu başlatılan süreç ile her iki ülke de terörü ortak düşman ilan ederek anlık istihbarat paylaşımı 
konusunda anlaşmaya varmıştır. Bu gelişme Türk-ABD ilişkilerinde yaşanan güvensizliğin giderileceği konusunda büyük beklentiler yaratmış, Kürt liderlerin 
daha önceki uzlaşmaz söylemlerinin birdenbire değişmesine yol açmıştır. Sözgelimi Irak Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sınır ötesi 
harekât için aldığı tezkere8 kararından sonra takındığı uzlaşmaz tutumunu daha da sertleştirerek, Türkiye’nin PKK’lıların teslim edilmesi istekleri karşısında 
‘bir kedi bile vermeyiz’ derken9 Washington’la varılan anlaşma sonrasında Barzani, operasyonun sınırlı tutulması halinde karışmayacaklarını ifade 
etmiştir.10 

Böylece Türkiye ve ABD arasında sağlanan anlık istihbarat paylaşımının haricinde, Türkiye-ABD-Irak arasında üçlü bir askeri yapı kurulmasına, PKK’nın 
sözü geçen üç ülkenin de ortak düşmanı ilan edilmesine, PKK’nın lojistik desteğinin finansal kaynaklarının kesilmesine karar verilmiştir.11 

Bütün bu alınan yeni kararlar diplomatik bir başarı olarak Türk basınında yer almış ve terörün durdurulabileceğine dair beklentiler artmıştır. Ancak 2007 yılındaki Dağlıca baskınının yarattığı şoku 3 Ekim 2008’de Aktütün karakoluna yapılan saldırıyla Türkiye tekrar yaşamış, ve sorunun sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceği tartışmaları ivme kazanmıştır. Bu noktada Ankara, Irak’ın merkezi yönetimiyle olduğu kadar BKY ile de işbirliği yapmasının önemini açıkça görmüştür. 

Ancak Türkiye’nin BKY ile arasında güven esasına dayalı ilişkilerin oluşturulamamasının en önemli nedeni, PKK’ya destek verildiği kuşkularının yanı sıra Kerkük’ün statüsü ve Kerkük’ün statüsünün belirleneceği referandumun 31 Aralık 2007’den beri yapılamamasında Ankara’nın itirazının etkili olmasıdır. 
Kerkük petrolünün BKY’nin eline geçmesi olasılığı bölgede kurulacak bağımsız bir Kürdistan’ın Türkiye’de yaşayan Kürtler için bir çekim alanı oluşturacağı 
ve Türkiye’nin topraklarının bölünmesine yol açacağı endişeleri Ankara’nın BKY ile ilişkilerini olumsuz yönde şekillendirmiştir. Barzani’nin yaptığı çıkışlar 
ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) yetkililerinin demeçleri Kerkük konusunu Türkiye’nin yumuşak karnı ve PKK’nın ayrılıkçı hareketiyle ilintili bir konu olarak 
gündemde kalmasına yol açmıştır. Sözgelimi, 2008 yılında Zap’ta PKK’ya karşı yapılan askeri harekat sonrası Barzani, ‘eğer Türkiye Kerkük’e müdahale 
ederse biz de 30 milyon Kürdün yaşadığı Diyarbakır’a ve diğer Güneydoğu illerine müdahale ederiz’12 derken, DTP’li Diyarbakır İl Başkanı, Aydoğdu’nun, 
‘Kerkük’te ki Kürtlere yapılacak müdahale bizlere yapılmış olacaktır’13 ifadesi Ankara’nın bölgeye olumsuz yönde bakışının devam etmesini sağlamıştır. 

Kerkük’ün statüsü konusu ve BKY’nin petrol gelirini merkezi hükümetle paylaşmaya zorlamak ve Kürtlerin özerkliğini frenlemek sadece Türkiye’nin değil, Suriye, İran ve Irak’lı Arapların da hedefleri arasındadır. Dolayısıyla BKY’nin bütün taraflara karşı bir mücadele yürütmesinin zaten olanaksız olduğu bir ortamda, ABD birliklerinin SOFA anlaşması sonucu 31 Aralık 2011’e kadar Irak’tan çekilmesi kararı Bölgesel Kürt Yönetimi için hem Türkiye hem de 
Bağdat’la ilişkileri açısından yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır.14 Bu dönemin geçmiş dönemden önemli ölçüde farklılıklar göstermesinin nedenlerinin 
Türkiye, Bağdat ve Bölgesel Yönetim açısından incelenmesi, Türkiye’nin Çerçeve antlaşmasını Kasım 2008’de onaylamıştır.”, Milliyet, “ABD 2011’de Çekiliyor”, 
17 Kasım 2008. 

Ortadoğu’da Şekillenmeye başlanan yeni politikalarını anlamak açısından son derece önemlidir. 

Yakınlaşma ve Nedenleri 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Irak’taki Kürtlerin, Türkmenler gibi akraba olduklarını belirtmesi,15 Ankara’nın BKY’ye ve Kürtlere bakışının önemli ölçüde 
değiştiğini göstermektedir. Diğer bir deyişle Kürtler dış düşman olmaktan çıkıp akrabalık statüsüne kavuşturulmuştur. Bir yıl öncesine kadar BKY’nin 
Irak, ABD, Türkiye arasında yapılmakta olan üçlü terör zirve toplantılarına16 katılmasına bile itiraz ederken, 2009’da söz konusu toplantının Erbil’de yapılmasına Ankara’nın itiraz etmemesi bu değişime bir örnektir.17 

Ankara, BKY ile ilişkilerini geliştirirken önceliği merkez yönetime vererek, Bağdat’la yakınlaşma sürecine girmiştir. 7 Ağustos 2007’de iki ülke arasında 
imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Mutabakat Muhtırası”nın ardından ilk defa Talabani’nin Mart 2008’de ziyareti esnasında 
gündeme getirilen ve Temmuz 2008 ’de Erdoğan’ın Bağdat’ı ziyareti esnasında imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi anlaşması uzun vadeli 
stratejik bir ortaklık kurulmasını hedeflemesi açısından çok önemlidir. 

Bu işbirliği kapsamında özellikle “Kerkük- Yumurtalık petrol boru hattının kapasitesinin artırılması, Irak doğal gazının uluslararası pazarlara aktarılması için bir boru hattı inşa edilmesi, yeni sınır kapılarının açılması ve iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması imzalanması kararlaştırılmıştır.”18 Konseyin diğer çalışma alanları “Irak’ın toprak bütünlüğü, terörizmle mücadele, öğrenciler ve kamu görevlileri arasında değişim programı uygulanması, turizmin geliştirilmesi, Irak ordusunun eğitilmesi”19 olarak belirlenmiştir. Stratejik İşbirliği anlaşmasında Türkiye, hem Irak’ın federal yapısına hem de bağımsızlığına saygı göstereceğini açıklarken, izlediği politika Irak’ta ki bütün gruplarla iyi ilişkiler tesis etmektir.

Bu çerçevede Davutoğlu, her fırsatta Türkiye’nin Irak’la ve Irak’ı oluşturan Şiilerden Sünnilere Kürtlerden Türkmenlere ve Asurilere kadar tüm gruplarla 
ortak bir tarih ve kültüre sahip olduğunu vurgulayarak, entegrasyon ve işbirliği sözcüklerini çok sık kullanmaya başlamıştır.20 Bu, özellikle Türkiye’nin 2008’de 
başlattığı ancak 2009’da daha da çok benimsediği bir söylem olmuştur. 

Ancak, Ankara açısından bu politikanın devamını sağlamakta çıkabilecek en büyük engel ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından ve Irak’ın kendi egemenliğine tam olarak kavuşmasından sonra Şiiler, Sünniler, Kürtler ve Arapların merkezi bir otoritenin altında uyum içinde yaşayıp yaşayamayacağı sorunudur. Sözgelimi, BKY’nin Bulgaristan’dan üç uçak dolusu silah satın alması, 21 2007’de Bağdat’tan gelen itirazlara kulaklarını tıkayıp, kendi petrol yasalarını 
geçirip aralarında Türkiye’den Pet Oil ve Genelenerji gibi şirketlerin de olduğu petrol şirketlerinin lisans anlaşmalarının onaylanması Erbil ile Bağdat arasında 
kopukluğun bir göstergesidir.22 Başbakan Maliki’nin, Kürtleri Irak’ın birliği önünde bir engel olarak gördüğü, Erbil’den Bağdat’a girişlerde vize uygulamasının olduğu, iç sınırlarla ilgili anlaşmazlıkların halen çözülmediği23 bir ortamda Irak’ın bütünlüğünü destekleyen Ankara’nın bu politikasını ne kadar 
sürdürebileceği de önemli bir sorundur. 

Ancak tüm koşullar Ankara’nın Bağdat’la olduğu kadar BKY ile de ilişkilerini bir düzene sokmasını gerektirmektedir. Birincisi BKY ile Türkiye arasında ekonomi 
dahil her türlü ilişkilerin geliştirilmesinde en büyük engel olarak görülen PKK’nın tasfiyesi konusunda Barzani’nin PKK’yı destekleyen dış düşman olmaktan 
çıkarılıp, bir müttefik olarak yeniden tanımlanması gerekliliği Ankara tarafından görülmüştür. PKK’nın tasfiyesi için sadece askeri yöntemlerin yetersiz 
kalacağını göz önünde bulunduran yetkililer, Kuzey Irak siyasetinde sivil boyutu öne çıkarmaya başlamıştır. Şubat 2008 tarihli Milli Güvenlik Kurulu24 
toplantısının hemen sonrasında PKK’ya karşı yürütülen kara ve hava harekâtı ile eş zamanlı diplomatik girişimler yoğunluk kazanmıştır. 

Kuzey Irak’ta Kürt etnik yapısına coğrafi ve hukuki bir statünün kazandırılması gayretleri, bölgede izlenen politikaların sadece Kürtlere dayalı olmasının uzun 
vadede Irak’ın istikrarı için yeterli olmayacağının Washington tarafından görülmesi ve Obama yönetiminin iktisadi krizin de etkisiyle Irak’ta yeniden bir 
yapılanma içine girme ihtiyacı duyması gibi yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu değişen koşullar altında Ankara, hem Kürt Yönetimi ile hem de Bağdat’la 
ilişkilerini gözden geçirme ihtiyacı duymuştur. O zamana kadar PKK sorunu üzerinden BKY ile sadece güvenlik ekseninde ilişki kuran Ankara, PKK’nın sadece dışarıdan kaynaklanan bir tehdit olmadığını açıkça görmüş ve PKK’nın tasfiyesi için, BKY ile ilişkilerin çeşitlendirilmesine ve geliştirilmesine ağırlık 
vermiştir. Ancak bunun için iki önemli algının değişmesi gerekmiştir. Birincisi, Irak Kürtlerinin Türkiye vatandaşı olan Kürtlerin akrabaları olduğu ve tıpkı 
Türkmenlerin haklarının savunulması gibi Irak Kürtlerinin de haklarına saygı gösterilmesi ve barış içinde bir arada yaşamak dışında bir başka seçeneğin 
olmadığının anlaşılması, ikincisi ise Irak Kürtleriyle ortak çıkarlar üzerinden ilişkilerin yeniden formüle edilmesinin her iki tarafın da iyiliğine olduğudur. 25 

Ortak çıkarlar söz konusu olduğunda Ankara açısından Kerkük ve Irak petrolleri öne çıkmaktadır. BKY açısından ise petrol ve doğal gazın güvenliği ve dış 
pazarlara taşınması konusu önem kazanmaktadır. Bu fotoğrafta Washington başroldedir çünkü Irak dünyanın en büyük üçüncü petrol rezervlerine sahipken 
ve Irak’ı Nabucco hattının potansiyel sağlayıcılarından biri yapan doğal gaz rezervleri varken Irak, savaşlar ve ambargo yüzünden ihracatçı ülke olarak 
18. sırada yer almıştır. Bu yüzden ABD ve Avrupa açısından Irak’ın olduğu kadar Kuzey Irak’ın da üretici olarak dünya piyasalarına girebilmesi için bölgede 
savaşın bitmesi gerekmektedir. 26 

Bu resimde istikrar bozucu bir unsur olarak karşımıza PKK çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, Washington, Ankara’nın Bağdat’la olduğu kadar BKY ile ilişkilerini 
de geliştirmesini desteklemektedir. Bunun için de Ankara’nın en büyük hassasiyeti olan PKK’nın bölgedeki varlığına son verilmesi gerekmektedir.27 
Böylece Washington açısından hem bölgede istikrar sağlanmış olacak hem de Türkiye’nin Bağdat’la ve Kürt Yönetimi’yle yakınlaşması İran’ın etkisini frenleyecektir. 

ABD askerlerinin Irak’tan çekilmelerinin Türkiye üzerinden olması ihtimali de Washington açısından bölgenin güvenlikli olmasını gerektirmektedir. Ayrıca, 
İran’ın yanı sıra Rusya’nın etkisinin bölgede kırılması amacıyla Washington, Türkiye’nin enerji koridoru olması yönünde önemli çabalar sarf etmektedir. 
Dolayısıyla, “Türkiye’nin hem Irak’taki hem de Hazar bölgesindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının Batılı pazarlara taşınmasında oynayacağı kilit rol 
dikkate alınırsa, Türkiye’nin özellikle güneydoğusunun istikrar içinde olması önem taşımaktadır.”28 Sonuçta PKK’nın varlığının tasfiyesi ya da pasif hale 
getirilmesi Washington açısından önem kazanmıştır. 

Bu çerçevede Başbakan Erdoğan’ın Ekim 2009’da Bağdat’a yaptığı ziyaret sonucu iki ülke arasında Çevre, Sağlık, Su, Sınır Kapıları, Kerkük Petrol Boru 
Hattının Yenilenmesi, Demiryolu ve Kanal Bağlantısı, Tarım ve Ormancılık gibi alanlarda 48 adet mutabakat zaptının imzalanması son derece çarpıcı 
bir gelişmedir.29 18 Türk ve Irak’lı bakanın “iki devlet tek hükümet” anlayışıyla İstanbul’da, Erdoğan’ın ziyareti öncesinde toplanması da Türkiye-Irak yakınlaşmasının boyutunu göstermektedir. PKK’nın varlığına son verilmesinde Bağdat Hükümeti’nin desteğini almanın yanı sıra Kerkük’ün özel bir statüye 
kavuşturulması ve tek bir etnik unsura teslim edilmemesi konusunda Maliki hükümeti ile uyum içinde olan Ankara, her fırsatta Irak’ın milli birliğine vurgu 
yapmaktadır.30 

Böyle bir dönemde Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Dış Ticaretten Sorumlu Bakan Çağlayan’ın Erbil’e giderek ilk defa Türkiye’den bakan düzeyinde resmi 
bir ziyareti bölgeye gerçekleştirmeleri şimdiye kadar Ankara’nın izlemiş olduğu Bölgesel Yönetimi resmi bir şekilde tanımama politikasını değiştirdiğinin 
en açık göstergesidir. Sadece Erbil’e değil, Musul’a ve Basra’ya da gerçekleştirilen ziyaretlerle Ankara, Irak’a ‘eşit muamele’ mesajı vermişse de 
ilk defa bakan düzeyinde Kürt bayraklarıyla bir karşılama töreninin yapıldığı resmi ziyaretin Ankara tarafından Erbil’e gerçekleştirilmesi tarihsel bir öneme sahiptir.31 

2 Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,



****


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder